Kapitalist Moda

hotcouture

Popüler Üye
Kayıtlı Üye
29 Mart 2009
4.240
794
Kendimi bildim bileli giyinmeyi ve kıyafet alışverişini sevdim. Öyle ki, barbie bebeğiyle oynayan kızlar gibi, bilgisayar oyunlarında bile zamanımın çoğunu sanal kahramanımın dış görünümüne kafa yorarak geçiriyordum. Cebime giren paranın büyük kısmı pahalı ve ilgi çekici kıyafetlere gidiyordu. Zengin de değilim. Arkadaşlarım seyahatlere giderken ben o parayla Porsche Design ayakkabı alırdım… Vücut geliştirmenin verdiği özgüvenle giyilen patlıcan moru renginde dar süveter, MicroModal kumaştan ipeksi pijama, süperman tişörtleri, terziden özel yapım yelekler, Danimarka’dan bot, Finlandiya’dan kışlık şapka…

Hastası olduğum Porsche Design spor ayakkabıların ilk çıkan serisinden çok sevdiğim bir model vardı. Artık üretimi olmadığı için hiçbir yerde yok, yok! Sonunda aylar süren araştırma ile eBay sitesinde Almanya’daki bir satıcıda bulmuştum. Artık ne kadar heyecanlandıysam, FedEx’e bir dünya para ödedim iki günde gelsin diye. Bir de gümrük vergisine takılınca oraya para bayıldık. Sonunda elime geçen alt tarafı gümüş renkli bir ayakkabı… Ama o zamanlar bana sanki yekpare gümüş gibi değerli gelmişti. Ertesi hafta giydiğimde, okulda bir arkadaşımın; “ya Ömer sen de uzaylı gibi giyiniyorsun ha” diyerek zevkime sıktığı limon suyunu halen hatırlarım. “Ulan,” dedim içimden, “Siz makine mühendisleri modadan ne anlarsınız, içiniz geçmiş şimdiden!”

Ailemin durumu mu iyiydi bilmiyorum ama, şehzade gibi yaşamaya alışmıştım.
Ta ki, Kuzey Avrupa’da yaptığım yüksek lisansı bitirip sonunda gerçek hayatla tanışmak üzere Türkiye’ye dönene kadar. İlk çalışma tecrübem geç yaşta, bir tekstil firmasında oldu. İtalya’dan moda evlerinin tasarım ekipleri geliyor, kataloğumuzdan seçtikleri ürünlere biraz değişiklikler yapıp markalarını bastırıyorlar. Yani onlar için üretim yapıyoruz. Ancak sadece iyi markaların denim kıyafetlerinde uzmanlaşmıştık. Moschino bizden 60 liraya aldığı pantolonu, götürüp 1000 liraya satıyordu. Aynı işçinin elinden ve aynı makineden çıkan bir başka pantolon ise, Cacharel marka ile 500 liraya, Network’de ise 300 liraya sergileniyordu. İşin aslı, büyük bir marka aldatmacasının döndüğünü ben o zaman anladım.

Bir ara bana zaman etüdü yapma görevi verdi patronumuz. İşçilerin yanına inip kronometre elimde, sürekli notlar alarak çalışma verimini inceliyordum. Bir yandan da kimin kaç adet pantolon bitirdiği tahtaya yazılıyor ve yavaş çalışanlara günün sonunda uyarı veriliyordu. Çoğunluğu sigortasız çalışan, makas kullanmaktan parmakları su toplamış, toplama kamplarını hatırlatan boya atölyelerinde zehir soluyan, yaz sıcağında saatlerce ütü yapan fakir insancıklar… Patronları Mercedes’e binerken, sanki kendi giyer gibi Moschino paketleyenfabrika kızları… Bazen taşeron atölyelerde kontrole gittiğimizde, jilet gibi giyinen bendenizi kaçamak süzen, bir yandan da “daha hızlı, haydi!” komutları eşliğinde alelacele çalışan o genç kızların ümitli bakışlarını halen hatırlarım.

O dönem hayat görüşüm değişti. Dünyadaki mevcut düzenin adaletsizliğine şahit oldum. Yine bir gün, biten pantolon sayısına göre sonuncu çıkan bir teyzem işten atılınca, ben de ayrıldım. Mutsuz, bereketsiz bir ortam. Kafayı kullanan mühendis arkadaşlarım Mercedes’lerde iş bulmuş, ben ise görseler acıyacakları bir yerde, ölmüş bir sektördeydim. Ancak şimdi görüyorum ki, orada hayata dair çok kıymetli dersler vardı.

İşte o dönem, moda denen olgudan iyice soğudum. Eskiden sıklıkla yaptığım, yeni sezon ürünler için AVM’lere gidip mağazaları tek tek tarama alışkanlığımı ise çoktan bırakmıştım. Ancak kesin bir karar alamadığınızda, güzel giyinmek ve yeni kıyafetler almak saplantısından kurtulamıyorsunuz. “Şurda indirim varmış bir bakayım”, “bu vitrindeki çok hoşmuş yahu, bir deniyeyim”…

Bir süre önce, tüm gardrobumu boşalttım! Beğendiklerini alsınlar diye bir kısmını aileme, kalanı ise ihtiyacı olan insanlara verildi. Artık sadece tek tip giyiniyorum. Türk malı ve ucuz: siyah tshirt ve kot pantolon. Böyle minimalist bir gardroba geçme kararımın altında tabii ki psikolojik nedenler de var. Tek tip giyinmenin faydalarını sizle bir başka yazıda paylaşacağım. Ancak bilmenizi isterim ki, dış görünüşle uğraşmadan yaşanan bir hayat şimdiden bana çok huzur veriyor. Keşke daha önce bu kararı alsam; hem zamanım hem de param bana kalırdı.

Ben o tekstil firmasından ayrıldıktan bir ay sonra, tarihin en büyük tekstil faciasıBangladeş’te yaşandı. Uyarılara rağmen onarılmayan bir fabrika, durup dururken çöktü ve 1000’den fazla işçiye mezar oldu. O hafta haberlerde çıkan enkazdan bir kare, tüylerimizi diken diken etti. Bütün dünyada Son Sarılış ismiyle yayınlanan, Taslima Akhter’in çektiği ‘o an’ sanırım herkesin kalbine dokundu…

Sizden ricam, bir dahaki sefer alışverişe çıktığınızda, yeni bir kıyafet almadan önce Bangladeş’te çöken tekstil fabrikasında birbirine sarılarak ölen o çiftihatırlayın. Belki o etkileyici fotoğraf, ihtiyacınız olmayan birşeyi alma israfından sizi vazgeçirecek.


k%C4%B1rp.jpg



-alıntıdır
 

Bir süre önce, tüm gardrobumu boşalttım! Beğendiklerini alsınlar diye bir kısmını aileme, kalanı ise ihtiyacı olan insanlara verildi. Artık sadece tek tip giyiniyorum. Türk malı ve ucuz: siyah tshirt ve kot pantolon. Böyle minimalist bir gardroba geçme kararımın altında tabii ki psikolojik nedenler de var. Tek tip giyinmenin faydalarını sizle bir başka yazıda paylaşacağım. Ancak bilmenizi isterim ki, dış görünüşle uğraşmadan yaşanan bir hayat şimdiden bana çok huzur veriyor.

Şu kısım tam da beni anlatıyor
Bilerek şunu yapayım da demedim ne alırsam alayım şunlar kadar rahat edemiyorum diye hemen hemen aynı tarz giyinir oldum
Düğünler dışında böyleyim, mutluyum
 
paran da cebine kalıyordur ozaman
:)
Kalmaz mı kalıyo şükür daha faydalı şeylere harcıyorum
Gidip organik yumurta alıp kızıma yediriyorum şimdilerde
Hoş ben bekarken de yeni moda ney ne ile kombinlesem diye düşünmezdim, yapı meselesi
Ablamı mağazalardan zor dışarı çıkarırdık ben sıkılır bi köşede otururdum artık
 
Kalmaz mı kalıyo şükür daha faydalı şeylere harcıyorum
Gidip organik yumurta alıp kızıma yediriyorum şimdilerde
Hoş ben bekarken de yeni moda ney ne ile kombinlesem diye düşünmezdim, yapı meselesi
Ablamı mağazalardan zor dışarı çıkarırdık ben sıkılır bi köşede otururdum artık
O akıma kapılmaman güzel
Zaten ne modaysa o oluyor
Önceden organik yumurtayı yerken, işlenmiş gıdalar modaydı misal
Şimdi işlenmişleri yerken organik moda oldu
Herşey zıt- döngüde modalaşıyor
 
Moda nedir, bu renk buna uymuşmu derdim olmadı çok şükür şimdiye kadar. Üniversitede bile ikinci el kıyafet giymiş, içimdeki en büyük ukte güzel kıyafet alıp giymek olsa da yapmadım. İhtiyacım olanı, onu da hemen değil, düşünüp taşınarak alıyorum. Evet belki ekonomik nedenler belki değil. Bilmiyorum. Herkesteki moda çılgınlığı bana çok itici geliyor.
Aynaya baktığımda kendimi iyi hssettiysem tamamdır. İster yeşil, ister mavi olsun, ister markalı ister pazardan olsun...

Sadece abartmadan kaliteli ürünler almaya çalışıyorum. çünkü öbür türlü iki üç yıkamada mahvolunca insan harcadığı paraya daha çok acıyor. Hiç ikinci bir çantam olmuyor mesela. Elimdeki eskidiğinde yenisini alıyorum. Ama ne bileyim işte. Binlerce lira ödeyip çanta peşine düşen insanları da anlamaya çalışıyorum. Sonuç, sadece onlar için üzülüyorum...
 
Aynı kıyefetleri giymekten sıkılmak gibi bir duygu durumu var. Bazen buna kapıldığım oluyor, fakat biliyorum ki bu bir tuzak. İnsan hayatı tek düze gitmesin, renklesin, değişiklikler olsun istiyor, hatayında bir değişiklik yapamayınca da birşeyler satın alıp değişiklik yarattığı ilizyonuna kapılıyor. Eminim reklamcıların, pazarlamacıların bu ilizyonu büyüten bir çok taktiği vardır. Bir elbise alınca çok havalı hissetmek, bir kremle güzelleşeceğini sanmak, bir mobilyayla trendy olmayı ummak hep düştüğümüz tuzaklar. Fakat bu balonlar çok kısa bir süre sonra sönüyor, yine kendinle ve sıkıcı hayatınla başbaşa kalıyorsun. Hayatını değiştirmektense kıyafetini değiştirmek daha kolay. Kazaklarıma bakıp "şimdi ben beş yıl boyunca bunları mı giyeceğim" diyorum; be gafil, beş yıldır aynı yolda işe gidip geliyorsun, aynı ofiste oturup ekrana bakıp aynı eve dönüyorsun, bir günün bir gününden farklı değil ve bu şekilde yıllarını geçireceksin, kazağını değiştirmek mi senin hayatını değiştirecek? Bir hüzün çöküyor, kendim ve hepimiz için hüzünleniyorum, bir kazaktan başlayıp bir yalanı yaşadığımızla yüzleşmenin hüznü.

 
Aynı kıyefetleri giymekten sıkılmak gibi bir duygu durumu var. Bazen buna kapıldığım oluyor, fakat biliyorum ki bu bir tuzak. İnsan hayatı tek düze gitmesin, renklesin, değişiklikler olsun istiyor, hatayında bir değişiklik yapamayınca da birşeyler satın alıp değişiklik yarattığı ilizyonuna kapılıyor. Eminim reklamcıların, pazarlamacıların bu ilizyonu büyüten bir çok taktiği vardır. Bir elbise alınca çok havalı hissetmek, bir kremle güzelleşeceğini sanmak, bir mobilyayla trendy olmayı ummak hep düştüğümüz tuzaklar. Fakat bu balonlar çok kısa bir süre sonra sönüyor, yine kendinle ve sıkıcı hayatınla başbaşa kalıyorsun. Hayatını değiştirmektense kıyafetini değiştirmek daha kolay. Kazaklarıma bakıp "şimdi ben beş yıl boyunca bunları mı giyeceğim" diyorum; be gafil, beş yıldır aynı yolda işe gidip geliyorsun, aynı ofiste oturup ekrana bakıp aynı eve dönüyorsun, bir günün bir gününden farklı değil ve bu şekilde yıllarını geçireceksin, kazağını değiştirmek mi senin hayatını değiştirecek? Bir hüzün çöküyor, kendim ve hepimiz için hüzünleniyorum, bir kazaktan başlayıp bir yalanı yaşadığımızla yüzleşmenin hüznü.
Az önce klasik güzellik kremleri satan bu satıcı geldi odama..Ki bayan kurumumuzun daimi kozmetikçisidir:) Öyle bir övüyor ki sanki krem değil estetik ameliyatı:KK70: Bir kremle ne kadar güzelleşilebilir ki değil mi..Ah biz işte almaya doyamadık..Ama ben öncesinde senin röportajı okumuştum o yüzden almadım:KK73:
 
Az önce klasik güzellik kremleri satan bu satıcı geldi odama..Ki bayan kurumumuzun daimi kozmetikçisidir:) Öyle bir övüyor ki sanki krem değil estetik ameliyatı:KK70: Bir kremle ne kadar güzelleşilebilir ki değil mi..Ah biz işte almaya doyamadık..Ama ben öncesinde senin röportajı okumuştum o yüzden almadım:KK73:
oo katkı olabildiysek ne mutlu di mi :)
ben de çıkışta bir şeyler "alacaktım" almayacağım elimde bir sürü kozmetik var önce onlar bitsin :KK49:
şu kadının blogunu da okuyorum almamanın her ayını yazmış
googlea almadım blogspot yazarsanız karşınıza çıkıyor
 
oo katkı olabildiysek ne mutlu di mi :)
ben de çıkışta bir şeyler "alacaktım" almayacağım elimde bir sürü kozmetik var önce onlar bitsin :KK49:
şu kadının blogunu da okuyorum almamanın her ayını yazmış
googlea almadım blogspot yazarsanız karşınıza çıkıyor
Evet gayet mutluyum almadığım için:) Tamam o bloga da bakıcam..
 
Kendimi bildim bileli giyinmeyi ve kıyafet alışverişini sevdim. Öyle ki, barbie bebeğiyle oynayan kızlar gibi, bilgisayar oyunlarında bile zamanımın çoğunu sanal kahramanımın dış görünümüne kafa yorarak geçiriyordum. Cebime giren paranın büyük kısmı pahalı ve ilgi çekici kıyafetlere gidiyordu. Zengin de değilim. Arkadaşlarım seyahatlere giderken ben o parayla Porsche Design ayakkabı alırdım… Vücut geliştirmenin verdiği özgüvenle giyilen patlıcan moru renginde dar süveter, MicroModal kumaştan ipeksi pijama, süperman tişörtleri, terziden özel yapım yelekler, Danimarka’dan bot, Finlandiya’dan kışlık şapka…

Hastası olduğum Porsche Design spor ayakkabıların ilk çıkan serisinden çok sevdiğim bir model vardı. Artık üretimi olmadığı için hiçbir yerde yok, yok! Sonunda aylar süren araştırma ile eBay sitesinde Almanya’daki bir satıcıda bulmuştum. Artık ne kadar heyecanlandıysam, FedEx’e bir dünya para ödedim iki günde gelsin diye. Bir de gümrük vergisine takılınca oraya para bayıldık. Sonunda elime geçen alt tarafı gümüş renkli bir ayakkabı… Ama o zamanlar bana sanki yekpare gümüş gibi değerli gelmişti. Ertesi hafta giydiğimde, okulda bir arkadaşımın; “ya Ömer sen de uzaylı gibi giyiniyorsun ha” diyerek zevkime sıktığı limon suyunu halen hatırlarım. “Ulan,” dedim içimden, “Siz makine mühendisleri modadan ne anlarsınız, içiniz geçmiş şimdiden!”

Ailemin durumu mu iyiydi bilmiyorum ama, şehzade gibi yaşamaya alışmıştım.
Ta ki, Kuzey Avrupa’da yaptığım yüksek lisansı bitirip sonunda gerçek hayatla tanışmak üzere Türkiye’ye dönene kadar. İlk çalışma tecrübem geç yaşta, bir tekstil firmasında oldu. İtalya’dan moda evlerinin tasarım ekipleri geliyor, kataloğumuzdan seçtikleri ürünlere biraz değişiklikler yapıp markalarını bastırıyorlar. Yani onlar için üretim yapıyoruz. Ancak sadece iyi markaların denim kıyafetlerinde uzmanlaşmıştık. Moschino bizden 60 liraya aldığı pantolonu, götürüp 1000 liraya satıyordu. Aynı işçinin elinden ve aynı makineden çıkan bir başka pantolon ise, Cacharel marka ile 500 liraya, Network’de ise 300 liraya sergileniyordu. İşin aslı, büyük bir marka aldatmacasının döndüğünü ben o zaman anladım.

Bir ara bana zaman etüdü yapma görevi verdi patronumuz. İşçilerin yanına inip kronometre elimde, sürekli notlar alarak çalışma verimini inceliyordum. Bir yandan da kimin kaç adet pantolon bitirdiği tahtaya yazılıyor ve yavaş çalışanlara günün sonunda uyarı veriliyordu. Çoğunluğu sigortasız çalışan, makas kullanmaktan parmakları su toplamış, toplama kamplarını hatırlatan boya atölyelerinde zehir soluyan, yaz sıcağında saatlerce ütü yapan fakir insancıklar… Patronları Mercedes’e binerken, sanki kendi giyer gibi Moschino paketleyenfabrika kızları… Bazen taşeron atölyelerde kontrole gittiğimizde, jilet gibi giyinen bendenizi kaçamak süzen, bir yandan da “daha hızlı, haydi!” komutları eşliğinde alelacele çalışan o genç kızların ümitli bakışlarını halen hatırlarım.

O dönem hayat görüşüm değişti. Dünyadaki mevcut düzenin adaletsizliğine şahit oldum. Yine bir gün, biten pantolon sayısına göre sonuncu çıkan bir teyzem işten atılınca, ben de ayrıldım. Mutsuz, bereketsiz bir ortam. Kafayı kullanan mühendis arkadaşlarım Mercedes’lerde iş bulmuş, ben ise görseler acıyacakları bir yerde, ölmüş bir sektördeydim. Ancak şimdi görüyorum ki, orada hayata dair çok kıymetli dersler vardı.

İşte o dönem, moda denen olgudan iyice soğudum. Eskiden sıklıkla yaptığım, yeni sezon ürünler için AVM’lere gidip mağazaları tek tek tarama alışkanlığımı ise çoktan bırakmıştım. Ancak kesin bir karar alamadığınızda, güzel giyinmek ve yeni kıyafetler almak saplantısından kurtulamıyorsunuz. “Şurda indirim varmış bir bakayım”, “bu vitrindeki çok hoşmuş yahu, bir deniyeyim”…

Bir süre önce, tüm gardrobumu boşalttım! Beğendiklerini alsınlar diye bir kısmını aileme, kalanı ise ihtiyacı olan insanlara verildi. Artık sadece tek tip giyiniyorum. Türk malı ve ucuz: siyah tshirt ve kot pantolon. Böyle minimalist bir gardroba geçme kararımın altında tabii ki psikolojik nedenler de var. Tek tip giyinmenin faydalarını sizle bir başka yazıda paylaşacağım. Ancak bilmenizi isterim ki, dış görünüşle uğraşmadan yaşanan bir hayat şimdiden bana çok huzur veriyor. Keşke daha önce bu kararı alsam; hem zamanım hem de param bana kalırdı.

Ben o tekstil firmasından ayrıldıktan bir ay sonra, tarihin en büyük tekstil faciasıBangladeş’te yaşandı. Uyarılara rağmen onarılmayan bir fabrika, durup dururken çöktü ve 1000’den fazla işçiye mezar oldu. O hafta haberlerde çıkan enkazdan bir kare, tüylerimizi diken diken etti. Bütün dünyada Son Sarılış ismiyle yayınlanan, Taslima Akhter’in çektiği ‘o an’ sanırım herkesin kalbine dokundu…

Sizden ricam, bir dahaki sefer alışverişe çıktığınızda, yeni bir kıyafet almadan önce Bangladeş’te çöken tekstil fabrikasında birbirine sarılarak ölen o çiftihatırlayın. Belki o etkileyici fotoğraf, ihtiyacınız olmayan birşeyi alma israfından sizi vazgeçirecek.


k%C4%B1rp.jpg



-alıntıdır

Fotoğraf aldı beni götürdü.. O sarılış, gözden akan kan...
 
Uzun zamandır gereksiz alışveriş çılgınlığından kendini kurtarabilmiş bir insanım. Ama bu foto bana çok dokundu. Gözyaşlarıma hakim olamadım ...
 
bir kıyafete büyük paralar vermek her zaman saçma bulmuşumdur bende türk malı kadıköy pasajları taksim pasajlarından vs giyiniyorum ne gerek var onca insanın vebaline girmeye :KK43:
 
X