Orada dur bakalım!
Kadınlar ve erkekler var olduklarından beri birlikte yaşamalarına rağmen hâlâ birbirlerini anlamaktan aciz görünüyorlar. Kendi beklentilerimizi karşı cinse aktarma konusunda yaşadığımız karmaşa büyük oranda bunu haklı çıkarıyor. Beklentiler üzerine kurulan senaryoların kahramanları olmaktan ve çevremizdekileri bu senaryonun farklı kahramanları haline getirmekten bir türlü vazgeçemiyoruz. Herkes kendi hayatını kendi kalemiyle yazmak istiyor, kimsenin kalemini başkasına devretmek gibi bir niyeti yok. Peki bunun sonucunda ne oluyor? Başkalarının
yerine düşünmeye, karar almaya, planlar yapmaya başlıyoruz. Kendi hayatımızı kontrol etmek ya da yaşamak bile bu kadar yorucu ve meşakkatliyken, karşımızdakilerin hayatıyla ilgili kararlar almak, içinden çıkılması zor bir durumu ortaya çıkarıyor. Sonra "Ben erkekleri anlamıyorum, ben kadınları anlamıyorum" diyoruz. Başkalarının yerine düşündüğümüz sürece onları anlamamaya devam edeceğiz galiba.
Kadın denen muamma
Erkekleri anlamak zor ama kadınlar tam bir muamma! Kadınlar tarafında her sorun başka bir yolla çözülebiliyor. Hatta kadınların çoğu sonucun doğruluğuna bakmadan gidiş yoluna puan veriyorlar. Ama nedense sürekli bir şikayet etme durumu söz konusu. Kadınların erkekleri anlamamaktan şikayetçi olmalarının nedenini anneliğin idealleştirilmesine bağlamak hiç de yanlış görünmüyor. Toplumun kadınlara yüklediği görevler sonucunda kadınlar her zaman anne olma sıfatını taşımaktan memnun görünüyorlar.
Toplum annelerden karşılarına çıkan her acil durumda becerikli, doğru ve usta bir biçimde başa çıkmalarını sağlayacak sihirli bir değnek varmış gibi davranmasını bekliyor. Anneliğin idealleştirilmesi 20'li yaşlardaki genç kızlarda bile etkisini gösteriyor. Karşınızdaki erkek kim olursa olsun, onun hayatını düzeltmeyea gönüllü oluyoruz. Onun isteklerini, yaşam tecrübelerini, hissettiklerini görmezden gelip kafamızda kurguladığımız formata uydurmaya çalışıyoruz. Bu durumu açıklamak için basit bir soru: Bir yere gittiğinizde sevgilinizin hangi sandalyede oturmak isteyeceğini düşünüyor musunuz? Burası sıcak olur ya da buradan soğuk gelir, buradan dışarıyı ya da beni iyi göremez gibi ince ayrıntılara takılıp kalıyor musunuz? Sevgiliniz istediğiniz sandalyeye oturmadığında neden oraya oturmadığını kendi kendinize sorup, kafa yoruyorsunuz. Neden sizin istediğiniz yere otursun ki! O belki de sizin baktığınız noktayı farklı açıdan görebilen bir noktada bulunmak istiyor. "Bunu yeme hasta olursun, onu giyme üşütürsün, biliyorum karnın aç yemelisin" gibi konuşmalar gerçekten sevgilinizi çok sevdiğiniz ve onu düşündüğünüz için mi, yoksa toplumun üzerimize serdiği annelik örtüsünün bir sonucu mu? Bu sorunun cevabı ne olursa olsun kafanızı kemiren kontrolü elinizde bulundurma isteği, yaşadığınız anın keyfine varmanıza engel olabilir. Denetim sahibi olmanın ya da egemen konumda bulunmanın verdiği mutluluk, denetimin bölünme sürecine girdiği durumlarda yerini üzüntüye bırakabiliyor. Oysa ki, sevgilinizin yerine düşünmekten vazgeçseniz, hayal kırıklıkları, üzüntüler ve kuruntular da peşinizi bırakacaktır. Siz pek farkında olmasanız da, ilişkinin mutluluğu için yaptığınız birçok davranış çoğunlukla bireysel mutluluğunuz için yaptığınız şeylerdir. Bireysel mutluluğunuza giden yolu başkaları bilmediği için, yolunuz engellenip kösteklenebilir. Buna her zaman hazırlıklı olmalısınız.
Nietzsche "Tan Kızıllığı" kitabında "Ben neden ikilensin! Kendi yaşantılarımızı başkalarının yaşantılarını görmeye alıştığımız gözlerle görmek çok rahatlatır ve önerilmeye değer bir ilaçtır. Buna karşın, başkalarının yaşantılarını sanki bizim yaşantılarımızmış gibi görmek ve algılamak bizi mahveder, hem de çok kısa zamanda: ama bu denensin ve daha fazla hayal kurulmasın!" diyor. Bu cümleleri ilk okuduğumda bir arkadaşımın başından geçen komik ve düşündürücü olay aklıma geldi. Bir gün sevgilisiyle birlikte uyurken, su içmek için yataktan kalkmış.
Sevgilisinin de susamış olabileceğini düşünerek bir bardak su alıp yanına gitmiş. Yastığının yere düşmek üzere olduğunu görünce yavaşça sevgilisini uyandırmak istemiş. Aniden uyanan sevgilisi bardağa çarparak suyu dökmüş. Ne olduğunu bile anlayamadan sevgilisi ona "Sen orada dur!" diyerek arkasını dönüp uyumaya devam etmiş. Arkadaşım bütün gece "Sen orada dur!" ne demek diye düşünmüş. Evet bazen orada durmalıyız galiba. Orada o yatağın kenarında öylece durup düşünmeliyiz, "Ben ne yapıyorum?" sorusunu kendi kendimize sormalıyız. Nietzsche'nin de dediği gibi başkalarının yaşamlarını kendi yaşamlarımızmış gibi yaşamak bizi mahvediyor. Arkadaşım büyük ihtimalle sevgilisinin suyu içip, ona teşekkür edeceğini ve sonra ona sarılarak uyumaya devam edeceklerini hayal ediyordu. Gecenin bir yarısı "Sen orada dur!" gibi bir tepkiyle karşılaşınca hayal kırıklığına uğramıştı. Bir ilişkiyi yaşarken "Ben burada, o da orada durmalı" cümlesini söyleme cesaretini göstermeliyiz. Farklı dünyalarda büyüdüğümüzü ve farklı dünyaların insanı olduğumuzu kabul etmeliyiz. Kadınlar çevrelerindeki erkeklerin annesi olma duygusundan kurtulmalı. Giderek bu duygunun içine öyle çok gömülmeye başladık ki, mutsuzluğumuzun kaynağının bu olduğunu bile görememeye başlıyoruz.
Ahlaksal modalara çok fazla kendimizi kaptırır hale geldik. Yeni moda, sevgilisini, sevgilisinin annesi kadar düşünen ve üzerine titreyen kadın modeli. Erkeklerin bir kısmı bu durumdan memnun olmadıklarını açıkça bildirirken; bir kısmı ise annesi ile olan ilişkisindeki güven duygusunu, sevgilisi ile yaşadığı ilişkiye aktarmaktan hoşnut. Kadınların durumuna gelince, farkındalık sorunu yaşadıklarını söylemek hiç de zor değil. Başka modaların rüzgarlarına kapıldıkları gibi, annelik rüzgarlarının da etkisindeler. Artık kendimizden çok erkekleri düşünüyoruz. Kendimizi düşünmek can sıkıcı gelirken, onların dünyalarıyla mutlu oluyoruz. Biraz kendimizi düşünmenin ve "Sen orada dur!" uyarısına kulak vermemizin zamanı gelmedi mi?
Kadınlar ve erkekler var olduklarından beri birlikte yaşamalarına rağmen hâlâ birbirlerini anlamaktan aciz görünüyorlar. Kendi beklentilerimizi karşı cinse aktarma konusunda yaşadığımız karmaşa büyük oranda bunu haklı çıkarıyor. Beklentiler üzerine kurulan senaryoların kahramanları olmaktan ve çevremizdekileri bu senaryonun farklı kahramanları haline getirmekten bir türlü vazgeçemiyoruz. Herkes kendi hayatını kendi kalemiyle yazmak istiyor, kimsenin kalemini başkasına devretmek gibi bir niyeti yok. Peki bunun sonucunda ne oluyor? Başkalarının
yerine düşünmeye, karar almaya, planlar yapmaya başlıyoruz. Kendi hayatımızı kontrol etmek ya da yaşamak bile bu kadar yorucu ve meşakkatliyken, karşımızdakilerin hayatıyla ilgili kararlar almak, içinden çıkılması zor bir durumu ortaya çıkarıyor. Sonra "Ben erkekleri anlamıyorum, ben kadınları anlamıyorum" diyoruz. Başkalarının yerine düşündüğümüz sürece onları anlamamaya devam edeceğiz galiba.
Kadın denen muamma
Erkekleri anlamak zor ama kadınlar tam bir muamma! Kadınlar tarafında her sorun başka bir yolla çözülebiliyor. Hatta kadınların çoğu sonucun doğruluğuna bakmadan gidiş yoluna puan veriyorlar. Ama nedense sürekli bir şikayet etme durumu söz konusu. Kadınların erkekleri anlamamaktan şikayetçi olmalarının nedenini anneliğin idealleştirilmesine bağlamak hiç de yanlış görünmüyor. Toplumun kadınlara yüklediği görevler sonucunda kadınlar her zaman anne olma sıfatını taşımaktan memnun görünüyorlar.
Toplum annelerden karşılarına çıkan her acil durumda becerikli, doğru ve usta bir biçimde başa çıkmalarını sağlayacak sihirli bir değnek varmış gibi davranmasını bekliyor. Anneliğin idealleştirilmesi 20'li yaşlardaki genç kızlarda bile etkisini gösteriyor. Karşınızdaki erkek kim olursa olsun, onun hayatını düzeltmeyea gönüllü oluyoruz. Onun isteklerini, yaşam tecrübelerini, hissettiklerini görmezden gelip kafamızda kurguladığımız formata uydurmaya çalışıyoruz. Bu durumu açıklamak için basit bir soru: Bir yere gittiğinizde sevgilinizin hangi sandalyede oturmak isteyeceğini düşünüyor musunuz? Burası sıcak olur ya da buradan soğuk gelir, buradan dışarıyı ya da beni iyi göremez gibi ince ayrıntılara takılıp kalıyor musunuz? Sevgiliniz istediğiniz sandalyeye oturmadığında neden oraya oturmadığını kendi kendinize sorup, kafa yoruyorsunuz. Neden sizin istediğiniz yere otursun ki! O belki de sizin baktığınız noktayı farklı açıdan görebilen bir noktada bulunmak istiyor. "Bunu yeme hasta olursun, onu giyme üşütürsün, biliyorum karnın aç yemelisin" gibi konuşmalar gerçekten sevgilinizi çok sevdiğiniz ve onu düşündüğünüz için mi, yoksa toplumun üzerimize serdiği annelik örtüsünün bir sonucu mu? Bu sorunun cevabı ne olursa olsun kafanızı kemiren kontrolü elinizde bulundurma isteği, yaşadığınız anın keyfine varmanıza engel olabilir. Denetim sahibi olmanın ya da egemen konumda bulunmanın verdiği mutluluk, denetimin bölünme sürecine girdiği durumlarda yerini üzüntüye bırakabiliyor. Oysa ki, sevgilinizin yerine düşünmekten vazgeçseniz, hayal kırıklıkları, üzüntüler ve kuruntular da peşinizi bırakacaktır. Siz pek farkında olmasanız da, ilişkinin mutluluğu için yaptığınız birçok davranış çoğunlukla bireysel mutluluğunuz için yaptığınız şeylerdir. Bireysel mutluluğunuza giden yolu başkaları bilmediği için, yolunuz engellenip kösteklenebilir. Buna her zaman hazırlıklı olmalısınız.
Nietzsche "Tan Kızıllığı" kitabında "Ben neden ikilensin! Kendi yaşantılarımızı başkalarının yaşantılarını görmeye alıştığımız gözlerle görmek çok rahatlatır ve önerilmeye değer bir ilaçtır. Buna karşın, başkalarının yaşantılarını sanki bizim yaşantılarımızmış gibi görmek ve algılamak bizi mahveder, hem de çok kısa zamanda: ama bu denensin ve daha fazla hayal kurulmasın!" diyor. Bu cümleleri ilk okuduğumda bir arkadaşımın başından geçen komik ve düşündürücü olay aklıma geldi. Bir gün sevgilisiyle birlikte uyurken, su içmek için yataktan kalkmış.
Sevgilisinin de susamış olabileceğini düşünerek bir bardak su alıp yanına gitmiş. Yastığının yere düşmek üzere olduğunu görünce yavaşça sevgilisini uyandırmak istemiş. Aniden uyanan sevgilisi bardağa çarparak suyu dökmüş. Ne olduğunu bile anlayamadan sevgilisi ona "Sen orada dur!" diyerek arkasını dönüp uyumaya devam etmiş. Arkadaşım bütün gece "Sen orada dur!" ne demek diye düşünmüş. Evet bazen orada durmalıyız galiba. Orada o yatağın kenarında öylece durup düşünmeliyiz, "Ben ne yapıyorum?" sorusunu kendi kendimize sormalıyız. Nietzsche'nin de dediği gibi başkalarının yaşamlarını kendi yaşamlarımızmış gibi yaşamak bizi mahvediyor. Arkadaşım büyük ihtimalle sevgilisinin suyu içip, ona teşekkür edeceğini ve sonra ona sarılarak uyumaya devam edeceklerini hayal ediyordu. Gecenin bir yarısı "Sen orada dur!" gibi bir tepkiyle karşılaşınca hayal kırıklığına uğramıştı. Bir ilişkiyi yaşarken "Ben burada, o da orada durmalı" cümlesini söyleme cesaretini göstermeliyiz. Farklı dünyalarda büyüdüğümüzü ve farklı dünyaların insanı olduğumuzu kabul etmeliyiz. Kadınlar çevrelerindeki erkeklerin annesi olma duygusundan kurtulmalı. Giderek bu duygunun içine öyle çok gömülmeye başladık ki, mutsuzluğumuzun kaynağının bu olduğunu bile görememeye başlıyoruz.
Ahlaksal modalara çok fazla kendimizi kaptırır hale geldik. Yeni moda, sevgilisini, sevgilisinin annesi kadar düşünen ve üzerine titreyen kadın modeli. Erkeklerin bir kısmı bu durumdan memnun olmadıklarını açıkça bildirirken; bir kısmı ise annesi ile olan ilişkisindeki güven duygusunu, sevgilisi ile yaşadığı ilişkiye aktarmaktan hoşnut. Kadınların durumuna gelince, farkındalık sorunu yaşadıklarını söylemek hiç de zor değil. Başka modaların rüzgarlarına kapıldıkları gibi, annelik rüzgarlarının da etkisindeler. Artık kendimizden çok erkekleri düşünüyoruz. Kendimizi düşünmek can sıkıcı gelirken, onların dünyalarıyla mutlu oluyoruz. Biraz kendimizi düşünmenin ve "Sen orada dur!" uyarısına kulak vermemizin zamanı gelmedi mi?