Elif Şafak / Mahrem - Özet

5February

|| Rabbime Bin Şükür.. ||
Kayıtlı Üye
1 Mart 2013
3.942
543
resim_20100208142711_1.jpg



“Öyle güzel ki uçmak... Öyle güzel ki tüyden hafif, uçurtmadan serseri, buhardan oynak, toz zerresinden kıvrak, kar tanesinden savruk olabilmek gökkubbede. Niyetim daha, daha da yükseklere çıkmak. (…) Niyetim gökyüzünde fersah fersah yükselip güneşin gölgesine değerek, bembeyaz bulutların üzerine çıkıp bağdaş kurmak ve bir de oradan bakmak dünyaya. Çünkü bilmek istiyorum aşağıda olup biten her şey görülüyor mu buradan bakıldığında? Merak ediyorum arka bahçelerde sırlanmış sırlar, işlenmiş kabahatler, yarım kalmış oyunlar kaydediliyor mu satır satır, kelime kelime? Bilmek istiyorum bir mahremiyeti var mı insanoğlu-insankızının, insan olmanın?”

Şafak, Isabel Allende ekolü büyülü gerçekliğin önemli bir mirasçısı
olmaktan öte bir yazar. Romanın görkemli gerçeküstücülüğü kayda
değer bir zekâyla desteklenmiş.
The Independent


Uyumsuzluklara ve toplumun bunlara nasıl baktığına dair çok
katmanlı bir metin. Sıradışı, sanrılı bir roman…
Kirkus Reviews




Görmeye ve görülmeye dair bir roman…“Öyle güzel ki uçmak… Öyle güzel ki tüyden hafif, uçurtmadan serseri, buhardan oynak, toz zerresinden kıvrak, kar tanesinden savruk olabilmek gökkubbede. Niyetim daha, daha da yükseklere çıkmak. (…) Niyetim gökyüzünde fersah fersah yükselip güneşin gölgesine değerek, bembeyaz bulutların üzerine çıkıp bağdaş kurmak ve bir de oradan bakmak dünyaya. Çünkü bilmek istiyorum aşağıda olup biten her şey görülüyor mu buradan bakıldığında? Merak ediyorum arka bahçelerde sırlanmış sırlar, işlenmiş kabahatler, yarım kalmış oyunlar kaydediliyor mu satır satır, kelime kelime? Bilmek istiyorum bir mahremiyeti var mı insanoğlu-insankızının, insan olmanın?”Şafak, Isabel Allende ekolü büyülü gerçekliğin önemli bir mirasçısı olmaktan öte bir yazar. Romanın görkemli gerçeküstücülüğü kayda değer bir zekâyla desteklenmiş.
The Independent
Uyumsuzluklara ve toplumun bunlara nasıl baktığına dair çok katmanlı bir metin. Sıradışı, sanrılı bir roman…
Kirkus Reviews
***Rüyamda bir uçan balon görüyordum. Bengini seçemiyordum ama gökyüzü gıpgri, bulutlar bembeyaz, güneş de sapsarı olduğuna göre, gıpgri, bembeyaz ya da sapsarı dışında bir renk olmalıydı muhakkak. Afisi takdirde onu göremezdim. Rüyamda gördüğüm uçan balon görüldüğü müddetçe var, görülmediği anda yoktu.
Uçan balon usul usul ağıyor, bembeyaz bulutlar nazlı naili süzülüyor, gıpgri gökyüzü katre katre kararıyor, sapsarı güneş sessiz sedasız batıyordu ki, şiddetli bir rüzgar çıktı aniden. Aniden çıkan rüzgârın şiddetiyle sarsıldık hep birden. Kireç, katran ve balçık; çalı çırpı, börtü böcek ve toz toprak yağıyordu üzerimize. Tufan gördüklerime kaçmasın diye, iki gözümü birden kapatmaya mecbur kaldım. Kirpiklerim kirpiklerime değdiğinde, suyla temas eden kızgın yağın çıkardığı sese benzer bir ses duyuldu. Balon hava kaçırıyordu: gözden ırak kaldığı her saniye için bir tutam boşluk püskürtüyordu boşluğa. Kusuyordu balon, şimdiye değin yediği ne varsa. Telaşla gözlerimi açtım. Geç kalmıştım. O yoktu artık. Ben vardım. Uyanmıştım.
Be-Ce karyolanın ucuna oturmuş, kaşlarını çatmış, kızgın kızgın bakıyordu.
“E pes yani! Deminden beri dürtüklüyorum, bir türlü uyandıramadım. Amma da ağır uykun varmış.”
Cevap vermeme fırsat bırakmadan, üzerimdeki battaniyeyi hoyratça çekip aldı. Battaniye gidince, sulan aniden çekilen bir denizde, dertop olmuş ağlarıyla birlikte cascavlak ortada kalan bir sandala benzedi vücudum. Artık suların ılık karanlığından yoksundum. Gün ışığına çıkıyordum bana korkutucu, Be-Ce’ye kifayetsiz gelen bir hızla. Ben uyurken, rasgele oraya buraya Kaçılmanın ve battaniyenin altında gözden ırak olmanın keyfîni süren tüm uzuvlarım şimdi telaşla bir araya gelmeye çalışıyordu. Be-Ce’nin ısrarcı çağrısı, mıknatıs gibi kendine çekiyordu onları.
“Dışarıda yer yerinden oynuyor, kızılca kıyamet kopuyor. hanfendi hâlâ horul horul. Hadi kalk! Kalk da curcunayı seyret.”
Teras kapısı ardına kadar açıktı ve püfür püfür rüzgâr doluyordu içeriye. Perdeler, filmlerdeki hayaletli evlerin perdelerine has dehşetengiz bir kıvraklıkla bir oraya bir buraya savruldukça, aradaki boşluktan gökyüzü görülüyordu.
Yıldızsız, bulutsuz, aysız bir gece; ışık gözlerimizi kamaştırmasın diye takılmış, simsiyah bir filtre.
Ben pencereden uzak durdum. Gördüklerimi Be-Ce’nin gözünden gördüm. Pencereden uzakta, Be-Ce’nin gözünden bakınca görülen şuydu:
Yokuşun başında elli yaşlarında etine dolgun yüzü solgun tonton mu tonton bir kadın geceliği pazen terlikleri ponpon fırlamış sokağa sokak lambasının altında lambaya üşüşen ışığı kesen sineklere bakmakta her neyse kaybettiği böyle gece vakti belli ki aramakta sineklerin kanatlarında.
Elli yaşlarında elli pare top atışıyla sızım sızım acısını kutlamakta her parede şıkıdım şıkıdım/ göbek atmakta ev li barklı üç çocuk anası susuz limonlar gibi memeleri erken kurudu rahmi oysa sevmezdi kanını aklının ucundan geçmezdi izleyebileceği ama çabuk kabullendi zaten □ hep böyleydi hep munis ve de suspus kimse ondan alâ pişireni ezdi ıspanaklı kol böreğini bir kaşığa dokuz mantı sığdırırdı kalem inceliğinde sarardı yaprak sarmasını inci gibiydi yazısı okuldayken yani o zamanlar her şey ne iyiydi ılık bir aut misali boğazından aşağı iniyordu hayat içini ısıtarak o zamanlar herkes etrafında pervane emrine amade sonradan kocası olacak hergele en çok da o nasıl da dolanırdı peşinde “hergele lafı az bile bunca seneden sonra hiç ulanmadan yaşına başına bakmadan son kalk da/ mis gibi yuvam’ gül gibi karını boyunca çocuklarını et feda hem de kimin uğruna kızı yaşındaymış valla yosmanın teki’ hevesi gevince parasını yiyince haydi yallah kışkışlayacak bizimkini’ sık dişini zaten erkek kısmının aklı sonradan gelir başına dayan çocukların hatırına hem, tekbsen misin sanki hepimiz geçtik bu yollardan az ceviz kırmadı rahmetli baban hiç ses çıkardım mı bunca zaman farzet ki kızılcık şerbeti geçecek elbet geçmeli her şey gibi bu da geçip gidecek elbet dönecek diz çöküp af dileyecek senden alâ kim yapabilir ki ıspanaklı kol böreğini hem kim sığdırabilir dokuz mantıyı bir kaşığa o şırfıntı mutfağın yolunu bilir mi sanki onun mahareti başka öylelerinin kadınlığı kibrit ateşi sönüverir yataktan çıkınca oysa sen senin kadınlığın dillere destan hem…”
geceliği pazen terlikleri ponpon aksiliği tutsa da bazen her daim tonton ılık bir sut misali boğazından aşağı inerken hayat içini ısıtarak usul usul kayıp giderken aniden berbat bir tat belki de sut bayat telaşla çıkardı o iğrenç yapışkanlığı sütün kaymağıydı midesi bulandı ponponlardan biri iyice gevşemiş dudaktan yırtılan olu deri gibi kendi etini kuş evini ait olduğu yeri terk etmeye yeltenmiş sallanıyor belli ki kopacak belli ki gidici pe ki ya öteki ya sağlam olan ponpon sağlam mı acaba yoksa sağlam rolü mü yapıyor olmadığı bir şeye öykünüyor anlamak için hakikati ponpona kuvvetlice aşılmalı ama ya koparsa hem de sağlam olduğu halde göz göre göre en iyisi hiç kalkışmamak ama merak işte bilmek istiyor ve görmek gözlerinin görebileceklerini çıkarıyor terliğini sağlam ponponlusunu sinekler çok uzakta leş peşinde akbabalar gibi kara kara didikliyorlar ışığın etini tıpatıp aynı hepsi ama kadın gayet iyi biliyor hangisini gözüne kestireceğini,
“Orospu sinek! Orooospuu! Orospu sineeeek!”
Kadının sesi böldü biçti havayı.
“Orossspuuu sineekkkğğmmm, Orooospu Sineeem!”
Pencereden uzakta,
Be-Ce’nin gözünden bakınca gördüğüm şuydu:
Gecenin bir hayli geç bir saatinde, İstanbul’un iki yakasından birinde, mazbut aileler ile zındık bekârların iç içe oturduğu tarrakası bol bir semtte, çıkması zor inmesi zor bir yokuşun tepesinde, muhtemelen elli yaşlarında üç çocuk anası bir kadın, sokak lambasına konan sinek Sinem’den kocasını geri istiyordu bağıra çağıra. Köpekler uluyor, kapılar açılıyor, ışıklar yanıyor, bebekler ağlıyor, dedikodu tuşları tıkır tıkır yazıyordu gelecek günlerin gözde konusunu. Konu komşu balkonlara, pencerelere üşüşmüş; sokağa doluşmuştu. Şaşkınlıktan fal taşı gibi açılmış gözleri, kopan kıyametin kızıllığında ışıl ısıl parlıyordu. Bir gecede, bütün kış yetecek kadar mevzu çıkmıştı mahalleliye. Herkes coşkuyla küpünü dolduruyordu. Herkes dediysem, ev ahalisi hariç!
Ev ahalisi neye uğradığını şaşırmış yalın ayak peşinden fırlamış çocuklar kızkardeşler yeğenler enişte bey Üzerlerinde pijamalar gecelikler yüzlerinde kremler saçlarında bigudiler kadının etrafını sarmışlar çimdire çimdire çekiştire çekiştire yalvar yakar eve sokmaya çalışıyorlar eve gidelim de orada ne yaparsa yapsın istediği kadar ağlasın bağırsın çağırsın eve sokalım ki konu komşu görmesin duymaları mühim değil yeterki görmesinler.
ev ahalisinin yüzlerinden ele güne rezil olmanın dehşeti damlıyor şıpır şıpır ailenin en küçüğü bu hengâmeden en az nasibini alan henüz beş yaşında sevimli kerata şıpır şıpır damlayan dehşetleri ipe dizmiş kolye yapmış boynuna asmış hoplayıp zıpladıkça şıngır şıngır yeni dehşetlerin peşinde çocuk aklı ne bilsin işte hevesle topluyor dehşet damlalarını büyükler ufaklığın ne yaptığının farkında değiller onlar cümbür cemaat kadını zaptetmeye çalışıyorlar ama kolay değil hiç kolay değil zaptedemjyorlar kiminin teyzesi kiminin ablası kiminin annesi olan kadını deli kuvveti gelmiş olmalı kırk tarak dayanmaz derler deli kısmının tek bir saç telini taramaya öyle kuvvet verirmiş delilik insana Baktılar olacak gibi değil, baktılar hepten çıkmış zıvanadan, kadını derdest edip karga tulumba bir taksiye attılar. Kendi arabaları da vardı ama gene kaldırıma park edip yolu kapatmıştı birileri. Gerçi önlerini tıkayan arabanın sahibi muhtemelen seyircilerin arasında olduğundan onu bulmak hiç de zor olmayacaktı ama en iyisi hiç uğraşmamak ti. En iyisi bir taksiye binip bir an evvel gitmekti buraya en yakın ve buradan en uzak hastaneye.
Taksi şoförü genç irisi yeni evli çocukları olana değin çalışması için karısına müsaade etti ileri görüşlü olmakla övünür zaten nişan, düğün derken boğazlarına kadar borçlandılar hanımın da çalışmasında fayda var taksi şoförü gençten bir adam gece ondan sonra alır arabayı sabaha kadar çalışır sabah oldu mu arkadaşına devreder ikisi beraber/piyango zengini bir herife çalışırlar herif sonradan görme kelle kulak yerinde varil gibi rüyalarında halâ yoksul görür kendini uyanınca şükreder yüksek sesle bir kuruşun hesabını yapar hesabını sorar alçak sesle Allah’ın kulağına gitmesin diye taksi şoförü ve arkadaşı kazansalar da kazanmasalar da hep aynı miktarı sayarlar patronun avucuna taksicinin arkadaşı ileri görüşlü değildir ama’ karısının çalışmasına müsaade etmez zaten etse bile kim ise alır ki Öylesini kadın kadın değil hilkat garibesi boy boy beş çocuk doğurmuş beşini de kendine benzetmiş agız burun yamulmuş çağanoz gibi her biri oysa bizimkinin karısı öyle mi fidan gibi incecik taze biraz boy fukarası’ o da olsa manken gibi kız valla harcanıyor butiklerde kendi soylediydi herifin teki dadanmış kazak, gömlek bahanesiyle; her gün damlıyomuş dükkana taksici yarın gidip el koyacak duruma karısı aklına gelince içi gıdıklanıyor bazen bir iki kez dayanamadı zaten çekti arabnyı evin önüne bıyık altından gülümsedi mahalleli artık evin semtinden dahi geçmiyor kesintisiz çalışmalı çalışıyor da Allah için gerçi hu gece küçük bir kaçamak vardı aklında ama helki şunlardan kurtulduktan sonra dikiz aynasından arkadakileri seyrediyor “yazık” diyor içinden “fıttırmış zavallı kolay mı hu pahalılıkta her gün zam her gün zam” sırf hu sebepten gece çalışmaya başladı zaten gece müşterisi kalkıp gündüz müşterisi gibi taksicinin kazancını hesaplamaz gece müşterisi başka şey konuşur hani sanırsın ki insan ya ağır konuşur ya külliyen saçmalar ya gece müşterisi ağır konuşurken saçmalar saçmalarken ağır konuşur “geçenlerde mesela aynen böyle bir müşteri ağız burun yamulmuş dut gibi gün ağarmakta gecenin beşi herif tutturdu ‘hadi! gidelim Fatih’in mezarını bulalım yakasına yapışalım ne demeye aldın sen bu şehri? kaydıraktan kaydır gemileri ver onca şehidi bunun için mi ulan hepsi?’ sarhoşluk işte inal etmiş gaza gelmiş” taksici ses etmezdi gene de ama bi debaktı ki sarhoş çıkarmış kafayı camdan bas bas bağırıyor -Fatih Sultaaan! Sultan Fatiiih! Nerdesin? Kalk da bak! Bak ne hallere koydular torununu!” imkânı yok susmuyor o saatte namaza giden ehl-i Müslüman dehşet içinde taksiye bakıyor taksici şaşkın baktı ki başa çıkamıyor çekti arabayı karakolun önüne bıraktı sarhoşu polislerin eline sonradan pişman oldu şeker sarhoştu Fatih’in torunu yaka paça götürülürken karakola dönüp sormuştu “kulağı küpetiymiş diyolar, doğru mu?” içine kurt düşmüştü taksicinin az kalsın birilerine soracaktı Fatih’in küpesini “kendine gel” dedi kendine “deli olma elin delisiyle olacak iş mi yani? koskoca Fatih! hem sana ne? her işin bitti de Fatih’in küpesi mi kaldı?” haberlerde izlemişti geçenlerde tımarhanelerin nüfusu.’
epeyce artmış bu sene “belli arkadaki kan da tırlatmış ulan bu canım memlekette ya kudura kudura ölecez ya da delire delire!”
arkadakiler kadını teskin etmeye çabalarken, öndeki adam titreyen ellerle sigara tutuyor taksi şoförüne, daha iki üç nefeste duman doluyor taksiye, camlar sımsıkı kapalı, açmıyorlar, adam dert yanıyor bir yandan, “baldız bu benim baldız, evini terk etti bizim yanımızdaydı yazdan beri, tutturdu boşanacam diye, üç tane de çocuğu var boyu kadar, bu yaştan sonra nereye boşanacaksa kolaydı sanki, hayatlarında ev geçindirmemişler ki bunlar, hep kocalarının eline bakmışlar, kolay sanıyorlar ay sonunu getirmeyi, ne yiyip ne içecek boşanınca, bırak ne halleri varsa görsünler dedim benim karıya, anlatamadım, al işte böyle oldu, sabah akşam vıdı vıdı konuşurlar, baldız ağlar benimki ağlar benimki ağlar baldız ağlar, kaç defo söyledim, yapma dedim iyi etmiyosun, bak daha beter oluyo ablan, başka şeyler konuşun oyalansın biraz, çıkın gidin kaplıcalarda kalın ananızı da alın romatizmasına iyi gelir kadıncağızın, ne dediysem dinletemedim, sabahtan akşamlara kadar evde kanlar kızlar, vıdı vıdı sürüsüne bereket, denizde kum bunlarda akraba, döne doluşa, temcit pilavı gibi ısıta ısıla, kimse ikna edemedi, tutturmuş illa da hoşanacam, en sonunda gitti avukata da haşvurdu, bu sabah bir yazı gelmiş mahkemeden, iyi dedim muradına erdin herhal kına yak göbek at, yalanım varsa ne oluyum ekmek çarpsın gözlerini portletip öyle bi baktı ki bana, Allah dedim o vakit anladım karı deliriyo, ama benimkine söylesem bana inanmaz, ablasına toz kondurmaz, neyse dedim yarın ola hayrola, baktım baldız da sakinleşmiş bu arada, yemekten sonra bulaşıkları yıkayıp odasına çekildi, en sevdiği dizi vardı halbuki, hiç kaçırmazdı, dönüp de bakmadı bile, midesi ağrıdığı için bardak bardak ılık süt içip erkenden yatmaya gitti, zaten rüya görmezmiş ta genç kızlığından beri, bizde de kafayı koymasıyla uyuması bir olurdu, en erken o kalkardı, kahvaltıyı hazırlardı noksansız kusursuz, yumurtaları hep kayısı kıvamında, yani çay bile daha güzeldi o yapınca, neme lazım doğruya doğru şimdi, öyle bi çekip çevirirdi ki evini mutfağını değme ev hanımı su dökemez eline, ne gezer henimkinde böyle maharet, zerre kadar çekmemiş ablasına, ama maharet neye yarar insan bahtsız olduktan sonra, tabii benim bacanağın da kabahati büyük, bunca seneden sonra olacak iş değil yani, söylerken utanıyorum valla, kızı yaşında, resmen kapatmış dayalı döşeli ev tutmuş buna, kız pavyonda dansözmüş, adı da Sinem bacanak geçen sene tanıştırmıştı bizi, kendi halinde ufak tefek bi kızcağız, ses etmediydim kaçamaktır geçer diye, nerden aklıma gelir o zamanlar işlerin böyle sarpa saracağı, hoşanmalara kadar varacağı, neyse uzatmıyım, dizi bitti uyumaya gittik biz de, ne bilelim baldızın uyumadığını, meğer bizim yatmamızı beklermiş, biz yatar yatmaz fırlamış yataktan, üstünde gecelik ayaklarında ponpon terlikler, kapıyı açıp sokağa atmış kendini, gören de sanır ki bizim evde esirdi, gürültü patırtıya kalktık, bi de baktık ki baldız sokak ortasında avazı çıktığı kadar batırıyor, yetmezmiş gibi bir yandan da göbek atıyor, neye uğradığımızı anlamadık valla. nasıl böyle oldu, niye, at bizi en yakın hastaneye, rezil olduk el âleme, o telaşla para da almamışız yanımıza, kusura bakma kardeşim, böyle her şey bir anda olunca, böyle apar topar pijamalarla çıktık işte, cüzdanı da almamışım, akıl mı bıraktılar adamda, boşanacam valla ben de boşanacam, alsın deli ablasını romatizmalı anasını, ne bok yerlerse yesinler bundan sonra, ömrüm gitti be, inan olsun kuruş kuruş harcandı ömrüm bunların elinde,”
“Parayı dert etme abi, kaçmıyoruz ya! Hepimiz bu mahallenin insanıyız nasıl olsa” dedi taksi şoförü.
Renkler soluyor. hareketler ya-vaş-lı-yor. Adam bir şeyler geveliyor ağzında. İslemeden dökülüyor kelimeler: “Sen hep bu mahalledesin de, bunca rezaletten sonra, biz burada kalabilecek miyiz acaba?”
Ardından sigara paketini çıkarıyor pijamasının cebinden. Suçluluk hissediyor birden. Şoföre anlatmak istiyor niye cüzdanını almadığı halde sigara paketinin yanında olduğunu. Konuşamıyor, boğazı kupkuru Çakmağını bulamıyor cebinde Takside düşürmüş olmalı. Yoksa… başından beri yok muydu? Bir önceki sigarayı nasıl yaktığını hatırlayamıyor bir turlu. Yoksa bu ilk sigarası mı? Daha da beter sıkılıyor canı. Arabanın çakmağının atmasını beklerken, yan gözle arkaya bakıyor. Artık bağırmıyor baldız; kesik kesik soluyor sadece. Bir de, yarası varmış gibi acıyla inliyor ara sıra. Dikiz aynasından gözlerini ayırmayan taksi şoförü kendi paketinden bir sigara yakıyor. Radyoyu açmak geçiyor içinden. Vazgeçiyor, yakışık almaz. Kadınlar ablalarına sarılmış sessizce ağlıyorlar. Katre katre ka-ra-rı-yor gece; adım adım sarp-la-şı-yor yol. Adamın göğsü sıkışıyor. Camı açıyor sonuna kadar. Havada kar soğuğu var.
 
X