• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun, 14 yaşındaki oğlu tam gün sigortalı çalışmış

Böyle haberleri gördükçe kılıçdaroğlunu daha çok seviyorum adamın ortaya dökecek hiç kirli çamaşırını bulamamışlar, yaptıklara habere bak :KK70:
Aynen benim de aklima ilk gelen bu oldu. Demek ki Kilicdaroglu hakikatten temiz ki anca boyle seyler bulabiliyorlar.

Benim anam 13 yasindan beri calismis mecburiyetten.. Fabrikalarda da hastanelerde de.. 55 yaslarini gecince emeklilik aklina dusmus.. Senelerce aradi, sigorta ile ilgili tek bir kayit yok. Ilk defa 59 yasinda sigorta acilisi yaptirdi, bir iki sene bir arkadasinin yaninda calisiyormus gibi odedi, sonrasini da istege bagli ben odedim onun adina. 74 yasinda emekli oldu. Gencliginde sadece acilisi olmus olsaydi ve tek bir gun prim yatirilmis olsaydi hic olmazsa 74 yerine 69 yasinda emekli olabilirdi, 5 sene prim yatirmadan 15 yillik sigortalilik suresinin dolmasini beklemek zorunda kalmazdi. Ben iki kizimin da girisini 17-18 yaslarinda iken yaptirdim, bir aylik primlerini ve vergilerini de cepten yatirdim, ne olur ne olmaz diyerekten.. Benim gibi yuzbinlerce ana baba da yaptiriyor bunu, hatta emeklilik sartlari degistirildiginde yasanan panikle artan talep gazetelere haber olmustu "millet kundaktaki bebegine sigorta acilisi yaptiriyor" diye..:KK48:

Calip cirpmiyoruz, parasini vergisini yatirip sigorta acilisi yapiyoruz cocuklarimiza, ne olur, ne olmaz diyerekten.. Bu ulkede her an emeklilik sartlari degisebilir, guven yok.. Gununu de kendi calisinca doldursun, 7400 gun olmustu en son dogru hatirliyorsam..
O gunki haberlerden bir parca:
Son birkaç hafta içinde cast ajanslarının telefonları çocuklarını kaydettirmek isteyen aileler nedeniyle kilitlenirken Çalışma Bakanı Faruk Çelik bu konuda uyardı: “Çocukların sigortalılığıyla ilgili bir engel yok. Ama fiilen çalışmıyor ise, karşı karşıya kalacağı, mevzuatımızda müeyyideler var. Böyle bir yanlış yola girilmesin.”
Tabi kim aldirdi ki..:KK45:
 
Bencede kaynagi yok konu kapanmali.
Hayır oyle başlıklar açıldı ki başkasıyla ilgili. Hic dusunemezmi insan konuyu olustururken :KK47: cekinmezmi!?????
 
Bu konunun acilmasindaki alt metni okuyorum sizlere:
"Yolsuzluk yapan bir tek erdogan degil. Bakin Kilicdaroglu da yapmis bilmem kac sene once. Yani su an akp hukumeti sahtekar evet ama kilicdaroglu basa gelse o da calip cirpacak..."
Iktidarin yolsuzluk yaptigini kabullenerek muhalefete camur atma cabasi... Ironik :) Bu konuda kasit var, kaynak yok. Copu karistirmaya ve tuy dikmeyi aman diyeyim birakmayin. Durmak yok, yola devam!
 
yapabilir yaniii... neleri var din konusunda ne düşünceleri var bunlar bi başa gelsin türkiyeyi yönetmeyi bırakır nerde din nerde ezan nerde kuran oraya saldırırlarr.. hey gidi hey fıtratlarında ve geçmişlerinde varr..

Maket kabe yapmaktan,

Pasta kuran yapmaktan,

Bakara makara demekten,

Erdoğan'ı Allah'ın yeryüzünde ki sureti gibi görmekten,

Üsküdar Belediye Meclisinin 4 camiiyi satışa çıkarmasından,

Millet asgari ücretle zor geçinirken sarayda ki bir kadeh değerinde bile olamamaktan ziyade sanırım aklınız başınızdan uzaya göçtü? Bunları gördüğünüz için daha nesi olabilir diye kafa patlatmak devreleri yakmaktan öteye gidememiş gördüğüm kadarıyla.

Ayrıca bunlar dediğin kişilerin ne yaptığını iyice bir araştır istersen!

1922 yılında Bakanlar kurulunda Mustafa Kemal ATATÜRK, Yunanlılar tarafından yıkılan camileri yeniletmek için bizzat emir vermiş ve görevini yapmıştır. Hatta demiştir ki;
Bu camileri yenilemek görevimizdir. Bu hizmeti nutuk atmadan gösterişe kaçmadan, siyasete alet etmeden yerine getirelim. Birileri gibi orda camii açacağıızzz, burda mescit yapacağızzz, gördünüz mü bakın helikopterim ve binbeşyüz korumamla namaz kılacağızzzz dememiştir.

Dünyada ilk defa radyodan mevlit yayının 1932 yılının Kadir Gecesi'nde Atatürk’ün yayınlattırdığını biliyor musun? Yok. Bilmiyorsun nerden bilicen çünkü Cehape camiileri ahır yaptı demekten öteye gidemiyorsunuz.(Bu arada o tez çürütüldü)

Atatürk’ün emriyle Sultan Ahmet camiinin tamiri için 1929 yılında 30 bin lira,
Eyüp Sultan camiinin tamiri için 1931 yılında 1999 lira,
Mesihpaşa Camii, Süleymaniye Camii, Sultan Selim Camii, Laleli Camii, Üsküdar Şemsi Paşa Camii, Ankara Cebeci Cenabı Ahmet Paşa Camii, Çankırı Ulu Camii tamiri için gönderilen paralarla ilgili Başbakanlık belgelerinden örnekler vardır. Haberin var mı? Yok nerden olsun. Araştırmıyorsun ki. Peygamber olarak gördüğünüz Erdoğan ne derse o çünkü.

Neyse araştırın da yazın.
Boş boş konuşmayın.
 
Kemal Kılıçdaroğlu’nun, 14 yaşındaki oğlu tam gün sigortalı çalışmış








kemal-kilicdaroglu.jpg
Her konuda ahkam kesen CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Kemal Kılıçdaroğlu, 14 yaşında iken okulda olması gereken oğlu Kerem Kılıçdaroğlu’nun nasıl olup da tam gün sigortalı çalıştığı konusuna bir türlü gelmiyor.


CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Kemal Kılıçdaroğlu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Kılıçdaroğlu’nu bir yere koysak, adres versek bulamaz” sözlerine, “Biz halkın sorunlarına sahip çıkma ustasıyız” dedi; ancak 14 yaşında iken okulda olması gereken çocuğu Kerem Kılıçdaroğlu’nun tam gün sigortalı çalıştığını hala açıklamadı!

Her konuda konuşan, kendileri gibi düşünmeyen her kesimi hedef alan Kemal Kılıçdaroğlu, oğlunu 14 yaşında usulsüzce sigortalattırmasına dair sorulara net bir cevap vermiyor.

OKULDA OLMASI GEREKEN ÇOCUĞUNUN TAM GÜN SİGORTALI ÇALIŞMASINI AÇIKLAYAMIYOR
Kemal Kılıçdaroğlu’nun, ilköğretim okulu öğrencisi oğlunu 14 yaşında sahte sigortalı yaptığı ortaya çıkmıştı. SSK eski Genel Müdürü, dönemin Çalışma Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Kemal Kılıçdaroğlu, 1997 yılında oğlu Kerem’i okula devam ettiği sırada İstanbul’da faaliyet gösteren Ekinciler Holding’te sigortalı olarak çalışıyor göstermişti.

1983 doğumlu Kerem Kılıçdaroğlu’nun SSK kayıtlarına göz atıldığında, 1997/1 döneminde 60 gün, 1997/2 döneminde ise 1 gün sigortasının ödendiği görülüyor. SSK kayıtlarına göre 1 Mart 1997’de söz konusu şirkette çalışmaya başladığı görülen Kerem Kılıçdaroğlu, 1 Mayıs 1997’de işten ayrılmış. Kerem Kılıçdaroğlu 1997 yılında ilköğretim okulu son sınıf öğrencisiydi.

YASAKÇILIKTA VE ÇETELERE SAHİP ÇIKMADA USTA
Kılıçdaroğlu’nun, “Biz halkın sorunlarına sahip çıkma ustasıyız” şeklinde sözleri gerçeği yansıtmıyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’si, başörtülü öğrencilerin eğitim ve öğretim hakkını engellemiş, fakir öğrencilere yapılan burs yardımını iptal ettirmiş, bunun yanı sıra Terör Örgütü Ergenekon’un avukatlığını da yapmıştı. 1994’ten önce CHP’li Nurettin Sözen’in İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde ise, İstanbullular su alabilmek için kuyruklara giriyordu, her yerde çöp yığınları vardı, cadde ve sokaklar çamur içindeydi. CHP, İstanbul’da İSKİ skandalıyla anılıyordu.
link vermeden lütfen konu açmayın. kural bu
 
gevezeyim gevezeyim , konunuza gelecek olur isek asıl anlatmak istediğiniz bakın bu kişide bunu bunu yapmış ise peki kader diyerek her siyasi hareketi kabullenmeli miyiz ?

Bugün siyasi arenada yer alan gerek vekil gerek bakanlar ve onların harcamaları nereden karşılanmaktadır ? Ülke kaynaklarından öyle değil mi. Peki kaynaklarımızın , ürettiklerimizin israf edilmesi ve geleceğimizin , emeklerimizin sömürülmesi sizi rahatsız etmiyor mu ?

Dün sevgili Egem Egem , çok güzel bir bilgi paylaşmıştı Beyaz Saray ile ilgili. Egem Egem cim izninle senin mesajından kopyalayıp paylaşıyorum.

Beyaz Saray a dair :

1981 yılında yemin ederek ABD Başkanlığına göreve başlamasından yaklaşık bir ay sonra dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan ve eşi Nancy Reagan, Beyaz Saray’da akşam yemeğini yedikten sonra hiç beklemedikleri bir sürprizle karşılaşırlar.

Görevli garson yemeğin hesap faturasını getirmiştir. Baş kahyanın bir garsonla gönderdiği hesap faturasında sadece o akşamın değil son bir ayın bütün yemeklerinin hesabı da yer almaktadır. Sadece yemekler de değil… Ağırladıkları kişisel misafirlerin, bir aydır kullandıkları kuru temizleme hizmetinden, diş fırçası, diş macunu, temizlik ve parfümeri malzemelerine kadar bütün kişisel malzemelerin ücreti de miktarlarıyla beraber kaydedilmiştir. Ronald Reagan, hesabın büyüklüğüne şaşırsa da görevlinin getirdiği faturayı gülümseyerek alır ve muhasebeye maaşından ödenmesi talimatı verir. Kocasının aksine Nancy Reagan’ın şaşkınlığı çok daha büyüktür. Anılarında, ‘kimse bize Başkan ve Eşinin Beyaz Saray’da yaşarken yedikleri yemeklere ve kullandıkları günlük malzemelere para ödemek zorunda olduklarından bahsetmemişti’ diye anlatıyor o şaşkınlık anını. Aslında, ABD kamuoyunun büyük çoğunluğu da pek bilmiyordu. ABD eski Başkanı Bill Clinton’un eşi ve birinci Obama döneminin dışişleri bakanı Hillary Clinton‘ın, bu yıl yayınlanan “Hard Choices” kitabının Haziran ayındaki tanıtım ve imza gezilerinden birinde, Beyaz Saray’dan ayrıldıkları zaman, ‘borç içinde ve beş parasız olduklarını’ söylemesi, sosyal medyada büyük yankı yapmıştı. Hillary Clinton, sekiz yıl kaldıkları Beyaz Saray’dan taşınınca Washington DC’de ve New York’ta mortgage kredisiyle iki ev aldıklarını, bu kredi ile kızları Chelsea’nin Stanford Üniversitesi parasının kendilerini, 2001 kışında 12 milyon dolar borcu olan olan bir aile haline getirdiğini anlatacaktı. Borç batağından, Bill Clinton’ın art arda yayınlanan kitaplarının, ücretli konuşmalarının gelirleriyle düzlüğe çıkacaklardı. Son borçlarını da 2004 yılında ödeyerek borçlarını temizleyeceklerdi.

Peki, 8 yıl boyunca yıllık ortalama 500 bin dolar maaşı olan ve kira gideri olmayan bir aile niçin Beyaz Saray’dan beş parasız ayrılacaktı? Nancy Reagan’ı çok şaşırtan sebepten dolayı…

ABD Başkanları Beyaz Saray’a kira ödemez ama onun dışındaki herşey maaşlarından kesilir. Beyaz Saray, devletin ABD Başkanı için tahsis ettiği misafirhanedir ve orada 4 ya da 8 yılını geçirmek zorunda olan her aile, kendilerinin ve kişisel misafirlerinin bütün masraflarını kendisi karşılamak durumundadır. Sadece resmi devlet konuklarının ağırlanma masrafını Amerikan vergi mükellefleri öder. Geri kalan kişisel mutfak giderleri, hizmet ve malzemelerin ücreti Başkan ve ailesine aittir. Başkan takım elbiselerinin kuru temizleme ücretini kendisi ödemek zorundadır. Kaybolan düğmesinin yerine alınacak yenisinin de, ayakkabılarının boya ve cilasının da… Konutun başkan ve ailesinin kaldıkları kısmındaki temizlikçi, garson ve hizmetçilerin çalıştıkları süredeki saat ücretini de başkan öder. Kısacası, kira ve elektrik faturası dışında kendileri için harcanan her kuruşu devlete ödemek zorundadırlar.

Çünkü, ABD bir monarşi değil bir cumhuriyettir ve bu konut da bir ‘saray’ değil bir evdir. Amerikalılar buraya ‘saray’ demiyor zaten, o bizim yakıştırmamız. Washington DC’de ‘’1600 Pennsylvania Avenue’’ adresinde bulunan dünyanın bu en ünlü evinin adı Türkçe’ye yanlış şekilde ‘Beyaz Saray’ diye çevirilmiş olsa da, aslında İngilizce’deki orijinal adı ‘White House‘ yani ‘Beyaz Ev‘dir. Ve ABD’ye devlet başkanı seçildi diye kimse, devletin parasını keyfince harcayamaz. Sadece bu ev içinde de değil her yerde… ABD Başkanı, şehir dışı tatil masraflarını, haftasonlarını geçirmek istediğinde Camp David’teki dinlenme evinin haftasonu masraflarını kendi cebinden karşılamak zorunda. Yine örneğin başkan, ABD Başkanlık uçağına, devlet delegasyonundan olmayan tek bir kişi bile bindirecekse, (kardeşi bile olsa), bir ticari yolcu uçağının ‘first class’ uçak bileti miktarınca devlete para ödemek zorundadır.

Gerald Ford’tan George W. Bush’a kadar 6 başkan döneminde bu evin ‘baş kahyası (chief usher)’ olmuş Gary Walters’ın deyişi ile, başkan ve ailesi bu evin 4 veya 8 yıllık kira sözleşmesine sahip kiracılarıdır. İstedikleri yemekler pişirilir, malzemeler ve ürünler istedikleri markalardan seçilir ama parasını Amerikan halkı değil, Başkan ve ailesi maaşlarından öder. Ve doğal olarak fiyatın yüksekliğine alışmaları zaman alır. Çünkü başkanlar ve ailelerine verilen hizmet 5 yıldızlı otel kalitesinde olduğu gibi başkanın bunlar için ödeyeceği para da 5 yıldızlı otel fiyatları düzeyindedir. Devlet konutu diye cüzi ücretlendirme yapılmaz. Walters, ‘yemek, hizmet ve malzemelerin pahalı olduğundan yakınmayan tek bir first aile hatırlamıyorum’ diyor. Hatırladığı en büyük tepki ise Jimmy Carter’ın eşi Rosalynn Carter’a ait. Memleketleri Atlanta’da yemeğin de malzemelerin de çok daha ucuz olduğunu söyleyip durmuş aylarca. Ama ‘first lady’nin şikayetleri, fiyatları aşağı çekmeye yetmemiş. George W. Bush’un eşi Laura Bush da, “Spoken from the Heart” adlı anı kitabında Beyaz Saray’da yaşamanın ne kadar pahalı olduğundan yakınıyor. Onu en çok zorlayan konulardan biri de, hergün saçlarını yapan kuaföre, devleti temsil edeceği törenlere giderken bile olsa, ücretini kendisinin ödemesi olmuş. Bayan Bush kitabında, faturanın aylık geldiğini ve Başkan ve eşi ile iki kızının bütün yemeklerinin, kullandıkları bütün kişisel malzemelerin, kuru temizleme dahil tüm hizmetlerin, garsonların ve temizlik görevlilerinin saat başı ücretinin, özel misafirlerinin tüm msaraflarının bu faturada yer aldığını yazıyor. ‘’Faturada ağzımı açık bırakan kalemler de vardı’’ diye aktaran Bayan Bush şu örneği veriyor:

‘’Ülkenin First Lady’si olarak giyeceğim kıyafetlerin de özel tasarım olması gerektiği şartı vardı ama elbisenin ücretinin yanı sıra bu tasarımların ücreti de yine benden tahsil ediliyordu.’’

ABD Başkanlarının maaşına en son 1999 yılında zam yapıldı. Buna göre ABD Başkanın çıplak maaşı yıllık 400 bin dolar civarında. 50 bin dolar da görev tazminatı ödenir. Bu her iki ödeme de vergiye dahildir. Başkan bunların gelir vergisini ödemek zorunda. Bunların yanı sıra başkanın gezileri için, vergiden muaf yıllık 100 bin dolar harcırah ödenir. Ancak, Beyaz Saray faturasının yüksekliği göz önüne alındığında bir ABD Başkanı, maaşının neredeyse tamamını aylık giderlerine harcar. Yani ayrıca bir serveti yoksa, Beyaz Saray’da ‘ucu ucuna’ yaşamak durumunda… Belki de bu yüzden Başkan Gerald Ford, Beyaz Evi, ‘Bugüne kadar gördüğüm en lüks sosyal yardım konutu’ diye tanımlamıştı.

Beyaz Ev, kompleks bir yapıdır. Aynı anda hem bir konut, hem bir müze ve hem de bir devlet dairesidir. ABD dünyanın süper gücü olmasına rağmen, Beyaz Ev, dünyadaki en büyük devlet başkanı sarayı değil, aksine büyük devletler içindeki en küçük devlet başkanlığı konutlarından biridir. Sadece bir katından, dünyanın en büyük devletinin yürütme organı yönetilir. ”1700’lerin dünyasında 13 kolonili devlet için inşa edilmiş, bugün dünya lideriyiz. Bu ihtiyaca uygun çok daha büyük bir saray yapalım” diyen tek bir başkan bile olmamıştır. Kimsenin aklına böyle bir şey gelmez. Çünkü, Beyaz Ev, ABD demokrasisinde ‘devamlılığın’ da sembolüdür.Ve yine Beyaz Ev, kendi toplumundan izole bir yer de değil. Dünyada, içinde başkan yaşadığı halde halkının ziyaretine açık tek devlet başkanlığı konutudur. Çünkü Amerikan tarihinin en önemli kültür müzesidir. Haftalık ortalama ziyaretçi sayısı 30 bindir. Başkanın penceresinin bir kaç on metre uzağındaki bahçe demirliğinin önü ise ABD’nin en ünlü gösteri ve protesto yeridir.

Beyaz Ev, başkanlar için kalıcı bir ihtişam ve keyif sarayı değil geçici bir barınma ve hizmet yeridir. Başkan Truman’a göre, ‘dışı çok gösterişli bir hapishane‘den başka bir şey değildi. Ronald Reagan ise, buradaki yılları boyunca kendisini sürekli bir akvaryum balığı gibi hissettiğini anlatır. Michelle Obama da geçtiğimiz yıl, ‘’çok iyi dekore edilmiş bir hapishane’’ olarak niteleyecekti. Bu eve kiracı başkanlar aileleriyle gelir geçer. Mülk sahibi Amerikan halkı ve demokrasisidir. Bu gerçeği, bir hizmetçisi, Baba George Bush’un eşi Barbara Bush’a şöyle söyler bir gün:

‘’Buraya her dört yılda bir başkanlar gelir gider… Biz kalıcıyız’’.

Bu yazı
www.amerikabulteni.com’da yayımlanmıştır.


Bizde de aynısının uygulanmasını istemez misiniz ?
vay canına. ama bizzz çok zengin bir ülkeyiz. refahta nirvanayz. şimdi abd yle kıyaslanılırmı durumumuz hiç. :))
 
Çok komik adam yapa yapa yolsuzluk bir bunu mu yapmış?
Ne demeye getiriyorlar yani biz miryarlık saatimiz var ayakkabı kutularında paralarımız var milyonlarca rant elde etmisş olabiliriz ama kılıçtaroğluda oğlunu sigortalı yapmış kim verdiyse bu aklı davutoğluna bunu açıkladıktan sonra o bile utandı
 
hayır biz uğraşmıyoruz böyle şeyler yayınlamak içinn daha dur neler var şaşarsınn 18 sene geçmiş geçmemiş haktan hukuktan temizlikten bahsediyosunuz yaaa. özünde hani temizdi bu adamm..

Kim dedi temiz diye. Seveni var mı bilmiyorum. Akpye oy vermiyoz diye kılıçdaroğlunu sevdiğimizi nerden çıkardınız ki??

Bu ülkede kimse siyasete belli bi ideoloji için ya da bir şeyleri düzeltmek için girmiyor. Herkesin bir şeylerden nemalanmak için giriyor. Sgknın başına gelmiş yapabildiğini yapmış. Afiyet olsun ne diyelim.

Şu an büyük hırsızlığı yapan baştakiler her dönemde olduğu gibi. Akpye has bir durum da değil. Hangi başbakan cumhurbaşkanı görev süresi bitiminde eski mütevazi hayatına geri dönüyor??

Hepsi ceplerni doldurmuş şekilde lüks hayat yaşıyorlar. Yazıklar olsun ne diyelim.

Kılıçdaroğlunun oğlunun aldığı emekli aylığı da geçmesin boğazından ne diyim..

Ayrıca dönemin bakanları keşke bu açığı yakalasalardı bunlara müsade etmeselerdi..
 
17 Haziran 2001’de Hürriyet’te çıkan bir köşeyazısında Tanürek’in eşi Ahmet Tanürek’in şu sözleri yer aldı

“Tayyip’in oğlu kırmızı ışıkta hızla geçiyor. Peşine siren çalarak ekip takılıyor. Kaçarken, yaya geçidine 5 metre kala eşime çarpıyor. 30 metre sürüklüyor. Eşim 6 gün sonra vefat etti. Yakalandığında polislere Tayyip’in oğlu olduğunu söylüyor. Zaten o andan itibaren her şey değişti. Karakola gittik, çocuğun ehliyetini sormuyorlar. Polislere bunu hatırlattığımızda ‘Siz ukalalık etmeyin, biz ne yapacağımızı biliriz’ dediler. Kazadan hemen sonra caddemize belediye arazözleri geldi. Tarihte ilk kez, caddemiz baştan aşağı yıkandı. 35 metre fren izi vardı ve her şeyi bir anda yok ettiler. Çocuğun ehliyeti yoktu. Kazadan sonra, üç ay önce verilmiş gibi ehliyet düzenlediler. Mahkeme başladı, çocuk bir kez olsun gelmedi. Babası tarafından yurtdışına gönderilmişti! Ama Tayyip’in adamları hep oradaydı. Karımın hakkını ararken bir şey söylediğimizde dirsek yedik, tehdit edildik, tacize uğradık. Hákime çocuğun ehliyeti olmadığını, kazadan sonra babasının forsuyla düzmece ehliyet verildiğini söylediğimizde ‘Ne demek yani, siz koskoca belediye başkanını sahtecilikle mi suçluyorsunuz’ diye azar işittik. Sakin bir insanımdır ama o anda elimde bir şey olsaydı, kafasına fırlatırdım. Olayın oluşunu gören tanıkların hepsi tehdit edildi ve korkutuldu. Buna bir yakınımız dahildir. Sadece bir tek genç kız tanıklık yapmakta direndi. Fakat işin rengi değişmişti. Başına iş gelmemesi için ona da tanıklık yaptırmadık. Şişli karakolunda çocuğun ehliyetini sormayan polislerin ve sahte ehliyet veren trafikçilerin aileleri dava görülürken defalarca gelip yalvardılar, işin üzerine gidersek kocalarının görevine son verileceğini, aç kalacaklarını söylediler. Onlardan da şikáyetçi olmadık! Kapımızda her gün belediye araçları durur, Tayyip’in adamları önümüze çıkardı. Tanıklara olduğu gibi, bize de, uğraşmayalım diye en az 20 ‘ricacı’ geldi. Tayyip belediye başkanıydı. O zaman anladık ki, karşımızda bir ‘dev’ vardır ve onunla baş etmek mümkün olmayacaktır. Biz bu durumda aile meclisi olarak toplandık ve işin ucunu bırakmaya karar verdik… Çünkü bir sonuç çıkmayacaktı. Onlar çok güçlüydü. Sonuçta efendim, mahkeme kararını verdi! 8’de 4 kusurlu olan çocuk 3 ay hapis cezası aldı. Bu da paraya çevrildi. 1998 yılının parasıyla toplam 540 bin lira ceza ödediler. Bugünün parasıyla yaklaşık 2 milyon eder.”
 
Vay canınaaaaaa inanmıyorum. Kılıçdaroğlu hem de 14 yaşındaki Kılıçdaroğlu.... :KK17::KK17::KK17:
Çok büyük yolsuzluk gerçekten. :KK14:
 
17 Haziran 2001’de Hürriyet’te çıkan bir köşeyazısında Tanürek’in eşi Ahmet Tanürek’in şu sözleri yer aldı

“Tayyip’in oğlu kırmızı ışıkta hızla geçiyor. Peşine siren çalarak ekip takılıyor. Kaçarken, yaya geçidine 5 metre kala eşime çarpıyor. 30 metre sürüklüyor. Eşim 6 gün sonra vefat etti. Yakalandığında polislere Tayyip’in oğlu olduğunu söylüyor. Zaten o andan itibaren her şey değişti. Karakola gittik, çocuğun ehliyetini sormuyorlar. Polislere bunu hatırlattığımızda ‘Siz ukalalık etmeyin, biz ne yapacağımızı biliriz’ dediler. Kazadan hemen sonra caddemize belediye arazözleri geldi. Tarihte ilk kez, caddemiz baştan aşağı yıkandı. 35 metre fren izi vardı ve her şeyi bir anda yok ettiler. Çocuğun ehliyeti yoktu. Kazadan sonra, üç ay önce verilmiş gibi ehliyet düzenlediler. Mahkeme başladı, çocuk bir kez olsun gelmedi. Babası tarafından yurtdışına gönderilmişti! Ama Tayyip’in adamları hep oradaydı. Karımın hakkını ararken bir şey söylediğimizde dirsek yedik, tehdit edildik, tacize uğradık. Hákime çocuğun ehliyeti olmadığını, kazadan sonra babasının forsuyla düzmece ehliyet verildiğini söylediğimizde ‘Ne demek yani, siz koskoca belediye başkanını sahtecilikle mi suçluyorsunuz’ diye azar işittik. Sakin bir insanımdır ama o anda elimde bir şey olsaydı, kafasına fırlatırdım. Olayın oluşunu gören tanıkların hepsi tehdit edildi ve korkutuldu. Buna bir yakınımız dahildir. Sadece bir tek genç kız tanıklık yapmakta direndi. Fakat işin rengi değişmişti. Başına iş gelmemesi için ona da tanıklık yaptırmadık. Şişli karakolunda çocuğun ehliyetini sormayan polislerin ve sahte ehliyet veren trafikçilerin aileleri dava görülürken defalarca gelip yalvardılar, işin üzerine gidersek kocalarının görevine son verileceğini, aç kalacaklarını söylediler. Onlardan da şikáyetçi olmadık! Kapımızda her gün belediye araçları durur, Tayyip’in adamları önümüze çıkardı. Tanıklara olduğu gibi, bize de, uğraşmayalım diye en az 20 ‘ricacı’ geldi. Tayyip belediye başkanıydı. O zaman anladık ki, karşımızda bir ‘dev’ vardır ve onunla baş etmek mümkün olmayacaktır. Biz bu durumda aile meclisi olarak toplandık ve işin ucunu bırakmaya karar verdik… Çünkü bir sonuç çıkmayacaktı. Onlar çok güçlüydü. Sonuçta efendim, mahkeme kararını verdi! 8’de 4 kusurlu olan çocuk 3 ay hapis cezası aldı. Bu da paraya çevrildi. 1998 yılının parasıyla toplam 540 bin lira ceza ödediler. Bugünün parasıyla yaklaşık 2 milyon eder.”
Gözlerim doldu. Bir on sene sonra bu olaydan tamamı gerçektir diye bir film bile yapılabilir. Gece nasıl başlarını yastığa koyuyorlar acaba??? Diğer taraftan kadının eşinin çocukları varsa onların tek bir gece başını yastığa koyunca bu olayı düşünmedikleri an yoktur. Karşı tarafın aklının ucuna dahi geldiğini sanmıyorum
 
17 Haziran 2001’de Hürriyet’te çıkan bir köşeyazısında Tanürek’in eşi Ahmet Tanürek’in şu sözleri yer aldı

“Tayyip’in oğlu kırmızı ışıkta hızla geçiyor. Peşine siren çalarak ekip takılıyor. Kaçarken, yaya geçidine 5 metre kala eşime çarpıyor. 30 metre sürüklüyor. Eşim 6 gün sonra vefat etti. Yakalandığında polislere Tayyip’in oğlu olduğunu söylüyor. Zaten o andan itibaren her şey değişti. Karakola gittik, çocuğun ehliyetini sormuyorlar. Polislere bunu hatırlattığımızda ‘Siz ukalalık etmeyin, biz ne yapacağımızı biliriz’ dediler. Kazadan hemen sonra caddemize belediye arazözleri geldi. Tarihte ilk kez, caddemiz baştan aşağı yıkandı. 35 metre fren izi vardı ve her şeyi bir anda yok ettiler. Çocuğun ehliyeti yoktu. Kazadan sonra, üç ay önce verilmiş gibi ehliyet düzenlediler. Mahkeme başladı, çocuk bir kez olsun gelmedi. Babası tarafından yurtdışına gönderilmişti! Ama Tayyip’in adamları hep oradaydı. Karımın hakkını ararken bir şey söylediğimizde dirsek yedik, tehdit edildik, tacize uğradık. Hákime çocuğun ehliyeti olmadığını, kazadan sonra babasının forsuyla düzmece ehliyet verildiğini söylediğimizde ‘Ne demek yani, siz koskoca belediye başkanını sahtecilikle mi suçluyorsunuz’ diye azar işittik. Sakin bir insanımdır ama o anda elimde bir şey olsaydı, kafasına fırlatırdım. Olayın oluşunu gören tanıkların hepsi tehdit edildi ve korkutuldu. Buna bir yakınımız dahildir. Sadece bir tek genç kız tanıklık yapmakta direndi. Fakat işin rengi değişmişti. Başına iş gelmemesi için ona da tanıklık yaptırmadık. Şişli karakolunda çocuğun ehliyetini sormayan polislerin ve sahte ehliyet veren trafikçilerin aileleri dava görülürken defalarca gelip yalvardılar, işin üzerine gidersek kocalarının görevine son verileceğini, aç kalacaklarını söylediler. Onlardan da şikáyetçi olmadık! Kapımızda her gün belediye araçları durur, Tayyip’in adamları önümüze çıkardı. Tanıklara olduğu gibi, bize de, uğraşmayalım diye en az 20 ‘ricacı’ geldi. Tayyip belediye başkanıydı. O zaman anladık ki, karşımızda bir ‘dev’ vardır ve onunla baş etmek mümkün olmayacaktır. Biz bu durumda aile meclisi olarak toplandık ve işin ucunu bırakmaya karar verdik… Çünkü bir sonuç çıkmayacaktı. Onlar çok güçlüydü. Sonuçta efendim, mahkeme kararını verdi! 8’de 4 kusurlu olan çocuk 3 ay hapis cezası aldı. Bu da paraya çevrildi. 1998 yılının parasıyla toplam 540 bin lira ceza ödediler. Bugünün parasıyla yaklaşık 2 milyon eder.”


Birinin ölümüne neden olmak nasıl bir duygu acaba? Düşünmek bile istemiyorum.
Ben teslim olduğum halde vicdanım rahat edemezdi sanırım.

Bu insanlar hayatlarına bu rahatlıkla nasıl devam edebiliyorlar?
 
Birinin oglu ehliyetsiz araba kullanip adam oldurup kaciyor, herkesin bildigi olay makamin gucu sayesinde emniyette ortbas ediliyor, ondan sonra birileri cikip ama filancanin oglu da birkac gun sigortali calistirilip sigorta baslangic gunu edindi, nasil bu adama oy verirsiniz de ilkine vermezsiniz diye kiyameti kopartiyor..:confused: Memleket tiyatro sahnesine dondu valla.
Karadayi, senin dizideki "beyfendi"yi hallettikten sonra gel de bizim basimizdaki "beyfendi"den bizi bi kurtar sevabina..:KK53:
 
Birinin ölümüne neden olmak nasıl bir duygu acaba? Düşünmek bile istemiyorum.
Ben teslim olduğum halde vicdanım rahat edemezdi sanırım.

Bu insanlar hayatlarına bu rahatlıkla nasıl devam edebiliyorlar?
işte o kısmını bende düşündüm bu gün
 
Evet ya bu adam değil miydi 700.000 tl'lik saat takan, Türkiye'nin en güzel sahil kasabasını kendi villaları için kapattıran, beyni çalışmayan kızına ayda bilmem kaç lira maaş bağlatan. Yazıklar olsun sana KILIÇTAROĞLU. Bunları yaparken hiç utanmadın mı? :KK51::KK51:
 
Back