• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

Kadın Erkek İlişkileri

yesilim

Popüler Üye
Kayıtlı Üye
25 Kasım 2006
8.868
19
158
Antalya
Elde edebilme olasılığı, birlikte yaşamaya uygunlukları, kadına sahip olmanın getireceği tehlikeler, bu birleşmenin ileride doğuracağı etki tümüyle incelenmelidir. Bir erkek başkasının karısıyla, kadına olan aslanın derece derece yoğunlaşarak arttığını fark ettiğinden hayatının mahvolmasına engel olmak için birlikte olabilir. On tane olan bu dereceler şöyle sıralanır:

1. Gördüğünde beğenmek.
2. Aklına takmak.
3. Devamlı düşünmek.
4. Uykusuzluk.
5. Bir deri bir kemik kalmak.
6. Keyif verici şeylerden uzaklaşma.
7. Utanmanın kalmaması.
8. Çılgınlık.
9. Bayılma.
10. Ölüm.

Eski yazarlar bir erkeğin genç bir kadının karakterini, doğruluğunu, saflığını ve isteğini bilmesi, aynı zamanda tutkularının yoğunluğunu ya da zayıflığını vücudunun biçiminden ve özel işaret ve izlerinden anlaması gerektiğini söyler. Ama Vatsyayana'ya göre karakteri anlamak için vücudun biçimine ya da özel işaret ve izlere bakmak insanı yanıltır. Kadınlar davranışları, düşüncelerini ortaya kovuşları ve vücut hareketleriyle değerlendirilmelidir.

Gonikaputra'ya göre, genel bir kural olarak her kadın yakışıklı bir erkek gördüğünde ve her erkek ise güzel bir kadın gördüğünde âşık olur. Ama birçok koşuldan dolayı ileri adım atmaz. Aşkta şunlar kadınlara özgüdür: Doğru ya da yanlışı gözetmeden severler ve bir erkeği elde etmeye yalnızca belirli bir amaca ulaşmak için çalışmazlar.

Bir erkek ilk gözüne girmeye çalıştığında, kadın erkekle birleşmek istese de kendini uzaklaştırır. Kadını elde etme çabaları tekrarlandığında sonunda kabul eder. Bir erkek ise, sevmeye başlamış olsa da duygularını ahlâk ve akla göre yönetir. Düşünceleri genelde kadınlarla dolu da olsa, ele geçirilmeye çalışıldığında teslim olmaz.

Bazen isteklerinin nesnesini elde etmek için çabalar ve başarısız olunca kadını bırakır. Aynı şekilde kadım bir kere elde edince genelde ona ilgisizleşir. "Bir erkek kolay elde ettiğini önemsemez ve yalnızca zorluk olmadan elde edemediği bir şeyi arzular" diyen sözler ise sadece laftan ibarettir.

Bir kadının erkeğin ilgisini reddetmesinin nedenleri şunlardır:

1. Kocasına sevgisi.
2. Soyunu yasal olarak sürdürme arzusu.
3. Daha uygun fırsatlar arayışı.
4. Erkeğin fazla yakın ilgi göstermesine kızmış olması.
5. Toplumdaki yerinin farklı olması.
6. Bağlı olduğu erkeğin hep seyahat ettiğinden emin olma isteği.
7. Erkeğin başka birisine bağlı olduğunu düşünmesi.
8. Erkeğin niyetlerini gizli tutmayacağından korkması.
9. Erkeğin arkadaşlarına fazla bağlı olduğunu, onlara fazla önem verdiğini düşünmesi.
10. Erkeğin dürüst olmadığını düşünmesi.
11. Ünlü bir erkek olmasından doğan çekingenlik.
12. Kadın geyik kadın ise erkeğin güçlü olması ya da fazla şiddetli tutkuya sahip olmasından korkması.
13. Erkeğin fazla zeki olmasından doğan çekingenlik.
14. Erkekle bir zamanlar arkadaş olduğunu düşünmesi.
15. Erkeğin dünyayı tanıma isteğini hor görme.
16. Düşük karakterinden şüphe etme.
17. Erkeğin kadının aşkını bilme isteğine duyulan nefret.
18. Kadın fil kadın ise zayıf tutkulu ya da bir tavşan erkek olduğunu düşünmesi.
19. Tutkusundan dolayı erkeğin başına bir şey gelmesi korkusu.
20. Kendi hatalarına üzülme.
21. Başkaları tarafından fark edilme korkusu.
22. Erkeğin saçının gri olduğunu ya da kötü kılığını gördüğünde duyulan hayal kırıklığı.
23. Erkeğin, kocası tarafından iffetini denemek için görevlendirildiği korkusu.
24. Erkeğin ahlâka fazla önem verdiği düşüncesi.

Bir erkek yukarıdaki nedenlerden hangisini fark ederse etsin, en baştan itibaren onu ortadan kaldırmak için hareket etmelidir. Böylece büyüklüğü ya da becerisinden dolayı kadında oluşacak utangaçlığı, ona olan sevgisini ve beğenisini göstererek yok etmelidir.

Kadının daha uygun fırsatlar isteğini ya da erkeğin yanına yaklaşmasının zorluğunu, ona kolay bir yaklaşma yolu göstererek yenmelidir. Kadının fazla saygınlığı daha samimi olarak ortadan kaldırılabilir. Düşük karakterli olmasına dair düşünceden doğan zorlukları cesareti ve akıllılığıyla, ihmalden doğanları fazla ilgiyle ve korkudan ortaya çıkanları da ona uygun cesaretlendirmeyle yenebilir.

Genelde kadınlarla başarılı olan erkekler şunlardır:

1. Aşk bilimini iyi bilen erkekler.
2. Öykü anlatmada yetenekli erkekler.
3. Çocukluklarından beri kadınları tanıyan erkekler.
4. Kendine güvenli erkekler.
5. Kadınlara armağanlar gönderen erkekler.
6. ıyi konuşan erkekler.
7. Sevdikleri şeyleri yapan erkekler.
8. Önceden başka kadınları sevmemiş erkekler.
9. Haberci olarak hareket eden erkekler.
10. Kadınların zayıf noktalarını bilen erkekler.
11. ıyi kadınlar tarafından arzulanan erkekler.
12. Kadın arkadaşlarıyla birleşen erkekler.
13. Yakışıklı erkekler.
14. Kadınlarla yetişen erkekler.
15. Komşuları olan erkekler.
16. Kendi hizmetçileriyle de olsa cinsel zevke düşkün erkekler.
17. Bakıcılarının kızlarının âşığı olanlar.
18. Yeni evlenmiş erkekler.
19. Piknik ve zevk partilerini seven erkekler.
20. Açık görüşlü erkekler.
21. Çok güçlü diye ünlenen erkekler.
22. Girişimci ve cesur erkekler.
23. Öğrenmede, yakışıklılıkta, iyi özelliklerde ve alçak gönüllülükte kadınların kocalarından daha üstün olan erkekler.
24. Giyim ve yaşam şekli mükemmel erkekler.

Kolayca kazanılan kadınlar şöyledir:

1. Evlerinin kapılarında duran kadınlar.
2. Hep sokağa bakan kadınlar.
3. Komşularının evinde muhabbet eden kadınlar.
4. Gözlerini dikip hep size bakan bir kadın.
5. Bir kadın haberci.
6. Size kaçamak göz atan bir kadın.
7. Kocası hiçbir neden olmadan başka bir kadın almış bir kadın.
8. Kocasından nefret eden ya da kocası tarafından nefret edilen bir kadın.
9. Ona bakacak hiç kimsesi olmayan bir kadın.
10. Hiç çocuğu olmayan bir kadın.
11. Ailesi ya da kastı iyi bilinmeyen bir kadın.
12. Çocukları ölmüş bir kadın.
13. Toplum hayatını çok seven bir kadın.
14. Kocasıyla görünüşte iyi ilişkisi olan bir kadın.
15. Bir aktörün karısı.
16. Bir dul.
17. Fakir bir kadın.
18. Zevklerden hoşlanan bir kadın.
19. Genç kardeşleri olan bir erkeğin karısı.
20. Kibirli bir kadın.
21. Toplumdaki yeri ya da becerileri kocasından üstün olan bir kadın.
22. Sanatlardaki becerisinden gurur duyan bir kadın.
23. Kocasının aldatması yüzünden morali bozuk bir kadın.
24. Çocukluğunda zengin bir erkekle evlenip, büyüdüğünde onu fazla sevmeyen bir kadın zevklerine uyan karaktere, yeteneklere ve zekâya sahip bir erkek arzular.
25. Kocası tarafından nedensiz küçümsenmiş bir kadın.
26. Aynı konum ya da güzellikteki kadınlar tarafından saygı duyulmayan bir kadın.
27. Kocası seyahat eden bir kadın.
28. Bir mücevhercinin karısı.
29. Kıskanç bir kadın.
30. Açgözlü bir kadın.
31. Ahlâksız bir kadın.
32. Kısır bir kadın.
33. Tembel bir kadın.
34. Korkak bir kadın.
35. Kambur bir kadın.
36. Cüce bir kadın.
37. Sakat bir kadın.
38. Kaba bir kadın.
39. Kötü kokan bir kadın.
40. Hasta bir kadın.
41. Yaşlı bir kadın.

Bu konuda söylenmiş iki özlü söz vardır: "Doğadan çıkan, sanatla artan ve aklın tüm tehlikeyi ortadan kaldırdığı arzu kesin ve güvenli olur. Kadınların düşüncelerini ve fikirlerini dikkatle izleyen ve onların erkeklere sırt çevirme nedenlerini ortadan kaldıran zeki bir erkek genelde kadınlarla başarılı olur."

Alıntı

Tüm yazılar kadınlık com sitesinden alıntıdır
 
Son düzenleme:
Aldatılmanın işaretleri'Acaba sevgilim beni aldatıyor mu' diye paranoya olduysanız bu işaretlere dikkat edin...

Artık sizinle fazla ilgilenmiyorsa...
Bir zamanlar, her yaptığınız ve her söylediğinizle ilgilenirdi. Ancak birden bütün bunlar önemsiz olmaya başladı. Sadece hatalarınızı kabullenmiş ve sizi olduğunuz gibi kabul etmiş olabilir, ancak yepyeni biriyle tanışmış da olabilir.

Farklı kokuyorsa...
Sevgiliniz birden yeni bir koku kullanmaya başladıysa korkmayın. Ancak giysilerinde ve vücudunda bir erkek kokusu varsa, şüphelenmeye başlayabilirsiniz.

Yalanlarını yakalıyorsanız...
Eğer açık bir yalanını yakaladıysanız, şüphelenmeye başlayın. Ancak unutmayın, bir kez yalan söylemesi onun her zaman yalan söyleyeceği anlamına gelmez.

Size yaklaşmaktan çekiniyorsa...
Birdenbire sevgili yerine arkadaş gibi davranmaya başlaması, başka biriyle ilgilenmeye başladığının sinyali olabilir.

Yepyeni bir görünüme büründüyse...
Birden farklı giysiler giymeye ve sürekli kuaföre gitmeye başladıysa, şüphelenmeye başlayabilirsiniz. Bütün bunları yeni bir işe başladığı için yapıyorsa, fazla korkmanıza gerek yok. Ancak yeni bir işe başlamadıysa ya da bu değişiklikleri sizin için yapmıyorsa, tehlike sinyalleri çalıyor demektir.

Sağlığına birdenbire daha fazla önem vermeye başladıysa...
Sürekli spor salonuna gidiyor, daha sağlıklı yiyecekler yiyor ve kısa zamanda kilo vermeyi amaçlıyorsa, daha dikkatli olun. Bunları sadece sizin için yapıyor olabilir. Ancak spor salonundan dönüp duş aldıktan sonra nereye gittiğini size söylemiyorsa, şüphelenmeniz için iyi bir nedeniniz var demektir.

ış saatleri uzamaya başladıysa...
Terfi etmediyse ya da çok önemli bir proje üzerinde çalışmıyorsa, iş saatlerini uzatmasının arkasında bambaşka bir nedeni var demektir. Ya sizinle bir sorunu var ya da başka biriyle ilgileniyor olabilir.

Sürekli yeni iş arkadaşından bahsediyorsa...
Konuştuğu her şey yeni iş arkadaşıyla ilgiliyse, ancak bu adamı siz bir türlü etrafta göremiyorsanız, size onunla ilgili bazı şeyleri anlatmıyor olabilir. Tehlike sinyalleri çalıyor, dikkat...

Sizi ailesinden uzaklaştırıyorsa...
Bir zamanlar sizle tanıştırmak için can attığı ailesini sizden uzak tutmaya başladıysa, bazı hatalarını onların arkasına saklıyor olabilir.

Birden saldırgan ve paranoyak olduysa...
Durup dururken her söylediğinizi yanlış anlıyorsa... Ona sorduğunuz en ufak soru bile kavgaya dönüşüyorsa... Bazı telefonları cevaplamaktan kaçınıyor, size garip sorular soruyorsa... Artık onunla oturup her şeyi açıkça konuşmanız, ikiniz için de en iyisi olacaktır.

Alıntı
 
Evlilik Enstitüsü'nden Psikiyatrist ve Psikoterapist Doç. Dr. Armagan Samanci'ya göre, Türkiye'de "erkek aldatir ama kadin aldatmaz" gibi bir önyargi bulunuyor. Buna karsilik kadinlar da eslerini, flörtlerini aldatiyor hatta esini aldatan kadin oraninda artis gözüküyor. Ancak kadin ve erkegin esini aldatma nedenleri farklilik gösteriyor. Türkiye'de yapilan bir arastirmada evli kadinlara, "Esinizden baska bir erkekten hoslandiniz mi" sorusu yöneltildi. Evliligi iyi olan kadinlarin yüzde 13'ü, evliligi orta derecede olan kadinlarin yüzde 9'u, evliligi kötü olan kadinlarin yüzde 100'ü "evet" yanitini verdi. Samanci'ya göre, bu arastirma, mutsuz olan kadinin aldatma olasiliginin yüksek oldugunu gösteriyor. Eslerini aldatan erkekler ise üç grupta inceleniyor. Bunlar söyle siralaniyor:
Iliskisindeki mutsuzluk nedeniyle mutluluk eksikligini tamamlamaya çalisanlar: Bunlar daha çok evliligin ilk 10 yili içinde görülüyor.
Sürekli aldatma egiliminde olan erkekler: Evlilik öncesinde de sonrasinda da çogul iliskileri olan ve iliskilerinde basarili olamayan insanlar. Çocukluktan gelen iç çatismalari var. Bagli, güvenli iliskiyi uzun süreli olusturamiyorlar. Bu tür aldatma Türkiye'de daha çok yasaniyor.
Bir iliskinin içine istemeden çekilen erkekler: Bu gruptakiler evli erkeklerle birlikte olmayi tercih eden kadinlar tarafindan iliskinin içine çekilebiliyorlar.
Öte yandan aldatmanin nedenleri incelendiginde yüzde 50 ile ilk sirayi duygusal anlamda yalniz birakilma olusturuyor. Ikinci sirayi yüzde 30 gibi bir oranla es ile iletisim kuramama, üçüncü sirayi ise yüzde 20 ile esiyle cinsel sorunlar yasama izliyor. Aldatan erkek suçlu çocuk gibi bakiyor
Doç.Dr.Samanci'ya göre aldatan erkek kendini bazi ipuçlariyla ele veriyor. Esi tarafindan aldatilan kadin, bazi belirsizlikler duyumsuyor. Öncelikle bir seylerin yolunda gitmedigini fark ediyor. Ardindan esinin söylediklerinin birbirini tutmadigina tanik oluyor. Ayrica, aldatan erkek, karisin gözünün içine "suç islemis çocuk gibi" bakiyor. Eve olan ilgisi ve eve ayirdigi zaman, cinsellik azaliyor.

Aldatildiginin ayrimina varan kadinlarin yüzde 50'ye yakininda güven duygusu ortadan kalkiyor, yüzde 35'i ise, ailenin gelecegini düsünerek 'kocam bunu nasil yapabildi" diyor. Öte yandan aldatilan esler ilk asamada bosanmayi düsünse bile sadece yüzde 20'si bosanma konusunda adim atiyor. Yüzde 80'i ise sorunu çözme yoluna gidiyor. Aldatildigini düsünen kadinlara, emin olmadan harekete geçmemelerini söyleyen Samanci, aldatilan kadinlara su önerilerde bulunuyor:"Aldatilan kadin sorunu esiyle paylassin. Yani, 'böyle hissediyorum, böyle bir sorun var mi' seklinde konussun. 'Evet' yaniti alindiginda yas süreci, sikinti, uykusuzluk, tedirginlik dönemi baslayabilir. Bu dönem bir kaç hafta ile bir kaç ay sürebilir. Aldatilan kisinin esiyle biraraya gelerek sadece karsi taraftan degil kendinsinden de kaynaklanabilen sorunlari çözmek için adim atmasi gerekiyor. Unutulmamasi gerekir ki aldatilma çözülebilen bir sorundur. Çözüldügü zaman da evlilikte geçmise yönelik sorunlari yeniden gözden geçirip

Alıntı
 
Güzel düşlerle kurulan evlilik yaşamının kişilik çatışmaları sonucu "cehenneme" dönüşebileceği bildiriliyor. Evlilikte "riskli kişilikler" bulunduğuna dikkat çeken uzmanlar, "evlenmeden önce partnerinizi iyi tanıyın" uyarısında bulunuyor.

Evlilikte bazı kişiliklerin sorunlara yol açabildiğine dikkat çeken uzmanlar, bu kişilik yapılarını ve özelliklerini şöyle sıralıyorlar:

Obesisifler:
Duygusal ve kısıtlıdırlar, kendilerini iyi ifade edemezler. Aşırı titiz olmalarınla beraber herşeyin programlı olmasını isterler. Çok dakiktirler ve herkesin dakik, planlı ve düzenli olmasını isterler. Eşinin beş dakika dahi geç kalması büyük sorunlara yol açabilir.

Pasif agresifler:
Bunlar genelde herşeye "evet" diyen ama "evet" dediklerini yapmayan bir yapıya sahiptirler. Sevmedikleri, istemedikleri şeye dahi "hayır" diyemezler. Karşısındakini düş kırıklığına uğratıp kızdırırlar.

Sınır kişilikler:
Bunlar duygusal anlamda çok dalgalıdırlar. Günü günlerine uymaz. Duygusal olarak daha çok çatışmanın içine çekilip karşısındakini daha çok çatışmaya itiyorlar. Bu insanlarla evlilik çok zordur. Sürekli terkedilme korkusu yaşarlar ve bu korku onları gereksiz kıskançlıklara sürükler. Sürekli bir boşluk ve sıkıntı hissi yaşarlar ve kolay kolay mutlu olmazlar. Kendilerine ve başkalarına zarar verme duyguları ön plandadır. Duygusal olarak saldırgandırlar. Bağırıp çağırıp, arada bir tabak gibi eşyaları fırlatabilirler. Kızgınlıklarını kontrolde çok güçlük çekerler. Cinsel kimlik karmaşası yaşarlar.

Kaçıngan kişilik:
Sessiz ve çok pasiftirler. Gerektiği zaman olması gereken tartışmadan dahi kaçınırlar. Öyle olunca ilişkiyi çok sağlıklı bir şekilde sürdüremezler.

Bağımlı kişilik:
Bu kişilik yapısında olanların bireysellikleri yoktur. Bütün kararları karşısındakinin almasını beklerler. Bireyselliklerini ortaya koyamadıkları için kişiliksizmiş gibi duygu verirler ve karşısındakini sinirlendirebilirler.

Narsistler:
Kendini beğenen ve isterik kişilik yapısına sahiptirler. Sürekli olarak dikkatin ve beğeninin kendinde olmasını isterler. Bu kişiler kendilerini herşeyden çok severler, sevilmeyi çok severler ve sevilme ihtiyaçları çok zor doyurulur. Bu nedenle de ilişkilerde hep sorun yaşarlar.

Karşısındaki ne kadar çabalarsa çabalasın sevilme isteğini doyuramazlar. Bu nedenle sık sık ilişki değişireterek ilk anı yakalamak isterler.

Alıntı
 
Ben obesisifgillerdenim,eşim narsistgillerden geçinmeye çalışıyoruz işte...

Teşekkürler bu güzel bilgiler için Yeşilim.
 
Eşler sorunları çözmek ya da sorun oluşmaması için birbirlerine karşı empatik davranmalı. Eşlerin, birbirlerinin isteklerini, ihtiyaçlarını anlayarak, eşini dinlemesi ve ona pozitif destek vermesi gerekir. Eşler arasındaki gerçek yakınlık, içtenlik ve bütünlük empati kurabildikleri sürece ortaya çıkar. Eşler empati kurabilmeyi becerebilirlerse koşulsuz sevgiyi ve aşkı yakalayabilirler. Aile içinde öfke ve kızgınlıkla başa çıkabilmelidir. Her kızgınlık bir kurallar ihlalidir. Birbirinize kızdığınızda dikkat edin, sizi rahatsız eden o kişinin davranışları değil, sizin koyduğunuz kurallarınızdır. Sizin için önemli olan nedir? Nedenini çok da bilmeden koyduğunuz kurallarınız mı yoksa kızılan olay mı?
Sorunları biriktirmeyin

Aile içerisinde yaşadığınız küçük problemlerinizi biriktirmeyin. Bilindiği gibi patlamalar bir birikimin neticesinde olur. Yeri geldiğinde ifade edilmeyen küçük tepkiler bir sonraki ile birleşip tehlikeli hale gelecektir. Aile içerisinde huzur ve mutluluğu yakalamak için, eşinizle sizi karşı karşıya getirecek olan problemler henüz küçükken oturup konuşun ve onu çözmenin yollarını araştırın. Nasıl olsa kendi kendine çözülür diye düşünmeyin.

ılişkinizin bakıma ve ilgiye ihtiyacı vardır
ılişkinize düzenli olarak bakım yapın. Biz insanların çok garip alışkanlıkları ve davranışları vardır. Araba kullanırsınız; kullandığınız araba size problem çıkarmasın diye periyodik bakım yaptırırsınız. Aynı titiz bakımı aile içi iletişiminize vermeniz gerektiğini hep unutursunuz. Zaman zaman ilişkilerinize bakım yapmalısınız. Duygusal banka hesabımızı kabarık tutmanın yollarına bakmalısınız. Richard L. Evans'a göre; “Her şeyin bakıma, ilgiye, izlenmeye ihtiyacı vardır, özellikle hayatımızdaki en hassas ilişkilerin. Ve evlilik de bir istisna değildir. ıhmal edilen bir şey olduğu gibi kalmaz, mutlaka bozulur.’’

Bunlara dikkat edin
- Eşinizi kesinlikle başkalarının yanında (çocuğunuz bile olsa) eleştirmeyin.
- Eleştiri yaparken rencide edici değil, yapıcı olmaya dikkat edin.
- Eşinizi değiştiremeyeceği fiziki özelliklerinden dolayı eleştirmeyin ya da başkalarıyla karşılaştırmayın.
- Sürekli eleştiri yapmaktan kaçının. Bu bir süre sonra karşıdaki insanda “duyarsızlığa” sebep olur.
- Sadece beğenmediğinizde değil, beğendiğinizde de eşinize bunu belli edin.
- Eşlerinizin ebeveynleriyle iyi ilişkiler kurun.

Alıntı
 
Mutsuz evliliğin sağlığı olumsuz etkilediği, yeni bir araştırmayla daha kanıtlandı.

Kötü giden evliliğin insanı hasta ettiği konusunda yeni kanıtlar ortaya çıktı.

Ohio Eyalet Üniversitesi bilimadamlarının araştırmasında, anlaşmazlığın yol açtığı stresin, yaraları iyileştirmede anahtar rol oynayan bir kan proteininin üretimini yavaşlattığı belirlendi. Yapılan laboratuvar araştırmasında, deneklerin kollarında yaraya benzer içi su dolu kabarcıklar oluşturuldu ve sık sık kavga eden çiftlerin yaralarının iyileşme sürecinin, kavga etmedikleri zamanlara oranla daha yavaş olduğu görüldü.

Archives of General Psychiatry dergisinde yayımlanan araştırmada, “Yüksek derecede düşmanca davranış gösteren çiftlerin iyileşme oranları, birbirlerine daha az düşmanca davrananlara oranla yüzde 60 daha düşük” denildi.

Araştırmada, “Eşin kaybedilmesi ruhi ve fiziki sağlıkta olumsuz değişikliklere yol açsa da, bu, eşin varlığının tek başına koruyucu olacağı anlamına gelmiyor. Sorunlu bir evlilik tek başına stres kaynağıdır” ifadesine yer verildi.

Bilimadamları, stresin, yaranın iyileşmesinin ilk aşamasında önemli rol oynayan, beyaz kan hücrelerinin ürettiği “proinflamatuar sitokin”lerin üretimini yavaşlattığını söyledi. Bunu yanı sıra anlaşamayan çiftlerin kanlarında, tartışmanın ertesinde sitokin seviyesinin aynı şekilde yüksek derecede olduğunun saptandığı da belirtildi. Sitokinlerin yaralı bölgelerde erken üretimi yararlı olsa da, sürekli yüksek seviyenin de zararlı olduğu belirtildi.

Araştırmayı kaleme alan bilimadamları, proinflamatuar sitokinlerin seviyesinin yüksekliğinin aralarında kardiyovasküler hastalık, romatizma, kemik erimesi, bazı kanser türlerinin de bulunduğu çeşitli hastalıklarla bağlantısı bulunduğunu söylediler.

Araştırmaya 22-77 yaş arasındaki 42 evli çift katıldı.

Alıntı
 
Birbirlerine dedikodu yapmak için zaman ayıran çiftlerin, evliliği perçinleniyor.

Çukurova Üniversitesi Psikiyatri Uzmanı Sabri Yurdakul, sır saklama konusundaki ortak yaklaşımların, eşlerin birbirlerine yakınlaşmasına ve iç dünyasını açmalarına yardımcı olacağını söyledi.

Medikososyal Bölümü ve Yaprak Psikiyatrik, Psikolojik Danışma Merkezi Uzmanı Yurdakul, eşlerin özel hayatlarıyla ilgili konuları paylaşmalarının, onları birbirlerine yakınlaştıracağını söyledi. Yurdakul, “Günün nasıl geçti, nereye gittin, kimlerleydin?” soruları yerine, eşlerin birbirlerine sırdaş olmaları ve yakın çevreleriyle ilgili dedikoduları anlatmalarının, onların paylaşımlarını artıracağını söyledi. Eşlerin her şeyden önce yakın arkadaş olmaları gerektiğine dikkati çeken Sabri Yurdakul, “Birbiriyle iyi arkadaş olan çiftlerin evlilikleri daha sıhhatli yürüyecektir. Bu nedenle günlük hayatla ilgili özel konuları paylaşmaları, ortak yaşamlarını zenginleştirecektir” diye konuştu.

Eşlerin paylaşımlarının diğer insanlara iletilmemesi konusunda dikkatli olmaları gerektiğini de vurgulayan Yurdakul, sır saklama konusundaki ortak yaklaşımların, eşlerin birbirlerine yakınlaşmasına ve iç dünyasını açmalarına yardımcı olacağını söyledi. İnsanların sırlarını paylaştıkları kimselere daha çok güveneceğini ve onunla konuşma isteğini daha çok duyacağını ifade eden Yurdakul, sözlerini şöyle tamamladı: “Bu durumda eşler arasındaki diyaloglar artacak ve konuşma konuları artacaktır. Böylelikle birbirleriyle konuşmak için konu bulmakta zorlanmayacak ve televizyonun karşısında oturan iki yabancı olmaktan çıkarak, birbirlerine sırlarını dökmek isteyen iki samimi arkadaşa döneceklerdir ki, bu da evliliğin sağlıklı yürümesine yardımcı olacaktır. Bu yüzden eşlerin birbirleriyle dedikodu yapmak için zaman ayırmaları evliliği perçinleyecek ve paylaşımlarını artıracaktır.”

Alıntı
 
Gündelik yaşamın sıkıntılı yükünü sırtında taşıyan kadınların karşılarındakini mutlu etmek için “beyaz yalanlar” söylediği ve yalan söyleyenlerin tipik özelliklerini sergilemedikleri için de bu yalanların ortaya çıkmadığı savunuldu.

Kadınların söylediği yalanlar fazla “renk vermedikleri” için daha zor anlaşılıyor. Kadınlar daha çok kilolu arkadaşına mini eteğinin yakıştığını söylemek gibi beyaz yalanlar söylüyor. Kadınlar el kol hareketleriyle konuşmalarını destekleyerek inandırıcı görüntü sergilerken, erkekler avuçları terlediği, gözlerini kaçırdığı ve kızardığı için yalanları ortaya çıkıyor.

Daily Mirror’ın internet sitesindeki habere göre, İngiliz ruhbilimci Dr. Jez Rose’un yaptığı araştırma, kadınların büyük çoğunluğunun beyaz yalanlara başvurduğunu ortaya koydu. Daha çok “kilolu arkadaşına mini eteğin çok yakıştığı” gibi beyaz yalanlar söyleyen kadınlar, yalan söyleyenlerin tipik özelliklerini göstermediği için yalanları ortaya çıkmıyor.

Rose’a göre yalan söyleyenlerin sergilediği 20 özellik şöyle:

Yüze dokunma: Söylediklerinin yalan olduğunu gizlemek isteyenler sürekli yüzüne dokunuyor, burnunu kaşıyor, ağzını eliyle kapatıyor ve sık sık dudaklarını ısırıyor.

Yapay gülümseme: Doğal gülümseyenlerin gözlerinin içi gülerken, yalancıların yüzünde yapay bir gülümseme beliriyor.

Gözünü kırpıştırma: “Gözler kalbin aynasıdır” sözünün doğruluğunu yalan söyleyenler bir kez daha ispatlıyor ve sık sık gözlerini kırpıştırıyor.

Gözlerini kaçırma: Göz kontağı da kuramayan yalancılar göz göze gelince hemen başını çeviriyor. Sürekli kapıya bakan bu kişiler yalanı söyledikten sonra kaçıp gitmek istiyor.

Tereddüt: Yalan söyleyen insan detaylarını kafasında kuramadığı için tereddütte kalıyor, konuşması yavaşlıyor, cevap verirken uzun süre düşünüyor.

Ayağını yere vurma: Yalan söyleyenler ayaklarını sürekli yere vuruyor, kıpırdatıyor ve sandalyesinde sallanıyor.

Kollarını kavuşturma: Yalan söyleyen insan hemen kendini korumaya geçiyor ve kollarını kavuşturuyor.

Tik sergileme: Yalan söyleyen insan her zamanki davranışlarından uzaklaştığı için tiklerini kontrol edemiyor.

KIPKIRMIZI OLUYOR
Kızarma: Yalan söyleyince kalp atışları hızlanan kişinin yüzü kızarıyor.

Garip tepkiler: Yalancı kendi söylediklerine odaklandığı için karşısındakinin söylediklerini duymuyor. Kaşlarını kaldıran, hayretle ağzını kapatan yalancılar garip tepkiler ortaya koyuyor.

Konunun dışına çıkma: Eğer karşısındaki “kurban” yalan söylediğini anlarsa yalancı hemen konunun dışına çıkarak kendini kurtarmaya çalışıyor.

Konuyu değiştirme: Yalan söyleyene direkt bir soru sorulursa buna verecek bir yanıt olmadığı için “saçların bugün ne kadar güzel olmuş” gibi bir sözle konuyu değiştiriyor.

Huzursuzluk: Yalan söyleyenler kulaklarına dokunuyor, parmaklarını çıtırdatıyor, yüzükleri ya da saçlarıyla oynuyor.

Tutarsızlık: Tipik bir yalancının en önemli özelliği vücut diliyle sözlerinin birbirini tutmaması.

Ses titremesi: Yalan söyleyenlerin ses tonu alçalıyor, aşırı yükseliyor ya da titriyor.

Hızlı konuşma: Yalan söyleyenler hızlı hızlı konuşuyor.

Terleme: Yalancıların hem avuçları, hem de tüm vücudu terliyor.

Yutkunma: Yalan söyleyenler yutkunmaya başlıyor. Erkeklerin sürekli kravatını gevşetmesi yalan söylediklerini ortaya koyan başlıca özellik.

Dudaklarını ıslatma: Yalan söyleyenler sürekli ağızları kuruduğu için dudaklarını ıslatıyor.

Aşırı dostça yaklaşım: Yalan söyleyenler bu sırada inandırmak için büyük güç sergilediği için karşısındakine her zamankinden samimi davranıyor.

NEDEN ERKEKLERİN YALANI ANLAŞILIYOR?
Dr Jez Rose’a göre kadınların yalan söylediğinin zor anlaşılmasının sebebi daha sosyal bir yapıya sahip oluşları.
“Kadınlar sözlerini el kol hareketleri ve rahat davranışlarıyla desteklediği için yalanları maskeleniyor” diyen Rose, kadınların konuşurken inandırıcı şekilde karşısındakinin gözünün içine baktığını kaydetti. Rose, “Bu da sözlerin yanlışlığının ortaya çıkmamasına sebep oluyor.

Oysa erkekler bu konuda başarısız. Erkekler kadınlarla aynı metotları kullanarak yalanlarını maskelemeye çalışsa da bunu inandırıcı yapamıyor” dedi.

Erkeklerin eşlerini aldattığında kolayca ortaya çıkmasının nedenini de buna bağlayan Rose, “Erkekler sadece şimdiyi düşünür. Detayları kafalarında kuramadıkları için de söylediklerini unutur” sözleriyle erkeklerin yalan söyleme konusundaki başarısızlığını açıkladı.

Alıntı
 
evet erkekler yalanlarını unutuyor, ancak yenıden hatırlayınca aynısını tekrar edıyor destekleyemıyorlar bıle cok bellı oluyor hıh :dilcikar:
guzel paylasım
 
Erkeklerin sıcak bir aile, düzenli bir hayat, toplum baskısı, belki de ütülü bir gömlek için evlendiği düşünülür, peki kadınlar neden evlenir?

Bu sorunun yanıtını, “Erkekler Neden Evlenir?” adlı ilk kitabı kısa sürede 5. baskıya ulaşan ve sonrasında telefonları susmak bilmeyen bir psikolog verecek.

Kendisine gelen “danışanlarından” yola çıkarak erkeklerin evlilik sorunlarını yazan psikolog-yazar İlkim Öz, şimdi de kadınların neden evlendiğini anlatmak için daktilosunun başına geçti. Öz, yaz aylarında yeni kitabını da okurla buluşturmayı hedefliyor. İlkim Öz, ilk kitabın büyük ilgi gördüğünü, çiftlerin aynı sorunların kendi evliliklerinde de varolduğunu söyleyerek tebrik ettiklerini söyledi.

Kitapta erkeklerin “cinsel organlarına ilişkin takıntısını ve bu yüzden duydukları üzüntüyü” işlediğini hatırlatan Öz, “Kitaptan sonra telefonlarım susmadı. Erkeklerin cinsel organından kompleks duyduğu ortaya çıktı. Sorunun kendilerinde de varolduğunu söyleyerek yardım istediler. Bu kadar olduğunu bilmiyordum” dedi.

Yeni kitabında yine danışanlarından yola çıkarak evli kadınların sorunlarını anlatacağını, bir de evlilikten, erkeklerden korkan bekar bir kadına yer vereceğini belirten Öz, “Yaşanan sorunlar kadın ile erkek arasındaki farklılıklardan kaynaklanıyor. Çünkü ayrı gezegenlerden geliyorlar, erkekler Mars’tan, kadınlar Venüs’ten...” diye konuştu.

“KADINLAR CİDDİ DEPRESYON YAŞIYOR”
Erkeklerin sorunlarını aşabilmeleri için eşlerini, yaşamı ve en başta da kendilerini sorgulamaları gerektiğini ifade eden İlkim Öz, evlilikte her iki tarafın da yaptığı yanlışları şu şekilde sıraladı: “Erkeklere sorduğumuzda ‘benim hiçbir korkum yok’ diyor. Erkeklerin kendisiyle bile yüzleşemediği duyguları var. Erkeklerin en büyük sorunu, sorunu olduğunu kabul etmemek. Kadınların sorunu ise eşlerinin kendini anlamaması, sevgi sözcüğü söylememesi, kavgadan sonra bile seks istemesi. Bir de kayınvalide sorunu var, hala bu devam ediyor. Erkeklere önerim sorunlarını kabul etmeleri, yüzleşmeleri. Kadınların ise evlilikte daha gerçekçi olması lazım. Kadınlar çok ciddi depresyonlar yaşıyor. Kadın, ‘eşim beni sevmiyor’ diyor. Aslında eşleri onları seviyor, ama gösteremiyor. Kadınların sorunu da bu, evliliğe mantıklı bakamıyor.”

Erkeklerin 20-25 yaşları arasında, şehirli kadınların ise 30 yaşından sonra evliliği düşündüğünü belirten Öz, boşanan erkeğin yeniden evlenme arzusunu da yalnızlık korkusuna bağladı. Öz, sözlerine noktayı şöyle koydu: “Kadınlarımız artık evde kalma, yalnızlık korkusunu aştı. Yalnızlık korkusu erkeklerde daha yoğun. Peki kadınlar neden evlenmek ister? Kadınlık içgüdüsüyle diyelim. Kitaba kadar da bu kadar ipucu verelim...”

Alııntı
 
Kadın, koku yoluyla erkeğin bağışıklık sistemi hakkında bilgi sahibi oluyor ve ona ilk aşk sinyallerini göndererek, aşkı başlatıyor.

Kokuyla başlayan sinyaller, daha sonra gözlerle kurulan iletişim, ses ve dokunma ile aşkı ortaya çıkarıyor.

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tuncay Özgünen, aşk kavramının kadın ve erkekte ergenlik çağlarında başladığını, sevginin ise kişinin kendisini “Ben kimim?, Neyim?, Neden dünyaya geldim?” gibi sorularla tanımaya başladığı süreçte ortaya çıktığını belirtti. Özgünen, aşkın kendi biyolojik karşılıkları olan kurallarının bulunduğunu, sevginin ise bundan farklı olarak, daha değişik gereksinimlere yönelik ve üreme işlemiyle ilgisi olmayan bir organizasyon olduğunu söyledi.

Aşk dürtüsünün 4 duyunun harekete geçmesiyle başladığını ifade eden Özgünen, aşkın başlaması için ilk olarak karşıdaki kişinin kokusunun beynindeki aşk dürtülerinin uyarılması gerektiğini vurguladı. Özgünen, kokuyla başlayan paylaşımların daha sonra sesi ve görüntüsü beğenilen kişiye dokunmakla devam ettiğini kaydetti. Kadının koku yolu ile karşısındaki erkeğin bağışıklık sistemi hakkında bilgi sahibi olduğunu ifade eden Özgünen, şunları söyledi:

“Eşler seçim yaparken kendi bağışıklık sisteminden çok daha farklı sisteme sahip olan kişilere yönelir. Bunun nedeni ise kadının doğacak çocuğunu daha gelişmiş bir bağışıklık sistemiyle dünyaya getirmek isteğidir. İlk olarak kokuyla başlayan sinyaller, daha sonra gözlerle kurulan iletişim, ses ve dokunma ile aşkı ortaya çıkarır. Bu nedenle aşk, hiçbir zaman erkek tarafından başlatılmaz, seçimi kadınlar yapar.”

Özgünen, ilk sinyalleri kadınların gönderdiğini ve daha sonraki sürecin erkek-kadın ilişkisi içinde geliştiğini kaydetti.

Prof. Dr. Tuncay Özgünen: “Aşk, hiçbir zaman erkek tarafından başlatılmaz, seçimi kadınlar yapar”

Eş seçiminde erkeğin kendisine özgü kriterleri olmadığını belirten Özgünen, erkeğin biyolojik olarak güzel olana yöneleceğini, çocuğunu en sağlıklı şekilde taşıyacak, besleyecek, doğuracak ve bakacak kadınıaradığını ifade etti. Özgünen, kadının ise özgül olduğunu ve belirli sisteme göre ölçüp tartarak en iyi partneri seçmeye özen gösterdiğini belirterek, “İlk olarak erkeğin kokusunun kendisine uygun olup olmadığına karar verir daha sonra görüntüsüne dikkat eder. Zeka, güvenilirlik, iletişim, erkeğin kendinden mutlu olması kadınların aradığı özelliklerdir. Kadıniçin cinsellik son sıralardadır” diye konuştu.

AŞKLA BAŞLAYAN EVLİLİK ÇABUK BİTİYOR
Özgünen, üreme çağının çok yoğun baskısı altındaki kişilerin, aşkıve sevgiyi birbirine karıştırdığını, bunun boşanmalar, yanlış anlaşımlar ve yorumlara neden olduğunu vurguladı. Evliliğin sevgi temeli üzerinde yürüyen ve kurallara dayanan bir kurum olduğunu belirten Özgünen, aşkla başlayan evliliklerin ise çoğunlukla hüsranla sonuçlandığını kaydetti.

Özgünen, aşkın erkek için günlük olduğunu, kadında da değişikler olsa bile en fazla 4 yıl sürdüğünü, bu sürecinde doğacak bebekten kaynaklandığını belirtti.

Özgünen, sevginin genellikle dünya görüşleri birbirleriyle örtüşen partnerler arasında gerçekleştiğini, aşkın ise birbirinden en uzak kitleler arasında meydana geldiğini söyledi. Bu nedenle aşkın batmaya mahkum olduğunu ifade eden Özgünen, “Farklı yapılara sahip kişiler arasındaki ilişki fazla uzun sürmez. Balayı dönemi bittiği zaman evlilik de bitiyor. Aşkta cinsiyet ve cinsellik ön planda, sevginin ise cinsiyetle ilgisi yok” diye konuştu.

Alıntı
 
Birlikteliğinizin çürümesini önlemek ve yılların örümcek ağlarını temizlemek için, ilişkinizi ara sıra sallamaya ne dersiniz? Nasıl mı? Sıkı bir kavgayla elbette...

Seslerin yükseldiği gerçek bir tartışmanın süresi, on beş dakikayı geçmemeli.


Uzun süre evli kalan ve mucizevi bir şekilde boşanmamış çiftlerin hayatlarına hiç dikkat ettiniz mi? Çoğu otomatiğe bağlanmış bir şekilde yürür. Sanki fabrikanın üretim bandından geçer gibi, hep aynı görevler aynı soğukkanlılıkla yerine getirilir. Bir süre sonra ilişkinin ruhu monotonlaşır ve yaşam robot modunda akmaya başlar. Fikir tartışmaları, anlaşmazlıklar yerini, üzüm üzüme baka baka kararır misali, birbirinin karbon kopyası olmuş fotokopi çiftlere bırakır. “Serkan bana anneler gününde katı meyve sıkacağı satın aldı, ne kadar düşünceli” ya da “Karım Brad Pitt’e bayılıyor” gibi aslında kavga sebebi sayılabilecek, ancak birbirine karşı ateşini kaybetmiş bir çift için, sıradan sayılan cümlelere etrafımızda sık denk geliyoruz. Kimse birbiri hakkında kötü düşünmüyor, herkes birbirini onaylıyor ve sinirlerini aldırmış gibi duygusuz bir evlilik sürüp gidiyor. Canlanın biraz! Hangi kadın, aslında hediye olarak katı meyve sıkacağından memnun olabilir, ya da hangi erkek, özünde karısının Brad Pitt’e olan hayranlığına tepkisiz kalabilir ki? Tartışmak ya da ara sıra kavga etmek, her ilişkiyi canlı tutar. Ayrıca ne gibi bir sakıncası olabilir ki? İki kişilik hayatınızın ilk başladığı dönemlerdeki halinizle, şimdiki durumunuzu kıyaslayın. Monotonluğa doğru ilerlediğini, ya da çoktan ruhunu kaybettiğini düşünüyorsanız, canlandırmak için önerilerimizi deneyin ve sıkı bir tartışma çıkarın.

Neden bağırmak gerek?

Çünkü kelimeler, sinirler ve hayat birbirinden ayrılamaz. Ya da sadece Einstein’ın dediği gibi “sürtünmeden enerji doğar”. Romeo ve Juliet, Tristan ve Iseult gibi efsane olmuş çiftleri ele alın. Asla birbirlerine karşı yüksek sesle konuşmamışlar, anlaşmazlığa düşmemişler ama trajik sonlarına bakın. Tüm sosyologlar, karı koca tartışmalanın olumlu sonları olduğuna inanıyor. Gerilimi atmak, çiftin ilişkisini yeniden biçimlendirmeye katkı sağlamak, periyodik olarak kuralları limitleri yenilemek, ilişkiyi ileriye götürmek...

Kavga etmekten ve tartışmaktan çekinen çiftlerin riski ise, çok büyük. Birbirlerine karşı gizli bir nefret besleme ihtimalleri çok yüksek.

Söylenmeyen cümleler, bastırılan tepkiler, zamanla birikerek sevginin yok olmasına sebep olmaz mı?

Kavgadan kaçmayın

Tartışmanın ideal sıklığı ne olmalı? Sağduyunun sesine, ayda iki ya da dört tartışma düşüyor.

Şu şekilde olmalı

Seslerin yükseldiği gerçek bir tartışmanın süresi, on beş dakikayı geçmemeli. Bunlar minik tartışmalar. Ancak dozu aşmamaya dikkat etmelisiniz. Çünkü fazlası yarar getireceği yerde ilişkinizi yoracaktır.

Bir tartışmayı nasıl başlatmalı

Kesinlikle saçma ve mantıksız sebepler olmalı. Ağır ve çok ciddi sebepler yüzünden çıkan tartışmalar, ilişkiyi yıpratacağı gibi, gerçek bir öfkeye de neden olabilir. O zaman da başlangıç noktasındaki amaçlardan, yani ilişkiyi yeniden şekillendirmekten, yeni limitler çizmekten ve ilişkiyi alevlendirmekten sapmış olursunuz.

Tartışma konusunun gerçekten saçma olup olmadığını nasıl anlarsınız?

Ortaya çıkan problem, eşinizi sinirlendirmesine rağmen, sizi gerçekten sinirlendirmiyorsa, bunu sonuna kadar kavga nedeni olarak kullanın. Örneğin kayıp ya da unutulmuş anahtarlar, eşinizin dakikliği, kedi ya da köpeğin mama saati ya da aşısı, arabanın içinde kaybolan otoyol bileti...

Aslında her konuda tartışmak mümkün, ancak rastgele bir biçimde değil. Unutmayın ki, karşınızdaki sizin sevdiğiniz adam (kadın) ve onu gerçekten kıracak konularda hassas davranmalısınız. Evliliğinizin geleceği, şişmanlık, seksüel performansı, annesi, müzik, edebiyat ve sinema zevki, otomobil kullanma biçimi gibi, dengelerin çok ince ayarlandığı konulara girmemeyi tercih edin.

Tartışmanın şiddetini ayarlayın

Teorik olarak, bir tartışma başlar ve ardından şiddetlenerek devam eder. Bunu zaten siz de biliyorsunuz ve kullanma kılavuzuna ihtiyacınız yok. Ancak zekice bir tartışmada ses tonu, sözlerin yoğunluğuyla birlikte artmalıdır. Çoğu insan ciyak ciyak bağırmayı marifetten sayar. Oysa yapmanız gereken şey, birbiri ardına mantıklı cümleler sıralamak. Ancak asla aynı cümleyi ikinci kez tekrar etmeyin. Anlamsal bütünlüğünüzü yitirmemeli ve tartışmayı bir sonuca bağlamayı bilmelisiniz. Yani belli bir mantık çerçevesinde, tartışmanıza en baştan bir giriş gelişme ve sonuç hazırlamalısınız. Örneğin klasik bir konu ile ilgili saldırıya geçiyorum. “Sevgilim bu Kemal Sunal filmini neden 22’inci kez izlediğini anlamıyorum.” Devamında ise, gelecek cevap ne olursa olsun, siz kendi kurgunuz doğrultusunda gitmelisiniz. “Kırk yılda bir televizyonda ilgimi çeken bir program var ve izleyemiyorum.” “Benim de senin kadar gevşemeye ve televizyon karşısında yayılmaya ihtiyacım var.” Ve son olarak da “Artık beni sevmiyorsun. Eskiden birlikte salondaki pufun üzerinde kucak kucağa kitap okurduk.”

Dinleyen söyleyenden alim olsun

Çiftlerin en büyük yanılgısı, tartışma sırasında sarf edilen, hoş olmayan kelimelerin, gerçek düşünceleri yansıttığını düşünmek. Bu çok saçma!

Kızgın bir koca, karısını provoke etmek için fazla ileri gidebilir. Ancak “sen işe yaramayan aptalın tekisin, tıpkı annen gibi” bir cümle kurduğunda, sizin gibi zeki bir kadının bu sözleri üzerine alınmak yerine anlaması gereken şey, kocanızın keyfinin yerinde olmadığı ve içinde biriken stresi atmaya ihtiyacı olduğudur. Oysa genelde insanlar, kavga sırasında söylenen sözlerden onda birinin gerçek düşünceleri yansıttığına dair, yanlış bir inanışa sahiptir. Örneğin; size “güneş sistemindeki en büyük cadaloz sensin” demesi, şöyle de tercüme edilebilir: “Sen benim güneşimsin!” Sizin kadınlığınıza iltifat ediyor da olabilir. Aslında söylenen sözlerin hiçbir anlamı yoktur. Karı koca kavgalarında asıl endişe verici olan, kocanızın tartışmaktan kaçınmasıdır. Beti benzi atmış ve suskun duran bir koca, yaralayıcı sözler söyleyenden çok daha tehlikeli olabilir. Eğer durum böyle ise kendinizi sakının, çünkü gerçekten çok kızmış demektir.

Geçmişten Kalan Problemlere Dikkat

Kafanıza şu altın kuralı iyice kazıyın: Geçmişten süregelen problemler karı-koca kavgası için ideal sebep değildir. Bırakın tencere ve tavalar raflarında kalsın, çünkü geçmişe dayalı çözümsüz problemler can yakabilir. Eski bir kıskançlık meselesine ya da “sen zamanında bana şunu da yapmıştan” gibi konulara kesinlikle girmeyin. Gezegendeki ülkeler bile, geçmişte kalmış problemlerini çözemedikleri ve hazmemedikleri için birbirleriyle savaşıp durmuyor mu? Tartışma başlatırken seçtiğiniz konunun, ikinizin ortak geçmişindeki böyle gizli kalmış ve çözülememis bir soruna dokunacak olmasına dikkat edin.

Pek çok çift, hep aynı şekilde didişip durur. Yüzyüze, mutfakta, ayakta ve en yüksek desibelden. Ve hep aynı zamanlarda. Tatilin sonu, günün sonu. Tabii hep aynı konularda... Çocukların eğitimi, hafta sonu tatili, istenmeyen arkadaşlar... Sonuç bezdiricidir.

Tartışmalarınızı yenilemek için, hayalgücünüzü kullanmayı deneyin. Örneğin sürpriz doğumgünü partisinde, arkadaşlarının arasında, size cevap veremeyeceği bir durumda, hem de “neden bu mavi renkli çirkin gömleği giydin sanki” gibi anlamsız bir sebeple, hiç beklemediği bir anda saldırabilirsiniz. Cevap veremediği için, bunu içinde biriktirip yalnız kaldığınız ilk fırsatta tartışma başlatacaktır. Bu tip bir tartışmanın sonu, çok hoş bir barışma ile sonuçlanacaktır.

Bir tartışmadan çıkmayı bilmek gerekir. Tartışan çiftleri çoğunlukla üç farklı durum bekler:

Ağlamak, surat asmak ya da yakınlaşmak... Diyelim ki, bizim tartışma başlatmaktaki amacımız, ilişkiyi alevlendirmek ve tabii üçüncü şık. Bunun için de bir önerimiz var. Tartışmayı başlatacağınız günü, konuyu ve söyleyeceklerinizi önceden belirleyin. Bu şekilde kontrolü elinizde tutup, tartışmanın gereksiz uzamasını engelleyebilirsiniz. Sonuca bağladığınız noktada ise, kollarınızı sevdiğiniz erkeğin boynuna dolayıp, uzun bir öpücükle tartışmaya son verebilirsiniz. Hepsi sizin kişisel becerinize ve kocanız üzerindeki etkinize kalmış...

Alıntı
 
Psikiyatri Uzmanı Sabri Yurdakul, çoğu kişinin eşiyle severek evlendikten sonra, aradığını bulamamaktan şikayet ettiğini belirterek, evlenmek isteyenlerin evlenmeden önce, eş adayında bazı kriterlere dikkat etmelerini öneriyor.

Sabri Yurdakul, eşiyle severek evlenen birçok kişinin, eşini yanlış tanımış olmaktan şikayet ettiğine dikkat çekti ve evlenmeyi düşünenlerin bazı kriterlerin eş adayında var olup, olmadığını bir daha gözden geçirmesi gerektiğini ifade etti.

Evlenmek isteyenlerin, evlenmeyi düşündükleri eş adayında bazı temel özelliklere dikkat ederek, onun karakterini anlayabileceklerini dile getiren Yurdakul, ideal eş adayında bulunması gereken bu özellikleri şöyle sıraladı: “İdeal eş adayı öfkelenmeden konuşabilmelidir. Kıskanılacak konularda eşine güvenmeli, kendi bildikleri kadar eşinin söylediklerine de değer vermelidir. Ailesine değer vermeli, ama her yapacağını onlara danışmamalıdır. Tartışmalarda sesini yükseltmemeli ve kırıcı olmamalı, şu kadın işi, şu erkek işi demeden sorumluluk almalıdır. Arkadaşları arasında sevilen ve aranan bir insan olmalı, kendine ve etrafına karşı sorumluluklarını yerine getirmeli ve bana neci davranmamalıdır. Kendine ait uğraşları olmamalı, boş zamanlarında oflayıp-puflamamalı, kendine özen göstermeli ve aynı özeni çevresindekilerden de beklemelidir. Kendisini çok fazla ciddiye almamalı, hatta zaman zaman dalga geçebilmelidir.”

Yurdakul, evlenmeden önce, evlenmeyi düşünülen kişilerde bu özellikleri arayanların, ‘benim evlendiğim insan bu değildi’ diye düşüneceği herhangi bir olumsuzluk yaşamayacaklarını da sözlerine ekledi.

Alıntı
 
Erkeklerin sıcak bir aile, düzenli bir hayat, toplum baskısı, belki de ütülü bir gömlek için evlendiği düşünülür, peki kadınlar neden evlenir?

Bu sorunun yanıtını, “Erkekler Neden Evlenir?” adlı ilk kitabı kısa sürede 5. baskıya ulaşan ve sonrasında telefonları susmak bilmeyen bir psikolog verecek.

Kendisine gelen “danışanlarından” yola çıkarak erkeklerin evlilik sorunlarını yazan psikolog-yazar İlkim Öz, şimdi de kadınların neden evlendiğini anlatmak için daktilosunun başına geçti. Öz, yaz aylarında yeni kitabını da okurla buluşturmayı hedefliyor. İlkim Öz, ilk kitabın büyük ilgi gördüğünü, çiftlerin aynı sorunların kendi evliliklerinde de varolduğunu söyleyerek tebrik ettiklerini söyledi.

Kitapta erkeklerin “cinsel organlarına ilişkin takıntısını ve bu yüzden duydukları üzüntüyü” işlediğini hatırlatan Öz, “Kitaptan sonra telefonlarım susmadı. Erkeklerin cinsel organından kompleks duyduğu ortaya çıktı. Sorunun kendilerinde de varolduğunu söyleyerek yardım istediler. Bu kadar olduğunu bilmiyordum” dedi.

Yeni kitabında yine danışanlarından yola çıkarak evli kadınların sorunlarını anlatacağını, bir de evlilikten, erkeklerden korkan bekar bir kadına yer vereceğini belirten Öz, “Yaşanan sorunlar kadın ile erkek arasındaki farklılıklardan kaynaklanıyor. Çünkü ayrı gezegenlerden geliyorlar, erkekler Mars’tan, kadınlar Venüs’ten...” diye konuştu.

“KADINLAR CİDDİ DEPRESYON YAŞIYOR”
Erkeklerin sorunlarını aşabilmeleri için eşlerini, yaşamı ve en başta da kendilerini sorgulamaları gerektiğini ifade eden İlkim Öz, evlilikte her iki tarafın da yaptığı yanlışları şu şekilde sıraladı: “Erkeklere sorduğumuzda ‘benim hiçbir korkum yok’ diyor. Erkeklerin kendisiyle bile yüzleşemediği duyguları var. Erkeklerin en büyük sorunu, sorunu olduğunu kabul etmemek. Kadınların sorunu ise eşlerinin kendini anlamaması, sevgi sözcüğü söylememesi, kavgadan sonra bile seks istemesi. Bir de kayınvalide sorunu var, hala bu devam ediyor. Erkeklere önerim sorunlarını kabul etmeleri, yüzleşmeleri. Kadınların ise evlilikte daha gerçekçi olması lazım. Kadınlar çok ciddi depresyonlar yaşıyor. Kadın, ‘eşim beni sevmiyor’ diyor. Aslında eşleri onları seviyor, ama gösteremiyor. Kadınların sorunu da bu, evliliğe mantıklı bakamıyor.”

Erkeklerin 20-25 yaşları arasında, şehirli kadınların ise 30 yaşından sonra evliliği düşündüğünü belirten Öz, boşanan erkeğin yeniden evlenme arzusunu da yalnızlık korkusuna bağladı. Öz, sözlerine noktayı şöyle koydu: “Kadınlarımız artık evde kalma, yalnızlık korkusunu aştı. Yalnızlık korkusu erkeklerde daha yoğun. Peki kadınlar neden evlenmek ister? Kadınlık içgüdüsüyle diyelim. Kitaba kadar da bu kadar ipucu verelim...”

Alııntı


bunu yaşayan o kadar çok kadın var ki...

ben de yaşadım ama artık gerçeği kabullendim....

sevgisi biten erkeği zaten bağlasan durmaz...erkek evine geliyor tv izliyor karısının yanında yatıyorsa bu sevdiğini göstermesi demektir...

benimle konuş bana sevdiğini belli et diyerek erkeğin üzerine gitmek ise sevgisinin bitmesine neden oluyor.
 
Onun Richard Gere kadar seksi, Pete Rose kadar atletik, Mel Gibson kadar duygusal, Brad Pitt kadar yakışıklı, Jim Carrey kadar komik olduğunu düşündüğünüz zaman ona delicesine aşık olduğunuzu söyleyebilirsiniz. Ama hissettiğiniz gerçekten aşk mı acaba?

1- Ona bir insan gibi mi yoksa bir eşya gibi mi davranıyorsunuz?
Eğer onunla dışarı çıkmanızın nedeni güzel görünmesi ya da sinema biletinin olmasıysa bu aşk değildir.

2-Bütün akşamı onunla başbaşa geçirdiğiniz zaman öpüşmüyor, birbirinize dokunmuyor ya da seks yapmıyor musunuz?
Evet cevabı, bunun aşk olmadığı anlamına gelir.

3- İkinizde iyi vakit geçirmek için etrafınızda insanlara mı ihtiyaç duyuyorsunuz?
Eğer öyleyse, bu aşk değildir.

4- Sürekli kavga ediyor, kıskançlık yapıyor, birbirinizi çok fazla incitiyorsanız, sürekli birbirinize sataşıyor ve eleştiriyorsanız dikkatli olmakta fayda var, çünkü bu aşk olmayabilir.

5- Hala başkalarıyla görüşmeyi ya da gizlice buluşmayı mı düşünüyorsunuz?
Eğer cevabınız evetse siz aşık değilsiniz.

6- Tamamen açık ve dürüst müsünüz?
Biriniz ya da ikiniz birden bencil ve içtenlikten yoksunsanız ya da duygularınızı açıklayamıyorsanız dikkatli olun.

7- Gerçekçi misiniz?
Gelecekle ilgili olası problemleri itaraf etmelisiniz. Başkaları (aileleriniz dışında) sizin hala birlikte olmanıza şaşırdıklarını, çok farklı olduğunuzu, seçimlerinizden emin olmadıklarını söylüyorlarsa bu ilişkiyi gözden geçirmek iyi olacaktır.

8- Biriniz ya da ikiniz birden verici olmaktan çok alıcı mısınız?
Eğer cevabınız evetse, bu durumdan şu anda ne kadar hoşnut olduğunuzun önemi yok, muhtemelen bu sona erecek.

9- Partnerinizin artık hayatınızın bir parçası olmaya başladığını mı düşünüyorsunuz?

Cevabınız evetse, güzel bir rüyadasınız demektir. Bu aşkın en önemli belirtilerinden biridir.

Alıntı
 
Aşk insanoğlunun hissettiği en güzel duygu... Onunla beraber geçirdiğniz anlar sizin o güne kadar geçirdiğiniz en mutlu anlar belki de…Herşeyin sonsuza kadar devam etmesini istiyorsunuz..Ama işler umduğunuz gibi gitmeyebilir. Fırtınalı başlayan aşklar kasırgayla sona erebilir. Onunla yaşadığınız unutulmaz anlar sizin için bir kabusa dönüşebilir. Bu durumda yaşanan güzelliklerin ardından herşeyin bittiğine inanmak elbette ki çok zor. Fakat bu zor dönemi aşmanın da yolları var. Yeter ki kendinizi iyi hissetmekten alıkoymayın. Unutmayın kendinizi harap ederek hiçbir yere varamazsınız. Uzmanlar, bu zor dönemi en iyi şekilde atlatmanız için şunları öneriyor:

*Sosyal yaşamdan kopmayın.

*Bu dönemde yalnız kalmak isteyebilirsiniz, ancak yalnızlık, kendinizi iyi hissetmenizi sağlamayacak, sizi daha çok yıpratacaktır.

*Aileniz ve arkadaşlarınızla daha çok zaman geçirin, belki de onları uzun zamandır ihmal ediyordunuz.

*Onunla beraberken yapmak isteyip de yapamadığınız şeyleri yapın.

*Size, onu hatırlatacak şeyleri ortadan kaldırın.

*İmkanınız varsa, kendinize yakın hissettiğiniz biriyle küçük bir tatil yapın, kafanızı toplamanız için faydalı olur.

*Küçük şeylerden zevk almaya çalışın, mutlu olmak sizin elinizde.

*Güçlü olun ve onun sizi hak etmediğini düşünün.

*Tüm bunların ardından, kendinizi asla yeniden aşık olmaya zorlamayın.

*Sizi en mutlu eden şeyleri yeniden düşünün, o olmadan önce neler yapardınız şöyle bir sayın.

*Tüm bunlara rağmen içinde bulunduğunuz zor durumdan kendinizi bir türlü kurtaramıyorsanız, mutlaka bir psikoloğa başvurmalısınız.

Alıntı
 
çok guzel yazılar tesekkurler yeşilim,

şu kücük kavga sebeplerıne de bayıldım, cok gereksız olabılecek seylerden kavga cıkarın dıyor :jeyyar:
 
1-Göz teması kurun
Kimi insanlar “göz teması” deyince kalabalık bir odada yavaş ve temkinli bakışları anlar. Kimileriyse göz temasını rahatsız edici bir “gözünü dikip bakma” eylemi olarak tanımlar. Oysa ki karşınızdaki insanın bakışlarını yakalamak ona, onunla gerçekten ilgilendiğiniz mesajını iletir. Göz teması için en uygun zaman onunla yürürken ya da karşılıklı konuşurken geçirdiğiniz zamandır.

2-Gülümseyin
Sıcak bir gülümseme, bir insanı çekici kılan en önemli özelliklerden biridir.

3-Açık olun
Açık olmak da en önemli özelliklerden biridir. Çoğu kadın dürüstlüğün, bir erkekte bulunması gereken en önemli özellik olduğunu söyler. Sadece “merhaba” demek ya da “ bunu söylerken biraz çekiniyorum ama seni bir daha görmek istiyorum”, “bu elbise sana çok yakışmış” gibi şeyler söylemek kadınları etkilemek için sihirli cümlelerdir. Kaba erkeklerdense mümkün olduğu kadar çabuk kaçarlar. “ eskiden birlikte olduğum bir kadına benziyorsun”, “sana mı gidiyoruz bana mı” gibi ifadeler kadınları kaçırmaktan başka bir işe yaramaz.

4-Kendiniz hakkında birşeyler söyleyerek konuşmanın gelişmesini sağlayın

Sadece birkaç söz söyleyerek konunun genişlemesini sağlayabilirsiniz. Örneğin; “Buraya yeni taşındım ve yeni bir restoranta gitmeyi düşünüyorum” ya da “burada böyle güzel bir parkın olması ne büyük şans”. Bu tür konuşmalar karşınızdakiyle iletişim kurmanızı kolaylaştırır. Sizinle konuşmaya devam etmek istiyorsa bu onu yönlendirir.

5-Karşınızdakini kendisi hakkında konuşması için cesaretlendirin

Karşınızdakini tüm dikkatinizle dinleyin, ona sorular sorun. Onu etkileyici bulduğunuzu gösterin. Tabi ki tüm sosyal ortamlarda olduğu gibi flörtte de nazik ve rahat önemli bir özelliktir.
Gördüğünüz gibi flörtte de temel olarak diğer konuşmalarda izlenen yol izleniyor. Ancak flörtün diğer konuşmalardan farkının olmadığını söyleyemeyiz.

1-Flörtte diğer konuşmalara göre daha fazla gülümseme, kahkaha ve espiri vardır.
2-Politika gibi ciddi konuşmalara yer yoktur.
3-Yoğunluk vardır. Flört ettiğiniz insanla birlikteyken dünyanın en önemli insanı odur. O anda bütün dikkatinizi ona verirsiniz. Bu yüzden flört diğer birlikteliklere göre daha romantik görünür.

Alıntı
 
Aşık olan insanlarda beyinde bulunan kimyasalların farklı salgılandığı belirtildi.

Aşık iken depomin ve norepinefrinin arttığı, seratoninin ise düştüğü kaydedildi. Depomin artışının motivasyon artışı, mutluluk, heyecan, uykusuzluk, kalp çarpıntısı ve nefes darlığına neden olduğu, norepinefrinin de heyecan ve enerji düzeyini arttırdığı, uyku ve iştahı kaçırdığı ifade edildi.

VKV Amerikan Hastanesi’nde düzenlenen “Romantik Aşkın Fizyolojisi” konulu seminerde konuşan Nörofizyolog Dr. Sabri Derman, “Aşkın organı beyindir” dedi.

AŞKSIZ SEKS OLUR AMA SEKSSİZ AŞK OLMAZ
,
Aşkın insan beynindeki etkisini araştırmada en verimli yöntemin “Fonksiyonel Magnetik Rezonans Tomografisi ile Görüntüleme Teknolojileri” (fMRI) olduğunu anlatan Dr. Derman, “fMRI, aşkın bizler için temel bir dürtü, fizyolojik bir ihtiyaç olduğunu işaret ediyor. Bu nedenle aşk, bulduğumuzda inanılmaz haz, enerji veren, ulaşamadığımızda da tarifsiz elemler içinde bırakan bir duygudur” diye konuştu.

Dr. Derman, “romantik aşkın vazgeçilmezlerinin, tek kişiye bağlılık, cinsellik ve ümit olduğunu” dile getirerek, “Bir aşk bir zamanda ancak bir kişiyle mümkündür, yani aşk sürdüğü sürece monogamiktir. İçinde mutlak cinsellik vardır. Aşksız seks olur ama sekssiz aşk olmaz” dedi.

KİMYASALLAR FARKLI SALGILANIYOR

“Aşık olan insanlarda beyinde bulunan kimyasalların farklı salgılandığını” ifade eden Dr. Derman, depomin ve norepinefrinin arttığını, seratoninin ise düştüğünü kaydetti.

Nörofizyolog Dr. Sabri Derman, aşık insanlarda nörotransmitlerden depomin artışının motivasyon artışı, mutluluk, heyecan, uykusuzluk, kalp çarpıntısı ve nefes darlığına neden olduğunu, norepinefrinin de heyecan ve enerji düzeyini arttırdığını, uyku ve iştah kaçırdığını bildirdi.

“Heyecan ve ölüm korkusunun da aşkı tetiklediğine” işaret eden Dr. Derman, “Felaket sırasında karşılaşan insanların birbirlerine aşık olma ihtimali, mehtaplı gecede birbirine rastlayanlardan daha fazladır” dedi.

“İnsanların aynı kişiye yeniden aşık olabileceklerini” de vurgulayan Dr. Derman, “önceki deneyimin yardımıyla bu aşkın daha uzun sürebileceğini” sözlerine ekledi.

Alıntı
 
Back