kişisel gelişim kitaplarımdan notlar

inciitanesi

Popüler Üye
Pro Üye
29 Ocak 2017
4.351
8.313
1- Özşefkatli farkındalık
2- Hayatınızı yeniden keşfedin (nisan2024)
3- Pürdikkat (15mayıs24)
4- Dijital Yaşamla Başa çıkma (Mayıs24)
5- Kibar olma Gerçek ol (haziran 24)
6-Atomik alışkanlıklar (Ağustos24)
7-Sınırlar (eylül24)
8- Öfke Dansı (eylül24)
9- Zor kişilerle yaşamak (eylül24)
10-Alışkanlıkların gücü (10.24)
11-Gaslighting (11.24)
12-İyileştiren Alışkanlıklar (11.24)
13-ETKİLİ İNSANLARIN 7 ALIŞKANLIĞI (11.24)
14-Dans eden benlikler (12.24)
 
Son düzenleme:
ÖZ ŞEFKATLİ FARKINDALIK

Öz şefkat, farkındalığı ısıtarak karşılaştığımız zorluklara ve bu zorluklar karşısında kendimize hoşgörüyle yaklaşmamıza olanak veriyor.

Farkındalık: “Şu anda deneyimlediğim nedir?”

Öz şefkat: “Şu anda bunu deneyimlerken kendime nasıl destek olabilirim?”

1-ÖZŞEFKATİ KEŞFETMEK

1a-Kendinize İyi Davranmak


İlk olarak sana sıkıntı veren şeylere bilinçli farkındalık geliştir.

Acı işlerin gidişatı ile bizim olmasını istediğimiz gidişat arasındaki tezattan kaynaklanır. Hayatımızın farklı olmasını ne kadar çok istersek, kendimizi o kadar kötü hissederiz. Mutluluğumuzun derecesini isteklerimiz ile koşullarımız arasındaki mesafeye bakarak ölçebiliriz.

Hayatta yaşanan streslerin bağışıklık sistemimizdeki telomerleri kısalttığı saptanmıştır.

Hayatın iyi ve kötü olaylarına öyle ya da böyle uyum sağlarız. Araştırmalar piyango kazanan çoğu kişinin kazanamayanlardan daha mutlu olmadığı, belden aşağısı felçli kişilerin ise genellikle yürüyebilen kişiler kadar mutlu olabildiğini göstermektedir.

Çoğumuz mutluluğun birtakım dış koşullara bağlı olduğuna inanırız. O yüzden de ömrümüzü bir koşu bandının üzerinde geçirir ve onu sürekli keyif alacak ve acının uzağında kalacak şekilde düzenlemeye çalışırız.

Acıdan uzak durmanın bir sorunu vardır: o da bunu yapmanın mümkün olmaması ve üstelik de çabaladıkça durumun daha da kötüleşmesidir.

Acı ve hazla olan ilişkimizi değiştirmeliyiz. Bir adım geri atıp acımızı sakinlikle karşılamayı öğrenebilir ve hazzın doğal bir şekilde gelip gitmesine izin verebiliriz. Biz buna dinginlik diyoruz. Hazzı nasıl kucaklıyorsak acıyı da aynı şekilde kucaklamayı öğrenebilir ve her bir anımızı doya doya yaşayabiliriz. Buna da yaşama sevinci diyoruz.

Çiftlerin çoğu kişisel farklılıklarını çözümlememektedir ve evliliklerini sürdürmeyi başaran çiftler bir şekilde bunları kabul etmeyi öğrenmiş olanlardan oluşmaktadır.

Bizler çoğunlukla geçmiş için pişmanlıklar çekiyor ya da gelecek için tasalanıyoruz.

İşteki mutsuzluk kronik bel ağrısı habercisidir.

Bir şeye direnç gösterdiğinde, o şey bodrum katına iner ve ağırlık kaldırmaya başlar.

Olayları kabul etme ve onları olduğu gibi kabullenmeyi öğrenmeliyiz.

Istıraba merhem olan tek şey, başkalarına yardım etmektir.

1b-Bedeninize Kulak vermek

Farkındalık ne deneyimlediğinizi, onu deneyimlediğiniz sırada bilmektir.

Meditasyon, hayatımızla ilgili akıllıca kararlar vermemizi sağlar. Hatta bağışıklık sistemimizi güçlendirdiği kanıtlanmıştır. IL-6 seviyesini azaltarak stresin tetiklediği iltihabı azaltır. Grip aşısı sonrası üretilen antikor miktarını arttırır. Kortikal kalınlaşmayı arttırarak beyin zatı incelmesini telafi eder ve böylece yaşlanmayı geciktirir. Sakin bir ruh halindeyken kötü anılarımız bizi daha çok zorlar, meditasyon olaylar karşısında daha az acı çekmemizi sağlar.

Bilinçli nefes alıp vermek tüm egzersizlerin en kolayı ve farkındalık teknikleri içinde en yaygın olanıdır. Asıl zor olan şey, koşuşturmalı hayatlarımız içinde bunu yapmayı hatırlamaktır.

Yavaşlamak da farkındalığı kolaylaştırır. Yemeğinizi daha yavaş yerse4niz, ne yediğinizin daha çok farkına varır ve bedeninize karnınızın doyduğunu size haber vermesi için şans tanımış olursunuz.

Bel ağrısı, uykusuzluk, ilişkisel çekişmeler, topluluk önünde konuşma tedirginliği : bedenin tepkileri

1c-Zor duygularla baş etmek

Algı-kaçınma-güçlü duygu-o duygunun içinde sıkışıp kalma-karşı tarafı suçlama döngüsü

Duyguları etiketlemek, onlarla başa çıkmamızı kolaylaştırır. Mantıklı karar vermek için sakin olmamızı sağlar.Not etmek, duygularla baş etme olayını emniyet içinde yapabilmemizi sağlar.

Çapa atmak karargahta olmak gibidir, not etmek ise yolculukta olmaya benziyor.

Bir erkek “utanıyorum” diyemiyorsa çok büyük olasılıkla öfkelenecek ve mantıksız davranışlar sergileyecektir.

Duygular için uygun kelimeler bulma stratejisi “konuşma terapisi”nin temelini oluşturur. Çocuk-ebeveyn ilişkisi açısından da önemlidir.

Duyguları ifade etmek için sözcükleri kullanmanın beynin stres tepkisi veren bölümünü devre dışı bıraktığı tespit edilmiş.

Travmatik anıları onların bizi tüketmesine izin vermeden buyur edebilmenin bir yolu da farkındalıktır.

Tam-burada-ve-şu-anda-taşı

1d-Öz Şefkat Nedir?

1e-Öz Şefkate giden yollar


Genel mutluluk düzeyi; genlerimize , içinde bulunduğumuz ortama ve maksatlı aktivitelere bağlıdır. “Mutlu genler” mutluluğun %50’sinden sorumludur. Koşullar (çocukluk koşulları, evlilik durumu, maddi durumu, din durumu, sağlık durumu) sadece %10’undan sorumludur. Maksatlı aktivite (egzersiz, dostlarla vakit, enstürüman çalmak, kilisede gönüllü çalışmak) %40’dan sorumludur.

2-SEVGİ DOLU NEZAKET UYGULAMASI

2a-Kendimizle İlgilenmek


Pali dilinde metta= sevgi dolu nezaket anlamına gelir.

Canımız sıkkın olduğu vakit, genellikle dikkatsizizdir, yani rahatsız olduğumuzun ve o duygunun bizi incittiğinin farkında olmak yerine kişisel hikayelerimizle meşgulüzdür.

İleride daha fazla ilgiye ihtiyaç duymamak için kendine şu anda ihtiyacın olan ilgiyi göster!

Metta duanın dinsel olmayan türüdür.

2b-Başkalarıyla ilgilenmek

Sevgi dolu meditasyon: öz benlik, iyiliksever bir kişi, arkadaş, nötr biri, zorbir kişi, gruplar

Nasıl ki ben huzurlu ve acıdan uzak olmak istiyorsam, senin de iç huzuru nulmanı diliyorum. Güven içinde olasın, mutlu olasın, sağlıklı olasın, rahat bir hayat yaşayasın. Ben ve tüm canlılar mutlu ve acıdan uzak olsun (30dk).

Meditasyon sonrası insanlar daha cömert olmuşlar.

Bir başka kişinin “kira bile ödemeden zihninizin içinde oturmasından” bıkıp usanmadınız mı?

Sorunları ele almadan görmezden gelmek son derece sakıncalıdır. Düşmanlarımızı sevmek ahlaki bir reçete değildir ama kendimiz için yapabileceğimiz en iyi şeydir.

Eğer bir ilişkide kendi davranışından ötürü utanıyorsanız, acı veren bu duyguyu tanımak için ekstra çaba gösterin.

Utanç, suçluluk duygusu ve pişmanlık teşhis edilmesi en zor olan duygulardır çünkü bu duyguları sürekli olarak içimize atarız. Sizi zorlayan bu duygular için kendinize şefkat gösterin.

3-KİŞİYE ÖZEL ÖZ ŞEFKAT

3a-Dengenizi bulmak


Bakımveren kişilik tipi: Helikopter ebeveynler. Kontrol kendi ellerinde olsun isterler. Bir anne en fazla “en az mutlu olan çocuğu” kadar mutlu olabilir.

Entelektüel kişilik tipi: Istırabın üstesinden gelmenin bir yöntemini bulabilecek ya da bunu yapabilmenin bir fırsatını yaratabilecek durumdaysanız endişe etmenize gerek yoktur. Ama bu konuda herhangi bir şey yapamıyorsanız, o zaman endişelenmenin de size bir faydası olmayacaktır. Kriz anında düşünce berraklığına sahiptirler.

Mükemmeliyetçilik daha çocuklukta başlar. Ebeveynler bir konuda onay vermek için aşırı yüksek standartlar koyduklarında, çocuklar da sevgi alabilmek için bir takım gerçekdışı standartlar belirleyebilirler.

Bireyci kişiler; başları derde girdiğinde birilerinin onların yardımına gelmesini beklemezler. Başkalarının yardımına koşmak da onların akıllarına gelmez. “herkes kendi kaderinden sorumludur” derler.

3b-İlerleme sağlamak
 
HAYATI YENİDEN KEŞFEDİN

ŞEMALAR


Şemalar çocukluktan başlayan ve sürekli tekrar eden bir kalıptır.

Şemalar düşünce, duygu, davranış ve ilişki kurma biçimlerimizi etkilerler. Öfke, üzüntü ve kaygı gibi bazı güçlü duyguları tetiklerler.

Şema gelişiminde etkili ilk faktör: mizaç. İkincisi: çevre.

Çevremizdeki en önemli erken etki ailemizdir.

Çocuk için en önemli şey, kendini güvende hissetmesidir. Güvenlik konularında kaygısı olan çocuk o kadar çok enerji tüketir ki, diğer konulara pek enerjisi kalmaz.

Kendinizi ifade etmenizin kısıtlı olduğunu gösteren üç işaret vardır: İlki, sizin diğer insanlara karşı aşırı uyumlu olmanızdır. Siz her zaman başkalarını memnun edersiniz, hep başkalarıyla ilgilenirsiniz. Verdikleriniz takdir edilmediğinde zayıf, pasif ve gücenmiş hissedebilirsiniz. Diğer kişilerin ihtiyaçlarına çok fazla anlayış gösterirsiniz. İkinci işaret sizin aşırı derece engellenmiş ve kontrollü olmanızdır. İşkolik olabilirsiniz. Üçüncü belirti aşırı derecde ifade edilmeyen bir öfkeye sahip olmaktır. Kronik bir kızgınlık içerie bir yere kaynar ve neredeyse sizin kontrolünüz dışında ani bir şekilde patlar.

Şema ile başa çıkmanın üç biçimi: teslim, kaçma, karşıt saldırı

Bir şema bir kerede yok olmaz. Sürekli bir şekilde, onu parçalara ayırarak yok etmelisiniz, sizin üzerinizdeki etkisi adım adım zayıflayıncaya kadar. Şemanızı pekiştiren davranışları değiştirmek için daha sıkı çalışarak süreci hızlandırabilirsiniz.

İlerlemenizi gözden geçirmek için her gün birkaç dakika ayırın. Başa çıkma kartları oluşturup onları baştan okuyun. Bugün şemanız tetiklendi mi? Kalıplarınıza teslim olmak için herhangibir şey yaptınız mı? Her gün farklı düşünmek, hissetmek veya eylemlere geçmek için kendinizi zorlayın.

1-“LÜTFEN BENİ TERK ETME” TERK EDİLME ŞEMASI-22

Terk edilme döngüsü: korku, üzüntü, öfke.

Bağımlılık şeması olan kişilerin, kesinlikle terk edilmeyle ilgili sorunları olacaktır. Bunun tam tersi doğru değildir. Terk edilmeyle ilgisi şeması olan herkesin bağımlılıkla ilgili sorunu yoktur. Onların şeması yakın kişilerle duygusal baş kurmadaki tutarsızlıktan doğar.

2-“SANA GÜVENEMEM” KUŞKUCULUK VE KÖTÜYE KULLANMA ŞEMASI-23

Sizi Taciz Eden Kişinin Ne Yaptığını Belirtin. Hakkınızı Koruyun. “Bunu Bana Sen Yaptın.”, “Daha Fazla İzin Vermiyorum.” VE “Sana çok öfkeliyim.”

3-“HİÇBİR ZAMAN İHTİYACIM OLAN SEVGİYİ ALAMAYACAĞIM” DUYGUSAL YOKSUNLUK ŞEMASI-22


Neyin seni gerçekten rahatsız ettiğinin genellikle farkında değilsindir. Bu şemanın doyumsuz olma özelliği var. Başka insanlar tarafından kronik hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz

Ne hissettiğinizi ve ihtiyaçlarınızı karşı tarafa söyleyemezsiniz, daha sonra da anlaşılmadığınız için hayal kırıklığına uğrarsınız, geri çekilirsiniz, öfkelenirsiniz. İhtiyacınızı gizli tutmak şemanıza teslim olmanızın bir yoludur.

Üç çeşittir: Bakım yoksunluğu, empati yoksunluğu, korunma yoksunluğu.

4-“UYUMSUZUM” SOSYAL İZOLASYON ŞEMASI-30

Psikosomatik semptomlar hissetmeye yatkınsınızdır. Yalnızlık sıklıkla kalp ve karın sorunları, uyku sorunu, baş ağrıları ve depresyonla ilişkilidir.

Aşırı derecede eleştiren ebeveynler çocukta sosyal izolasyonu tetikleyebilir.

Benzerlikler yerine farklılıklara odaklanmak bu şemayı pekiştirir.

Her kusur için bir başa çıkma kağıdı hazırla. Şemanız her tetiklendiğinde bunları okuyun. Bu şekilde yavaş yavaş şemadan uzaklaşabilirsiniz.

5-“TEK BAŞIMA YAPAMAM” BAĞIMLILIK ŞEMASI-27

Genellikle bağımlı kişiler yetersizdir, çünkü yetişkinliğin getirdiği sorumluluklardan kaçmakta çok başarılıdırlar. Bu kaçınma, beceri ve değerlendirmede ciddi eksikliklere yol açabilir.ancak bu kişiler genellikle becerisizliklerini abartırlar.

Kaçmak şemanızı pekiştiren bir yoldur. Zor olduğunu düşündüğünüz işler için bir liste hazırlayın, zorluk sırasına göre puanlayıp kolaydan zora doğru yavaş yavaş listenizi bitirmeyi planlayarak bu şemadan kurtulabilirsiniz. Kolay bile olsa her madde için bolca plan yapın, her gün kısa bir değerlendirme ile ilerlemenizi takip edin. Listedeki basit maddede ustalaştıktan sonra bir ileri aşamaya geçiniz.

Aşırı korumacı ebeveynler çocuklarının yargılarını eleştirir, verdiği kararları küçümser, bağımlı olmaya yol açabilir.

Sizi koruyan ve baskın eşlere aşık olmaya yatkınsınızdır.

6-“BİR FELAKET OLMAK ÜZERE” DAYANIKSIZLIK ŞEMASI-19

Bu şema iki taraflıdır: hem tehlikenin riskini abartırsınız, hem de kendi başa çıkma kapasitenizi küçümsersiniz.

Bu şemanın en yaygın kökeni, ebeveynlerle aynı şemaya sahip olunmasıdır. Model alma yolu ile öğrenirsiniz. Aşırı korumacı ebeveyne ship olmak diğer bir etken olabilir.

Korkulan durumlar için üzerine gitme listesi hazırlayın.

7-“DEĞERSİZİM” KUSURLULUK ŞEMASI-20

Bu şema ile en fazla ilişkili olan duygu utançtır.çok yyagın olan şemalardan biridir ama genellikle fark edilmesi zordur.teslim olma/kaçma/karşıt saldırı ile cevap verebilirler.

Bu şemanın ortaya çıkmasına neden olan ebeveynler genellikle eleştirel ve cezalandırıcıdır.bu şemaya sahip olanlar kendisini eleştiren ve reddeden eşlere karşı güçlü çekim hissederler.onlar sizin kusurluluk hislerinizi pekiştirirler. Eleştirel eşler tanıdık gelir, çünkü sizin çocukluk ortamınızı yansıtırlar.

8-“KENDİMİ BAŞARISIZ HİSSEDİYORUM” BAŞARISIZLIK ŞEMASI-27

1000kmlik yolculuklar bile tek bir adımla başlar. Hedeflerine ulaşmak için ne yapman gerekir, basamak basamak ayrıntılarıyla yaz. Bahane uydurmaktan vazgeç ve kaçmaktan vazgeç.

Üstesinden gelinmesi en ödül verici şemalardan biridir, ama savaşmaya istekli olmalısınız.

9-“SENİN DEDİĞİN GİBİ OLSUN” BOYUN EĞİCİLİK ŞEMASI-31

Kendini feda edenlerde boyun eğicilere göre az da olsa öfke vardır. Kendi ihtiyaçlarınızı başkaları yüzünden ertelediğinizde öfke oluşması kaçınılmazdır. Öfke doğrudan gösterileceği gibi pasif agresif şekilde de yansıtılabilir. Örneğin erteleyerek, geç kalarak, arkalarından konuşarak.

İhtiyaçlarını ifade etmenin yanlış olduğunu düşünürler.

Lider ruhlu, agresif, baskın karakterde partner seçerler.

İlişkilerinizde öncelikli kişi olmanıza fırsat verilse bile siz onu boyun eğicilik rolünüze uygun duruma getirene kadar çevirirsiniz.

Bu şemanın hediyelerinden biri ihtiyaçlara karşı hassasiyet ve başkaları için acı duyabilmektir. Genellikle hizmet sektöründe mutlu olurlar.

Fazlasıyla “evet” insanısınızdır.

Öncelikle sakin olun. Sakin olduğunuz zaman bağırdığınız zamana göre daha güçlüünüzdür. Bağırmak, psikolojik yenilginin bir göstergesidir.saldırgan olmak yerine daha kararlı olmayı öğrenmeye ihtiyacınız var.

10-“HİÇBİR ZAMAN YETERİNCE İYİ OLMUYOR” YÜKSEK STANDARTLAR ŞEMASI-25

bu şemaya sahip kişiler genellikle oldukça başarılı yetişkinler olmalarına rağmen, çocukluk hikayelerinde nadiren başarı duyguları vardır. Ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, bekledikleri saygıyı, ilgiyi ve sevgiyi bir türlü bulamazlar.

Yüksek standartlar size pahalıya mal olur. Hayatınızda mutluluk ve tatmin elde edebileceğiniz birçok fırsatı kaçırıyorsunuz.

Eğer mükemmelde ısrar etmek yerine, bu biraz düşük olan seviyede karar kılabilirseniz, kariyerinizde ilerleme, ekonomik başarı, takdir, statü gibi ödüllere, ağır bir bedel ödemeden ulaşabilirsiniz.

11-“İSTEDİĞİM HER ŞEYE SAHİP OLABİLİRİM” HAKLILIK ŞEMASI-27

Kızgınsınız, ama kendinizi tutuyorsunuz. Kızgınlığınızı farklı şekillerde gösteriyorsunuz-surat asmak, pasif agresif davranışlar, hastalık hastası şikayetler, söylenmeler, çocuk gibi öfke nöbetleri.

İhtiyaçlarınızı bastırmanıza neden olan diğer şemaların aksine haklılık şeması ihtiyaçlarınızı aşırı vurgulamayı içerir. Normal bir sınırlamanız yoktur. Başkaları uygun bir yerde kendilerini durdurur ve terbiye ederken, siz bunu yapmazsınız.

Haklılık şeması olan pek çok kişi bu durumla ilgili rahatsızlık duymazlar. Bu, Haklılık’ı bu kitaptaki diğer şemalardan ayırır. Haklı veya özel olduğu için rahatsızlık duyarak bize gelen danışanımız hiç olmadı. Kendiniz terapiye gelmektense, diğerlerinin terapiye ihtiyaç duymasına neden lan kişi oluyorsunuz.

Halılığın kökenleri: zayıf sınırlar, bağımlı aşırı şımarıklık, diğer şemalara karşıt saldırı olarak haklılık

Haklılık şemanızla mücadele eden değil, onu destekleyen partnerler seçersiniz.

DEĞİŞİM

Değişim Düzensiz Giden Bir Süreçtir. “İki Adım İleri, Bir Adım Geri” Benzetmesi Yapılır.

Değişim:

1-ilişkiler: ne tür bir yakın ilişki istersiniz? Ne tarz sosyal ilişkiler istersiniz? Ne tür arkadaşlar?

2-özerklik

3-özgüven

4-benlik konusu ve kendini ifade etmek: ihtiyaçlarınızın karşılanmayı istemeyi ve hislerinizi ifade etmeyi içerir.

5-başkaları için endişelenmek: empati

Değişim için sorumluluk almak önemlidir. Değişimi erteleyip durmayın, daha iyi zamanı beklemeyin. Değişime başlamak için en iyi zaman şimdidir.

Başa çıkabileceğiniz bir düzeyde ve hızda değişim için kendinizi yüzleştirin.
 
PÜRDİKKAT

Entelektüel kapasitemizin tümünü kullanabilmemizin yolu pürdikkat çalışmaktan geçiyor.

“Roman yazmaya devam edeceksem, uzun ve kesintisiz zaman dilimlerini çalışmaya ayırmalı ve hayatımı buna göre düzenlemeliyim. Öbür türlü, yani sürekli bölünürsem ne geçer elime? Kalıcı bir roman yerine şuna buna gönderdiğim e-postalardan başka bir şey.”

Kendini içinde teknolojik aletler olmayan bir odaya kapat

Pürdikkat çalışmayla zor şeyleri hızlıca öğrenirsiniz.

“maksatlı çalışma”

Zamanı bloklara ayırıp yoğun dikkat verdiğimizde ortaya kaliteli iş çıkar. Blok çalışma+ muazzam odaklanma

Yarım kalan işler dikkat tortusu oluşturarak yeni başladığımız işin verimini azaltır.

Elinden gelenin en iyisini ancak pürdikkat çalışarak ortaya koyabilirsin.

Daima ulaşılabilir durumunda olmanın yaptığın işe bir hayrı var mı?

Aciliyeti olan işleri akıllıca düzenle.

Yaşanabilecek en iyi ve kaliteli hayat, odaklanmış bir hayattır. Bu, dolu dolu yaşanan hayattır.

1-Derinleşin

Pürdikkat çalışma saatlerini takvimine oturt. Çalışma öncesi rutinler belirle.

Tam zamanlı bir işte çalışırken bir yandan doktora tezini yazan, bir de çocuk büyüten BC için pürdikkat çalışma çok kıymetli. Zira hayatını yetiştirebilmesinin tek yolu bu.

İlham perisini unut, onu bekleme. Odaklan, çalış

Pürdikkat çalışma sürecini yapılandır.

Dikkat dağınıklığı derinleşmenin düşmanıdır.

Skor cetveli tutun. Skor tutulduğunda insanlar oyunu daha farklı oynarlar.

Yoğun konsantrasyon becerisi ancak düzenli egzersizle elde edilir.

Çalışıyorsanız, sıkı çalışın. Bittiyse de bitti deyin.

Günün geri kalanını anlamlı kılacak faaliyet hangisi?

Amaç, her ne pahasına olursa olsun programı takip etmek değil, akıp giden vakti nasıl kullandığınızı görebilmenize imkan tanıyan bir çizelgeye sahip olmak.
 
Dijital Yaşamla Başa Çıkma Sanatı
Haberler çok sinsidir. Ama ben bunu ancak çok sonra, haber okuyarak on binlerce saat geçirdikten sonra şu iki soruyu sorduğumda fark ettim: Dünyayı şimdi daha mı iyi anlıyorsun? Diğeri de: Daha iyi kararlar mı alıyorsun? İkisinin de cevabı: hayır.

İlk otuz günü, belki de bu kitabı okumadan önce başladığınız için arkanızda bıraktıysanız tebrikler. Böylece günde doksan dakika kazanmış oldunuz. Bu da haftada bir iş günü eder. Aşağı yukarı bir hesapla bile yılda bir aydan fazlası eder. Artık yıl nihayet yeniden on iki ay, on bir değil. Kazandığınız zamanla ne yapacaksınız?

Gerçekten önemli olan ve yeterlilik çemberinize temas eden içeriklerle uğraşın. Şimdilik şu kadarı kafi: Yeterlilik çemberi sizin bir konuda ortalamanın çok üstünde olduğunuz (ya da olmak üzere olduğunuz) alandır, kısacası uzmanlık alanınızdır

Bill Gates Microsoft'un kuruluşundan beri yılda iki haftayı sadece düşünmeye ayırıyor: think week dediği şeye. Koca bir valizi kitaplarla ve bir yığın not defteriyle doldurup ıssız bir adaya kaçıyor. Siz de öyle yapın. Sonuçta artık fazladan iki haftanız var - hatta daha fazlası. Haber perhiziyle yılda dört hafta kazandınız.

Dürüst olun: Hayatınız, aileniz, kariyeriniz, sağlığınız ya da işiniz konusunda daha iyi bir karar almanıza vesile olan bir tane haber söyleyin. O haberi görmüş olmasanız alamayacağınız bir karar

Kısacası iki seçeneğiniz var: Ya on parmağında tek marifet olan biri olacaksınız ya da kaybeden olacaksınız.

Haberler çok pahalıya patlar çünkü zaman kaybıdır – üç bakımdan: Birincisi haber tüketimiyle yok olan zamandır; yani haberleri okuyarak, dinleyerek, televizyonda izleyerek, dizüstü bilgisayardan ya da akıllı telefondan takip ederek harcadığınız zaman. İkincisi yeniden odaklanmak için ihtiyaç duyduğunuz zamandır; buna yer değiştirme masrafı denir, yani haberler sizin dikkatinizi dağıtmadan önce yaptığınız işe geri dönmek için harcadığınız zaman. Üçüncüsü de haber tüketimi, sonrasında bile uzun süre dikkat dağınıklığına sebep olur. Haberlerde kullanılan hikayeler ve görüntüler saatler sonra bile kafanızın içinde dönüp durmaya, düşünce akışınızı sekteye uğratmaya devam eder.

Sizce de çok değil mi? Bir haftada tam bir iş günü kaybediyorsunuz. Üstünkörü bir hesapla bile yılda bir ay eder. Aynen öyle, tam bir ay! Benim için yıl hala on iki ay ama sizinki (şayet haber tüketiyorsanız) sadece on bir ay. Kendinize neden böyle bir kötülük yapasınız? Dahası kaybettiğiniz zamanın karşılığında somut bir kazanç gösterebilir misiniz? Dünyayı daha mı iyi anlıyorsunuz? Yeterlilik çemberinizde ilerleme mi kaydediyorsunuz?

Mevzu para olduğunda hepimizin cimri olduğunu söyler büyük filozof. Ama mevzu zamanımız olduğunda son derece müsrifizdir oysa gerçekten cimri olmamızı gerektiren tek varlığımız zamandır.

Her yıl tam bir ay kazanmak istiyorsanız -aileniz, hobileriniz, kariyeriniz için- haberlerden vazgeçin. Hiçbir şey size bundan daha fazla zaman kazandıramaz.

Mesela, üşenmeyip spor salonuna gitmek yerine haber sitelerinde gezinir. Bu, tam bir kısır döngüdür: Haber tüketimi kronik strese sebep olur, stres iradeyi azaltır. İrade eksikliği çeken insanlar internette daha uzun süre vakit geçirir, bu da daha fazla strese yol açıp iradeyi biraz daha zayıflatır. Sonuç çok açıktır: Haber tüketimi yaşam kalitesini azaltır. Daha stresli bir hayat yaşarsınız; daha öfkeli, hastalıklara daha meyilli olur, erken ölürsünüz. Bilhassa trajik olan haber budur ama en azından dikkatinizi çekmeyi hak eden bir haberdir de.

Haberler bizi yıpratır; bizi hüzne, umutsuzluğa ve karamsarlığa sürükler. Tabii ki bir şeylere yardım etmek isteriz. Tabii ki bir işin ucundan tutmak ve dünyayı birazcık olsun düzeltmek isteriz. Ama maalesef öyle olmuyor. Nihayetinde geçindirmemiz gereken bir ailemiz var. Zamanımız zaten kısıtlı!
 
KİBAR OLMA-GERÇEK OL

Bu kitap kendimizi yüzüstü bırakmaya başladığımızı fark ettiğimizi fark etmek ve yeniden hayata dönmek için pratik araçlar sunuyor.

Çatışma korkusu nedeniyle ‘kibar insan’ olmaya devam ettiğin sürece ne kadar özel olduğunu fark edemeyeceksin.

Bir çiçek, açmasını sağlayan ısı ve ışık için güneşe nasıl teşekkür edebilir ki?

Uslu bir çocuk muydunuz? Eh, o zaman uslu çocuk olmanın getirdiği ödüllerin tadını çıkarmış olmalısınız. Bu ödüller arasında genellikle depresyon, zaman zaman taşkınlık, kariyer konusunda kafa karışıklığı veya işinde anlam bulamama hali, belli belirsiz anksiyete, kendi ihtiyaçlarına dair düşük farkındalık, tek düze ilişkiler, içten içe kendinden nefret etme ve çeşit çeşit psikosomatik hastalıklar oluyor.

İnsanları memnun etmenin köleleştiren cazibesine kapıldım.

Kibar insan, sırf onunla konuştuğunuz için bile sizi içerliyor olabilir çünkü o sırada tuvalete gitmesi gerekiyordur. Ama bunu söylemek yerine, bacaklarını sıkıp öylece durur ve sizi dinliyormuş gibi başını sallayıp gülümser.

Kibar insan genellikle öfkesini içinde tutar, ta ki güvenli bir yer bulup oraya boca edinceye kadar.

Öfkeyi bastırma konusunda başarılı olan kibar insan ise çoğu zaman arterit, ülser, sırt ağrıları ve kalp sorunları gibi psikosomatik hastalıklara yakalanır.

Başkalarının ihtiyaçlarına gerçek anlamda saygı, kabul ve empati gösteren biri ile, kendini değil de başkalarının ihtiyaçlarına saygı göstermek üzere yetiştirilmiş kibar biri arasında dağlar kadar fark var.

Ağır suç işleyenlerin neredeyse tamamının çocukken çok ceza aldıkları gösterilmiştir.

Korkunun olduğu yerde saygı olmaz.

Sevginin karşıtı nefret değil, korkudur.

Zır-kibar, kendisine zarar verecek kadar iyi olanlardır.

İyiliğin yüksek lisans derecesini yapmayın!

Kibar ölülere dönüşmeyin!

Kendini feda etmek için; başkalarını istediğinizden daha uzun süre dinleyin.

Bu kadar alçakgönüllü olma, o kadar da harika değilsin.

Kendini terk etmek de şiddettir.

Kibarlığımız, başkasının bize baskı yapmasına ve ihtiyaçlarımızı karşılamamızı engellemesine neden olduğunda ya kendimize ya karşımızdakine ya da her ikisine birden kızıyoruz.

İnsanlarla geçinememe korkusu, zır-kibar olmanın ardındaki en önemli itici güç.

Ben kendime kızgın olacağıma, siz bana kızgın olun daha iyi!

Bir topluluk içinde ihtiyaçlarımızı güçlü ama şiddetsiz bir şekilde ortaya koymanın ve müzakere etmenin yolları bize ala öğretilmediği için, çoğumuz ya kırgın, ya bastırılmış koyunlar ya da başkalarına karşı sorumsuzca davranan gözü dönmüş boğalar oluyoruz.

Toplulukları parçalayan dedikoduların kaynağı, genellikle anlaşmazlıklardan korkan kibar insanlardır.

Onaylanmanın bir yolu, kendi ihtiyaçlarımızı bastırmak ya da saklamaktır.

“Gerçek mi yoksa hınç dolu mu olmak istiyorsun? İhtiyacların konusunda dürüst olmak mı istiyorsun, yoksa ihtiyaçlarını görmezden gelip sonunda ortaya çıkacak öfkeyi kendinden ve başkalarından çıkarmayı mı tercih edersin?”

Bu yaklaşımın hangi ihtiyaçlarını karşılıyor?

Birisi bize hediye paketi verdiğinde onu açıp içindeki gömleği çıkarmak ve giymek, hediyeyi verene sunabileceğimiz harika bir armağandır.

Görev bilinciyle bir şey vermiş kişiye takdir sunarsak, gönülden değil “göreVden” veren bu kişideki öfke ve kırgınlık duyguları tetiklenir ve “Eh! Geç bile kaldın!” ya da “Hepsi bu mu?Edip edeceğin teşekkür bu kadar mı?” gibi sözler söylenir.

İçinde yaşadığımız kibar kültürde insanların “hayır” demek isteyip “evet” demelerinden korkuyor olabiliriz. Bu insanlar isteğimize uyarlar ama içlerinde bize karşı kırgınlık beslerler ve günün birinde bunu ödetirler.

Bir insanın etrafındaki en küçük canlıya nasıl davrandığına bakarak kişiliğini anlayabilirsin.

Kültürümüzün bize, karşımızdaki kişi istediğimizi vermeyince onda sorun olduğunu düşünmeyi öğretmesi ne üzücü.

Ne hissettiğimi fark edebilirsem, neye ihtiyacım olduğunu bilebilirim ve işte o zaman ihtiyacımın karşılanması için bir şansım olabilir.

“Biliyorsun bu ses tonu bende büyük korku uyandırıyor, bu yüzden böylece yatıp tavana bakmaya devam etmek istiyorum.

Hareketlerimizin sorumluluğu alıp onlardan ders çıkarmak yerine, başkasını suçlamayı hemen öğreniveriririz. Ve böylece korku ortamı kartopu gibi yuvarlanarak büyür.

Başka kültürlerde hata yapmak ya da bir konuda “haksız olmak”, bağışlayıcılık yoluyla ilişkileri güçlendirmek ve daha çok şey öğrenmek için bir fırsat olarak görülüyor. Haklı olmak mı, yoksa anlamlı ilişkiler kurmak mı istiyoruz?

Fünye olabilirim ama asla dinamit olamam. Bir başkasının acısını tetikleyebilirim ama asıl neden onun karşılanmamış ihtiyaçlarıdır.

Önce kendi gözündeki tozu temizle, böylece aynısını yapmaları için başkalarına yardım ederken etrafı net görebilirsin.

KAB! (kişisel almayı bırakın)

Başkalarını dinlerken, acılarının benim davranışımdan değil, kendilerinin karşılanmamış ihtiyaçlarından kaynaklandığının farkında olarak dinlemek istiyorum.

“Şu an yardıma ihtiyacın olduğu için mi kendini bunalmış hissediyorsun?”

Haklı olma çabanızın, aslında haksız olduğunuzu düşünüp utanç duymaktan kendinizi korumaya yönelik bir çaba olduğunu fark etmemeye özen gösterin.

Suçlamak, beni kör ederek bütün duygusal sıkıntılarımın gerçek nedenlerini anlamama engelleyen bir tuzak.

Sıkıntımın gerçek nedeninin farkında olmamam beni aynı zamanda bu konuda bir şey yapma konusunda da güçsüz bırakır.

Suçlamanın böylesine yaygın olmasının nedeni işe yarıyor gibi görünmesi.

Karşımdaki kişinin, benim tepkimi belirleme gücüne sahip olduğunu düşünmeyi asla istemem. Bunu düşünüp, dolayısıyla buna izin vermediğim sürece böyle güçleri yoktur.

Suç işleyenlerin hepsi, kendilerini başlangıçta kurban olarak görürler. Bir şeylerin kurbanı olma duygusu, suçun öncüsüdür.

Biri bize kızdığında, neyi yanlış yaptığımızı düşünmek yerine, karşımızdakinin ihtiyaçlarının neler olabileceğine odaklanalım.

Başkaları kendilerine nasıl davranılmasını istiyorsa, onlara öyle davranın.

Bastırma= Buzdolabı, Engelleme=Derin dondurucu, İsyan=Boyun eğme korkusu

Sevgi, sevdiğiniz susuzken ona seni seviyorum demek değil, ona içecek bir şey vermektir.

Bahçede hiçbir zaman yabani otların filizlenmeyeceğine söz vermek imkansızdır ama bunlarla nasıl başa çıkacağımız konusuna odaklanabiliriz.

Yok sayma ve eleştilirme olarak yorumladığın davranışımı bana söylersen, ben de o sırada içimde neler olduğunu sana söyleyebilirim.

‘Neden’ soruları acı içindeki kişiyi, özellikle keşfetmeye ihtiyacı olandan farklı yola yönlendirdiğinde iyileşme sürecinden de saptırır.

‘Hak ediyorum’ diye düşünmek, öfkeyi tetikleyebilir. Neden? Çünkü bir şeyi hak ediyorsanız ona sahip olmalısınız, öyle değil mi? ‘Bunu hak etmiyorum’ inancı depresyona ve ‘zavallı ben’ çaresizliğine sürükler.

Hangisi daha önemlidir? Çocuğun bisiklet sürmeyi hemen öğrenmesi mi? Yoksa baba ile çocuğun zengin, sevgi dolu bir bağı koruyup geliştirmesi mi?

Kendimizi sefil etmek için en güçlü ve dahice tekniklerden biri olarak, kendimizi başkalarıyla kıyaslamayı öneriyor.

Düşünce hala kafamızın içindeyse, bir ‘Tanrı Kumbarası’ alalım. Aklımıza tekrar o düşünce geldiğinde ‘Olmaz, ben o düşünceyi Tanrı Kumbarası’na attım, bundan sonra Tanrı ilgilenecek onunla’ diyelim.

Her korkunç eylemin altında her zaman insani bir ihtiyaç vardır.

Bazen işlerin düzelmesi için, daha da kötüleşmesi gerekir. Bazen, insanların birbirlerine kötü davranmalarına neden olan öfkeyi ya da nefreti ortaya çıkarmak için anlaşmazlık yaratmak önemlidir.

Dinimde tek bir günah var: telaş etmek

Aslında çakal diye bir şey yoktur, dil sorunu olan zürafalar vardır.

Özellikle de uzun süredir mutsuz bir haldeyseniz, herhangi bir eylem, eylemsizlikten daha iyidir. Yaptığınız eylem yanlışsa, en azından yeni bir şey öğrenmiş olursunuz ve bu da artık yanlış sayılmaz. Ama tıkanıp kalırsanız hiçbir şey öğrenemezsiniz.

“Ruh hastalığı” denen hastalıklardan çoğunun kökeninde, en büyük psikolojik ihtiyacımızın karşılanmadığı bir ruh halinin olduğunu iddia ediyorum: anlaşılmak.

Sana “hayır” diyemiyorsam, gerçek anlamda “evet” de diyemiyorum demektir. Sadece sürükleniyorumdur.

Tüketim açlığı da tuzlu su gibi bir şey: Ne kadar içersek o kadar susuyoruz. Ne kadar çok tv seyredersek kendimizi o kadar boş hissediyor ve böylece daha da çok tv seyrediyoruz.

Her zaman savaştığınız şeye dönüşürsünüz. Canavarlarla savaşanlar, bu süreçte canavara dönüşmemeye dikkat etmeli.

İnsanların yalan söylemek ve korkmak için hiçbir nedenlerinin olmadığı yaşam alanları oluşturalım.
 
ATOMİK ALIŞKANLIKLAR

Hedefi öne koyan zihniyetin sorunu, mutluluğu sürekli bir sonraki kilometre taşına kadar erteliyor olmanızdır. Ben bu tuzağa sayısını hatırlayamadığım kadar çok düştüm. Mutluluk yıllarca gelecekteki halimin keyfini süreceği bir şey oldu.

Alışkanlıklar kendini geliştirmenin bileşik faizidir. Her gün yüzde 1 oranında iyileşmek uzun vadede çok büyük anlam ifade edecektir.

Ancak asıl soru şu: “Dönüşmek istediğiniz insana mı dönüşüyorsunuz?” İlk adım ne ya da nasıl değil, kim. Kim olmak istediğinizi bilmelisiniz. Aksi takdirde değişim arayışınız dümensiz bir tekneye benzer. Bu nedenle işe buradan başlıyoruz.

“Bu davranış, olmak istediğim insan olmama yardım ediyor mu? Bu alışkanlık, arzuladığım kimliğin lehine mi, yoksa aleyhine mi oy kullanıyor?”

Abur cubur alışkanlığınıza son vermek istemenize rağmen kendinizi bir kurabiye daha alırken yakalarsanız yüksek sesle, “Bu kurabiyeyi yemek üzereyim ama ona ihtiyacım yok. Onu yemek bana kilo aldıracak ve sağlığıma zarar verecek,” deyin.

Üretken olmak istiyorsunuz ama aynı zamanda telefonunuzu her açtığınızda sosyal medyada dolaşmaya, e-postalarınıza bakmaya ve video oyunları oynamaya şartlanmışsınız. Bu, işaretlerin birbirine karışması halidir.

Yeni ortamlarda yeni alışkanlıklar inşa etmek daha kolaydır çünkü eski işaretlerle savaşmanız gerekmez.

Herhangi bir işi bitiremiyor gibiyseniz telefonunuzu birkaç saatliğine başka bir odada bırakın.

Çok fazla video oyunu oynuyorsanız her kullanımdan sonra oyun konsolunun fişini çekip konsolu bir dolaba kaldırın.

Davranış Değişikliği Yasasının tersine çevrilmiş halidir. Görünür kılmak yerine görünmez kılabilirsiniz. Bu tür basit değişikliklerin ne kadar etkili olabildiğini görmek beni genellikle çok şaşırtıyor. Tek bir işareti ortadan kaldırdığınızda alışkanlığın tamamı silinip gidebiliyor.

Kötü bir alışkanlığı ortadan kaldırmanın en pratik yollarından biri, ona neden olan işarete maruz kalma olasılığınızı azaltmaktır.

Cazip unsurları bir araya toplama yöntemi, Premack İlkesi olarak bilinen bir psikoloji kuramını uygulamanın yollarından biridir. Adını Profesör David Premack’ten alan bu ilke, “daha olası davranışların daha düşük olasılıktaki davranışları pekiştireceğini” savunur. Başka bir deyişle, iş e-postalarınızı elden geçirmeyi gerçekten istemesiniz bile, gerçekten yapmak istediğiniz bir şeyi yapabilmeniz anlamına geldiğinde yapmaya şartlanırsınız.

Haberleri okumak istiyorsanız ama daha fazla şükretme gereği duyuyorsanız: 1. Sabah kahvemi içtikten sonra dün olan ve olduğu için şükrettiğim bir şeyi dile getireceğim (gereklilik). 2. Şükrettiğim bir şeyi dile getirdikten sonra haberleri okuyacağım (istek).

Davranış Değişikliği Yasası, cazip kılmaktır, m Bir fırsat ne kadar cazipse alışkanlık oluşturucu bir hal alması o kadar yüksek ihtimaldir.

Başkalarıyla bağ kurmak = Facebook’ta dolaşmak

Kısa sürede hızlı hızlı atıştırdığınızda, bir sigara yaktığınızda ya da sosyal medyada dolaştığınızda aslında istediğiniz şey patates cipsi, sigara ya da bir sürü beğeni değildir. Aslında istediğiniz, farklı hissetmektir.

Bir eylemi her tekrarlayışınızda o alışkanlıkla ilişkili bir nöral devreyi harekete geçirirsiniz. Başka bir deyişle, sadece tekrar etmek, yeni bir alışkanlığı kodlamak için atabileceğiniz en kritik adımlardan biridir.

Bir alışkanlığı gerçekleştirme süreniz onu kaç kez gerçekleştirdiğiniz kadar önemli değildir.

Bir şeyi gerçekten isterseniz yaparsınız. Ancak işin aslı şudur ki gerçek motivasyonumuz tembellik etmek ve ulaşılması kolay olanı yapmaktır. Son zamanların verimlilik konulu çoksatanlarının anlattıklarının aksine bu aptalca değil, akıllıca bir stratejidir.

Alışkanlıkları içinizden gelmediğinde bile yapabileceğiniz kadar kolaylaştırmak bu yüzden hayati önem taşır. İyi alışkanlıklarınızı daha basit kılarsanız onlara uyma ihtimaliniz de bir o kadar artar.

Peki ya bunun tam tersini yapar gibi göründüğümüz bütün o zamanlar? Hepimiz o kadar tembelsek çocuk yetiştirmek, iş kurmak ya da Everest Dağına tırmanmak gibi zor şeyleri başaran insanları nasıl açıklarsınız? Elbette çok zor şeyleri de yapmaya muktedirsiniz. Sorun şu ki bazı günler içinizden zor şeyleri yapmak gelirken bazı günler sadece pes etmek gelir. Zorlu günlerde hayatın doğal olarak önünüze çıkardığı zorlukları aşabilmeniz için, lehinize işleyen şeylerin sayısını artırmanız hayati önem taşır. Ne kadar az ihtilafla karşılaşırsanız güçlü yanınızın ortaya çıkması o kadar kolaylaşır. “Kolaylaştırın”, “sadece kolay şeyler yapın” anlamına gelmez. Buradaki ana fikir, uzun vadede sonuç getirecek şeyleri yapmayı şu anda olabildiğince kolaylaştırmaktır.

Zor bir alışkanlığa bağlı kalmak için motivasyonunuzu pompalamaya çalışmak, bükülü bir hortuma daha fazla su gitmesini sağlamaya benzer. Bunu yapabilirsiniz ama çok çaba gerektirir ve hayatınızın gerilimini artırır. Öte yandan alışkanlıklarınızı kolaylaştırmak ve basitleştirmek, hortumun kıvrımını düzeltmek gibidir. Hayatınızdaki pürüzü aşmaya çalışmak yerine, azaltmak demektir

Bizler de zamanımızı ve enerjimizi emen pürüz ve zahmet noktalarını ortadan kaldırdığımızda daha az çabayla daha fazlasını elde edebiliriz. (Dağınıklığı toplamanın bize iyi gelme nedenlerinden biri budur; aynı anda hem ilerleriz hem de ortamımızın üstümüzdeki bilişsel yükünü hafifletiriz.)

Mesela kendinizi çok fazla televizyon seyrederken buluyorsanız her kullanımdan sonra televizyonun bütün fişlerini çekin. Fişleri ancak izlemek istediğiniz programın adını yüksek sesle söyleyebiliyorsanız tekrar takın. Bu düzen manasızca televizyon izlemeyi önleyecek kadar zahmet yaratacaktır.

Bu da çözüm olmazsa işi bir adım ileri götürebilirsiniz. Her kullanımdan sonra televizyonun fişini çekin ve kumandanın pillerini çıkarın ki televizyonu tekrar açabilmeniz fazladan on saniye sürsün. Ve daha az televizyon izlemeyi gerçekten kafaya koyduysanız televizyonu her kullanımdan sonra oturma odasından çıkarıp bir dolaba da kaldırabilirsiniz. Onu oradan ancak gerçekten bir şey izlemek istediğinizde çıkaracağınızdan emin olabilirsiniz. Zahmet ne kadar büyükse alışkanlığı tekrarlama ihtimali de o kadar azalacaktır.

Mümkün olan her fırsatta telefonumu öğle yemeğine kadar farklı bir odada bırakırım. Yanımda olduğu zamanlarda ise hiç gerek yokken bütün sabah telefona bakıp dururum. Ama başka bir odada olduğu zaman aklıma bile gelmez. Ve zahmet büyük olduğu için, ortada bir neden olmadığı sürece telefonumu almaya gitmem. Sonuç olarak her sabah kesintisiz çalışabileceğim üç dört saat elde etmiş olurum.

Her gün çok büyük bir etki yaratan bir sürü an yaşanır. Ben bu küçük tercihlere karar arıları diyorum. Dışarıdan yemek söylemek ile yemek pişirmek arasında karar verdiğiniz an. Arabayla gitmek ile bisiklete binmek arasında karar verdiğiniz an. Ödevinize başlamak ile oyun konsolunun kumandasını elinize almak arasında karar verdiğiniz an. Bu seçimler birer yol ayrımıdır.

Bu eğilime karşı koymanın bildiğim en etkili yolu, “Yeni bir alışkanlığa başlarken, o alışkanlığın süresi iki dakikayı geçmemelidir,” şeklindeki İki Dakika Kuralıdır.

En iyi yol her zaman iyi giderken durmaktır.

Alışkanlıklar birkaç saniye içinde tamamlanabilir ama sonraki dakikalar ya da saatler boyunca davranışınızı etkilemeye devam ederler.

Hugo erteleme alışkanlığını yenmek için tuhaf bir plan kurdu. Bütün giysilerini topladı ve bir yardımcısından onları büyük bir sandığa kilitlemesini istedi. Geniş bir şaldan başka giyecek hiçbir şeyi kalmamıştı. Dışarı çıkmak için uygun kıyafeti olmadığı için çalışma odasından çıkamadı ve 1830 yılının sonbahar ve kışında çılgınlar gibi yazdı. Nötre Dame’ın Kamburu 14 Ocak 1831’de, planlanandan iki hafta erken yayımlandı.

Bağlılık aracı yaratmanın pek çok yolu vardır. Yiyecekleri büyük miktarlarda almak yerine tekli paketlerde satın alarak aşırı yemeyi azaltabilirsiniz.

Kendilerini kaptırıp abur cubur almamak için cüzdanlarını evde bırakan kişilerden ol!

Mesela ben ne zaman kalori kısıtlamaya niyetlensem garsondan yemeğimi ikiye bölmesini ve servis edilmeden önce yarısını paketlemesini rica ederim. Yemek gelene ve kendime, “Sadece yarısını yiyeceğim,” diyene kadar beklersem bu yöntem asla işe yaramaz.

Kilit nokta, görevi iyi alışkanlıktan çıkmanın, iyi alışkanlığa başlamaktan daha fazla çaba gerektireceği şekilde değiştirmektir. Forma girmek için motive olduğunuzu hissediyorsanız bir yoga seansı planlayın ve ücreti peşin ödeyin. Kurmak istediğiniz bir iş için heyecanlıysanız saygı duyduğunuz bir girişimciye e-posta gönderip bir danışmanlık görüşmesi ayarlayın. Eyleme geçme zamanı geldiğinde caymanın tek yolu toplantıyı iptal etmek olacaktır ve bu da çaba gerektirdiği gibi paraya da mal olabilir.

Ne zaman boş vaktim olsa kendimi sosyal medyaya meylederken bulurum. Saniyenin onda biri kadar bir süre bile sıkılacak olsam hemen telefonuma uzanırım. Bu küçük dikkat dağılmalarını “sadece bir mola vermek” olarak geçiştirmek kolaydır ancak zamanla çok ciddi bir meseleye dönüşebilirler. “Sadece bir dakika daha’nın cazibesi beni sonuç içeren herhangi bir şey yapmaktan alıkoyabilir.

Bu kitabı yazdığım sene boyunca yeni bir zaman yönetimi stratejisi denedim. Her pazartesi günü asistanım sosyal medya hesaplarımın şifrelerini değiştirerek bütün aygıtlarda hesaplarımdan çıkış yapmamı sağladı. Hafta boyunca dikkatim hiç dağılmadan çalıştım. Cuma günleri yeni şifreleri bana gönderiyordu. Pazartesi sabahı asistanım bunu tekrar yapana kadar, hafta sonu boyunca sosyal medyanın tadını çıkarabiliyordum.

Deneyim tatmin edici olduğunda bir davranışı tekrarlama olasılığımız artar. Bu tamamen mantıklıdır. Haz duyguları -ellerinizi hoş kokan ve iyi köpüren bir sabunla yıkamak gibi önemsiz olanlar bile- beyne, “Bu iyi geldi. Bir dahaki sefere bunu yine yap,” diyen sinyallerdir. Haz, beyninize o davranışın hatırlanmaya ve tekrarlanmaya değer olduğunu öğretir.

Davranış değişikliğinin ilk üç yasası -görünür kılın, cazip kılın ve kolaylaştırın-bir davranışın bu kez gerçekleşme ihtimalini artırır. Dördüncü yasa -tatmin edici kılın- ise bir davranışın gelecek sefer tekrarlanması ihtimalini artırır. Davranış döngüsünü tamamlar.

Liste, “Zaman kaybetme. Her zaman işe yarar bir şeyle meşgul ol,” ya da “Boş sohbetlerden uzak dur,” gibi hedefler içeriyordu. Ve her günün sonunda Franklin küçük defterini açıp ilerlemesini kaydediyordu.

Alışkanlık takibi gözünüzü toptan ayırmamanıza da yardım eder. Sonuçtan çok sürece odaklanırsınız. Karın kası yapmayı takıntıya dönüştürmek yerine akışı canlı tutmaya ve egzersizlerini atlamayan bir insana dönüşmeye çalışırsınız.

Bu ne zaman başıma gelse kendime basit bir kuralı hatırlatmaya çalışırım: Asla iki kez atlama

Sizi mahveden hiçbir zaman ilk hata değildir, onu takip eden tekrarlı hatalar sarmalıdır. Bir şeyi bir kez kaçırmak kazadır. İki kez kaçırmak ise yeni bir alışkanlığın başlangıcıdır.

Birinin sizi izlediğini bilmek güçlü bir motivasyon aracı olabilir. Bunun hızlı bir bedeli olacağı için erteleme ya da pes etme olasılığınız düşer

Scott Adams, “Herkesin biraz çabayla en iyi yüzde 25’in arasına girebileceği en az birkaç alan vardır,” diyor.

“En iyi sporcular ile diğer insanlar arasındaki fark nedir?” diye sordum. “Gerçekten başarılı olan insanlar neyi farklı yapıyor?” Tahmin edebileceğiniz faktörlerden bahsetti: genetik, şans, yetenek. Ama sonra hiç beklemediğim bir şey söyledi: “Bir noktada iş her gün antrenman yapmanın, aynı kaldırışları defalarca tekrarlamanın sıkıcılığıyla kimin baş edebildiğine dayanıyor.”

Tamamlama isteğimin gelmediği çok egzersiz seti oldu ama o setleri tamamladığıma hiç pişman olmadım. Yazma isteği duymadığım birçok makale oldu ama onları da programa uygun şekilde yayınlamaktan hiç pişman olmadım. Yan gelip yatmak istediğim pek çok gün oldu ama harekete geçip benim için önemli olan bir şey üzerinde çalıştığıma hiç pişman olmadım.

Sıkıntıya âşık olmaya mecbursunuz.

Eylemleriniz bir şeyi ne kadar istediğinizi gösterir. Bir şeyin öncelik olduğunu söylüyor ama asla eyleme geçmiyorsanız onu gerçekten istemiyorsunuzdur. Kendinizle dürüst bir konuşma yapmanın zamanı gelmiş demektir. Eylemleriniz gerçek motivasyonlarınızı açığa çıkarır.

Minik bir ilerlemenin zaman içinde yaratabileceği fark şaşırtıcıdır. Hesap şöyle: 1 yıl boyunca her gün yüzde l’lik bir iyileşme kaydetseniz, yıl sonu geldiğinde 37 kat daha iyi olursunuz. Tam tersi şekilde, 1 yıl boyunca her gün yüzde 1 daha kötüye gitseniz, neredeyse 0 a kadar inersiniz. Küçük bir kazanç ya da önemsiz bir engel olarak başlayan şey, sonunda birikerek çok daha fazlasına dönüşür.

Bir yıl boyunca her gün %1 daha kötü. 0,9936S = 00,03 Bir yıl boyunca her gün %1 daha iyi 1,01365 =37,78

2001’de Büyük Britanya’daki araştırmacılar iki hafta içinde daha iyi egzersiz alışkanlıkları inşa etmek için 248 insanla çalışmaya başladı. Denekler üç gruba ayrıldı.îlk grup kontrol grubuydu. Onlardan sadece hangi sıklıkta egzersiz yaptıklarını takip etmeleri istendi.İkinci grup “motivasyon” grubuydu. Onlardan egzersiz sıklıklarını takip etmelerinin yanı sıra egzersizin faydaları hakkında materyaller okumaları istendi.Araştırmacılar gruba egzersizin koroner kalp hastalıkları riskini nasıl azalttığını ve koroner kalp sağlığını nasıl iyileştirdiğini de anlattılar.Bir de üçüncü grup vardı. Bu denekler ikinci grupla aynı sunumu aldılar.Böylece motivasyon düzeyleri eşitlenecekti. Ancak onlardan ek olarak bir sonraki hafta boyunca ne zaman ve nerede egzersiz yapacaklarıyla ilgili bir plan oluşturmaları istendi. Daha spesifik olmak gerekirse, üçüncü grubun her üyesi aşağıdaki cümleyi tamamlayacaktı: “Önümüzdeki hafta [ŞU GÜN], [ŞU SAATTE], [ŞURADA] 20 dakikalık yoğun bir egzersiz yapacağım.”Birinci ve ikinci gruplarda insanların yüzde 35 ila yüzde 38’i haftada en az bir kez egzersiz yaptı. (İşin ilginç yanı, ikinci gruba verilen motivasyon amaçlı sunumun davranış üzerinde anlamlı bir etki yaratmamış gibi görünmesiydi.) Öte yandan üçüncü grubun yüzde 91’i -normal oranın iki katından fazlası-haftada en az bir kez egzersiz yaptı.

Florida Üniversitesinde profesör olan Jerry Uelsmann ilk ders gününde filmfotoğrafçılığı öğrencilerini iki gruba ayırdı. Sınıfın sol tarafındaki herkesin“nicelik” grubu olacağını anlattı. Sadece ürettikleri çalışmaların sayısına görenot alacaklardı. Son ders gününde her öğrenci tarafından teslim edilmiş fotoğrafların hesabını çıkaracaktı. Yüz fotoğraf A, doksan fotoğraf B, seksen fotoğraf C vs. alacaktı. Bu sırada sınıfın sağ tarafındaki herkes “nitelik” grubunda olacaktı. Sadece çalışmalarının kalitesine göre not alacaklardı. Dönem boyunca tek bir fotoğraf ortaya koyacaklardı ama A almaları için neredeyse kusursuz bir imge gerekiyordu. Dönem sonunda Uelsmann şaşırarak en iyi fotoğrafların nicelik grubundakiler tarafından ortaya konduğunu gördü. Bu öğrenciler, dönemi fotoğraf çekerek, kompozisyon ve ışıkla deneyler yaparak, karanlık odada çeşitli yöntemleri deneyerek ve/hatalarından ders alarak geçirdiler. Yüzlerce fotoğraf yaratma sürecindebecerilerini bilediler. Bu sırada nitelik grubu kusursuzluk konusunda spekülasyon yapmakla meşguldü. Sonunda ellerinde çabalarını gösterebilmeleri açısından sadece doğrulanmamış kuramlar ve bir adet vasat fotoğraf dışında bir şey yoktu/ Değişim için optimal planı -kilo vermenin en hızlı yolunu, kas yapmak için en iyi programı, bir yan uğraş için en iyi fikri-ararken batağa saplanmak kolaydır. En iyi yaklaşımı çözmeye o kadarodaklanırız ki bir türlü eyleme geçemeyiz. Voltaire’in dediği gibi, “En iyi, iyinin düşmanıdır.”

1.600’den fazla insan üstünde yapılan bir çalışma, günlük yiyecek tüketimlerinin kaydını tutan insanların tutmayanların iki katı kilo yerdiğini ortaya koydu. Sadece bir davranışı takip etme eylemi bile onu değiştirme arzusunu kıvılcımlandırabilir.
 
SINIRLAR

Yaşamlarımızdaki herhangi bir sorumluluk ve sahiplenme yanılgısı, bir sınırlar sorunudur. Tıpkı ev sahiplerinin arazilerinin çevresine fiziksel mülkiyet çizgileri çekmeleri gibi, bizim de yaşamımızda neyin bizim sorumluluğumuzda olduğunu ve neyin olmadığını ayırt etmemize yardımcı olacak zihinsel, fiziksel, duygusal ve ruhsal sınırlar belirlememiz gerekir.

“'Sınırlar' demekle neyi kastediyorsunuz?” diye sordu baba. “Şöyle düşünün. O sanki sizin, kendi bahçesini hiç sulamayan bir komşunuz gibi. Ancak, siz sulama fiskiyenizi ne zaman çalıştırsanız, su onun bahçesine ulaşıyor. Sizin çimleriniz sararıp ölürken, Bili kendi yeşil çimlerine bakarak kendi kendine, ‘Benim bahçem iyi gidiyor’ diye düşünüyor. İşte oğlunuzun yaşamı böyle. Ders çalışmıyor, plan yapmıyor, işi yok, yine de iyi bir yerde yaşıyor, çok parası var, kendi görevini yerine getiren bir aile bireyinin sahip olduğu tüm haklara sahip. “Eğer mülkiyet sınırlarını biraz daha iyi tanımlarsanız, eğer sulama sistemini sadece kendi bahçenizi sulayacak şekilde ayarlarsanız ve o da kendi bahçesini sulamazsa, toz-toprak içinde yaşamak zorunda kalacak. Bir zaman sonra bundan hoşnut olmayabilir. “Şimdiki durumda, sorumsuz ve mutlu, siz de sorumlu ve mutsuzsunuz. Sınırların biraz açığa kavuşturulması yeterli olacak sanırım. Ve onun sorunlarını, bir tahta perde yardımıyla sizin bahçeden uzak tutmalısınız; onun bahçesinde, ait oldukları yerde kalmalılar”. “Bu biraz insafsızca değil mi, böyle birden bire yardımı kesmek?” diye sordu baba. “Şimdiye kadar, ona yardımcı olmanın faydası oldu mu?” diye sordum.

Sınırlar, bizi tanımlar. Neyin ben olduğunu ve neyin ben olmadığını tanımlar. Sınır bana, benim nerede bittiğimi ve bir başkasının nerede başladığını gösterir, böylelikle beni bir mülkiyet duygusuna yönlendirir.

Kısacası sınırlar, duvarlar değildir. Her toplumda, her üyenin kendi alanı ve mülkü bulunur. Önemli olan, mülkiyet çizgilerinin geçişlere izin verecek kadar geçirimli ve tehlikeyi uzak tutacak kadar da güçlü olmasıdır.

Hayır, yüzleştirici bir sözcüktür. İnsanlara sevgiyle, “Hayır, bu davranış uygun değil. Ben bunda yer alamam” demeyi öğrenmek gerekir. H ayır kelimesi aynı zamanda, suiistimale karşı sınırlamalar belirlerken de önemlidir.

Aynı zamanda, düşüncelerimizi diğerlerine iletmekte olduğumuzdan da emin olmalıyız. Pek çok kişi, diğerlerinin onların zihnini okuyabildiğini ve ne istediklerini bilmeleri gerektiğini düşünür. Bu, sınır bozukluğuna yol açar. Kendi düşüncelerimiz vardır ve eğer diğerlerinin bunları bilmesini istersek, bunları onlara söylememiz gerekir.

Bir çocuğun hayır deme yetisini bloke etmek, o çocuğu ömür boyu özürlü birisi haline getirmektir.

Yumuşak başlılar örneğin, sırf onlarla “iyi geçinmek için”, arkadaşları ile aynı restoranları ve sinema filmlerini beğenmekteymiş gibi davranırlar. Diğerleri ile farklı olan yönlerini en aza indirerek, kayığı sallamamaya çalışırlar. Yumuşak başlılar, bukalemundur. Bir süre sonra onları ortamlarından ayırt etmek olanaksızlaşır.

Yumuşak başlı pek çok kişi, tehlikeli veya suiistimalci bir ilişki içinde olduklarını çok geç fark eder. Ruhsal ve duygusal “radar”ları bozulmuştur; yüreklerini koruyacak yeteneklerini kaybetmişlerdir.

Manevi yaşamın zenginliğinden kaynaklanan yumuşak başlılığın, bu tarz yumuşak başlılıktan ayırt edilmesi gere kir. Manevi yaşamı zengin insanlar içerden dışarıya doğru şefkatlidir, dıştan şefkatli ve içten öfkeli değildir. Yumuşak başlılar pek çok sorumluluk üstlenir ve pek az sınır belirler; seçimleri böyle olduğundan değil, korktukları için.

Denetleyiciler, diğerlerinin sınırlamalarına saygı göstermez, kendi yaşamlarının sorumluluğunu alma yerine, başkalarının yaşamlarını denetlemeye kalkarlar.

Denetleyiciler, disiplinsiz kişilerdir. Dürtü veya arzularına gem vurma yetenekleri azdır. “Yaşamdan istediklerini almış” gibi görünseler de, aslında açlıklarının tutsaklarıdırlar. Onlar için tatmini ertelemek zordur. Bu nedenle diğerlerinden hayır yanıtı almaktan nefret ederler. Kendi sınırlarını görmeleri için sürekli başkalarınınkileri dinlemeyi öğrenmeleri gerekir.

Tepkisizler, iki gruba ayrılır: 1. Diğerlerinin gereksinimlerine karşı eleştirel bir bakışı olanlar (kendi gereksinimlerimize karşı duyduğumuz nefretimizin, diğerleri üzerine düşürülmesi). Bu kişiler, kendi içlerinde eksik olmaktan nefret eder. Sonuç olarak, diğerlerinin gereksinimlerini görmezlikten gelirler. 2. Diğerlerini dışlayacak kadar kendi arzu ve gereksinimleri içine dalmış olanlar (narsizmin bir şekli). Bu kendi içine dalmayı, başkalarını sevebilmek için kendi gereksinimlerine öncelik vermesi duygusu ile karıştırmayınız: Tarih boyunca bilge kişiler, “Sadece kişisel çıkarlarınız için etrafa bakmayınız, diğerlerinin çıkarlarını da göz önünde tutunuz” görüşünü dile getirmişlerdir. Bu görüş bizim, kendimizi sağlıklı ve güçlü tutarak diğerlerine yardım edebilir halde olmamızı, bunu yaparken de bir kriz yaşamamamızı ifade eder.

Bizim de en temel gereksinimimiz bağlantıda olmaktır. İlişkide olmak demek kendi dışımızda, bağlanabileceğimiz, güvenebileceğimiz ve destek vermek üzere yaklaşabileceğimiz diğer insanların var olması demektir.

îyi ana babalar, yatağın üzerinde zıplayan küçük çocuklarıyla birlikte eğlenir. Yetersiz ana babalar ya çocuklarının zıplamasına izin vermeyerek onların hevesini kırar, ya da hiç sınır belirlemeyerek onların ana babalarının portakal suyunu ya da kahvesini devirmesine müsamaha gösterir.

Eğer bize hayır diyen kişileri sever ve onlara saygı gösterirsek, onlar da bizim hayırlarımızı sevecek ve onlara saygı göstereceklerdir. Bağımsızlık, bağımsızlık getirir. Eğer bilgelik yolunda yürüyorsak, insanlara kendi seçimlerini yapmada özgürlük veririz.

Diğerlerinin özgürlüğünü kabullendiğimizde, bize karşı sınırlar belirledikleri zaman onlara öfkelenmeyiz, kendimizi suçlu hissetmeyiz veya onlardan sevgimizi esirgemeyiz. Diğerlerinin özgürlüğünü kabullendiğimizde, kendi özgürlüğümüz hususunda kendimizi daha iyi hissederiz.

Sonunda yorgunluk, yerini depresyona bıraktığında İreni görmeye geldi. Meseleyi sorduğumda Stan, “fazla sevecen” olduğunu söyledi. “Nasıl ‘fazla sevecen’ olabilirsin?” diye sordum. “Hiç böyle şey duymadım”. “Çok kolay”, dedi Stan. “İnsanlara, yapmam gerekenin çok üstünde şeyler yapıyorum. Bu da beni epeyce depresyona sokuyor”. “Neler yaptığını pek bilemiyorum” dedim, “ancak bunun sevgi olmadığı kesin. Gerçek sevgi insanları kutsanmış bir duruma yönlendirir ve onlara mutluluk getirir. Sevgi mutluluk getirir, depresyona sürüklemez. Eğer sevmek seni depresyona götürüyorsa, bu muhtemelen sevgi değildir”.

Stan yaşamının erken bir döneminde, isteklerini yerine getirmediğinde annesinin, sevgisini ondan çektiğini öğrenmişti. Sonuç olarak, Stan de gönülsüzce vermeyi öğrenmişti. Vermesindeki güdü sevgi değil, sevgiyi kaybetme korkusuydu.

Şu sahte eğilimler ve diğerleri, bizi sınırlar belirlemekten alıkoyar:
1. Sevgiyi kaybetme veya terk edilme korkusu. Evet diyen ve sonra evet dediği için rahatsız olan insanlar, birisinin sevgisini kaybetmekten korkarlar. Bu, mazlumluğun baskın eğilimidir. Sevgi görmek için verir, bunu alamayınca da kendilerini terk edilmiş hissederler.
2. Başkalarının öfkesinden korkmak. Eski yaralanmışlıklar ve zayıf sınırlar yüzünden bazı insanlar, hiç kimsenin kendilerine kızmasına tahammül edemez.
3- Yalnızlık korkusu. Bazı insanlar, sevgi “kazanacaklarını” ve yalnızlıklarının sona ereceğini düşünerek başkalarına boyun eğerler.
4. İçimizdeki “iyi insanı” kaybetme korkusu. Bizler sevmek için yaratıldık. Dolayısıyla, sevmediğimizde acı çekeriz. Pek çok kişi, “Seni seviyorum ve bunu yapmanı istemiyorum” diyemez. Bu tarz bir cümle onlar için anlam taşımaz. Onlar sevmenin, her zaman evet demek anlamına geldiğini düşünürler.
5. Suçluluk. Pek çok kişi için vermek, suçlulukla güdülendirilir. İçlerindeki suçluluğu yenebilmek ve kendileri hakkında iyi şeyler hissedebilmek için yeteri kadar iyilik yapmaya çalışırlar. Hayır dediklerinde, kendilerini kötü hissederler. Bu nedenle sürekli olarak, bir iyilik duygusu edinmeye çalışırlar.
6. Geri ödeme. Pek çok kişi, aldıkları şeylere eklenmiş bir de suçluluk mesajı bulur. Örneğin ana babaları şöyle şeyler söylemektedir, “Ben hiç senin kadar iyisine sahip olmadım”. “Tüm elde ettiklerin için utanç duymalısın”. Kendilerine verilenlerin tümünü ödemede kendilerini yükümlülük altında hissederler.
7. Onaylanma. Pek çok kişi kendisini hala çocukmuş ve ana babasının onayını beklermiş gibi hisseder. Bu nedenle de birisi onlardan bir şey istediğinde, onu yerine getirmeleri ve böylelikle bu sembolik ebeveyni “mutlu etmeleri” gerekir.
8. Diğerlerinin kayıplarıyla kendini gereğinden faz la özdeşleştirme. Pek çok kez insanlar, kendi düş kırıklıkları ve kayıplarıyla zamanında yeteri kadar ilgilenmemiştir; bu nedenle de bir başkasını hayırla yoksun bıraktıklarında, onun üzüntüsünü sonuna kadar “hissederler”. Birisini bu denli incitmeye tahammülleri olmadığından, boyun eğerler.

Sandy, Noel tatilinde eve giderek ailesiyle birlikte olmak yerine, arkadaşlarıyla kayağa gitmeyi tercih etti. Annesi üzülmüş, hayal kırıklığına uğramış ancak zarar görmemişti. Sandy’nin kararı üzüntü yaratmıştı, ancak annesinin duyduğu üzüntü, Sandy’nin kararını değiştirmesine yol açmamalıydı. Annesinin incinmiş duygularına karşı sevecen bir yanıt, "Ah, anne, ben de bir arada olmayacağımız için üzgünüm. Yazın gelmeyi iple çekiyorum” olabilir. Eğer Sandy’nin annesi onun seçim yapma özgürlüğüne saygı duyuyorsa, şöyle bir şey söyler: “Noel’de eve gelmemen beni çok üzdü, ancak umarım hepiniz çok iyi bir tatil geçirirsiniz”. Böylelikle kendi üzüntüsünü sahiplenmiş ve Sandy’nin zamanını arkadaşlarıyla geçirme seçimine saygı göstermiş olur

Ancak, kendi öfkemizi bir başkasıyla paylaşmazsak, içimize bir burukluk ve nefret çökebilir. İncinmişliğimiz hususunda birbirimize karşı dürüst olmalıyız. Unutmamalıyız: “Komşumuza yalansız konuşmalıyız, çünkü hepimiz aynı' vücuda aitiz”

Pek çoğumuz yıllarca pasif ve boyun eğen bir insan olduktan sonra, birden patlamaya hazır hale dönüşen kişiler tanır ve neler olup bittiğini merak ederiz. Bunun, görüştükleri danışman veya birlikte çalıştıkları firma yüzünden meydana gelmiş olabileceğini düşünür, suçu onlara yıkarız. Gerçekte, yıllarca baş eğen bu kişilerin, sonunda hapsedilmiş öfkeleri patlar.

Kıskanma, kendi kendisini besleyen bir çemberdir. Sınırlara sahip olmayan kişiler kendilerini boş ve tatmin olmamış hissederler. Bir başkasının tatmin olmuşluğuna bakar ve gıpta ederler. Bu zaman ve enerjinin, onların eksikliğini gidermek üzere sorumluluk alma ve bu konuda bir şeyler yapma yolunda harcanması gerekir. Tek çıkar yol, harekete geçmektir. Gıpta ettiklerimiz, yalnızca sahip olunanlar ve başarılar değildir. Doğanın bize bahşettiklerini geliştirmek yerine, bir başkasının karakterine ve kişiliğine de gıpta edebiliriz.

Pasiflik hiçbir zaman fayda getirmez. Doğa emeğimizin karşılığını verir, ancak asla bizim yapmamız gerekenleri bizim yerimize yapmaz. Böylesi, bizim sınırlarımızın ihlal edilmesi demek olur. O bizim, arayış içinde olarak ve yaşamın kapısını çalarak, etkin ve kendi haklarımızı savunan kişiler olmamızı ister.

Bir yavru kuş yumurtadan çıkmadan hemen önce onun yerine yumurtanın kabuğunu kırarsanız, kuşun öleceğini söylemişlerdi. Kuş, yumurtadan dış dünyaya kendi kuvvetiyle çıkmalıydı. Bu mücadeleci “çözüm” kuşu güçlendirmekte ve onun dış dünyada işlev görmesini sağlamaktaydı. Bu sorumluluktan arındırıldığında, ölüyordu. Bizlerde böyle yaratılmışız. Eğer biri bizi “yumurtadan çıkarırsa”, bizim yerimize işlerimizi yaparsa, sınırlarımızı ihlal ederse, ölürüz. Pasifçe geriye çekilmemeliyiz. Sınırlarımız yalnızca etkin ve mücadeleci olmamızla yaratılabilir, kendi vuruşlarımızla, arayışlarımızla ve taleplerimizle.

Bu korkular nedeniyle, gizli sınırlar edinmeye çalışırız. Sevdiğimiz birine dürüstçe hayır demek yerine, pasifçe ve sessizce kendimizi çekeriz. Karşımızdakine bizi incittiği için kendisine öfke duyduğumuzu söylemek yerine, gizlice kızgınlık duyarız. Çoğu kez, bir başkasının sorumsuzluğu ile gelen acıyı tek başımıza göğüsler, onların bu hareketinin bizi ve sevenleri nasıl etkilediğini kendilerine söylemeyiz; oysa bu, onların ruhu için yararlı olacak bir bilgidir.

Başka durumlarda, bir kadın, kocasıyla uyum İçindeymiş gibi davranarak, ondan duygu veya düşüncelerini yirmi yıl boyunca esirgeyerek sonra da birden bire bir boşanma davası açarak sınırlarını “ifade eder”. Veya ana babalar yıllar boyu, sınırlar belirlemeksizin, feragat ederek çocuklarını “sever” ve bu gösterdikleri sevgi için öfke duyarlar. Çocuklar sevildiklerini asla hissetmeden büyür, zira dürüstlükten yoksun bırakılmışlardır ve ana babaları da şaşkındır: “Bütün yaptıklarımıza-rağmen”. Bu anlatılan durumlarda ilişkiler, ifade edilmemiş sınırlar nedeniyle hasar görmüştür.

Korkularımız nedeniyle kendimize ait bazı yönleri karanlıkta saklarız. Sınırlarımız gün ışığında olduğunda, yani açıkça ifade edildiğinde, kişiliklerimiz ilk kez olarak bütünleşmeye başlar. “Görünür” olur ve ışık olur. Değişir. İyileşme her zaman güneş ışığında olur.

Hayır demekten korktuğumuz zamanlarda, evet’imizin içtenliği yoktur.

Bir bilge kişi, “Herkes senden iyi bahsediyorsa, sen gerçek değilsin” der. Eğer her dediğiniz herkesçe seviliyorsa pek muhtemeldir ki, siz gerçeği saptırmaktasınız.

Sınırlar belirlemek, gerçeği söylemekle ilintilidir. Yaşam, gerçeği sevenlerle sevmeyenleri ayırır. Öncelikle, sizin sınırlarınızı hoş karşılayan kişi vardır. Onları kabul eder. 1 Onları dinler. Der ki, “Senin farklı bir fikrin olduğuna sevindim. Bu beni daha iyi bir insan yapar”. Bu kişiye, bilge veya erdemli denir. İkinci tip insan, sınırlardan nefret eder. Farklı oluşunuzdan hiç haz etmez. Sizi, zenginliklerinizden vazgeçmeye manipüle etmeye çalışır. Önemli ilişkilerinizde, “litmus testi”ni uygulayınız. Bir hususta onlara hayır deyiniz. Ya artan bir yakınlığa kavuşacak veya aslında başlangıçta dahi pek az şey bulunduğunu öğreneceksiniz

Debbie’nin sınırları, onu soyutlanmış bir yaşama mahkum etmekte midir? Kesinlikle hayır. Eğer doğruyu söylemek birinin sizi terk etmesine yol açmaktaysa, zaten sevilmiyorsunuz demektir.

Uyarı: Sınırları olmayan ve bunları oluşturmaya başlayan bir eş, evliliği değiştirmeye başlar. Daha fazla fikir ayrılığı ortaya çıkmaya başlar. Değerler, programlar, para, çocuklar ve seks konularında daha çok çelişki belirir. Ancak çoğunlukla, sınırları denetim dışı olan eşin, onu güdüleyerek ve evlilikte daha fazla sorumluluk üstlenmesini sağlayacak acıyı tatmaya başlamasına yardımcı olur. Sınırların belirlenmesiyle pek çok evlilik daha da güçlenir, zira eş, ilişkiyi özlemeye başlar.

Sıklıkla, insanlar doğruyu söylemeye, sınırlar belirlemeye ve sorumluluk üstlenmeye başladığında, onları bir süre her yerde “öfkeli bir bulutun” izlediği, gizli bir şey değildir. Hassas ve alıngan olurlar ve kendilerini korkutan, patlamaya hazır bir bomba gibi olduklarını fark ederler. Arkadaşları “Sen benim bir zamanlar tanıdığım iyi, sevecen adam değilsin” türünde şeyler söylemeye başlarlar. Bu sözlerin yol açtığı suçluluk ve utanç duyguları, sınırlarını yeni yeni oluşturmaya başlamış birinin kafasını daha da karıştırabilir.

Öfke bize, sınırlarımızın ihlal edildiğini bildirir. Bir ülkenin savunmasında kullanılan radar sistemine pek benzer şekilde öfke duygusu bize, incinme veya denetlenme tehlikesi altında olduğumuzu bildirerek, bir “erken uyarı sistemi” görevi yapar.

Ancak Nathan’ı asıl şaşırtan, bu derde girdiği için kendine kızmakla kalmaması, yaşamı daha uygun şekilde ele almasını sağlayacak donanımı sağlamamış olan anne ve babasına karşı da öfke duymasıydı. İçinde büyüdüğü aileyi gerçekten çok sevdiği için Nathan, ana babasından ayrılma ve kendi sınırlamalarım belirleme teşebbüslerinin sürekli olarak ve sevecenlikle boşa çıkarıldığı zamanları hatırladığında, kendisini suçlu ve sadakatten uzaklaşmış hissediyordu. Annesi onun tartışmacılığı karşısında ağlardı. Babası Nathan’a, annesini üzmemesini söylerdi. Ve Nathan’ın sınırları işlevsiz ve olgunlaşmamış olarak kaldı. Bunun ona neye malolduğunu açıkça gördükçe, daha da çok öfke duymaya başladı. “Yaşamda kendi seçimlerimi yaptım”, dedi. “Ancak insanlara hayır demeyi öğrenmede bana yardımcı olsalardı, yaşam çok daha güzel olurdu”.

Nathan, ana babasına karşı ebediyen öfke duydu mu? Hayır ve sizin de bu duygu içinde olmanız gerekmez. Düşmanca duygular kendini gösterdiğinde, onları ilişkiye getirin. Onları itiraf edin. Eksikliklerimizi dile getirirsek, daha çabuk iyileşiriz. Sizi öfkeli halinizle seven kişiler, sizin özünüzü gerçekten seven dostlarınızdır. Bu, geçmiş kızgınlıkları çözümlemede ilk adımdır. İkinci adım, ruhunuzun incinmiş geçmişini yeniden inşa etmektir. İhlal edilmiş olabilecek “zenginlikleri” onarma sorumluluğunu üstlenin. Nathan’ın durumunda, kişisel özerklik ve güvenlik duygusu derinden yaralanmıştı. Birincil ilişkilerini geri kazanabilmek için uzun süre çalışması gerekti. Ancak kendisini iyileştirdikçe, daha az öfke duyar oldu.

“Kendini öfkeye kaptırma. Bir sınırlama belirle!”

Kendi yaşamımızda, ondan hayır yanıtı almaya tahammül edemediğimiz birisi olduğunda gerçekte, kendi yaşamımızın denetimini onun ellerine teslim etmişiz demektir. Tek yapmaları gereken, çekilme tehdidinde bulunmalarıdır; biz de dediklerine itaat ederiz.

Affetmek kadar sınırları belirginleştiren başka bir şey yoktur. Birisini bağışlamak; onu kancadan kurtarmak veya size olan bir borcunu iptal etmek demektir. Birisini bağışlamayı reddettiğinizde, hâlâ o kişiden bir şey istemektesinizdir ve eğer istediğiniz intikam dahi olsa, bu sizi ona sonsuza dek bağlı kılar.

Eğer bağışlamazsanız, sizi inciten birisinden, yalnızca yaptığı bir şeyi itiraf etmesi de olsa, vermek istemediği bir şeyi talep etmektesinizdir. Bu, onu size “bağlar” ve sınırları mahveder. İçinde yetiştiğiniz, işlevsellikten uzak aileyi bırakın gitsin. Onu serbest bırakırsanız, asıl siz özgür olacaksınız

Eğer kendinizi tepki verir durumda hissederseniz, geri çekilerek yeniden kendi denetiminizi ele alın ve aile bireylerince sizin yapmak veya söylemek istemediğiniz bir şey yapmanız veya söylemenize, ya da sizin ayrı kalmanıza halel getirecek bir durumun ortaya çıkmamasını sağlayın. Sınırlarınızı koruduğunuzda, en uygun seçeneği seçin. Yanıt vermek ve tepki vermek arasındaki fark, seçme özgürlüğüdür. Tepki verdiğinizde denetimi ellerinde bulunduran, onlardır. Yanıt verdiğinizde, sizsiniz.

İki uyumlunun birbirini etkilemesinin sonucu, ikisinin de gerçekten istediğini yapmamasıdır. Her biri diğerine doğruyu söylemekten o denli korkmaktadır ki, ikisi de asla söylemez.

Cathy çocukken, hayır dediğinde annesinin yüzünde beliren incinmiş ifadeden hoşlanmazdı. Sınırlar belirlemekle başkalarını incitmekten korkarak büyüdü. Cathy, arkadaşları ile çelişkiye düşmemek için her şeyi yapardı - özellikle de Sharon ile.

Kadının, aşırı eleştirel kocasına, onu azarlamaya devam edecek olursa, sorunu rasyonel biçimde tartışabilir hale gelene dek, bir başka odada oturacağını söylemesi gerekir. Veya, şöyle bir şey söyleyebilir, “Bu konuyu bundan sonra seninle yalnızken tartışmayacağım. Ancak bir danışmanın yanında tekrar görüşebilirim”. Veya, “Eğer yine bana bağırmaya başlarsan, Jane’lere gidip, geceyi orada geçiririm”. Müsrif kadının kocası da ya kredi kartlarını iptal etmeli, ya da bu borçların ödenmesi için onun bir iş daha bulması gerektiğini söylemelidir. Bu eşlerin tümünün, denetimden çıkmış eşlerinin bu hareketlerinin getireceği sonuçlarla yüz yüze kalmalarını sağlamaları gerekmektedir.

Bir başkasını değiştirmedeki temel yetersizliğimize baktık. Gerçekte dırdırcı bir eş, sorunu sürdürür. Birisini olduğu gibi kabul etmek, onun öyle olma seçimine saygı duymak ve sonra da ona uygun sonuçlar vermek, daha iyi bir yoldur. Bunu yaptığımızda, sahip olduğumuz gücü kullanır ve hiç kimsede bulunmayan bir gücü harcamaya çalışmamış oluruz.

Kelimeleriniz açık ve sevgi ile söylenmiş olmalıdır. Eşinizle doğrudan yüzleşin. Hayır deyin. Pasif direnişte bulunmayın. Surat asmayın, kendinizi geri çekmeyin. “Bu konuda kendimi rahat hissetmiyorum. İstemem. Yapmayacağım” gibi şeyler söyleyin.

Uzaklaşma gereksinimi duyduğunuzda, bunu eşinize söyleyin. Bazen beslenmek için mekana ihtiyaç duyarsınız; bazen de sınırlamalar belirlemek için. Her iki durumda da, eşiniz neden kendisinden uzak kalmak istediğinizi tahmin etmeye çalışmamalıdır. Açıkça iletişimde bulunun ki eşiniz cezalandırılmakta olduğunu sanmasın, ancak kendisinin denetimsiz davranışlarının sonuçlarıyla yüz yüze kaldığını anlasın.

Mesela semptom, birinin seks istememesi olabilir; sınır sorunu bu kişinin, ilişkinin başka alanlarında yeteri sıklıkta hayır dememesi ve üzerinde güç sahibi olduğu tek hususun bu olması olabilir. Veya kendisinin, cinsellik arenasında yeterli denetim sahibi olmadığını hissedebilir. Kendisini güçsüz hissedebilir; seçeneklerinin onurlandırılmadığını hissedebilir.

Affedin. Affetmemek, sınırları bulunmamaktır. Bağışlamayan kişiler, diğerlerinin onları denetlemesine izin verirler. Sizi inciten insanları eski bir borçtan azat etmek, onlar dan bir talepte bulunmaktan vazgeçmektir; bu sizi de serbest bırakır. Affetmek, geçmişteki pasif istekler yerine, şimdiki zamanda girişimci davranışa götürebilir.

Derin bir sevgi ilişkisi geliştirmede ve yaşamı öğrenmede pratiğe ihtiyacımız bulunur. Ve bu ruhsal ve duygusal büyümemiz için de aynen geçerlidir. Pratik yapmak, sınırları ve sorumluluğu öğrenmede önem taşır. Hatalar, öğretmenlerimizdir.

Disiplin ile cezalandırma arasındaki farkı anlayabilmemiz gerekir. Cezalandırma; yanlış yapılanı ödemedir. Yasal olarak, yasaları çiğnemenin bedelini ödemektir. Ancak cezalandırma, pratik yapabilmek için fazla yer bırakmaz. Eşsiz bir öğretmen değildir. Bedeli fazla yüksektir. Cezalandırma, hatalara fazla yer bırakmaz. Ancak disiplin, farklıdır. Disiplin, yanlışlar için bedel ödeme değildir. Yaşamın doğal yasasıdır: hareketlerimiz, sonuçlara yol açar.

Disiplin ve cezalandırmanın zamanla aralarında mevcut ilişkiler farklıdır. Cezalandırma; geriye bakar. Geçmişte yapılan hataların ödenmesi üzerinde yoğunlaşır. Ancak disiplin; ileriye bakar. Disiplinle aldığımız dersler, aynı yanlışları tekrarlamamamızda yardımcı olur: “Doğa bizleri iyiliğimiz için disipline eder, yaşamın kutsal lığına ortak olmamız için”.

Ancak on iki ile on dokuz yaş arası, çocuklar için zorlu bir sınav gibidir. Bu zor geçit sırasında, çocuklarımızın içine gerçekte ne tür bir karakterin inşa edilmiş olduğunu anlarız.

Hem ufak, hem de büyük suçlar için dayak yedim. O nedenle, daha büyük şeylere karışmaya başladım. Böylesi çok daha verimliymiş gibi görünüyordu”. Bir kez ölüm cezasına çarptırıldığınızda, iyi davranmakla fazla şey kazanamazsınız!

Eğer bir başkasının sorumluluklarını yükleniyor ve bundan hoşnutsuzluk duyuyorsanız, kendi duygularınızın sorumluluğunu üstlenmeli ve mutsuzluğunuzun sebebinin birlikte çalıştığınız kişinin değil, kendi kabahatiniz olduğu nu fark etmelisiniz.

Öğrenmek için, pratik yapmaya devam etmeliyiz. Araba kullanma, yüzme veya bir yabancı dil öğrenirken kullandığımız yöntem, daha doğru kişisel sınırlar edinmede kullandığımız yöntemin aynısıdır

Kişisel sınır sorunları bulunanların arkadaşları genelde şu iki hatadan birini yapar: (1) Eleştirel ve ebeveynvari olurlar. Kişi başarısızlığa uğradığında, “Ben sana söylemiştim” tutumu edinir veya, “şimdi, deneyiminden neler öğrendin?” gibi şeyler söylerler. Bu, kişinin sonuçlardan ders alması yerine ya arkadaşlıkları başka yerde aramasına (kimsenin iki ebeveynden fazlasına gereksinimi yoktur) veya sadece eleştiriden uzak durmasına yol açar. (2) Kurtarıcı haline gelirler. Kişiyi acı çekmekten kurtarma dürtülerine teslim olurlar. Eşleri içip sarhoş olduğunda, patronu arayarak onun hasta olduğunu söylerler. Yapmamaları gereken zamanlarda, daha fazla borç para verirler. Yemeğe başlamak yerine, geç kalanı tüm davetlilere bekletirler.

Öfkenin, bir şey yapmanız için başlama işareti olmasına izin vermeyin. Sınırları olmayanlar, başkalarının öfkesine otomatik olarak yanıt verir. Yardıma koşar, onay arar veya kendileri de öfkelenirler. Hareketsizlikte büyük güç yatar. Denetimsiz birinin yolunuzu değiştirmenizdeki başlama işareti olmasına izin vermeyin. Sadece onun öfke duymasına izin verin ve ne yapmanız gerektiğine kendiniz karar verin.

Sonuçları zorlayan fiziksel uzaklık ve diğer sınırlamaları kullanmaya hazırlıklı olun. Bir kadının yaşamı, “Bana bağırılmasına izin veremem. Bu konuda bana saldırmadan konuşabileceğine karar verene kadar, yan odada olacağım. Bunu yapabildiğin zaman, seninle konuşurum” diyebildiğini fark ettiğinde değişivermişti.

Uyarici mesajları ele almada birkaç ipucu:
1. Suçlayıcı Mesajları Tanıyın. Bazıları suçlayıcı mesajların ne kadar denetleyici olduğunu fark etmeden onları yutar. Ancak suçlayıcı mesajlar sizin gelişiminiz ve iyiliğiniz için verilmez. Manipüle etme ve denetleme için verilir.
2. Suçlayıcı mesaj, aslında öfkenin kılık değiştirmiş şeklidir. Suçluluk gönderenler, muhtemelen kendilerinin ne kadar denetleyici olduğunu belli edeceği için, size yaptıklarınızdan ötürü duydukları öfkeyi açıkça itiraf edemez. Onların duyguları üzerinde odaklanmak, onları sorumluluğa fazlaca yaklaştırmış olur.
3. Suçlayıcı mesaj, üzüntüyü ve incinmişlikleri gizler. Bu duyguları ifade etmek ve sahiplenmek yerine insanlar, dikkat merkezini size ve yaptıklarınıza kaydırırlar.
4. Suçlayıcılık sizin üzerinizde etkiliyse, bunun başkalarının değil, sizin sorununuz olduğunu bilin. Gerçek sorunun nerede olduğunu görün: içeride. O zaman dışarıyı doğru olarak, sevecenlikle ve sınırlamalarla ele alabileceksiniz. Kendinizi suçlu hissetmelerine “yol açtıkları” için başkalarına kabahat bulmaya devam ederseniz, onlar sizin üzerinizdeki güçlerini korur. Siz onlara, yaşamınızın denetimini vermektesiniz. Başkalarını suçlamaktan vazgeçin.
5- Açıklama ve maruzat bildirmeyin. Bunu sadece kabahat yapmış çocuklar yapar. Bu sadece onların mesajına hitap eder. Sîzinse, suçluluk gönderenlere bir açıklama borcunuz yoktur. Sadece seçiminizi söyleyin. Eğer onların, sizin kendinizi kötü hissetmenize yol açmalarına engel olmayı veya suçluluğunuzu ortadan kaldırmalarını isterseniz, onların suçlayıcılık tuzağına düşersiniz.
6. Haklarınıza sahip çıkın ve onların mesajlarını, onların duygularını yansıttığı şeklinde algılayın. “Galiba ben bunu seçtim diye kızdın”. “Galiba onu yapmayacağıma üzüldün". “Yapmaya karar verdiğim şey konusunda çok mutsuz olduğunu anlıyorum. Bu duyguların için üzgünüm”. “Bunun seni hayal kırıklığına uğrattığını fark ediyorum. Nasıl yardımcı olabilirim?” “Yapacak başka işim olduğunda, bu senin için zor oluyor, değil mi?”

Temel ilke şudur: İnsanların duyduğu üzüntüye hak verip, kendinizi onların yerine koyun; ancak bunun onların derdi olduğunu belli edin.

O sizden sorumluluğunuzda olmayan bir şey yapmanızı istediğinde hayır diyerek, her ne ise bunu yapmayı kabul etmeyin. Eğer hayır dediğiniz için size kızarsa, sınırlarınız konusunda katı olun' ve onun öfkesine hak verin. Siz de öfkelenmeyin. Öfkeye karşı öfkeyle savaşmak, onun oyununa kapılmak olur. Kendi duygusal, uzaklığımızı koruyarak, “Bu sizi sinirlendiriyorsa, üzgünüm. Ancak bu iş benim sorumluluğumda değil. Umarım hallolur” deyin.

Eğer tartışmayı sürdürürse, ona tartışmanın sizin için bittiğini söyleyin; başka bir konuda konuşmaya hazır olduğunda gelip sizi görebilir. Onun işini onun yerine neden yapamayacağınızı izah etme tuzağına düşmeyin. Onun, eğer yapabiliyorsanız, yapmanız gerektiği şeklindeki düşüncesine kayabilirsiniz; zaten o da bunun bir yolunu bulmaya çalışacaktır. Sorumluluğunuzda olmayan bir şeyi neden yapmadığınız konusunda hiç kimseye açıklama yapmak zorunda değilsiniz.

Eğer iş için haftada sadece belli bir süre harcamaya karar verirseniz, bu süreyi daha akıllıca kullanırsınız. Eğer zamanınızın sınırlaması olmadığını düşünürseniz, her şeye evet diyebilirsiniz. En iyiye evet deyin; hatta bazen iyiye hayır demek zorunda bile kalabilirsiniz.

Hem kronik olarak ve hem de çılgınlık nöbetleri nedeniyle aşırı yiyenler, dahili bir kişisel sınır sorunuyla yüzyüzedir. Aşırı yiyenler için yemek, sahte bir sınır işlevi görür. Yemeği, kilo alarak ve daha az çekici hale gelerek, yakınlaşmaktan uzak durmada kullanabilirler. Veya sahte bir yakınlık elde etmek için ona saldırabilirler.

Duygusal olarak incinmiş kişiler, çocukken ihmal veya istismar edilmiştir; acılarını aşırı yeme, fazla içme veya çok çalışma ile gizlerler.

Sınırlar oluşturmak ve yaşamınızı denetim altına almakla, bir riskle karşı karşıya kalmaktasınız. Çoğu kez sonuçlar ağır değildir; zira karşınızdaki kişi sizin ciddi olduğunuzu anlar anlamaz, değişmeye başlar. Sınırlamalar belirlemenin, onlar için yararlı bir şey olduğunu fark eder. Bir arkadaştan gelen azarlama, faydalı bir ilaç olup çıkar.

Karşılanmamış gereksinimlerimiz olduğunda, içimizdeki bu zedelenmişliklerin bir dökümünü yapmalı ve bu ihtiyaçları yaşamda karşılamaya başlamalı, böylelikle yetişkin yaşamının sınır mücadelelerini göğüsleyecek güce sahip olmamız gerekir.

Mücadele ederek veya pasif kalarak, otomatik pilota bağlanıp, sınırlarınızdan vazgeçmeyin. Yanıt gelene kadar kendinize zaman ve mekan tanıyın. Eğer fiziksel uzaklığa ihtiyacınız varsa, bunu sağlayın. Ancak sınırlarınızdan vazgeçmeyin.

Sınırlar oluşturmada bir başka güçlü dahili direnç, bilinmeyenden korkmaktır. Başkalarınca denetlenmek, güvenli bir hapishanedir. Tüm odaların yerini biliriz. Bir kadının dediği gibi, “Cehennemden çıkmak istemiyordum. Tüm sokak adlarını biliyordum!”

Değişim, korkutucudur. Eğer korku duyuyorsanız, muhtemelen doğru yolda - değişime ve büyümeye giden yolda - olduğunuzu bilmek sizi rahatlatabilir. Tanıdığım bir işadamı, eğer her gün bir konuda büyük korku duymazsa bunun, kendisini yeteri kadar zorlamamakta olduğu anlamına geldiğini söyler. İşinde çok başarılıdır.

Bağışlamak çok zordur. Birinin size “borçlu” olduğu bir şeyden vazgeçmek demektir. Bağışlamak geçmişten; sizi inciten ve istismar edenden kurtulmaktır.

Bağışlayıcılık ve istismara daha fazla açılmak, aynı şeyler değildir. Bağışlayıcılık, geçmişle ilgilidir. Uzlaşma ve sınırlar, gelecekle ilgilidir. Birisi tövbe edip yeniden güvenilirlikle davet edilene kadar sınırlamalar, benim mülkümü korur. Ve eğer günah işlerlerse, yine bağışlarım; defalarca. Ancak ben yeniden beni dürüstçe hüsrana uğratan insanlarla bir arada olmak isterim; sahtekarlıkla beni incittiklerini inkar edenle ve daha iyi olmaya hiç çaba göstermeyenle değil.

Bağışlayıcılık bana sınırlar verir; çünkü beni incitici kişiden kurtarır ve ancak o zaman ben de sorumlulukla ve akıllıca davranabilirim. Eğer onları bağışlamıyorsam, onlarla hâlâ tahripkar bir ilişki içinde olurum.

Size kendinizi “suçlu hissettirmeye” kimsenin gücü yetmez. Bir yanınız bu mesaja hak verir; zira bu sizin duygusal beyninizdeki ana babaya ait güçlü mesajlara dokunur. Ve bu da sizin sorununuzdur; sizin mülkünüz üzerindedir ve denetimini de sizin üstlenmeniz gerekir. Manipüle edilmenin sizin sorununuz olduğunu görürseniz, bu hususta uzmanlaşırsınız.

Dirençle karşılaşmak, yapmanız gerekeni yapmakta olduğunuzun iyi bir göstergesidir. Bu direnişler muhakkak gelecektir. Sizi temin ederim. Eğer gelmeseler, uzun zaman önce sınırlar oluşturmuş olurdunuz.

Randy, çelişki ve fikir ayrılığından büyük ölçüde uzak durmaya çalışan bir aileden gelmekteydi. Tartışmaların yerine uzlaşma getirilirdi. Randy otuzunu geçtikten sonra, uzun süreli bir yeme bozukluğu nedeniyle tedaviye gitmişti. Şaşırtıcı olan, terapistin perhiz ve egzersiz planları vermek yerine, ona yaşamındaki denetleyici kişilere karşı ne tarz tepkilerde bulunduğunu sorması oldu.

Öfkelenememek genellikle doğruyu söylemenin yol açtığı ayrılıktan korktuğumuzun bir göstergesidir. Birisin den hoşnut olmadığımızı beyan etmekle ilişkiye zarar vereceğimizden korkarız.

Bizler buluğ çağındaki birkaç etkin çocukla aynı kulübeyi paylaşma işi için eğitilirken, deneyimli bir profesyonel bize, “Çocuklarla işe başlamada iki yol vardır: birincisi, her şeye evet diyebilirsiniz. Sonra, onlara sınırlamalar getirmeye başladığınızda, size içerler ve başkaldırırlar. Ve ya, açık ve kesin sınırlamalarla işe başlayabilirsiniz. Onlar sizin tarzınıza alıştıktan sonra, biraz gevşetebilirsiniz. Sizi ebediyen severler” demişti.

Artık Walt’ın huysuzluklarından ve geri çekilmelerinden dolayı sorumluluk üstlenmeyecek bir eş vardı karşısında; “Eğer bana mutsuzluğunu anlatmayacaksan, ben de geri çekilirim. Bir-iki arkadaşımla beraber olacağım, konuşmak istersen bana nerede ulaşabileceğini biliyorsun” diyebilen biri. Buna uyum sağlamak zordu; çünkü Walt, Sherrie’nin, onunla konuşarak derdini anlattırmasına, her şeyi yoluna koymasına ve kusursuz olmadığı için özür dilemesine alışkındı.

Şimdi karşısında, duygusal uzak duruşuna karşılık, “Kendime en yakın gördüğüm kişi sensin. Seni seviyorum ve seni kalbimde de ilk sıraya koymak istiyorum. Ancak yakınlaşmak için zaman ayırmazsan, ben de o süreyi destek grupları ile, kilisede veya çocuklarla geçiririm. Oturma odasında, senin televizyon seyretmeni seyrederek değil. Bundan sonra kendi patlamış mısırım da mutfakta kendin hazırlaman gerekecek” diyen bir eş vardı.
 
ÖFKE DANSI

1-ÖFKE SAVAŞIMI

Öfkemiz incindiğimizi, haklarımızın ihlal edildiğini, gereksinimlerimizin ya da isteklerimizin doğru şekilde karşılanmadığını ya da sadece, işlerin yolunda gitmediğini gösteren bir ileti olabilir.Öfkemiz, yaşamımızdaki önemli bir duygusal sorunu ihmal ettiğimizi ya da ilişkimizde kendimizden –inanç, değer, arzu ya da hırslarımızdan– çok şey feda ettiğimizi gösterebilir. Öfkemiz, başa çıkabileceğimizden çok daha fazlasını yaptığımızı ya da verdiğimizi gösteren bir işaret olabilir. Ya da öfkemiz başkalarının bizim için, kendi gelişimimiz ya da yeterliliğimiz pahasına çok fazla şey yaptıklarına dair bir uyarı olabilir.

Tıpkı fiziksel acının elimizi sobadan çekmemizi gerektirdiği gibi, öfkemizin getirdiği acı da benliğimizin bütünlüğünü korur. Öfkemiz bizi, başkalarının hakkımızdaki tanımlama şekline “hayır” ve kendi benliğimizin isteklerine “evet” demeye yönlendirebilir.

Eşitlik hedefimize toplum hoşgörü gösterse bile, “şu öfkeli kadınlar”ın herkesi çılgına çevirdiklerini biliriz. Erkek kahramanlar inançları için savaşabilir, hatta ölebilirler; kadınlar içinse, kendi hakları adına kansız ve insancıl bir devrim yapmak bile lanetlenmeye yeter. Öfkemizi dolaysız olarak ifade etmek bizi hanımefendilikten, kadınlıktan, annelikten, cinsel çekicilikten uzaklaştırır, hatta “cırtlak”laştırır. Dilimiz bile bu tür kadınları cadı, şirret, acuze, dırdırcı, erkek düşmanı ve iğdiş edici diye niteleyerek lanetler. Onlar sevemez ve sevilemezler. Kadınlıktan yoksundurlar. Kimse onlar gibi olmak istemez. Erkeklerin yaratıp sistemleştirdiği dilimizin, kadınlara duydukları öfkeyi açığa vuran erkekleri tanımlamakta kullanılan tek bir yerici sözcük bile içermemesi ilginç bir nokta. “Piç” ya da “orospu çocuğu” gibi sözcükler bile erkekleri lanetlemektense, suçu bir kadının üstüne atıyor: anneye.

Öfke haklı ya da haksız, anlamlı ya da yararsız değildir. Öfke sadece vardır. “Öfkemde haklı mıyım?” diye sormak, “Susamaya hakkım var mı ki? Ne de olsa daha beş dakika önce su içtim; demek ki susamaya hakkım yok. Zaten şu anda su içemeyeceksem, susamamın ne anlamı var?” demeye benzer.Öfke, hissettiğimiz bir şeydir. Her zaman bir nedeni vardır ve ilgi görmeyi hak eder. Hepimizin, her şeyi hissetmeye hakkı vardır ve öfke de buna istisna değildir.

“İyi kız” kategorisinde ne pahasına olursa olsun öfkeden ve çatışmadan kaçınmaya çalışırız. “Şirret” kategorisindeyse kolayca öfkelenmekle birlikte, etkin olmayan ve yapıcı bir çözüme ulaştırılmayan kavga, yakınma ve suçlamalara girişiriz.

“İyi kız” olarak nasıl davranırız? Gerçekte öfke ya da tepki uyandıran durumlarda sessiz kalırız; ya da gözyaşlarına boğulur, kendimizi suçlar veya öfkemizi saklarız. Ama sakladığımız aslında yalnızca öfkemiz değildir; ayrıca, açıklığın diğer insanı huzursuz edeceğinden, ya da aramızdaki farkları ortaya çıkaracağından kuşkulanırsak, düşündüklerimiz ve hissettiklerimiz hakkında açıkça konuşmaktan da kaçınırız. Bu şekilde davrandığımızda birincil enerjimizi, başka bir insanı korumaya ve açık bir benlik tanımlayamama pahasına, ilişkimizdeki uyumu korumaya yöneltmiş oluruz. Diğer insanların tepkilerini okumak ve tekneyi sallamamak için çok fazla çaba göstermemiz yüzünden kendi benliğimiz hakkındaki açıklığımızı yitirebilir, kendi düşüncelerimiz, duygularımız ve isteklerimizden habersiz kalabiliriz.İyi kızlar öfkeyi hissetmekte pek iyi olmamakla birlikte, kendilerini suçlamada çok başarılı olabilirler.

Bu kitap, kadınların uzun vadede kendileri için yararlı olmayan öfke yönetme şekillerinden uzaklaşmalarına yardımcı olmak amacıyla hazırlanmıştır. Bu şekillerin arasında sessizce boyun eğme, etkisiz kavga ve suçlama ile duygusal mesafe koyma yer alıyor.

Bu Kitaptan Nasıl Yararlanabilinir? Yavaşça.Değişmek istediğimizde bunu yavaşça yapmak ve böylece küçük, ama önemli bir değişimin ilişki sisteminde nasıl bir etki yapacağını gözleme fırsatı bulmak çok önemli. Hırsa kapılıp hızla değişmek istediğimizde hiç değişemeyebiliriz. Tersine, hem kendimizde hem de diğerlerinde çok fazla endişe ve duygusal yoğunluk yaratarak sonuçta eski model ve davranışlara geri dönmek durumunda kalabiliriz.

1-Öfkemizin Gerçek Kaynaklarına Kilitlenmeyi ve Nerede Durduğumuzu Açıklığa Kavuşturmayı Öğrenebiliriz.

2. İletişim Becerilerini Öğrenebiliriz.

3. Verimsiz Etkileşim Modellerini Gözleyip Bunlara Müdahale Etmeyi Öğrenebiliriz.

4. Karşı Adımları veya Diğerlerinin “Eskisi gibi ol!” Tepkilerini Beklemeyi ve Bunlarla Başa Çıkmayı Öğrenebiliriz

Ama patlamak ya da kavga etmek geçici bir rahatlama sağlasa bile, fırtına dindiğinde genellikle hiçbir şeyin değişmediğini görürüz. Dahası, bazı ilişkilerde, sakin ve suçlamalardan uzak bir konum sağlamak uzun soluklu bir değişim yaratmak açısından çok önemli olabilir.

Eski bir dansta diğer insanın adımlarını değiştirmesini sağlayamayız; ama kendi adımlarımızı değiştirdiğimizde dans artık aynı, önceden tahmin edilebilir modelde devam edemeyecektir.

Değişim konusunda ciddiysek, diğerlerinden gelen karşı adımların ya da “Eskisi gibi ol!” tepkilerinin bizde yarattığı endişe ve suçluluk duygusunu beklemeyi ve yönetmeyi öğrenebiliriz. Bundan daha da zorlu olan adımsa, kendi içimizdeki, değişimden korkan ve direnç gösteren bölümü kabullenmek

2-ESKİ ADIMLAR, YENİ ADIMLAR VE KARŞI ADIMLAR

Bu kadın tabii ki kaydını iptal ettirmek zorunda değildi. Başka bir yol izlemeyi seçebilirdi. Ama bunun için, seçtiği yolun sonuçlarına katlanmayı da kabul etmesi gerekirdi. Belki de en çok korktuğu sonuç, yaşamındaki en önemli ilişkiyi kaybetmekti. Sorun, çiftlerden birinin –genellikle de kadının– kendi payına düşenden daha fazla özveri ve uzlaşma göstermesi ve kendi kararları ya da seçenekleri üstünde denetime sahip olmaması durumunda doğuyor.

Barbara, kaybedeceği kesin olan bir savaşa girerek, aslında sahip olduğu gücü yani, kendi kendini yönetme gücünü kullanmaktan kaçındı. Kendi önceliklerini belirleyip kendi adına harekete geçerek, benliksizleşmiş konumundan kurtulmak için önemli bir adım atabilirdi. Kavga etmek yerine, kocasına şöyle diyebilirdi: “İyi de olsa kötü de olsa, radikal olsa da olmasa da, bu grup çalışması benim için önemli. Sen gitmemi istemiyorsun diye kaydımı iptal ettirirsem sonuçta kendimi öfkeli ve huzursuz hissederim. Bu grup çalışmasını sabırsızlıkla bekliyorum ve kesinlikle gitmeyi düşünüyorum.”Ona, kendisini dinlemeye daha hazır olacağı bir zamanda yaklaşıp konumunu, öfkeye ya da gözyaşlarına gömülmeden, kesin ve sakin bir şekilde belirtseydi? Sözgelimi: “Grup çalışmasının bu paraya değmeyeceğini düşündüğünü biliyorum ve fikrine saygı duyuyorum. Ama ben yetişkin bir kadınım ve kendi kararlarımı kendim vermeliyim. Grup çalışmasına değer vermeni ya da oraya gittiğim için mutlu olmanı beklemiyorum, ama bu kararı kendi başıma vermem gerekiyor.

Barbara, kaybedeceği kesin olan bir savaşa girerek, aslında sahipolduğu gücü yani, kendi kendini yönetme gücünü kullanmaktan kaçındı.Kendi önceliklerini belirleyip kendi adına harekete geçerek,benliksizleşmiş konumundan kurtulmak için önemli bir adım atabilirdi. Kavga etmek yerine, kocasına şöyle diyebilirdi: “İyi de olsa kötü de olsa, radikal olsa da olmasa da, bu grup çalışması benim için önemli. Sen gitmemi istemiyorsun diye kaydımı iptal ettirirsem sonuçta kendimi öfkeli ve huzursuz hissederim. Bu grup çalışmasını sabırsızlıkla bekliyorum ve kesinlikle gitmeyi düşünüyorum.” Barbara’nın etkisiz kavga ve şikâyetlerden uzaklaşıp isteklerine sahip çıkmasını engelleyen nedir? Belki de, bu adım için ödeyeceği bedelden korkmuştur.

Ama yine de, kesin olan bir şey var: Kişilerden biri tahterevallide yeni bir denge oluşturmak için adım attığında, diğer taraf da karşı adım atacaktır. Barbara sözünü ettiğimiz bu yeni şekilde davransaydı, kocası da kendi huzursuzluğunu giderip eski kavgamodellerine dönmek için bir “Eskisi gibi ol!” manevrasında bulunacaktı. Bu manevranın nedeni karısını artık sevmemesi ya da bu grup çalışmasından korkması değil, Barbara’nın gösterdiği bu yeni kararlılık,bağımsızlık ve olgunluk düzeyi karşısında kendisini tehdit edilmiş hissetmesi olacaktı.Barbara bu önemli konuya açıkça ve kararlılıkla yaklaştığındaartık, kocasının evlendiği ve yanında kendini hem rahat hem de emniyettehissettiği kadın olmayacaktı. Bu yeni ve farklı davranışı karşısındaBarbara bile huzursuzluğa ve belirsizliğe kapılacaktı. Önemli bir ilişkideyüksek bir isteğine sahip çıkma ve ayrılık düzeyine ulaşıp, diğer kişininkarşı adımlarına rağmen bu konumu korumak son derece huzursuz edicibir iştir.

Barbara kocasını değiştirebileceği fantezisinden vazgeçer ve aynı öfke enerjisini, kendi seçimlerini belirleyip kendi adına yeni adımlar atmak için kullanmaya başlarsa, benliksizleşmiş ya da yetersiz yüklenen konumundan kaynaklanan “öfke sorunları” onu daha az rahatsız edecektir: yani baş ağrıları, kendine saygı duymaması ve kronik öfke ya da tatminsizlik gibi sorunlar. Bunun karşısında ödeyeceği bedel ise evliliğinde, en azından bir süre, zorlu zamanlar yaşayacak olmasıdır. Gizli sorun ve çatışmalar yüzeye çıkacak. Barbara belki kendine bazı önemli sorular sormaya başlayacak: “Hayatım konusunda karar verme sorumluluğu kime ait?” “Bu ilişkide güç ve karar verme sorumluluğu nasıl paylaştırılmış?” “Eğer daha güçlü ve kararlı hale gelirsem, evliliğime ne olur?” “Önümdeki seçenekler, evliliğimin huzurunu korumak için kendimi feda etmek ya da gelişmek ve böylece bu ilişkiyi yitirme riskiyle karşılaşmaksa, hangisini seçerim?”

Barbara grup çalışması konusunda kararlı davranabilseydi, diğer konularda da tavır koyma zorunluluğunu duyacaktı. Geçmişte kocasıyla birlikte bir yap boz bulmacanın parçalarını oluştururken şimdi kendini, şeklini değiştirme süreci içinde bulacaktı. Kocası da ona uyacak şekilde değişecek miydi, yoksa adam sonunda onu terk mi edecekti? Barbara kendi değişimini yaratırken, kocasını terk etme ihtiyacı duyduğunu hissedecek miydi? Barbara en azından şimdilik, kocasını korumaya ve eski modele devam etmeye karar verdi. Bu sadece “pasif bir boyun eğme” eylemi değil; daha çok, en önemli ilişkisinin –evliliğinin– aşinalığını ve güvenliğini korumak için yapılmış aktif bir seçimdir.

Barbara’nın evlilikte kronik kavga ve suçlama modeline takılıp kalması, ilk ailesinden ayrılık ve bağımsızlığını kazanamadığını ve önce bu konuyu ele alması gerektiğini gösteriyor olabilir (Bkz. 4. Bölüm). Barbara ilk ailesinin üyelerine karşı, önemli konularda kesin bir tavır alabiliyor mu? Kendi duygu ve düşüncelerini açıkça ifade edebiliyor mu? Diğer aile üyelerinin istediği ve beklediği gibi değil de, kendi istediği gibi olabiliyor ve onların da aynı şekilde davranmalarına izin verebiliyor mu? Barbara ilk ailesinin üyeleriyle duygusal bağlantılarında, açık ve ayrı bir “ben” tanımlamakta sorun yaşıyorsa, aynı sorun evliliğinde de ortaya çıkabilir.

Başka birisini değiştirmek istemekte yanlış bir şey yok. Sorun şu ki, bu genellikle bir işe yaramaz. Öfkemizle başa çıkmakta ne kadar becerikli olursak olalım, ne diğer insanın bizim istediğimiz şekilde davranmasını ya da düşünmesini sağlayabiliriz, ne de adaletin her zaman tecelli etmesini bekleyebiliriz. Etkisiz kavgadan uzaklaşmanın tek yolu, diğer insanı değiştirebileceğimiz ya da kontrol edebileceğimiz fantezisinden vazgeçmektir. Gerçekte sahip olduğumuz gücü, yani kendimizi değiştirme ve kendi adımıza yeni ve farklı bir eylem şekli benimseme gücünü ancak o zaman kullanabiliriz.

3-ÇİFTLERDE DÖNGÜSEL DANSLAR:Öfkelenmek Bir Yere Götürmüyorsa

İki robot gibi, aynı konumları benimsiyorduk ve kavga saat gibi, aynı düzende tekrar ediyordu: Ben ne kadar çok endişe gösterirsem, Steve de o kadar uzaklaşıp sorunu hafife alıyor; o uzaklaşıp sorunu hafife aldıkça ben konumumu iyice abartıyordum. Bu dizi, en sonunda katlanılamaz hale gelene dek yükseliyor ve bu noktada ikimiz de birbirimize parmağımızı kaldırıp kavgayı başlatmış olmakla suçluyorduk.

Sonraları, bu kavgaları sürdürerek farkına varmadan elde ettiğimiz kazançları anlamaya başladık. Birbirimizle kavga etmek, oğlumuz için daha az endişelenmemizi ve yeni anne-baba olmanın getirdiği diğer endişelerden dikkatimizi alabilmemizi sağlamıştı. İkimiz de, aile içinde gerilim yaratan bir duruma karşı tek bir “doğru” tepki yolu varmış gibi davranıp kendi adımlarımızı değiştirmeden, diğer insanın adımlarını değiştirmeye çalıştığımız bir dansa başlamıştık. Sonuçta da, hiçbir şey değişmemişti. Öfkemizle yaptığımız şey istenen sonucu sağlamıyorsa, en mantıklısı başka bir şey denemektir.

Kendi örneğimde ben, Steve’e karşı davranışımı çeşitli şekillerde değiştirebilirdim. Endişelerimi huzursuzca ifade etmemin Steve’in sorunu inkâr etmesine yol açtığını ve bunun da, benim endişelerimi daha da artırdığını tabii ki görüyordum.Sözgelimi, endişelerimi Steve’e anlatmaktan vazgeçip iyi bir arkadaşımla dertleşebilirdim. Belki de Steve o zaman, kendi endişeleriyle yüzleşme fırsatını bulurdu. Ya da Steve’e, birbirimize yakın olduğumuz bir anda gidip bebeğimiz için çok endişelendiğimi ve bu durumla başa çıkmaya çalışırken onun yardım ve desteğine ihtiyaç duyduğumu söyleyebilirdim. Bu tür bir yaklaşım, huzursuzluğumun doruğundayken konuşup benim gibi davranmadığı için Steve’in suçlu olduğunu ima etmek şeklindeki alışılmış davranışımdan çok farklı olabilirdi. Aynı şekilde Steve de farklı bir yol izleyip bu kavga modelini kırabilirdi. Sözgelimi, oğlumuz hakkındaki endişelerimizi ifade edeceğimiz bir konuşmayı o başlatabilirdi.

Labirentteki fareler bile, çıkmaz yola saptıklarında davranışlarını değiştirmeyi öğreniyorlar. Öyleyse biz neden, deney hayvanlarından daha aptalca davranıyoruz?

Eski kavgaları yinelemek, bizi değişim yarattığımızda yaşayacağımız huzursuzluklardan koruyor.Diğer kişiyi farklı hale getiremeyiz, ama biz kendimiz farklı bir şey yaptığımızda, eski dans artık alışılmış şekliyle devam edemeyecektir.

Saat altıda yorgun argın ve biraz olsun huzur isteyerek eve girdiğimde, hemen ya çocukların ya kendisinin sorunlarından söz etmeye başlıyor ya da şikâyet edecek başka bir şey buluyor. Beş dakika olsun uzanıp dinlenmeye çalıştığımda, arkamda dikilip dünyayı sarsacak bir sorunu tartışmaya başlıyor; örneğin, çöp kutusunun kırıldığını.”

Pek çok evli çift gibi onlar da evlilik sorunlarının tamamen diğer kişiden kaynaklandığını düşünüyorlardı ve bunu söze dökmeseler bile, evlilik terapisinden ikisi de aynı şeyi bekliyordu: diğerinin “düzeltilmesi” ya da “kendine getirilmesi.

Genelde, eşlerin karşı tarafla ilgili olarak yakındıkları özellikler, başlangıçta onları birbirine çeken şeylerdir. Sözgelimi Sandra, Larry’nin düzenli ve sakin ruh halinden etkilenmiş, Larry ise onun duygusallığını sevmişti. Sandra’nın tepkili, duygu odaklı yaklaşımı ile Larry’nin mesafeli ve mantıklı davranışları birbirini dengeliyordu. Ne de olsa, karşıt kutuplar birbirini çeker, öyle değil mi?

Kendisinin duygusal katılımı artarken, Larry’nin sakinleştiğini fark etti ve, “Bu seni kızdırmadı mı?” diye sordu. “Biliyorsun ki bu senin hayatın. Bu konuda hiçbir şey hissetmiyor musun?” Larry tabii ki bir şeyler hissediyordu. Bu onun kariyeriydi ve haksızlık da kendisine yapılmıştı. Ama onun tepki verme tarzı ve zamanlaması karısınınkinden farklıydı. Larry ayrıca Sandra’yı, kendisi adına tepki vermesi için kullanıyordu. Sandra’nın hızla patlaması onu zokayı yutmaktan kurtarmıştı. Bu olaydan dolayı huzursuzluk duymasına gerek yoktu artık, çünkü bu işi onun adına Sandra yapıyordu. Sandra ne kadar çok duygu gösterirse, Larry’nin içindekiler o kadar azalıyordu.Sandra, Larry’nin farklı şekilde tepki vermesini sağlayamazdı. Ama kendisi adına farklı bir şey yapabilirdi. Duygu işini Larry adına üstlenmekten vazgeçtiğinde, döngüsel dans da bozulmuş oldu.

Bir süre sonra Larry işle ilgili başka bir krizden söz ederken, onu sesini çıkarmadan ve sükûnetini kaybetmeden dinledi. Gerçekte Larry’ye ait olan duyguları ifade etmeye ya da kendisine ait olmayan bu soruna çözüm bulmaya kalkışmadı. Larry kendisine zaman ve fırsat tanındığında kendi sorununa gerçekten tepki verdi ve kendi ikilemiyle uğraşmaya başladı. Hatta bunalıma girdi.

SandraLarry’yi, annesiyle babasına karşı duyduğu öfkeyi fark etmekten de korumaktaydı. Bunu, Larry adına onları eleştirip öfkelenerek yapıyordu. Tabii Larry’ye de işin, onları savunmak şeklindeki basit yanı kalıyordu.

Sandra öfkeyle tepki verdi ve Larry’ye, onların sadece kendilerini düşünen soğuk insanlar olduklarını söyledi. Yıllar sonra bile onların bu ihmalkâr tutumlarından öfkeyle söz ediyor, ama bunu onlara değil, Larry’ye söylüyordu. Larry ne yaptı? Annesiyle babası için bahaneler yarattı ve davranışlarına mantıklı nedenler buldu, ama onun bu tavrı Sandra’yı daha da öfkelendirdi. Bu, her birinin davranışının, diğerinin aynı şeyi daha çok yapmasına neden olan bir diğer döngüsel danstı. Sandra onları eleştirdikçe Larry annesiyle babasının savunmasını üstleniyor ve Larry onları savundukça da Sandra eleştirilerinin dozunu artırıyordu. Oysa annesiyle babasının tavrı aslında Larry’yi, Sandra’dan daha çok etkilenmişti. Ne de olsa onlar Larry’nin ailesiydi. Ama Sandra’nın duygu işini onun adına üstlenmeye hazır olması karşısında Larry sadece, karısının saldırısına uğrayan annesiyle babasına karşı sadakatini hatırlıyordu.
Larry’nin annesiyle babasının davranışları kendisini rahatsız ettiğine göre, bu konuyla uğraşmanın kendi işi olduğunu anlamıştı. Suçlama ya da saldırı içermeyen bir mektup yazarak onlara, ziyaretleri için makul bir tarih belirlemek üzere kendisine danışılmasına önem verdiğini açıkladı. Konumunu sıcak bir dille ama açıkça ve kesinlikle ifade etti ve onların başlangıçta savunuya geçmeleri karşısında gerilemedi. Sonuçta, hoşlanmadığı konuları onlarla etkili bir biçimde konuşmaya başlamasıyla birlikte, uzun süredir duyduğu öfkenin azalmaya başladığını görerek şaşırdı. Larry’nin annesinin babasının sıcak ve olumlu bir tepki vererek, açıksözlülüğüiçin Sandra’ya teşekkür etmeleri onu daha da çok şaşırttı. Bu, Sandra’nın onlarla ilişkilerini kendi başına halletme yolunda attığı ilk adımdı ve bu arada, ikisiyle de daha açık ve kişisel bir ilişki kurmuş oldu.

Karısının yeni kararlılığının kendisini tehdit ettiğini hisseden Larry başlangıçta, böyle bir mektubun yazılmasına itiraz etti. Kendi tipik tarzıyla karısına, hoşnutsuzluğunu haklı çıkaracak mantıklı savunular sundu. Ama Sandra işleri değiştirmekte kararlıydı ve deneyimleri ona bu yaklaşımın işe yaramadığını öğretmiş olduğu için, kavgaya girmeyi reddetti. Bunun yerine Larry’ye, onun görüş açısına saygı duymakla birlikte, sorunlarla nasıl ve ne zaman uğraşacağı konusunda kendi kararlarını kendi başına vermek istediğini açıkladı.
Sandra ile Larry, sonuçsuz kavgalarında birbirlerini suçlamak için büyük bir enerji harcamışlardı. Çoğumuzda olduğu gibi onlarda da suçlama yöntemi, işi başlatan kişiyi aramaktı. Diziyi başlatanın aranması, çiftlerde yaygın olarak görülen bir suçlama oyunudur.
Kadın, öfkesini etkisiz şekilde (Sandra’nınLarry’ye, kayınvalidesi ve kayınpederi hakkında hiçbir şeyi değiştirmeyecek şekilde yakınması gibi) açığa vurduğunda ya da aşırı duygusal bir tutumla ifade ettiğinde, erkeğini tehdit etmez. Tam tersine, onun erkeksi serinkanlılığını korumasına yardım eder ve bu arada kendisi de çocuksu ya da mantıksız bir insan olarak algılanır. Değişim ancak, kadının sorunları belirlemesi ve öfkesini, yeni ve farklı bir şeye doğru ilerlemek amacıyla kullanması halinde gerçekleşir

Şikâyetçi bir kadınla, mesafeli, içine kapanık kocası arasındaki etkileşimi inceleyelim. Adam içine kapandıkça kadın daha çok şikâyet eder ve kadın şikâyet ettikçe, adam daha çok içine kapanır. Öyleyse, burada suçlu kimdir? Bu diziyi izleyen bir gözlemci, “Ben biliyorum!” der. “Suçlu, kadın. Önce o şikâyete başlıyor ve adamın canına okuyor, sonra da zavallı adam içine kapanıyor.” İkinci gözlemci, “Hayır,” der. “Her şeyi yanlış anlamışsın. Suçlu, adam. Önce işine gömülüyor ve ailesini ihmal ediyor, sonra kadın onun peşine düşüyor.

**Döngüsel dansın başı ya da sonu yoktur. Dansı kimin başlattığının önemi de yoktur. Burada asıl önemli soru şudur: “Bu danstan nasıl çıkarız?”

“Döngüsel dansta kendi adımlarımı nasıl değiştirebilirim?” Bu, diğer kişiye öfkelenmekte haksız olduğumuz anlamına gelmiyor. Ya da, bu tarz dansların ortaya çıkmasına yol açan mevcut cinsiyet rollerimizin hatalı olmadıklarını söylemek istemiyorum; – bunlar tabii ki hatalı. Hayır; bunun anlamı, değişmek isteyen diğer kişiyi değiştirme gücümüzün olmadığı ve böyle bir şey yapmaya kalkışmamızın, onu değişmekten koruyabileceğidir. Hepimizin katıldığı döngüsel danslarda yaşanan paradoks, budur.

Bir sonraki akşam SandraLarry’ye, salı ve cuma günleri çocukları onun yatırıp yatıramayacağını sordu ve kendisinin bu günlerde dışarı çıkmayı planladığını söyledi. Larry, çok işi olduğunu söyleyerek itiraz etti. Sandra onunla tartışmak yerine çocuk bakıcısını arayıp, bu akşamlar gelmesini sağladı ve salı akşamı, haftada bir yapılan bir yoga dersine gitti. Cuma akşamı ise bir arkadaşıyla birlikte önce sinemaya, ardından da, bir kadeh şarap içmeye gitti. Artık Larry’yi ne takip ediyor ne de araya mesafe koyup içine kapanıyordu. Tam tersine, enerjisinin çoğunu kendi ilgi alanlarına ve planlarına yöneltse de, ona karşı eskisinden daha sıcaktı. Her zaman rahat bırakılmayı istemiş olan Larry üç hafta bu şekilde yaşadıktan sonra huzursuzluk duymaya başladı. Karısını gözden kaybetmek onu şaşırtıcı derecede rahatsız ediyordu. Öncelikle, karısının akşamları ne yapıp ne yapamayacağını denetimi altına almaya çalışarak onu kavgaya zorlamak istedi. Sandra misilleme yapmaya kalkışmadan Larry’ye, kendisinin sosyal gereksinimlere sahip sosyal bir insan olduğunu ve yaşamının bu önemli bölümünü daha fazla ihmal edemeyeceğini açıkladı. Bu konudaki sıcak ama kesin kararlılığı Larry’nin, karısının ona karşı değil, ama kendisi için hareket ettiğini açıkça anlamasını sağladı.

Larry’nin kendi bağımlılığını ve güvensizliğini gittikçe daha çok hissetmeye başlamasıyla birlikte, beklenmedik bir şey oldu: Sandra ilk kez, kendi yalnız kalma isteğiyle yüzleşti. Bir süre takipçi ve mesafe koyucu rollerini tersine çevirerek sürdürdükten sonra en sonunda dengeyi kurdular.

**Döngüsel dansı kırmak için ilk adımı atan kişi neden Sandra’ydı? Sandra, Larry’ye göre daha büyük bir acı içindeydi ve ilişkideki duygusal takipçi rolü onu duygusal olarak daha kırılgan bir konuma sürüklüyordu. Eski yöntemlerinin kendisi için iyi sonuç vermediğini görünce, farklı bir şey yapma gücünü buldu.

Sözgelimi Sandra, Larry’nin çocuklarla yeterince ilgilenmemesini sürekli eleştirmekteydi. Ama Larry aileye yaklaşmak için adım attığı anda onun babalığında düzeltecek bir şey buluyor, davranışını eleştiriyor ya da ona, çocuklarla nasıl daha iyi iletişim kuracağı konusunda tavsiyede bulunuyordu. Geriye çekilip, Larry’nin çocuklarla kendi bildiği gibi ilişki kurmasına izin vermek onun için çok güçtü. Larry’nin çocuklarla daha çok ilgilenmesini istiyor, ama bir yandan da, daha hâkim ve etkili ebeveyn rolünü sürdürmek istiyordu.

Kendi gelişim ve büyümesiyle uğraşmaya başlamasıyla birlikte çocuklar konusundaki tutumu da yumuşadı. Artık onlara, yaşadığı boşluğu dolduracak bir şey olarak bakmıyordu. Sandra’nın çocukları ve kocası üzerinde aşırı yoğunlaşması, onu “Şu anda benim önceliklerim nelerdir?” “Geliştirmek isteyeceğim yeteneklerim ya da ilgi alanlarım var mı?” “Önümüzdeki yıllar için kişisel hedeflerim nedir?” gibi zor sorulardan korumaktaydı. Enerjisini bu zorlu konularla uğraşmaya yöneltmesiyle birlikte Larry’ye, araya girmeden ya da onu düzeltmeye kalkışmadan, çocuklarla kendi yöntemiyle yakınlaşma fırsatını vermeye başladı.
Sandra geriledikçe, Larry onun yerini aldı. Çocuklar da annelerinin enerjisini kendi yaşamına yönelttiğini ve artık, bir numaralı ebeveyn olarak ona sadık kalmalarına ihtiyaç duymadığını sezinlemişlerdi. Böylece huzursuzluk ya da suçluluk duymadan babalarına yaklaşabildiler. Bu Larry için önemli bir değişimdi, çünkü babalık ve bu alandaki yetenekleri konusunda kendi kaygılarıyla yüz yüze gelmişti.

Sandra yıllarca, Larry’yi değiştirmeye çalışmıştı. “Keşke değişse!” “Keşke farklı olsa!” Larry’deki bir değişimin kendi mutluluğunu sağlayacağına gerçekten inanıyordu. Ama enerjisini Larry’yi değiştirip kontrol altına almaya yöneltmesi, işlerin hep aynı kalmasına yol açmıştı. Çünkü [Başkasını değiştirmeye ya da kontrol etmeye çalışmak hiçbir zaman işe yaramayan bir yöntemdir.] Ve Sandra değiştiremeyeceği birisini değiştirmek üzerinde yoğunlaşırken, kendine ait olan gücü; yani kendini değiştirme gücünü kullanamıyordu.

Sözgelimi, Larry’nin ev işlerini yarım bırakması Sandra’yı gerçekten çok rahatsız ediyordu. Eski modelde Sandra, Larry’yi işi bitirmesi için zorlar, bunun üzerine Larry işi iyice savsaklar ve Sandra onu daha da çok zorlardı. Döngüsel dans savsaklamazorlama-savsaklama-zorlama şeklindeydi. Sandra, işin asla bitmemesi olasılığına rağmen işi Larry’ye yaptırmaya çalışırdı. Tahmin edileceği gibi, Sandra’nın zorlamaları, Larry’nin sorumsuz davranışlarından rahatsızlık duymamasına yarıyordu. Sandra’nın eleştirileri karşısında öfkelenip savunuya geçiyor ve bu da onu, işi bitirmekte yaşadığı zorluk konusunda kaygı ya da suçluluk duymaktan koruyordu. Sandra’nınLarry’yi değiştirme çabaları, onun kendi sorunlarıyla yüzleşmesinden kaçınmasını kolaylaştırmaktan başka bir işe yaramıyordu.

“Bu bitirilmemiş işe ancak bir hafta daha katlanabilirim ve işi öfkelenmeden benim yapmamın da olanağı yok. Öyleyse, kendimi zorlanmış ya da öfkeli hissetmemem için ne yapabiliriz? Belki de, iş cumartesiye kadar bitmezse bir boyacı çağırılabilir.” Sandra’nın tavan konusunda yapabileceği bir şey tabii ki var; Larry bir anda dünyadan yok olsa, yaşamının geri kalan kısmını yarısı boyanmamış tavana bakarak geçirecek değil. Ama eski modelde Sandra tüm gücünü Larry’yi değiştirmeye yöneltmiş olduğu için, kendi başına hareket edip seçim yapma gücünü kullanamıyordu -ki bu da aslında, sahip olduğumuz tek güçtü.

4-ÇEKİLMEZ ANNELERİMİZE KARŞI DUYDUĞUMUZ ÖFKE: Maggie’nin Öyküsü

Eski bir ilişkide yeni bir konum aldığımızda yaşanacak güçlü huzursuzluklarla yüzleşmek yerine, öfkemizle, değişimin gerçekleşmesini engellemekten başka hiçbir işe yaramayacak iki şey yapabiliriz. İlk olarak, ailemizin üyeleriyle “yüzleşip” onlara nasıl düşüneceklerini, nasıl hissedeceklerini ve nasıl davranacaklarını söyleyebiliriz. Bunu yaparak, diğer kişiyi değiştirmeye çalışmış oluruz. İkinci olarak, kendimizi annemiz, babamız ya da kardeşlerimizden duygusal ve/veya coğrafik olarak uzaklaştırırız. Kronik öfke ya da sıkıntımızı tedavi etmenin en hızlı yolu tabii ki evden ayrılıp başka bir şehre (ya da daha iyisi, başka bir ülkeye) yerleşmek ya da, bize yeni ana baba olacak sempatik bir terapist bulmaktır. Aile ziyaretlerini aza indirebilir ya da bu ziyaretlerin nazik ve yapay geçmesini sağlayabiliriz.

Maggie her yıl annesini evine çağırıyor, ama onun ziyaretinin üçüncü gününde öfke ve bıkkınlık duymaya başlıyordu.

Onun olumsuzluğunu ve müdahaleciliğini ayrıntılarıyla açıklıyordu

Maggie üç aylık hamile olduğunu söylediğindeyse şöyle demişti: “Evini temizlemeye bile zaman ayıramazken, çocukla nasıl uğraşacaksın?”

Sözgelimi, annesine şöyle diyemiyordu: “Anne, bu hamilelik Bob’la ikimiz için çok şey ifade ediyor. İkimiz de çok heyecanlıyız ve arada bir endişelensem de, sonuçta her şeyin yolunda gideceğine inanıyorum.” Ya da: “Anne, para harcama şeklimin seninkinden çok farklı olduğunu biliyorum. Ama yaptığım şey benim için uygun; tıpkı seninkinin de senin için uygun olması gibi.” Maggie bunları söylemek yerine, eleştirildiğinde ya da takdir görmediğinde sessiz kalmayı tercih ediyordu. Sessizce öfkelenmek, kendini duygusal olarak uzaklaştırmak ve en sonunda patlamak arasında gidip geliyordu ve bu tepkilerin hiçbiri sorununa çare olmuyordu

Karşımıza çıkan tüm haksızlıklara ya da sıkıntı kaynaklarına kişisel olarak tepki vermemiz gerekli olmayabilir. Bazen, bazı şeyleri göz ardı etmek olgunluk gereğidir. Ama Maggie için sesini çıkarmamak –ve ardından, patlamak– annesiyle ilişkisinin acı verici bir kuralı haline gelmişti. Kendisi için önemli olan sorunları ele almayarak benliksizleşiyor ve sonuçta kendini öfkeli, harcanmış ve gergin hissediyordu.

Maggie’yi suskunluğu konusunda sorguladığımda, sesini çıkarmamasını haklı gösteren sayısız bahane sıraladı: “Bunu asla söyleyemem!” “Annem bunu dinlemez!” “Bu işleri daha da kötüleştirmekten başka bir şeye yaramaz.” “Bunu belki yüz kere denedim, ama işe yaramadı.” “Bu durum umutsuz.” “Bunu söylersem annem ölür.” “Bu benim için artık o kadar önemli değil.” “Siz annemi tanımıyorsunuz!” Bu sözler size tanıdık geldi mi? Ailede duygusal gerilim yükseldiğinde, yetersiz iletişimin suçunu çoğumuz diğer kişiye atarız. Sağır, inatçı, deli, umutsuz, çaresiz, kırılgan ya da sabit fikirli olan hep anne/baba/kardeştir. Konuşmamızı ya da ilişkinin değişmesini engelleyenin, diğer kişi olduğunu düşünürüz. Yakındığımız etkileşimdeki kendi rolümüzü ve böylece, değişim yaratma gücümüzü inkâr ederiz. Maggie sessiz kalmak ya da tartışıp kavga etmekten başka seçeneği yokmuş gibi davranıyordu; oysa deneyimleri ona, ikisinin de işe yaramadığını göstermişti. Öfkesini dışarı vurduğunda büyük bir sıkıntı duyuyor ve yeni bir sessizlik ve duygusal çekilme döngüsüne giriyordu.

Bebek sahibi olması, Maggie’nin içindeki savaşçıyı ortaya çıkarmıştı. Annesiyle, özellikle Amy’nin bakımı konusunda, durmadan kavga ediyorlardı.

Diğer bir kişiyi, özellikle de bir ebeveyni değiştirmeye çalışmak, yenilgiye yol açacak bir çabadır. Kızının onu, hata yaptığını itiraf etmeye zorlaması karşısında Maggie’nin annesi tahmin edilebileceği gibi, kendi inançlarına daha da sıkı sarılmaktaydı. Maggie, başka bir insanın duygu ya da düşüncelerini kontrol edemeyeceğini ya da değiştiremeyeceğini henüz öğrenememişti. Bu şekilde davranması, annesinde eleştirdiği katılığın daha da artmasına yol açıyordu.

Maggie, öfkesinin gerçek kaynağını henüz belirlememişti. Genellikle olduğu gibi bu örnekte de anneyle kız, sözde sorun üzerinde tartışıyorlardı. Amy’yi plana ya da acıkmasına göre emzirmek ve ağlatmak yerine uyuması için kucağa alıp sallamak gibi çocuk bakımı uygulamaları hakkında tartışmaları, buradaki gerçek sorunu gizlemekteydi: Maggie’nin annesinden bağımsızlığı.

“Ve böylece onu koruyorsun. Hiçbir sonuca gitmeyen kavgalara girerek ve asıl sorun hakkında açıkça konuşmayarak onu koruyorsun. Senin nerede durduğunu anlamasını sağlamaktansa, annenle kavga ediyorsun.”

Annesine kendi güçlü ve ayrı benliğini gösterme konusunda duyduğu korku ve suçluluğun azalmasıyla birlikte, bu ilişkide değişim yaratmaya hazır hale geldi. Artık o eski kavgalara girmeyecekti. Ya da, hem anne hem de yetişkin bir kadın olarak otoritesi sorgulandığında sessizce acı çekmeyecekti. Maggie, bağımsızlığını göstermeye karar vermişti.

Maggie içinin büyük bir öfkeyle dolduğunu hissetti ve bir an, annesine bağırmayı düşündü. Ama kavga etmenin, hem annesini hem de kendini korumaktan başka bir şey olmadığını artık biliyordu. Sessizlik de aynı anlama geliyordu. Hem kavga etmek hem de sessiz kalmak, Maggie’nin annesinden bağımsızlığını kazanamamasına yol açan yöntemlerdi. O anda, kavga etmenin bundan daha kolay olduğunu anladı. Annesine, kendi ayrılığını ve bağımsızlığını göstermek üzereydi. Bunu olgun ve sorumluluk sahibi bir tutumla yapacaktı. Annesinin de endişeli olduğu belliydi; kızının onunla böyle sakin ama kararlı bir tutumla konuşması alışılmış bir şey değildi

Maggie bir an duraksadı. İçinde, nedenini bilmediği büyük bir korku vardı

Maggie kendi konumunu savunma isteği duydu, ama kendini tuttu. Tartışmanın, sonuçta konudan uzaklaşmaya yol açacağını biliyordu; yani, kendisinin annesinden farklı ve bağımsız bir insan olduğundan ve dünyada kendine özgü bir varlık taşımasından. Annesi sözlerini bitirene dek onu sabırla ve saygıyla dinledi. Ona karşı çıkmaya ya da kavga etmeye kalkışmadı. Maggie artık farklı bir şey yapıyordu ve hem annesi hem de kendisi, bunun farkındaydılar.

Amy’nin beşiğinde ağlaması konusunda haklı da olabilirim, haksız da. Bunu bilemiyorum. Ama şu anda benim için önemli olan tek şey, Maggie’nin annesi olarak, kendi doğru bulduğum şeyi yapmam. Asla hata yapmayacağımı ya da son sözü hep benim söyleyeceğimi ima etmek istemiyorum. Benim söylemek istediğim şey, bağımsızlığımı ve Amy’nin annesi olarak özgüvenimi kazanmak için çok uğraştığım. Benim çocuğumla, benim doğru bulduğum şeyi yapmam benim için çok önemli.

Bana buraya gelmek yerine evde kalmam gerektiğini mi söylüyorsun? Seni rahatsız ediyorsam hemen gidebilirim.

“Burada durup, o çocuğu mahvetmene izin veremem!” Maggie’nin annesi gitgide daha mantıksız ve kışkırtıcı oluyor ve eski ilişkiye geri dönmek amacıyla farkına varmadan, Maggie’yi kavgaya çekmek istiyordu.

Maggie içinde yeni bir öfke dalgası hissetti, ama bu kez öfkesi çabucak yok oldu. Kavga davetini kabul edip eski modele geri dönmeyeceğini biliyordu

“Sana yardım etmeye çalışıyorum, ama sen yardımımı geri çeviriyorsun.” Maggie’nin sesi hâlâ sakindi. “Anne, seni eleştirmiyorum. Sana, yaptığının yanlış bir şey olduğunu söylemiyorum. Ben sadece kendi tepkimden söz ediyorum. Amy’yi kucağına aldığında sinirleniyorum, çünkü ben de anne olarak özgüvenimi kazanmaya çalışıyorum. Sana sadece ne hissettiğimi ve ne istediğimi söylüyorum.

Maggie’nin annesi ayağa fırladı ve içeri girip, kapıyı arkasından çarparak kapadı. Maggie bir an, annesinin intihar edeceği ve onu bir daha asla göremeyeceği gibi korkunç bir düşünceye kapıldı. Birden, başının döndüğünü ve dizlerinin titrediğini fark etti. Maggie ve annesi “ayrılık huzursuzluğu”nu yaşıyorlardı. Maggie artık, evden ayrılmaya başlamıştı.

Annesi öfkeyle odasına çekildiğinde Maggie de korkusu ve suçluluk duygusuyla baş başa kaldı.

Söylemesi gerekenleri söylemişti ve artık tek isteği, annesinin ya da kendisinin ortadan yok olmasıydı. Bu işe yaramaz. Önemli bir ilişkide vur-kaç tavrı uzun vadeli bir değişim doğurmaz. Maggie değişim konusunda gerçekten ciddiyse, kat etmesi gereken daha uzun bir yol var. Maggie’nin öncelikle (hem kendisinin hem de annesinin iyiliği için)

Sular durulup ilişkileri sakinleştiğinde Maggie, çocuk yetiştirme konusunda bir konuşma başlatabilir; –ne de olsa bu, annesinin uzman olduğu bir konudur. Maggie sözgelimi şöyle diyebilir: “Anne, bazen Amy’yi sakinleştirmeye çalışıyorum ama o ağlamayı sürdürüyor. Biz küçükken sen de böyle şeyler yaşamış mıydın? Bunu nasıl halletmiştin?” Ya da: “Dört çocuk yetiştirmek senin için nasıl bir şeydi; özellikle de, ikisi arasında sadece bir yaş fark varken?” Annesi buna karşılık, “Benden öneri istemediğini sanıyordum,” diye homurdanırsa Maggieona şöyle diyebilir: “Aslında bana önerilerde bulunulmasını –öneriler iyi bile olsa– pek yararlı bulmuyorum, çünkü kendi sorunumla kendim uğraşmalı ve kendi çözümümü bulmalıyım. Ama senin deneyimlerini ve bunlarla nasıl başa çıktığını öğrenmek işime yarayabilir.” Öneride bulunulmasını engellemek –tabii, sorun buysa– iletişim hatlarını kesmek anlamına gelmez. Bağımsızlaştıkça, aile üyelerimiz hakkında daha az değil, daha çok şey öğrenir ve onlara daha rahatça açılabiliriz.

Maggie, daha bağımsız bir benlik oluşturmanın getireceği huzursuzluk ve suçlulukla başa çıkabilecek mi, yoksa annesinin tepkisi karşısında duygusal olarak gerileyip, eskiden annesiyle yakınlıklarını korumalarını sağlayan bildik kavgalara geri mi dönecek? Top şimdi Maggie’de. Ve bu zorlu seçimi yapmak, ona düşüyor.

Maggie, eski modeli değiştirmeyi seçti. Arada bir başarısızlığa uğrayıp geçici olarak kavgaya, annesini eleştirmeye ya da kendini ilişkiden uzaklaştırmaya yöneldiği oldu. Ama her seferinde kendini toplayıp yoluna devam etti. Zaman geçtikçe, bağımsızlığını suçlamadan ve kendini uzaklaştırmadan ilan etmeyi öğrendi. Böylece annesiyle yeni ve daha olgun bir ilişki kurdu, yıllar boyunca süren kavgaları yüzünden konuşamadıkları konularda onunla konuşmaya başladı.

Annesi de, yardımcı ve yakın olmak için öneride bulunmak ya da eleştirmek dışında ne yapabileceği konusunda Maggie kadar şaşkındı.

Maggie ona ilk kez yazmaya başladığında babası, kendini daha da uzaklaştırarak tepki verdi. Bu, kızının değişim yaratmasına karşı attığı karşı adımlardan biriydi. Babasının “Eskisi gibi ol!” tepkileri, şekil olarak farklı olmakla birlikte, en az annesininki kadar çarpıcıydı. Ama Maggie sakin bir konum benimsemeyi başardı ve ona yazıp, hayatındaki önemli olayları ve konuları anlatmaya devam etti. Annesiyle babası arasındaki kavgalar hâlâ sürüyordu gerçi, ama Maggie’nin yeni bağımsızlık düzeyi, ikisinin arasındaki çatışmalardan uzak kalmasını sağlıyordu. Zamanla babasıyla ilişkisi de gelişip derinleşti.

Maggie’nin harcadığı çaba, etkisini gelecekteki kuşaklarda da gösterecek. Çocukları büyüdüğünde onlara bağımsızlık ve ayrılık hakkı tanımayı başaracak, çünkü ilk ailemizden kazandığımız bağımsızlık düzeyini kendimizden sonraki kuşağa da geçiririz. Maggie bu değişimi gerçekleştirmeseydi, ileride çocuklarına karşı aşırı ilgili ve tepkici olacaktı. Ya da, büyüdüklerinde çocuklarına uzak olacaktı ki bu da zaten, madalyonun diğer yüzüdür. Maggie bunun henüz farkında olmasa bile, yaptığı şey aslında paranın satın alabileceği en iyi “etkili ebeveynlik eğitimi.”

5-ÖFKEYİ REHBER EDİNEREK KULLANMAK: Daha Açık Bir Benliğe Giden Yol

(Bu kez öfkelenmeden) “Matthew,” dedim, “Seni elinde o keskin bıçakla gördüğümde korkuyorum. Elini kesmenden endişeleniyorum.” Bu noktada Matthew duraksadı, gözlerimin içine baktı ve sakin bir sesle, “Bu senin sorunun,” dedi. Hemen şu karşılığı verdim: “Çok haklısın. Korkmak gerçekten benim sorunum ve şu anda elinden bıçağı alarak bu sorunu halledeceğim.” Ve bıçağı aldım.



“Dinlemeyi bilmiyorsun,” yerine “Söylediklerim duyulmuyor,” demek, yapıcı diyalog kurma olasılığını tabii ki artıracaktır.

Karen, “Ama artık öfkeli değilim,” diyordu. “Bunun benim için bir anlamı kalmadı.” Karen tabii ki hâlâ öfkeli. Sadece, bunu fark etmiyor. Haksızlıklara boyun eğdiğimizde ya da kendimiz pahasına diğer bir insanı koruduğumuzda öfke duymamız kaçınılmazdır. Karen’ın öfkesini inkâr etmesinin ve kendi konumunu savunmada başarısız olmasının bir bedeli vardı. İşyerinde kendini yorgun ve isteksiz hissetmeye başladı. Değerlendirmeden iki hafta sonra, önemli bir form dosyasını yanlış yerleştirdi ve ciddi bir azar işitti. Bu kendi kendini sabote edici hareket belki de, patronunun ona hak ettiği değerlendirmeyi vermediği görüşünü kararlılıkla savunmaktansa, “Üstün” değerlendirmesini gerçekten hak etmeyen kötü çocuk rolünü üstlenmek için bilinçsizce yapılan bir hareketti.

Karen, patronunun tepkilerini değiştirmeye ya da kontrolü altına almaya çalışmamalı (zaten bunu başarması da mümkün değil). Patronunun tepkilerinin kendisini kontrol etmesine de izin vermemeli. Patronunun söyleyeceklerini dinleyerek ve ardından kendi konumunu yeniden bildirerek, amacına doğru ilerlemeye devam edebilir. Arada bir kırık plak gibi konuşmak kötü bir şey değildir

Karen öfkesiyle baş etmekte ne kadar ustalaşırsa ustalaşsın, patronunun fikrini değiştirmesi ya da adaletin tecelli etmesini sağlaması mümkün olmayabilir. Karen’ın yapabileceği şey, kendi konumunu bildirmek, seçeneklerinin farkına varmak ve kendi adına karar verme sorumluluğunu üstlenmektir. Karen patronuna karşı sakin ve açık davrandıkça, o da değerlendirmeyle ilgili kendi bakış açısı ve ne yapıp ne yapmayacağı konusunda açıklığa kavuşacaktır

Karen’ın gözyaşları ayrıca, patronuna suçluluk hissettirme amacını taşıyor olabilirdi (“Beni nasıl incittiğinizi görüyor musunuz?”); bu, nerede durdukları konusunda kesin bir bildirimde bulunmaları engellenen kadınların sık sık başvurdukları bir yoldu.

“Öğrenmeye en çok ihtiyaç duyduğumuz şeyi öğretiriz.”

Ruth önemli bir değişim gerçekleştirerek kocasını eleştirmek ya da ona talimat vermek yerine, kendi duygularını anlattı.

Araştırma asistanıyla ilişkisini bitirmeyi reddetti. Joan uzun bir kişisel karmaşa döneminden sonra kesin tavrını koydu ve şöyle dedi: “Bu ilişkiyi sürdürürsen, ben seninle ilişkimi sürdüremem.” Bunu tehdit etmek ya da duygusal bir şantaj yapmak amacıyla değil, ne yaşadığını anlatmak için söylemişti. Carl tepki vermedi ve yaşamına eskisi gibi devam etti. Bunun üzerine Joan ondan, evden ayrılmasını istedi. Kısa bir süre sonra Carl, Joan’i tamamen terk etti ve araştırma asistanının yanına taşındı.

Biraz yavaşlayın! Bir konuda henüz emin olmadığımızı ve bununla mücadeleye devam etmenin bize düştüğünü görmemizi sağladığı sürece öfkemiz, kişisel gelişim ve değişim için güçlü bir araç olabilir.

6- KUŞAKLAR ARASINDA: Katy ile Yaşlanmakta Olan Babası

Katy, öfkelendiğimizde çoğumuzun yaptığı şeyi yapıyor: Yargılıyor, suçluyor, eleştiriyor, ahlak dersi çıkarıyor, vaaz veriyor, talimat veriyor, yorumluyor ve psikanaliz yapıyor. Katy’nin ağzından, kendisi hakkında tek bir cümle bile çıkmıyor.

Katy’nin Babası Bu Tür Taleplerde Bulunmakta Haksız mı? Bilmiyorum.Yetmişikiyaşındakibudulbabanınyetişkinkızındantam olarak ne kadar talepte bulunmaya hakkı olduğunu kim bilebilir? On kişiye bu konuda fikirlerini sorsak, yanıt verenlerin yaşına, dinine, uyruğuna, sosyoekonomik sınıfına, kardeş durumuna ve aile geçmişine göre değişen on ayrı yanıt alırdık.

Katy’nin Babasıyla İletişimlerinde Yanlış Olan Ne? Öncelikle, Katy taktik kullanarak stratejik davranmıyor. Eleştirildiklerinde ya da neyi yanlış yaptıkları söylendiğinde çok az insan dinlemeyi becerebilir. Katy’nin babası gerçekten esnek bir insan değilse, kızının sözleri onda savunuya geçme gereksinimi yaratacak ve Katy’yi dinlemesi olasılığını azaltacaktır.

Katy için babasını eleştirmek ya da başkalarının da onu eleştirmelerini sağlamak kısa vadeli bir rahatlama ya da en azından, ahlaki olarak üstünlük duygusu getirebilir; ama bu noktada asıl yapması gereken, öfkesiyle bir şey yapmamaktır.

Gerilimin yüksek olduğu durumlarda çoğumuz zamanımızı, diğer kişiye tanı koyarak geçiririz. Tanı koymak gerçekten yararlı bir görüş sunma isteğini de yansıtabilir, ama genellikle, gizli bir suçlama ve kendini üstün görme şeklidir.

Sorun, Katy’nin. Babasıyla, kendini öfkeli hissetmemesi için uygun sınırları belirlemek ve açıklığa kavuşturmak için bir yol bulmalı. Çabalayan ve acı çeken, Katy. Bu onun sorunu.

Kimse bizim suçluluk duymamıza neden olamaz, bunu ancak deneyebilirler. Katy’nin eski modeli değiştirmesi durumunda babası hiç kuşkusuz ona zor günler yaşatacak, ama kendi duygularından sadece Katy sorumlu; suçluluk da dahil.

Bizden talep edilen şeylere tepki olarak öfke duyduğumuzda, ama davranışımızı değiştirmek için bir seçenek göremediğimizde ne yapabiliriz? Öfkemiz, bir soruna işaret eder, ama bu sorunun nasıl çözüleceğine dair en ufak bir ipucu bile getirmez. Öfke sadece, hissettiğimiz bir şeydir. Bize, biraz yavaşlamamız ve benliğimiz hakkında daha açık düşünmemiz gerektiğini söylerken bir yandan da, açıkça düşünmemizi güçleştirir.

Babası, “Beni şaşırtıyorsun, Katy,” dedi. “Annen yaşlandıklarında hem annesine hem de babasına baktı ve bundan hiç yakınmadı. Annen seni görse herhalde hiç gurur duymazdı.”

“Ne demek istediğini anlıyorum, baba.” Katy bu yemi yutmayı reddetmişti ve kendi sorununu sakince ele almayı sürdürüyordu. “Annemin her ikisine de bakabilmesi beni hep etkilemiştir. O, öfkelenmeden verici olmak konusunda çok yetenekliydi. Ama ben annem değilim. Ondan farklıyım ve onun gibi davranabileceğimi hiç sanmıyorum. Sanırım ben annemden daha bencilim.”

“Doğrusunu söylemek gerekirse, senin bu konudaki deneyimlerini benimle paylaşman yararlı olabilir. Senin de başına böyle bir şey gelmiş miydi? Annen hastalanıp kendine bakamaz hale geldiğinde ne hissetmiştin? Onu huzurevine yatırmak kimin aklına geldi ve bu konuda senin fikrin neydi?”

O anda Katy’nin içinden, babasına eskisi gibi tavsiyede bulunup dışarı çıkarak insanlarla tanışmasını ve elindeki kaynakları kullanmasını söylemek geçti. Ama deneyimleri ona, bunun bir işe yaramadığını göstermişti. Bunun yerine, kendi sorununu tartışmayı sürdürdü.

Katy, ailevi bir soruna öfkeyle tepki vermektense konuyu (bu örnekte, yaşlı anne ve babaya kimin bakacağını) açıkça ele alarak konunun zehirini almıştı. Sonuç olarak, ele alınmamış konu hakkında bilinçaltında yaşanan huzursuzluk yok olacak ve Katy, durumunu daha nesnel bir şekilde düşünebileceğini görecek. Katy ayrıca, babasını, yaşlı anne babasıyla kendi deneyimleri hakkında sorgulamaya başlıyor. Diğer aile üyelerinin sizinkine benzer sorunları kuşaklar boyunca nasıl hallettiklerini öğrenmek, tepkiselliği azaltıp bireyin kendisi hakkındaki açıklığını artırmasının en iyi yollarından biridir.

“Babama hayır dediğimde yine de suçluluk duyuyorum. Ama evet demeyi sürdürürsem de öfkeleneceğim. Öyleyse, değişmek istiyorsam, bir süre suçluluk duygusuna katlanmayı öğrenmeliyim.” Ve aynen öyle yaptı: Suçluluk duygusuna katlandı, ama bu o kadar zor bir şey değildi ve suçluluğu zamanla yok oldu

Bu durum Katy’yi rahatlatmakla birlikte bir yandan da kaygılandırmıştı. Babasıyla uğraşmasının hayatını ne kadar düzenlemiş olduğunu ve bunun da, kendi yaşıtlarından soyutlanmışlığıyla yüzleşmekten kaçınmasına yardımcı olduğunu gördü. Ayrıca, yardım istemekte değil, yardım etmekte daha iyi olduğunu öğrendi.

Katy’nin babası için yapmaya ve yapmamaya karar verdiği işlerin ne olduğu hiç önemli değil. Katy’nin çözümü sizin ya da benim için doğru olmayabilirdi. Burada asıl önemli olan, kendi ailesiyle ilgili olarak yaptıkları ve böylece, hem kökleriyle bağlantısı, hem de birey olarak ayrılığı ve açıklığı hakkında daha çok bilgilenmesiydi.

7- KİM, NEDEN SORUMLU: En Zorlu Öfke Sorusu

Duygularımıza neden olarak diğer insanları sorumlu tutmaktan ve bizim seçim ya da tepkilerimize diğerlerinin verdikleri tepkiler yüzünden kendimizi suçlamaktan vazgeçtiğimizde, öfkeyi değişim aracı olarak kullanmaya başlarız. Biz, kendi davranışımızdan sorumluyuz. Ama diğer insanların davranışlarından sorumlu değiliz ve onlar da bizim davranışlarımızdan sorumlu değiller.

Veteriner hayvanı muayene ettikten sonra şöyle dedi: “Beni hemen aramalıydınız. Köpeğiniz ölebilirdi.” Stephanie, Jane’e çok öfkelenmişti. “Eğer hayvana bir şey olsaydı bu senin suçun olurdu.” dedi

Stephanie daha sonra şu açıklamayı yaptı. “Doktoru aramadım, çünkü hatalı çıkarsam Jane bana yapmadığını bırakmazdı. Veterineri geceyarısı boş yere uyandırmış olsaydım, Jane haftalarca bunu tekrarlar ve beni nevrotik bir kaygıcı olarak görmek için bir neden daha bulmuş olurdu. Jane’i seviyorum, ama onun ne kadar çekilmez biri olduğunu siz bilemezsiniz. Kendinden o kadar emin ki, benim kendi fikirlerimden kuşkulanmama yol açıyor.” Bu açıklamada Stephanie, kendi davranışlarından Jane’i sorumlu tutmaktadı

Karar vermeyi gerektiren bir durum (bu örnekte, köpeğin hastalanması) oluşur. Stephanie, fikrini biraz çekingen bir tavırla belirtme eğilimindedir. Jane ise, onunkinden farklı olabilen fikrini, tamamen kendinden emin bir tavırla belirtmektedir. Bunun üzerine Stephanie ya ilk fikrinden kuşkuya düşer, ya da bunun kavgaya değmeyeceği sonucuna varır. Ama her iki durumda da kararı Jane’e bırakır. Bu model genellikle ikisi için de iyi yürür ve sular durgun kalır. Ama (bu örnekte görüldüğü gibi) huzursuzluğun ve gerginliğin yükseldiği durumlarda Stephanie, Jane’in kararının sonucu hoşuna gitmediğinde ona öfkelenir. Stephanie bu durumda ya Jane’den uzaklaşır, ya da onun kararını eleştirir.

Jane, iki kız kardeşin büyüğüdür. Bu konumdaki birisinin doğal lider olması ve içten içe, sadece kendisi için değil, diğer kişi için de en iyiyi bildiğine inanması alışılmış bir durumdur. Stephanie ise iki kız kardeşin küçüğüdür ve bu nedenle, sorumluluğu başkalarına bırakmaya alışkındır. Liderle kıyasıya mücadele edebilir belki, ama liderlik ona önerilse, ne yapacağını şaşırır. Kişinin kardeş durumunun, hayata yaklaşımını etkilediğini bilmek bile yararlı bir şeydir. Stephanie denetimi ele almakta, Jane ise ele almamakta zorluk çekiyorlarsa, kendi kardeş konumlarındaki kişilerin gerilim altında genellikle davrandıkları şekilde davrandıklarını anlamaları, durumlarına espriyle ve kendilerini eleştirmeden yaklaşabilmelerini sağlayacaktır.

“Jane, sen kendinden çok eminsin. Seninle tartışmak olanaksız, çünkü sen hep haklısın ve benim fikirlerimi dinlemiyorsun. Kendine o kadar güveniyorsun ki, kimse seninle tartışamıyor. Bu her şeyi ben bilirim tavrından bıktım. Fikrimi söylediğimde, bunun doğru ya da yanlış olduğunu belirtiyorsun. Kendi düşüncelerimden kuşkuya düşmeme yol açıyorsun. Üstelik kontrolü eline alıyorsun ve her şeyi istediğin şekilde yönlendiriyorsun

“Jane, ilişkimizdeki sorunu düşündüm. Sanırım bunun, karar vermede ve sorumluluk üstlenmede zorluk çekmemle ilgisi var. O gece veterineri aramadım, çünkü sen fikrini o kadar güvenle söyleyince ben kendi fikrimden kuşku duymaya başladım. Ve sen fikrimi eleştirip, bu kadar kaygılandığım için beni küçümsediğinde –ki bu hiç hoşuma gitmiyor– gerilemeye daha da hazır duruma gelerek tepki verdim. Bunu çok sık yaptığımın farkındayım. Bunun için de, kendi kararlarımı verip sahip çıkmaya çalışacağım. Hatalar yapacağımı ve ilişkimizin bir süre gergin olacağını biliyorum ama şu anki durum beni tatmin etmiyor. Ancak ailemdeki kadınların kendi kararlarını verme konusunda pek başarılı olmadıklarını biliyorum; dolayısıyla bu konuda öncülük etmek benim için kolay olmayacak.”

“Rich, yaptığım ev işi miktarıyla ilgili bir sorunum var. Yemek pişirme ve temizlik işlerinin yarısından fazlasının sorumluluğunu üstlendiğimde öfkeleniyorum, çünkü payıma düşenden fazla yük taşıdığımı düşünüyorum. Ayrıca, yoruluyorum da. Sanırım benim en büyük sorunum sürekli çok yorgun olmam. Enerjimi koruyup kendime daha çok zaman ayırmamı sağlayacak bir yol bulmalıyım.”

Lisa kocasını eleştirmedi ve ona, iyi bir erkeğin nasıl davranması gerektiği konusunda dersler vermedi. Bunun yerine, kendisi için giderek sorunlu hale gelen bir durum hakkındaki duygularını aktardı. Rich’in, “Tanıdığım diğer kadınlar bu işleri gayet iyi hallediyorlar,” demesi üzerine de şu yanıtı verdi. “Peki, ama ben diğer kadınlar gibi değilim. Ben, benim.”

Birkaç ay sonra Rich hâlâ, çöpü döküp bahçeyle ilgilenmekten başka bir şey yapmıyor ve Lisa’nın öfkesi de sürüyordu. Lisa’yla konuştuğumuzda, kendi davranışlarını değiştirmemiş olduğunu gördüm. Her zamanki gibi Rich’in arkadaşlarını ağırlıyor, onun çamaşırlarını yıkıyor, yemek hazırlıyor, bulaşıkları yıkıyor ve hatta,Rich’in çalışma odasını temizliyordu. Lisa ağzıyla şöyle diyordu: “Yorgunum, öfkeliyim ve bu konuda bir şey yapma ihtiyacı duyuyorum.” Ama davranışlarıyla statükoyu koruyordu. Kısacası, sorunu hakkında bir şey yapma sorumluluğunu üstlenmiyordu

Lisa bu değişimi Rich’e karşı değil, kendisine karşı duyduğu sorumluluk nedeniyle gerçekleştirmişti. Eğer “grev” ilan etmiş ya da bütün bunları, Rich’ten intikam almak için yapmış olsaydı, aralarındaki sorunlar daha da derinleşirdi

Rich’in de bazı değişiklikler gerçekleştirdiğini ve Lisa’nın bunlara tepki olarak karşı adımlar attığını eklemeliyim. Birbirimize genellikle “Lütfen değiş!” ve “Lütfen eskisi gibi ol!” karışımı mesajlar veririz. Rich ev işlerinin bir kısmını üstlendiğinde Lisa hemen, ona istemediği halde önerilerde bulunmaya ya da onu bu işte yeterince iyi olmadığı için eleştirmeye başladı. Bir insandan ev işlerini daha çok üstlenmesini istedikten sonra ona “Bu işi benim yaptığım gibi yap,” ya da “Bu işi, yapmanı istediğim şekilde yap,” demek, değişimi engelleyen bir adımdır. Lisa, Rich’in ev işleriyle daha çok ilgilenmesini gerçekten istiyorsa (ki bu, o alandaki kontrolün bir kısmını ona devretmek istediğini gösterir), Rich’in bu işi kendi yöntemiyle yapmasına da hazır olmalıdır

Rich’in değişmeye başlamasıyla birlikte Lisa bir sorun daha yaşadı: Kocasının daha çok ev işi yapmasından öte, ev işi yapmayı istemesini de istiyordu. Lisa “Dün gece bulaşıkları yıkadı,” diyordu. “Ama akşamın geri kalan kısmında surat asıp durdu. Buna değmez.” Burada da, Lisa’nın değişimden huzursuzluk duyduğunu görüyoruz. Surat asmak Rich’in sorunu. Onun duygularını onarmak ya da değiştirmek Lisa’nın işi ya da sorumluluğu değil. Bugüne kadar surat asmaktan kimse ölmemiş olsa da, dünyanın duygusal kurtarıcıları olan kadınlar diğerlerinin duygularıyla baş etmeye çalışmalarına izin vermekte büyük zorluk çekerler. Lisa uzaklaşmaktan ya da eleştirmekten kaçınabilirse ve Rich‘in istediği gibi somurtmasına tepki göstermeden izin verebilirse, kocasının surat asmaları zamanla geçecektir

Son bir soru daha: Lisa değişim konusunda gerçekten ciddiyse, her şeyin ortaya döküleceği bir kavgaya neden girmiyor? Lisa ciddi olduğunu, sesini yükselterek gösteremez mi? Eğer Lisa‘nın kendini iyi hissetmesini sağlayacak ve durumu eskisi gibi sürdüremeyeceği konusunda açıklık kazanma sürecinin bir parçası olacaksa, kavga etmekte kötü bir şey yoktur. Bu tür çatışmalarda önemli olan kavga etmekten ya da etmemekten, sesimizi yükseltip yükseltmemekten çok, (Lisa örneğinde, ev işlerinde) aşırı yüklenmeye artık devam edemeyeceğimize duyduğumuz inancın artmasıdır.

İlişkilerde kadınlar genellikle, “kurtarıcı” ya da “tamir edici” rolü üstlenerek aşırı yüklenirler. Diğer insanları şekillendirmek ya da sorunlarını çözmek bizim görevimizdir, üstelik bunu yapmak gücümüz dahilindeymiş gibi davranırız. Bir kişinin attığı ya da atamadığı tüm adımlara tepki verebilir ve sıkıntıyla yoğun öfke ya da umutsuzluk arasında gidip geliriz. Yardım etme çabalarımızın işe yaramadığını görünce, durup farklı bir şey yapmayı dener miyiz? Tabii ki hayır! Sandra ve Larry örneğinde (3. Bölüm) gördüğümüz gibi, başarısız çabalarımızı iki katına çıkarır ve sonuçta, istediğimiz gibi şekillenmeyen aşırı yüklenen bireye gittikçe daha çok öfkeleniriz.

“Bu kadar kötü durumda olduğu için Brian adına üzülüyorum. Ama aynı zamanda ona öfkeleniyorum da. Yaptığı iki şey beni sinir ediyor: Öncelikle, bunalıma girince arayıp para ve öneri istiyor. Sonra parayı harcıyor –tabii, asla geri ödemiyor– ve önerilerimi göz ardı ediyor. Onu iki terapiste gönderdim, ama yarım bıraktı. Yaşamını düzeltmek için okuyabileceği kitaplar önerdim. Beni aradığında onunla telefonda konuştum –tabii, hep ödemeli arıyor– ve hayatını düzene sokmak için neler yapabileceğini söyledim. Brian beni dinliyor, ama sonra söylediklerimi yapmıyor. Onunla yüzleşmeyi denedim, ama bu da işe yaramadı. Kendimi artık tükenmiş ve öfkeli hissediyorum. Ama o yine de benim kardeşim ve onu geri çeviremiyorum. Annemlerle arası bozuk, benden başka gidecek kimsesi yok.”

Suçlu kim? Umuyorum ki artık bu suçluluk terimleriyle düşünmeyi bırakmışsınızdır. İlişkiler çizgisel (A, B’ye neden olur ya da B, A’ya neden olur) olmaktan çok, döngüseldir (A ve B karşılıklı olarak döngüyü teşvik ederler). İlişkide bir model oluştuğunda, bu modeli iki taraf da sürdürür.

Lois, Brian’la aralarındaki eski modeli değiştirmek istiyorsa işe, yardımcı olmaktan vazgeçerek başlayabilir. Basit mi geldi size? Diğer insanları kurtarıp düzeltmenin kutsal bir görev olduğuna inananlar için dünyadaki en zor şey, yardımcı olmaya çalışmaktan vazgeçmektir.

Brian, yine sıkıntı içindeyken kendisini aradığında, Lois onu anlayışla dinleyebilir ve durumu hakkında sorular sorabilir. Sonunda da, abartıya kaçmadan şöyle diyebilir: “Gerçekten zor günler geçirdiği anlaşılıyor, Brian. Bunu duyduğuma üzüldüm.” Brian‘ın para istemesi durumunda da şöyle yanıt verebilir: “Sana daha fazla para vermemeye karar verdim, Brian. Bazı şeyler için para biriktiriyorum ve bunun benim için daha öncelikli olduğuna karar verdim; kendi başınasın, oğlum.” Lois bunu sıcak ve esprili bir tarzda söyleyebilirse daha iyi olur. Brian’ın onu, “Bencillik bu,” diye suçlaması halindeyse şöyle diyebilir: “Sanırım haklısın. Yaşlandıkça bencilleşiyorum.”

Yardımcı olmamayı öğrenmek, ilişkilerde belli bir tutum benimsemeyi, ayrılık ile birliktelik güçleri arasında denge kurabilmeyi gerektirir. Lois’in, “Beni bu işe karıştırmaya kalkma, bu benim sorunum değil,” demesi halinde eski model değişmeyecektir. Bu, tepkici ve mesafe koyucu bir konumdur. Aynı şekilde, Lois’in, “Bundan sonra sana tavsiye ya da para vermeyeceğim, çünkü bu senin için iyi değil,” demesi de, “Senin için en iyi olanı ben bilirim” tavrını benimsemesi anlamına gelir. Yardımcı olmamayı öğrenmek, diğer kişilerin sorunlarının çözümlerinin bizde olmadığını kabullenmeye başlamamızı gerektirir. Doğrusunu söylemek gerekirse, kendi sorunlarımızın çözümlerini bile bulamadığımız zamanlar oluyor.

Lois Brian’ın yardımına koşmaktan vazgeçmekle birlikte, zor zamanlarında ona ilgi ve destek gösterebilir.

Anneler çocuklarının belli bir şekilde düşünmelerini, hissetmelerini ya da davranmalarını sağlayamazlar, ama hangi davranışlara hoşgörü gösterip hangilerine göstermeyecekleri ve kötü davranışının sonuçlarının ne olacağı konusunda katı, kararlı ve açık görüş sahibi olabilirler.

Kızımız ya da oğlumuz üzüntüsünü, öfkesini, acısını ya da kıskançlığını ifade ettiğinde ilk tepkimiz, hemen koşup bu duyguları yok edecek ya da durumu düzeltecek “bir şey” yapmak olur. Bu “bir şey” öneride, yorumda bulunmak ya da yatıştırmak olabilir. Konuyu değiştirmeye ya da çocuğu neşelendirmeye çalışabiliriz. Çocuğumuzu, bu şekilde hissetmediğine, ya da hissetmemesi gerektiğine ikna etmeyi deneyebiliriz.

Alicia kızına, öfkesinin ve gerginliğinin yanlış, aşırı ve istenmedik bir şey olduğunu iletiyor. Alicia, Carlos’la çıkmakla yetinmiyor; Carlos’la çıkmasını kızının da istemesini istiyor. Kızının kaba davranışlarından vazgeçmesinden (ki bu son derece mantıklı bir istek) öte, Carlos’u sevmesini ve onun iyi bir adam olduğunu düşünmesini istiyor. Alicia‘nın bunları istemesi çok mantıklı. Ama yine de, çocuklarımızın duygu ve düşüncelerini değiştirmemiz mümkün değil. Daha da önemlisi, bu bize düşmez. Bunu yapmaya çalışmak, öfkemizi ve sıkıntımızı daha da artırmaktan başka işe yaramayacaktır. Ayrıca, çocuğun aile içinde açık ve ayrı bir “ben” oluşturma çabalarını da engelleyecektir.

Alicia ilk olarak Claudia’nın duygu ve düşüncelerini, değiştirmeye çalışmadan dinledi. Kızına öneride bulunmadı, onu yatıştırmaya, eleştirmeye ya da talimat vermeye kalkışmadı. Bunun yerine, anlayışlı ve onarma amacı taşımayan sözler söyledi: “Galiba bu akşam dışarı çıkmama çok kızıyorsun.” “Carlos’tan pek hoşlanmıyorsun, değil mi?” Annesinin sakin ve tepkisiz bir tutumla onu dinlemesi karşısında Claudia da yatıştı ve annesiyle babasının boşanmalarıyla ilgili öfke, korku ve mutsuzluklarını açıkça ifade etmeye başladı. Kızının sorunlarını bir şey yapmak zorunda kalmadan dinleyebilmek, Alicia‘nın omuzlarından ağır bir yükün kalkmasını sağlamıştı.

Eski modelde ise Alicia, Claudia’ya boyun eğiyor ve ardından, kendisini yönlendirdiği için kızına öfkeleniyordu (“Bu çocuk istediği her şeyi yaptırıyor!”)

Yetişkinlerde olduğu gibi çocuklarda da değişim, diğer kişiyi yapılandırmaktan vazgeçip modelleri gözlemeye başladığımızda ve kendi davranışlarımız için yeni seçenekler bulduğumuzda gerçekleşir.

(“Claudia’dan boşanma konusundaki duygularını ifade etmesini ne kadar çok istersem, o kadar çok içine kapanıyor. Ama onu zorlamaktan vazgeçip, boşanma hakkındaki kendi tepkilerimi anlattığımda bazen konuşmaya başlıyor.”)

8-ÜÇLÜ DÜŞÜNMEK:Aile Üçgenlerinden Çıkmak

Bir ilişki ya da bağlamda arka planda kalan sorunlar diğerlerini de mutlaka etkiler. Bu gerçeği gördüğümüzde, öfkemizin yanlış hedefinden özür dileyebilir ve yolumuza geri dönebiliriz: “Sana bağırdığım için özür dilerim, ama iş yerinde amirim canıma okudu.” “Sağlığım konusunda endişeliyim, sanırım sana patlamamın nedeni de bu.”

Araştırmalar, erkek egemenliğindeki ortamlarda yetkili konumunda çalışan kadınların kendilerini açıkça tanımlamakta ya da kadınlara özgü sorunları saptamakta, kadın ve erkek sayıları dengelenene dek başarılı olamadıklarını gösteriyor.

Öfkelendiğimizde, modeller yerine insanlarda sorun buluruz.

Anne, kocasıyla ilgili sorunlarını evliliği içinde tutacağına, kızına dert yanabilir.

Sözgelimi, annemizle ya da babamızla ilişkimiz, onların kendi aralarında savaş vermelerinden etkilenmez. Diğer kişilerin kavgalarının arasına girmeyiz ve onları da kendi kavgalarımıza sokmayız. Sue’ya kızdığımızda, gidip Sally’ye yakınmak yerine, sorunu Sue’yla konuşuruz. Öfkeyi ya da gerilimi bir ilişkiden diğerine saptırmayız. İdeal olan budur. Ancak bunu her zaman beceremiyoruz. Tüm insani sistemlerde üçgenler görülür. İki insan arasında huzursuzluk arttığında ya da çatışmalar yüzeye çıktığında, üçüncü bir taraf otomatik olarak ve bilinçsizce çatışmanın içine çekilir. Hepimiz, farkına bile varmadan üçgenlere gireriz. Bunlardan çoğu özellikle bir sorun içermez, ama biri ya da birkaçı gerçekten sorunlu olabilir. İçinde olduğumuzu bile fark etmediğimiz bir şeyden nasıl çıkabiliriz.

Bayan Kesler, Billy’nin kurtarıcısı konumunda etkileşime girdiğinde, Bay Kesler’ın eleştirilerinin odak noktası haline geldi ve üçgen değişti.

Bunun ardından Bay Kesler karısına, iş yerindeki bir olayın kendisini kızdırdığını ve Billy’ye bu denli sert tepki vermesine biraz da bunun neden olduğunu söyler. Bayan Kesler da onun Billy’yi eleştirmesine karşı bu denli duyarlı olmasının nedenlerinden birinin, babasının (Billy gibi en büyük çocuk olan) ağabeyiyle sürekli kavga etmesi ve bunun kendisi için büyük bir gerginlik nedeni olduğunu söyler. Bay ve Bayan Kesler, kişisel ya da çalışma hayatlarıyla ya da ilişkileriyle ilgili diğer konulara geçerek Billy konusunu arkalarında bırakırlar.

Diğer bir ilişkiye başarısız müdahalelerimizi sürdürdüğümüzde bir üçgenin parçası haline geliriz. Bayan Kesler’ın önündeki en zor iş, kocasıyla oğlunu kendi başlarına bırakıp, aralarındaki ilişkiyi o olmadan yönetmelerini sağlamaktı.

İlk olarak kocasına gidip, Billy’yle aralarındaki ilişkiye karıştığı için özür diledi. İlişkileri konusunda tüm çözümleri kendisi biliyormuş gibi davranmakla işleri daha da kötüleştirmiş olabileceğini kabul etti. Kocasının Billy konusundaki kaygılarına anlayış gösterdi, onun baba olarak ilgisini ve oğlunun sorumluluk sahibi bir insan olmasına yardım edişini övdü. Son olarak, Billy’yle ikisinin sorunlarını çözeceklerine emin olduğunu söyledi. Oğluna ise şunları söyledi: “Billy, babanla ikiniz tartıştığınızda araya girip Kızılhaç rolü oynamanın beni yorduğunu hissediyorum. Sen akıllı bir çocuksun ve babanı neyin çileden çıkardığını biliyorsun. Babanla sorunlarınızı kendi aranızda çözebileceğinize inanıyorum. Bundan sonra, kendi başınasın.”

Billy farkına varmadan, babasıyla ayrı bir ilişki kurmak için annesinin iznine sahip olup olmadığını sınıyor, adaletsiz ve yetersiz olarak damgalanmış bir babayla müttefiklik etmek üzere annesine sadık kalmasının gerekip gerekmediğini görmeye çalışıyordu. Bayan Kesler bu yeni davranışıyla Billy’ye, babanın dışarıda kalacağı eski üçgeni koruma niyetinde olmadığını söylüyordu. Billy annesi için endişelenmeden babasıyla ilişkisini düzeltebilirdi.

“Billy’yle ikiniz birbirinize girdiğinizde bazen, kendimi huzursuz ve sinirli hissediyorum. Tepkimin nedeninin ne olduğunu bilmiyorum, ama böyle bir şey hissettiğimde odadan ayrılabilir ya da yürüyüşe çıkabilirim, çünkü bu bana iyi geliyor.” Kendi duygularıyla tepkilerinin sorumluluğunu aldığını ve huzursuzluğuna neden olmaktan dolayı onu suçlamadığını açıkça belirtti. Bayan Kesler bu süreç boyunca, kocasının ve oğlunun kendi yardımı olmadan ilişkilerini düzeltebileceklerine inandığını belirtmeyi de ihmal etmedi.

Bunlar neden olmuştu? Üçgenler huzursuzluk yaratan sorunların gömülü kalmasını sağlarlar; üçgenlere katılmamızın nedeni de budur. Üçgen bozulduğunda ve her bir aile üyesiyle, üçüncü bir tarafın müdahalesi olmadan birebir ilişkiler kurduğumuzda, gizli kalmış sorunlar yüzeye çıkar. Duygusal olarak bu zor bir durumdur, ama bize diğerlerinin üstünde yoğunlaşmaktan vazgeçme ve kendi benliğimize daha yakından bakma fırsatı sunar.

Billy ile babası arasındaki ilişkinin neden Billy’nin sekiz yaşına girip üçüncü sınıfa başladığı bir dönemde gerginleştiğini anladım: Billy şu anda, Bay Kesler’ın babasını kaybetmiş olduğu yaşta. Ayrıca Bay Kesler da otuz altı yaşında, yani babasının öldüğü yaşı yeni geçmiş. Bay Kesler’ın bu dönemde bir yıldönümü tepkisi yaşaması ve babasının ölümüyle ilgili, bilinçaltındaki duygularının yeniden harekete geçmesi son derece doğal.

Ailenin gerilimle başa çıkmak üzere kullandığı tek yol “sorunlu çocuk” üzerinde yoğunlaşmaksa, sonuçta ortaya ciddi sorunları olan bir çocuk çıkacaktır. Ailenin gerilimle başa çıkmak üzere kullandığı tek yol evlilik içi kavgalarsa, bu kez de, evlilikte ciddi sorunlar yaşanacaktır.

Doğum sırası, ebeveynlerin bizi algılayıp damgalandırma şekillerini ve bizim de kendi çocuklarımıza bakışımızı etkileyen en önemli etkenlerden biridir.

Tabii ki söylemeli. Sarah, bu gibi konularla ilgili duygu ve düşüncelerini Jerry’ye rahatça anlatabilmeli. Oğluna, bu durumla ilgili sorununun ne olduğunu söyleyebilir. Ama bunu yapmak yerine eleştiriyor, öneride bulunuyor ve suçluyor. Eğer Sarah durumdan memnun olsaydı sorun yaşanmayacaktı. Ama memnun değil. Sarah’nın anlattığına göre, Jerry’yle etkileşimleri genellikle çatışma ve/veya uzaklaşmayla sonuçlanıyor. Bu model uzun süredir devam ediyor ve Sarah kendini hem öfkeli, hem de mutsuz hissediyor.

Sarah Üçgenden Çıkmak İçin Ne Yapabilir? Üçgenden çekilmenin üç temel şartı: sakinliği korumak, dışarıda kalmak ve pes etmemektir.

Sarah’nın oğluyla duygusal yakınlığını koruması ve bu arada, Julie’yle de duygusal bağlantı kurması anlamındadır. İşler kızıştığında Sarah geçici olarak araya mesafe koyabilir; ama dışarıda kalmak, bağlantıyı kesmek anlamına gelirse, modeller genellikle değişmeden kalırlar.

Kimi zaman çok öfkeli tepkiler veriyorum ve sanırım sen de bunun hedefi oluyorsun. Ama duygularımın bana ait bir sorumluluk olduğunu ve anneni mutlu etmenin senin görevin olmadığını artık anlamaya başlıyorum. Senin görevin, kendin için en iyi ilişkiyi bulmak; bunun Julie’yle olup olmayacağına ancak sen karar verebilirsin. Senin için karar verecek ya da en iyisinin ne olduğunu bilecek durumda değilim. Julie’ye bir şans olsun vermedim!”

Jerry giderek artan bir sıklıkla annesini, kendisiyle birlikte Julie’yi eleştirmeye kışkırtıyordu. Ama Sarah zokayı yutmamakta kararlıydı. Oğluna şöyle diyordu: “Şey, sen Julie’yi benden çok daha iyi tanıyorsun. Bu durum seni rahatsız ediyorsa, onunla konuşabilir ve düşüncelerini anlatabilirsin.”Yada:“Sorun ne olursa olsun,ikinizin birlikte halledeceğinize eminim.” Sarah, Julie’yle ilişkisini de geliştiriyor ve onda, gerçekten sevip saygı duyduğu yönler olduğunu görüyordu.

Sarah oğluyla birlikte Julie’yi eleştirseydi, eski üçgeni yeniden kurmuş olacaktı. Üçgendeki tek fark, Sarah yerine Julie’nin dışarıdaki konumu üstlenmesi olacaktı. İnsanlar üçgen içindeki konumlarını değiştireceklerdi, ama üçgen değişmeden kalacaktı. Huzursuzluk azalacaktı belki, ama üçgenin katılımcılarının diğer taraflarla kendi sorunlarını belirleyip tartışma yetenekleri feda edilmiş olacaktı

9-YÜREKLİ VE CESARETLİ KİŞİLERE DÜŞEN GÖREVLER

Sakinleş, meditasyon yap, derin bir nefes al, dilini ısır, içinden ona dek say... Kısa vadede öfkeyle başa çıkabilmemizle ilgili önerilerin sonu gelmez. Kimi uzmanlar size öfkeyi içinizden mümkün olduğunca çabuk atmanızı söyler, bazıları bambaşka tavsiyeler verir. Oysa uzun vadede önemli olan, belli bir anda öfkenizle ne yaptığınız değildir. Burada önemli olan öfkenizi, benliğiniz hakkında daha açık bir düşünce sahibi olmak ve eski ilişkileri götürecek yeni yollar bulmak için bir teşvik olarak kullanmanızdır.

Yine de, kendi ilişkinizde farklı adımlar atmaya kalkıştığınızda başlangıçta cesaretinizi yitirebilirsiniz. Dansın içine bir kez girildikten sonra, modeli gözlemlemek ve kendi rolünüzü değiştirmek kolay olmayacaktır.

Bazı şeyleri gözardı etmek, olgunluk belirtisidir. Ama bunun bedeli kendinizi öfkeli, sıkıntılı ya da mutsuz hissetmeniz olacaksa, sessiz kalmak büyük bir hatadır. Bizim için önemli konularda tavır almayı başaramamamız, benliksizleşmemize yol açar.

Bulanık taleplerde bulunmayın. (“Benim ihtiyaçlarıma karşı daha duyarlı olmanı istiyorum.”) Ne istediğinizi açıkça anlatın. (“Şu anda bana yardım etmek için yapabileceğin en iyi şey, dinlemek. Şu anda senden öneri istemiyorum.”) İnsanların sizin ihtiyaçlarınızı tahmin etmelerini ya da talep etmediğiniz şeyleri yapmalarını beklemeyin. Sizi seven kişiler bile düşüncelerinizi okuyamazlar.

Diğerlerini, kendi konumunuzun haklılığına ikna etmeye çalışmayın.

Karşınızdaki kişi sizi dinlemiyorsa, şöyle deyin: “Evet, bu sana çılgınca gelebilir, ama ben böyle hissediyorum.” Ya da: “Benimle aynı fikirde olmamanı anlıyorum, ama sanırım ikimiz durumu farklı görüyoruz.”

Başka birine ne düşündüğünü ve hissettiğini, ya da ne düşünmesi ve hissetmesi “gerektiğini” söylemeyin. Bir başkası sizin yarattığınız değişime tepki olarak öfkelendiğinde duygularını eleştirmeyin ya da ona, öfkelenmeye hakkı olmadığını söylemeyin. Bunun yerine, şöyle deyin: “Öfkelenmeni anlıyorum; senin yerinde olsam, belki ben de öfkelenirdim. Ama bu konuyu tekrar tekrar düşündüm ve son kararım bu.” Unutmayın ki bir insanın öfkelenme hakkı, diğerinin suçlu olduğu anlamına gelmez.

Vur-kaç yüzleşmelerinin değişim yaratmasını beklemeyin. Yakın ilişkilerde değişim yavaş yavaş gerçekleşir. Küçük bir değişim yarattığınızda, “gerçekten ciddi olup olmadığınızı” görmek için defalarca sınanırsınız. Kuramı uygulamaya dönüştürdüğünüzde yüzüstü düşerseniz, hemen cesaretinizi kaybetmeyin. İşe iyi başladığınızı ama durum kızıştığında fazla dayanamadığınızı görebilirsiniz. Yoldan çıkmak, sürecin parçalarından biridir; kendinize karşı sabırlı olun. Yola geri dönüp, yeniden denemek için daha çok fırsatınız olacak.

Üçgenleri (bizimkiler de dahil olmak üzere) duygusallık ve huzursuzluğun geliştirdiğini unutmayın ve mümkün olduğunca abartısız davranmaya çalışın. Şöyle diyebilirsiniz: “Şey, Joe’nun ne yapmak istediğini bilmiyorum. Bunlara bir anlam veremiyorum. Ne diyeceğimi de bilmiyorum. En iyisi konuyu değiştirelim, anne: Ee, son zamanlarda neler yapıyorsun?” Taraflardan biri sizi tavsiye vermeye ya da taraf tutmaya zorlarsa bu iki yaklaşımı da reddeder ve her iki tarafa da güven duyduğunuzu belirtirsiniz: “Neler olduğu hakkında en ufak bir fikrim bile yok, ama ikinizi de çok seviyorum ve sorunu birlikte halledebileceğinize inanıyorum.” Anneniz, erkek kardeşiniz üzerinde yoğunlaşmaya devam ederse sorunu suçlama getirmeden, dolaysız olarak ele alabilirsiniz. “Anne, birlikte geçirdiğimiz zaman konusunda biraz bencilleşmeye başlıyorum ve bu zamanları, işe kardeşimi karıştırmadan birbirimiz ve hayatlarımız hakkında konuşarak geçirmek istiyorum. Onun için mücadele ettiğini biliyorum, ama nasıl yardımcı olabileceğim konusunda en ufak bir fikrim bile yok ve bunlar ikimizin de zamanını alıyor. Seninle birlikteyken senin hakkında ve onunla birlikteyken de onun hakkında konuşmaktan hoşlanıyorum.

Bir çocuğu (yetişkin olsa bile) evlilik terapisti ya da sırdaş olarak kullanmaktan kaçının. Bunun gerçeği anlamalarına yardım edeceğini düşünseniz bile, babasının sorununun ne olduğunu söyleyerek çocukları korumaya çalışmayın. Çocuklar, aile üyeleri hakkında kendi gerçeklerini kendileri öğrenmelidirler.

Diğerlerini suçlamaya ya da çarpışmalarda taraf tutmaya yönlendirmeden, aile içinde iletişim hatlarını açık tutun. Annenize ya da çocuklarınıza şöyle bir şey söylemenizde sakınca yoktur: “Evet, Frank’le evliliğimizde güç bir dönem geçiriyoruz. Birbirimizden farklı yönlerimiz var ve bunları halletmeye çalışıyoruz.” Bu, aile üyelerinden birini sizinle müttefiklik etmeye ya da sizin tarafınızı tutmaya davet etmek demek değildir. Diğer aile üyelerinin sizin kavgalarınıza katılmalarını önlemek için elinizden geleni yapın. Küçük Susie, “Babam seni boşadığına göre korkunç bir insan olmalı,” derse ona şöyle bir yanıt verebilirsiniz: “Susie, şu anda babana çok öfkeliyim, ama bununla başetmek senin değil, benim işim. Senin işin, hem benimle hem de babanla elinden geldiğince iyi bir ilişki kurmak.”

Aile geçmişimiz hakkında ne kadar az şey bilirsek ve aile soyağacımızdaki kişilerle ne kadar az duygusal bağ kurarsak, kaçınmak istediğimiz bu model ve davranışları tekrarlama olasılığımız da o kadar artar. Şu eski, “Bilmediğin şey seni üzmez,” sözünü hatırlıyor musunuz? Ancak aile konusunda yapılan araştırmalar bu sözü doğrulamıyor! Tam tersine; kendi deneyimlerimizi ailemizdeki diğer kişilerle paylaşmak ve onların deneyimlerini öğrenmek huzursuzluğu azaltır ve tüm ilişkilerimizde daha sakin ve açık bir ilerleme kaydederek, uzun vadede kendi kimliğimizi oluşturmamızı sağlar.

Şu anda çözüm değil, annenizin kendi bakış açısını ve deneyimlerini öğrenmek istediğinizi açıkça belirterek, öneride bulunma ya da onarma adımları atmasını önleyin. Ardından, annenize bazı sorular sorabilirsiniz: “Merak ediyorum da, evliliğin senin için doğru olup olmadığı sorusuyla sen hiç cebelleştin mi? Eğer böyle bir şey yaşadıysan, sonuca nasıl vardır?”
Anne babalar ve büyükanne ile büyükbabalar, kendi deneyimlerini bize anlatmayı akıllarına getirmezler. Bunun yerine bize, duymamız gerektiğini ya da bize yararlı olacağını düşündükleri şeyleri anlatırlar. İyi bir sorgulamacı değilseniz, önceki kuşakların neler yaşamış olduklarını size anlatmaları pek olası değildir.
 
İYİLEŞTİREN ALIŞKANLIKLAR

"Ne zaman bir kuralı çiğnesek bunun bedelini ödediğimiz gibi, ne zaman bir kurala uysak bunun da bedelini öderiz."

İnsanlar sürekli eşyalarını düzenli bir şekilde yerleştirdiklerinde, hayatlarının kontrolünü daha çok eline almış hissettiklerinden bahsediyor. Ayrıca Princeton'da yapılan bir çalışmaya göre, görsel dağınıklıklar odaklanma kabiliyetini ve bilgiyi algılamayı düşürüyor.

"Bir dakika kuralı”: eğer bir iş bir dakikadan az zaman alıyorsa, onu hemen yap. Gazeteleri okur okumaz at. Tezgahı depolamak için değil yapacağın işler için kullan."

Planlama tüm aktiviteleri otomatikleştiriyor, bu da alışkanlıkları inşa etmek anlamına geliyor.

Meditasyon yapıp bırakan insanlar gördüm fakat bunun vakit kaydı olduğu düşünene hiç rastlamadım.

Meditasyona başlayacağım ilk sabah uyandığımda, uyku monitörü altı saat elli iki dakika uyuduğumu göstermesine rağmen kendimi normalden daha yorgun hissediyordum.

Bir işe doğru zamanda başlama arzusu genellikle o işi geciktirmek için kullanılan bir bahanedir fakat şu gerçektir ki neredeyse her durumda başlamak için en doğru zaman şimdidir.

Gerçek bir alışkanlığı kolaylaştırmanın yolu kararlılık, tekrar ve karar mekanizmasını bir kenara bırakmaktan geçiyordu. Aslında alışkanlığa alışkın olmanın, alışkanlığın kendisinden bile önemli olduğunu biliyordum

Kendime boş vakit ayırabilmek için planlama yapmaya karar verdim ve her güne bir durma noktası ekledim. Şimdi durma noktasında maillerimi kontrol etmiyor, sosyal medyada herhangi bir şey okumuyor ve yazmıyorum ya da diğer yazı işleri ile ilgilenmiyorum. Bilgisayardan ve telefondan uzaklaşıp, durma zamanı olduğunu ve tembellik yapmam gerektiğini hatırlamak iyi geliyor. Her gün birbirinden farklı ve standart bir durma zamanı yok. Bu sabit olmayan ve günden güne değişebilen bir alışkanlık. Her gün olacağı planlı, sadece ne zaman olacağına gün içinde karar veriyorum.

"Planlama baskıyı azaltır." dedim. "Eğer her gün yazarsan, bir gün üzerine çok önem yüklememiş olursun. Çalışman gerektiğinde çalışır, gerekmediğinde çalışmazsın. Planlama olmadan bütün günü çalışma hakkında endişe ederek geçirmek kolaydır. Bu yüzden ne çalışabilir ne de rahat edebilirsin." "Evet bu hissi biliyorum." dedi. Her gün öğlen 11:00'dan 13:00'a kadar yazmasını önerdim. Bu zaman dilimi içerisinde ya yazı yazacak ya da başka hiçbir iş yapmayacaktı. Mail yok, arama yok, araştırma yok, masayı düzenlemek yok, Jack ile takılmak yok. Ya yazı yazacak ya da boş boş pencereden dışarı bakacaktı.

Planlama alışkanlık şekillendirme hususunda paha biçilemez bir araç. Karar verme mekanizmasını ortadan kaldırıyor, sınırlı irademizden en iyi şekilde yararlanmamızı sağlıyor ve erteleme sorunuyla savaşmamıza yardımcı oluyor. En önemlisi de planlama stratejisi ile en çok değer verdiğimiz şeyler için zaman yaratabiliyoruz. Günlerimizi nasıl planladığımız hayatımızı nasıl yaşadığımızla eş değerdir. Alışkanlığı planlamak tek başına yeterli değildir, peşinden girmek gerekir. Sorumluluk, sadece başka birinin bizi izlediği gerçeği de olsa, yaptığımız işlerin sonuçları ile yüz yüze gelmek demektir. Eğer birilerinin bizi izlediğine inanıyorsak, daha farklı davranırız.

Egzersiz alışkanlığının en belirgin problemi durmaktır.

Örneğin, üniversitenin ilk gününde oturduğum sandalye, o dönem boyunca oturacağım yeri belirlemiş oldu. Şimdi neyi ilk olarak yapıyorsam dikkatimi o işe tamamen vermeye çalışıyorum çünkü alışkanlıklarımın temelini şekillendiriyor ve onlardan sapmak bir yoksunluk ya da dayatma hissi yaşatıyor.

Yeni bir işin sağlayacağı temiz sayfa yeni alışkanlıkları uygulamaya koymak için iyi zamandır.

İyi alışkanlıklar kolaylaştırılarak güçlendirildiği gibi, kötü alışkanlıklar da zorlaştırılarak bastırılabilir.

Otomatik hale gelinceye kadar bir eylemi tekrar tekrar yapmanın önemini vurgulamaktadır ve bu tekrarlama gerçekten de alışkanlıkların oluşturulmasına yardımcı olmaktadır.

"Emin değilim. Kolayca geri dönemedim. Önceden balık kraker gibi bazı yiyecekleri ne kadar çok sevdiğimi unutmuştum ama tekrar yemeğe başladığımda hatırladım. Şimdi vazgeçmek çok zor geliyor."

Şu anda bunu yazarken hiç mantıklı olmadığını biliyorum."Tüm günü televizyon izleyerek geçirmek, yarın daha az televizyon izleme hissiyatını ya da daha çok çalışma hissiyatını doğurmaz.”

"Zihnimde sürekli kendi mi engelleyecek bir şey oluşturuyorum. Örneğin, sabah saat 09.00'sa ve eğer 11.00'da bir randevum varsa, "İki saat içinde bir yere gitmek zorundayım, bu yüzden ciddi bir şey başlatamam" diye düşünüyorum ve o şeyin olmasını bekleyerek bütün sabahımı boşa harcıyorum."

Artık spor yaparken belirli televizyon programlarını izliyorum. Bu da gitme sebebim oldu. Spora gitmek istiyorum çünkü bağımlı olduğum tüm o progran1ları izleyebiliyorum.'' "Mükemmel!" dedim. "Hiç spor harici evde bir bölüm izleme gibi bir duruma düştün mü?" "Hayır. Eğer bir kere böyle bir şey yaparsam, her zaman yapacağımı biliyorum. Kuralım sadece spor yaparken izlemek. Birkaç gün çok hastaydım ve düşündüm ki spora gidemeyeceğime göre evde uzanırken birkaç bölüm izleyebilirim fakat kendime izin vermedim."

'Araba duaları' yapan birini tanıyorum. Günlük olarak yapması gereken duaları işten eve geldiği esnada yaptığını söyler. Kimileri tıraş olurken TED konuşmaları dinler. İş için sıklıkla seyahat eden bir arkadaşımın asla uçakta çalışmamak ve onun yerine okuma yapmak gibi bir kuralı var. Bu kural iş seyahatlerini daha eğlenceli hile getirirken, kitap okuma alışkanlığına bağlı kalmasını sağlıyor. Bir okuyucum, "Ticari temizlik yapıyorum. Ticari bir reklam çıktığında, bir angarya işe girişiyorum. Örneğin altı parça bulaşık yıkıyorum, kurutucuya bir posta kıyafet acıyorum, yemek odasının tozunu alıyorum. Reklamlar bittiğinde tekrar oturuyorum. Ufak tefek vakitlerde bu kadar işi nasıl yapabildiğime şaşırıyorum. Ayrıca günün sonunda kendimi sümüklü böcek gibi de görmüyorum." notunu bırakmıştı. Bir başkası ilaçlarını kahve makinasının yanına koyduğunu ve ilaçlarını almadan önce kahve içmeyi kendine yasakladığını söylemişti.


Çalışmalar gösteriyordu ki geleneksel oturma alışkanlığa kötü bir alışkanlıktı. Oturmak artık sigara içmek gibiydi; araştırmalara göre ortalama bir Amerikan vatandaşı günde en az sekiz saatini oturarak geçiriyor ve otururken metabolizma olumsuz anlamda değişiyor. Egzersiz yapan insanlar için bile günde sekiz saat boyunca oturmak erken ölme riskini arttırıyordu. Ayrıca fark etmiştim ki etrafta yürümek konsantrasyon ve enerji seviyesini de yükseltiyordu.

"Küçük şeyler üzerinde çalışarak, ufak ıstıraplara ve edinebildiğimiz kadar büyük mutluluklara sahip oluyoruz."

Size bir şeyler katması muhtemel kişilerle iljşki kurun.

Kararsızlıktan başka alışkanlığı olmayan, her puroyu içen, her bardağı bitiren, her gün sadece uyanan ve uyuyan ve her işe ufak ufak başlayan insan kadar sefili yoktur; bu iradeyi kısıtlı kullanmak demektir. Böyle bir insan zamanının yarısını, aslında otomatik olarak yapması gereken şeylere karar vererek ya da onlardan pişmanlık duyarak harcar.
 
ETKİLİ İNSANLARIN 7 ALIŞKANLIĞI

1-Proaktif olmak


Proaktivite sözcüğü, iş yönetimi literatüründe oldukça sık rastlanılan, ancak birçok sözlükte yer almayan bir sözcüktür. İnisyatifi ele almaktan çok daha öte bir anlamı vardır: İnsan olarak, kendi yaşamlarımızdan sorumlu olduğumuzu ifade eder. Davranışlarımız, koşullarımızın değil, kararlarımızın işlevidir. Değerlerimizi duygularımızdan üstün tutabiliriz. Bazı şeylerin olması için hem inisyatifimiz vardır, hem de sorumluluğumuz.

Proaktif insanlar da fiziksel, toplumsal ya da psikolojik dış dürtülerden etkilenir. Ancak onların dürtülere bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde verdikleri tepki, değere dayanan bir seçim ya da tepkidir. Eleanor Roosevelt'in dediği gibi: "İzniniz olmadıkça kimse size zarar veremez." Ya da Gandi'nin dediği gibi: "Biz kendi elimizle teslim etmedikçe, onlar özsaygımızı alamazlar." Bizi, başımıza gelenlerden daha çok inciten, bunların olmasına isteyerek izin vermemiz, razı olmamızdır. Duygusal açıdan bunu kabul etmenin çok zor olduğunu biliyorum. Özellikle yıllar yılı mutsuzluğumuzu koşullara ya da başkalarının davranışlarına bağlamışsak. Ancak bir insan, içtenlikle ve 70 dürüst bir biçimde, "Bugün böyleysem bunun nedeni yaptığım seçimlerdir" demedikçe, "Başka seçeneği yeğledim" de diyemez.

Karşılaştığımız sorunlar şu üç gruptan birine girer: Dolaysız denetim (kendi davranışlarımızla ilgili sorunlar), dolaylı denetim (başkalarının davranışlarıyla ilgili sorunlar) ya da denetimsizlik (hiçbir şey yapamayacağımız sorunlar, örneğin geçmişimiz ya da mevcut durumla ilgili gerçekler). Proaktif yaklaşım üç tür sorunun da güncel Etki Alanımızın içinde çözümlenmesi konusunda ilk adımı sağlar. Dolaysız denetim sorunları, alışkanlıklarımızın üzerinde çalışılarak çözülür. Onların Etki Alanımız içinde oldukları bellidir. Bunlar 1. , 2. ve 3. Alışkanlıklara bağlı "Özel Zaferler"dir. Dolaylı denetim sorunları, etki yöntemlerimiz değiştirilerek çözülür. Bunlar 4. , 5. ve 6. Alışkanlıklara bağlı "Genel Zaferler"dir. Ben, şahsen, etki konusunda 30 ayrı yöntem tanımladım. Bunlar anlayış ile tartışma, ya da örnek göstermek ile ikna etmek kadar birbirlerinden farklıdır. Çoğu insanın dağarcığında bu yöntemlerin ancak üçü ya da dördü bulunur. Genellikle mantıklı konuşmayla başlar, işe yaramazsa da, kaçmaya ya da kavgaya kadar vardırırlar işi. Birini "yola getirmek" ile ilgili eski ve etkisiz yöntemler yerine, etkililikle ilgili yeni yöntemler öğrenilebileceği düşüncesini kabullenmek nasıl da rahatlatıcıdır! Denetimsizlik sorunları, yüzümüzdeki ifadeyi değiştirme sorumluluğunu üstlenmeyi; yani gülümsemeyi, hoşlanmasak bile sorunları içtenlikle ve uysalca kabul edip onlarla birlikte yaşamayı öğrenmeyi gerektirir. Böylece, bu sorunların bizi denetlemesine izin vermemiş oluruz

"Tanrım, bana değişebilen ve değiştirilmesi gereken şeyleri değiştirmek için cesaret, değiştirilemeyecek şeyleri kabullenmek için huzur, aradaki farkı anlamak için de bilgelik ver."

Yusuf, proaktifti. Olabilirim'in üzerinde durdu. Kısa bir süre sonra da Potifar'ın evini idare etmeye başladı. Potifar'ın bütün malından mülkünden o sorumluydu. Çünkü adam ona çok güveniyordu. Sonra günün birinde Yusuf zor durumda kaldı ve dürüstlüğünden ödün vermeye yanaşmadı. Bu yüzden haksız yere on üç yıl hapiste yattı. Ama yine proaktifti. İç alanı üzerinde çalıştı. Olsaydı '1ar yerine olabilirim'lerin üzerinde durdu. Çok geçmeden hapishaneyi yönetmeye başladı, ondan sonra da bütün Mısır'ı. Firavunun ardından ikinci konumdaydı.

Evlilik konusunda bir sorunum varsa, durmadan karımın hatalarından söz etmek bana aslında ne kazandırır? Sorumlu olmadığımı söyleyerek, kendimi güçsüz bir kurban durumuna düşürürüm; olumsuz bir konumda sıkışıp kalırım. Ayrıca karımı etkileme yeteneğim de azalır; dırdırcılığım, suçlamalarım, eleştirici tavırlarım, onun kendi zayıflığının doğrulandığını hissetmesine yol açar yalnızca. Eleştirici tavrım, düzeltmek istediğim davranışlardan çok daha kötüdür. Durumu olumlu biçimde etkileme yeteneğim azalır ve tükenir. Durumumu düzeltmeyi gerçekten istiyorsam, denetimim altında olan o tek şeyin -yani kendimin - üzerinde çalışabilirim. Karımı hizaya getirmekten vazgeçip kendi zayıflıklarımla ilgilenebilirim. Çok iyi bir eş, kayıtsız koşulsuz bir sevgi kaynağı ve destek olmak üzerinde odaklanabilirim. Herhalde karım da bu proaktif örneğin gücünü hisseder ve bana aynı biçimde karşılık verir. Ama bu yapsa da yapmasa da, durumumu olumlu bir biçimde etkilemenin tek yolu, kendimin, kendi benliğimin üzerinde çalışmaktır

Bir hataya proaktif yaklaşım, hatayı hemen kabul etmek, düzeltmek ve ondan ders almaktır.

Bizi en çok yaralayan başkalarının hataları, hatta kendi hatalarımız değil, bütün bunlara verdiğimiz karşılıktır.

Bunu evliliğinizde, ailenizde, işinizde deneyin. Başkalarının zayıflıklarını tartışmayın. Kendi zayıflıklarınızı da. Bir hata yaptığınızda bunu itiraf edip düzeltin. Bundan, anında ders alın. Başkalarını suçlamaya, hatayı onlara yüklemeye kalkışmayın. Denetiminiz altında olan şeylerin üzerinde çalışın. Kendi üzerinizde çalışın. Olabilirim 'in üzerinde çalışın. Başkalarının zayıflıklarına acıyarak bakın, onları suçlamayın. Burada önemli olan, onların yapmadıkları ya da yapmaları gereken şeyler değil. Duruma kendi seçiminizle gösterdiğiniz tepki ve ne yapmanız gerektiği önemli. Sorunun "dışarıda" olduğunu düşünmeye başlarsanız, buna hemen son verin. Bu düşünce, sorunun ta kendisidir.

2-SONUNU DÜŞÜNEREK İŞE BAŞLA

Kişisel misyon bildirgesi hazırla. Hayatında neler önemli?

Hayalinizde sevdiğiniz birinin cenazesine gittiğinizi canlandırın. Cenaze evine gidiyorsunuz. Arabanızı park ediyor ve iniyorsunuz. Binaya girerken çiçekleri fark ediyorsunuz. İlerledikçe dostlarınızın ve aile üyelerinin yüzlerini görüyorsunuz. Oradaki insanların yüreğinden taşan ve bir kaybın neden olduğu o paylaşılan hüznü, ölen kişiyi hayattayken tanımış olmanın sevincini hissediyorsunuz. Salonun ön tarafına doğru ilerliyor, tabuta bakıyor ve birden kendinizle yüz yüze geliyorsunuz. Bu, tam üç yıl sonraki kendi cenaze töreniniz. Bütün bu insanlar sizi onurlandırmaya, yaşamınızla ilgili takdir ve sevgiyi açıklamaya gelmişler. Bir yere oturarak törenin başlamasını beklerken elinizdeki programa bakıyorsunuz. Törende dört kişi konuşacak. İlk konuşmacı aileniz ya da akrabalarınız arasından birisi. Çocuklar, erkek ve kız kardeşler, yeğenler, teyzeler, halalar, amcalar, dayılar, kuzenler, büyükanne ve büyükbabalar. Hepsi de ülkenin dört bir tarafından cenaze törenine katılmaya gelmşler. İkinci konuşmacı, dostlarınızdan biri . Bir insan olarak sizi anlatacak. Üçüncü konuşmacı, iş yerinizden ya da sizin mesleğinizden. Dördüncüsü ise, hizmet verdiğiniz toplumsal bir kurumdan. Şimdi iyice düşünün: Bu konuşmacıların her birinin sizinle ve yaşamınızla ilgili neler söylemesini istersiniz? Sizi nasıl bir eş, baba ya da anne olarak yansıtmalarını arzu ederdiniz? Nasıl bir oğul ya da kız ya da kuzen? Nasıl bir dost? Nasıl bir iş arkadaşı? Sizde ne tür bir kişilik görmüş olmalarını tercih ederdiniz? Ne tür katkılarınızı, ne tür başarılarınızı hatırlamalarını isterdiniz? Onların yaşamlarında ne tür bir değişiklik yapmış olmayı arzu ederdiniz?

Şu anda bulunduğunuz yeri ve attığınız adımların her zaman doğru yönde olduğunu anlamanız için, nereye gittiğinizi bilmektir.

Marangozun kuralı şudur: "İki defa ölç, bir defa kes."

Yöneticilik, taban çizgisinde bir odaktır: Bazı şeyleri en iyi nasıl başarabilirim? Liderlik ise tavan çizgisiyle ilgilenir: Başarmak istediğim şeyler nedir? Peter Drucker ve Warren Bennis'in deyişiyle: "Yöneticilik, işleri doğru dürüst yapmaktır. Liderlik ise, doğru olanı yapmaktır." Yöneticilik, başarı merdivenini tırmanmaktaki becerikliliği, liderlik ise merdivenin doğru duvara dayalı olup olmadığını görmeyi gerektirir.

Abraham Maslow'un dediği gibi : "Çekiç kullanmayı iyi bilen biri, her şeyin çivi olduğunu düşünür."

Bildirimi sık sık gözden geçiririz. Yılda iki defa, eylül ve haziranda -okullar açılır ve kapanırken - hedeflerin ve yapılacak işlerin üzerinde çalışırız. Bunu, durumu olduğu gibi yansıtmasını sağlamak, bildirimi geliştirmek ve güçlendirmek için yaparız.

3-ÖNEMLİ İŞLERE ÖNCELİK VER

Soru 1: Yapabileceğiniz (şu anda yapmadığınız) ve düzenli bir biçimde yapsaydınız yaşamınızda son derece olumlu bir değişiklik oluşturabilecek tek şey ne olabilir?

Soru 2: İşinizde ya da meslek yaşamınızda benzer sonuçlar verebilecek tek şey ne olabilir?

"Başarılı insanların, başarısızların hoşlanmadığı şeyleri yapmak gibi bir alışkanlıkları vardır. Onlar da bu işlerden hoşlanmıyor olabilirler. Ancak hedefe varma arzularının gücü, hoşnutsuzluklarını yener."


Önemli-Önemsiz/Acil-Acil değil planlamasını iyi yap.

Etkili kişiler 111. ve iV. Karelere yaklaşmazlar bile. Çünkü bunlar acil olsun ya da olmasın, önemli değillerdir. Ayrıca Il. Kare'de daha fazla zaman geçirerek 1. Kareyi olması gereken boyutlara indirirler.

II. Kare etkili kişisel yönetimin kalbidir. Acil değil de, önemli olan şeylerle ilgilenir. İlişkileri geliştirmek, kişisel misyon bildirimi yazmak, uzun vadeli planlar yapmak, alıştırmalar, önleyici bakım, hazırlık gibi yapılması gerektiğini bildiğimiz ama acil olmadıkları için nedense ender olarak ilgilendiğimiz konularla.

Zaman yönetimi dilinde bu, "Pareto İlkesi" diye bilinir: Yüzde 20 etkinlikten, yüzde 80 sonuç doğar.

Başlangıçta il. Kare için ayrılacak zamanın tek kaynağı, III. ve iV. Karelerdedir. I. Kare'nin acil ve önemli etkinliklerini görmezden gelemezsiniz. Bu arada, Il. Kare'deki önlem alma ve hazırlanma işlerine daha fazla zaman harcarken, o da küçülür. Ancak, Il. Kare için gereken zaman başlangıçta, 111. ve iV. Kare'den alınmalıdır.

Sizin için nelerin daha önemli olduğuna karar vermeli ve sonra da diğer şeyler konusunda nazik nazik, gülümseyerek, özür diliyormuş gibi davranmadan "hayır" deme cesaretini göstermelisiniz. Bunu da içinizde alev alev yanan daha büyük bir "evet" olduğu takdirde başarabilirsiniz. Çoğu zaman "iyi", "en iyi"nin düşmanıdır.

"Bir kusurunuz olduğunu düşünelim. Bunun şu üç durumdan hangisi olduğunu düşünürdünüz: (1) Öncelikleri oluşturma beceriksizliği; (2) Önceliklerin etrafında örgütlenme beceriksizliği ya da isteksizliği; (3) Bunların etrafında uygulama yapmak, önceliklerinizi ve kurduğunuz düzeni korumak için gerekli olan disiplin eksikliği.

Mimarlıkla ilgili bir özdeyişe göre, biçim işlevden sonra gelir.

Size cesaret verecek, sizi harekete zorlayacak, il. Kare'de gerektiği kadar zaman harcamanız için yardım edecek bir araca gereksiniminiz var. Böylece krizlere öncelik tanımak yerine, onları önlemeye çalışacaksınız. Bence bunu yapmanın en iyi yolu, yaşamınıza haftalık düzeyde bir düzen vermektir. Bu arada gündelik planları da uygulayıp öncelikleri sıraya dizebilirsiniz. Ancak asıl hamle, haftayı düzenlemektir

Anahtar, programınızdaki işleri önceliklerine göre sıralamak değil, öncelikli işleri programlamaktır. Bu da en mükemmel biçimde, bir haftalık zaman birimi içinde yapılabilir.

Önünüzdeki yedi gün içinde her bir rolünüzde elde etmeniz gereken iki ya da üç önemli sonucu düşünün. Bunlar hedef olarak kaydedilmelidir.

Tekrar bilgisayar benzetmesine dönersek, 1. Alışkanlık, "Programcı sensin," 2. Alışkanlık ise "Programı yaz," derse, 3. Alışkanlık da, "Programı çalıştır," "Programı yaşa," der. Bunu yaşamak ise öncelikle özgür irademizin, disiplinimizin, kişisel bütünlüğümüzün ve vaatlerimizin işlevidir. Bir de kısa vadeli hedefler ve programlara ya da anlık isteklere değil de, hedeflerimize, programlarımıza ve yaşamımıza anlam ve canlılık veren doğru ilkelere ve en derin değer kavramlarımıza olan bağlılığımızın işlevidir

Haftanın günleri geçerken, kuşkusuz kişisel bütünlüğümüzün sınandığı zamanlar da olacaktır. 111. Kare'de diğer insanların acil ama önemsiz önceliklerine tepki göstermenin takdir edilmesi ya da iV. Kare'ye kaçmanın verdiği zevk, planladığınız il. Kare etkinliklerinin gölgede kalmasına neden olabilir. İlkelerden oluşan merkeziniz, özbilinciniz ve vicdanınız, gerçek bir güvenlik, rehberlik ve bilgelik sağlar

Küçük, basit, sevecen ve nazik davranışlar çok önemlidir. Küçük nezaketsizlikler, küçük merhametsizlikler, küçük saygısızlıklar bankadaki hesaptan büyük meblağlar çekilmesine yol açar. İlişkilerde küçük şeyler, büyük sayılır.

4-"KAZAN/KAZAN" DİYE DÜŞÜN

"Evliliğinizde kim kazanıyor?" sorusu gülünçtür. İki kişi birden kazanamıyorsa, o zaman ikisi de kaybediyor demektir.

Kıtlık Zihniyeti'nde olanlar çoğu zaman gizlice başkalarının şanssızlığa; korkunç değilse de, onlara "hadlerini bildirecek", makul şanssızlığa uğramasını dilerler. Her zaman kıyaslayıp her zaman yarışırlar. Kendilerine verdikleri değeri artırmak için, bütün enerjilerini bazı şeylere ya da diğer insanlara sahip olmak uğruna harcarlar.

5-ÖNCE ANLAMAYA ÇALIŞ, SONRA ANLAŞILMAYA

Empatiyle dinlemenin ikinci evresi ise, içeriği başka şekilde ifade etmektir. Bu biraz daha etkilidir, ama illa sözlü iletişimle sınırlıdır.

İnsanlar gerçekten acı çekerken salt anlama isteğiyle onları dinleyince, size ne denli çabuk açıldıklarına hayret edersiniz. Açılmak isterler. Çocuklar da, akranlarından çok anne ve babalarına açılmak için çaresizce çırpınırlar ve anneleriyle babalarının onları koşulsuz seveceklerine, sonradan kendilerine sadık kalacaklarına ve hiçbir zaman yargılamayacaklarına ya da alay etmeyeceklerine inanırlarsa, bunu yaparlar da.

6-SİNERJİ OLUŞTUR

7-BALTAYI BİLE


Goethe şöyle der: "Bir adama onun olduğu gibi davranırsanız, olduğu gibi kalır. Bir insana olabileceği, olması gerektiği gibi davranırsanız, olabileceği ve olması gerektiği gibi olur."

Burada haftada üç-altı saat arasında bir çalışmadan, yani iki günde bir en az otuz dakikalık bir egzersizden söz ediyoruz. Bunların, haftanın geri kalan 162-165 saati üzerinde yapacağı etkinin sağlayacağı olağanüstü yararları düşündüğünüz zaman, bu süre hiç de fazla gelmez

Büyük reformcu Martin Luther şöyle der: "Bugün yapmam gereken o kadar çok şey var ki, bir saat daha dizlerimin üzerinde kalmam gerekiyor. " Onun için dua etmek mekanik bir görev değil, enerjilerini açığa çıkararak artıracak bir güç kaynağıydı.

Emerson: "Yapmakta ısrar ettiğimiz şey, gitgide kolaylaşır. İşin niteliği değişmez. Ama bu işi yapma yeteneğimiz artar."
 
DANS EDEN BENLİKLER

''Tüm başlangıçlar güzeldir" der bir Fransız atasözü

Bir kadının en az sevilen yönü, o kadının grupta bütün dikkatleri kendi üzerine toplama eğilimiyse, en sevilen yönü de onun enerjisi ve eğlendirici kişiliği idi. Bir kadının en az sevilen yönü açık, doğrudan ve doğal olamaması ise en çok sevilen 20 yönü nazikliği, özeni ve başkalarının duygulanna olan saygısıydı

Ayrımında olalım ya da olmayalım, yıldönümlerinde bu kaygılar yeniden canlanacaktır. Kırk yaşına gelmek benim için çok önemliydi. Çünkü anneme kanser tanısı bu yaşta konmuştu ve kendi annesi de kırk dört yaşında ölmüştü. Her şey aynı giderse -ki hiç bir zaman aynı gitmez- ellili yaşlarımın daha sakin olacağıma inanıyorum. Siz altı yaşındayken ailenizde bir sarsıntı yaşandıysa, çocuğunuz ala yaşına geldiğinde ve siz annenizin o zamanki yaşında olduğunuzda, çok daha kaygılı bir duygusal alanda olacağınızdan emin olabilirsiniz. Anneniz babanız siz dokuz yaşındayken boşandılarsa, kızınız dokuz yaşına geldiğinde bu olayı hiç anımsamayabilirsiniz. Ancak, bu dönemde kocanıza daha eleştirel bir gözle bakabilir, ya da daha bağlı ve güvensiz olabilirsiniz. Ya da kızınızdan uzaklaştığınızın, onunla okul alışkanlıkları, arkadaş seçimi konularında kavga ettiğinizin farkına varabilirsiniz.

Genellikle uzak insanların "duygusuz" olduğu söylenir, oysa ki uzaklaşmak aslında yoğun duygularla başa çıkmanın bir yoludur. Aynı zamanda da bir "benliksizleşme" durumudur.

Kaygıyla başa çıkmanın bir yolu da tabii, bir çocuk (ya da aileden bir başka kişi) üzerinde odaklaşmaktır; bunun da faturasını hem kişinin kendisi, hem de odaklaştığı kişi öder.

Sonunda Susan, David'le ilişkisine harcadığı enerjinin, işini boşlamasına, ve hem kısa dönemli hem de uzun dönemli mesleki amaçlarını göz ardı etmesine neden olduğu gerçeğiyle yüzleşti

Gwenna bekleme döneminde ne Greg'in üstüne düştü, ne uzaklaştı, ne de onun ikilemleri ve kuşkuları nedeniyle ona tepkisel davrandı. Böylece Greg'in kendi ikilemiyle uğraşması için ona alan bırakmış oldu ve başarılı bir ilişki olasılığını arttırmış oldu.

Adrienne bu üste düşme-uzaklaşma döngüsünü kırabildiğinde ne oldu? Adrienne bunu, soğuk bir şekilde uzaklaşmadan, Frank üzerinde odaklaşmaktan vazgeçerek, ona daha çok alan bırakarak başardı. Tepki olarak da Frank ona doğru bazı adımlar attı. Ancak bu sefer de Adrienne olumsuz tepki gösterdi - rahat bırakılmak istiyordu. Psikoterapide düşüncelerini şöyle açıkladı: "Doğrusu içtenlikle şunu düşünüyorum: belki de artık çok geç. Ya da belki onunla fazla yakın olmak istemiyorum. Ama evliliğimden de olmak istemiyorum."

"Yakınlık eksikliği"ni evliliğinin ana sorunu olarak görmekten vazgeçti ve böylece daha çok yakınlaşabildi.

Çiftler genellikle, dikkatlerini kendi ilişkileri üzerinde yoğunlaştırarak yakınlaşamala r.İlişkilerimizde o an yaşadığımız sorunların nedeni başka çözümlenmemiş konulardır. Bunlar aile ilişkilerimizi nasıl gördüğümüzü ve nasıl yaşadığımızı belirler; dolayısıyla dar bir bakış açısına saplanmamakta yarar vardır.

Başarısız yakınlaşma çabaları yerine (örneğin Frank'e ne kadar uzak bir insan olduğunu söylemek gibi), yapıcı girişimlerde bulundu (Frank'e şehirde birlikte bir hafta sonu geçirmeyi istediğini söyledi; onun "doğru" tepkiyi verip vermediğine dikkat etmeden, kendinden daha çok şey kattı).

Adrienne'in, dikkatini yalnızca evliliğine vererek . "yakınlaşma" sağlayamamasının bir nedeni daha vardı: Çiftler dikkatlerini yakınlık üzerinde yoğunlaştırdıkça, yakınlaşamazlar.

Bir ilişkide gerçek ve güvenilir yakınlık ille de istendiğinde ya da arandığında değil, iki birey de tutarlı olarak kendi benliklerini geliştirdikçe oluşur.

Adrienne ailedeki önemli ilişkilere dikkatini verdikçe Frank'in her adımına tepki göstermesi azaldı. İlişki sorunlarını yapıcı biçimde anlayabilmek için ön şart olarak tepkiselliğimizi azaltmak gerekiyor. Karşımızdaki insan bizim gibi düşünmeyen, duymayan ve bizim gibi tepki vermeyen biri olduğunda da işler iyice güçleşiyor.

Genellikle yakınlaşmayı, iki ayrı "ben"in tek bir dünya görüşü çevresinde birleşmesi olarak görür ve yakınlıkla aynılığı karıştırırız. Bazı farklılıklar bizi öylesine kızdırır, yalnız bırakır ve kaygılandırır ki, farklılıklar sayesinde öğrendiğimizi unutuveririz. Dünyamız ve hatta yakın ilişkilerimiz yalnızca kendimizle aynı insanlardan oluşsaydı, kişisel gelişmemiz durmak zorunda kalırdı.

Farklılık bizi mıknatıs gibi çekebilir; ne var ki, bizi çeken farklılıklar daha sonra da, bizi itebilir. Önce bizi çeken, daha sonra da "sorun" haline gelen özellikler aslında, daha önce sözünü ettiğim kadın grubunda en sevilen ve en az sevilen özelliklerde olduğu gibi hep aynılarıdır

Kocasının ailesiyle yaptığı şehirlerarası görüşmelere sinirlenmesinin bir nedeni de Susan'ın kendi ailesinden uzaklığıydı. Yavaş yavaş Susan, anne-babası ve kı zkardeşiyle doğrudan duygusal bağlar kurmaya başladı ve bunun sonucu olarak da, John'un kendi ailesiyle neler yapıp neler yapmadığı konusuna verdiği önem azaldı. Kendi ailemizle nasıl bir bağ kurduğumuzu yeterince düşünmeyince eşimizin anne-babasına, ya da eşimizin aile işlerine aşırı tepki duyarız.

Eski örüntüye göre davransaydı, John'un telefon konuşmaları sırasında Susan kıyametleri koparır, ailesini haksız isteklerde bulundukları için eleştirir, sahiplenici olmakla suçlar ve kocasına haklarını nasıl savunacağını gösterirdi. Yeni örüntüde, Susan, kocasının ailesiyle yaptığı anlaşmaların dışında kaldı ve yalnızca kendisini doğrudan etkileyen konularda düşüncelerini açıkça belirtti. Örneğin John'a, birlikte olmalarının onun için önemli olduğunu ve bütün zamanlarını aileyle geçirdiklerinde çok bunaldığını söyledi. Sonuçta, John ailesine baş başa kalmak istedikleri için sekiz gecenin üçünü otelde geçireceklerini söyledi. Susan da, John'un ailesinden ayrı geçireceği zamanı nasıl kullanacağı sorumluluğunu kendi üzerine aldı. John, sekiz günün sekizini de ailesiyle geçirmek isteseydi Susan ·ya bunu kabul edecekti ya da başka seçenekler bulacaktı. "Birlikteliğin gücü" dayanılmaz olduğunda ailesiyle sınırlar belirlemek John için kolay olmadı. Aynı şekilde Susan da ailesindeki "ayrılık gücü" ağırlaştığında ailesine "doğru" adım atmak zorundaydı. Bu güç adımlar sayesinde kavgaları sonra erdi ve yaşamlarındaki birliktelik ve ayrılık güçlerini huzurlu bir dengede tutabildiler.

Kaygılandığımız zaman "hemen bir çözüm bulma" yönünde aşırı sorumluluk alma eğilimimiz varsa, baskı yaratan durumlarda uzaklaşmak ve hiç sorumluluk yüklenmemek isteyen bir insana sinir ·olabiliriz. Uzaklaşma alışkanlığı olan insanlar, üstlerine düşüldükçe daha da çok uzaklaşırlar. Biz kendi yönümüzde çabamızı ne kadar çok artırırsak onlar da kendi çabalarını o kadar yoğunlaştırırlar.

Bazen tepkiselliğimiz ailemize yaptığımız ziyaretin ilk ya da son gününde baş ağnsı ya da bağırsak bozukluğu olarak da ortaya çıkabilir. Bu tepkisellik havasına girdikçe, farklılıklarımız aşırılaşır ve kutuplaşırız.

"Çok zor oldu, ama onu değiştiremeyeceğimi anladım" dedi Kristen. "On yıl uğraştım, öğüt verdim, bağırdım, kriz geçirdim, yalvardım, rica ettim. Hastalığının tüm ailemizi yıktığını söyledim. İki kere annemle birlikte onu bir tedavi programına yazdırdık, sürükleyerek götürdük. Hiçbir şey işe yaramadı. Babamı içki içmekten alıkoyamayacağımı ve onu değiştiremeyeceğimi anlayana kadar on yıl geçti."

Eski bir davranış biçimimizi değiştirince karşılaşacağımız karşı adımlar ve "eskisi gibi ol" çağrıları başlamıştı işte

Telefonda Kristen'in içinde öyle bir öfke yükseldi ki tepki göstermeden önce beklemesi gerektiğini anladı. Babasına bunu yapanın o olmadığım, buna babasının neden olduğunu, ne zamandır kendi davranışlarının sorumluluğunu üstüne almadığını onlann yüzüne haykırmak istiyordu ama; bunu yapmadı; bunu yapmanın ateşe körükle gitmek olacağını biliyordu. Kristen, dinleyebildiği kadar dinledi. Sonra, onlara telefonu kapatması gerektiğini, söyled iklerini düşüneceğini ve daha sonra onları arayacağını söyledi. Babası son olarak öfkeyle "Zahmet e tme!" diye bağırdı; belli ki bu kez ayıktı.

Kristen'in annesinin özellikle tepki duymasının nedeni de, kızının yeni davranışı sonucu, kocasının içki sorunu karşısında kendi tavrı ya da tavır eksikliğiyle yüzleşmiş olmasıydı .

Uzun evlilik yılları boyunca, Kristen'in annesi, kendi yaşantısını en iyi nasıl sürdürebileceğine enerji harcamak yerine, dikkatini kocasının alkol sorunu üzerine yoğunlaştırmıştı. Kocası için aşırı yüklenmiş (onu zor durumlardan hep o çıkartmıştı), kendisi için de hiç yüklenmemişti (yaşam amaçlarını belirlememiş, kocasının içki sorunuyla ilgili neleri kabul edip neleri kaldıramayacağını ortaya koymamış, yapabileceği ve yapamayacağı şeyleri ayırmamıştı). Alkolizmin bir hastalık olduğunu öğrenince de, bu bilgiyi kocasının hastalıkla baş etmesi konusunda hiçbir tavır almayarak kullanmıştı . Kabul edebileceği sınırlar diye bir şey yoktu; kavga, suçlama, utandırma döngüleri 94 içinde sıkışıp kalmıştı. "Bu ilişkide şunları ve bunları kabul edemem, hoş göremem", diyemiyordu.

Bazen bir aile üyesiyle yeniden bağ kurabilmek yıllar alır. Ama kopmaktansa bu yönde ilerlemenin hem kendi benliğimize hem de gelecek kuşaklara yararı olur

"Her şeyi mahvetmek" değişim sürecinin normal bir parçasıdır. Tıkanmış bir ilişki örüntüsünü, dönüp dönüp eski yöntemlerimizi uygulamadan değiştiremeyiz

Hiç yüklenmeyen bir insanla ilişkimizi dengeye kavuşturmak için, onun becerilerine seslenmek ve kendi zayıflıklarımızı açıklamak zorunludur. Biz bunu yapamazsak diğer kişinin düzelmek için enerji harcaması çok düşük bir olasılıktır; kendi becerilerini görebilmek için bile iki kat enerji harcaması gerekir.

Anita eski örüntüye uygun olarak öğüt verme ve tartışma döngüsüne girmemek için dilini tuttu.

Karşı adımlar, değişme girişimimizin başarısız ya da yanlış yönde olduğunu göstermez ("Bunu nasıl söylersin?", "Nasıl bu kadar bencil olabilirsin?"). Yalnızca değişme sürecinin normal olarak işlediğini gösterir. Savunmaya geçmeden, başkalarının farklı düşünmelerini sağlamaya çalışmadan ve onlardan kopmadan, karşı adımlara karşın yolumuzu izlemek bize düşer.

Apaçık bilinen bir şeyi yinelemek anlamına da gelse özür dilemeyi öğrenmek, herhangi bir ilişkideki örüntüyü baştan aşağı değiştirebilir ve yoğunluğu azaltmakta çok etkili olabilir.

Özellikle baskı ortamlarında kişinin duygusal işleyişinin temel birimi ikili ilişkiler değil, iç görülerdir.

Rob karısının eleştirilerine karşı annesini savunmaya öylesine dalmıştı ki, annesine duyduğu öfkenin farkına bile varamıyordu. Bu üçgen sayesinde, hem Rob hem de annesi, kendi ilişkilerini rahatlatacak bir ayrılık-bağlılık dengesi oluşturmak için adım atmaktan kaçınabiliyorlardı.

Julie yeni adımlar atma yürekliliğini gösterse, belki de Shirley'e danışabilir, onun deneyiminden yararlanmak istediğini belirtebilir ve böylece üçgendeki konumunu değiştirebilirdi. Yani, Shirley'nin, tümüyle gözden kaçırdığı bir yönüyle bağlantı kurabilirdi.

Claire, "güvenilemez", "kolay incinir" rollerini üstlenerek kendine düşeni yapmış oluyordu.

Linda bu işi bayağı iyi başardı. Annesi Claire'le ilgili konuştuğunda tepkisiz kaldı, ne öğüt verdi ne de tanı koymaya girişti . Kendisiyle ilgili bir şeyler anlatarak konuyu değiştirdi ( "Bu hafta iş yerimde epeyce bocaladım") ve annesine, onun ailesiyle ilgili sorular yöneltti ("Anneciğim, Carole teyzem depresyon için ilaç almış mıydı? Sana sorunlarını açar mıydı?"). Üçgenin dışına çıkmak, Linda'nın Claire'le ilgili konuşmayı reddetmesi anlamına gelmiyordu; bu uzaklaşmak olurdu. Linda, yalnızca eskiden yaptığını yapmadı. Uygun zamanlarda, yine düşündüklerini söyledi, ama yoğun, öğüt verici ve öğretici bir tavra girmekten kaçındı

Bir öğleden sonra, Unda annesiyle çarşıya çıktı. O gün annesinin tüm düşünceleri yoğun bir biçimde Claire üstünde odaklanmıştı. Evdeki durumun dayanılmaz olduğunu, Claire'in ortalıkta dolaşıp durduğunu ve sürekli onu kullandığını, olmadık isteklerde bulunduğunu söylüyordu. Linda önce onu dinledi sonra da yumuşak bir sesle "anneciğim" dedi, "başkalarının işlerini üstlenmekte öylesine ustasın ki, insanların senden sürekli bir şeyler istemesi beni hiç şaşırtmıyor". Bu kısacık yorumla, Linda, eski örüntüden çıkmış oldu. Öğretici olmadan ve öğüt vermeden, düşüncesini söylemeyi başardı. Ne suçlamış ne de taraf tutmuş, sakin bir anlatımla onların yapmakta oldukları dansa ilişkin düşüncelerini ortaya koymuştu (annesi vermeyi iyi biliyordu, Claire ise almayı). Annesi onun yorumunun üstünde dum1ayınca, Linda konuyu uzatmadı; annesinin kaygı düzeyinin, basit bir 157 yorumu bile kaldıramayacak kadar yüksek olduğunu biliyordu. Claire i le annesi, sorunlarını ya birlikte çözeceklerdi, ya da bu sorun çöziilmeyecekti.

Bir üçgenin içinden çıkma sürecinde sık sık sınanırız. Biz tam çıkmaya yeltenirken, diğer iki kişi bizi orada tutmak için ellerinden geleni yaparlar - ki bu da insanın doğası gereği değişmeye gösterdiği dirençtir. Linda da üçgenden çıkma çabaları sonucu, hem annesinin hem de kız kardeşinin "eskisi gibi ol!" tepkileriyle karşılaştı.

Bu, Linda'nın eski örüntüye dönmeme çabasını yeniden ortaya koymasını gerektirdi. Unda gereğini yaptı. Annesine, onlara nasıl yardım edeceğini bilemediğini, ancak zaman içinde ikisinin de güçlükleri çözebileceklerine güvendiğini söyledi. Annesi baskı yapınca, eski aşırı yüklenen konumuna girmedi, anlayışla, onların bu itişmesinin ne kadar zor bir durum olduğunu bildiğini söyledi. Şöyle dedi: "Anneciğim, Claire'le sen gerçekten de çok kötü bir noktaya geldiniz. İkinizi de çok seviyorum ve bu duruma çok üzülüyorum. Şu an olanaksız gibi gözükse de belki zaman içinde her şey düzelir."

"Bana suçluluk duymayan bir kadın gösterebilirseniz, ben de size onun erkek olduğunu söylerim."

Uzak durarak ve kendisiyle ilgili konuşmayarak Cathy annesiyle ilişkisini olaysız sürdürebiliyordu. Kısa dönemde kaygıyla baş etmemizi sağladığından, uzaklaşma işe yarayabilir. Ne var ki sahte bir "biz" uyumu sağlama çabası içinde Cathy "ben"ini feda ediyordu. İlk ailemizdeki insanlara, kim olduğumuz, inançlarımız, önemli konulardaki tutumumuz hakk nda ne kadar açık olabilirsek diğer ilişkilerimizde de o ölçüde bağımsız ve duygusal 175 açıdan olgun davranabiliriz

Duygu yoğunluğu insanların nesnel ve açık düşünmelerini engeller ve tepkiselliği tırmandırır. Midesi kasılıp, bağırmak isteyince Cathy'nin konuyu değiştirmesi, boşv ermesi, yürüyüşe çıkması ya da kısa süre için banyoya kapanması hiç de fena fikir değildi. Ancak uzun dönemde bu din konusunun üstüne giderek bu konudaki güçlü duygusal tepkilerini ve annesinin tutumunu anlaması gerekiyordu. Cathy böyle zor bir durumla nasıl başa çıkabilirdi acaba?

Yazdıklarının içinde barışma isteği ya da onların düşüncesini değiştirme çabası yoktu. Hem annesine hem de erkek kardeşine, onların kendisinin katolik oluşundan duydukları tedirginliği anladığını ve kendisiyle görüşmeme isteklerini kabul ettiğini açıkça belirtti

İlişkilerde sağlam bir benlik ortaya koyabilmenin en garantili yolu uzaklaşmak yerine yavaş yavaş bağlantıyı artırmaktır.

İlginçtir ama bir ilişkiyi başarıyla yönlendirebilmek için, o ilişki olmadan da yaşayabilecek durumda olmak gerekir.

Yakın ilişkiler, yaşam planı yerine geçmez. Ancak, bir yaşam planının anlamlı olması ve bizi ayakta tutabilmesi için, yakın ilişkiler içermesi de zorunludur
 
X