Ülkede kriz başlayınca iki genç Türk gazeteci atmışlar kendilerini yurtdışına... Bir iki hafta barlarda zaman geçirip, hayatın tadını cıkartmışlar. Sonra iş aramak için kapıları çalmaya başlamışlar.
Bir gün, iki gün, bir hafta, iki derken, ümitleri iyice kırılmaya başlamış. O sırada bir ilanı görünce gözleri parlamış.
"Çiftlikte çalışacak işçi aranıyor."
Koşarak gitmişler. Çiftlik sahibi, tepeden tırnağa süzmüş bizimkileri, sonra ellerine birer kürek tutuşturmuş, büyükçe bir ahırın kapısına götürmüş. Günde üç öğün yemek, saati 5 Euro karşılığında, ahırdaki gübreyi, 50 metre ilerideki kuyuya taşımalarını istemiş. Yatacak yer de vermiş. Umutsuzluktan umuda ulaşan bizim Genç Türkler bir haftalık işi iki günde bitirivermişler. Ahır pırıl pırıl olmuş. Çiftlik sahibi ağzı kulaklarında, bizimkilerin çalışmalarından son derece memnun, çiftlikte sürekli iş önermiş.
Bizimkiler, bir daha sokaklara düşmemek için kabul etmişler. Adam, bu sefer onları tavuk çiftliğine götürmüş. Makinenin başına gelmişler, anlatmış olayı. "Düğmeye basın, yürüyen bant çalışmaya başlar. Önünüzde iki kutu var, irileri sağ taraftakine, küçükleri sol taraftakine koyup, kutuları bantlayıp, ait oldukları kolilere yerleştireceksiniz. İş bu kadar basit...”, demiş ve gitmiş.
Geçmişler bizimkiler birer tarafa basmışlar düğmeye, bant hareket etmiş, önlerine bir yumurta gelmiş, almışlar ellerine, bakmışlar, bakmışlar, "iyi mi, kötü mü, büyük mü, küçük mü ? " tartışmaya başlamışlar. Bu arada bant akıyor ve tabii ki yumurtalar da, bantın ucundan çöp tenekesine düşüyor... Çiftlik sahibi tesadüfen gelmiş yanlarına. Bir bakmış ki onlarca yumurta boşa gidiyor, bizimkiler hala ellerinde bir yumurta tartışıyor. Durdurmuş bantı, "Ne yapıyorsunuz?" demiş kızgınlıkla... Gençler şaşkın bakınca,
"Siz Türkiye'de ne iş yapıyordunuz?" diye sormuş.
Bizimkiler "Gazeteciydik!" deyince, “Belli" demiş adam,
"Bok atmayı çok iyi beceriyorsunuz ama, iyiyle kötüyü ayırt etmeyi bir türlü beceremiyorsunuz!"