düşünce özgürlüğü başkaa elbettede olacakk ama nefret ile sen başındaki bir başkana hakaret edemessin.. bu kadar özgürlüğü kimsye vermezlerr.. oy vermelerinle duruşunla rengini belli edersin hakaretlerle değill..
Hakaret ettiyse açarlar davasını. Yapmadıkları şey mi?
Her şeyi hakaret olarak düşünmeyin. Başlıktaki açıklamasında hakaret var mı? Yok. Sosyalist Enternasyonal konuşması da aşağıda.
Bir insanı sevmediğini söylemek hakaret değildir. Bir insanı eleştirmek, hatta ağır şekilde eleştirmek de hakaret değildir.
"1980 yılı sonbaharıydı. askeri darbenin birkaç hafta sonrası mahallede oyun oynayan ben’ in yanına babam geldi ve bana dedi ki: “babanın adını soran olursa senin nerde oturdugunu soran olursa sakın soyleme” .
80 darbesi türk solunun üzerinden bir silindir gibi geçti. böylesine kurak bir coğrafyada yetişmesi cok zor olan sol düşünce 80 darbesinden sonra kendini bir daha toparlayamadı. 80ler bizim için gencecik insanların mahkeme kararıyla yaşlarının büyütülüp asıldığı bir askeri cuntanın onulmaz yaraları demektir. batı medeniyeti için 80lerse kapitalizmin demokrasiyle dansının en ateşli yıllarıdır. köprünün altından cok sular aktı. artık kapitalizmin demokrasiyle dansı yavaş yavaş bitiyor. para kazanma hırsının kör ettigi insanoğlu doğanın kaynaklarını bir canavar gibi eskisinden cok daha hızlı bir biçimde kemiriyor. bugün turkiye’ de bizim payımıza düşense oylarımızla seçilmiş kişilerin gerçek yüzlerinin en vahşi şekilde ortaya çıkışının korkunç gerçeğidir. siyasetin ticaret haline geldiği, muhalif avukatların adliye binalarından polis zoruyla çıkarıldıgı, örgütlü cehaletin örgütlü faşizme evrildigi bir ülke halini aldık. bugün ülkemizde halk muhbir olmaya özendilirmekte, toplumun genelinin ahlaki değerlerine karşı olarak lanse edilen hayatların dinlenmesi gözlenmesi ve ihbar edilmesi normalleştirilmektedir. taksim gezi parkı olayları her geçen gün otoritesini sertleştiren huzursuz ve saldırgan bir provakatörün körüklediği bir şehir eylemidir. bu hasta psikolojinin klonları sokaklarda ellerinde palalarla göz yaşartıcı ve gaz fişeği atan silahlarıyla bizlerin üzerine yakın mesafeden öldürmek ve sakat bırakmak için ateş ederken biz sadece küçücük bir parka tutunduk. türkiye’ deki olayların fitilini ateşleyense yaşam tarzlarını ve alanları korumak isteyen insanların devlet tarafından korkunç bir şekilde dövülmesidir. kendimize başbakan olarak seçtiğimiz kişinin bir anda her birimizin yaşam koçu olma hevesidir. insanların nerede ve ne içeceğine, kaç çocuk yapacağına, kaç yıl okula gideceğine, 18 yaşını aşmış üniversite öğrencilerinin evlerde kim kim oturacağına, mizahın nasıl yapılacağına karşı fikir üretmenin suç sayılmasına, kimin namuslu olduğuna, yaşam tarzımıza dair tek başına karar verme yetkisini tek başına kendisinde bulmasıdır. biliyorum, sizler dünyanın çeşitli ülkelerinden türkiye’ yi yükselen bir değer gibi görmekte olan insanları tanımaktasınız. ordunun devlet yönetiminden elini çektiği daha demoktarik bir türkiye imajına sizlerin arasında bile inanmış olanlar vardır. ancak bugün gelinen nokta sokakta, okulda, iş yerinde, bilgisayar başında, spor karşılaşmalarında ülkenin siyasi lideri tarafından sürekli kamplaşmaya itilen bir ülke resmidir. yıl 2013 oldu. gezi parkı direnişinin ardından sosyal medyayı etkin kullanmamızı baltalamak isteyen -tırnak içinde demokrasi aşığı- yöneticilerimiz kendi rejimlerini destekleyen kitleleri bilgisayar başına koyup aklı, fikri, vicdanı hür olan bizlere karşı sanal bir savaş başlattılar. sistemli bir şekilde parti eliyle koordine edilen bu kişilerin küfürleri, itibarsızlaştırma çabaları ve tehditleriyle yaşamaya çalışıyoruz günümüzde. 1980den beri dünya çok değişti. ama ben geçen yaz sokakta top oynamaya çıkan oğluma eğilerek şunu söyledim.
“oğlum, ada, eğer baban kim diye sorarlarsa...”