- 12 Temmuz 2006
- 35.028
- 30.370
- 60
HAFTANIN ROMANTİZM RÜZGARI:“SENİNLE BİR ÖMÜR”
Filmin albenisi hayli fazla. Sinemada romantizm tutkunlarının favorilerinden “The Notebook”un yazarı Nicholas Sparks’ın yine çok satan bir romanının uyarlamasıyla karşı karşıyayız. Yönetmen koltuğunda ise, çektiği her filme tarzını yansıtmasını bilen siyahi sinemacı George Tillman Jr. oturuyor. Filmin yapımcıları ise çok sevdiğimiz “Aynı Yıldızın Altında”ya imza atan isimler. Başrollerde ise son dönemin çıkıştaki isimlerinden güzeller güzeli Britt Robertson ile Clint Eastwood’un oğlu Scott Eastwood var. Buraya kadar tamamsa hikayeye geçebiliriz: Genç rodeocu Luke ve gösterileri izlemeye gelen ressam adayı Sophia birbirlerine aşık olur. Ama her şey toz pembe değildir. Özellikle geçirdiği sakatlıklara rağmen Luke’un rodeoyu bırakmayışı sorunları büyütür. Genç çiftimiz bir gün yolda giderken bir trafik kazasına tanıklık eder. Ira adında bir adamdır yaralanan. Onun eşine duyduğu derin aşkı anlatan mektuplar geçer genç çiftin eline. Bu iki eski aşığın hikayesi, Luke ve Sophia’ya ilham verir. “Aşk bir ömür sürer mi” ya da “Her aşkın bir ömrü var mıdır” sorularına meraklıysanız bu film tam size göre. Romantizm tutkunları bu başarılı roman uyarlamasını kaçırmamalı. (3.5/5)
HAFTANIN DEPREM GERÇEĞİ:“SAN ANDREAS FAYI”
“Büyük deprem geldiğinde nerede olacaksınız ve kiminle?” Bu soru, deprem gerçeğini geç fark eden bizim gibi toplumlar için olduğu kadar gelişmiş teknolojiye sahip ülkelerde yaşayanlar için de aynı ölçüde geçerli. “San Andreas Fayı”, filme ismini veren ünlü fay hattının yaptıklarını anlatıyor. Şiddetli bir deprem tüm Kaliforniya’yı vurur. Ama bu sadece bir başlangıçtır. Arama-kurtarma görevlisi Ray, ilk depremden hemen sonra, aralarının pek de iyi olmadığı eşiyle birlikte Los Angeles’tan San Francisco’ya doğru yola çıkar, amacı kızlarını kurtarmaktır. “Yer yarılıp topraklar birbirinden ayrılırken o, ailesini birarada tutmaya çalışır” gibisinden abartılı bir cümlesi var filmin. Arada başka hikayeler de var. İç içe geçen öyküler aracılığıyla insanoğlunun doğanın yaptıkları karşısındaki çaresizliğine tanıklık ederiz. Brad Peyton’ın çektiği filmin başrolünde eski pankreas güreşçisi Dwayne Johnson ve Carla Gugino var. Sırtını görsel efektlerin gücüne dayayan bir film. (3.0/5)
Bu suç-dramasında, genelde iyi karakterleri canlandıran Ewan McGregor, hayranlarını şaşırtacak bir profil çiziyor. İskoç aktör, Avustralya’nın en azılı suçlularından Brendan Lynch rolünde. Hikayeyi ise 19 yaşındaki JR’ın gözünden izliyoruz. JR hapse düşer ve burada Lynch ile tanışır. Ondan etkilenir. Genç delikanlı hapisten çıktığında çok istemese de onun çetesine katılmak zorunda kalır. Sonrasındaysa, bu suç döngüsünden kurtulmanın yollarını arar. İşin ucunda büyük bir soygun ve çalınacak altınlar vardır. Julius Avery’nin ustalıkla kotardığı filmin diğer başrollerinde Brendan Kerkvliet ve Brenton Thwaites var. Zaman zaman tempo sorunu yaşayan filmi en çok, McGregor’u değişik bir rolde izlemek isteyenlere öneriyoruz. (3.0/5)
Sudan’da patlak veren iç savaştan kaçan üç genç, kendilerini bir şekilde, güvenli topraklar olarak gördükleri ABD’ye atmanın bir yolunu bulur. Ama ABD’de yabancı olmak o kadar kolay değildir. Neyse ki, iyiliksever Carrie imdatlarına yetişir. Oscar ödüllü Reese Witherspoon’un oynadığı Carrie, gençlerin hayata tutunmaları için elinden geleni yapar. Onun mücadelesi sırasında yaşanan komik olaylar, filmin genel dokusunu oluşturuyor. Biraz Sandra Bullock’un oynadığı “The Blind Side”dan izler taşıyor film. Biz çok beğenmesek de o film özellikle ülkesi ABD’de çok beğenilmiş, hatta Bullock’a tartışmalı bir Oscar kazandırmıştı. Phillippe Falardeau’nun yönettiği filmde Witherspoon’a tv dizisi “House Of Cards”tan tanıyacağınız Corey Stoll ile, çocukluklarında benzer bir macera yaşayan
Anrol Oceng, Emmanuel Jal ve Kouth Wiel eşlik ediyor. (2.5/5)