- 1 Ocak 2013
- 560
- 609
- 31
- Konu Sahibi losinggame
- #1
biraz iç dökeceğim, desteğinize, güzel sözlerinize,dualarınıza ihtiyacım var... hiç tanımadığım sizlere sığınıyorum şu an teselli umuduyla...sanırım biraz uzun olacak
1999'da henüz 6 yaşlarımdayken tip 1 diyabet (şeker hastalığı) tanısı kondu bana. zorlu bir süreç başladı. ailem üstüme titredikçe ve ben büyümeye başladıkça sağlığıma pek dikkat etmedim. boğazıma, keyfime hep düşkündüm. emanet şu canı hor kullandım. çok yordum vücudumu. gelgelelim zamanında yediğim hurmalar işte şimdi tırmalıyor :)
sol gözümdeki ufak kılcal kanamalar için 6 ay öncesinde lazer yapmıştı doktorum. ancak son 1 aydır buğulu bir görüntü, ışık çakmaları, gece araç kullanamıyorum vs.bi haller... bugün gidebildim ancak.
ve doktorun kapısında beklerken kimle karşılaştım biliyor musunuz? tam 10 sene önce babamı kaybetmiş, aynı senede üniversite sınavına hazırlanan, içine kapanık bir ergen iken hayatıma dokunan psikoloğumla.... o da muayene sırasındaydı ve başka biriyle sohbet ediyordu. çok mutlu oldum onu görünce, kendimi tanıtsam beni tanır mıydı? çok zor bir bölümü bitirdim mseleğimde başarılıyım, onun yanısıra halen resim çiziyorum detaylara hala bayılıyorum, sevdiğim bir adamla evlendim herşey yolunda herşey çok güzel başardım doktor bey diyecektim. kendisi bana hep "ışığı hep açık tut" derdi. bunun benim için anlamı öyle büyüktü ki, evde kimse olmasa bile ışığı açık tut. mecazi bir sözdü elbette, ancak içimde neler olursa olsun ne fırtınalar koparsa kopsun her zaman umut olduğunu, ışık olduğunu, terkedilmiş, kimsesiz, soğuk bir ev olmadığımı hatırlatırdı bana. doktoruma işte böyle "başardım" diyecektim, bunları kuruyordum kafamda, ve o da tam kapı girişinde oturuyordu, bi kaç kez göz göze geldik tanıdı mı bilmem ama ben içimde ona anlatacaklarımın heyecanını yaşıyor ve yalan da yok biraz gurur duyuyordum kendimle. bunu ancak psikolojik olarak zor zamanlar geçirip de o günler sona erdiğinde şöyle iç huzurla geriye dönüp bakabilen insanlar anlar, çok narin bir bitkiyi hayatta tutmak gibi.. eninden sonunda çiçek açmasını sağlayabilmişsiniz sanki. zor şeyler yaşamış, atlatmıştım, anlamlı şeyler deneyimlemiştim, kendimi geliştiriyordum, çiçek açıyordum ben de sonunda...
derken göz doktoru çağırdı, filmlerimi inceledi, muayene etti. geçin oturun dedi, söyleyeceklerim biraz ağır şeyler. malesef iyi konuşmayacağım. ama size açık olmalıyım henüz çok gençsiniz. sizin yaşınızda biri için daha hızlı ve tehlikeli ilerleyen bir hastalık bu. ... anlattı anlattı... işin özü 1 ay içerisinde ciddi ve çok riskli bir ameliyatla ancak sol gözümü kurtarabilirmişiz. en iyi ihtimalle bile ameliyat sonrası sol gözümle ancak zeytinyağı dolu bir kavanozun içinden bakıyor gibi olacakmışım. o kadar bulanık. sonrasında katarakt da gelişecekmiş onun için 2.bir ameliyat gerekecekmiş, gözümün içine bir silikon konulacakmış, çalışamayabilirmişim... ve bunları tüm kalbimle biliyorum ki beni üzmek için değil gerçekler bunlar olduğu için söyledi... çıktım odadan.. muayene odasının kapısı açıktı ve bekleme odasındaki herkes de doktorun söylediklerini duymuştu. insanların gözündeki acımayı hissettim. halbuki az önce ne kadar gururluydum, kaçmak istedim. halbuki belki 10 dakika önce sabırsızlıkla psikoloğumun başka biriyle sohbetinin bitmesini bekliyordum, anlatacaklarımı kuruyordum kafamda.
kapıda psikoloğum oturuyordu. o da duymuştu. resmen bir şimşek çaktı, içimden bir ses yaa işte böyle dedi. sen planlar yap gururlan, büyüklen... işte böyle, bu kadar, busun, bir fani gelip geçici rüzgarsın. hadi şimdi anlat, hadi şimdi başardım de, hiçbir şey senin değil unutma, başardım sandıkların, acıların, sahip olduğunu düşündüğün herşey... çıktım hastaneden oturdum biraz ağladım. eşimin yanına gittim. lime lime olsan da benimsini yanındayım dedi. dedim ki değilim :) ne kadar yaşadığımız önemli değil, sen çok güzel şeyler gördün çok güzel şeyler çizdin, çok anlam buldun baktıklarında, bir ömür yaşayıp da görmek ne demek tam olarak anlamayan insanlar var dedi.
kızlar içim çok buruk, karmakarışığım. sitemim yok, ancak kendime kızabilirim belki. ben ama görmeye hayran biriyim. düz duvardan bile anlamlar çıkaran, o anlamda kaybolan, şükreden, mutlu olan, ağlayan, zırlayan biri...çizdiğim resimler o kadar detaylıdır ki elimde değil, övünmek için de demiyorum. bir çiçeği koklarken dibine girerim, polenlerini göreyim yapraklarına bakayım, yemek yerken bile incelerim yediğim şeyi. sanki görünce daha güzel olur tattığım, kokladığım şey.. bununla mı sınanıyorum? herhangi bir duyuya bu kadar düşkün olmamak mı gerek? sevdiğim adamı tam göremeyecek miyim artık, canım annemi, bir bebeğim olursa onu... ışığımı hep açık tutabilecek miyim? başta beni teselli edin dedim ama o bile şimdi çok acıklı geldi :) gerek var mı bilmiyorum, sadece içimi dökmek istedim. hepiniz iyi ki varsınız...
1999'da henüz 6 yaşlarımdayken tip 1 diyabet (şeker hastalığı) tanısı kondu bana. zorlu bir süreç başladı. ailem üstüme titredikçe ve ben büyümeye başladıkça sağlığıma pek dikkat etmedim. boğazıma, keyfime hep düşkündüm. emanet şu canı hor kullandım. çok yordum vücudumu. gelgelelim zamanında yediğim hurmalar işte şimdi tırmalıyor :)
sol gözümdeki ufak kılcal kanamalar için 6 ay öncesinde lazer yapmıştı doktorum. ancak son 1 aydır buğulu bir görüntü, ışık çakmaları, gece araç kullanamıyorum vs.bi haller... bugün gidebildim ancak.
ve doktorun kapısında beklerken kimle karşılaştım biliyor musunuz? tam 10 sene önce babamı kaybetmiş, aynı senede üniversite sınavına hazırlanan, içine kapanık bir ergen iken hayatıma dokunan psikoloğumla.... o da muayene sırasındaydı ve başka biriyle sohbet ediyordu. çok mutlu oldum onu görünce, kendimi tanıtsam beni tanır mıydı? çok zor bir bölümü bitirdim mseleğimde başarılıyım, onun yanısıra halen resim çiziyorum detaylara hala bayılıyorum, sevdiğim bir adamla evlendim herşey yolunda herşey çok güzel başardım doktor bey diyecektim. kendisi bana hep "ışığı hep açık tut" derdi. bunun benim için anlamı öyle büyüktü ki, evde kimse olmasa bile ışığı açık tut. mecazi bir sözdü elbette, ancak içimde neler olursa olsun ne fırtınalar koparsa kopsun her zaman umut olduğunu, ışık olduğunu, terkedilmiş, kimsesiz, soğuk bir ev olmadığımı hatırlatırdı bana. doktoruma işte böyle "başardım" diyecektim, bunları kuruyordum kafamda, ve o da tam kapı girişinde oturuyordu, bi kaç kez göz göze geldik tanıdı mı bilmem ama ben içimde ona anlatacaklarımın heyecanını yaşıyor ve yalan da yok biraz gurur duyuyordum kendimle. bunu ancak psikolojik olarak zor zamanlar geçirip de o günler sona erdiğinde şöyle iç huzurla geriye dönüp bakabilen insanlar anlar, çok narin bir bitkiyi hayatta tutmak gibi.. eninden sonunda çiçek açmasını sağlayabilmişsiniz sanki. zor şeyler yaşamış, atlatmıştım, anlamlı şeyler deneyimlemiştim, kendimi geliştiriyordum, çiçek açıyordum ben de sonunda...
derken göz doktoru çağırdı, filmlerimi inceledi, muayene etti. geçin oturun dedi, söyleyeceklerim biraz ağır şeyler. malesef iyi konuşmayacağım. ama size açık olmalıyım henüz çok gençsiniz. sizin yaşınızda biri için daha hızlı ve tehlikeli ilerleyen bir hastalık bu. ... anlattı anlattı... işin özü 1 ay içerisinde ciddi ve çok riskli bir ameliyatla ancak sol gözümü kurtarabilirmişiz. en iyi ihtimalle bile ameliyat sonrası sol gözümle ancak zeytinyağı dolu bir kavanozun içinden bakıyor gibi olacakmışım. o kadar bulanık. sonrasında katarakt da gelişecekmiş onun için 2.bir ameliyat gerekecekmiş, gözümün içine bir silikon konulacakmış, çalışamayabilirmişim... ve bunları tüm kalbimle biliyorum ki beni üzmek için değil gerçekler bunlar olduğu için söyledi... çıktım odadan.. muayene odasının kapısı açıktı ve bekleme odasındaki herkes de doktorun söylediklerini duymuştu. insanların gözündeki acımayı hissettim. halbuki az önce ne kadar gururluydum, kaçmak istedim. halbuki belki 10 dakika önce sabırsızlıkla psikoloğumun başka biriyle sohbetinin bitmesini bekliyordum, anlatacaklarımı kuruyordum kafamda.
kapıda psikoloğum oturuyordu. o da duymuştu. resmen bir şimşek çaktı, içimden bir ses yaa işte böyle dedi. sen planlar yap gururlan, büyüklen... işte böyle, bu kadar, busun, bir fani gelip geçici rüzgarsın. hadi şimdi anlat, hadi şimdi başardım de, hiçbir şey senin değil unutma, başardım sandıkların, acıların, sahip olduğunu düşündüğün herşey... çıktım hastaneden oturdum biraz ağladım. eşimin yanına gittim. lime lime olsan da benimsini yanındayım dedi. dedim ki değilim :) ne kadar yaşadığımız önemli değil, sen çok güzel şeyler gördün çok güzel şeyler çizdin, çok anlam buldun baktıklarında, bir ömür yaşayıp da görmek ne demek tam olarak anlamayan insanlar var dedi.
kızlar içim çok buruk, karmakarışığım. sitemim yok, ancak kendime kızabilirim belki. ben ama görmeye hayran biriyim. düz duvardan bile anlamlar çıkaran, o anlamda kaybolan, şükreden, mutlu olan, ağlayan, zırlayan biri...çizdiğim resimler o kadar detaylıdır ki elimde değil, övünmek için de demiyorum. bir çiçeği koklarken dibine girerim, polenlerini göreyim yapraklarına bakayım, yemek yerken bile incelerim yediğim şeyi. sanki görünce daha güzel olur tattığım, kokladığım şey.. bununla mı sınanıyorum? herhangi bir duyuya bu kadar düşkün olmamak mı gerek? sevdiğim adamı tam göremeyecek miyim artık, canım annemi, bir bebeğim olursa onu... ışığımı hep açık tutabilecek miyim? başta beni teselli edin dedim ama o bile şimdi çok acıklı geldi :) gerek var mı bilmiyorum, sadece içimi dökmek istedim. hepiniz iyi ki varsınız...