özgüven ile öz saygı arasındaki fark

realist

Nirvana
Kayıtlı Üye
3 Aralık 2006
3.073
132
63
Bugün ülkemizin gözde vakıf üniversitelerinden birinin kurucusu olan bir genç adam,
Ankara’da geçirdiği yetişme yıllarını anlatırken şöyle bir anısını aktarmaktan keyif alıyor:
“Bir ilkokul öğretmeni olan anneye ufak bir miras kalır. Anne bir ev satın almak ister. 13
yaşındaki küçük adam ise okulundan ve spor arkadaşlarından uzak kalmamak için oturdukları
mahalleden ayrılmak istememektedir. Oysa, ellerindeki para o mahalleden bir yer almaya yetmez.
Arayışla geçen günlerden bir gün, küçük delikanlı bir arkadaşıyla basketbol antrenmanından
dönerken bir inşaat görür, binayı gezip daire fiyatlarını sorar. Kendisini alaycı gözlerle süzen
müteahhitten, arka tarafa bakan bir giriş katının, annesinin elindeki paraya yakın bir fiyatta
olduğunu öğrenir. Hemen pazarlığa girişir. Müteahhit çok eğlenir, gülerek teklifi kabul ettiğini
söyler ve olayı unutur. Ertesi gün annesiyle birlikte geri dönen delikanlımız evi satın almaya
geldiklerini söylediğinde müteahhit ne olduğunu şaşırır. Ancak bir kere söz verilmiştir ve o yıl
bizim delikanlı apartmanın maaşlı yöneticiliğini üstlenir.” Böylece başlayan girişimciliği bir hayat
boyu farklı alanlarda sürer. Genç adam bugün geriye baktığında, henüz dört yaşındayken
anaokuluna kendi başına gidip geldiğini, evinin anahtarını cebinde taşıdığını, kendine güvenmeyi
ve kendi sorumluluğunu üstlenmeyi çok erken yaşta öğrendiğini söylüyor.

Öz güven kavramının kültürümüzde zaman zaman farklı ve hatta çelişkili anlamlar ve çağrışımlar
taşıdığını gözlemliyoruz. Biraz da birçok alanda örnek aldığımız Amerikan kültürünün etkisiyle olsa
gerek, “kendine güven” duygusuna sahip olmaya pek çok özeniyoruz. Ancak yapıcı, gerçekçi ve
girişimci öz güvenle, hayalci, gerçekdışı ve bir bakıma savunmacı öz güveni birbirine
karıştırıyoruz. Sonuç olarak kendine güveni bazen olur olmaz dozunu kaçırdığımız bir meydan
okuma ve neredeyse bir “kabadayılık” gibi algılıyoruz.

Öz güven başarıya bağlıdır

Abartılı bir öz güvenin biraz da kültürümüze özgü haklı bir nedeni var. Küçük yaşlardan başlayan
baskı ve “yanlışları yakalamaya” dönük yaklaşım, insanların kendi potansiyellerini hayata
yansıtmaları konusunda ciddi engeller oluşturmaktadır. Çünkü çocuğa, sınırları geniş tutulmuş
ama iyi tanımlanmış inisiyatif alma fırsatı vermek ve onu bu tür davranışları için ödüllendirmek,
onun kendini yapabilir ve değerli hissetmesine neden olur. Anne-babanın, çocuğun inisiyatif
almasına değer vermesi ve teşvik etmesi, onun kendini yeterli hissetmesini sağlar ve başarı
güdüsünü güçlendirir. Yapılan araştırmalara göre, evinin çevresinde kendi başına dolaşmasına,
kendi arkadaşlarını seçmesine, yeni şeyler denemesine izin verilen çocuklar, yapıcı bir öz güven,
sorumluluk ve başarı duygusuna sahip yetişkinler olurlar.

“Kendine güven”in bireysel ve ekip başarısı üzerindeki etkisi tartışılmaz, ancak başarıyı devamlı
kılmak ve iç huzuruna sahip olmak ancak “kendine saygı” ile mümkündür. Birbirine çok yakın gibi
gözüken bu iki kavram bazı noktalarda örtüşse bile gerçekte birbirinden farklıdır ve bu fark
günümüzde giderek gözardı edilmektedir.

Kendine güven, hayata karşı yapıcı ve olumlu bir bakış açısını ve kendi gücüne inanmayı
gerektirir. Kendine saygı ise kendini ve sınırlarını kabul etmektir. Ancak kendimize olan güveni
değerlendirmede bazen zorluklar yaşarız. Örneğin bir mücadeleye, sınava veya yarışa
hazırlanırken, bütün süreci yaşanması gerektiği gibi yaşadığımız ve yapılması gereken her şeyi
yaptığımız bazı durumlarda başarısız duruma düştüğümüz de olur.

1998 Dünya Kupası Elemeleri’nde Hollanda’yı yendikten bir ay sonra Belçika’ya kendi sahamızda
3-1 yenildiğimiz ve finallere gitme şansını kaybettiğimiz maçtan sonra bu konu zihnimi meşgul
etmeye başladı. Çok yüksek moralle tamamlanan on bir günlük çok iyi bir hazırlık döneminden
sonra Mustafa Denizli maça çıkarken soyunma odasında oyunculara “Allahıma inandığım gibi size
inanıyorum” demişti. Haklıydı. Hepimiz oyuncularımıza, hocamıza ve galibiyete inanıyorduk.
Ancak rakip zaaflarımızı iyi değerlendirdi ve bizi avladı... Peki, bu durumda öz güvenimiz ne oldu?

Bu örneğin tam tersi bir durum da, 2001-2002 Türkiye Kupası finalinde yaşandı. Kocaelispor
futbol takımının oyuncuları, aylardır maaş ve transfer taksitlerini alamadıkları için moralleri
bozuktu; arkadaşlarını kaybettikleri için öz güvenleri sarsılmıştı. Başarısız olmak için geçerli birçok
nedene sahiptiler. Ancak kendi değerlerine inançlarının sonucunda, sahip oldukları öz saygıyı
sahaya yansıtıp Beşiktaş karşısında 4-0 gibi bir skorla galibiyetle, Türk futbol tarihinin en şaşırtıcı
sonuçlarından birini almışlardı. İleride çocuklarına ve torunlarına anlatacakları bir başarı
öyküsüyle sahadan ayrılmışlardı.

Zaman içinde bu konu üzerinde düşündükçe, öz güven ile öz saygı arasındaki fark zihnimde
açıklık kazanmaya başladı. Ben şarkı söylemeyi severim. Sesim ise berbattır. Toplu şarkı söylenen
yerlerde koroya katılırım, yalnızken de şarkı söylerim. İyi olmadığımı bildiğim bu konu beni hiç
rahatsız etmez. Daha iyi şarkı söylemek için ders almayı veya egzersiz yapmayı ise aklımdan bile
geçirmem, çünkü kendi kendime şarkı söylemekten mutluyum. Kendimden memnun olduğum için
başkalarının bu konudaki değerlendirmesi beni hiç ilgilendirmiyor.

Öz saygı kendini kabule bağlıdır

Psikoloji tarihinin kilometre taşlarından C. G. Jung; “Mutlu olmak istiyorsan sınırlarını tanı ve
onları kabul et” der. Bu sözü çok fazla kişi bilmese de Ürdün’lü şair filozof Halil Cibran’ın mutluluk
reçetesi bir yerlerden kulaklara çalınmıştır.

“Tanrım, bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirebilmem için güç,

Değiştiremeyeceklerime katlanabilmem için sabır,

İkisini birbirinden ayırabilmem için de aklı selim (sağduyu) ver.”

Şairin gerçekte istediği, bugünün terminolojisi ile zeka (IQ) değil, duygusal zeka (EQ) veya bizim
deyimimizle olgunluktur.

Ben ders alsam ve egzersiz yapsam mutlaka kendimi geliştirir ve bugünkünden daha iyi şarkı
söyleyebilirim. Benim kendimi kabulüm bütünüyle, değişmek ve gelişmek konusundaki
isteksizliğimle ilgili bir durum değil. Kendime saygım, kendimi olduğum gibi kabul etmemle ilgili.
Oysa kendine güven başarılı olmaya ve dolayısıyla başkalarının değerlendirmelerine bağlı. Her
zaman bizden daha iyi olan birileri ile karşılaşmamız mümkün olduğu için başarısız olduğumuz
durumlarda kendimize olan güvenimizin de sarsılması kaçınılmaz oluyor. Buna karşılık kendimize
saygımız ise kendimizi sevmemiz ve kendimizden hoşlanmamıza bağlı.

Kendine güven sanıldığının aksine tek başına büyük bir önem taşımaz. Örneğin dünyada öz
güveni en yüksek insanlar, sosyopatlar ve hezeyan dönemlerinde de manyaklardır. Gerçekçi bir
kendine güven, başkalarının bizimle ilgili değerlendirmelerine dayanır ve başarı ile desteklenmeye
ihtiyaç gösterir. Bu başarının sağlandığı durumlarda güven gelişir ve kişinin kendisini daha iyi
hissetmesine ve hedeflerini yükseltmesine yol açar.

Bunun sonucu kendine güvenen bir insan, sahip olduğu bütün potansiyeli hayata yansıtma
şansına sahip olur. Ancak başarılı olmak için her türlü doğru adımın atıldığı bazı durumlarda,
görevin zorluğu veya rakibin üstünlüğü nedeniyle başarısız olmak da mümkündür.

Buna karşılık öz saygı, kişinin kendisiyle barışıklığının bir uzantısıdır. Öz saygı insanın kendini ve
sınırlarını olduğu gibi kabul etmesi ve bundan hoşnut olmasıyla ilgilidir. Öz saygı, öz güven gibi
dış değerlendirmelere açık olmadığı için başarısızlıktan zarar görmez.

Öz saygı kişinin etik anlayışıyla ilgilidir

Harvard Üniversite’sinden Psikolog E. Langer’in öncülük ettiği bir grup araştırmacı, kendine saygı
duyan insanların suçluluk ve pişmanlık duygularından daha uzak olduklarını ortaya koymuş.
Ayrıca bu insanların yalanla ve gizli saklı işlerle ilgileri olmadığı bulunmuş.

Yıllar önce Çetin Altan başarının ölçütlerinden birinin “yalan söylemeye ihtiyaç duymamak”
olduğunu yazmıştı. Ben aynı ölçütün öz saygı için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Bu
görüşümü destekleyen önemli bir gözlemim, eğitim seminerlerimizde öz güveni çok yüksek ve
“başarılı” bazı genç yöneticilerin oynanan eğitim oyunlarında hile yapmayı doğal kabul etmeleri ve
üstelik bir de bunu hayatın bir gerçeği olarak savunmalarıdır.

Kendine saygı, ahlaklı davranışların hayatın her alanına yayılmasıyla kazanılabilir. Birçoklarımızca
zannedildiği gibi ahlaklı davranış, yazılı ve yazılı olmayan kurallara uymak demek değildir. Ahlaklı
davranış esas olarak tutarlı olmak demektir. İnsanlarda ahlaki gelişim basamaklarını tanımlayan
Kohlberg’e göre, en üst düzeyde ahlaklı davranış cezalandırılmamak için kurallara uymak değil,
cezalandırılmak pahasına vicdanının sesini dinlemek ve kendi ilkelerine uymaktır.

Bunun en güzel örneklerinden biri, geçtiğimiz yıllarda izlediğimiz Yeşil Yol filminde Tom Hanks’in
canlandırdığı gardiyanın, suçsuz olduğuna ve insanlar yararına mucizeler yarattığına yürekten
inandığı idam mahkumunu serbest bırakmak istemesiydi. Mahkumun “Neden böyle bir şey yapıp,
başını derde sokacaksın?” sorusuna gardiyanın cevabı sarsıcıydı: “Kıyamet gününde Tanrı bana,
‘sana gönderdiğim mucizeme ne yaptın?’ derse, O’ na ne cevap veririm?”

Harvard Üniversite’sinde yapılan bir araştırma, öz saygısı yüksek insanların daha az stres altında
kaldıkları ve hayatlarından daha memnun insanlar olduklarını da ortaya koymuştur.


Sonsöz

Sevgili okuyucular, insanların en merak ettikleri sorulardan biri “Ölümden sonra hayat var mı?”
sorusudur. Yukarıdaki bilgi ve bulgular ışığında, ölümden önce, önemli ölçüde başkalarının
değerlendirmelerinin dışına çıkabilirsek, daha uzun, huzurlu ve mutlu bir hayatımız olabilir gibi
gözüküyor. Ne dersiniz denemeye değmez mi?

Alıntı : activeline
 

Abartılı bir öz güvenin biraz da kültürümüze özgü haklı bir nedeni var. Küçük yaşlardan başlayan
baskı ve “yanlışları yakalamaya” dönük yaklaşım, insanların kendi potansiyellerini hayata
yansıtmaları konusunda ciddi engeller oluşturmaktadır. Çünkü çocuğa, sınırları geniş tutulmuş
ama iyi tanımlanmış inisiyatif alma fırsatı vermek ve onu bu tür davranışları için ödüllendirmek,
onun kendini yapabilir ve değerli hissetmesine neden olur. Anne-babanın, çocuğun inisiyatif
almasına değer vermesi ve teşvik etmesi, onun kendini yeterli hissetmesini sağlar ve başarı
güdüsünü güçlendirir. Yapılan araştırmalara göre, evinin çevresinde kendi başına dolaşmasına,
kendi arkadaşlarını seçmesine, yeni şeyler denemesine izin verilen çocuklar, yapıcı bir öz güven,
sorumluluk ve başarı duygusuna sahip yetişkinler olurlar.


Alıntı : activeline

Aynen öyle katılıyorum!
 
X