Soma'nın haberini ilk aldığımda herkes gibi ben de kaskatı kesildim. Kanım duruldu. Maden başka çünkü, toprağın dibine canlıyken girmek. Çıkışı olmadığını bildiğim dar bir alanda kapalı kaldığımı hayal ettim. Hayaline bile bir dakika dayanabildim.
Ağzımı açıp ses çıkaramam, bir daha kendime gelemem diye düşündüm o an. Olur bazen, anlık şokla girdiği kımıldayamama halinin ebediyete kadar süreceğini sanır insan. Öyle olmayacaktır ama öyle sanır.
Bir tokat yiyene kadar öyle sanır.
Çok beklemedik ama o tokadı. Bizi şoktan kurtarıp ayıltan enerji bakanının ilk açıklaması oldu. Trafolara kedi girdi dediğinde alaycı güldüğümüz adamı buz gibi dinlerken "kader" ve "şehit" sözlerini seçebildik belli belirsiz. Yüzlerce işçiye mezar olan maden şirketinin adını internetten aratınca en başta çıkan adam, aceleyle "ölecekleri varmış ölmüşler, alın yazısı" demeye koşmuştu.
Sonrasında bünyeye dolan öfke üzüntüye karıştı. Öfkenin böyle hakim bir yanı vardır, kalan tüm duyguları bastırır. Aklı ve vücudu tamamen teslim alana kadar durmaz öfke. O yüzden en mülayim insanı öfkelendirmenin dahi tehlikesi büyüktür.
Velev ki en mülayim insanları öfkeden delirtme becerisine haiz bir hükümetimiz var. Akıl almıyor yaptıklarını, mantık silsilesi içinde düşünürsen anlam veremiyorsun hiç bir hareketlerine.
En sonunda bir garip düşünceyle kalakalıyorsun; "bir tanesi bile mi çıkıp ya biz napıyoruz demez?"
Ah diyorsun, biraz yanlarına sokulabilsem de bari ben denesem. Başlıyorsun retorik kurmaya:
"Abi napıyorsunuz siz? Yüzlerce işçi ölmüş, ilk açıklamada bu maden iyi bir şirkettir denir mi? Bu açıklamayı yaparsak insanlar suçun bizde olduğunu düşünür diye kuşkulanılmaz mı hiç? Hemen şehittir, kaderdir açıklamalarına girişilir mi? Bir şeyleri örtbas ettiğimiz düşünülür diye çekinilmez mi?
Ya sen abi? Sen başbakansın, sen napıyorsun? Bunlar olağan şeyler, madenciliğin fıtratında var, 1862'de İngiltere'de de ölüyordu bunlar ne demek? Hemen araştıracağız, kimin ihmali varsa gözünün yaşına bakmayacağız demek bu kadar mı zor? Yani dik durmak; isterse herkes ölsün, sürünsün de ben yerimden milim kımıldamayayım mı demek? Hayır bir de oraya gidecek kadar inceliğin var ama iki yuhu kaldıracak kadar saygın yok mu? Biz bunlara seçimlerde gereken yanıtı verdik deyip acılı insanlara laf sokmak, ortalığı kızıştırmak için mi gittin? Hızını alamayıp üstüne bizzat sana yuh çekeni tokatlayacak kadar mı kibire boğuldun? Maden sahibiyle tokalaşırken gösterdiğin yüce gönüllülük aşağıdan birine çarpınca nasıl böyle tuz buz olabiliyor? Acınız büyük, ne deseniz itiraz edemem ama merak etmeyin sonuna kadar üstüne gideceğiz desen yıkılacak kadar dandik mi o övündüğün sağlam irade? Peki müşavirine adam tekmeletmek nedir usta? Üstüne sahip çıkar gibi her gittiğin yere yanında götürmek?
Ya siz napıyorsunuz, koca koca bakanlar, milletvekilleri? Yüzlerce işçinin öldüğü yerde iki gündür gömlek değiştiremedim diye sızlanılır mı? Topluca düğünlere gitmek neyse de fotoğraflarını paylaşmanın nispet sanılabileceğini anlayamayacak kadar mı gitti kafalar?
Size zaten ne denir hiç bilmiyorum sayın hükümet basını. Yüzlerce işçinin ölümünde iktidara komplo girişimi aramanız meczupluktan mıdır, sefillikten mi?
Vekiliyle, bakanıyla, polisiyle, valisiyle, medyasıyla, destekçisiyle, yani hükümet bey abiler, alayınız, siz napıyorsunuz ya? Şuuru komple mi devreden çıkardınız? Onca insanını kaybetmiş bir ilçeye çevik yığıp evlerin camlarına kadar su sıkarken nasıl bir kendini kaybetmişlik hali yaşıyordunuz?"
Dedik ya retorik, cevabı baştan belli sorular. Sonra düşünüyor insan, muhtemelen ilk sorudan sonra canımı nasıl kurtarabileceğime bakardım. Sağı solu belirsiz, öldürmenin on beş bin çeşidinde ustalığını ispat etmiş, mantıktan tamamen boşanmış ürkütücü bir mekanizma.
Tabii soru var, bugün olmazsa yarın sorulur. Hesap var, bugün olmazsa yarın alınır. Ama işte geriye bir Somalı kadının dediği kalıyor; "Çam eker, meyve eker gibi insan gömdük biz.”
HAKAN DEMİR
http://birgun.net/yazi-goster/kuzum-siz-kafayi-mi-yediniz-2685.html