(Çocuk Ta'ziyenamesi) Burda bebeyini kayb edenlere teselli olur İnşallah

Azerin

Dost istersen, Allah yeter...
Kayıtlı Üye
20 Eylül 2007
359
1
47
Birinci Nokta: Kur'an-ı Hakîm'de وِلْدَانٌمُخَلَّدُونَ sırrı ve meali şudur ki: Mü'minlerin kablelbüluğ

vefat eden evlâdları, Cennet'te ebedî, sevimli, Cennet'e lâyık bir surette daimî çocuk

kalacaklarını.. ve Cennet'e giden peder ve validelerinin kucaklarında ebedî medar-ı sürûrları

olacaklarını.. ve çocuk sevmek ve evlâd okşamak gibi en latif bir zevki, ebeveynine temine

medar olacaklarını.. ve herbir lezzetli şey'in Cennet'te bulunduğunu.. "Cennet tenasül yeri

olmadığından, evlâd muhabbeti ve okşaması olmadığı"nı diyenlerin hükümleri hakikat

olmadığını.. hem dünyada on senelik kısa bir zamanda teellümatla karışık evlâd

sevmesine ve okşamasına bedel safi, elemsiz milyonlar sene ebedî evlâd sevmesini ve

okşamasını kazanmak, ehl-i imanın en büyük bir medar-ı saadeti olduğunu şu âyet-i

kerime وِلْدَانٌمُخَلَّدُونَ cümlesiyle işaret ediyor ve müjde veriyor.


İkinci Nokta: Bir zaman bir zât, bir zindanda bulunuyor. Sevimli bir çocuğu yanına

gönderilmiş. O bîçare mahbus, hem kendi elemini çekiyor, hem veledinin istirahatını temin

edemediği için, onun zahmetiyle müteellim oluyordu. Sonra merhametkâr hâkim ona bir

adam gönderir, der ki: "Şu çocuk çendan senin evlâdındır, fakat benim raiyetim ve

milletimdir. Onu ben alacağım, güzel bir sarayda beslettireceğim." O adam ağlar,

sızlar; "Benim medar-ı tesellim olan evlâdımı vermeyeceğim" der. Ona arkadaşları der

ki: "Senin teessüratın manasızdır. Eğer sen çocuğa acıyorsan, çocuk şu mülevves,

ufûnetli, sıkıntılı zindana bedel; ferahlı, saadetli bir saraya gidecek. Eğer sen nefsin için

müteessir oluyorsan, menfaatini arıyorsan; çocuk burada kalsa, muvakkaten şübheli bir

menfaatinle beraber, çocuğun meşakkatlerinden çok sıkıntı ve elem çekmek var. Eğer

oraya gitse, sana bin menfaati var. Çünki padişahın merhametini celbe sebeb olur, sana

şefaatçı hükmüne geçer. Padişah, onu seninle görüştürmek arzu edecek. Elbette

görüşmek için onu zindana göndermeyecek, belki seni zindandan çıkarıp o saraya

celbedecek, çocukla görüştürecek. Şu şartla ki, padişaha emniyetin ve itaatın varsa..."

İşte şu temsil gibi, aziz kardeşim, senin gibi mü'minlerin evlâdı vefat ettikleri vakit şöyle

düşünmeli: Şu veled masumdur, onun Hâlıkı dahi Rahîm ve Kerim'dir. Benim nâkıs terbiye

ve şefkatime bedel, gayet kâmil olan inayet ve rahmetine aldı. Dünyanın elemli, musibetli,

meşakkatli zindanından çıkarıp Cennet-ül Firdevsine gönderdi. O çocuğa ne mutlu! Şu

dünyada kalsaydı, kim bilir ne şekle girerdi? Onun için ben ona acımıyorum, bahtiyar

biliyorum. Kaldı kendi nefsime ait menfaati için, kendime dahi acımıyorum, elîm müteessir

olmuyorum. Çünki dünyada kalsaydı, on senelik muvakkat elemle karışık bir evlâd

muhabbeti temin edecekti. Eğer sâlih olsaydı, dünya işinde muktedir olsaydı, belki bana

yardım edecekti. Fakat vefatıyla, ebedî Cennet'te on milyon sene bana evlâd muhabbetine

medar ve saadet-i ebediyeye vesile bir şefaatçı hükmüne geçer. Elbette ve elbette

meşkûk, muaccel bir menfaatı kaybeden, muhakkak ve

müeccel bin menfaatı kazanan; elîm teessürat göstermez; me'yusane feryad etmez.


Üçüncü Nokta: Vefat eden çocuk, bir Hâlık-ı Rahîm'in mahlûku, memlûkü, abdi ve bütün

heyetiyle onun masnu'u ve ona ait olarak ebeveyninin bir arkadaşı idi ki; muvakkaten

ebeveyninin nezaretine verilmiş. Peder ve valideyi ona hizmetkâr etmiş. Ebeveyninin o

hizmetlerine mukabil, muaccel bir ücret olarak lezzetli bir şefkat vermiş. Şimdi binden

dokuzyüz doksandokuz hisse sahibi olan O Hâlık-ı Rahîm, mukteza-yı rahmet ve hikmet

olarak o çocuğu senin elinden alsa, hizmetine hâtime verse; sûrî bir hisse ile, hakikî bin

hisse sahibine karşı şekvayı andıracak bir tarzda me'yusane hüzün ve feryad etmek ehl-i

îmana yakışmaz, belki ehl-i gaflet ve dalalete yakışıy
or.



Dördüncü Nokta: Eğer dünya ebedî olsaydı, insan içinde ebedî kalsaydı ve firak ebedî

olsaydı; elîmane teessürat ve me'yusane teellümatın bir manası olurdu. Fakat mâdem

dünya bir misafirhanedir; vefat eden çocuk nereye gitmişse, siz de biz de oraya gideceğiz.

Ve hem bu vefat ona mahsus değil, umumî bir caddedir. Hem mâdem müfarakat dahi

ebedî değil; ileride hem berzahta, hem Cennet'te görüşülecektir. اَلْحُكْمُلِلّهِ demeli.. O verdi, O

aldı. "Elhamdülillahi alâküllihal" sabır ile şükretmeli.


Beşinci Nokta: Rahmet-i İlâhiyenin en lâtif, en güzel, en hoş, en şirin cilvelerinden olan

şefkat; bir iksir-i nuranîdir. Aşktan çok keskindir. Çabuk Cenâb-ı Hakk'a vusule vesile olur.

Nasıl aşk-ı mecazî ve aşk-ı dünyevî pek çok müşkilâtla aşk-ı hakikîye inkılab eder, Cenâb-

ı Hakk'ı bulur. Öyle de şefkat -fakat müşkilâtsız- daha kısa, daha safi bir tarzda kalbi

Cenâb-ı Hakk'a rabteder. Gerek peder ve gerek valide, veledini bütün dünya gibi severler.

Veledi elinden alındığı vakit, eğer bahtiyar ise, hakikî ehl-i îman ise; dünyadan yüzünü

çevirir, Mün'im-i Hakikî'yi bulur. Der ki: "Dünya mâdem fânidir, değmiyor alâka-i kalbe..."

Veledi nereye gitmişse oraya karşı bir alâka peyda eder, büyük manevî bir hal kazanır.

Ehl-i gaflet ve dalalet, şu beş hakikattaki saadet ve müjdeden mahrumdurlar. Onların hali

ne kadar elîm olduğunu şununla

(Orjinal Sayfa84)


kıyas ediniz ki: Bir ihtiyar hanım gayet sevdiği sevimli tek bir çocuğunu sekeratta görüp,

dünyada tevehhüm-ü ebediyet hükmünce gaflet veya dalalet neticesinde; mevti, adem ve

firak-ı ebedî tasavvur ettiğinden, yumuşak döşeğine bedel kabrin toprağını düşünüp gaflet

veya dalalet cihetiyle, Erhamürrâhimîn'in Cennet-i rahmetini, Firdevs-i nimetini

düşünmediğinden, ne kadar me'yusane bir hüzün ve elem çektiğini kıyas edebilirsin.

Fakat vesile-i saadet-i dâreyn olan îman ve İslâmiyet, mü'mine der ki: Şu sekeratta olan

çocuğun Hâlık-ı Rahîmi, onu bu fâni dünyadan çıkarıp Cennetine götürecek. Hem sana

şefaatçı, hem ebedî bir evlâd yapacak. Müfarakat muvakkattır, merak etme; اَلْحُكْمُ لِلّهِ اِنَّا لِلّهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ
de, sabret.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
_________________

Kuranın Tefsiri olan Risalei Nurdan
Said Nursî
 
Vefat eden çocuk, bir Hâlık-ı Rahîm'in mahlûku, memlûkü, abdi ve bütün

heyetiyle onun masnu'u ve ona ait olarak ebeveyninin bir arkadaşı idi ki; muvakkaten

ebeveyninin nezaretine verilmiş. Peder ve valideyi ona hizmetkâr etmiş. Ebeveyninin o

hizmetlerine mukabil, muaccel bir ücret olarak lezzetli bir şefkat vermiş. Şimdi binden

dokuzyüz doksandokuz hisse sahibi olan O Hâlık-ı Rahîm, mukteza-yı rahmet ve hikmet

olarak o çocuğu senin elinden alsa, hizmetine hâtime verse; sûrî bir hisse ile, hakikî bin

hisse sahibine karşı şekvayı andıracak bir tarzda me'yusane hüzün ve feryad etmek ehl-i

îmana yakışmaz, belki ehl-i gaflet ve dalalete yakışıyor.
 
Eğer dünya ebedî olsaydı, insan içinde ebedî kalsaydı ve firak ebedî

olsaydı; elîmane teessürat ve me'yusane teellümatın bir manası olurdu. Fakat mâdem

dünya bir misafirhanedir; vefat eden çocuk nereye gitmişse, siz de biz de oraya gideceğiz.

Ve hem bu vefat ona mahsus değil, umumî bir caddedir. Hem mâdem müfarakat dahi

ebedî değil; ileride hem berzahta, hem Cennet'te görüşülecektir. اَلْحُكْمُلِلّهِ demeli.. O verdi, O

aldı. "Elhamdülillahi alâküllihal" sabır ile şükretmeli.


________________

Cok guzel soylenmişCADIARZU
 
ark.lar bu yazılarınızı gözyaşlarıyla okudum ben ztn rüyamd bu bebeğin erkek olduğunu ve öleceğini görmüştüm ama assla ona yormadım yani bu rüyayla Rabbim bana ben verdim ben aldım üzülme kaderini ben yazdım diyor zaten elden ne gelir tesellileriniz için Allh biiiiiiilerce defa razı olsun çok tşk
 

Allah cumlemizden razı olsun kardeşim.
 
Bu siteyi kullanmak için çerezler gereklidir. Siteyi kullanmaya devam etmek için onları kabul etmelisiniz. Daha Fazlasını Öğren.…