Kahraman Tazeoğlu Şiirleri

Hiçbir uyku tutmuyor gecemi...
Gündüzün tamamında ise esrik bir uyuşukluk...
Beni güneş tutuyor, yıldızda kervan kırıcılığı
Neye aldanmayacağımı şaşırdım
Ömür bu kadar uzun mu?
Elden düştükçe, gözde değersiz,
Yarına sahip çıktıkça, şimdide kayıtsız...
İçtikçe yeminleri, sıfatımda yalancılık...
Ne zaman haykırsam, hep suskun!
Ne zaman sussam, geciken bir sevdalı...
Var gitme benden,
Bir şiir daha yazalım yaraya.
Şairi zedelese de dizeler,
Kabuk olur acının üstüne.
Geçmese bile "denedik" deriz ve şiirimiz olur içimizde!
Belki de yön değiştirir yığınlarca umudun bir tanesi.
Bana kanar, beni kanayan yanlarının düşkünezen kelimeleri...
Yüksek bir ihtimalin tavan arası olamazlığındayım.
Çok sözlü monologlarımın sana soyunamayan kalkışındayım.
Sana ölümsüzleşmenin noktadan sınıra, en tazesindeyim...
Kullanılmamış bir terin içindeki tuzunda, ağzında gevelenen
gerçeğin uyduruk talanındayım.
Benden sonraya bırakılacak her iyinin karşısında, her kötünün kötüğündeyim.
Sen gidersin, senden önceki hayat ölür; senden sonraki hayatta ölümcül hatırlanma...
Sen kalırsın, kaldığınla kalamadan...
Önce "sanmalar" yanılgılar arasındaki yerini aldı.
Yargılar, önyargılardan temyiz edildi.
Suçlar da, suçlular kadar aklandı.
Şimdi'ye taşınan; zahmeti külfetli, külfeti bedelsiz biz "zaman"dı.
Nelerden arta kalan, nelerin ardına kalan, nelere dayanıp da
neler de yitirilen zaman.
Tebessüm kadar içli, bakış kadar sarsıcı, söz kadar manzum...
Olan biten, bir zamandı. Tasvirlerle izahı, tek susuşla yetersiz!
Oysa zamanın öncesi, nice zamanları yağmaladı!
Sığ idi; boğulmaya yetti. Derindi; bulunmayana yitti...Zamandı
Var gitme.
Öfkenin doruğunda bir yalnızlık demleriz.
Sonra, şiir kazırız içimizden kalabalıklara...
Biz izimizi şiirle sürdük, mesafelerimiz kentlerceyken.
İznimiz de şiirden çıkar.
Ya kalırsın, yatağında su tutar bedenimi,
Ya da gidersin, adın bir kez daha kahraman olur.
Senin kadar ben de kaldım sevgili.

KAHRAMAN TAZEOĞLU
 
DÜŞKAVURAN

gittiğine inansam dönmeni beklerdim
köhne gemiler geçiyor içimden
hangi sokağa dalsam hangi kapıyı açsam
ardında sen

hep sesine bi kulaç kala boğuluyorum
bilmem
sen mi erken demir alıyorsun
ben mi geç kalıyorum

ellerimi bıraktığın yerden
çığlar yuvarlanıyor ta şurama
her gece fırlatıp denizlere
yitirilmiş tebessümleri
bir cigarayla parmak uçlarımı öldürüyorum
çürümüş rüyalardan arta kalan mirasınla
yolcusuz yollara döndüm
alnımdaki girdaplar şimdi kan tarlası

fırtınalar kopuyor demişsin
yüreğinin en rüzgarsız yerlerinde
oysa ben
bin mevsim sana fırtınalandım
sen bilmedin
gittiğine inansam dönmeni beklerdim...

Kahraman Tazeoğlu
 
Şehirler Olmasa Anilarimiz Ölü Olurdu
...
ve hep uçurum kenarlarinda gülümsüyordun bana
nicedir kendimi biriktiriyorum herşey aşka varir diyerek
ve utanmadan aglayabiliyorum artik gidişlerine
bir tek sen çikiyorsun şehirden tüm kalabaliklar yalnizlaşiyor
içi boşalmiş bir kente içtigim antlari kusuyorum
"yanindayim" diyorsun en yanim bayramlaniyor

geceleri molasiz geçiyorum şehirleri
bir aşka bir ölüm yetmiyor bu çagda
gecemin en zifiri yanini kemiriyor bir sirtlan
ve leşim bir aşki kusmaya and içiyor
sönmüş olsa da

gölgeme bile sözüm geçmiyor artik
oysa ben şehir çocuguyum
yani yorgunum
her karanlik bir kent kursa da bana
içinde ellerin olmayan herşey sadece kalabalik

bilir misin yanimdaki
düşler kirilarak çogalir
ve yoklaşarak azalmak
bir varoluş şeklidir çaresizligin
çünkü güneşi terk edenler çabuk ölür
elleri tütün kokulu gece yalnizlari
nikotin biriktirir gece nöbetlerine
bu yüzden
bütün çay bardaklarina dudak izim bulaşiyor
buralarda ölmek ve gülmek arasinda fark kalmamiş
sürüyorum kendimi
büyük sevdalarini küçük korkulara yedirtenlerin şehrinden
ömrüm!
kendine sakli bir kent bul
yarin gözlerinden yapilmiş

Kahraman Tazeoğlu​
 
kış geliyor
bir daha da açmaz güller
tekil mutlulukların
çoğul yalnızlıklarıdır elde kalan
borç harç mutlulukla ne yaşanırsa
o kadar yaşadık

ey ömrümün virgülü
böyle mi bitecektin ha
sen gittin
türkülere sığmaz oldum
dışım içime dar
yelkensizim
rüzgarlara çıktım
kıyılara vurdum
caddeler yuttu beni
ve başıboş hüzün sokağında
"yüreğime söylediğim en doğru yalan oldun"
başıboş sonu boş

kar yağıyor
bir daha da açmaz güller
acıların darağacında
gözyaşımı vurdular
içimin seyir defterinden
adını çaldılar

şimdi ört kapılarımı
dönüşlere biletsiz kalayım
varsın geride kalsın
kederli gözlerin kar yanığı saçların
varsın yitirsin tılsımını hayat

"KAR YAĞIYOR
BİR DAHA DA AÇMAZ GÜLLER"

Kahraman Tazeoğlu
 
Bana kalbini ver.
Avuçlarımda tutacağım mayınların yerine.
Acele giden gece zamanlarında çarpacağım bir duvar emniyetinde gülüşünü ver bana. Düşerken dibe, soluklanacağım ama asla tutmayacağım ellerini ver bana.
Tercüme edilmemiş öfkeler seyrelsin ömründe.
Yüksek sesler alçakça dinlenir.
Bana usul sessizliğini ver.



Lütuflar karşılık ve karışıklık için sunuluyor hayatın asil isimlerince.
Adının anlamını ver bana.
Telaffuzunda özlemlerin dindiği adını ver bana.

Başkaları, bu aşkı oyalamak için var olur.
Ne kadar durdururlarsa nefesini, o kadar hızlanırlar.
Bana kendini ver.
Her şeyden ayıkladığın kendini…
En iyi ölüm berbat bir yaşamın kıyısında bekler.
Seninle gerçeklerin intizamlı duruşunda yalanlar yumağını çözmek için varım.
Bana gücünü ver.
Yaralar değil canı yakan. İzin tendeki çirkinliği ve merhemin kabadayı yardımseverliği…
Yaralarını göster ve bana izlerini ver.

Günün bütün aynaları beni gösterdi aksinde.
Baktıkça seni gördüm.
Bana var oluşunun sırrını ver.
Günbatımlarında gözümün değdiği yerlere kurul.
Senden olma güneşlere kamaşsın bakışım.
Bana zamanını ver.

Atlardan daha hızlı koş oraya.
Soluk soluğa kaldıkça koş…
Yarını ertelediğim geçmişin geçmezliğine inat, vaktinde yetişmek için bana, bir kez olsun yok et geç kalışını ve durmadan koş oraya. Bana verdiklerinle bekliyorum seni. Düşsüz ve sonuna kadar gerçekli bir aşkın içinde…
Kuşlara takılmasın ayakların.
Takatini zorla ve koş…
Oraya… Kent soysuzlarının, aşk eşkıyalarının, gurur kırmak için hendek kazanların, dokunuşun esrarından acizlerin, kontrol edilmeyen sevilerin, intiharla harlanmayan yaşamların olmadığı oraya… Koş…

Ben bütün gemileri uğurladım. Gitmeyeceğim.
İçilmiş yeminleri kustum şehrin meydanına.
Yıldız sağanağına bağır açmış bir yeryüzündeyim.
Yazılmış sözleri susuyorum.
Konuşarak, yazılmamışları siliyorum.
Bana hecelerini ver.
Yarım kalan öykülerimin noktası olmaktan vazgeç.
Bana başlangıçlara yeter hevesini ver.

“Susacak var” edilen bir yemin, sözle tutulamayan.
Bana yüzünden çizgiler ver, gülüşünle belirginleşen ve hiçbir gamzeye yer açmayan.

Suya yazılmaktan kurudu kelimeler…
Bana bir cevap ver!

Kahraman Tazeoğlu
 
ben seni yaralarından tanıdım
ecelime son kurşundun deli davalım
n'olur bulutsuzluğuma darılma
dudağında bizi gül
kıyametime adım kala
beni senden alma

aklım kara kış
ellerim seni üşüyor
bugün günlerden soğuk

ben aysız gecelerde
çocukluğuma mektup yazardım
ah çocukluğum kağıt gemilerim
düşlerim dudaklanıyor

sesin kokuma gizli
yıldızları sönük gecelerde
dilime yağmursun

gözlerini uyuyorum her gece
bu kent içimin bahçesi
gemilerim çözülüyor yüreğine
ellerinle okşuyorsun
bilmiyorsun
kendi bakışlı kız
ömrümün kırçıl masalısın
uçurumlar vaadetme bana
yaralısın...


--------------------

Kahraman Tazeoğlu​
 
dudağında kırmızı bir notayla

şarkılar dokuyorsun sağırlığıma


"hani gitmesen diyorum hani gitmesek diyorum"
gitme sisli ülkemin çığlık notası

damarımda patlayan kırık şiirim

sen aşkın ana dilisin

kalabalıktan yalnızlık yapma becerimsin



hayatın solfejini öğretip

notasız coğrafyalara çalmışlar seni

kendi cümleni kuramıyorsun

kenti dudaklarımdan öpemiyorsun

yetişin bütün geç kalmalara

iklimler biriktirdin kanına tenha(sızım)



aşk hep yazdan kalma

ayrılık ise kış

senden sonraki dünde

sulardan başka her yerde kulaç atıyorum

boğuluyorum

kırık notam



sol anahtarınla

kilitleme gözlerini

kör oluyorum

Kahraman Tazeoğlu
 
Şimdi gidiyorsun
Git
Oysa senden tek bir damla istemiştim
Sana kocaman bir deniz sunmak için
Şimdi gidiyorsun
Git

Ne zaman başladı bu hikaye
Anımsamak zor
Gençtim
Hazırda fırtınalarım vardı dört nala sevdalarım
Komazdı öyle üç-beş nöbetleri
Geceler içimi acıtmazdı böyle

Bir insan bu kadar eksilebilir mi

Hatırlarsan sesine uyku kaçmış bir adam vardı
Bu şehrin biryerlerinde
Düşler ormanının gece bekçisi derdin sen ona
Gözlerinde gizledi o seni sen bilmedin
O adam bendim unuttun mu
Bak sevdiğin adam gülmeyi bile unuttu
Seni unutamadı

İşin kolayına kaçmadım
Uğruna ölmedim yani
Uğruna ölünecek sandığım biri için yaşadım hep
Sen bunu da bilmedin
Ben bir bakışına bin anlam yükledim
Sen aşka kestirmeden gittin
Bir hayatın özetini bırakıp avuçlarıma
Şimdi gidiyorsun
Git
Bana karanlığın ne demek olduğunu öğretmeden
Bütün ışıklarımı söndürüyorsun

Bu cehennem cinayetlerini işliyorsun
Sonra bunlara intihar süsü veriyorsun
Yazıklar olsun yazıklar olsun
Susuyorsun susuyorum susayacaklarım bitmiyor
Hani sen sevdiğini
Yarı yolda bırakacak kadar yüreksiz değildin
Düşmemeyi öğretecektin nerdesin nerdesin

Uzun lafın kısası yoktur
Anlatacağım çok şey var
Hoyrat bir rüzgar gibi geldin
Aklımı hayatımı dağıttın
Şimdi gidiyorsun
Git

Daha ayrılığa bile çarpmadan
Aşk bize döndü
Bir yılan gibi soktun koynuma kimsesiz geceleri
Artık ölüm sana dokunamamaktan kötü değil
Ama sana dokunmak da yasak bana
Göz çukurlarımdaki karanlık bunu anlatır
Sen var ya sen
Allah kahretsin

Yani şimdi
Gözleri sana benzeyen bir kızım olmayacak mı
Yani şimdi başkaları mı sevecek seni
Ben saçlarını okşadığım zaman
Ellerin öksüz kalırdı
Şimdi gidiyorsun git


Kahraman Tazeoğlu
 
Aşkı ayrılıklar yaşatır
Hadi küs kendini ona
Sonra kendi içine kus
Bir şiir kana
Dilinden susul

İntihar kurgulu gözlerinde
Kör bir uçurum var dalgın
Gölgen kendine dargın
Ona çığlığın çok ama
İçin kendinden yorgun

Bir yağsan ıslanacaksın
Kanamalı bir düşe
Eski bir cinneti asacaksın
Gece kara çalınca yüzüne
Heybenden intihar çıkaracaksın
Aşkı ayrılıklar yaşatır
Kendini biriktirme
Ayrılacaksın

Kahraman Tazeoğlu
 
KENT, TEPE, BİR ÇOCUK, BİR LİMAN, İKİ YEMİN VE KORİDOR


anılar kentlerde yaşar sevdiğim
kayalar asıl yüzlerimiz olur kimi zaman
tüm gökyüzü çiçekler için vardır oysa
rüzgar utangaç bir kızdır
sessizden teninde dolaşır
kokusunu bırakır yasak yolculukların
kan kesmiştir gözleri çocukların
uykularında çekmeceleri yağmalanır
can olur martıya özlem
kırık kanadını sarar sarmalar da uçar
tüm durakları kentin geceleri görünmez olur
kıyılar denizsizdir

uçurumlar gölgeler için yaşar
ateşten dili gül iklimi kadınlarının öpüşlere yasaktır
trenler eski şehirlerden geçer
acılı ölülerin ve gözlerinin üstünden
kalbin yalnız mezarlıklara yurttur
gözbebeği büyücüsü umutlarınla oynar
sahte eller yaratır öldürücü el sallayışların için
sözcükleri güç için kullanır utanmadan insan
dinmeyen sessizlik kanatır
yarası kabuk tutanlar bilet alabilir güneş ülkesine
ve ateşte yan tutabilir böyle zamanlar
inanmayacaksın
gördüm
deliler hücrelerde yaşayabiliyor bu ülkede
düşünenlerse delirebilmeyi deniyor sık sık
evet hiçbir uçurtma uçmuyor göğünde
hiçbir limanında sevebilenler yok
hiç kimse "gel" diye bağıramıyor penceresini açıp bir gece yarısı
hiç kimse utanmıyor susarken
sevemezken
gülüşünden

boş vermişlik kapkara bir yılan gibi çökmüş yüreğine şehrin
inceden zehrini akıtıyor korkaklık için
"şehirler olmasa anılarımız ölü olurdu" derdin
haklı olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum sanki
şehirler, şehirler, iç içe geçmiş şehirler
gözlerinizle yüreğimizle kurdumuz saklı şehirler
kıyısı da yok koridorlara vuran
ve bazı şehirler var
oraya sadece kuşkular girebilir
sadece hüzünler
işte onlardır karanlığın kurduğu gizli kentler ruhumuzda

ve bir sokak ki çırılçıplak bir göğüs oluyor kimi zaman
bembeyaz, korunaksız
soyunmadan çıplak kalabilen ender bir varlık o
içindekileri de dışındakileri de taşıyor bir arada upuzak düşlere
eski bir sevdayı deliyor gözlerin
kimse bir boşluk bulamazken sevdama inan, hala...

ölüm yorgun burada
binlercesi bağır bağır bağırıyor tapınanların
toprak bağrındaki kanı kemiği biriktiriyor suç için
esir düşmesin diye tepe
güneşi ele vermesin diye

ellerine benzeyen bir hüzünle geliyor burada gece
sevdalı ufuk karası
gözlerini öğütlüyor bana
öylesine vurulmuşum ki sevdana
görmediğim saçlarına
gülüşüne
beni aşka kırdıran bir aşka bedelleniyorum
mecburum

bazen çıkabiliyorum parka
çıplak ayaklarımla çimenleri hissediyorum
tepe öylesine dinlendirici ki sessizliği
yıldızlar öylesine inanıyorlar ki hala
gülümsüyorum
hala gri görünüyor denizin yüzü
ve kimse tanımıyor fenerciyi
işte bazen böyle imkansız olur ölmek
hiçbir yol almaz seni gitmen için
hiçbir denize giremezsin çırpıntısızken
bir boşluk ararsın girebileceğin
boşluklar delinir
deliğe girmezsin, olmaz, yapmazsın
bir aralık ararsın öteye geçmek için
ilerlersin görürsün ilerlersin
tam o aralıktasındır ki
elin kolun kesilir soluksuz kalırsın
farkında değilsindir
o aralığa gelebilmek için pek çoğunu düşürmüşsündür yıllar yılı sakladıklarının
gitmek için ihtiyaç duyduklarının
duyacaklarının
o aralıkta kalırsın
ileriye asla geçemezsin
geriye dönüşse zaten yoktur
dönüp baksan
kapkara bir göz görürsün gözbebeğinde
geçmişi oynar beklediklerin istediklerin
senin için oynar
artık izleyicilerdensindir sende
aralık insanlarından

bazen çıkabiliyorum parka
işte bunun için
ama daha çok bakıyorum
fısıltılar uzuyor oraya vardığımda
bulutları görüyorum
saçlarımı hissediyorum
kıskanç bir sevgili gibi "ayı" görüyorum nedense
öyle hissediyorum
hem benimle olmayı çok istiyor
hem de kırgın somurtuyor
çok da gururlu
keşke gelmeseydim diyorum utanıyorum
sonra uzanıyorum sessizliğin geçiyor üstümden hala orada
geçmişimi bırakıyorum kente kent için
bir yandan da bağrındaki yılanla savaşıyorum kentin
zamanla uzlaşıyor benle
nasıl neyle bilemiyorum

ihanet, ihanet kaçınılmaz bir gerçek gibi beni çekiyor orada
ikimiz de şimdi daha iyi biliyoruz belki
bir aşka bir ölümün yetmeyeceğini

kentler dönüşler için vardır sevdiğim
bir çocuk, bir liman, iki yemin
ilk bakışta görülebilenlerdi
ve her şey bir bakışla başlamıştı, yine öyle başladı
aşk gibi hilesiz, kör kuyulara takılmış çığlıklar
saklananların onurundan bozma gri gülümseyişler
yarım sevdalar o zamanlarda da vardı
yurdunu kuşanmıştın sevdana ak bir duvak gibi
seni ilk kez orada görmüyordum
bilmiyorum ama ten zayıftı
kıraç bir toprağı çatlak dudaklarından usulca emziren bir gece yağmuru gibi gülüyordun "an"larda görebiliyordum ancak seni
ve tepede çoğu zamanını kaçmakla geçiriyordun
kilitledikçe çoğalıyordu kapıların
seni düşünürken yıldızlardan sakınırdım umutlarımı
teninin dinginliğini papatya gülüşlerinle korkunçlaştırıyordun
seninle kalabilmek, rüzgarı kıskandıran gidişlerinde seninle olabilmek
sabır istiyordu

serin bir ırmağın hasretiyle yoğrulmaya başlamıştı işte o günlerde düşlerim
geceleri kıyıya kadar iniyor
tepeyi gözlüyordum
korkuyordum
ancak bu kadarını yapabiliyordum
senin gülüşünle çıkmaya cesaretim yoktu oraya
ne de olsa geceleri istasyonların şehrinden soyunduğu bir yerdeydik
sinsi bir o kadarda saldırgandı düşlerimizin düşmanları
sonraları sensizliği gizliden paylaşmayı öğrenecektim tepeyle
o sanki ben bu şehre ait değilim dercesine haykırıyordu sürekli
sonsuzmuşçasına kararlı bir gülüşle acısını gizlemeye çalışan
bir denizin yüzünde hep tepenin soluğunu hissediyordum
uyumamak için cesarete ihtiyacım yoktu henüz
sessizliği de paylaşmayı öğreniyordum

bazen
en karmaşık sevgilerin kokularını yüreğine sindirebilmiş bir sardunyanın bakışıyla bakardın
gülümseyerek direnmeye çalışırdın derinliğine

çoğu sözcüğe bir anahtar gerekmez dile düşmek için
dipteki o azınlıksa bir dili yaratabilir ancak kilitli kalanlardan
sevda ve ölüm adına
ağzımı açsam sanki bir ayna dolusu cehennem içime kaçacaktı

ve bir aynadaki sen aracılığıyla
diğer bir aynadaki "sen" e bakarken
aynalardan birine yaklaşırken ötekinden uzaklaşıyordum hep
görebilmek için
bir küçük bir büyük ayna yaratır böylesi bir cehennemi genelde
iki suretini uzlaştıramazsın birbiriyle
bir açıdan kendini görebilmen
diğer bir açıdan kendini yitirmene bağlıdır
suretler birbirlerini yiyerek yaşayabilir böylece
tıpkı çağrışımın imgesi, imgeninse çağrışımın maskesi olması gibi
işte bunun için hiç ama hiç bakmadık seninle tepenin dışından

bazen tek bir cesedi paylaşır pek çok kavram
şimdi öylesi bir kent ki burası
herkes bir başkası olabildiği sürece var
ya da bir başkası herkes olabildiği sürece, yılgınlığını suskunluğuna gizleyebildiği ölçüde var
hiç kimse hiçbir şey yan tutmuyor
üç kişi bir araya geldiğinde ikisinin mutluluğu üçüncüyü ezişlerinde yatıyor
üçüncünün kim olduğu ise hiç önemli değil sıklıkla
hatta bugün ikilide yer alan bir mutlu
yarın üçüncü mutsuza dönüşebiliyor kolayca
önemli olan o üçüncü olma anı
herkes ezebileceği birine ihtiyaç duyuyor
söz, ezmek için kullanılan bir silah
arkadaşlar yoldaşlar arasında bile
tapınmak öylesine bir yaşam biçimi ki burada
yürürken unutkanlıklarıyla sevişebilen birisi olmaktan korkuyorum
yürürken bile bu kentte
ki yürümek bir düşünmedir
tabi bütün ozanlarının bir masala sürgüne gönderildiği bir yerde
herkes bir başkası için yapar
kendisi için yapması gerekenleri
ağlarken kana karışır sevdamızın yarısı
fark etmez tutunuruz bireysel kısmına büyük zamanımızın
ya herkes birbirine geç varır
ya herkes birbirine erken gider
gülüşlerimizi kalıcılaştırdığımız ölçüde gidebileceğimiz halde
biz kalırız gülüşlerimiz gider
bir insanın bir insana verebileceği en değerli şeyi
"yalnızlığı"
bana verdiğini şimdi daha iyi anlıyorum
beni kalmaya mahkum eden bir yola nasıl sevdalandığımı da
üstelik senin için yazarken bile sevgilim onu düşlüyorum
korkunç evet
ona bir koridorda rastlamıştım
ya da böyle olmasını istediğim bir gecede
ölümler sonrasıydı korkusuzdum
artık hiçbir tren makas değiştirmiyordu ben bakabildiğimde
bir otobüsün yorgun soluklarla buğulanmış camlarından
arakadakileri gözlüyordum
ışıltılarını sayıyordum
güncesini tutarak sayıklamaların
koridor basit bir çitti
ayağımı kaldırıp üzerinden geçemeyeceğim basit bir çit
sessizdim öfkeliydim
arkada ayaktaydım üstelik dönüyordum
sanıyorum otobüse son anda yetişmişti
daha öncede konuşmuştuk onunla
öyle sanıyorum benim duruşumdan da korkunç bir merhabası vardı
ne zamandır görmediğim bir şeyi onda görüyordum
dahası bir gece birisini görebiliyordum gerçekten
bir şeyler söylüyordu
gözlerine bakmamaya çalışırken bile onu görüyordum denizin yüzünde
sanki amansız bir fırtınada
balkonda unuttuğum sardunyamı ölü çiçeğimi canlandırmak için gelmişti
üzerimizde incecik bir yağmurluk dahi yokken
tepede kar yağışını izlerken ki gülüşümüze benziyordu
hem de hiç benzemiyordu bir yandan
bu benzemeyiş tedirginliğimin tehditlerini amansızlaştırıyordu
ortak bir acıyı dindirmek için çabalarken
sessizliği paylaşmayı yeniden öğretiyordu bana
........
 
o kıpkırmızı gülüş
geceye ben senin değilim diyen saçlarının karası
sevdamın kanını usulca siliyordu
bir kayıp ülkenin kırlarının
hüzünlü dağlarının yamaçlarına çektiği sürmeyi anımsatan
sevdasını bağrında gizleyen kaşları

ve kan tutmuş yabancı bir geçmiş
yakınlığımızın savaşını bir aşk pahasına verdirtiyordu bana
zamanla daha iyi öğrenecektim
ya sana ya da aşka ihanet etmem gerektiğini
benim yüreğimde öylesine çelişiyordunuz öylesine birbirinizken
ihanet etmekten başka bir şey yapmam mümkün değildi sevda için
farklı bir iklimde yaşamaya mahkumdum diğerlerinden
üstelik aynı çağda
kayıp sözcükler
sevdalı öpüşler
bir demir yolu kesilmişti
baştan aşağı bölüyordu yüreğini
herkes için başka geçmişleri olan güç satıcıları mutlumuydu bilmiyorum ama
bu mahkumiyet benimdi onların değil
ve yemin ederim sevgilim
geçmişimi kullanmasına hiçbirinin izin vermedim
kendimin bile
oysa şimdi saklanan bir denizde her gün bana gülümsüyor
ve sadece bu

yabancılık bir kenttir sevdiğim
yabancılık bir kenttir
kendi kendine yasaklanmış bir an kadar yasak
pencerelere takılıp kalmış bakışlar kadar umursamaz ve cömert olabilir
yumuşatma gülüşünü
duvarlarındadır kent
ayna saklısı bir düş kadar acımasız
gizle bileyler onurunu gölgeler yıldızlarla
sarsılmaz bir zaman anlayışı vardı mezarlıkların
bahçelerine girilmiş tuzak yüreklerde
her dokunuş için bir başkası olmak gerekir hatırla
hiç tanımadığın bir öpüş seninkidir aslında
ne zaman nerde yitirdiğini bulmak zordur ıssız kırılganlıkların
işte bu da öylesi bir kargaşadan somutlanmış bir izlektir
pas tutmuş acıları kullanır çark
her sevdalanış bir izdiham yaratır
kargaların tarlasında bir korkuluk olursun
dudağının kırmızısını
esmer akşam üstleri alır
kavşaklar acımasızdır
bir o kadarda şefkatli
hep seni bekleyen hileli bıkkınlıkla ayaklarını parçalar
aşka sınır arar
tek gerçeği kendidir öldürülmüş kentlerin
işte sorgulanmış baharların ele vermediği kız
şuna inan şimdi birisi daha öldü herkes biliyor
yalan söyleseler de sinsice çıkıyorlar kentlerinden
hepsini bütünleştiren yüreklerinin
sonsuz karanlığında buluşuyorlar
onlar dua ediyorlar bizim ölülerimiz için
sonrası gece oyuncak bir kelebek kırık kanadından yapılmış yaralı bir kuşun
"insanları olması şart mıdır bir kentin" diye ilk sorduğumda kendimden utanmıştım
ağlamaklı bir çocuğun düşünde yargılamıştım kendimi
istasyonlarını varoşlarını gezmiştim kentin
özür dilemiştim

şimdi şu kesin ki aşk kadar yabancılık bir kenttir
oraya uğraması mümkünsüzdür gezginlerin
dağ yolları dolaşıp geceleri köy evlerinin kapılarını tıklatan ipince bir rüzgar
yaylaların kokusunu indirecektir gecekondu sokaklara
belki göl balıkları ile söyleşecektir derviş
sığ ayrıcalıktır çoğunluk için
alkış tutacaktır ağaç karnını yaranlara
sır bıçaktır karanfilin ağzında
konuşsa kesilir dili sürgün çocukların
yangınlar doğuracaktır belki kuşku
yanlış yangınlar
ama sevdanın sabaha yakın olduğu bir zamanda uğrayacaktır mutlak kente birisi

havada uçuşan ince esmer parmakların
eski ve unutamadığın aşklarınla vurdu kaç kez bana

bir büyük kent çölünde koşacaktır çocuk tepeye
bir daha çıkamayacak olsa da
o bizim nerde olduğumuzu her zaman bilecektir
her şey bir bakışla başlamıştı
bir çocuk bir liman iki yemin
seni seviyorum

Kahraman Tazeoğlu
 
Gece Geçilen Şehirler Işik Seli Gibidir

acilar büyütülerek unutulur sevdigim
yüzünden kopunca bir buzul çiglik
ellerin buz tutmuş iki yarim şarki olur
ve ben yoksulluk kokulu bir gidiş birakirim sana

beni adresime sorsun esmer bakişlarin
dönsen de bulamazsin nasilsa gitsen de

kentlerden sakindigim bekçi duruşlarimi ara
emaresi boldur sokaklarin
sol omuz başimdaki kokundan yakalanirim
sokul ki geceme avuçlarin islanmasin

saat başlarini beş geçer yelkovanin
senle zamansizim amansizim
senle büyük susarim
kendime yenilirim her kavgada
sonra koca agiz bir çocuk olurum
bütün trabzanlardan kayarim
bütün köprülerden sarkarim
yüzüm kente sürülür
içime sesin kaçar
ben seni aglarim

alişmak ölümdür
sanki hiç ölmedik
tanrinin gögsümüze taktigi bir nişandir ölüm

teneşirlere yatiriliyor şimdi ellerim
sana uzanmaktan yargiliyim

hirçin bir iklimin sir girdabisin
seni anlamak kendine çelmeler takmaktir
ve kendini affetmesidir her seferinde
(bazen beni affedebiliyorum istanbul)

zehir yüklü bir mektup var
dalgakiranlarimda parçali bulutlu durur
sana kent şiirleri biriktirdigim bir gecede
çok eşli bir yagmur başlar
kentin en dövüşçü çocuklari aglar
bilirim dişarida yagmur varsa
sen içinde agliyorsundur
aglama ki gülmesinler bize
bak sen seviyorsun diye var sonbahar
her mevsim gelişine söz veriyor
saçlarina fisildiyor
saçlarina
bana bir pencere bile açmadigin saçlarina

sensizlige alişmak bir bozgun agirlamaktir içinde biliyorum
örtülerine unutma beni çiçekleri takiyorum
şimdi yaşama hakkim sana
gel de yagmurumdan iç
seni seviyorum


Kahraman Tazeoğlu
 
Herkes konuştuğunu yazar, bense sustuklarımı...!!!!


Bir hayatın tozlu sayfaları içimi acıtan.
Ceplerimde kırık gece masalları duruyor,
Öksüzlüğümü avutuyor sonbahar.
Ne yana baksam sen oluyorum,
Parmaklarımı kanatıyor kirli duvarlar.
Kuşlar yuvalarından terk ediyor beni,
Bir sarsıntı geçiriyor yüreğim,sen şiddetinde...
Ellerime kar diye yokluğun yağıyor,
Aşk sorgusunda yüreğim can çekişiyor.
Yüzümde sensizliğin izleri,
Ayaklarımın altında bir yığın cam kırığı...

İçimden sökülen her kelime,
tekrar dönüp içime batıyor.
Ve her seferinde sana isabet ediyor.
Bir zindan karanlığı şimdi gecelerim,
Duvarlara sinmiş gözlerinin rengi...
Saatleri infaza çekiyor gelmeyişin,
Yavaş yavaş gidiyor benden hayat;
Damarlarımdan çekiliyor içimdeki sen !
Bense düşüyorum hiçlik ötesi bir hayata,
Kanıyorum sana, sende aşkı buluyorum
Hem de ayrılığa çarpa çarpa...

Suskunlukta sesler daha çok acıtıyormuş,
Bu yüzden senden harf harf kaçışım.
Yalnızlığıma esir düşüyorsun,
Bense kayboluyorum cümlelerinde.
Ve susuyorum sana, avaz avaz susuyorum.
Sende birikiyor içimin tüm sökülenleri
Ben dipsiz bir kuyu oluyorum.
Biriktiriyorum her harfimde seni...

Şimdi yokluğa düşüyor zaman,
Ben bir adımda düşüyorum senden.
Kuytularıma sokulma, bırak bana uçurumlarımı,
Kalemimden azat et beni,
Herkes konuştuğunu yazar, bense sustuklarımı...!!!

KAHRAMAN TAZEOGLU
 
SENİ İNTİHAR ETTİM

Deli dolu geçtik ateş hatlarından
Sevgim korkuyla beraber büyüdü içimde
Sevdikçe korktum
Korktukça daha çok sevdim
Er geç birbirini boğacaktı bu duygular, biliyordum
Neden sonra farkına varıyor insan
Ayağına takılan bütün taşları
Yoluna kendi döşediğinin


Senin yarınlara inancın benden yüklüydü
Daha cesaretliydin
Planı çatılmamış yarınlara ektiğin umutlar
Er geç açacaktı, biliyordun
Deli sevdalı çocuk ruhumun
Nicelerinin uğruna kıyametler kopardığı
Değersiz değerlere sırt dönmüş, güvenli saflığında
Bir sonsuzluk buldun kendine
Ve hayatımızın resimlerini çizdin duvarlarımıza
Sonra birden
Yeşil bir kentte
Ilık bir yaz gecesine astın beni


Sevdalı ömrümün dakikası beş para etmedi
Ödedim
Cümlelerim seni taşımaktan yorgun düştü
Son sözün
Ve son anın efendisi olmaya bilenmiş yüreğine yenildim
Geçmişten nefes alıp geçmişe nefes verdim
Anılar kemirdi yüreğimi
Felç oldu hislerim
Zamanın çoktan dibe çöktüğü kum saatimin belinden
Tek bir saniye bile süzülmüyordu
Ters çevirmeye cesaretim yoktu
Çünkü yeniden başlayacak bir hayatın
Korkağı olmuştum


Aşkların sonrasında hüzün vardır
Ya sen hüznü boğarsın
Ya da hüzün seni boğar
Ama birisi kanatlarını kırarsa eğer
Yaralı kuş rolüne soyunacağına
Yürümeyi denemelisin
Hayata dönmelisin


Bunları düşünebilmek bile kendime dönüşümdü
Ve sonunu infaz ediyordu içimde
O gece yüreğimden sağ çıksaydın eğer
Ölen ben olurdum
O gece
Hayatın lekesiz bir anında
Seni intihar ettim
Şimdi katil benim


Artık güncemde bir boşluksun
Yavaş yavaş taze anıların altına gömülüyorsun
Ve sana ait sandığım her şeyin
Aslında benim olduğunu öğreniyorum
Hiçbir duygunun tek ilhamı değilsin
Kendimi keşfettikçe
Seni kaybediyorum
Ve ufkuma sensizliği
Korkusuzca geriyorum

Kahraman Tazeoğlu
 
YANLIŞ ANLA BENİ

keskin bıçak aşkının kestiği damarımdan fışkıran
ayrılığı intihar ediyorum
kırık şakaklarıma yapıştırdığın teselliyi dudağımda uçuklattım
gidiyorsun yağmurun kızı çekmişsin pimini ayrılığa
gözlerinden ağrılar sızıyor çığlığını yüklerken gemilere
geldiğin her yere yabancısın içinde taşıyorsun katilini
tokada doydu yüzünün sol yarısı
kalın bir kalem altını çiziyor şimdi
kanat sürçüyorsun bir gidişe
ardında gurbetleşen kavuşmalarımız

yakıştırıyor her intiharı bana
benden çok sağanaksın
parmaklarımın ucusun
yaktım ve içtim
dön ve gül
gül ki
gözlerim
çiçeklensin
yalanlarla
saklıyorum
sevdamı

ne olur yanlış anla beni.....

Kahraman Tazeoğlu
 
Bilinmezlere Gidip Gelirdim
Bilinmedim
İnandığım Her Şey Adına Yasak Sorular Sordum Kendime
Bütün Denklemlerin Bir Bilinmeyeni Ben Oldum
Sevgiyi Sordum
Neden Bu Kadar Yalnizdik, Sen Söyle
Bes Duyumu Yitirdim Kaç Zaman
Anlayan Yoktu
Yutkundum Arsenik Tadinda
Yaşamam Sandım
Kaçiyorum Bu Dünyadan
Nedenini Hiç Sorma
Bakislarim Benim Degil Artik
Sesim Degisti
Bu Kez Baska Gittim
Kendimden
Söylenemezseler Bilmeyecektim
Ağlayınca uzun Ağlarım Kimseler Olmaz
Bu Kez Baska Gittim Kendimden
Söylemeseler Bilmeyecektim
Ağlayınca Uzun Ağlarım Kimseler Olmaz
Susmanın Konuşmaktan Zor Olduğu Anlardır Bu
Anlar Mısın?
Yaşam Ne Tuhaf Bilmecedir
Sen Anlıyorsun, Biliyorsun
Her Şeyi Biliyorsun
Anlıyorsun
Yanılmıyorum
Anlayamayan Bendim
Yaşamın Bir Düş Penceresi Olmadığını
Çiçekleri Severken Dalları Kırmak Olmaz Sanırdım
Aşkı Kendi Rengiyle Taşıyıp, İçimi Sancılar Bastığında
Avuçlarımda Kederi Eritip Yürüdüm Sandım
Kimselerin Bilmediği Yerlere
Bütün Tanımları Değiştirip
Öylesine Hesapsız, Hiç Beklenmedik Sevilir Sanırdım
Gözümün Önünde Vurdular Beni
Birden Bire Bensiz Kaldım
Durduk Yere Düştü Ellerim
Oysa Bedenimde Cehennem Benzeri Atesler Vardı
Sana Her Şeyi Anlatmadım
Şimdi Hangi Aynaya Baksam Kimliksizim Ben
Büyük Kederleri Unutturacak
Büyük Mutluluklar Bulmalı
Derin ve Keskin Acılar Yaşamakta Olan İnsanlar İçin İmkansızdır
Taşınması Zor Acıları yaşamış İnsanlar
Bazen Büyük Bir Mutluluk İhtimali Kapılarını Çalsada
O kapıyı Açacak Gücü Ve Cesareti Kendilerinde Bulamazlar
Hatta Sessizce Durup Kapılarını Çalan
Bu Beklenmedik Yolcu Gitsin Diye Beklerler
Kederli İnsanları Yeniden Hayata Döndürüp
Yüzlerini Gülümsetecek Tılsım Küçük Ani ve Kısa Sevinçlerde Gizlidir YAR...
İnsan Belki Bir Kere Kendini Ve Kimliğini Öldürebilirdi Ama
Bunu İkinci Kere Yapmak İmkansız Gelirdi
Sen Bir Kez Sendeki Seni Öldürdün
Ona Sadece Hayatından Küçük Dakikaları Ayırdın
Ben Sendeki Senin Kapısını Çalan Beklenmedik Yolcuydum
Sen Gitmemi Bekliyorsun
Dokunmanın Korkunç Hazzını Keşfedip
Dokunamamanın Korkunç Hazzını Duymak İçin
Duymak Gibi Bişey Bu
Sendeki Anlatma İsteğiyle
Saklama Arzusunu Bir arada Görmek
Oysa Biz Zamanın İzini Kaybetmiş
Zamandan Kopmamış Olanların
Asla Anlayamayacağı Bir Zamansızlıkta Karşılaşmamışmıydık
Uğultulu Sesler Arasında
Birbirimizin Sesini Duyup Dinlemeyi Öğrenmemişmiydik
Hayat...
Her Eksilttiğinin Yerine Bişey Veren
Ya da Her Verdiğinin Karşılığında Bişey Eksilten
Bi Oyun Değilmiydi
Eksilttiklerimizin Karşılığında Bu Paylaşımı Bulmuşken
Bize Sunulan Bu Paylaşım Karşılığında Eksilen Neydi
Zamandan Kopmamış Olanların Yaşayacağı Korku Niye
Senin Duyumsadığın Duyguları Duyumsamamdan mı Korkuyorsun
Ben Bu Paylaşıma Bir Kimlik Aramıyorum Sevgili!!!
Zamandan Kopmamış Olanların Ad Koyma Çabası İçinde Değilim Ben
Zamansızlıkta Bulduğum Bu Sevginin
Zamanın İçinde Kaybolmasına İzin Vermemek İçin Bütün Çabam YAR!!!
Bu Çabayı Kimseler Anlamaz Bilirim
Ama Sendeki Sen Anlar
Senin Verdiğin Kimlikten Fazlasını Yaşamıyorum
Bir Ses Duyumu Kelimelerce Kelimelerce Olsada
Örselenmiş İlişkilerde Unuttuğumuz
Fotokopiyle Çoğaltılmış Sevgilerin Yaşandığı Şu Anlarda
Hep Özel Kalacak Bir Tat Yaşadığımız
Kaçmaya Çalıştınmı Yakalandığında
Kaçtığında Sahip Olduklarını Bile Kaybedersin Unutma!!
Ben Belki Kaçmayı Beceremedim Ve Yakalandım
Belki de...
Vazgeçmekte Geç Kaldım
Bilki Kazanma Şansım Hiç Yok
Sevdiğim...

Kahraman Tazeoğlu
 
Duvarlardan yağanlarımla girdim kuytularına
Karanlığın görünen fosforu içimde…
Dört köşe gök/yüzünün Esra’rına batmış hüznünü emdi kalemim
Şimdi içim duvarına yaslı
Surlarım son demlerinde
Katilinin çığırtkan soluğu tükenmelerde…

Ben gözlerini yol eyledim artık
Kaybolmam
Hendek yalnızlığı bir son uçurumu kilitledi ellerim
Salome’nin yalnızlığına hüzün koydu
Seni en çok sevenler mi ağlattı?

Eylül geçti
Saçların atkı olacak boynuma bu kış
Kah rüzgarlı
Kah/küllü

Gecenin dansı başlasın şimdi
Bakışınla gebert yine beni
Her son kendini bulur nasılsa
Bir yıldız daha kayar göbeğine

Fosforlu şiirler getirdim gecene
Duvarlarına ekle yine
Dudağımda kabadayı naralarıyla seviyorum
Kendimi adıyorum
Ömrümün kalan’ına… sana…


KAHRAMAN TAZEOĞLU
 
gün devrildi
koca bir yürek kaldı altında
oysa gölgeli bir parantezdi günler
düzünün deltasında
pazartesiden cumaya
aşk aynı gün ölmekti belki

son tern çığlığında
istanbul çeker giderdi içimden
kırık zarlar kalırdı geriye
ve ben
saçmlarımdan başlardım yaşlanmaya


bazen öyle güzel susardın ki
ağzımdan koparılan bir çığlıkla
eklenirdim sessizliğe
yaralı sandallar geceye açılırdı
yüzün habrsiz kopuk bir kirpik taşırdı
düşürmenden korkardım
solcu bir kız gibi bakardın
en mavi yanlarıma
tutulur kalırdım


aşk geçikmiş bir mutluluk oluyor
aşk engelli yüreklerde
ve meleklerin aşık olduğu cocuklar
hala erken ölüyor buralarda
biliyor musun
bazen acıyorum şehre bu yüzden


vatan caddesinde
her gece bir sarhış ölüyor
ve sen giderek yaklaşıyorsun
şiir gecelerime
yasak denizlerde yüzüyoruz oysa biz
kulaç atmayı bilmeden
sense bana eski bir şarkı dinletiyosun
'bir hadise var kimse bilmiyor'

yalnızlık düğümlenip sen çözülmek
ne garip şey...

Kahraman Tazeoğlu
 
Kahraman tazeoğlunun şiirlerini bende çok seviyorum ama ondan dinlemeyi özellikle araz ve seni içimden terkediyorum şiirini defalarca dinledim ama defelarca daha dinleyebilirim çok güzel okuyor çünkü...
 
X