Her güne dini bir hikaye

Life Garden

Araştırmacı Üye
Kayıtlı Üye
22 Aralık 2014
957
652
dogru_yalan.jpg




ASLA YALAN SÖYLEME


Eski zamanlarda, insanlar ilim öğrenmek için çok çalışırlar, her türlü güçlüklere katlanırlardı. Küçük yaşlarında köylerinden, ailelerinden ilim öğrenmek için ayrılırlar, yıllarca onlardan uzaklarda zor şartlar altında yaşarlardı.
Seyyid Abdulkadir’in de küçük yaşta içine öğrenme arzusu düşmüş, bunun çarelerini aramaya başlamıştı. Sonunda dayanamadı, annesine gelerek;
-Anneciğim, ilim öğrenmek için Bağdat’a gitmek istiyorum...dedi.
Annesi ise;
-Senden ayrılmaya gönlüm razı olmuyor. Ancak seni de Allah yolundan alıkoymak istemem.
Annesi Abdulkadir için yol hazırlıkları yaptı. En sonunda da oğluna lazım olur diyerek, 40 altını kaybetmemesi için bir kese içinde yeleğinin koltuk altına dikti. Sonra oğlunun gözlerinin içine bakarak şöyle dedi;
-Sana son olarak nasihatim şudur ki, eğer beni ve Allah’ı memnun etmek istiyorsan asla yalan söyleme, doğruluktan ayrılma. Allah her zaman ve her yerde doğruların yardımcısıdır.
Seyyid Abdulkadir annesine söz verdi ve ağlayarak elini öptü. Bağdat’a giden bir kervana katılarak yola çıktı.
Hemedan yakınlarında dar bir geçide girdiklerinde kervanda bir bağrışma koptu. Eşkıyalar kervana saldırmışlardı. Bir anda bütün sandıklar yere yıkıldı, eşyalar yağma edilmeye başlandı. Haydutlar kervandakilerin neyi var neyi yoksa hepsini alıyorlardı. Eşkıyalardan biri de Abdulkadir’in yanına geldi. Onun fakir haline bakarak şaka olsun diye;
-Söyle bakalım senin neyin var fakir çocuk?
Abdulkadir;
-Yalnız 40 altınım var, diye cevap verdi. Haydut önce şaşırdı sonra gülmeye başladı. İnanamadı ve tekrar sordu;
-Doğru mu söylüyorsun?
Abdulkadir:
-Evet, doğru söylüyorum, 40 altınım var.
Eşkıya meraklandı. Abdulkadir’i elinden tutup reislerine götürdü.
Durumu reislerine anlattı. Haydutların başı;
-Senin 40 altının varmış, doğru mu bu?
Abdulkadir;
-Evet doğru.
Reis;
-Söyle bakalım. Onu nereye sakladın?
Abdulkadir;
-Hırkamın içinde koltuğumun altında saklı.
Bunun üzerine haydutlar hırkasının içinde, koltuğunun altında saklı bulunan 40 altını bularak reislerine verdiler. Herkes çok şaşırmıştı.
Reis hayretle sordu;
-Peki evladım, sen niçin üzerinde altın olduğunu söyledin? Eğer bize söylemeseydin onları bulamazdık.
Abdulkadir;
-Ben annemden ayrılırken, asla yalan söylemeyeceğime dair söz vermiştim. Arkadaşınız senin bir şeyin var mı diye sorunca, altınlarım olduğunu söyledim. 40 altın için verdiğim sözden döneceğimi mi zannediyorsunuz?
Bu sözleri duyan haydutların reisi çok şaşırdı ve derin bir düşünceye daldı. Sonra etrafındakilere dönerek;
-Yazıklar olsun bizlere. Bu çocuk kadar olamadık. Bu çocuk annesine verdiği sözünden dönmemek için her şeyini veriyor. Bizler ise Allah’a söz verdiğimiz halde, hiçbir zaman verdiğimiz sözlerde durmadık. O’nun yapma dediklerini yaptık yarın Allah’ın huzuruna çıktığımızda halimiz nice olacak?
Sonra şöyle devam etti:
-Sizler şahit olun. Şuanda bu çocuk benim kötü yoldan dönmeme sebep oldu.Şimdiye kadar yaptığım bütün günahlarım için pişman olup tövbe ediyorum. Bundan sonra iyi bir insan olup, Rabbim’in sevmediği işleri yapmayacağım.
Reislerine çok bağlı olan haydutlar hep bir ağızdan;
-Reisimiz, biz senden ayrılmayız.Sen hangi yolda yürürsen biz de o yolda yürürüz diyerek hepsi birden pişman olup tövbe ettiler.
Kervandaki insanlardan ne aldılarsa hepsini geri verdiler ve bir daha haydutluk yapmayacaklarına söz verdiler.
Seyyid Abdulkadir ise yoluna devam ederek Bağdat’a ulaştı. Orada ilim tahsiliyle meşgul oldu. Kısa bir zaman içinde çok ünlü bir alim oldu. Binlerce insanın
Kötülüklerden vazgeçip iyi birer insan olmalarına vesile oldu..

Alıntıdır​
 
ALLAH DİYEN GENÇ
Fakir bir genç, padişahın kızına aşık olmuş. Bu ümitsiz sevdasını gidip o beldenin meşhur dervişine anlatarak yardım dilemiş. Derviş: “Evlâdım, şehrin girişinde tam yol ağzında otur, kim ne derse desin sadece ‘Allah’ diye cevap ver.” demiş. Fakir genç, denileni yapmış. Günlerce, aylarca şehrin girişinde başka hiçbir kelime konuşmadan “Allah” demiş. Derviş, yiyeceğini, içeceğini her gün getiriyormuş. Zamanla “Allah” diyen genç halk arasında meşhur olmaya başlamış. Nihayet bir gün padişah da genci merak etmiş. Dervişten, genç hakkında bilgi istemiş. Derviş, gencin devrin büyüklerinden olduğunu söylemiş. Padişah, kalkıp genci ziyarete gitmiş. “Kimsin? Derdin ne? Ne istersin?” demiş ise de, genç, padişaha karşı da “Allah” demekten vazgeçmemiş. Başka tek kelime konuşmamış. Derviş akşam gencin yanına gelmiş. “Padişah sana “Kızımı vereyim” diyene kadar, sen ondan sakın ola ki bir istekte bulunma!” diye tembihte bulunmuş. Nihayet bir gün padişah gelip: “Ne istiyorsun, istiyorsan seni kızımla evlendireyim.” deyince, genç, dervişin şaşkın bakışları altında “Yok” demiş. Artık onu da istemiyorum. Ben başka birisinin hatırı için Allah dedim, Allah devrin padişahını ayağıma getirip, benim gibi miskin bir gence kendi kızını teklif ettirdi. Eğer Onun hatırı için Allah deseydim kim bilir ne olurdu? Ben bundan böyle Ondan başkasını anmıyor, ondan başkasını istemiyorum. (Alıntıdır)
 
annebaba_hakki.jpg



Hazreti Peygamberimiz (s.a.s.) eshabıyla oturmuş sohbet ediyordu. Bir kadın sahabe Resulullah'ın huzuruna telaşla girerek:
- Ya Resûlellah! Şu anda kocam ölüm döşeğinde, belki biraz sonra ölmüş olacak... Yalnız yanında kelime-i şehadet getirdiğimi anladığı ve kendiside getirmeye çalıştığı halde şehadet kelimesi getiremiyor. Kocamın imansız gitmesinden korkuyorum. Bu hususta bir yardımınızı bekliyorum, dedi.

Hazreti Peygamberimiz:

- Kocan sağlığında ne gibi kötü harekette bulunurdu? diye sordu.

Kadın hiçbir kötü amelinin olmadığını, namazını kılıp her türlü ibadetini noksansız yerine getirmeye çalıştığını söyledi.

Bu sefer Peygamberimiz:

- Kocanızın dünyada kimi var? diye sordu.

Kadın ihtiyar bir annesi olduğunu söyleyince Peygamberimz (s.a.s.) kadının kocası Alkama'nın anasın huzura çağırdı. Hazreti Alkama'nın anası, Hazreti Peygamberimizin huzuruna çıktı. Peygamberimiz:

- Oğlun sana karşı nasıl hareket ederdi? Oğlundan memnunmusun? diyr sordu.

Alkamanın anası:

- Ya Resulullah, oğlum evleninceye kadar çok iyi muamele ederdi. Evlendikten sonra hanımını dinledi, bana hor bakmaya başladı. Hatta son zamanda evini bile ayırdı. Ben de üzüldüm, onun bu hareketine, dedi.

Peygamberimiz (s.a.s.) yaşlı kadına; oğlunun ölüm döşeğinde olduğunu, hakkını helâl etmediği takdirde cehennem azabı çekeceğini söylediyse de kadın:

- Hakkımı helâl etmem ey Allah'ın Resûlü, dedi.

Alkama ise evde yatıyor, hâlâ şehadet kelimesi getiremiyordu.

Hazreti Peygamberimi, kadının annelik şefkatini harekete geçirmek için, orada bulunanlara:

- Bana biraz odun hazırlayın, diye emir verdi.

Kadın hayretle :

- Odunu ne yapacaksın ya Resûlellah! diye sormaktan kendini alamadı.

Çünkü o da şüphelenmişti.

Peygamber Efendimiz :

- Oğlunu yakacağım... Zira yarın cehennemde yanacağına cezasını burada çeksin, daha iyi buyurunca, kadın dayanamadı,

- Oğlumun gözümün önünde yanmasına razı olamam ya Resûlellah ! Ona hakkımı helal ediyorum, dedi.

Murat hasıl olmuştu... Hazreti Peygamberimiz, Bilâl-ı Habeşi Hazretlerini göndererek :

- Git bakalım, Alkama ne haldedir? buyurdular.

- Bilâl-i Habeşi Alkam'nın yanına varıp şehadet kelimesei telkin ettiğinde, Alkama'nın dili açılmıştı :

- Lâ ilâhe illallâh, Muhammedün Resûlüllah, deyip ruhunu Allah'a teslim etti.

Kaynak: Büyük Dini Hikayeler, İ.Sıddık İmamoğlu, Osmanlı Yayınevi
 
Yuvarlama.jpg



Adamın biri, pislik böceği görür ve:
- "Bu, yaradılışı çirkin pis kokulu olan bir yaratıktır. Allahü Teala’nın bunu yaratmasındaki maksadı nedir?" der.
Bunun üzerine Allahü Teala o adama bir çıban verdi ki, bütün doktorlar onu tedavi etmekten aciz kaldılar. Herkes yaranın iyileşmesinden ümit kesmişti ki, bir gün sokakta bağıran bir adamın sesini işitir ve onun getirilip, yarasına bakmasını ister. Kendisine:
- "Senin yaranı iyileştirmek en meşhur doktorlar bile aciz kaldılar, o adamın senin yaranı ne yapabilir" derler kendisine. Adam:
- "Muhakkak onun yanıma gelmesi lazımdır" der.
Bunun üzerine adamı hastanın yanına getirirler. Adam çıbanı görünce, kendisine bir pislik böceği getirmelerini ister. Orada bulunanlar adamın bu isteğine gülerler. Fakat hasta başından geceni hatırlayıp, yanında bulunanlara, adamın istediğini kendisine getirmelerini söyler. Çünkü adam işin hakikatini görüyor ve biliyor" dedi.
Adama pislik böceği getirdiler. Böceği yakan adam, onun külünden çıbanın üzerine serpti, çıban Allah’ın izniyle hemen iyileşti. Hasta, orda bulunanlara söyle dedi:
- "İyi biliniz ki, Allahü Teala, mahlukatının en adi ve yaramaz olanında bile, en iyi deva bulunduğunu bana bildirmek murad buyurdu. Allah(c.c.) Hakim’dir Habir’dir...
 
azral.jpg


Hayvanlarla konuşabilen ve rüzgara, maddeye hakim olabilme yeteneği ile donanmış peygamber, Hazret-i Süleyman, bir gün Kudüs’te, çadırında arkadaşları ile oturup sohbet ederken, içeriye bir adam girer. O mecliste oturan bir kişiye dikkat ve hayretle bakarak çıkıp gider.

Şaşıran adam, Hazret-i Süleyman’a sorar:

– Bu adam kimdi?

Peygamber cevap verir:

– Azrail’di.

Bu cevabı alan adam müthiş bir paniğe kapılır ve Hazret-i Süleyman’a yalvarır:

– Ya Süleyman, Azrail bana çok tuhaf baktı. Ne olur beni buradan kaçır. Uzaklara gönder.

Arkadaşının ricasını kırmaz gül yüzlü Peygamber. Rüzgar emrindedir ya bindirir rüzgara ve gönderir Hindistan’a. Adam ertesi gün Hindistan’da birden karşısında, bir gece evvelinden gördüğü ve artık tanıdığı Azrail’e rastlar. Başına geleceği anlar ve konuşur:

– Anladım, benim canımı almaya geldin. Yalnız bir sorum var, ona cevap ver öyle al canımı, der. Dün beni Süleyman’ın çadırında görünce neden yüzüme hayretle baktın?

Azrail cevap verir:

– Ben dün senin canını, ertesi gün Hindistan’da almak emir almıştım. Seni Kudüs’te Süleyman’ın çadırında oturur görünce, ‘Bu adam bir günde Hindistan’a nasıl gidecek?’ diye hayret ettim der.

Kıssadan hisse, size tayin edilen vakitten kurtulup daha fazla yaşamanız mümkün değildir.

Ecelden kaçılmaz. Ve ecel, bir gün mutlaka başımıza geleceğine göre ha bugün ha yarın, ne fark eder?
 
1b1.jpg


Tövbe

Ebu Said (r.a) anlatıyor:
"Resûlullah (a.s) buyurdular ki:

Sizden önce yaşayanlar arasında doksan dokuz kişiyi öldüren bir adam vardı. Bir ara yeryüzünün en bilgin kişisini sordu. Kendisine bir râhib tarifedildi. Ona kadar gidip, doksan dokuz kişi öldürdüğünü, kendisi için bir tevbe imkânının olup olmadığını sordu.

Râhib:

- Hayır yoktur! dedi. Herif onu da öldürüp cinayetini yüze tamamladı.

Adamcağız, yeryüzünün en bilginini sormaya devam etti. Kendisine âlim bir kişi tarif edildi. Ona gelip, yüz kişi öldürdüğünü, kendisi için bir tevbe imkânı olup olmadığını sordu.

Âlim:

- Evet, vardır, seninle tevben arasına kim perde olabilir? dedi. Ve ilâve etti:

- Ancak, falan memlekete gitmelisin. Zîra orada Allah'a ibadet eden kimseler var. Sen de onlarla Allah ibadet edeceksin ve bir daha kendi memleketine dönmeyeceksin. Zira orası kötü bir yer.

Adam yola çıktı. Giderken yarı yola varır varmaz ölüm meleği gelip ruhunu kabzetti. Rahmet ve azab melekleri onun hakkında ihtilâfa düştüler.

Rahmet melekleri:

- Bu adam tevbekâr olarak geldi. Kalben Allah yönelmişti, dediler.

Azab melekleri de:

- Bu adam hiçbir hayır işlemedi, dediler.

Onlar böyle çekişirken insan suretinde bir başka melek, yanlarına geldi. Melekler onu aralarında hakem yaptılar.

Hakem onlara:

-Onun çıktığı yerle, gitmekte olduğu yer arasını ölçün, hangi tarafa daha yakınsa ona teslim edin,dedi.

Ölçtüler, gördüler ki, gitmeyi arzu ettiği (iyiler diyarına) bir karış daha yakın. Onu hemen rahmet melekleri aldılar."

Kaynak: Buharî, Enbiya 50; Müslim, Tevbe 46, (2766); İbnu Mâce, Diyât 2, (2621).
 
dervis_evi_12.jpg



DERVİŞİN GÖRMEYEN GÖZLERİ


Adamın biri, gözleri görmeyen bir dervişin evine misafir olmuştu. Evde, rahlenin üzerinde bir Kur'an olduğunu gördü ve hayret etti. Çünkü, derviş yalnız yaşıyordu, âmâ idi ve evde kendisinden başka kimse bulunmuyordu.

Üzerinde durmadı ve sebebini de sormadı. Fakat merak etmedi de değil. Gece yarısı olduğu zaman Kur’an sesiyle uyandı. Baktı ki, âmâ olduğu için gözleri görmeyen ev sahibi rahlenin başınageçmiş Kur’an okuyor. Öyle ki, okuduğu yerleri parmağıyla da takip ediyordu. Dayanamayarak sordu:

– Sen, gözleri görmeyen bir adamsın. Nasıl oluyor da Kur’an’a bakarak okuyabiliyorsun? Üstelik parmağınla da takip ediyorsun.

Derviş cevap verdi:

- Allah isterse her şey olur. Ben Kur’an okumayı çok seviyorum. Fakat gözlerim görmüyor. Allah’a dua ettim. “Ya Rabbi, Kur’an okurken benim gözlerimi aç ki Kur’anı elime alıp okuyabileyim” dedim. Allah benim bu duamı kabul buyurdu. Ne zaman okumak için Kur’an’ın başına oturursam gözlerim açılır ve ben Kur’an’a bakarak okurum.
 
cea37143.jpg



İlkokulu bitirip kursa gelmişti.
Ailesi kendi isteğiyle geldiğini söylemişti.
Kayıt için adını sorduğumda, "Fatma", dedi.
Hiç de çekinmeyen bir tavırla...
Ve ekledi:
"Eğer hafız yaptırmazsanız kayıt yaptırmak istemiyorum".
Böyle tehdit edercesine konuşması onu yaşından daha olgun gösteriyordu.
Tebessümle:
"Korkmayın küçük hanım siz isteyin hafız da yaparız, hoca da..."
O küçük gözlerinin içi parıldadı birden.
Annesi:
"Hoca hanım kusuruna bakma hele sen, ille de hafız olcam der de başka bir şey demez. Bizim köyün hocasından duymuş. Peygamberimiz hafız olanlara Cennette taç giydirilecek demiş herhalde.
Siz daha iyi bilirsiniz ya köylü kafası, biz de bu kadar duyduk anladık. Bu da çocuk işte.""Tabi teyze ne demek, keşke herkes sizin gibi duyduklarından etkilense de teslim olsa... Siz hiç merak etmeyin kızınız önce Allah´a sonra bize emanet."
Kadıncağız elime yapıştı, öpecekken geri çektim, utandım. Tuttum, ben onun elini öptüm. Gözleri yaşardı:"Hoca hanim bu eller, gözler hep günahlı asil sizinkiler öpülmeye layık.""Estağfurullah teyze", dedim. “O ahirette beli olur”.
Bu konuşmadan sonra kaydını yaptığımda Fatma’nın Erzurumlu olduğunu öğrendim. Bir an düşündüm. ‘Küçük nasıl kalacak bu kadar buralarda’... Zaman ilerledikçe Fatma’nın edepli tavırları daha da çok etkiledi beni.Azimliydi.Geceleri uykusunun arasında ayetleri sayıklarken görüyordum çoğu kez. Böyle devam ederken arada bir bana gelip soru soruyordu.
Bir gün:"Hocam hafız olmak içi Kur’ân’ı bitirmek mi lazım" diye sordu.Bende:"Tabi ki hepsini ezberleyeceksinki hafız adını alacaksın."Bu cevabıma çok üzülmüş gibiydi. Bir şey demek istiyordu sanki... Teşekkür etti ve döndü arkasına gitti.
Derslerim arasında onlara sürekli Kur´ân ezberlemekle işin bitmeyeceğini mutlaka içindekileri uygulamanın gerektiğini hatırlatıyordum. Talebelerden biri:"Hocam" dedi. "Fatma’nın annesi ona abdestle olmayanın hafızları dokunamayacağını söylemiş doğru mu?" diye sordu.Çok ilginç doğrusu. Maşallah dedim."Osmanlı zamanında atalarımız Kur´ân´a ve hafıza kıymet verdiklerinden öyle yaparmış" dedim. Çok hoşlarına gitmişti bu iş.
Hepsi âdeta kendilerini ulaşılması zor, kasa içindeki altın gibi görüyorlardı. ‘Görsünler’ dedim içimden, bu yaşta buralara gelmişler. Allah’ın kelâmını ezberliyorlar, onlara fazla görmem bunu.
Bu arada Fatma ara sıra rahatsızlanıyorve revirde yatıyordu. Zaman geçtikce Fatma’nın morali ve sağlığı daha da çok bozuluyordu. Bir gün dersini 2 kez aksatınca sordum:"Ne oldu yoksa anneni mi özledin?""Hayır", dedi."Neden moralin bozuk? Sık sıkta hasta oluyorsun" dedim."Yanlış anlamayın, inan ki annemi özleyip de gitmek istediğim yok. Burayı çok seviyorum. Allah´ımdan çok korkuyorum. Buraları terk edersem bana âhirette hesabını sormaz mı?"Bir şey diyemedim. Suçlu bile hissettim kendimi.O küçük kalpte bu ne imandı Ya Rabbi! Onu hayranlıkla izliyordum.
Bir gün çok rahatsızlandı. Doktora götürmek zorunda kaldık. Bir çok tahlillerden sonra arkadaşım olan doktor hanim:"Hoca hanım derhal bu talebeyi ailesinin yanına gönder" dedi.Şaşkınlıkla:"Neden?" diye sordum. Bana:"Belki üzülecek hatta inanmayacaksın ama bu talebe "KANSER".Âdeta basımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Sanki her tarafıma Rabbimin Rahmet sıfatı tecelli etmiş, şefkat sarmıştı.
Hastaneden ayrılırken Fatma´ya hiç bir şey diyemedim. Oysa anlamış gibi bana sorular sorup dikkatimi dağıtmaya çalışıyordu. Kulağıma eğilerek:"Hocam" dedi. "Azrail insanların canını alırken nasıldır?"
Ağlamamak içi zor tutum kendimi:"Güzel bir sûrettedir, mümin kullara", dedim.Sevindi, sanki mırıldandı:"Belki hafız olamam ama Elhamdülillah müminim” diye.
Şimdi anlamıştım bana önceden sormuş olduğu soruyu. Demek ki hastalığını biliyordu. Hafız olmak içi Kur´ân´ı bitirmek gerektiğini söylediğimde neden üzüldüğünü şimdi anlamıştım.
Bir kaç gün sonra eşyalarını hazırlamaya başladık. Çünkü dayanılmaz acılar içinde olduğunu görüyorduk. Evine gitmesi gerekiyordu. Ailesi geldi. Fatma yanıma gelerek:"Bana kızmadınız değil mi? Eğer söyleseydim belki kursa almazdınız.
""Ne demek nasıl kızarım sana”, dedim "Hem sonra sakın üzülme hafızlığımı bitiremedim diye. Bu yola girdin ya, Rabbim seni hafızlar zümresinden yazmıştır inşallah”, dedim.
Öyle sevindi ki sarıldı boynuma:"Gerçekten ben simdi hafız sayılır mıyım? Anne bak duydun değil mi?"Ya Rabbi bu ne aşktı. Rabbimin hikmeti tecelli etse de iyi olsaydı su Fatma ne güzel bir kul olurdu. Böylece Fatma’yı Erzurum´a uğurladık.
Çok geçmedi. Bir iki hafta sonra ailesi ağırlaştığı haberini verdi. Bu bir iki hafta içinde ondan iki mektup almıştım. Bana hep hafızlık tacını merak ettiğini, rüyalarına bile girdiğini yazıyordu.
Bir gün sabah namazından sonra telefon çaldı. Fatma’nın annesiydi karşımdaki ses. Ağlamaklı bir sesle:"Hoca hanim Fatma’yı uğurladık. Rica etsem bir hatim okur musunuz" deyince bende dayanamadım ağlamaya başladım. Annesi beni teselli edercesine telefonu kapatmadan:"Size ölmeden önce sunu söylememi istedi", dedi. Hıçkırarak: "Anneciğim hocama söyle Azrail söylediğinden de güzelmiş"
Alıntıdır..​
 
images



Sabaha kadar namaz kıl hatırlarsın

Adamın biri parasını sakladığı yeri unutmuştu. Ne kadar düşündü ise günlerce aramasına rağmen parayı sakladığı yeri bir türlü hatırlayamıyordu. Benim bu derdime bir çare bulursa o bulur diyerek doğru imam-ı a'zam hazretlerinin huzuruna gitti.
İmam-ı a'zam dedi ki:
“Bu senin meselen fıkıhla ilgili değil ama, yine de sana bir akıl vereyim: Sen git bu gece sabaha kadar namaz kıl, ümit ediyorum ki, paranı koyduğun yeri hatırlarsın.”

Adam o gece sabaha kadar ibadet etmeye karar verip abdest aldı, namaz kılmaya başladı. Daha gecenin yarısı bile olmadan parayı koyduğu yeri hatırladı. Namazı bıraktı, doğru parayı koyduğu yerden alıp yattı.
Sabah olunca imam-ı a'zama, (Allah senden razı olsun, bu derdime de çare buldun. Daha gecenin yarısında parayı koyduğum yeri hatırladım) deyince, Hazret-i İmam, (Keşke sabaha kadar ibadete devam etseydin. Çünkü şeytan senin sabaha kadar ibadet etmene tahammül edemediği için daha gecenin yarısında sana hatırlatmış. Sabaha kadar da şükür namazı kılsaydın daha iyi ederdin. Sen parayı bulunca namazı bıraktın) dedi.
 
images



Sabaha kadar namaz kıl hatırlarsın

Adamın biri parasını sakladığı yeri unutmuştu. Ne kadar düşündü ise günlerce aramasına rağmen parayı sakladığı yeri bir türlü hatırlayamıyordu. Benim bu derdime bir çare bulursa o bulur diyerek doğru imam-ı a'zam hazretlerinin huzuruna gitti.
İmam-ı a'zam dedi ki:

“Bu senin meselen fıkıhla ilgili değil ama, yine de sana bir akıl vereyim: Sen git bu gece sabaha kadar namaz kıl, ümit ediyorum ki, paranı koyduğun yeri hatırlarsın.”

Adam o gece sabaha kadar ibadet etmeye karar verip abdest aldı, namaz kılmaya başladı. Daha gecenin yarısı bile olmadan parayı koyduğu yeri hatırladı. Namazı bıraktı, doğru parayı koyduğu yerden alıp yattı.
Sabah olunca imam-ı a'zama, (Allah senden razı olsun, bu derdime de çare buldun. Daha gecenin yarısında parayı koyduğum yeri hatırladım) deyince, Hazret-i İmam, (Keşke sabaha kadar ibadete devam etseydin. Çünkü şeytan senin sabaha kadar ibadet etmene tahammül edemediği için daha gecenin yarısında sana hatırlatmış. Sabaha kadar da şükür namazı kılsaydın daha iyi ederdin. Sen parayı bulunca namazı bıraktın) dedi.

Hikayelerini okuyorum ve devamını bekliyorum arkadaşım...
 

hira-magarasi.jpg


Hira Mağarasında yaşayan yılan


Ebu Bekir, zararlı hayvan olup olmadığını araştırmak ve içerisini temizlemek için mağaraya girdi M Hamidullah hadislere dayanarak olayları şöyle aktarır: "Hz Ebu Bekir mağaraya girince orada gördüğü delikleri, yılan vb zararlı hayvanların girmesine engel olabilmek için üzerindeki örtüyü yırtarak delikleri tıkadı Sonra Rasûlüllah (sav)'ı içeri çağırdı Ancak delikleri kapamada kullandığı bez, son deliği kapatmaya yetmemişti O deliği de ayak topuğu ile kapamıştı Gerçekten de bu delikten gelen bir yılan Hz Ebu Bekir'i acı bir biçimde ısırmıştı Hz Peygamber, son derece yorgun olması hasebiyle dostunun dizine başını dayayarak uyuyakalmıştı Hz Ebu Bekir, topuğunda hissettiği acıya rağmen hiç kımıldamadı, fakat çektiği acı gözlerinden yaşların boşalmasına yol açmıştı Rasûlüllah (sav)'ın yüzüne bu yaşlar dökülünce hemen uyandı Durumu öğrenince Hz Muhammed (sav), kendi tükrüğünü ilaç olarak ısırılan yere sürdü Bir süre sonra ayağı tamamen iyileşmişti"
 
namazla-cocuk-rahmet-kucaginda-terbiye-olur.jpg


Hz.ömer(R.A)Efendimizin mübarek adetlerinden idi ki,her zaman camiye erken giderlerdi.Bir gün yine Mescid-i Şerife(camiye)erkenden giderken,bir çocuğun koşarak acele acele camiye gittiğini gördü.
Hz.Ömer efendimiz,çocuğa:Yavrum,ne oldu böyle acele acele camiye koşuyorsun,dedi.
Çocuk namaza gidiyorum efendim,namaz vakti yaklaştı.Abdesttim yok,Ezan okunmadan abdest alacağım,dedi.
Hz.Ömer yavrum sen daha küçüksün,sana namaz farz olmamıştır,buyurdu.
Çocuk efendim,bu işin büyüğü küçüğü olurmuDün benden küçük bir çocuk vefat etti,dedi.
Hz.Ömer bu sözleri duyunca çok ağladı.Ya Rabbi!bu çocuk ne iyi,ne akıllı çocuk,dedi!...
alıntı
 
images



Ahmed Sârbân hazretlerinin çok huysuz ve geçimsiz bir hanımı vardı. Efendisini görmeye gelenlere içeriden; "Siz bu heriften ne meded umuyor ve ne hayır bekliyorsunuz. Sizin işiniz yok mu?" diyerek bağırırdı.
Birgün Şeyhin talebeleri hem bu durumu düşünüyor hem de birbirleriyle şöyle konuşuyorlardı. "Acaba nasıl oluyor da Şeyhimiz böyle bir hanımla yaşayabiliyor, bir arada geçinebiliyor?" Onların bu düşüncelerini anlıyan Şeyh hazretleri şu cevâbı verdi:

"Dostlarım!Mesele sizin zannettiğiniz gibi değildir. Benim böyle bir kadına tahammül etmem, nefsânî bir hevesten değildir. Bu bizim talebelerimize verdiğimiz bir derstir. Maksat, çirkin huylu insanlarla da iyi geçinmektir. Sizin elinizdeyse nefsinizi içinizden atın bana öyle gelin. İşte bu kadar."

Ahmed Sârbân hazretleri ömrünün sonuna kadar o kadının yaptığı eziyetlere katlandı. 1545 (H.952) yılında vefât etti. Doğum yeri olan Hayrabolu'da adına yaptırılan türbenin hazîresine defnedildi.Ahmed Sârbân hazretlerinin hanımı, beyinin kıymetini vefâtından sonra anladı. Şeyh hazretlerinin mezar taşına bir yastık gibi başını koyarak gece-gündüz; "Ah ah! Yazık çok yazık ki, ben senin kadrini, kıymetini bilemedim." diyerek ağlardı.

alıntı
 
36884.jpg



İmamı Azam ve bal yiyen çocuk
Bir gün büyük imam imamı Azam''ra' babası bir çocuk getirir ve çocuğunun çok bal yediği için her tarafının yara içersinde kaldığını, şifanın ALLAH''cc' dan olduğunu, çocuğunu okumasını rica eder.
İmamı Azam''ra'' çocuğun babasına dönerek, 4o gün sonra gelmelerini ister.Baba çaresiz geriye döner ve tam 40 gün sonra büyük imama gelir.
Ebu hanife, büyük imam çocuğa dönerek, başını okşar ve der ki:''Bir daha bal yeme evlatım'' der, çocuk ta olur amca yemem der.
Çocuğun babası şaşkın, imamı Azam ebu hanefiye:''4o gün evvel bu dediklerini deseydin ya'' der.
Ebu hanife hazretleri bunun üzerine:''40 gün evvel ben bal yemiştim, eğer o gün deseydim sözümü dinlemez bal yemeye devam ederdi,ben tam 40 gün bal yemedim bi iznillah çocuğun bir daha bal yemeyecek ve vucutundaki yaralar kapanacak''der.
Gerçekten de çocuk bir daha bal yemez veyaraları kapanır.​
 
400_F_22022118_Px3KByQMra25ulWvKFytu4Uah25cVKgk.jpg

Portakal

Materyalist öğretmen, öğrencisine:
- Söyle bakalım, demiş. Allah nerede? Eğer bilirsen portakal vereceğim.
Öğrencinin cevabı şu olmuş:
- Siz bana O'nun olmadığı yeri gösterin,
ben size portakal bahçesini vereyim.
 
namaz%20dua.jpg



**Muhacirlerden biri çabuk namaz kılan birini gördü.
Ona niye böyle
hızlı namaz kıldığını sordu."Ta'dil-i erkana riayet
etmek gerekmez mi?"
dedi.Adam "Namazı kılarken kaybettiğim birşeyi
hatırladım da onu için." deyince "Ama daha
büyüğünü kaybettin! Namazı ta'dil-i riayet etmeden
yarım yamalak kılmakla hatırladığın dünyevi kaybından çok daha büyük
bir kayba girdin,namazdaki huzur ve sevabı kaybettin!"
karşılığını verdi.

***Amir b. Abdullah'a "Namaz kılarken
hatırına birşey gelir mi?" diye
sorulmuştu.Cevap verdi:"Evet! Allah Teala'nın
huzurunda hesaba çekileceğim günle,cennetlik mi
cehennemlik mi olacağım korkusu
aklıma gelir." Tekrar soruldu: "Bizim hatırımıza
gelen dünya düşünceleri
veya dünya işlerinden aklınıza hiçbirşey gelmez mi?"
Buyurdu ki: "Namazda aklıma böyle şeyler gelmektense,
süngülerle parça parça edilmem daha iyidir.

***Rebi b. Heysem yaşlılığında felç geçirmişti.
Yinede 2 kişi arasında mahalle mescidine gidip
geliyordu.Arkadaşları buyüzden sıkıntı çektiğini
görünce ona "Ey! Rebi Allah sana ruhsat vermiştir.
Keşke namazını evde kılsan,bu zahmeti çekmesen!"
dediler.Rebi şu cevabı verdi: "Sizin dediğiniz doğrudur.
Ancak ben müezzinin her ezan vakti 'Hayye ale'l-felah'
diye felaha çağırdığını duyuyorum.Hanginiz kurtuluşa
çağrıldığını duyar da sürünerek bile olsa ona icabet etmez?"​
 
tessenderlo-agrochem-bitki-rehberi-bugday-arpa-wheat-barley-050.jpg

Halil ve İbrahim'in hikayesi-Halil İbrahim bereketi

Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeş varmış.

Büyüğü Halil.

Küçüğü ise İbrahim...

Halil, evli çocuklu.

İbrahim ise bekârmış...

Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin...

Ne mahsul çıkarsa, iki pay ederlermiş.

Bununla geçinip giderlermiş...

Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı.

İkiye ayırmışlar.

İş kalmış taşımaya.

Halil, bir teklif yapmış :

İbrahim kardeşim; Ben gidip çuvalları getireyim. Sen buğdayı bekle.

Peki, abi demiş İbrahim...

Ve Halil gitmiş çuval getirmeye... .

O gidince, düşünmüş İbrahim:

Abim evli, çocuklu. Daha çok buğday lazım onun evine

Böyle demiş ve

Kendi payından bir miktar atmış onunkine...

Az sonra Halil çıkagelmiş.

Haydi İbrahim. De miş, önce sen doldur da taşı ambara.

Peki abi.

İbrahim, kendi yığınından bir çuval doldurup düşer yola.

O gidince, Halil düşünür bu defa:

Der ki:

Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var.

Ama kardeşim bekâr.

O daha çalışıp, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek.

Böyle düşünerek,

Kendi payından atar onunkine birkaç kürek.

Velhasıl, biri gittiğinde, öbürü, kendi payından atar onunkine.

Bu, böyle sürüp gider.

Ama birbirlerinden habersizdirler.

Nihayet akşam olur.

Karanlık basar.

Görürler ki, bitmiyor buğdaylar.

Hatta azalmıyor bile.

Hak teala bu hali çok beğenir.

Buğdaylarına bir bereket verir, bir bereket verir ki...

Günlerce taşır iki kardeş, bitiremezler.

Şaşarlar bu işe...

Aksine çoğalır buğdayları.

Dolar taşar ambarları.

Bugün 'Bereket' denilince, bu kardeşler akla gelir.

Bu bereketin adı: halil ibrahim bereketidir.

alıntı...

 


HİZMETÇİNİN DUASI

İçkici bir şahıs vardı. Dostlarından bir grubu topladı. Hizmetçisine dört dirhem para verip mecliste bulunan kimseler için biraz meyve satın almasını emretti. Hizmetçi Ammâr'ın oğlu Mansur'un meclisinin kapısından geçti. Mansur da bir fakir için cemaattan birşey istiyor ve diyordu:

- Kim bu fakire dört dirhem para verirse ona dört dua yapacağım!
Ravî der ki: Hizmetçi, yanında dört dirhem parayı Mansur'a teslim etti. Mansur dedi ki:

- Sana ne hakkında dua etmemi istiyorsun?

Hizmetçi:

- Bir efendim vardır. Ondan kurtulmak istiyorum.

Bunun üzerine Mansur dua etti ve dedi:

- İkinci duayı ne hususta istiyorsun?

Hizmetçi:

- İstiyorum ki, Cenab-ı Hak, bu vermiş olduğum dört dirhem paranın yerini doldursun.

Mansur bu hususta dua etti ve dedi:

- Öbür duayı ne için istiyorsun?

Hizmetçi:

- İstiyorum ki, Allah benim efendime tevbeyi nasip eylesin.

Mansur bunun için de dua etti ve sonra dedi:

- Dördüncü olarak neye dua etmekliğimi istiyorsun?

Hizmetçi:

- Allah'ın, beni efendimi, seni ve bu cemaati affetmesini diliyorum.

Mansur dua etti. Bunun üzerine hizmetçi gerisin geriye doğru gitti. Efendisi hizmetçiden sordu:

- Neden böyle geciktin?

Hizmetçi olup biteni efendisine arzetti. Bunun üzerine efendisi sordu:

- Mansur ne gibi bir dua yaptı?

Hizmetçi:

- Nefsim için azâd edilmeyi onun vasıtasıyla diledim.

Efendisi: "Sen hürsün!" dedikten sonra, "İkinci duası ne idi?" sualini hizmetçiye yöneltti. Hizmetçi:

- Cenab-ı Hakkın vermiş olduğum paraların yerini doldurması idi.

Efendisi:

- Sana dört bin dirhem veriyorum! dedi.

- Mansur'un üçüncü duası ne idi?

Hizmetçi:

- Senin tevbe etmekliğindi!

Efendisi:

- Allah'a tevbe ettim! deyip Mansur'un dördüncü duasını sordu. Hizmetçi:

- Dördüncü duası da Allah'ın beni, sizi, kavmi ve Mansur'u da affetmekliği hususunda idi!

Efendisi:

- Bu durum benim elimde olan bir durum değildir, dedi.

O gece yattığı zaman rüyasında gördü ki, sanki birisi kendisine şöyle diyordu: "Sana düşen vazifelerin hepsini yaptın. Ben ise bana düşen vazifeyi yapmaz mıyım? Seni de, hizmetçiyi de, Ammar'ın oğlu Mansur'u da ve hazır bulunan kavmi de affeyledim. Sen bu durumu görür müsün?"

 

Çalgıcının Hikayesi

Hz. Ömer (r.a) döneminde bir çalgıcı vardı. Müthiş çenk çalardı. Yaşı ilerleyip ihtiyarlayınca sesinin güzelliği kayboldu, beli büküldü, itibardan düştü, bir parçacık ekmeğe muhtaç oldu.

"Ya Rabbi, bunca zamandır sana isyan edip durdum, benden bir gün bile ihsanını kesmedin, bugün kazanç yok, çengi senin için çalacağım." dedi. Çengini alarak mezarlığa gitti, bir hayli çaldıktan sonra, çengi başının altına alarak yatıp uyudu. O sırada Hz. Ömer 'e (r.a) de bir uyku geldi uyudu. Rüyasında bir ses ona :

- "Ey Ömer, kulumuzu ihtiyaçtan kurtar, mezarlıkta bir kulumuz var, beytülmaldan yedi yüz dinar alarak götürüp ona ver, ona : "Bunu al harca bitince yine buraya gel, de." dedi.

Hz. Ömer bu sesin heybetinden sıçrayıp kalkarak doğruca mezarlığa gitti aradı taradı lakin ihtiyar çalgıcıdan başka kimse yoktu. İhtiyar çalgıcının has bir kul olabileceğine ihtimal vermeyerek, mezarlığı yeniden dolaştı fakat başka kimseye rastlamadı. Bunun üzerine kendi kendine :

- "Bana mübarek ve makbul bir kul diye söylendi, nasıl olur da ihtiyar bir çalgıcı Allah'ın (c.c) has kullarından olur." diye düşündü. Yeniden mezarlığı baştan başa dolaştı fakat başka kimse yoktu. Gelip çalgıcının yanı başına oturdu.

Çalgıcı uyanıp da Hz. Ömer'i (r.a) görünce şaşırdı. Bir an önce oradan uzaklaşmak isteyince Hz. Ömer (r.a) :

- "Benden kaçma ben sana Allah'ın emriyle şu kadar para getirdim. Bunları harca bitince yine gel." dedi, ve parayı çalgıcıya verdi.

Çalgıcı çok utandı bütün bir ömrünü boşa harcadığına, heba ettiğine pişman oldu. Çengini yere vurup parçaladı ağlayıp inleyerek Allah'a yalvardı. Şükretti...​
 
X