Friday'la Diego'nun sadakatsiz ama ölümsüz aşkları.

liabrendl

Guru
Kayıtlı Üye
10 Temmuz 2012
658
311
Aşkı sadakatle anlatabilir misiniz?..

Ya da sadakatsiz olan şeylerin aşk olmadığını söyleyebilir misiniz?..

20. yüzyılın en önemli sanatçılarından biriydi Meksikalı ressam Frida...

Kocası Diego Riviera yaşarken kendisinden daha ünlü ve daha büyük bir ressamdı...

22 yıl ölümsüz bir aşk yaşadılar...

Ama Troçki’nin bile suikasta kurban gitmesine neden olduğu söylenen bu ölümsüz aşk, hep aldatmalarla, hep sadakatsizliklerle doluydu...

Aşk-ı Memnu’nun Bihter’i sadakatsizlik nedeniyle edebe ve genel ahlaka

aykırı bulunup cezalandırıladursun, Frida’yla Diego’nun, sadakatsiz ama ölümsüz aşklarına bakın…

***



Büyük aşklar her zaman sadakatle anılmazlar...

Bazen en büyük aşklar sadakatsiz olanlardır...

Büyük aşklarda büyük beklentiler

vardır...

Büyük beklentilerin karşılanamadığı durumlarda ise büyük hayal kırıklıkları...

Hayal kırıklıkları, egoları zedeler...

Zedelenen egolar kendilerini tamir yoluna giderler...

Bazen büyük aşklar büyük sadakatsizliklere gebedir...

Ama sadakatsizlik aşkı öldürmez...

Nefrete dönüştürür...

Nefret de bir aşktır...

Aşkın olumsuz halidir...

***



Şu satırlar Frida’nın hayatındaki en büyük aşkı, iki kere evlendiği kocası, 22 yılını geçirdiği adamla ilgilidir:

“Başlangıç Diego...

Yapıcı Diego...

Erkek Diego...

Arkadaşım Diego...

Ressam Diego...

Aşkım Diego...

Kocam Diego...

Annem Diego...

Ben Diego...

Benzerlik içinde farklılık...

Ben kime Diego diyebilirim?..

O hiçbir zaman ve hiç benimle olmayacak...

O kendine aittir...”

***



Altı yaşındayken çocuk felci geçirdiği için ona “Tahta Bacak Frida” dediler...

Ama felç geçirirken hasta yatağında 9 ay boyunca babası ona baktığından, o babasını hep çok sevdi ve o günlerini hep sevecenlikle hatırladı...

Felç yetmemişti...

18 yaşında bindiği otobüs tramvayla çarpıştı...

Demir çubuk karnının sol tarafından girdi, cinsel organından çıktı...

Omurgası 3 noktadan, sağ bacağı 11 yerden kırılmıştı...

Köprücük kemiği kırıktı, üçüncü

ve dördüncü kaburgaları, leğen

kemiği de...

Sol omuzu da çıkmıştı bu arada...

Doktorlar parçalara ayrılan bu genç kadının yeniden toplanabileceğinden şüpheliydiler...

***



Tam dört yıl, alçı korseyle yattı, acılar içinde haykırdı ve resim yapmaya başladı...

4 yıl sonra kendisini iyi hissettiği bir gün saygın bir sanatçı olan Diego Rivera’yı görmeye gitti...

Resimlerinin iyi bir kariyer yapmak için yeterli olup olmadığını soracaktı...

Sadakatsizliklerle dolu, ölümü çağıran, ölümle burun buruna süren ölümsüz aşkları başlamak üzereydi...

21 Ağustos 1949’da evlendiler...

***



Diego’dan 3 kere hamile kaldı...

Vücut ilginç bir şekilde doğuma direnç gösteriyordu, hepsinde de düşük yaptı...

“O benim gözümde bir devdi...”

Öyle dediği kocası için şu satırları da yazmıştı:

“Gecelerim sürekli seni arıyor...

Bedenim birkaç sokağın, ya da adi bir coğrafyanın bizi ayırdığını anlamıyor...

Bedenim gecenin ortasında senin gölgeni görememekten dolayı acıdan çıldırıyor...

Bedenim uykunda sana sarılmak istiyor...

Bedenim gece uyumak ve karanlıkta senin öpüşünle uyanmak istiyor...

Gecelerim bundan daha zalim bir düş tanımıyor...”

***



Öyleydi ama, kocası onu kız kardeşiyle aldatmaya başladı...

Bir sürü ihanetin ve sadakatsizliğin yanı sıra..

Ucuz romanlarda, pembe dizilerde, bu durumlarda “kadın iyi karakter, erkek kötü karakter olarak çizilir... Erkek öykünün sonunda öldürülür, kadın da mutlu edilir...”

Oysa hayatın ve aşkın gerçeği böyle

değildir...

Onu kız kardeşi ve başka kadınlarla aldatan Diego aslında Frida’ya deli gibi âşıktır...

Şöyle yazar öz yaşam öyküsünde:

“Frida’nın durumu beni çok etkiliyordu... Bir eş olarak kendimi sorgulamaya başladığımda, kendi lehime çok az şey şey bulabildim...

Bir kadını ne kadar çok seversem, ona o kadar çok acı çektiriyordum...

Ve Frida bu iğrenç huyumun en bariz kurbanıydı...”

***



Hayatının aşkı Diego onu aldatınca, Frida da onu aldattı...

Hem de kimle?..

Sovyet Devrimi’nin en ünlü ideolog liderlerinden Troçki, Stalin’le girdiği mücadele sonunda Sovyetler’den kaçmak zorunda kalkmıştı...

Sürgün yeri olarak Frida’nın çabalarıyla Meksika’ya geldiler...

Eşiyle birlikte Frida’nın evinde kaldılar...

Ama Frida komünist lider Troçki eşiyle birlikte evinde kalırken onunla ilişkiye girdi...

Diego bu durumu öğrendiğinde, tepkisi büyük oldu...

Diego da bir komünistti, karısıyla ilişkiyi öğrendiğinde kavga çıkardı ve “Ölüler Günü”nde, Troçki’ye alnında Stalin yazan şekerden yapılma bir kurukafa hediye etti...

Troçki, Frida’nın evini terk etmek zorunda kaldı...

İlginç bir tesadüf, daha sonra Troçki’ye suikast düzenlendi...

Polis şüphelendiği Frida’yı Troçki suikastıyla ilgili 12 saat boyunca sorguladı, iki gün gözaltında kaldı Frida...

Alkolik olmuştu Frida...

Günde bir şişe konyak içiyordu...

Ama en güzel resimlerini o sırada yaptı...

Arkadaşına şu unutulmaz cümlesini yazmıştı o günlerde:

“Üzüntülerimi boğmak için içiyordum...

Ama artık o lanet üzüntüler yüzme öğrendiler!..”

***



Aşk çoğu zaman ihanetle atbaşı

gider...

Hayal kırıklıkları büyüktür...

Medcezir halindedir...

Manikdepresiftir...

Bir çıkar bir iner...

Frida, manik haldeyken yere göğe koyamadığı Diego’yu depresif günlerinde kurbağa ve denizanasına benzeterek tarif eder:

“Gözleri kurbağanınkine benzer...

Cildi bir deniz anası gibi yeşilimsi beyazdır...

Diego’ya kocam diyemem...

O kimsenin kocası olamaz...

Sevgilim de sayılmaz...

Ondan sadece bir ruh olarak bahsetmeyi denediğimde ise, kendimi duygularımı tuvale dökerken bulurum...”

***



Önce her şey...

Sonra bir koca ve sevgili bile olamayacak kadar ucuz bir kurbağa ve denizanası...

Aşk işte tam da böyle bir şeydi...

Ve o kadar öyle bir şeydi ki, koca ve denizanası olamayacağına hükmettiği adamla bir kez daha evlendi Frida...

Tek bir koşulla:

Onunla seks yapmayacaktı...

Onu içine alamayacak kadar nefret, tenini teninde hissedemeyecek kadar ürperti, sarılamayacak kadar tiksinti duyuyordu...

Ama yine evleniyordu onunla işte...

Bihter’in aşkına ceza verenler ne düşündüler bilinmez...

Ama yüzyılın ressamlarından en büyük olan iki tanesinin aşkı, sadakatsizlikleri, ölümleri, suikastları, nefretleri, baldızıyla ihanetleri içinde taşıdı durdu...

Hayatın gerçeği ucuz romanlara, pembe dizilere benzemez...

Büyük aşklar bazen ihanetleri içinde barındırırlar...

İhanetler nefretleri körükler...

Nefretler aşkı tetikler...

“Sizden uzakta olduğum günlerde ve gecelerde varlığımı unutmayın diye sizlere portrelerimi bırakıyorum...” demişti Frida...

Bu sevgililer gününün bir yerinde Frido ile Diego için göz göze gelirseniz, birbirinizi daha çok seversiniz
 
Aşkı sadakatle anlatabilir misiniz?..

Ya da sadakatsiz olan şeylerin aşk olmadığını söyleyebilir misiniz?..

20. yüzyılın en önemli sanatçılarından biriydi Meksikalı ressam Frida...

Kocası Diego Riviera yaşarken kendisinden daha ünlü ve daha büyük bir ressamdı...

22 yıl ölümsüz bir aşk yaşadılar...

Ama Troçki’nin bile suikasta kurban gitmesine neden olduğu söylenen bu ölümsüz aşk, hep aldatmalarla, hep sadakatsizliklerle doluydu...

Aşk-ı Memnu’nun Bihter’i sadakatsizlik nedeniyle edebe ve genel ahlaka

aykırı bulunup cezalandırıladursun, Frida’yla Diego’nun, sadakatsiz ama ölümsüz aşklarına bakın…

***



Büyük aşklar her zaman sadakatle anılmazlar...

Bazen en büyük aşklar sadakatsiz olanlardır...

Büyük aşklarda büyük beklentiler

vardır...

Büyük beklentilerin karşılanamadığı durumlarda ise büyük hayal kırıklıkları...

Hayal kırıklıkları, egoları zedeler...

Zedelenen egolar kendilerini tamir yoluna giderler...

Bazen büyük aşklar büyük sadakatsizliklere gebedir...

Ama sadakatsizlik aşkı öldürmez...

Nefrete dönüştürür...

Nefret de bir aşktır...

Aşkın olumsuz halidir...

***



Şu satırlar Frida’nın hayatındaki en büyük aşkı, iki kere evlendiği kocası, 22 yılını geçirdiği adamla ilgilidir:

“Başlangıç Diego...

Yapıcı Diego...

Erkek Diego...

Arkadaşım Diego...

Ressam Diego...

Aşkım Diego...

Kocam Diego...

Annem Diego...

Ben Diego...

Benzerlik içinde farklılık...

Ben kime Diego diyebilirim?..

O hiçbir zaman ve hiç benimle olmayacak...

O kendine aittir...”

***



Altı yaşındayken çocuk felci geçirdiği için ona “Tahta Bacak Frida” dediler...

Ama felç geçirirken hasta yatağında 9 ay boyunca babası ona baktığından, o babasını hep çok sevdi ve o günlerini hep sevecenlikle hatırladı...

Felç yetmemişti...

18 yaşında bindiği otobüs tramvayla çarpıştı...

Demir çubuk karnının sol tarafından girdi, cinsel organından çıktı...

Omurgası 3 noktadan, sağ bacağı 11 yerden kırılmıştı...

Köprücük kemiği kırıktı, üçüncü

ve dördüncü kaburgaları, leğen

kemiği de...

Sol omuzu da çıkmıştı bu arada...

Doktorlar parçalara ayrılan bu genç kadının yeniden toplanabileceğinden şüpheliydiler...

***



Tam dört yıl, alçı korseyle yattı, acılar içinde haykırdı ve resim yapmaya başladı...

4 yıl sonra kendisini iyi hissettiği bir gün saygın bir sanatçı olan Diego Rivera’yı görmeye gitti...

Resimlerinin iyi bir kariyer yapmak için yeterli olup olmadığını soracaktı...

Sadakatsizliklerle dolu, ölümü çağıran, ölümle burun buruna süren ölümsüz aşkları başlamak üzereydi...

21 Ağustos 1949’da evlendiler...

***



Diego’dan 3 kere hamile kaldı...

Vücut ilginç bir şekilde doğuma direnç gösteriyordu, hepsinde de düşük yaptı...

“O benim gözümde bir devdi...”

Öyle dediği kocası için şu satırları da yazmıştı:

“Gecelerim sürekli seni arıyor...

Bedenim birkaç sokağın, ya da adi bir coğrafyanın bizi ayırdığını anlamıyor...

Bedenim gecenin ortasında senin gölgeni görememekten dolayı acıdan çıldırıyor...

Bedenim uykunda sana sarılmak istiyor...

Bedenim gece uyumak ve karanlıkta senin öpüşünle uyanmak istiyor...

Gecelerim bundan daha zalim bir düş tanımıyor...”

***



Öyleydi ama, kocası onu kız kardeşiyle aldatmaya başladı...

Bir sürü ihanetin ve sadakatsizliğin yanı sıra..

Ucuz romanlarda, pembe dizilerde, bu durumlarda “kadın iyi karakter, erkek kötü karakter olarak çizilir... Erkek öykünün sonunda öldürülür, kadın da mutlu edilir...”

Oysa hayatın ve aşkın gerçeği böyle

değildir...

Onu kız kardeşi ve başka kadınlarla aldatan Diego aslında Frida’ya deli gibi âşıktır...

Şöyle yazar öz yaşam öyküsünde:

“Frida’nın durumu beni çok etkiliyordu... Bir eş olarak kendimi sorgulamaya başladığımda, kendi lehime çok az şey şey bulabildim...

Bir kadını ne kadar çok seversem, ona o kadar çok acı çektiriyordum...

Ve Frida bu iğrenç huyumun en bariz kurbanıydı...”

***



Hayatının aşkı Diego onu aldatınca, Frida da onu aldattı...

Hem de kimle?..

Sovyet Devrimi’nin en ünlü ideolog liderlerinden Troçki, Stalin’le girdiği mücadele sonunda Sovyetler’den kaçmak zorunda kalkmıştı...

Sürgün yeri olarak Frida’nın çabalarıyla Meksika’ya geldiler...

Eşiyle birlikte Frida’nın evinde kaldılar...

Ama Frida komünist lider Troçki eşiyle birlikte evinde kalırken onunla ilişkiye girdi...

Diego bu durumu öğrendiğinde, tepkisi büyük oldu...

Diego da bir komünistti, karısıyla ilişkiyi öğrendiğinde kavga çıkardı ve “Ölüler Günü”nde, Troçki’ye alnında Stalin yazan şekerden yapılma bir kurukafa hediye etti...

Troçki, Frida’nın evini terk etmek zorunda kaldı...

İlginç bir tesadüf, daha sonra Troçki’ye suikast düzenlendi...

Polis şüphelendiği Frida’yı Troçki suikastıyla ilgili 12 saat boyunca sorguladı, iki gün gözaltında kaldı Frida...

Alkolik olmuştu Frida...

Günde bir şişe konyak içiyordu...

Ama en güzel resimlerini o sırada yaptı...

Arkadaşına şu unutulmaz cümlesini yazmıştı o günlerde:

“Üzüntülerimi boğmak için içiyordum...

Ama artık o lanet üzüntüler yüzme öğrendiler!..”

***



Aşk çoğu zaman ihanetle atbaşı

gider...

Hayal kırıklıkları büyüktür...

Medcezir halindedir...

Manikdepresiftir...

Bir çıkar bir iner...

Frida, manik haldeyken yere göğe koyamadığı Diego’yu depresif günlerinde kurbağa ve denizanasına benzeterek tarif eder:

“Gözleri kurbağanınkine benzer...

Cildi bir deniz anası gibi yeşilimsi beyazdır...

Diego’ya kocam diyemem...

O kimsenin kocası olamaz...

Sevgilim de sayılmaz...

Ondan sadece bir ruh olarak bahsetmeyi denediğimde ise, kendimi duygularımı tuvale dökerken bulurum...”

***



Önce her şey...

Sonra bir koca ve sevgili bile olamayacak kadar ucuz bir kurbağa ve denizanası...

Aşk işte tam da böyle bir şeydi...

Ve o kadar öyle bir şeydi ki, koca ve denizanası olamayacağına hükmettiği adamla bir kez daha evlendi Frida...

Tek bir koşulla:

Onunla seks yapmayacaktı...

Onu içine alamayacak kadar nefret, tenini teninde hissedemeyecek kadar ürperti, sarılamayacak kadar tiksinti duyuyordu...

Ama yine evleniyordu onunla işte...

Bihter’in aşkına ceza verenler ne düşündüler bilinmez...

Ama yüzyılın ressamlarından en büyük olan iki tanesinin aşkı, sadakatsizlikleri, ölümleri, suikastları, nefretleri, baldızıyla ihanetleri içinde taşıdı durdu...

Hayatın gerçeği ucuz romanlara, pembe dizilere benzemez...

Büyük aşklar bazen ihanetleri içinde barındırırlar...

İhanetler nefretleri körükler...

Nefretler aşkı tetikler...

“Sizden uzakta olduğum günlerde ve gecelerde varlığımı unutmayın diye sizlere portrelerimi bırakıyorum...” demişti Frida...

Bu sevgililer gününün bir yerinde Frido ile Diego için göz göze gelirseniz, birbirinizi daha çok seversiniz
Frida Kahlo"acılarını resmeden kadın" Salma Hayek"in hayat verdiği frida filminden öğrendim aşkın bu denli ateşli ve acılı yaşandığını.Frida"yı çok güzel anlatmıştı...
 
X