Çocuğun duygularını kontrol etmesi öğretilmeli

vicdan

Popüler Üye
Kayıtlı Üye
20 Kasım 2006
1.098
26
Çocuk gelişiminde önemli olan hususlardan biri çocuğun duygu ve davranışları için bir kontrol sistemi oluşturmaktır. Yeni doğmuş bir bebek, ağlamak istediği zaman ağlar, haykırmak isteyince haykırır. İlk yıllarda da bu büyük ölçüde devam eder. Örneğin, ayağına takılan oyuncağa çocuğun tepkisi genellikle onu tekmelemek şeklindedir. Arkadaşlarıyla anlaşamadığında ilk tepkisi, yumruk atmak olur. Ancak 3 ile 6 yaş arasındaki dönemde çocuk duygu ve davranışlarını belli bir oranda kontrol altına almaya başlar. Öncelikle, çocuğunuzun kontrol sisteminin kısa sürede geliştirilemeyeceğini kabul etmeniz gerekiyor. Babalar bu konuda annelerden daha sabırsızdırlar. Çünkü anne günün büyük bölümünü, çocukla geçirdiği için “deneme-yanılma” yöntemiyle de olsa babadan daha çok şey öğrenir ve çocuktan neler beklenip neler beklenemeyeceğini sezer. Babalar ise, günün büyük bölümünü büyükler dünyasında geçirdikleri için o kadar anlayışlı olamazlar.

Duygular da çocukla birlikte gelişir

Duyguların gelişimi, gelişimin diğer yönleri ile yakından ilişkilidir. Çocuklar, gelişimin bir basamağından diğerine geçtikçe, dış uyarımlara tepkilerini farklılaştırmaktadırlar. Başlangıçta sadece sesi algılayan bebek, tecrübesi arttıkça sesteki öfkeyi ve sevgiyi ayırt edebilmektedir. Oynadığı bir kutunun açılıp açılmamasını başlangıçta fark etmezken, giderek onu açamayınca öfkelenmekte, açınca sevinmektedir. Zihin gelişmesi sürecinde öfke, çocuğun zekasını geliştirici bir rol oynamaktadır. Elinden bir oyuncağı alınan çocuk başlangıçta bağırıp çağırdığı hâlde, bunun bir oyun olduğunu anlamaya başlayınca gülebilmektedir. Gelişme devam ettikçe çocuklar duygularını açığa vurmayı da sınırlamayı da öğrenmektedirler.

İlk aşama öfke kontrolü

Çocuk öfkesini içine atmamayı, onu dışa vurmayı öğrenmelidir. Öfkesini hem belli etmek, hem aşırı davranıştan kaçınmak gerçekten zordur. Ahlâk, insanın duygularının bir düzene konulması ile oluşmaktadır. Öfkesini, sevgisini, açlığını, hırsını; doğruya, iyiye, güzele, kutsala yönlendirebilen insan, güzel ahlâk sahibi insandır. Okulöncesi çağdaki çocuğumuza, “Sen, ‘hayır’ demenin ne demek olduğunu bilmiyor musun?” diye çıkıştığınız olur. Çocuğunuz ‘hayır’ sözünü anlar, ancak, bu ‘hayır’ sözünün kapsadığı yasaklamaları, yönlendirmeleri hemen davranışlarına geçiremez. Bu gibi durumlarda çoğunuzun konuşmayı öğrenirken geçirdiği günleri hatırlayın. Çocuk konuşmaya başlar başlamaz, sekiz, on kelimelik cümleler kuramaz.

Doğrular ve yanlışlar

Duygu ve davranışları, kontrol etmeyi öğretirken anne-babaların düştüğü başlıca iki yanlış vardır. Bazı anne-babalar, bu tür kontrole hiç yönelmezler. Bunların çocukları altı yaşına geldiğinde, iki yaşındaki çocuktan farklı değildir. İçinden gelenlere hiç gem vurmaz, arkadaşını tekmeler, oyuncağını kırar, çevresiyle uyumsuzluk içindedir. İkinci tip anne-baba ve özellikle baba, bunun tam tersini yapar. Yani çocuğu çok kısa sürede kontrole sokmak için aşırı baskı yapar. Anne-babaların bu yanlışa düşmemeleri için çocukların gelişimlerini, onlardan hangi çağlarda ne beklenilmesi gerektiğini bilmeleri şarttır. Bir çocuğun duygu ve davranışlarını, onun becerebileceğinden daha kısa sürede kontrol altına almak için baskı yapmak sorun yaratabilir. Çocuğun yemek yememesi, aşırı yavaş ve tembel olması, karabasanlar görmesi, tırnak yemesi, hayvanlardan ve karanlıktan korkması bu tür baskılar karşısındaki tepkiler olabilir. Bu kontrol sistemine başlamak için, üçüncü yaş uygundur. Çünkü bu yaş, çocuğun denge içinde olduğu, sorunlarla bunalmadığı bir dönemdir. Konuşmaya başlamış olması da kontrolü geliştirmeye yardımcı olacaktır. Aykırı davranışların kontrol edilmesi için giderek artan bir şekilde üzerinde durun. Kardeşine öfkelendiği zaman, “Senden nefret ediyorum.” demesine göz yumarsanız, çocuğun kardeşine vurmasını engellemiş olursunuz. Duygularını sözle açığa vurduğu zaman, bunu davranışlara yükleme gereği duymayacaktır. Ona, “Kardeşine çok kızdın, anlıyorum; ama ona vurmasan doğru olur.” diyerek onu anlayışla karşıladığınızı belirtirseniz bu yolda epey aşama kaydetmiş olursunuz.

Çocuğa “şamar oğlanı” oyuncağı dikin!

Çocuğun aykırı duygu ve davranışlarını ortadan kaldırmanın veya kontrol altına almanın olumlu çözümlerinden biri de el altında bir “kukla şamar oğlanı” bulundurmaktır. Bu, evdeki kumaş parçalarından dikilebilecek bir bebek olabilir. Evdeki herkesin yerini tutabilecek olan bu bebek, çocuğun tepkilerinin hedefi olacak, böylelikle istenmeyen davranış ve duyguların önü alınmış olacaktır.

Dayak atmak çözüm değil

Aşırı yaramaz, saldırgan olan çocuklar için en iyi çözüm yolunun dayak olduğunu düşünen anne-babalar vardır. Bu, ateşi söndürmek için üzerine benzin dökmeye benzer. Çocuğunuz bir başka çocukla dövüşüyorsa, onu engellemek için dayağa yöneleceğinize, çocuğunuzun ellerini tutun, “Arkadaşına kızdın ama bunu ona konuşarak anlatabilirsin. Onu dövmeye kalkışman doğru olmaz.” deyin. Böylece, çocuğun gerçek duygularını anlayışla karşılamış olacağınız için onun kişiliğini olumsuz yöne itmeden saldırganlığını önlemiş olursunuz.

Rol değiştirme oyunu oynayın

Çocuğunuza “Bugün seninle yeni bir oyun oynayalım. Sen baba ol, ben çocuk! Şimdi sen ne dersen ben onu yapacağım. On beş dakika (bu süreyi sabrınıza göre ayarlayın) bu oyunu oynayalım.” deyin. Çocuğun sizden istediklerini ve size olan davranışlarını (yani sizin taklidinizi) gördüğünüz zaman, ondan bazen ne olmaz isteklerde bulunduğunuzu anlayacaksınız. Anne-babalar, genellikle çocuklarına ne kadar çok kural koyduğunu fark edemez. Çocukların da arada bir istedikleri gibi sözlerini dinletmek ve olumsuz duygulardan kurtulmak ihtiyacında olduklarını anlayamaz. “Rol değiştirme oyunu” çocuğa belirli bir süre de olsa, söz geçirmek ve olumsuz duyguları boşaltmak için fırsat verecektir. Başlangıçta çocuğunuz rahat davranmaktan korkabilir. Size “söz geçirmesinin” korkulu sonuçlar doğurmayacağına inanabilmesi için bir süre sabredip oyunu tekrarlamanız gerekecektir.

PROF. DR. MEHMET ZEKİ AYDIN
 
Çocuğun duygularını ifade etmesine fırsat vermek çok yararlıdır. Her şeyden önce, duyguların ifade edilmesi bir paylaşmadır.
“Sevinçler paylaşıldıkça çoğalır, üzüntüler paylaşıldıkça azalır.” meşhur sözü bunu çok güzel ifade etmektedir. Bazı insanlar, bastırarak veya unutarak acı veren duygulardan kurtulmanın mümkün olduğunu sanırlar. Halbuki, duygular açıkça dile getirildiğinde azalır. Anne babalar çocuklarının duygularını dinleyerek, hem tam olarak onları anlama imkanı bulmuş hem de onların duygularını paylaşmalarını sağlamış olurlar.

Bir başkası tarafından anlaşılmak insanın çok hoşuna gider. Çocuklarını dinleyen anne babalar, onları anladığını ve duygularını paylaştığını söz ve davranışlarıyla belli etmelidir. Böylece, çocukla onu dinleyen arasındaki sevgi daha da artar. Ayrıca, çocuk da büyüklerini anlamaya çalışır. Ne yazık ki anne-babamıza çocukken bir şey söylememiz hep “büyüklere cevap vermek” ve “saygısızlık” olarak yorumlanmış ve lafımız ağzımıza tıkanmıştır. Bizler, aynı yanlışa düşmeyelim. Hiç kuşkusuz, bizim de başka sorunlarımız veya sabrımızın taşmak üzere olduğu anlarımız vardır. Böyle zamanlarda, “İnsan annesiyle babasıyla böyle konuşur mu!” diye çocuğu terslemek yerine, “Şu anda senin duygularını dinleyecek durumda değilim.” demeniz, duygularını bastırmasına yol açmadan sorunu çözümleyecektir.

Bazı anne-babalar bu sözleri yanlış yorumlayacak ve çocukların olumsuz duygularını her zaman her yerde açığa vurmalarının doğru olduğunu sanacaklar. Halbuki durum böyle değil. Örneğin, çocuğunuz okulda öğretmenine ondan nefret ettiğini söylerse pek de hoş bir sonuç doğurmaz. Çocuklara duygularını dile getirmeyi öğretirken, başkalarının da duyguları olduğunu mutlaka öğretmelisiniz. Çocuklar, başkalarının duygularına da saygı duymayı öğrenmelidirler. Ancak, okulöncesi çağdaki bir çocuktan başkalarının duygularına karşı saygılı olmasını beklemek, fazla bir beklenti olur.

Başkalarının hislerini de hesaba katmalı

Çocuğunuza, karşısındaki insanların da duyguları olduğunu öğretmeye başlamanın zamanı 5 yaş civarıdır. Duyguları dışavurmanın uygun yeri ve zamanı olduğunu, kimi zaman da başa dert açmamak için duyguları hiç açığa vurmamak gerektiğini çocuğa öğretmek için 6 yaşını beklemek gerekir.

Yanlış bir şekilde, çocuklarımıza, duygularını ifade etmemeyi ve içlerinde saklamayı öğrettiğimizde, onlar normal bir insan olmak yerine içe dönük ve mekanik birisi durumuna gelebilir. Çocuklarda duyguların ifade edilememesi durumunda onların daha ileriki hayatlarında tedavisi gereken psikolojik sorunlara yol açabileceği bilinmelidir.

Çocuklarınıza zaman ayırın

Onlarla beraber olabileceğiniz, yoğunlaşabileceğiniz bir zaman ayırmanız gerekmektedir. İşiniz zamanınızın çoğunu alıyor olabilir. Ancak önemli olan, her türlü önemsiz işi programlamak değil, önemli işlere öncelik vermeye çalışmaktır.

Çocukların duygularını ifade edebilmelerini temin için hayali oyunlar oynamaları önemlidir. Yapılan bir yanlış da sadece olumlu duygularımızı ifade etmeye fırsat vermek, olumsuz duygularımızı göstermeyi yasaklamaktır. Örneğin, çocuğun, “seni seviyorum” demesine bir şey demezken, “sana kırgınım, seni sevmiyorum” demesine büyük tepki gösteririz. Bunun sonucunda, olumsuz duygularını hayat boyu içinde saklamak zorunda kalan çocuk, yetişkinlik döneminde ciddi ruhî sorunlar ve buna bağlı travmalar yaşayabilir.

Duygularını anlamak için soru sorun

Okul çağındaki çocuklarımızla konuşarak, gerekiyorsa sorular sorarak duygularını anladığımızı belirtmemiz gerekir: “Seni neyin mutsuz ettiğini bana söylemek ister misin?” gibi. Aynı zamanda, “Niçin böyle öfkelisin?” cümlesinde olduğu gibi, sadece “öfke” kelimesiyle sınırlandırmamak, duyguların renk tonları diyebileceğimiz, “mutlu, üzgün, yorgun, düş kırıklığına uğramış, ürkmüş, sinirli” gibi geniş bir alanı kapsayan, duygu ifadelerini kullanabilmek iletişimin rahatlığı açısından önemlidir.
 
Karen Horney, ‘çocukluk döneminin kaygıları’nın büyük ölçüde anne-baba tutumlarından kaynaklandığını belirtmektedir.
‘Kaygı’yı, ‘yapmak istediklerimizle koşullar arasındaki çatışma’dan, ‘dışa vurmak istediklerimizle bunu yapmamak arasındaki çatışmadan’, bir değer grubu arasındaki çatışmadan doğan ‘kaynağı belirsiz sıkıntılı durum ve tutukluk’ diye tanımlayabiliriz. O zaman da bu çatışmaların bizi etkilediği dönemlere ve durumlara bakmamız gerekmektedir.
Karen Horney, bu durumu şöyle açıklıyor:
“Çok sayıda nevrotik insanın çocukluk öykülerini incelerken hepsinde de ortak bölenin, farklı bileşenler içinde aşağıdaki özellikleri gösteren bir çevre olduğunu buldum.
Değişmeyen temel düşman, gerçek bir canayakınlık ve sevecenlik yokluğudur. Bir çocuk sık sık yaralayıcı (travmatik) olarak değerlendirilen - aniden sütten kesme, ara sıra dövme, cinsel deneyimler gibi- bir çok şeye dayanabilir, ancak içten içe sevildiğini ve istendiğini hissettiği sürece. Bir çocuğun sevginin gerçek olmadığını açıkça hissettiğini ve uydurma gösterilerle aptal yerine konamayacağını söylemeye gerek yok. Çocuğun yeterli sıcaklık ve sevecenlik alamamasının ana nedeni, annenin ve babanın kendi nevrozları yüzünden bunu verme yetisinden yoksun olmalarında yatmaktadır. Kendi deneyimlerime göre ‘temel içtenlik yokluğu’ çoğu kez kamufle edilir ve aileler çocuk için en iyisini istediklerini öne sürerler. Eğitim kurumları ve ‘ideal’ bir annenin aşırı vesveseli ya da aşırı özverili tutumu, gelecekteki derin güvensizlik duygularının köşetaşını büyük ölçüde oluşturan bir ortama katkıda bulunan temel etkenlerdir.
Ayrıca, anne-babaların tarafında, çocukta düşmanlık yaratmaktan başka işe yaramayan çeşitli eylemler ya da tutumlar buluruz: Öteki kardeşlerin yeğlenmesi, haksız azarlamalar, aşırı bir ilgiyle küçümseyici reddetme arasındaki önceden kestirilmesi olanaksız değişmeler (tutarsızlık), yerine getirilmiyen vaatler ve bir o kadar önemlisi, çocuğun ihtiyacına yönelik geçici düşüncesizlikten çoğu kez en mantıklı arzularına ısrarlı bir biçimde karşı olmaya, örneğin arkadaşlıklarını bozmaya, bağımsız düşünce çabasını alay konusu etmeye, kendi arayışı içinde sanatsal, atletik ya da mekanik ilgisini yok etmeye dek her türden derece değişmesi gösteren tutumlar. Bütün bunlar, ane-babaların amaçlı olmasa bile sonuç açısından çocuğun iradesini kırma anlamına gelen tutumlardır.
Çocukluk dönemlerinin kaygıları arasında ‘çocuk cinselliğine yönelik yasaklayıcı tutumun’ özel bir önemi olduğunu belirten Karen Horney, çocuklarda çaresizlik, korku, sevgisiz bırakılma ve suçluluk duyguları yaratmanın onları ilerde etkileyeceğini belirtiyor.
Peki, çocuklar hiçbir isteklerinde engellenmemeli mi? Onlara doğru/yanlış tutumları nasıl öğretebileceğiz?
Karen Horney şunu belirtiyor : “Gözlemler, yetişkinler kadar çocukların da büyük ve çok sayıda yoksunluğu, bunların haklı, doğru, gerekli ya da amaçlı olduğuna inanmaları koşuluyla kabul edebileceklerini her türlü kuşkudan uzak bir biçimde gözler önüne sermiştir. Örneğin anne-baba temizlik konusunda kesin bir baskı uygulamaz ve açık ya da gizli bir acımasızlıkla çocuğu zorlamazlarsa çocuk temizlik eğitiminden rahatsız olmaz.
Bir çocuk, genelde sevildiğinden emin olması ve cezanın haklı olduğuna ve onun yaralama ya da küçük düşürme amacıyla yapılmadığına inanması koşuluyla, ara sıra yapılan bir cezalandırmadan rahatsız olmayacaktır.
Görüldüğü gibi, çocuğa karşı gösterilen tutumun biçiminden çok daha önemli olan , tutumun özüdür, amacıdır. Çocuğun, ona gösterilen yaklaşımın özünü ve amacını çok iyi anlayacağından kuşku duyulmamalıdır. Çünkü çocuklar, kendi duyguları ve sezgileriyle kendilerine gösterilen tutumun özündeki niyeti çok iyi anlayabilirler. Onun için de ‘ne yapıldığı’ndan çok ‘neden yapıldığı’ önem kazanmaktadır.
Karen Horney, çocuklardaki, ‘kıskançlık’ uyandıran duyguların da kaygılarda önemli bir rol oynadığını belirtiyor. Kardeş kıskançlığı, yaşıtlar arası rekabetten doğan kıskançlık, anneyi ya da babayı kıskanma gibi kıskançlıklar da zamanında anlaşılması gereken duygulardır.
Çocuğun ‘bağımlı’ olup olmaması ise ailelerin tutumuyla ilgilidir : “Bu, bütünüyle ailelerin çocuklarının eğitimiyle neye ulaşmaya çalıştıklarına bağlıdır ; yani eğitimin bir çocuğu güçlü, cesur, bağımsız, her türlü durumla başa çıkabilecek bir insan yapmak mı, yoksa çocuğa kol kanat germek, onu boyun eğmeci yapmak, yaşamı savsaklamasını sağlamak ya da onu yirmi yaşına kadar ya da daha uzun bir süre için çocuksulaştırmak, çocuk kalmasını sağlamak mı olduğuna bağlıdır.”
Hepimizin en başta bunları bilmesi gerekmiyor mu?

(Çağımızın Nevrotik Kişiliği – Karen Horney, Öteki Yayınevi, Çeviren, Selçuk Budak.)
 
Kıskançlık, kardeşler arasında rekabet olması, bir ödül için birbirleriyle yarışmaları demektir. Buradaki ödül, anne-babanın ilgisi ve sevgisidir. Kardeş kıskançlığı, anne-babalar için dayanılmaz olsa bile, çocukların hırs ve kıskançlık gibi duygularla başa çıkabilmeleeri açısından önemlidir. Sevgi, yorgunluk, başarı, güven ve kızgınlık gibi, kıskançlık duygusu da çok normal bir duygudur. Anne-babaların yapması gereken, çocuğa kıskanç olmamayı öğretmek değil, kıskançlık hissettiğini fark ettirmek ve ona bu duygusunu nasıl ifade edebileceğini öğretmektir. Bunun için ilk adım, anne-babaların bu duyguyu tanıyabilmeleri ve doğru tepkiler verebilmeleridir. Çünkü, çocuklar pek çok şeyi sözlerden değil, davranışlardan öğrenirler. Anne-babaların hatalı davranışları ve olaylara verdikleri tepkiler de, çocukların kıskançlık hissetmelerine neden olabilir. İşte anne-babaların hatalı tutum ve davranışlarından bazıları:
Çocuklarınızdan birini göz bebeği olarak seçmeyin: Anne-babalar, kimi zaman farkında olmadan, kendilerini bir çocuklarıyla özdeşleştirirler. Onlar için o çocuğun yeri ayrıdır. Her ne kadar bunu etrafa ve diğer çocuklarına hissettirmediklerini düşünseler de, çocuklar bunu hisseder ve kendilerinde suç aramaya başlarlar. Bununla beraber, çocuk için bir başkasını suçlamak daha kolaydır. Bu durumdaki ilk hedef, kardeşleridir.
Çocuğu etiketlemeyin: Ne yazık ki, anne-babalar çocuklarını herkesin duyacağı şekilde azarlayıp, eleştirip, şikayet ederken, farkında olmadan onları bu yanlışı yapmaları için teşvik etmiş olurlar. Utandırılan, küçük düştüğünü hisseden çocuklar, aynı davranışı yaparak, kendilerinin utanmasına ve suçluluk duymasına neden olan anne-babalarına ceza vermiş olrlar. Üstelik, etiketleme (yaramazsın, tembelsin gibi sözler), çocukların bu davranışlarını haklı çıkarmaları için yasal bir yol haline gelir. Her davranışının ardından bahane olarak “ben zaten yaramazım, tembelim” gibi sözlerle kendilerini haklı çıkarırlar.
Karşılaştırma yapmayın: Anne-babalar, çocukları birbirlerine örnek göstererek, onları cesaretlendirerek, doğru davranışa yönlendirmek isterler. Farkında olmadıkları ise, karşılaştırmanın (kardeşle ya da arkadaşla), çocuklardaki benlik hissini azaltacağıdır. Çocukları birbirleriyle karşılaştırmak, rekabeti doğurur ve arttırır. Rekabet ise, hırs ve kıskançlık getirir.
Taraf tutmayın ve hakem olmayın: Haksızlığı, anne-babaları tarafından onaylanan çocuk, küçük düşürme, becerisizlik, suçluluk, utanma, yetersizlik, değer verilmeme, sevilmeme gibi duygular içinde olacak ve bu kötü hissettiren duyguların sorumlusu olarak kardeşini görecektir. Bu gibi duygularla başa çıkmasını bilmeyen çocuk, aynı zamanda bu duyguları hissettiği için kendisinin “kötü bir çocuk” olduğunu düşünecektir. Bu gibi olumsuz duygular altında ezilen çocuk, yanlış yapmaya daha fazla meyilli olacaktır.
Unutmayın, her çocuk aynı olmaz: Anne-babalar, çocuklarının aynı davranmalarını ve aynı hissetmelerini beklerler. Esas hata buradadır. Çocuklar, zeka, duygu, huy, yetenek, ilgi ve kişilik bakımından farklıdırlar. Anne-baba olarak siz de farklısınız. Geçen zaman içinde siz de farkında olmadan değişmişsinizdir. Bu yüzden, farklı kişilere aynı davranmak sorunu çözmez. Aynı sevgi ve aynı ilgi farklı kişilerin ihtiyaçlarına aynı cevabı vermez. Yapılan araştırmalar, kardeş sahibi olmanın aynı derecede stres yarattığını ve bu duygularıyla başa çıkmayı öğrenen çocukların ileriki yaşamlarında karşılarına çıkan sorunları daha kolay çözebildiklerini gösteriyor. Çünkü, kardeş sahibi olmak çocuklara, paylaşmayı, hırslar ve kıskançlıklarla yüzleşmeyi öğretiyor. Her ne kadar kavga da etseler, kardeşler birbirlerinin zor durumlarında bir araya gelir ve tek vücut olurlar. Peki, anne-baba olarak kardeş kıskançlığının olumsuz yönlerini yok edip, nasıl olumlu bir hale getirebilirsiniz? İşte, yapılabilecekler:
Aile birliğine önem vermek: Ailece bir araya gelip, ortak bir zaman geçirebileceğiniz zamanlar yaratmalısınız. Ayrıca, çocuklarınıza davranışlarının sorumluluğunu almayı, kendilerini iyi ifade etmelerini, sorunlarını çözme yollarını öğretmelisiniz. Sorun çıktığında, duygularıyla nasıl başa çıkmayacağını bilmeyen çocuk, saldırganlaşmaya ve kavgaya girişir. Çocuğunuzun ne hissettiğinin farkına varmasını sağlamalı, bu duygularıyla başa çıkmasının vurmak ve kavga etmekle halledilemeyeceğini öğretmelisiniz.
Bireylerin kendilerine özgü özelliklerine önem vermek: Çocukların kendilerine özgü özellikleri, ilgi alnları ve yetenekleri vardır. Bunların farkına varıp, bu özelliklerini ortaya çıkarmak, onların kendilerini iyi ve başarılı hissetmelerine ve aynı zamanda sevildiklerini düşünmelerine neden olacaktır. Bir diğerinin yaptıklarını yapmasalar da, mutlaka kendisinin yaptığı ve anne-babası tarafından onaylanan iyi bir tarafları vardır. Bu, çocuğun kendine olan güvenini arttıracak, bir başkasında gördükleri karşısında üzülmesini önleyecektir. Çocukalrın okul başarıları dabirbirine benzemek zorunda değildir. Zeka, sadece matematik zekası değildir; 7-8 değişik zeka türü tespit edilmiştir. Bu yüzden, bir çocuğun matematik ve fen dersi notları yüksekken, bir diğerinin dil yeteneği ve kendini ifade yeteneği ön planda olabilir. Bunun dışında, spora olan yatkınlığı, müziğe veya resme olan yeteneği de zeka türleri arasındadır.
Çocuğunuzun duygularını gözardı etmeyin: Yanlış ya da doğru duygular diye bir şey yoktur. Bu yüzden, çocuğunuzu kardeşine karşı olumsuz duygular hissetmemesi konusunda baskı altına almamalısınız. Tam tersine, onunla davranışlarının nedenlerinin hissettikleriolduğu yolunda konuşmalı, hissettiklerini ayırt etmesine yardımcı olmalı ve ona doğru davranış yollarını göstermelisiniz. Bunun için, iletişim becerilerini kullanmalı, etkin dinleme ve ben dili metotları ile yola çıkmalısınız. Yapabileceğiniz şey, soracağınız sorularla, çocuğunuzun çözümü kendisinin bulmasına yardım etmek olabilir.
Çocuğunuzun duygularıyla yüzleşmesini sağlayın: Eğer çocuğunuz kardeşi için “Keşke ölse, bu evden gitse, nefret ediyorum” gibi düşünce ve duygularını dile getiriyorsa onu asla azarlamayın.
Çocuğa model olun: Genelde, herkes çoklu öğrenme sistemi uygulandığında daha iyi hatırlar. Dolayısıyla, çocuğunuza söyleyip, uyardığınız ya da tembih ettikleriniz, çocuğunuzun kulağının bir köşesinde kalabilir. Fakat, tembih ettiklerinizi anne-baba olarak sizin de uyguladığınızı gördüğünde, sizi ve davranışınızı örnek alır. Örnek aldığı davranışları uygulamaya başladığında, bunlar alışkanlık haline gelir. Zamanla alışkanlıklar, kişiliğin temel özelliği halini alırlar. İlgi odağını değiştirin: Sorun çıkaran çocuğunuz dikkat çekmeye çalışıyor olabilir. Bu nedenle ilgi, mağdur olana gösterilip, suçlu göz ardı edildiğinde, suçlu olan kötü davranışlar yolu ile ilgi odağı olamayacağını anlayacaktır. Bu demek değil ki, kardeşlerden birine ilgi gösterin ve diğerini ayırın. Kardeşler fiziksel olarak birbirlerine zarar verdiklerinde, acil olan canı acıyanı ya da zarar göreni iyileştirmektir; yoksa haksızlığa uğradığını, ne bahtsız olduğunu, ne kötü kardeşi olduğunu vurgulamak değildir. Amaç, diğer çocuğu dışlamak değildir. İşler durulduktan sonra, hep beraber oturulup, olayların nasıl geliştiğini, zarar görenin duygularını paylaşmak, empati kurmayı öğretmek, kardeşler arası ve çocuk-anne-baba arası ilişkileri ve iletişimi geliştirme açısından önemlidir.
Olumlu davranışlarını vurgulayın: Anne-babasından ilgi göstermesini beklemeden, çocuğa her durumda ilgi gösterilmelidir. Bu, hem ilişkinin kalitesini yükseltir, hem de çocuklar beraber daha fazla zaman geçirilmesini sağlar. Dikkatiniz, onun yaptığı olumlu davranışlara yöneldiğinde, olumlu davranışları ödüllendirildiğinde (övmek ya da sevgi ve ilgi göstermek gibi), sevgi koşulsuz verildiğinde (sana şu an kızıyorum, ama sevmeye devam ediyorum), çocuk kardeşini kıskanmanın ya da ona kötü davranmanın kendisine prim yapmadığını ve olumlu bir getirisi olmadığını öğrenecektir. Halbuki, kardeş kıskançlığına odaklanmanız, çocuğu bu davranışı yapmaya yöneltecektir.
İyi bir dinleyici olun: Çocukların aralarındaki rekabet ortamına çözüm getirmenin ilk adımı, iyi bir dinleyici olmaktır. Dinleyici derken, oturup dinlemek anlaşılmasın. Tersine, etkin dinleme ve ben dili beraber kullanılmalı. Dinleyip, olayı ve çocuğunuzun duygularını anladıktan sonra, ona anlaşıldığını, ancak etkin dinleme yaparak yani duygularını ona geri bildirerek yapabilirsiniz. “Kardeşimden nefret ediyorum. Keşke başka evde yaşasa” diye duygularını ifade eden çocuğunuza, “Anlaşılan seni çok kızdırmış ve üzmüş. Biraz yalnızlık hissediyorsun sanırım” gibi bir duygu geri bildiriminde bulunarak, onu anladığınızı, en azından yanlış anlamış bile olsanız, çocuğunuza düzeltme ve kendini açıklama fırsatı vermiş olursunuz.
Kavgalara hakem olmayın: En iyisi, durum çıkmaza girene kadar karışmamaktır. Durum çıkmaza girdiğinde ise çocukların öfkelerini kabul etmekle işe başlanılabilir. Çocukları dinleyip sorunlarını anladıktan ve sorunu tekrar edip doğru anlayıp anlamadığınızı kontrol ettikten sonra, eğer öfkeleri aynı şiddette devam ediyorsa, onları ayırmayı deneyip, başka odalara yollayabilirsiniz. 10 dakika ya da yarım saat sonra buluşmak için sözleşip, neler hissettiklerini, neyi niçin yaptıklarını birbirleriyle paylaşmalarını isteyebilirsiniz. Bir başka metot ise, sorunu kendilerinin çözebileceklerine güvendiğinizi belirtip, odayı terk etmek ve ancak onlar anlaşma yolunu bulduktan sonra döneceğinizi belirtmek olabilir. Bir açık kapı bırakıp, ihtiyaçları olduğunda, size danışabileceklerini hatırlatabilirsiniz. Bu aşamada en önemlisi, çocukların, bir diğerinin tarafını tutmayacağınıza dair size olan güven duygularının gelişmesini sağlamak olacaktır.
Sonuç olarak, doğru ve sağlıklı iletişim metotlarının kullanıldığı, duyguların ifade edildiği, çocuklara duygu ve düşüncelerini nasıl ifade edebileceklerinin öğretildiği ailelerde de, olumsuz duygu ve olumsuz davranışlar olacaktır. Ancak böyle ailelerde çocuklar anne-babalarına güvenmeyi, kendilerini ifade etmeyi ve empati kurmayı öğrenmiş olduklarından, olumsuz hissettikleri duygulara, doğru davranışlar göstererek başa çıkmayı daha kolay öğreneceklerdir.



Kaynak: "Anne şuna bak bana vuruyor" Elaine K. McEwan-ARZU YEŞİLLETEN- Uz. Psikolojik Danışman
 
Çocularin bir inatlasma nöbeti süresince fikir degistirdigine tanik olabilirsiniz. Bazen, neyi isteyip neyi istemedigini bile anlayamazsiniz. Örnegin, acikmistir ama evdeki yemegi yememekte direnir, hamburger ister,hamburgerciye gidersiniz, ben bundan istememistim ötekinden al diye tutturur, öteki menüden alirsiniz baska bir bahane bulur vs. Birinizden biri yenik düsene kadar devam eder bu sürtüsme.
Çocugunuzun inatlasma dönemlerinde her iki tarafin da amaçlarini açikça ortaya koymaya çalisin. Sizin amaçlariniz çok çesitli olabilir; ona yemek yedirmek, bir oyuncakçinin önünden geri çekmek, ablasinin odasindan çikmasini saglamak veya uyutmak. Onun ise tek bir amaci vardir; sizin dediginizin tersini yapmak. Ancak bu sekilde size kendisinin bagimsiz bir birey oldugunu, kendi tercihlerini kendisinin yapabildigini kanitlayacaktir. Pek çok anne-baba bunun farkinda olmadigi için çocuklariyla gereksiz yere çatismaya girer ve kendilerini de çocuklarini da yipratir. Daha da kötüsü bazi çocuklar bunu bir aliskanlik haline getirirler, daha ilerki yaslara tasirlar ve/veya anne-baba bu çatismalara çözüm olarak siddete basvurmaya baslar. Kisacasi çok küçük yaslarda baslayan ve çocuklarin gelisiminde çok dogal olan inatlasma, anne-baba ve çocuk arasindaki bir iletisimsizligin baslangiç noktasi olabilir ve bir kisirdöngüyle son bulabilir.
Çocugunuzla çatismaya girdiginizde yapmaniz gerekenler söyle siralanabilir;
1. Her seyden önce bu durumda sogukkanliliginizi korumaya çalisin. Derin bir nefes alin ve içinizden "O sadece bir çocuk" deyin. Öfkeli bir tavir takinmayin, yumusak ve uzlasmaci bir ses tonuyla konusmaya özen gösterin. Kesinlikle basarisiz olacaginizi akliniza getirmeyin.
2. Sahada olmadiginizi ve futbol oynamadiginizi unutmayin; her ikiniz de kazanabilir, her ikiniz de amaciniza ulasabilirsiniz. Amaciniz ona, kimin güçlü kimin güçsüz oldugunu ispatlamak degil, o anda elde edemeyecegi bir seyden vazgeçmesini saglamak olmali.
3. Istedigi seyi neden yapamayacaginizi basit bir sekilde açiklayin ve bu açiklamayi yaparken mutlaka bu durumdan dolayi ne kadar üzgün oldugunuzu belirtin. Onun istedigi seyi sizin de istediginizi ama kosullarin buna izin vermedigini söyleyin. Duygularini paylastiginizi bilmek onu hem rahatlatacak, hem de sizi ona karsi sürekli engeller koyan bir düsman olarak görmesini engelleyecektir.
4. Ona kararli ve tutarli, fakat mutlaka sevecen bir tavirla yaklasin. Önce "hayir" dediginiz bir seye sonradan "evet" derseniz çocugunuz bunu size karsi sürekli kullanmaya baslayacaktir. Baska zaman ve durumlarda da siz pes edene kadar da sizinle çatismaya devam edecektir.
5. Ona gerekli açiklamalari yaptiktan, üzgün oldugunuzu söyledikten ve bu konuda kararli oldugunuzu hissettirdikten sonra biraz zaman taniyin. Bir süre sonra yeniden istedigini elde etmek konusunda sizinle inatlasmaya baslarsa hiç tepki vermeyin. Birkaç denemeden sonra vazgeçecektir.
6. Çocugunuz herseye ragmen sizinle inatlasmaya devam ediyorsa, dikkatini istedigi seyden baska bir noktaya çekmeye çalisin. Bu bir çizgi film, bir kus, bir kedi, sevdigi bir yiyecek veya oyun vb. herhangi birsey olabilir. Çocugunuz sakinlesene kadar ilgisini çekebilecek degisik alternatifler deneyebilirsiniz. Bu küçük yastaki çocuklarda daha çok geçerlidir. Ancak, okul yasina kadar, hatta bazen daha sonrasinda bile bu yöntemin yararini
görebilirsiniz.
7. Çocugunuza seçenek sunun, böylece onu bagimsiz bir birey olarak tanidiginizi, onun kararlarina saygi duydugunuzu düsünecektir. Kendisiyle ilgili kararlari verebildigini ve onun seçimine öncelik tanindigini düsünerek inatlasmaktan vazgeçecektir. Siz de makul bir kaç seçenekten birini kabul ettirebildiginiz için kendinizi rahat hissedeceksiniz. Sundugunuz seçenekler ne kadar az olursa çocugunuzun karar verme süresi de o kadar kisa olur. Sundugunuz seçeneklerin, herhangi birinin seçilmesi durumunda onayladiginiz seçenekler olmasina dikkat edin ki, yeniden bir anlasmazlik yasamayasiniz.
ÇOCUKLARDA ´HAYIR´ DÖNEMI
Çocuklarda ´hayir´ dönemi, 1 yastan hemen sonra baslar. Bazi çocuklarda bu süre kisadir ve kendini çok hissettirmez. Bazi çocuklarda ise çok uzun süreli ve siddetli olabilir. Bu dönemin normal ve saglikli bir dönem oldugunu, çocugun birey olabilmesinde ve kendisini ifade edebilmesinde önemli bir yer tutttugunu unutmamak gerekir. Bu dönemi kolay ve saglikli geçirebilmek için nelere dikkat etmemiz gerektigini gözden geçirelim:
Onunla konusurken, ondan birsey yapmasin veya yapmamasini isterken, bir
birey oldugunu, kendi kararlarini kendisinin verebildigini ve bizler gibi onun da direktiflerden hoslanmadigini unutmayin. Hayatiyla ilgili kararlari kendisinin verebildigini düsünmesini saglayin.
´Yemegini televizyon izlerken mi yemek istersin, yoksa benimle birlikte masada mi yemek istersin´ gibi bir mesaj, kararlarina saygi duyuldugunu düsündürecektir. Böyle bir mesajla onu yemege davet etmeniz ´hayir, yemek yemek istemiyorum´ gibi bir yanit alma olasiliginizi da azaltir. Ona karsi negatif bir tutum içine girmeyin, olabildigince az ´hayir´ deyin. Siz ona ne kadar negatif bir tutumla yaklasirsaniz, o da size o kadar nefatif bir tutumla yaklasacaktir. Siz ona ne kadar çok ´hayir´ derseniz, o da size o kadar çok ´hayir´ diyecektir. Negatif cümleler kurmaktan da kaçinin. Yapilmasini istediginiz seyi olabildigince pozitif cümleler kullanarak ifade etmeye çalisin. ´Ayakkabilarini çikart´ demek yerine, ´Terliklerimizi giyelim haydi´ demek daha etkilidir. Mesajlarinizi, ´hayir´ yaniti alamayacak sekilde iletin. ´Sütünü iç´ yerine, ´sütünü balikli bardaginla mi, yoksa kupanla mi içmek istersin´ seklinde mesajinizi iletin. ´Hayir´ dediginde, onunla alay etmeyin, küçümsemeyin, gülmeyin, onunla inatlasmayin, ona kimin güçlü oldugunu ispat etmeye çalismayin, sinirlenmeyin ve asla ona ceza vermeyin. Aranizda çikan sorunu ortadan kaldirmaya çalismak yerine, uzlasmaci bir tavirla çözüm üretmeye çalisin ve onu da çözüm üretmeye davet edin.
Kurallar çocugun ruh sagligini bozar mi?
Inatlasma döneminde olmasi çocugunuza hiç ´hayir´ demeyeceginiz anlamina gelmez. Çocugunuza zaman zaman kisitlamalar, yasaklar koymak zorundasiniz, bunun çocugunuzun ruh sagligini bozmasindan korkmayin. Dikkat edilmesi gereken en önemli sey koydugunuz yasaklarin gerekli oldugundan emin
olmanizdir. Gereksiz konularda da yasaklamalar getiriyorsaniz, bir süre sonra çocugunuza çok fazla ´hayir´ demeye baslarsiniz. Bu da çocugunuzda, hem bagimsizliginin elinden alindigi, hem de her seyi yanlis yaptigi hissini uyandirmaya baslar. Her iki duygu da onun kendine olan güvenini sarsar veonu rahatsiz eder. Bu yüzden, öncelikli olarak ´hayir´ demeniz gerekenlerin listesini yapin, bunlar disinda da gereksiz zamanlarda ve durumlarda ´hayir´ dememeye özen gösterin. Ayrica, asiri kurallarla büyüyen çocuklarin, kurallari koyan yetiskinler yanlarinda olmadigi zamanlarda bu kurallari ihlal etme egilimi duyduklarini da unutmayin.

Kurallara uyumu nasil kolaylastirabiliriz?
Çocuklarin kurallara uygun davranmalarini ve kurallardan daha az rahatsiz olmalarini saglamanin en iyi yolu bu kurallarin gerekçesinin açiklanmasi ve kurallarin çocuklarla birlikte konmasidir. Bazi kurallarin anne-babalar için de kondugunu bilmek çocugu rahatlatir ve kurallara uyumunu kolaylastirir.Çocuk anne-babasinin sirf kendisine muhalefet olmak için degil, onun iyiligini istedikleri için bazi kurallar koydugunu bilmelidir.Yasakladiginiz seyleri yapmaya kalktiginda, nazikçe ona yasakladiginiz seyiyeniden hatirlatin ve yapabilecegi alternatif bir sey önerin. Örnegin yemekten önce gofret yemek istiyorsa, ´yemekten önce gofret yenmez´ demek yerine ´yemekten önce gofret yersen yemegini yemek istemeyebilirsin, amaistersen bu gofreti saklayabiliriz ve yemekten sonra yiyebilirsin´ diyerek ona alternatif bir gofret yeme zamani sunabilirsiniz. Veya duvarlari çiziyorsa, ´duvari çizme´ demek yerine, ´duvarlari çizersen duvarlarkirlenir, ama eger istersen sana kagit verebilirim veya çizmen için duvara kagit yapistirabilirim´ diyebilirsiniz. Böylece, hayirlariniz onu daha az rahatsiz edecek, bagimsizliginin elinden alindigini düsünmeyecek, onun isteklerinize önem verdiginiz düsünecek, kurallarin gerekçelerini ögrenecekve sizinle çatismaya girmeyecektir.
Yasaklara uymadiginda cezalandirmak yerine, kurallara uydugunda onu ödüllendirin. Ödül veriken de ´benim oglum söz dinler, annesinin her dedigini yapar´ gibi sizin üstünlügünüzün altinin çizildigi bir cümlekullanmak yerine ´sen harikasin, bunu ne güzel yaptin´ gibi onu onayladiginizi belirtir bir cümleyi tercih edin. Onun yaninda baskalarina, çocugunuzdan övgüyle sözedin.
Ondan olumsuz bir davranis beklentisi içinde olmadiginiz mesajini verin. ´Biçaklarla oynamamak gerektigini unuttun sanirim, unutmasaydin tehlikeli olduklari için oynamazdin zaten biliyorum. Onlari tekrar çekmeceye birakacagin için tesekkür ederim´ gibi bir mesaj ´sana kaç kere söyledim,
biçaklarla oynama´ gibi bir mesajdan çok daha sagliklidir ve çocugunuzun uyumunu kolaylastirir.

Çocuğunuzda büyük değişimler gözlüyorsunuz son günlerde. Kısa bir süre öncesinde, gayet sevimli ve sempatik olan bebeğiniz, her cümlesine "hayır" diyerek başlıyor. Bunun tek nedeni; çocuğunuzun, yeni bir çağa girmiş olması.
Birinci yaşın sonları ve ikinci yaşın başları, çocuğun "Ben Çağı" diyebileceğimiz özellikler gösterdiği psikolojik sürecin başladığı dönemdir. Tuvalet eğitimi dönemi diye de bilinen bu dönem, çocuk için büyük değişimlerin olduğu bir evredir. Çocuk artık yürüyor, konuşuyor ve çevresini büyük bir merakla araştırıyordur. Bu arada; eline her geçeni ağzına götürüp, tadına bakmaktan da geri kalmıyordur. Suyla oynamaya bayılır, yemeklerini yere ve üstüne başına dökmesi ona büyük bir zevk verir. Tüm bunlara ek olarak bu dönemde, çocukta başka bir özellik baş gösterir. Çocuk her gördüğü nesneyi, oyuncağı ve eşyayı fazlasıyla sahiplenir. Bir kere eline geçirdi mi, "benim...benim" diye tutturur. Elinden almaksa; hemen hemen olanaksız gibidir. "Benim" diye sahiplendiği eşya ya da oyuncak elinden alındı mı, sanki kıyamet kopuyor sanırsınız. Çocuk kendini yerden yere atar, ellerini yumruk yapar, önüne ne gelirse vurur. İstediğini almadan da kolay kolay sakinleşmez. Bu tablo, anne-baba için tam bir
faciadır. Anne-baba çocuğu sakinleştirmek için elinden alınan eşyayı geri verseler de artık iş işten geçmiştir, çocuk onların bu davranışlarını asla affetmeyecektir. Bu yüzden de susmak yerine, daha da şiddetli bağırmaya başlar.
Bu dönemin başında çocuğun ilk öğrendiği kelime "Hayır!"dır. Çocuk kendisine olumlu-olumsuz ne söylenirse söylesin her şeye "Hayır" yanıtını yapıştırır. "Ne şirin bir çocuksun sen, gel... bana bir yanak ver" Çocuğun yanıtı "Hayır" olacaktır. "Yavrum sallanıp duruyorsun, çişin mi var?... "Hayır"! "Bu yemeği sevdin mi?" ... "Hayır"!.. Bu örnekler daha da çoğaltılabilir. Sanki doğduğundan bu yana o şirinlik muskası, sevimli, herkese sevecen davranışlar gösteren sempatik bebek gitmiş, yerine her söylenene "Hayır" diye olumsuzlukla yanıt veren, "Evet" kelimesini hiç duymamış bir çocuk gelmiştir. Tüm bunlara bir de çocuğun "Ben" tutkusu eklenince, anne-babalar kendilerini çıkmaz bir sokakta bulmuş gibi olurlar.
Çocuğun bu davranışlarının nedenini, özerkliğini elde ederken, anne-babasına ve çevresine kendini kabul ettirme çabası olarak açıklayabiliriz. Çocuk bu davranışlarıyla "Artık ben de varım, benim de isteklerim var ve ben bu istekleri elde etmek için elimden gelen her şeyi yaparım" mesajını vermektedir. Başına buyruktur, ele avuca sığmaz, yanınıza çağırınca kaçar, "yavrum git... işim var." denince eteğinizden ayrılmaz.
Çocuğa göre; annesinin her şeyi vardır. Çocuğu vardır, kocası vardır, giysileri vardır, yemek yapmasını bilir, tencereleri vardır, bardakları vardır, koltukları vardır, parfümleri vardır, rujları vardır, ojeleri vardır... Babasının da her şeyi vardır. Kravatı vardır, ayakkabıları vardır, karısı vardır, arabası vardır, ofisi vardır, bıyıkları vardır, çantası vardır, yatağı vardır... Ve çevresindeki herkesin hep kendilerine ait olan bir şeyleri vardır. Çocuğun, bu dönemde anne-babayı model aldığını ve kişilik gelişimi içine girdiğini düşünürsek, çocuğun da kendi adına bir şeyleri sahiplenmesini yadırgamamak gerekir. Kız çocukları, annelerinin topuklu ayakkabılarını her fırsat yakaladıkları an giyerler ve o topuklu ayakkabılarla dolaşmaktan büyük bir haz duyarlar. Annesi "çıkar çabuk o ayakkabıları, bileklerini kıracaksın..." diye feryat edince de aldığı yanıt kısa ve nettir: "Hayır, benim"!.. Bu dönemde çocuğun yarım yarım konuştuğunu da göz önüne alırsak, annelerin çoğu küçükkızlarının bu davranış ve yanıtlarına gülmeden edemezler ve arkadaş toplantılarında mutlaka anlatırlar. Erkek çocukları için de durum aynıdır. Onlarda babalarının kravatlarını, kemerlerini vücutlarına sararlar ve geri alınmaması için de kaçıp saklanırlar. Verecekleri yanıt zaten bellidir: "...Benim ..." Yine fırsatını yakaladığı zaman, annesinin tüm makyaj malzemeleriyle boyanan, gecelikleri üzerine takan, o parfümleri her tarafa sıkan minik kızlarla, babasının traş fırçası ile traş olan, bulduğu anda traş köpüklerini tüm suratına sıkan, traş losyonlarını her yere döken, babasının yatağında, babasının yerinde uyumuş kalmış numarası yapan küçük erkeklerle, her anne-baba karşılaşmıştır.
Küçük çocuklar, evde ya da gittiği yerde eline geçirdiği tüm eşyaları kucağında toplar. "Benim" diye tutturur. Alış-veriş sırasında hoşuna giden bir oyuncak ya da eşyayı alır. O onundur, tartışması bile olmaz. Ve anne-baba hep etrafa karşı mahcuptur, çocuğuna karşı öfkeli ve kızgındır, kendi kendine "nerede hata yaptım?.." sorusuna yanıt aramakla meşguldür. Ancak bazı anne-babalar her zaman çocuğa yenik düşmezler. Çocuğu korkutarak, aşırı kızarak, hatta döverek, ağır bir baskı uygularlar. Bunun sonucu çocuk, doğal ve içgüdüsel gelişimini korkudan dolayı iç dünyasına ve bilinçaltına bastırarak, anne-babasının istekleri doğrultusunda davranışlar gösterir. Bu davranışlar yaramazlık yerine durgunluk, karıştırma ve araştırma yerine aşırı düzenlilik temizlik gibi bu dönemde çocukta görülmeyecek olan ve doğal olmayan davranışlarıdır.
Ben Çağında Anne-Babalar Nasıl Bir Yol İzlemeli
Öncelikle anne-babalar çocukların geçirdikleri dönemlerin özelliklerini bilmelidirler. Bunu bildikleri zaman, hem çocukların anormal davranışlar sergilemediklerini anlarlar, hem de kendileri psikolojik olarak rahatlamış olurlar. Bu rahatlık beraberinde sabır ve hoşgörüyü de getirecektir.
Ayrıca çocuğun sahip olduğu bu olumsuz niteliklerin "geçici" olduğunu; dört yaşın sonundan itibaren daha söz dinleyen, daha mantık çerçevesinde hareket edebilen, daha az ağlayan ve daha sosyal bir çocuk olacağını bilmek de anne-babayı rahatlatan faktörler arasındadır.
Bu dönemde çocuğunuz istenmeyen bir davranış yaptığında ya da kendisine ait olmayan bir oyuncağı ve eşyayı "benim" diye sahiplendiğinde çocuğa "bırak onu..." diye kızmak yerine, ilgisini ve dikkatini başka yöne çekin. Ona ait bir eşya ya da oyuncağı verin. Elinde, kendine ait olmayanı yumuşak bir şekilde, gerekli açıklamayla yavaş yavaş alın. Ve verdiği için çocuğunuza "teşekkür ederim" deyip, onu bu şekilde ödüllendirin. Sizin takdirinizi almak, onun için büyük bir ödüldür.
Çocuğunuz etrafı çok dağıtıyor, her şeyi karıştırıyor diye kızıp sinirleneceğinize; dağıtıp, kırıp dökeceği bir yer ayırın ve orada oynamasına zemin hazırlayın. Çocuğun ev içinde rahatça oynama özgürlüğü olmalıdır.
Kırıp, döktüğünden dolayı çocuğa aşırı cezalar vermeyin, fakat her yaptığına da göz yummayın.
Ve en önemlisi, küçük kızınızla ya da küçük oğlunuzla karşı karşıya oturup, bir yetişkinle konuşur gibi konuşun. Çocuğunuzun ellerini tutun, gözlerinin içine bakarak, yapmasını istemediğiniz davranışları, nedenlerini ve onun neyi nasıl yapabileceğini, onun anlayabileceği bir dille, kısa cümleleri kurarak ve çok basit olarak anlatın.
O gözlerini kocaman kocaman açıp, size sizi anlamıyormuş gibi bakacaktır ya da sıkılıp, kucağınızdan inip gidecektir. Bunlar sizi üzmesin. Çocuğunuzun beyni tıpkı bir bilgisayar gibidir. Şimdi kayıttadır, zamanı gelince, öğrettiklerinizi size çok güzel sunacaktır. Yeter ki sabırsız olmayın ve onunla konuşmayı asla ihmal etmeyin. Unutmayın, çocuğunuzun uykuya, yemeye, oyuna ne kadar ihtiyacı varsa, sizi dinlemiyor gibi görünse de, öğütlerinize ve sohbetlerinize de o denli ihtiyacı vardır.



İlkim Öz
Psikolog - Aile Terapisti
 
6 yaşında çocuk. tembel ve kararsız bir görünümdedir. Ço¬cuk bir kez daha 2,5 yaşında yaşamış olduğu karar verme güçlüklerine uğrar. yine, bir şeyin olumlu ve olumsuz iki yüzü arasında hızla gelir gider.
Gesell, çocuğun eylemlerinde bir tür çift motivasyondan oluşmuş görünen iki kutupluluktan söz eder, Örneğin, çocuk bir an annesini sever, biraz sonra ona nefret duyar.
Bir geçiş dönemini oluşturan bu yaşta, bedensel ve psiko¬lojik kaynaklı bazı temel değişiklikler dikkati çeker. Bu yaşta süt dişleri dökülürken, kalıcı ilk azı dişi çıkmaya başlar. Orta kulak iltihabına en sık bu yaşta rastlanmakta burun ve boğaz hastalıkları yine bu yaşta daha sık görülmektedir.
Çocuğun okula başlamasıyla birlikte, okul öncesine oranla, daha çok sayıda arkadaşla ilişki kurduğu. bunun yanında aile ilişkilerinin zayıfladığı, bireysel oyunun yerini, grup oyununun aldığı görülür. Başka bir deyişle, çocuğun okul çağıyla birlikte grup çağına girdiği ve sosyal bilincin arttığı dikkatimizi çeker.
Çocuğun davranışını sınırlayan ‘ burada’ ve ‘ şimdi’ Orta¬mı, yerini yakın çevreye bırakmaya başlar.
2.2. ON YAŞ
10 yaş; düzenli, huzurlu ve elde edilen bilgilerin özümlen¬diği; toplandığı ve dengelendiği bir ara evredir. Tipik bir 10 yaş çocuğu, çocukluğun gerek kendine özgü, gerekse genel tüm özelliklerini kendinde toplamıştır. Gelecekteki ergenlik döneminin gerilim ve huzursuzlukları onun için henüz söz konusu değildir Bu yaş, gelişimin dengelendiği altın bir çağdır.
10 yaşındaki bir çocuğun olgunluğunu 9 yaşındakiyle karşılaştırırsak, 10 yaş çocuğunun 9 yaşındakinden yalnız be¬dence daha büyük, daha güçlü değil. aynı zamanda tüm bedensel ve ruhsal sistemlerin dinamiği ve olgunluğu açısından da ondan daha çok gelişmiş olduğunu görürüz. İlgileri 9 yaşın¬dakine göre daha çeşitlidir. Çok çabuk değişebilir ve farklı konulara yöneliktir.
9 yaşındaki çocuğun gerginlik içinde olmasına karşılık. 10 yaşında bu gerginlik tümüyle gitmiş. onun yerine uysallık ve uyumluluk geçmiş. bu da 10 yaş çocuğunu daha hoşgörülü yapmıştır.
• Duygusal Yaşam: Ana babanın gözünde 10 yaş Çocuğu açık sözlü tarafsız, kolay anlaşılır ve çocuksudur. Genellikle sorunlar üzerinde fazla durmaz, bir denge içindedir. Bazı korkuları hala vardır, ancak bu yaşta 9 yaşında olduğundan daha az tedirgin ve huzursuzdur. Ender olarak ağlar, sık sık da «gerçekten mutlu olduğunu» söyler .Duygusal patlamaları sık de¬ğildir, olduğunda da şiddetli ve anidir, fakat çabuk geçer.
Bu yaştaki çocukların kendileri hakkında endişeleri yok¬tur, benliklerini ve hayatı olduğu gibi kabul etme eğilimindedirler. Olayların üzerinde fazla durmazlar, kesin yargı gibi genellemeler yapmazlar.
Bu yaş. öfkenin en az görüldüğü dönemdir. 10 yaşındaki¬lerin çoğu «bazı huylarıyla mücadele etmeyi denediklerini, kız¬mamak için uğraştıklarını» söylerler.
 
ANAOKULU: Fazla yorulurlar, sık sık dinlenme ihtiyacı içinde bulunmaktadırlar. Uyku Süresi 12 saat gece, 2 saat gündüzdür. Bu devrede sağ sol elini kavramıştır.(sol eli kullanan bir çocuğa sağ eli kullanma zorunda bırakılırsa çocukta sinirlilik, kendini suçlu hissetme bazen de kekemelik gibi uyum sorunları olur.) 3-6 yaş çocuğu soru sormaktan çok hoşlanırlar. Bu devrede merak ve hayal gücü zirvededir. Bu hayal gücünü sorularda kullanır. Bizim yapacağımız: Bu durumunu resimde, oyunda hikayede kullanabiliriz. Bu devrede kıskançlık duyguları oldukça yaygın görülmektedir. Çünkü bu devrede ilgi şefkat, beğeni çocuklar için çok önemlidir. Buna bağlı olarak çocukta ilgi çekme, kapris yapma eğilimi artmaktadır. Sınıf içerisinde öğretmen çocukla ilgilenmezse kendi Çok değersiz hisseder ve duygusal sorunlar yaşamaya başlar. Bu yaşlarda çocuğun saldırgan davranışlarını denetleyebilmeyi öğrenebilmesi için yasak olan şeylerin gerisindeki nedenler ona aklının erebileceği bir biçimde açıklanmalı ikna edilmeye çalışılmalıdır. Yine bu sorunları halledebilmek için oyun terapisi yapılabilir.
İLKOKUL : 9-10 Yaşlarında çocukların vücut kimyası değişmektedir. Kızlarda ilkokulun son yıllarında ani bir boy artışı görülür. Erkek çocuklarda ortaokulun sonlarında boy artışı görülür. Bu devrede oyunda başarılı olamayan çocuklar gurup dışı edilirler. Kızlarda bir tepki olmaz . Bu nedenle erkek çocuklara dikkat edelim. Oyunlara katılmalarını sağlayalım. Bu devrede çok hareketlidirler. Bu ataklık ve hareketlilik bir çok kazaları beraberinde getirmektedir. Çocuk hastalıklarının çoğu ilkokul 1. Sınıf devresinde artar. 2. Sınıfa doğru yavaş yavaş direnci artmaya başlamaktadır. İlkokul devresinde beden ergenlik öncesinin ani boy artışı ve ergenlik çağının cinsel büyümesi için enerji depolar. Bu zamanlarda eklemlerin hala yumuşak oluşu nedeniyle dik oturma ve iyi yürüme alışkanlıklarının kazandırılması gerekmektedir.
Zihinsel Özellikleri: öğrenmeye heveslidir. Konuşmaktan ve sorulara cevap vermekten çok hoşlanırlar. İlkokul çocuğu çok konuşmayı sevdiği kadar iyi bir dinleyici değildir. Öğretmen bu alışkanlığı kazandırmalıdır. Yine bu devrede mantıkî bir düşünceden yoksundur. İlkokula yeni gelen çocuklar hayvan masallarından , çocuk- hayvan dostluklarını içeren hikayelerden hoşlanırken, ilkokulun ortalarında kahraman çocuk serüvenlerinden daha sonra yiğitlikten bahseden konulardan hoşlanırlar. Çocuk kendini kahraman yerine koyarak dinler. Bu devrede biz edebiyat derslerinde kitap tartışma oturumları düzenleyebiliriz. Bu da eleştirme ve beğeni yeteneğinin gelişmesini sağlar. Sosyal Özellikleri: Öğretmenin beğenisini her şeyin üzerinde tutarlar. Onlara dikkat etmek gerekir. Bazen bir aferin çocuğun kendi saygınlığını kazanmasına yol açar. Bu dönemde sık sık kızlar ve erkekler kendi gurupları içinde karşı cinsten olan arkadaşlarına itici ve aşağılayıcı sözler söylerler. Bu nedenden dolayı aynı sıraya oturtturmak faydasızdır.
Duygusal Özellikleri : öğretmenin sıcak ilgisi , eğlenip oynayacak ortamın varlığı çocuğun kısa bir süre içinde gevşeyip rahatlamasına yardım eder.


KONU: İLETİŞİM VE ÖZELLİKLERİ

Bir ülkenin trafik düzeni o toplumun insan ilişkilerini yansıtan önemli göstergelerden biridir. Bazı kimseler konuştukları kişilerin sözlerini sürekli olarak keserler. Bu kişiler sözlerini kestikleri kimselerden sosyal mevki prestij yada yaş yönünden büyük olasılıkla daha büyüktür. Bu kişiler sanki karşısındaki konuşmuyormuş gibi istedikleri anda söze başlarlar. Büyük araçların küçük araçların yollarını sanki küçük araçlar yokmuş gibi davranmaları arasında benzerlik vardır. Bir aracın sürücüsü yolda kendinden başka araç yokmuş gibi davranırsa trafik kazası olur. Bir kişi konuşurken karşısındakini nasıl etkilediğini düşünmeden kendi bildiği yönde istediğini söylerse aynı trafikte olduğu gibi İletişim kazası olur. Kazalara yol açan nedenler bilindiği derecede azaltılabilir.

** İletişimin İçerik Düzeyi:

a) sen okula gidecek misin
b) siz okula gidecek misiniz
c) okula gitmeyi düşünüyor musunuz.


Cümleler aynı içerikte fakat farklı ilişkileri ifade eder.
1. Cümlede konuşanın kendini diğer kimseyle ya eşit yada ondan daha güçlü gördüğünü anlarsınız .
2. Cümlede konuşanın cümlede eşit ama resmi bir ilişki içinde düşünebiliriz.
3. Cümlede diğerinin karar verme özgürlüğüne saygılı olduğunu belirtiyor. Örneğin : öğrenci hocaya ; sen okula gidecek misin . dese hoca terbiyesiz der. Çocukta dese ben okula gidip gitmeyeceğinizi öğrenmek istemiştim. İşin içinden çıkılmaz. Çünkü suç içerik düzeyindedir.

**Umursamama iletişimi etkileyen bir etmendir. Bir insana dünyanın en dayanılmaz işkencesini yapmak istiyorsanız onu umursamamanın baskın olduğu bir ortama koyun. En acı bedensel işkenceyi yapan işkence yaptığı kişinin varlığını kabul etmiş demektir. Örneğin : bir evde sevilen bir fare üzerinde deney yapılıyor. Aileden fareyi umursanmaması istenmiş. Fare dikkat çekmek için ortalıkta devamlı dolaşıyor. Kimse fareyi aldırmıyor. Fare bu umursanmamayı kabullenemiyor. Midesine asit salgılıyor. Asit midesini delince fare ölüyor.

İyi bir iletişim için kişilerin birbirini anlaması gerekir. İletişim sözlü ve sözsüz olmak üzere ikiye ayrılır. Yakın şehirler birbirini çekemezler Rize-Trabzon Kocaeli–Sakarya vs. Sivas-Kayseri maçı

**İletişim Ortamı: ortamın psikolojik ve fiziksel özellikleri gönderilen mesajın yorumlanmasını etkiler. Yaş ve cinsiyet kişilere bağlı özelliklerdir.
Fiziksel özellik olarak: yerin biçimi, büyüklüğü, ısı, renk, vs etkiler. Yine bir yerdeki insan sayısı çok önemlidir. Bir sinemada sadece siz olduğunuz zaman filmden zevk alamazsınız. Orada bulunan insanlarla konuşmadığımız halde kalabalık olması bizi niçin etkiliyor. Stadyumda siz tek başınıza maç izleseniz sıkıcı olur. Şimdi bir deney yapalım: Üç tane kap alın. Ayrı ayrı içine sıcak, soğuk, ılık su dökün. Sağ elinizi sıcak suya, sol elinizi soğuk suya koyalım. Beş dakika bekletelim. Daha sonra iki elimizi de ılık suya sokalım. Sağ elimiz sıcak sudan geldiği için ılık suyu soğuk algılayacaktır. Sol elimiz soğuk sudan geldiği için suyu sıcak algılayacaktır.

KONU : BENLİK

Benlik bilincinde çocukluk yaşantıların etkisi çoktur. Kendi güvensiz değersiz bulan insanlara rastlamışızdır. Bu kişiler sürekli arkadaşlarıyla kıyaslandıkları için kendilerini akılsız ahmak bilerek büyümüşlerdir. Benlik bilinci geçmişte kişiye nasıl davrandıkları neler söylenildiğiyle oluşur.
Benlik bilinci kişinin kendileriyle ile ilgili kafalarında taşıdıkları bir resme benzetilebilir. Kişi benliğine saygı göstermeyen kişilere savunmaya geçerler. Saldırganlığın bulunduğu böyle durumlarda kişi bütün gücüyle kendini savunur. Yani saldırganlık savunmayı doğurur. Çünkü dinleyen kişi kendi iç dünyası çerçevesinde değerlendirir. Ör: keşke bir saat önce gelebilseydim. O zaman işlerimiz çok kolaylaşmış olacaktı, dendiğinde bu kişi kendini geç geldiğinden dolayı zaten suçlu hissediyorsa birden bire savunuculuğu artacak ve kabahat sende ben nereden bileyim, bu işin bu kadar önemli olduğunu bana daha önce niye söylemediniz, diye cevap verecektir.
Savunuculuk iletişimi mahveder. Savunuculuk bireyin benlik bilincini koruma gereksiniminden kaynaklanır. Konudan söz etmek yerine karşısındakine nasıl göründüğünü düşünür. Zihni nasıl yeneceğine, karşı koyacağına yorar. Savunucu kişi yargılayıcı, umursamaz tutuma sahiptir. Dinleyici kişi konuşanın kendini üstün görmediğini anlarsa işbirliğine açık bir tutum içine daha kolaylıkla girebilir. Karşılıklı güven ve saygı olur. Kendine güveni yüksek olan kişilerin başkaları tarafından beğenilmeye gereksinimi daha az, kendi benliğini değersiz gören, kendine güveni olmayan kişilerin ise daha çoktur. Kişi kendi kendine konuşurken benliğini şekillendirir.
Kişiye ait ülküleştirilmiş benlik vardır. Hayal ettiği ve olmak istediği benliktir. Bu iki benlik arasındaki farkın fazlalığı bireyin benliğine saygısını düşürmektedir. Kendini yerersiz bulmasına neden olmaktadır. Benlik saygısı yüksek olan kişiler daha başarılı, kaygı düzeyi daha düşük olur.
Bireyin başarısızlığı çevresi tarafından küçümsenince birey tarafından içselleştirilmekte ve başarıyı benliği değerlendirmede bir ölçüt olarak kullanmakta, sonuçta başarısızlıkla kendi benliğini özdeşleştirmektedir.
Başarısızlık sorununu çözümlemek için benlik güçlendirilebilir. Bunu için öğrencilerin başarısızlığa bakış açılarını değiştirmelidir. Bu gurup danışmalarında yapılabilir.
Başarısızlık sorunlarının altında yanlış şartlanmalar ve olumsuz tutumlar yatmaktadır. Başarısızlık sorununun kökleri ana - baba çocuk ilişkilerine dayanır. Temel güven yerine güvensizlik, bağımsızlık yerine kararsızlık, girişkenlik yerine suçluluk duyguları geliştirmiş olabilir. Bulunan çevre benliği oluşturur.
 
1-KIZ ÇOCUKLARDA NORMAL BOY GELİŞİMİ ÖLÇÜLERİ
Not:bu sınırlar en alt ve en üst değerler olup aradaki değerler normal sınırlarda kabul edilmektedir.
Doğumda 47-53 cm arası
3 .ay 54-64 cm arası
6.ay 58-70 cm arası
9.ay 61-75 cm arası
12.ay 64-80 cm arası
15.ay 68-84 cm arası
18.ay 71-88 cm arası
2.yaş 76-95 cm arası
2.5 yaş 81-100 cm arası
3.yaş 85-104 cm arası
3.5 yaş 89-108 cm arası
4.yaş 92-112 cm arası
4.5 yaş 94-115 cm arası
5.yaş 97-118 cm arası
5.5yaş 100-121 cm arası
6 yaş 103-125 cm arası
6.5 yaş 105-128 cm arası
7.yaş 108-131 cm arası
7.5 yaş 112-134 cm arası
8.yaş 115-137 cm arası
8.5 yaş 117-140 cm arası
9.yaş 120-143 cm arası
9.5 yaş 123-146 cm arası
10.yaş 125-149 cm arası
10.5yaş 129-153 cm arası
11.yaş 133-157 cm arası
11.5yaş 137-161 cm arası
12.yaş 140-165 cm arası
12.5 yaş 143-167 cm arası
13.yaş 144-169 cm arası
13.5 yaş 146-170 cm arası
14.yaş 147-170 cm arası
14.5 yaş 148-170 cm arası
15.yaş 148-171 cm arası
15.5 yaş 148-171 cm arası
16.yaş 148-171 cm arası
16.5yaş 148-171 cm arası
17.yaş 148-171 cm arası
2-KIZ ÇOCUKLARDA NORMAL KİLO GELİŞİMİ ÖLÇÜLERİ
Not:bu sınırlar en alt ve en üst değerler olup aradaki değerler normal sınırlarda kabul edilmektedir.
Doğumda 2.6-4.3 kg arası
3 .ay 4-7 kg arası
6.ay 5.4-9.2 kg arası
9.ay 6.4-10.8 kg arası
12.ay 7.1-12.1 kg arası
15.ay 7.7-13 kg arası
18.ay 8.3-13.7 kg arası
2.yaş 9.2-15.1 kg arası
2.5 yaş 9.9-16.3 kg arası
3.yaş 10.6-17.5 kg arası
3.5 yaş 11.2-19 kg arası
4.yaş 11.6-20.6 kg arası
4.5 yaş 12-22 kg arası
5.yaş 12.6-23.8 kg arası
5.5yaş 13.2-25.2 kg arası
6 yaş 13.7-26.6 kg arası
6.5 yaş 14.4-28.3 kg arası
7.yaş 15.3-30 kg arası
7.5 yaş 16.2-31.8 kg arası
8.yaş 17.3-34 kg arası
8.5 yaş 18.6-36.5 kg arası
9.yaş 20-39 kg arası
9.5 yaş 21.6-42 kg arası
10.yaş 23-45 kg arası
10.5yaş 24.8-49 kg arası
11.yaş 26.5-53 kg arası
11.5yaş 28-56.6 kg arası
12.yaş 30-59 kg arası
12.5yaş 32-61 kg arası
13.yaş 34-63.3 kg arası
13.5 yaş 36.5-65 kg arası
14.yaş 38-66.3 kg arası
14.5 yaş 39-67 kg arası
15.yaş 40-68 kg arası
15.5 yaş 41-69 kg arası
16.yaş 41-70 kg arası
16.5yaş 42-70 kg arası
17.yaş 43-71 kg arası
3-ERKEK ÇOCUKLARDA NORMAL BOY GELİŞİMİ ÖLÇÜLERİ
Not:bu sınırlar en alt ve en üst değerler olup aradaki değerler normal sınırlarda kabul edilmektedir.
Doğumda 46-54 cm arası
3 .ay 55-66 cm arası
6.ay 60-72 cm arası
9.ay 64-77 cm arası
12.ay 68-82 cm arası
15.ay 71-86 cm arası
18.ay 75-89 cm arası
2.yaş 77-92 cm arası
2.5 yaş 83-100 cm arası
3.yaş 86-105 cm arası
3.5 yaş 89-109 cm arası
4.yaş 92-114 cm arası
4.5 yaş 95-118 cm arası
5.yaş 98-121 cm arası
5.5yaş 101-125 cm arası
6 yaş 104-127 cm arası
6.5 yaş 106-130 cm arası
7.yaş 109-133 cm arası
7.5 yaş 112-136 cm arası
8.yaş 115-139 cm arası
8.5 yaş 117-142 cm arası
9.yaş 120-145 cm arası
9.5 yaş 122-148 cm arası
10.yaş 125-151 cm arası
10.5yaş 127-155 cm arası
11.yaş 130-158 cm arası
11.5yaş 132-161 cm arası
12.yaş 135-165 cm arası
12.5 yaş 137-168 cm arası
13.yaş 140-171 cm arası
13.5 yaş 143-175 cm arası
14.yaş 146-178 cm arası
14.5 yaş 149-181 cm arası
15.yaş 152-182 cm arası
15.5 yaş 155-184 cm arası
16.yaş 158-185 cm arası
16.5yaş 160-185 cm arası
17.yaş 162-185 cm arası
4-ERKEK ÇOCUKLARDA NORMAL KİLO GELİŞİMİ ÖLÇÜLERİ
Not:bu sınırlar en alt ve en üst değerler olup aradaki değerler normal sınırlarda kabul edilmektedir.
Doğumda 2.6-4.6 kg arası
3 .ay 4.1-7.5 kg arası
6.ay 5.6-9.7 kg arası
9.ay 6.5-11.3 kg arası
12.ay 7.4-12.5 kg arası
15.ay 8.1-13.5 kg arası
18.ay 8.7-14.3 kg arası
2.yaş 9.1-15 kg arası
2.5 yaş 10.3-17 kg arası
3.yaş 11.1-18 kg arası
3.5 yaş 11.7-19.3 kg arası
4.yaş 12.3-21.1 kg arası
4.5 yaş 12.7-22.6 kg arası
5.yaş 13.4-24 kg arası
5.5yaş 14.1-25.5 kg arası
6 yaş 14.8-26.8 kg arası
6.5 yaş 15.6-28.4 kg arası
7.yaş 16.4-30.1 kg arası
7.5 yaş 17.3-31.9 kg arası
8.yaş 18.1-33.8 kg arası
8.5 yaş 19-36.1 kg arası
9.yaş 19.9-38.6 kg arası
9.5 yaş 21-41.8 kg arası
10.yaş 22-45.7 kg arası
10.5yaş 22.9-49.4 kg arası
11.yaş 24.1-52.8 kg arası
11.5yaş 25.4-56.6 kg arası
12.yaş 26.7-60.1 kg arası
12.5yaş 28.3-64 kg arası
13.yaş 30-67.5 kg arası
13.5 yaş 32-70.4 kg arası
14.yaş 34.2-72.8 kg arası
14.5 yaş 36.8-7.5 kg arası
15.yaş 39.5-77.6 kg arası
15.5 yaş 42.1-79.5 kg arası
16.yaş 44.9-80.8 kg arası
16.5yaş 47.4-82 kg arası
17.yaş 48.4-82.7 kg arası

NOT:Boy ve kilo ölçülerinde Prof .Dr. Olcay Neyzi , pediatri 1993 , 1.cilt ten faydalanılmıştır.
 
Kişisel görüşme ile haberleştiğimiz Amerikalı bir sağlık mensubu şunu söylüyor ´´ acil sağlık müdahaleleri yaparken olaylardan çocukların etkilendiğini , bazı psikolojik problemlerin oluştuğunu görüyorum , anne babalara veya bakım veren kişilere çocukların sıkıntılarını bahsettiğimde , onlar çocuk ne olacak ki diyorlar ,ben buna dayanamıyorum ,onlarında ruh dünyası var ´´ şeklinde yakınıyordu.
Hatta günümüzde bırakın ruhsal sorunları , 2000 yılına girdiğimiz bu günlerde, dünyada milyonlarca çocuk kötü bakımdan , basit sağlık sorunlarından , kazalarda , salgın hastalıklarda , anne baba ihmaline bağlı nedenler ile hayatını kaybediyor.
Her bir çocuğu ayrı bir dünya olarak kabul edip , onların ruhsal sorunlarına inebilmek , ancak eğitim ve anne baba bilinçlendirilmesi ile olacaktır .Ayrıca çocukların yaşadıkları ortamların , çevre imkanlarının , devletin sağlayacağı imkanların çeşitliliği ve kalitesi bu sorunların oluşması ve sürecinde etkili olabilmektedir .
Çocuk eğitiminde çocuğun gerektiği şekilde yetiştirilmesi ve onun topluma hazırlanması büyük oranda , anne babanın hayatın ilk gününden itibaren çocuk ile etkileşimi , konuşmaları , eğitim açısından vermeye çalıştıkları , ev içerisindeki tutumları ,etkili olmaktadır .
Anne babaların çocuklarının normal bir şekilde sosyal , kişilik ve mental motor gelişimin olması ve sağlıklı bir psikolojik yapıya sahip olmaları için yapmaları gerekenler :
 Dengeli eğitim ve yönlendirme
 Anne babanın kendi aralarındaki söz ve davranış birliği
 Çocuğa karşı aşırı hoşgörü veya aşırı disiplin uygulamalarından kaçınmaları
 Olaylar ve ilerleyen süreç içerisinde davranış olarak tutarlı olmaları ve farklı farklı tepki vermemeleri
 Çocuğa tepkilerinin yersiz ve abartılı olmaması
 Güzel ve faydalı şeylerde çocuğun davranışlarının onaylanması
 Hatalı durumlarda uygun bir şekilde cezalandırılmaları
 Yapılan yanlışları sadece kızarak değil nedenini mantık çerçevesinde açıklamaları
 Onlara değer vermeleri
 Kişilik yapılarına saygılı olmaları
 Onlara söz hakkı tanımaları
 Sevildiklerini hissettirmeleri
 Onlara güven duygusunu aşılamaları
 Sosyal ve psikolojik gelişimini yakından takip etmeleri
 Gösterilen davranış problemlerine karşı duyarlı olmaları
 Kendi psikolojik çatışmalarını çocuklara yansıtmamaları ile daha sağlıklı çocuk yetiştirme mümkün olacaktır.

Anne-baba öncelikle çocuğunu bağımsız bir birey olarak kabul eden,ona sevgi ile yaklaşan ve olumlu ilişki kurmaya çalışan kişiler olmalıdırlar. Bilinmelidir ki,sevgi temeline dayanan eğitim,sağlam ve başarılı eğitimdir.
Anne-baba,soyut düzeyde uyarı yerine,somut düzeyde eylemi temel almalıdır.
Anne-baba öyle bir ortam hazırlamalıdır ki,çocuk sanki her zaman anne ve babası yanındaymış gibi kendini güvenli ve hiç yanında değilmiş gibi özgür hissetsin.böyle bir aile ortamı çocuğun kendine özgü anlayış ve düşüncesini ifade etme olanağı sağlar. Buna karşın sağlıksız bir aile,çocuğun nasıl algılaması,düşünmesi ve davranması gerektiğiyle ilgilenir. Çünkü bu ana-baba için,çocukları belirli bir kalıba sokmak,onu bağımsız olarak gelişmesinden daha önemlidir.
Anne- baba,çocuğunun kişiliğine saygı duyan,benlik saygısı üstün kişiler olmalıdır ki,çocuklarının benlik saygısı da üstün olabilsin.anne-babalar kendi kendini yönetebilen bireyler yetiştirmek için gerekli psiko-sosyal ortamı hazırlamalıdırlar. Bunun için de aşırı koruyucu yaklaşımdan kaçınarak çocuğun kendi kendini yöneten bir birey olmasına fırsat verilmelidirler.
Kısacası,anne-baba,çocuğa sevgi veren,girişim yeteneğini ve özgüvenini kazanabilmesi için onu destekleyen kişiler olmalıdırlar. Çocuğa yeterli düzeyde desteğin sağlandığı bu ortamda anne-babanın sağladığı disiplin ve eğitimin nitelikleri olumludur.Çocuğun istemi hiçbir zaman engellenmez. Aşırı davranışları anlayışla karşılanır ve yumuşak bir biçimde düzeltilir. Böyle bir esnek ortamda çocuk ,cesaretli ve topluma uyumlu bir insan olarak yetişir. Yaşamını yapıcı çabalar üstüne kurmayı öğrenir.
İdeal anne-babayı tanıtmak zor olmakla beraber başarılı anne-babalar ,çocuğun ihtiyaçlarını sezen,onlara uygun yanıtlar veren,aşırı hoşgörülü veya katı olmayıp ,çocuğa karşı esnek bir yaklaşım içinde olan ,davranışlarında belirli bir kararlılık ve devamlılık sağlayan,karşı çıkmadan önce her zaman çocuğunun isteklerini dinleyen anne-babalardır.
Yine başarılı anne-babalar,çocuğunun kendi kendisini denetlemesini ya da iç denetim demek olan ahlak gelişimine ortam hazırlayan,çocuktaki sorumluluk duygusunu geliştiren,olayların sonuçlarıyla onları başbaşa bırakan,onlara hak ve özgürlüklerinin sınırını öğreten,çocuklarına korku silahını çevirmeksizin,kendi kendilerini disipline eden ve düşüncelerini özgürce anlatabilen birer birey olarak yetişmelerine imkan hazırlayan kimselerdir.
 
Çocukların cinsel gelişim sürecinde aileler birçok zaman ne yapacaklarını bilemez, kimi zaman da paniğe kapılır. Oysa bu hassas konuda ailelere şen, farklı dönemlere ayrılan cinsel gelişim süreci hakkında doğru bilgilenmek ve sakin olmak...

Hepimiz cinsel kimliğimizle birlikte doğuyoruz. Hepimizin erotik dürtüleri var ve bu dürtüler yaşam boyu devam ediyor. Ancak cinselliğin temellerinin ne zaman atıldığına bakıldığında çocukluğa kadar inmek gerekiyor. Doğumla başlayıp, ergenlik dönemi ile tamamlanan bu süreç içerisinde ebeveynlerin bilgilendirmeleri ve yaklaşımları çok önem taşıyor. Peki çocukların hangi yaş dönemlerindeki hangi davranışlarına karşın nasıl bir tutum takınmak gerekiyor? Pek çok kişinin korku, tedirginlik ve kararsızlıklarının temelinde bilgisizliğin yattığını söyleyen Acıbadem Hastanesi Kadıköy Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Dr. Zerrin Topçu bebeklik döneminden ergenliğin tamamlanmasına kadar sürede çocuklarda cinsellik konusunda bilinmesi gerekenleri anlattı.

Asıl cinsel gelişim dönemi 2,5-6 yaş arası okul öncesi dönemde gözleniyor. Erkek ve kız çocuklarda merakla birlikte sorgulamalar gözleniyor. Örneğin kızlar neden kendilerinde penis, çocukların söylemiyle "pipi"sinin olmadığını annelerine sormaya başlıyor. Cinselliği yavaş yavaş keşfetme çabası içinde olan çocuklar birbirlerinin cinsel organlarını merak ediyor ve bakıyor. Cinsellikle ilgili düşünsel içerik bu dönemde oluşuyor.

Aynı dönemde anne ve babaya ilgi de oluşuyor. Kız çocuğu babaya yakınlaşırken anneyi kendine rakip olarak görüyor ve erkek çocuk da tam tersine anneye yakınlaşıyor ve babayı rakip olarak görüyor. Çocukların bu dönemde anne ve babalarına "benimle evlenir misin" sorusunu çok sık sorduğu gözleniyor. Aslında cinselliğin de en rahat ve açık yaşandığı yaş 3-6 yaş arasında oluyor, merak edilen her konu rahatlıkla dile getirilebiliyor.

Dr. Zerrin Topçu, tüm bu yaşananların çok doğal bir süreç olduğunun altını çizerek şunları söylüyor: "Bu dönemi hemen her çocuk yaşıyor. Yaşamayanlar ise bastırılmış olan çocuklar oluyor. Ailelerin en fazla korktukları konu mastürbasyon oluyor. Aslında 6 yaşına kadar mastürbasyon davranışlarını normal olarak görebiliriz. Bunlar ancak sosyal ortamlarda da yapılmaya devam edildiği zaman endişe verici olabilir. Çocuk kendi odasında ya da yatağında mastürbasyon yapabilir. Bunu herhangi bir yerden ya da televizyondan öğrenmesi gerekmiyor, kendi kendine öğrenebiliyor."

3-6 yaş grubunda dikkat edilmesi gereken noktalar

3-6 yaş dönemi dürtüler ve cinsel merakta artış yaşanıyor, çocuk kendini ve karşı cinsi keşfetmeye başlıyor. Dolayısıyla bu dönemde mastürbasyon ve cinsel içerikli sorular yoğunlaşıyor. Ailelerin bu dönemde dikkat etmesi gereken normal dışı hareketler konusunda Dr. Topçu, şu bilgileri aktarıyor:"Diyelim ki erkek çocuk kız gibi davranış gösteriyorsa, örneğin otomobillere değil de bebeklere ilgi gösteriyorsa, erkek yaşıtlarına daha az yaklaşıyorsa ve annesine daha yakın duruyorsa… Kızlar da kız arkadaşları yerine erkeklere daha yakın duruyor, erkek aktivitelerine yakın duruyorsa, cinsel özdeşim açısından bir anormallik söz konusu ve dikkat edilmesi gerekir. Çünkü cinsel özdeşim problemi olan çocukların bir kısmı ailenin güdülenmesiyle ortaya çıkıyor. Örneğin aile kızlarının erkek olmasını çok arzulamıştır ve bu nedenle ona erkek oyuncakları alır. Erkek gibi davranır, erkeklerin daha yaygın olduğu sporlara gönderir. Ailenin davranış şekillerine bakıldığında bu fark edilebilir. Ama bir kısmında ise hiçbir şey görülemez. İşte bu grupta olan çocuklar cinsel özdeşim probleminin kalıcı olabileceğine dair işaret verir."

Erotizmin çekirdeklerinin atıldığı bu dönemde ailelerin öncelikle çocuklarıyla fiziksel mesafelerini korumaları gerekiyor. Bu ne demek? Özellikle 3 yaşından itibaren ebeveynler ve çocukları aynı odada ve aynı yatakta uyumamaya özen göstermeleri gerekiyor. Dr. Topçu, bunu iki farklı açıdan ele alarak anlatıyor. Birinci nokta çocuğun bağımsızlığının desteklenmesi açısından önem taşıyor. Çünkü bu dönemde çocuk birey ve karşı cins birey olma çabası içerisinde oluyor. Anne ve babanın yanında yatma isteği çocukların kafasındaki karmaşayı artırabiliyor. Çocuk bu dönemi tamamlarken anne ve babasıyla evlenemeyeceğini anlıyor. Ama diğer türlü çocuk 6 yaşına geldiğinde hala anne veya babasıyla yatıyorsa kafası karışıyor. Ödipal dönem olarak tanımlanan bu dönemin çatışmasının uzamasına neden oluyor. Aynı dönemde çocuklarla banyoya çıplak girmekte başka bir sakıncalı davranış olarak gösteriliyor. Çünkü çocuklar bu dönemde erojen dürtülere açık olduğundan ebeveynlerin çocuklarıyla banyodayken giyinik olmalarına özen göstermeleri gerekiyor.

Çocukların davranışlardan hangilerin normal olarak algılanmalı? Bu konu belki ki ailelerin en merak ettiği noktaların başında geliyor. Dr. Topçu’nun verdiği bilgiye göre, çocukların anne veya babasına "seninle evlenmek istiyorum" demeleri çok normal ama çocuklara doğruyu söylemek gerekiyor. Anne ve baba realiteyi temsil ettiği için gereksiz ve yanlış yanıtlar yerine çocuğu incitmeden mantıklı yanıtlar vermek karmaşayı atlatmasına yardımcı oluyor.

Bir başka önemli ayrıntı ise anne ve babanın çocuklara hitap şekli. Dr. Topçu’nun anlattığına göre anne ve babalar hiçbir zaman çocuklarına eşlerine olduğu –sevgilim, aşkım- gibi hitap etmemeleri gerekiyor. Çocuğun içinde bulunduğu 0-5 yaş dönemi kişiliğin temellerinin atıldığı dönem. 0-1 yaş dönemi daha çok bağımlılığın olduğu dönem. Eğer bu dönemde karmaşa olursa bağımlılık artabiliyor. 3 yaşından sonra ise, "ben, erkek veya kadın birey olarak yaşayacağım"ın temelleri atılıyor. Dolayısıyla bu dönemde mümkün olduğunca realiteye yaklaştırmak gerekiyor. Ama bunu kırmadan ve destekleyerek yapmak önemli.

Bu dönemde çocukların onlara göre "sevgilisi" olabilir ki Dr. Topçu, bunun da çok normal ve olumlu bir davranış olduğunu belirterek şunları anlatıyor:"Bu sevgili sayesinde artık çocuk anne ve babasına olan bağımlılığından da kurtulmuş oluyor. Cinsel aktarım anne ve babadan farklı bir yöne kaymış oluyor. Bu çocuk için karmaşanın çözümlenmeye başlanması anlamına da geliyor. Anne ve babaların durumun üzerine gitmesi, aile tarafından majör bir konu olarak sunulması da doğru değil. Çocuk kendi haline bırakılarak istediği zaman anlattığında dinlenilmeli."

6-12 yaş, okul çağı

Bu dönemde cinsel dürtüler bastırılmaya başlıyor. Anne ve babalarına çok fazla bahsetmeleri de beklenmiyor. Gizil çağ olarak tanımlanan bu dönem ortalama 12 yaşına kadar devam ediyor. Saldırgan ve cinsel dürtülerini tamamen bastırma duygusuna giriyor. Gizil dönemde çocuklar için başarılı olmak, okulda iyi not almak ve arkadaşlarıyla olan ilişkileri önem kazanıyor.

Dr. Topçu, çocuklarda hala anne ya da babayla evlenmek isteme ya da küçük yaşlardaki fanteziler devam ederse bir sorunun varlığından şüphe edilebileceğini söylüyor. Çünkü bu tutum çocuğun içinde bulunduğu karmaşayı çözümleyememesi ve bir sonraki aşamaya geçememesi anlamına geliyor. Bu dönemde, bir önceki dönemde olduğu gibi örneğin mastürbasyonu ortalık yerde yapma gibi bir durum söz konusuysa bir uzmandan destek alınması gerekiyor.

12 yaş üstü, ergenlik dönemi

Bütün dürtüler ergenlikle birlikte adeta tekrar ayağa kalkıyor. Bazı tanımlarda, ergenliğin sonunda "bireyselliğin tamamlandığı" belirtilse de ortalama ergenliğin tamamlanması 20 yaş ve üstü olarak ifade ediliyor. Bu dönemde çocuklarda hormonsal değişimler yaşanıyor. Çocuklar artık ailelerine cinsellik konusunda soru sormamaya başlıyor. Bu dönemin başlangıcında kız çocuklarına özellikle annenin adet düzeni döngüsünü nedenleriyle birlikte anlatması önem taşıyor. Ayrıca çocuğun vücudundaki olacak değişimler konusunda yine kız çocuğu için annenin, erkekler için de babaların bilgi vermesi uygun görülüyor.

Ergen uzaklaşırken aile de onun içine daha fazla girmek istiyor. Bu durumda aile ve çocuk arasındaki çatışma da artıyor. Ergenlik döneminde ailelere çocuklarıyla olan bu mesafeyi korumalarını tavsiye eden Dr. Zerrin Topçu, şunları anlatıyor: "Yani çocukların içinde bulundukları karmaşayı atlatabilmeleri için ayrı bir hayat, ayrı bir oda ve ayrı arkadaşlarının olması önemli. Ailelerine karşı zaman zaman protestolarının olması ve zaman zaman onları beğenmemeleri çok doğal. Arkadaş gruplarına dahil olması kendi kişiliğinin oluşması için gerekli. Çünkü o ana kadar aile içindeyken artık bir gruba dahil olmak isteği oluşuyor. Aynı dönem içinde yaşanan ilk aşklar ise kişiliğinin oluşmasında etkili oluyor, tam tersine olmaması bir anormalliktir. İlk aşklarda geçicilikler olabilir ve aile bunlardan endişe duyabilir. Yapacakları tek şey, eğer çocuk isterse, onu dinlemeleridir.

Ancak ergene olan yaklaşımlar belli kurallar içinde olmalı. Örneğin eve giriş çıkış kuralları çocuklukta ve ergenlikte de mutlaka belirlenmeli. Bu noktada arkadaş grupları ya da sevgilileri konusunda eleştiri yapılmamalı. Ancak tüm bunlar sırasında ebeveyn olunduğu unutmamalı. Ergenlik döneminde ebeveynler kendi ergenliklerini hatırlıyor ve yaptıkları hataları görmeye dayanamıyor. Ergenlikteki bu mesafeli ama sıcak ilişki hem ergen için rahatlatıcı oluyor, hem de karmaşayı artırmıyor. Ödipal döneminin karmaşası ergenlikte devam ediyor ama bu kez vücutlar değişiyor, kadın ve erkek olarak çatışma farklı bir boyutta sürüyor."

Çocuğunuzun arkadaşa değil ebeveyne ihtiyacı var

Ailelerin bu dönemde yapacakları en önemli şey ergeni dinlemek ve onun bazı görevlerinin de olduğunu hatırlatmaktır. Ebeveynler için aslında zor bir dönem. Dikkat edilmesi gereken bir başka nokta ise özellikle son yıllarda daha çok gözlemlenen "ben çocuğumla arkadaş gibiyim" şeklindeki yaklaşımın doğru olmadığına işaret eden Dr. Topçu,
"Çocukların bu dönemde zaten birçok arkadaşı vardır. Bu yüzden onların arkadaşa değil ebeveyne ihtiyacı olduğu unutulmadan onların arkadaşı yerine ebeveyni olun. Onun bir erişkin olmadığı, yaptıklarını onaylayacak bir otoriteye ihtiyacı olduğu unutulmamalı" diye konuşuyor.

Ergenlik döneminde çocuk içinde bulunduğu karmaşadan kurtulamıyorsa mutlaka uzman desteği alınması gerektiğini hatırlatan Dr. Topçu sözlerine şöyle devam ediyor: "Örneğin ergen kendisini odasına kapatmış ve çıkmıyorsa, ailesiyle hiçbir şey paylaşmıyor, okuldan kaçıyorsa, derslerinde düşüklük oluyor ve arkadaş ilişkilerinde de belirgin bir bozukluk oluyorsa psikiyatrik destek alınmasında fayda var. Bezen öyle oluyor ki ergen psikolog ya da psikyatristi de bir otorite olarak görür ve onlarla da hemen ilişkiye girmek istemeyebilir. Böyle bir durumda ailenin destek alarak danışmanlık alması da uygun. Bazen anne ve babada da hata olabiliyor onların değiştirilmesi sonucunda bir süre sonra ergen kendiliğinden hekime gidebilir."

Dr. Zerrin Topçu’nun aktardığına göre ergenlik döneminde ailelerin yapması gereken en önemli şey çocuklarıyla iletişim kurmak. Davranışlarını yasaklamaktansa onaylamadıklarını belirtmek çok daha uygun oluyor ve çocuklarıyla sağlıklı ilişki kurmuş olunuyor. Örneğin, kız çocuklarında aslında cinselliğin bir parçası olan abartılı makyaj ve kıyafetlerin yasaklanmasındansa onaylanmadığının söylenip tercihin ergene bırakılması gerekiyor. Aslında bir anlamda bu da bir yasaklama. Ama çok somut bir yasak söz konusu olmadığı için doğru bir davranış şekli olarak gösteriliyor.

Ergenlik çağındaki çocukların içinde bulundukları karmaşayı atlatabilmeleri için ayrı bir hayat, ayrı bir oda ve ayrı arkadaşlara ihtiyaçları var. Aynı dönem yaşanan ilk aşklar ise kişiliğin oluşmasına yardımcı oluyor. Bu konuda ailelerin müdahalesi doğru değil, yapılacak şey eğer çocuk konuşmak isterse onu dinlemek....

Dr. Topçu, çocuklarınızın arkadaşı değil ebeveyni olun diyerek anne-babaları bu konuda uyarıyor.

Abartılı makyaj ve kıyafetin yasaklanmasındansa onaylanmadığının söylenmesi ve tercihin ergene bırakılması gerekiyor.

Kaynak: acibadem
 
Çocukların neye ihtiyacını olduğunu bilen anne-babalar, bu ihtiyaçları daha iyi karşılar. Siz de çocuğunuzun ihtiyaçlarını öğrenin.


Yarın çok geç kalmış olabilirsiniz.
Çocuk; evin, okulun, mahallenin, köyün, şehrin, kısacası hayatın çiçeğidir. Ve çiçeklerin büyümesi için suya ihtiyacı olduğu gibi çocuğun büyümesi, bedeni büyürken ruhunun küçük kalmaması için de bazı gıdalara ihtiyacı vardır.

Çocukların çiçekler gibi sabırla ve sevgiyle büyütülmeye ihtiyaçları vardır. Zordur; ama eser kendini gösterdikçe tarifi imkansız bir mutluluk vesilesidir. Mutlu ve sağlıklı çocuklar bizim geleceğimizdir. Onlara yapılan her emek geleceğimize sunulmuş en güzel armağandır.

1. SEVGİYE İHTİYACI VARDIR

Çocuğun kayıtsız şartsız, su, hava ve ekmek kadar sevgiye ihtiyacı vardır. Herkes çocukları sevdiğini söyler. Sevmek kadar sevdiğinizi hissettirmek de önemlidir. Sevdiğinizi hissettirmenin en kısa yolu onunla birlikte zaman geçirmenizdir. Çocuğunuzla küçük bir gezinti yapabilir, onunla alışverişe çıkabilir, onu seyredebileceği, ahlakını ve insani değerlerini yücelteceğine inandığınız sinemaya veya tiyatroya götürebilir, akşamları ödevine yardım ederek sevildiğini hissettirebilirsiniz. Unutmayalım ki; “Hayat sevgi ile başlar ve sevgi ile devam eder.”

2. SINIRLARINI BİLMEYE İHTİYACI VARDIR

Çocuğun sınırlarını bilmeye ihtiyacı vardır. Çocuk kendisinin başkalarından ayrı ve bağımsız biri olduğunu ne kadar erken hissederse ruhen daha olgun bir kişiliğe erişecektir. Bunun için birtakım basit ama önemli kuralları uygulayabilirsiniz. Mesela yemeği sofrada yeme alışkanlığınızı disiplinli bir şekilde sürdürürseniz, sofrada ayrı bir sandalyesi ve kaşığı, tabağı olan çocuk kendisinin farklı biri olduğunun eğitimini almış olur. Uykusunu kendine ait yatakta uyuması da bu eğitimin bir parçası olacaktır. Çocuk bütün zamanını bilgisayar başında harcamamalıdır. Ya da keyfine göre oyun oynamamalıdır. Zamanını belli sınırlarla değişik işlere, oyunlara paylaştırırsanız çocuğunuz sınırları bilen, yerini ve kendi öz değerini fark edebilen bir kişilikte yetişir.


3. SORUMLULUKLARINI BİLMEYE İHTİYACI VARDIR

Çocuğunuzu sorumluluk sahibi olarak yetiştirmeye çalışın. Çocuğun gelişimini sağlıklı sürdürebilmesi için önce kendine, sonra ailesine, topluma ve ülkesine karşı olan sorumluluklarının olduğunu öğretmeliyiz. Mesela, her yemekten sonra ellerini yıkamak, dişlerini fırçalamak, sağlıklı olduğuna şükretmek gibi öğretiler beden ve ruh sağlığı açısından çok önemlidir. İyi bir insan olması gerektiği, insanların en iyisinin diğer insanlara faydalı hizmetlerde bulunan kimse olduğu sık sık telkin edilmelidir. Böylece insanlara karşı sorumluluğu olduğunu bilerek büyüyen çocuk derslerini daha iyi çalışacak, daha güzel ve faziletli yaşamayı öğrenecektir.


4. ÖVGÜYE İHTİYACI VARDIR

Çocukların da diğer insanlar gibi övgüye ihtiyaçları vardır. Olumlu görülen her davranış alkışlanırsa daha olumlu davranışların yolunu açar. Övgü, dozunda, içten ve inandırıcı bir şekilde olmalıdır. Yapmacık övgüler aksi tesir bile doğurabilir. Yapılmayan bir davranıştan dolayı sırf övgü olsun diye övgülerde bulunmanın çocuğunuzun ruh ve karakter gelişimine bir katkısı olmayacaktır. Erişkinler zarafetli ve nezaketli olmakla çocuklara örnek olabilirlerse gelecek nesillere en büyük hediyeyi sunmuş olacaklardır.



5. FARK EDİLMEYE VE ÖZEN GÖSTERİLMEYE İHTİYACI VARDIR

Çocuğunuza özen gösterin, onun buna çok ihtiyacı var. Küçük ayrıntılara dikkat ederek özen gösterdiğinizi hissettirebilirsiniz. Misafirlere kahve ikram ederken, çocuğunuzu da hesaba katarak, ona “çocuklar kahve içmez” yerine “evladım kahveni nasıl içersin, orta mı, şekerli mi?” diye sorabilirsiniz. Giydiği elbiselerin ütülü olup olmamasına, renk uyumuna özen gösterdiğinizi ‘bu elbise sana çok yakışmış, ne kadar da güzel giyinmişsin böyle, aferin...’ gibi sözlerle onu fark ettiğinizi ve ona özen gösterdiğinizi hissettirmeye çalışabilirsiniz. Kendisine özen gösterildiğini hisseden çocuk daha dikkatli ve sorumlu davranış sahibi bir kişiliğe sahip olacaktır.

6. ÖZGÜR OLMAYA; AMA SINIRLARINI BİLMEYE İHTİYACI VARDIR

Çocuk özgür olmalıdır. Fakat özgürlüğün de bir sınırı vardır. Özgürlük başıboş, sorumsuz, sınırsız davranışlarda bulunmak değildir. Çocuk kendi sınırlarının ve başkalarına karşı sorumluluklarının olduğunun bilincinde olursa özgürce davranışlarda bulunabilir. Çocuğu özgürlük içinde bağımsız biri olsun niyetiyle yetiştireceğim diye onun her davranışını hoş görür, hatalarına göz yumarsak şımartılmış çocuk sendromuna sebep olabiliriz. Arabanızla giderken çocuk mutlaka arka koltukta oturmalıdır ve emniyet kemerini takmalıdır. Çocuk istemiyor, söylüyorum dinlemiyor, ne yapayım ben de bıraktım ipin ucunu, ne hali varsa görsün demek doğru değildir. Güzel bir sözle, tatlı tatlı ikna edilerek, çocuğunuzu sabırla eğitmekten başka bir çare yok. Kıyamıyoruz, hadi kalbini kırmayayım derken şımarık, sınır tanımaz bir çocuk yetişmesine sebep olabilirsiniz. Çocuğunuza her şey aldığınız, her istediğini yerine getirdiğiniz halde o hâlâ mutsuz ve doyumsuzsa, kendini dünyanın merkezi gibi düşünüp herkesin ve her şeyin kendi etrafında dönmesini istiyorsa, aşırı sinirlenme, taşkınlık gösteriyorsa aman dikkat!.. Şımartılmış çocuk sendromuna doğru gidiş söz konusudur... O halde, her şeyde ölçü, ikna metodu, şiddetten uzak sabır dolu eğitim yoludur.

7. PAYLAŞMAYI BİLMEYE İHTİYACI VARDIR

Çocuğunuza paylaşmayı öğretin. İyi bir insan olarak yetişmesinin yolu paylaşmaktan geçer. Çocuklar 3-4 yaşlarına kadar her şeye “benimdir” der. Bu ağaç benim, bu anne benim, tabak benim, kuzular, kuşlar her şey benim demek çocuğun hoşuna gider. Bu sahiplenme duygusu 4 yaşına kadar normaldir, hatta daha sonra sahip olduklarını paylaşabilmek adına iyidir de. 4 yaştan sonra hâlâ ‘her şey benim’ diyorsa o zaman çocuğa hızlı bir şekilde paylaşma duygusu eğitimi verilmelidir. Mesela başka insanların da sahip olduğu eşyalar olduğunu, ‘bu kalem babana ait’, ‘bu gömlek ablanın gömleği’, ‘bu saat anneninki’ gibi sözcüklerle başkalarının da eşyalarının olduğu tekrarlanırsa çocuğun şuuraltında paylaşma duygusu daha kolay yerleşir. Anne ve babalar çocuğu paylaşmak için zorlamalıdır. Bu, itici ve aksi tesir yapabilir. Çocuğunuzun cömert olmasını istiyorsanız küçük paylaşmalarını överek onu cesaretlendirmelisiniz. Çocuk çok sevdiği bir oyuncağı kardeşiyle ya da misafirliğe gelen diğer bir çocukla paylaşmak istemiyorsa, başka bir oyuncağı paylaşmasını tavsiye edebilirsiniz. İki çocuk paylaşma adına anlaşamıyorsa hemen müdahale edip taraf olmayın. Onların çözüm yöntemini biraz seyredin. Barışa ilk adım atan çocuğu ‘aferin’ diyerek övün.

--------------------------------------------------------------------------------

YARD. DOÇ. DR. BÜNYAMİN IŞIK, FATİH ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ AİLE HEKİMLİĞİ ANABİLİM DALI
 
Bu durumun yaş büyüdükçe geçmesini veya hafiflemesini beklemek yanlıştır. Çünkü bazı çocuklar yaşıtlarından farklı olarak, yeni bir ortama girmek veya tanımadığı insanların olduğu ortamlarda tek başına olmakla ilgili yoğun kaygı ve huzursuzluk yaşarlar. Bunun sebebi, psikolojide “sosyal fobi” veya “sosyal kaygı” adı verilen bir durumdur.



Bu tip çocuklar, , sosyal ortamlarda utanç verici bir duruma düşmekten veya yargılanmaktan çok korktuğu için fobik reaksiyonlar gösterip, sosyal ortamlara girmekten kaçınırlar. Böyle durumlarda oldukça çekingen veya utangaç bir yapıya sahip oldukları için söyleyecekleri ya da yapacakları herhangi bir şeyin onları başkalarının gözünde utanç verici bir duruma sokmasından korkarlar ya da insanlar arasında nasıl davranmaları gerektiğini bilemezler. Hatta zaman zaman başkalarının kendilerinden üstün olduğu düşüncesine kapılırlar. Çocukluk döneminde başlayan sosyal fobi bu kişilerin hayatlarına birçok kısıtlamayı da beraberinde getirir. Örneğin okulda parmak kaldırmak, toplum içinde söz alıp konuşmak, tahtaya kalkıp yazı yazmak okulda kaçındıkları davranışların başında gelirken, bir mağazaya girip tek başına bir şeyler almak veya sokakta birine bir şey sormak günlük yaşantıda çocuğu zorlayan davranışlardır. Fakat bütün bunlara genel olarak bakılması ve bu durumun sadece utangaçlıkla karıştırılmaması gerekir. Utangaç insanlar çevrelerinde başkaları varken rahat olamazken sosyal fobikler kendilerini rahatsız hissettikleri bu durumlardan kaçınırlar. Sosyal fobik olan çocuklar bu okul ve sosyal hayatlarında yaşadıkları bu engellemelerden dolayı günlük hayatta oldukça sıkıntı yaşayabilirler. Bahsettiğimiz sabit korku tek bir duruma indirgenmiş olabilir, ya da durum çok daha ileri seviyede yaşanıyor olabilir. Çocuk okulda gerçekleştirilmesi gereken sosyal aktivitelerden korkmaya başlarsa okula gitmekte yoğun isteksizlik duyup bu durumda kaçınma davranışları geliştirebilir; örneğin fizyolojik kökeni olmayan mide bulantıları veya boğaz ağrıları bu sebepten kaynaklanabilir.



Sosyal fobide sergilenen davranışları daha iyi anlayabilmek için durumu bir kısır döngü olarak düşünebiliriz. Sosyal fobisi olan kişiler ateş basması, aşırı terleme, titreme ve diğer kaygı sinyalleri olan konuşma zorluğu, bulantı ve mide rahatsızlıkları gibi belirtilerin ortaya çıkmasından korktukça, bu belirtiler daha fazla görünmeye başlar ve bir zaman sonra kaçınma davranışı bir yaşam şeklini alabilir.



Bu bozukluk tipik olarak çocuklukta ya da erken ergenlikte başlar. Yapılan araştırmalara göre, sosyal fobiklerin % 40’ ı, 10 yaşın altında % 95 ‘i ise 20 yaşın altında görülmektedir. Bu sebeple erken yaşlarda teşhis ve tedavi çok önemlidir. Sizin de gözlemlemeniz amacıyla, sosyal fobi de kişinin yaşadığı zorlukları toparlayacak olursak:



* Sınıfta yüksek sesle okumak, yapılan tartışmalara katılmak, parmak kaldırıp söz almak
* Yetişkinlerle sohbet etmek
* Bir sohbeti kendiliğinden başlatmak
* Restorantta kendi başına bir şey sipariş etmek
* Davet edildikleri arkadaş doğum günlerine veya partilerine gitmek
* Haklı oldukları durumlarda gerekli savunmayı yapmak
* Yabancılarla konuşurken göz kontağı kurmak gibi konularda sıkıntı yaşayıp bu durumlardan kaçınma davranışları gösterirler. Bunların yanı sıra, dikkatin onlara çevrildiği hemen her ortamda rahatsızlık hissedip tepki gösterebilirler.



Bu konuda yaşanılan sıkıntıları çözümlemek için zaman geçirmeden bir uzmana başvurmanın yanı sıra aile ve öğretmenlerin de bu konuda destek olmak amacıyla yapabilecekleri bir takım davranışlar vardır. Öncelikle öğretmenler, bu çocukları korktukları veya kaçındıkları davranışlarla ilgili cesaretlendirici sınıf çalışmalarına alabilirler. Örneğin, okul içindeki sosyal etkinliklerde öncelikle başarabilecekleri hedefler koyularak çalışmalara katılabilirler. Bunun yanı sıra öğretmenlere düşen görevlerden biri de çocuğun sınıftaki ortamda fiziksel veya sözlü tehditlere maruz kalmamasını sağlamaktır. Sınıfta sunum yapan veya konu hakkında fikri söylenmesi istendiğinde bu durumdan dolayı yoğun kaygı yaşayan çocuk için sınıf ortamını sakinleştirmek ve alay konusu olmamasını sağlamak gerekir. Ayrıca, yaşı daha küçük olan çocuklar için öğretmenleri sınıfta utangaçlık ve çekingenlik ile ilgili hikâyeler okuyabilirler. Ailelere bu konuda düşen görevlere bakacak olursak; anne ve babanın çocuğun karşılaştıkları her türlü problemde çözümleyici görevi görmesi bu konuda çocuğu tembelliğe alıştırdığı gibi kaçınma davranışını da tetikler. Anne veya babasının herhangi bir sorunda müdahale edeceğini bilen çocuk halletmesi gereken sorunlarda gölgede kalabilir veya sorunu görmezden gelebilir. Bu durumlarla karşılaşılamaması için çocuğun karşılaştığı problemleri başka açılardan incelemesine yardımcı olunmalı, çok yönlü düşünmeye teşvik edilmeli ve ona bunları uygulaması için zaman verilmelidir. Bunun yanı sıra, çocuk eğer okulda arkadaş bulmakta zorlanıyorsa onun anlaşabileceği çocuklarla okul dışı ikili görüşme zamanları ayarlanması ona bu konuda destek olacaktır.



Bu yaşanılan sıkıntılar tabii ki çözümsüz değildir. Sosyal fobinin tedavisi konusunda yapılan çalışmalar, çocuğa değişik sosyal ortamlarda göstermesi beklenen davranışları ve gerekli sosyal becerileri kazandırırken yaşadığı gerginliği azalmasına da yardımcı olur. Alınan profesyonel yardım sayesinde, daha iyimser düşünüp olayları gerçekçi bir pencereden incelemeyi öğrenen çocuk sosyal ortamlara daha rahat girer ve de adapte olur. Kaçınma davranışından vazgeçen çocuk için artık yeni bir süreç başlar. Ortamda kaygı veren bir durum olmadığını görmesi bu konuda kendine duyduğu güveni arttır ve kısır döngü halini almış düşüncelerinde de çözülmeler meydana gelir.
 
Anneler ve babalar;

Çocuklarınız sürekli bir büyüme ve değişme içindedir. Sizin çocuğunuz olsa da sizden ayrı bir kişilik geliştirmektedir. Onu tanımaya ve anlamaya çalışın.

Çocuğunuz, yaşamı deneme ve taklit yoluyla öğrenir. Ona ayak uydurmakta zorluk çekebilirsiniz. Onları oyunda, arkadaşlıkta ve uğraşlarında özgür bırakın. Onu her yerde ve her zaman koruyup kollamayın. Onu, küçük diye şımartmayın. O zaman çocuğunuz hep çocuk kalmak ister. Çocuksu davranışlar sergiler.

Her istediğini istediği zaman elde edemeyeceğini onlara öğretin. Onlara, yerli yersiz söz vermeyin. Sözünüzü tutamazsanız sizlere olan güveni azalır. Çocuğunuza kesin ve kararlı davranmaktan çekinmeyin. Yoldan saptığını görünce onu sınırlayın. Koyduğunuz kurallar ve yasakları ona, “aile kuralı” olarak benimsetin. Çünkü hiç kısıtlanmayınca ne yapacağını şaşırırlar. Ona karşı tutarsız davranışlar sergilemeyin. Çünkü onlar, tutarsız davranışlarınız karşılığında hem bocalar hem de onlardan yararlanırlar.

Çocuğunuza sürekli nasihat vermeyin. Onlar nasihatinizden daha çok davranışlarınızdan etkilenirler. Yanlış yapmaktan korkmayın. Çünkü çocuklar, bunları çabuk unutur. Birbirinize karşı saygı ve sevgiyi koruyun. Aranızda saygı ve sevginin azaldığını görmek onları yaralar ve sürekli tedirgin eder.

Çok konuşup çok bağırmayın. Çünkü onlar yüksek sesle konuşulanları pek duymazlar. Yumuşak ve kesin sözler, onlarda daha iyi iz bırakır. “Ben senin yaşında iken....” vb. sözlerle asla kulak asmazlar.

Kendinizle özdeşleştirmeyin. Onları olduğu gibi kabul edin. Yanılma payı bırakın. Küçük yanılgılarını büyük suçmuş gibi başına kakmayın.

Korkutup, sindirerek, suçluluk duygusu aşılayarak usandırmaya çalışmayın. Yaramazlıkları için onları kötü çocukmuş gibi yargılamayın. Yanlış davranışları üzerine durarak düzeltin. Ceza vermeden önce mutlaka onu dinleyin. Suçunu aşan cezalar vermeyin.

Onu dinleyin. Çünkü öğrenmeye en yatkın olduğu anlar, soru sorduğu anlardır. Açıklamalarınız kısa ve özlü olsun. Gerçekleri söyleyin. Soru sorma şevkini kırmayın ve özenle cevaplandırın.

Onları, yeteneklerinin üstünde işlere zorlamayın, başarabileceği işler için güdüleyin. Ona, güvendiğinizi belli edin, onu destekleyin ve çabasını övün.

Onu başkalarıyla karşılaştırmayın, umutsuzluğa kapılmasın. Yaşının üstünde olgunluk beklemeyin.

Bütün kuralları birden öğretmeye kalkmayın. Öğrenmesi için zaman tanıyın. Dürüst davranmadığı zaman, çok fazla üstüne gitmeyin. Onu, yalan söylemeye sevk etmeyin.

Sizi çok bunaltsa da soğukkanlılığınızı yitirmeyin. Kızabilirsiniz, ama onu aşağılamayın. Yoksa o da sizi yabancıların yanında güç duruma düşürebilir.

Çocuğunuza karşı haksızlık ettiğinizi fark ettiğinizde, ona açıklamaktan korkmayınız. Açıklamalarınız, sizi ona daha çok yakınlaştırır. Bunu zayıflık olarak görmeyin ve kullanmasından korkmayın.

Unutmayın ki, çocuğunuz sizi olduğunuzdan daha iyi görür. Kendinizi ona karşı yanılmaz ve erişilmez olarak göstermeye çabalamayın.

Ondan “örnek çocuk” olmasını beklemeyin. Çünkü o, sizden kusursuz olmanızı beklemiyor. Sevecen ve anlayışlı olmaya çalışın.

Çocuğunuza zorla yemek yedirmeye çalışmayın. Yemek yedirirken rahat davranın ve sağlıklı yiyecekleri alternatif olarak sunun. Çocuğunuz onlar arasından seçimini yapacaktır. Çocuğunuzun yeme isteğini yükseltin. Yediğinden emin olduğunuz yemek veya yemek çeşitlerini mutlaka sofrada bulundurun

Yemek saatinden önce abur cubur şeylerle onun karnını doyurmayın. Yemek saatinde, onun acıkmış olması gerekmektedir.

Yemeklerin görüntüsünün iştah açıcı olmasına dikkat ediniz.

Tatlıyı (çikolatayı, şekeri...) yemeklere karşı rüşvet olarak kullanmayınız. Böylece tatlının yemeklerden daha çekici olduğunu düşünmezler. Yemek ya da yemekler arasında seçim yapabilirler. Herkes için yemek pişirmeyin, onun sevmediği yiyecekleri yenileriyle karıştırın. Yemek saatlerinin bütün ailenin zevk aldığı bir zaman dilimi olmasını sağlayın.

Çocuklarınız, dövüşür, atışır ve kavga ederler. Kavgayı önleyemezsiniz ama onunla baş etme ya da daha aza indirmek sizin elinizdedir.

Çocuklar genellikle günün belli saatlerinde ve belli durumlarda kavga ederler. Kavganın gerçek nedenini saptamak için ailenizi çok iyi gözlemleyin ve bunlara çözüm bulmaya çalışın

Çocuklarınız kavga ettiği zaman hakemlik yapmayın, “kim başlattı” vb. sözlerle tartışmanın içine girmeyin. Onlara kavgalarla baş etme sorumluluğunu verin. Odadan çıkın, onların sizi kullanmasına izin vermeyin. Ancak olayın kötüye gittiğini hissettiğiniz durumlarda araya girin.

Unutmayın; olayın ne kadar dışında kalırsanız çocuklarınız da kendi aralarındaki anlaşmazlıkları çözmede o kadar yaratıcı olacaklardır. Çocuklarınıza birbirlerine sevgilerini göstermelerini onlara öğretin.

Çocuklarınız, zaman zaman şiddet duygusuna kapılabilirler. Bunu engelleyemezsiniz. Ama şiddet davranışlarını engelleyebilirsiniz. Bunun için çevreyle ilişkilerinde şiddet hareketlerine sapmalarını engelleyecek kurallar koyun ve bunları ödün vermeden uygulayın.

Şiddet duygularını bastırmayın, duygularını size dökmesine fırsat verin. Böylece onları rahatlatmaya çalışın. İçten içe şiddet ve nefret duygularının gelişmesini engeller.

Çocuklarınıza kitap sevgisini, küçük yaşlarda kazandırmaya çalışın. Çünkü onlar 0-6 yaşta ne almışlarsa 70 yaşında da o birikim iledir. Kitaba karşı ilk ilgi ve merakın uyanması, okuma öncesi dönemine rastlar. Çocuğun eline verilen bol renkli, resimli kitaplar, ona anlatılan çeşitli öyküler, masallar, oyun oynama düşlerine seslenen dizeler, tekerlemeler bu dönemde çok önemlidir.

Çocuğun resimli kitabı eline alıp, kendi kendine yüksek sesle bir şeyler okuyup anlatıyormuş gibi yapması, çözemediği gizemli harflerin ardından çeşitli dünyaların da olduğunu, kavradığını gösterir. Okumayı öğrendikten sonra, harflerin ötesinde heyecan uyandırıcı, şaşırtıcı renkli dünyaların kimsenin yardımı olmadan kendi kendine çözümlemeye başlar. Artık kitap okuma çocuk için ayrılmaz bir bütün olur.

Okumak; düşünerek, benimseyerek, özümseyerek bireyin hayat görüşünü belirler. Çocuklarınızın sevgi, dostluk, barış ve iyi değerleri içeren konulu kitapları okumasını sağlayın. Vurdulu, kırdılı, ezberciliğe dayanan, kin ve nefret konulu kitapları okumalarına izin vermeyin.

Çocuk kitaplarında çevre, barış, eğitim, sevgi ve aşk, kadın erkek eşitliği, insan hakları, kuşaklar arası çatışma, geleneklerle hesaplaşma gibi kavramlarına yer verilmelidir. Bağnazlık ve ön yargıdan uzak olmalı, ırk üstünlüğü ve din ayrımı gibi inançlar aşılanmamalı, yurt sevgisi ve ulusal değerler aşılanmalıdır. Uluslararası düşmanlıklar körüklenmemeli, yiğitlik abartılmamalıdır. İnsan, çocuğa olumlu ve olumsuz yönleri ile tanıtılmalı, katı ahlak kuralları yerine insani değerler, hoşgörü ve esneklik esas alınmalıdır.
 
Bu yazının başlığını oluşturan soruyu kendinize soruyorsanız bu yazım size yol gösterici olacaktır. Bu yazımda sağlıklı ve sağlıksız aileyi karşılaştırmak istiyorum. Sağlıklı ve sağlıksız aile kendilerini aşağıdaki dört temel boyutta farklı farklı belirler.

Bunlar:

1. Kişinin kendi özüne saygısı:

A- Sağlıklı ailede aile üyeleri kendilerini değerli, onurlu ve anlamlı bulurlar. Kişinin kendini değerli bulması ve saygı duyması doğal durumdur. Kişilerin beş varoluş boyutunu yaşamaları ve yaşatmaları, yani kişinin kendi özüne saygısı, sağlıklı ailedeki ilişkilerde bilincin odak noktasını oluşturur. (Beş varoluş boyutunu İletişim Donanımları kitabımda ayrıntılı olarak irdeledim.)

B- Sağlıksız ailede aile üyeleri kendilerini değerli bulmazlar; çünkü ailede beş varoluş boyutunu yaşamamışlardır. Kişinin kendini değerli bulması ve kendine saygı duyması sağlıksız ailenin bilincinde önem bir şey olarak yer almaz; sağlıksız ailede bilinç insanların birbirlerini denetlemeleri ve baskı altına almaları üstüne odaklanmıştır. O nedenle, kişinin kendini onurlu ve değerli bulması sağlıksız ailede doğal bir durum değildir; az rastlanan ender bir durumdur.

2. İletişim:

A- Sağlıklı ailede iletişim dolaysız, açık seçik, ayrıntılı ve dürüsttür. Kişiler birbirlerine değer verdikleri ve güvendikleri için iç dünyalarını, algılamalarını, duygu ve düşüncelerini olduğu gibi tüm ayrıntılarıyla paylaşmak isterler.

B- Sağlıksız ailede kişiler birbirlerine gerçekte değer vermedikleri ve ayrıca birbirlerine güvenemedikleri için iç dünyalarını rahatlıkla paylaşamazlar. Bu nedenle sağlıksız ailede iletişim dolaylıdır, belirsizdir ve dürüst değildir; yalan çoktur. Savunucu iletişim sağlıksız ailenin en belirgin özelliğidir.

3. Aile kuralları:

A- Aile kuralları sağlıklı ailede açık seçik ifade edilmiştir, belirgindir ve esnektir; duruma göre yorumlanarak, gerekirse esnetilerek uygulanır, katı değildir, akla yatkındır. Sağlıklı ailede aile üyeleri aile kurallarını tartışma konusu yapabilir ve gerekiyorsa değiştirebilirler.

B- Sağlıksız ailede ailenin davranışlarını düzenleyen kurallar çoğu kere açık seçik ifade edilmemiştir, gizlidir. Ne var ki bu kurallar gizli olmasına rağmen katıdır, insafsızdır, tartışılamaz ve değiştirilemez. Daha doğrusu kurallar otorite durumunda olan kişinin keyfine göre tanımlanır ve uygulanır.

4. Toplumla ilişki:

A- Sağlıklı ailede aile üyelerinin toplumla ilişkisi yoğundur, ama toplumsal beklentilerin altında ezilmezler. Gerçekçi bir umut vardır; her aile üyesinin geleceğe dönük kendisine heyecan ve şevk veren bir umudu vardır.

B- Sağlıksız ailede insan ilişkileri korkuya dayalı olduğu için toplumla ilişkileri de ya karşıdakine yaranmaya veya onu ezmeye yönelir. Yani, aile üyeleri geleceğini garanti altına almak isterken ya karşıdakine yalakalık yaparak onun gücünden yararlanmaya çalışır, ya da ona baskı yaparak, onu korkutarak onu istedikleri yönde kullanmaya çabalar.

Demokratik toplumun temel taşı olan sağlıklı birey ancak sağlıklı ailede yetişir. Ailede olduğu kadar bir şirkette de bu boyutlar önemini korur. Gönül diler ki ülkemizde hem evde hem iş yerinde lider durumunda olan kişiler yukarıda belirttiğim dört boyuta duyarlılık göstererek toplumunun demokratikleşmesine olumlu katkıda bulunsunlar.

Doğan Cüceloğlu
 
Anne-baba olmanın en zor yanlarından biri de, ölümle yaşanacak olan ayrılık gerçeğini kabullenebilmektir. Hiçbir anne-baba yoktur ki, çocuklarının ölümü hakkında konuşurken “Allah göstermesin.” diye dua etmesin. Ve birçok anne-baba, “Ben çocuklarımdan önce öleyim de, onların ölümünü görmeyeyim.” diye temenni eder. Peki neden? Pedagoji bilimi, “ebeveyn bağımlısı” çocuklardan bahsederken, çocuk bağımlısı anne-babaları da es geçmez. Yani, çocuklar mı anne-babalarına karşı bağımlı olma riski taşırlar, yoksa daha çok, anne-babalar mı çocuklarına karşı bağımlı olma riski ile karşı karşıyadırlar? Bu soruya hemen cevap vermek gerekirse, “Her anne-baba, potansiyel bir ‘çocuk bağımlısı’dır” diyebiliriz. Eğer vaktinde çözüm üretilmez, tedbirler alınmaz ise, bu “potansiyel bağımlılık riski” harekete geçer ve hem çocuğun hem de anne-babanın hayatını kâbusa çevirebilir. Buna karşılık, çocukların, anne-baba bağımlısı olma riski çok daha azdır. Çocuklarda var olduğu zannedilen “anne-baba bağımlılığı”, bir “davranış sapması”dır. Bu daha çok, “güçlüye teslim olma” ya da, “güçlüye yapışma” şeklinde kendini göstermektedir.

Çocuklar kozadaki kelebeğe benzer

Çocukların aile içindeki halleri, koza içindeki kelebeğe benzer. Bir kelebek için “koza yaşantısı”nın her saniyesi çok önemlidir. Hatta kelebeklerin kozadan çıkışı bile çok özeldir. Koza içindeki hayatını tamamlayan kelebek, yumuşacık başı ile önce kozayı deler. O narin ve hassas vücudu ile kozada açtığı küçücük delikten dışarı çıkmaya çalışır. Ama bu çok da kolay olmaz. Çünkü delik küçük, kelebeğin vücudu büyüktür. Yavru kelebek, önce kafasını, sonra vücudunu o incecik delikten dışarı çıkartmak için mücadele eder. Rengârenk ve hassas kanatları “ha yırtıldı ha yırtılacak” korkusu ile bir sağa bir sola yalpa yaparak dışarı çıkmaya başlar. Eğer siz, bir anne kelebek olarak, yavru kelebeğinizin bu kıvranışlarına üzülür ve “Yavrum dışarı daha kolay çıksın” diye, deliği genişletirseniz, sizin kelebeğiniz bir ömür boyu uçamaz. Çünkü, yavru kelebek, daracık o delikten dışarı çıkmaya çalışırken, koza içinde, vücuduna bulaşmış olan bir sıvıyı da kanatlarından sıyırmaya çalışmaktadır. Kozadan zorlanarak çıktığını zannettiğiniz yavru kelebeğiniz, aslında, kanatlarındaki sıvıdan kendini kurtararak, uçuşa hazırlamaktadır. Eğer yavru kelebeğiniz, kozadan çıkarken, kanatlarındaki sıvıyı kozadaki o dar delik vasıtası ile sıyırmamış ise, kelebeğiniz artık hiçbir zaman uçamayacaktır. Her kanat çırpışında, ıslak kanatları ya birbirine yapışacak, ya da kanatlarını ağırlıktan taşıyamayacaktır.

Kozadan çıkmaya çalışan kelebeğin çırpınışlarına acıyan anne kelebek, yavru kelebeğinin bütün bir hayatının kararmasına neden olabilir. Böylesi bir kelebek, artık kendi hayatını devam ettirebilmek için “başkalarına bağımlı” hale gelecektir. Kendisini tehlikelerden koruyamayan bu kelebek, tehlike anını önceden haber veren bir başka kelebeğe ihtiyaç duyacaktır. Uzaklara gidip beslenemeyen kelebek, kendisine yiyecek getirecek bir başka kelebeğe ihtiyaç duyacaktır. Hayatını birine yapışarak bir asalak gibi sürdürmek zorunda kalacaktır.

“Kelebek ve koza” örneğinde olduğu gibi, “aşırı koruma hissi” ile çocuklarına sahip çıkan anne-babalar, çocuklarına iyilik yaptıklarını zannettikleri halde, zarar vermektedirler. Onların hayata hazırlanmasına izin verilmeyerek, sosyal hayatlarını başkalarına bağımlı hale getirmektedirler. Aşırı koruyucu aile içinde yetişen çocuklar, kozadan suni müdahale ile çıkartılan kelebek gibi, sosyal hayata atılmak için gerekli olan donanıma sahip olamamaktadır.

Çocuk hata yaptıkça tecrübe kazanır

Çocukların hata yapmasına göz yummak gerekir. Çünkü hata yaptıkça tecrübe kazanırlar. Tecrübe başarıya yürüyen insanın en güçlü hafızasıdır. Çocuk pratikte bir şeyler yaptıkça yapabileceği şeyleri keşfeder. Eğer anne-baba, “Aman oğlum sen yapma, ben hallederim.” diyorsa, “Aman kızım, sen yapamazsın…” diye pratik tecrübe kazanmasına izin vermiyorsa, bu tür çocuklar, hayatlarının geri kalan kısmını, birilerine muhtaç olarak geçirme eğilimi içerisine girebilirler. Aşırı korumacı ve “evlatkolik” bir aile içindeki çocuk, kendini ve kendi kabiliyetlerini tanıyamaz, hata yapmaktan korkar, hata yapmadıkça ve risk almadıkça, atacağı her adımda, tereddüt ve kararsızlık içinde kalabilir.

Önce anneye, sonra “çevre”ye bağımlılık

Davranışları çekingence olan, sosyal hayata hazırlanamamış çocuklar için “anne-baba bağımlısı çocuk” demeyi tercih etmiyoruz. Çünkü bu haldeki bir çocuk, çocukluk döneminde anne-babasına bağlı olsa da, yetişkinlik döneminde okuldaki grup liderine, evlendiğinde de eşine bağımlı olma eğilimi taşır. Farklı kişilere olan yapışma ihtiyacı bir “davranış sapması”dır. Halbuki, anne-babaların çocuklarına olan bağımlığı, “sadece ve kesinlikle kendi çocukları içindir”. Çocuklar ise, daha sonra çevrede bulunan en yakın “güçlü” kişiye yönelebilmektedir. Bu da hayatta tek başına ayakta kalmayı zorlaştırmaktadır.

Anne-babalar ikaz ediliyor

Tegabün Sûresi’nin 15’inci ayetinde “Mallarınız, evlatlarınız sizin için sadece bir imtihandır.” buyurularak, çocukların bir imtihan vesilesi olduğuna; hayatın asıl amacı olmadığına dikkat çekiliyor. “Çekirdekten Çınara” isimli çocuk terbiyesi kitabında “aşırı evlat tutkusu”nun insanı birçok değerden alıkoyabileceğine dikkat çekilerek, anne-babaların, çocuklarına olan aşırı düşkünlüklerinin “Gayretullah’a” da dokunabileceği yönünde uyarılarda bulunulmaktadır. Yani, “muhabbetin dozu” iyi ayarlanmalıdır. Böyle olmazsa çocuğunuz, sokakta, okulda ve sosyal hayatta sürekli kollanma duygusuyla hareket edecek, bunu göremeyince de hayal kırıklıkları yaşayacaktır. Sizin dozunda bırakamadığınız sevginiz ona fayda değil zarar verecektir.

“Bağımlılık” kaos, “bağlılık” huzur doğurur

:: Mademki her bir anne-baba, potansiyel bir ‘çocuk düşkünü’dür, o halde, insanların hayatını altüst edebilecek bu risk, kontrol altına alınmalıdır. Kontrol altına alınmış olan ebeveyn-çocuk ilişkisine, “bağlılık” diyoruz ki, sağlıklı bir anne-babanın çocuğu ile ilişkisi, “bağlılık” çerçevesindedir.

:: Bağlılığın azalması ile “ilgisiz anne-baba”, bağlılığın çoğalması ile de “bağımlı anne-baba” oluşur.

:: Anne-babaların çocuklarına karşı çok düşkün olma riski taşıyor olmalarına rağmen, çocuklar anne-babalarına karşı aynı riski taşımamaktadır.

:: Çocuklarda var olduğu düşünülen “bağımlılık” hali, asıl itibarıyla bir “davranış sapması”dır ve çocukların hayata hazırlanmasındaki “kırılmalar” olarak değerlendirilmesi gerekir.

Bağımlı anne-babaların çocuklarını bekleyen tehlikeler

1- Çocuklarının yapması gereken işleri kendileri yaptığı için, çocuk hayata yeterince hazırlanamaz.

2- Çocuk aşırı sevgiden rahatsız olabilir, bunu suistimal edebilir. ya da sevgisizlik anında boşluğa düşebilir.

3- Çocuklarının, kendi arzu ve isteklerine göre meslek seçmelerini isterler, onların istek, imkân ve kabiliyetlerini dikkate almazlar.

4- Çocuklarına düşkün anne-babalar, çocuklarını evlendirseler bile, çocuklarının eşleri tarafından ihmal edildiği ve gerekli değerin verilmediği endişesini taşırlar. Çocuklarının yeni hayatlarına da aşırı müdahil olurlar.

5- Çocuklar yetişkin bile olsa, her an bir hata yapacağı endişesini üzerlerinden atamazlar. Bu hal, hem anne-babayı, hem de çocuğu gergin bir bekleyişe iter.

6- Bağımlı anne-babalar, ölümle yaşanacak ayrılık gerçeğine hazır değildirler. Böylesi bir anda ağır zihinsel travma geçirebilirler.

7- Kendi huzur ve mutluluklarını çocuklarına endeksledikleri için, mutluluk ve huzur duyulacak asıl kaynaklarını ihmal edebilirler.

8- Bağımlı anne-babaları bekleyen en büyük risk “manevi boşluğa düşme” riskidir.
 
Beni odasına götürürse yemeği hiç hazırlayamayacağım. Orhan gelince belki Mert’le o oynayabilir ve ben de yemeği hazırlayabilirim. Ya bugün onun işi uzarsa......” Nilgün Hanım, kafasında bu düşüncelerle servisle evine dönüyordu. Oğlunu bütün gün görmediği için özlemişti, yorucu bir iş günün ardından kendini bitkin hissediyordu, evde yoluna koyması gereken bir sürü iş de onu beklemekteydi. Kendi kendine iyi bir organizasyonla herşeyin üstesinden gelebileceğini düşündü. Oğluyla hem birlikte olmak istiyor, ama aynı zamanda çocuğunun taleplerini karşılayamayacak kadar yorgundu. Sonunda eve geldi, anahtarıyla kapıyı açarken oğlunun sevinç içinde “Annem geldi, annem geldi” diye bağırdığını duydu. O anda kendini çok mutlu hissetti. Oğluyla kucaklaştılar, birbirlerini öptüler. Nilgün Hanım çantasını bir yere bıraktı. O sırada oğlu bütün gün yaptıklarını anlatmaya başladı. Anaokulundaki bir arkadaşı ona vurmuştu, o da arkadaşına bir tekme atmak zorunda kalmıştı. Öğretmeni bu nedenle onu düşünme köşesine yollamıştı. Hatta bir daha böyle bir şey olursa, annesini çağıracağını da söylemişti. Mert bunları anlatırken, bakıcı hanım gitmek üzere hazırlanmış, ertesi gün görüşmek üzere vedalaşıp gitmişti. Nilgün Hanım odasına gidip üzerini değiştirmek istedi. Mert de onun peşinden geliyordu. Nilgün Hanım oğluna tuvalete gitmesi gerektiğini söyledi, kapıyı kapattı. Mert kapıda ağlamaya başladı. Nilgün Hanım kendini giderek daha kötü hissetmeye başladı; suçluluk duygusu içini iyice kemirmeye başlamıştı. İyi bir anne olamadığı açıktı. Oğlu okulda sorunlu bir çocuk olmaya adaydı, kapıdan girdikten kısa bir süre sonra oğlunu ağlatmayı başarmıştı ve birazdan oğlunun karnı acıktığında ona yedirebileceği bir şey de hazırlayamamıştı. Kendini toparlayıp banyodan çıktı ve oğlunu kucakladı, onu çok sevdiğini söyledi.



Çalışan bir çok annenin kendinden bir çok şey bulabileceği bir durum. Gerçekten çalışan anne olmak yetersiz bir anne olmak anlamına geliyor mu? Bu sorunun yanıtı “hayır”. Çalışan anne olmanın farklı bir annelik kavramı olduğunu kabul ederek yola çıkmakla başlıyor herşey. “Anne” olmayı çok klasik kalıplar içinde tanımlayıp o kalıpları ölçü almak, çalışan kadınların vazgeçmeleri gereken yanlış inanışların başında geliyor. İkinci yalnış inanış ise herşeyin çok mükemmel olması gerektiği. Hem bütün gün bir iş yerinde olmak, hem çocukla ilgilenmek ve bütün ihtiyaçlarını gidermek, hem evişlerinin altından kalkmak bir tek kişinin başarabileceği bir şey değil; bir kişinin bu kadar çok rol üstlenmesi sağlıklı değil. Bu işlerin her zaman aynı standartta olması da gerekmiyor. Evin çok temiz olması, çocuğa ayrılacak zamanın daha az olması demek, akşam yemeklerinin çok düzenli ve çeşitli olması da çocuğa ayıracak zamanın daha az olması demek.



Sonuç olarak ortaya çıkan durum zamana karşı bir yarış ve işlerin belli bir öncelik sırası içinde belli zaman dilimleri içine sığdırılarak organize edilmesi. Hangi işe öncelik vermek gerekiyor?



Çocuğun muhakkak ki annesiyle birlikte olmaya çok ihtiyacı var. Aynı şekilde annenin de çocuğuyla birlikte olmaya ihtiyacı var. Ama annenin aynı zamanda biraz kendine zaman ayırmaya da ihtiyacı var. Bu noktada, üstünde durulması gereken çok önemli bir konu çocukların kendilerine gösterilecek ilgiyi parça parça ve dağınık olarak almaktan hoşlanmamaları. Anne eve girdikten sonra, çocuk ihtiyacı olan ilgiyi alabilmek için sürekli anneyi kovalamak ve çeşitli yöntemlerle ilgisini çekmek zorunda kalıyorsa, bu çocukla annesinin ilişkisi çok kısa bir zaman sonra bozulacaktır. Çocuk annesine tam birşey anlatmaya başlamışken, annenin başka bir işle meşgul olması. Annenin çocuğa cevap vermemesi çocuğun öfkesini arttıracaktır ve sonunda yemekte sorun çıkarmak, kendisinden istenilen şeyleri yapmamak gibi ilgi çekmeye yönelik davranışlar içine girecektir. Bu da annenin daha çok üzülmesine ve kendini suçlamasına neden olacaktır. Bu kısır döngünün oluşması yerine, anne ile çocuk arasında, birlikte olunan saatlerin nasıl geçirileceğine dair bir anlaşmaya varmak en uygun yoldur. Bu amaçla, çocuk ve annesi birlikte oturup bir program yaparlar ve iki tarafta bu programa elinden geldiği kadar sadık kalmaya çalışır. Bu programın içinde çocukla geçirilecek 30 dakika kadar süren bir “özel oyun zamanı”nın olması gereklidir. Bunun program akışı içinde hangi noktada yer alacağına da anne-çocuk birlikte karar verirler, örneğin çizgi filmden sonra, yemekten sonra gibi. Bu zamanın hiç bölünmemesi ve tamamen çocuk tarafından şekillendirilmesi önemlidir. Ayrıca bu zaman bir ödül de değildir. Anne ile çocuk arasında yapılacak bir program, çocuğa şu şekilde anlatılabilir: “Ben eve geldikten sonra üstümü değiştirmem gerekiyor. Sen o sırada bir resim yapmaya başlayabilirsin. Ben giyinince senin yanına geleceğim ve ondan sonra saatteki büyük kol şurdan şuraya gelene kadar seninle oynayacağım. Oyun zamanı bitince ben mutfağa gideceğim/salında gazete okuyacağım. Sen istersen benim yanımda olabilirsin, seninle sohbet edebilirim ama yemeği de hazırlamam lazım. Baban gelince de yemek yiyeceğiz. Yemekten sonra da babanla oynayabilirsin. Sonra dişlerini fırçalayacaksın, pijamanı giyeceksin. Yatmadan önce ben de sana bir masal okuyacağım” bu program çeşitli resim kartlarıyla çocuğun odasına da asılabilir. Bundan sonra, annenin bu programa sadık kalması ve çocuğun programa uymaması halinde, yapılan antlaşmadan bahsetmesi gerekir. Çocuk programı çok aksatırsa, program uygulanamayacağı için belli şeylerden de mahrum kalması sözkonusu olacaktır; bu bir ceza değil bir yaptığının sonucuna katlanma durumudur. Örneğin çocuk annenin üstünü değiştirmesine izin vermezse, oyun zamanı kısalacaktır gibi.



Çocukla bu şekilde oluşturulmuş bir program çocuğun hem birleşme, hem ayrışma gereksinimlerine cevap verecek, annesiyle geçireceği zamanı onun açısından tahmin edilebilir kılacaktır. Belirgin hale getirilmiş durumlar çocukları her zaman rahatlatır ve daha huzurlu yapar; çocuğun içindeki “Annemin ilgisini acaba ne zaman ve nasıl çekeceğim?” merakını da giderir. Böyle bir program çalışan anne-çocuk ilişkisinde yaşanan diğer uçtaki sorunları da önler ki, bunlar da annenin kapıdan içeri girdiği andan itibaren bütün zamanını çocuğa ayırmasından kaynaklanır. Böyle bir durumda da çocuk, annenin tamamen kendisine ait olduğunu zanneder ve her ihtiyacını anne üzerinden gidermeye çalışır. Anne ile arasında bir sınır hissedemediği için de bu sınırı tanımlayabilmek adına sürekli denemelerde bulunur ve annenin kendini kötü hissetmesine neden olur. Böyle bir durumda da, programın anne ve çocuğun ayrı alanları olduğunu vurgulaması önem kazanır. Oyun sırasında anne ve çocuk yoğun bir birliktelik yaşarlar, ama sonra ayrılırlar.



Çalışan bir annenin düşünmesi ve planlaması gereken konulardan birisi de, yapılması gereken işleri ne ölçüde kime delege edebileceğidir. Örneğin, evdeki bakıcı bayandan ev işlerine biraz yardım etmesi, hatta zaman zaman yemek de pişirmesi istenebilir mi? Anneanne haftanın belli günlerinde destek sağlayabilir mi? Eşler arasında işler ne kadar paylaştırılabiliyor? Zira annenin sadece kendisine de zaman ayırabilmesi çok önemlidir. Aksi halde bir tükenmişlik hissi ve annelikten zevk alamama ağır basmaya başlayacaktır.



Çalışan Anneye Öneriler;



1)Hayatında öncelik vereceği alanları saptamak, çocuk, eş, iş, ev gibi

2)Bu alanları bir öncelik sırasına koymak

3)Anne olmanın, zamanın tümünü çocukla geçirmek olduğu yönündeki inanışından vazgeçmek

4)Hayatındaki önemli alanların hepsinin mükemmel düzeylerde olması gerektiği inanışından vazgeçmek

5)Çocuğuyla birlikte, beraber oldukları zamana yönelik olarak önceden bir program yapmak ve bir rutin saptamak

6)Bu rutine sadık kalmak

7)Kendisinin annelik konusunda iyi niyetli ve yeterli olduğuna inanmak

8)Ters giden bir günün sonunda kendini suçlamayıp ertesi güne beyaz bir sayfayla başlamak.
 
Annelerimizin hayatımızın başlangıcından beri yeri tartışılmaz. Bize verdikleri ilk sevgiyle hayata adım atar ve bağlanmayı öğreniriz. Annelerimizin sevgisi kadar onların kişilik özellikleri de bizim hayata bakış açımızı etkiler. Hayata ilk adımla başlayan ve ileri yetişkinlik yıllarımıza kadar devam eden bu etkileşimin ergenlik dönemimizde nasıl bir fotoğrafı olduğuna bir göz atmak ister misiniz?

Anne figürü çocukluktan itibaren ergen hayatında başka hiç kimsenin alamayacağı bazı temel ihtiyaçları belirler. Bu ihtiyaçlar;

 Temel güven.
 Genel bakım.
 Güvenme ihtiyacı.
 Bir yere ait olduğunu bilme ihtiyacı.
 Koşulsuz sevecek birini bulma ihtiyacı.

Bu ihtiyaçlar bizim özgüvenimizi belirleyen ilk basamaktır. Fakat mükemmeliyetçi bir tutumu benimseyen bir anne ne yazık ki, çocuğun hayatında bu basamağı eksik bırakıyor.

Ergenliğin bir olgunlaşma ve hayatı anlama devresi olduğunu unutmayalım. Ergenlik dönemi kuralların öğretildiği değil, uygulandığı ve içselleştirildiği bir evredir. Bu evrede kendini yalnız hissettiği anlarda, bir bebeğin anne kucağında duyduğu sıcaklığı hissetmek ister. Aslında bu güvenme ihtiyacıyla ilintilidir. Anneyle kurulamayan bağ kişilik örüntüsünde yıkıcı tahribatlar oluşturabilir.

Mükemmeliyetçi anneler çevreye hoş görünmeye çalışan, başkalarına yardım etmek için fırsat kollayan, reddedilmeye karşı aşırı duyarlı olan; fakat çocuklarını eleştiren kişilerdir. Mükemmeliyetçi anneler çocuklarını tehlikelere karşı uyaracağız diye bir koruma kalkanı kurarlar. Fakat bu koruma kalkanı ergenlik döneminde çocuğun annesinden korunmak istediği duygusal bir duvarın örülmesine sebep olur.

Bu koruma kalkanı kurmalarının sebebi annelerin kendi kişilik özelliklerinden kaynaklanır. Bu karakteristik özellikleri şöyle sıralayabiliriz;

 Yeterince iyi olmama.
 Başkalarını memnun edememe.
 Eleştiriye karşı aşırı duyarlı olma.
 Yardımı kabul etmeme.
 Başkasını memnun etme pahasına kendini ihmal.
 Duygularının kontrolünü kaybetme endişesi.

Mükemmeliyetçi anneler çocuklarına devamlı uyarıda bulunurlar. Eleştirel yaklaştıkları için bu uyarıların sonu gelmez. Devamlı olarak;

 İyi ol!
 Uslu ol!
 Kimseyi üzme!
 Zeki ve başarılı ol!
 Sınıfın birincisi ol!
 Ağabeyin ya da ablan gibi ol!
 Sana söylenilenleri yap!

“Sevgimi ve ilgimi kazanmak istiyorsan böyle davranmak zorundasın!” Bu tip bir sevgi biçimi koşula bağlanmış bir sevgidir. Çocuk uyulması gereken bu kurallara uymadığı zaman cezalandırılır. Fakat bu ceza ergenlik döneminin de getirdiği bağımsızlaşma sürecinde tepkisel davranışlara sebep olur. Aşırı korumacı tavıra çocukken teslim olan ergen, farklı bir iletişim dili bilmediği için sonsuz istekler, öfke patlamaları ve başına buyruk davranışlarla annesine hükmetmek ister. Mükemmeliyetçi bir ilgi, ergeni işbirliğine yanaşmayan, kendisindeki eksiklikleri kabul etmek istemeyen, kendini beğenmiş bir yapıya büründürür. Anne kendisi eleştiriye duyarlı olduğu için kendisi gibi bir ergenle karşılaşacaktır. Kendini beğenmesi başarısızlığa karşı kendini koruma isteğinden kaynaklanır.

Her konuda en iyi ben olacağım duygusuyla hareket ettiğinde güçlü olamayacağını görüp hayal kırıklığına uğrar. Annesi onu hayal kırıklığına uğrattığı için o da bunun karşılığını verir. Okulda ödev vermeyerek, ev ödevlerini unutarak, yanlış bir şey yaptığında yalana başvurarak, duygusal bir çöküş halinde de psikosomatik şikâyetlerle kendini göstermeye çalışacaktır. Bu yaşanılanların sonucunda annelerde gerginlik baş ağrıları görülür.

Mükemmeliyetçi anne aşırı koruma isteğiyle çocuğu dış dünyaya karşı savunmasız bırakır ve sorumluluk almasına engel olur. Sorumluluk almak, bazen hatalar karşısında gösterilen tutumdur. Sorumluluk alma becerilerini kazanamayan bir ergen annesinin mükemmeliyetçi tavrından etkilenecektir.

Hatalı olan her zaman çocuktur. Anne kendisindeki hatayı kabul etmez ve yaşanılanları içselleştirmez. Devamlı savunma halinde olduğu için esnek değildir. O kadar çok kendini sever ki, çocuğun ihtiyaçlarını ve isteklerini görmez. Mükemmel olduğu için hata yapmayacağını düşünür. Başarılı olmak ve başarılı bir çocuk görmek onun hakkıdır. O kadar mükemmeldir ki, bu tip anneler hayatlarının sonuna doğru kendi kendilerini yalnız bırakırlar. Ve çocukları tarafından terk edilirler.

Sevgi koşula bağlanamaz. Unutmayın ki, hiç kimse mutlak güçlü değildir.
 
Uzmanlar, en çok anne-baba beklentisi ile çocuğun istekleri arasındaki çatışmanın sorun yarattığını belirterek, ailelerden, çocuklarını seçim yapmaya yönlendirmelerini ve "empoze kimlikler" yaratmamalarını istedi.

Uzmanlar, ergenlik döneminde, en çok anne-baba beklentisi ile çocuğun istekleri arasındaki çatışmanın sorun yarattığını belirterek, ailelerden, çocuklarını seçim yapmaya yönlendirmelerini ve "empoze kimlikler" yaratmamalarını istedi.

Ebeveynlerin, çocuklarıyla iletişim kurabilmek için öfkelerini kontrol etmeyi öğrenmeleri gerektiğini belirten uzmanlar, içten, anlamaya yönelik bir sohbet ortamı kurulmasını önerdi.

Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim üyesi, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı Danışmanı Prof. Dr. Rüveyde Bayraktar, çocuk eğitimindeki altın anahtarın, iyi bir model oluşturabilmek olduğunu söyledi. Çıraklık ve Yaygın Eğitim Genel Müdürlüğü ile 9 gönüllü dernek, Etimesgut Kız Meslek Lisesi Konferans Salonu'nda "Aile ve Gençlik Eğitimi" konulu panel düzenledi. Panelin açılışında, özellikle Türk aile yapısında görülen hatalı davranış kalıpları ile aile içinde yaşanılan iletişimsizliğin çocuk üzerindeki olumsuz etkilerini işleyen kısa bir film gösterildi. Daha sonra Prof. Dr. Bayraktar, ergenlik döneminde kız ve erkek çocuklarda görülen değişimi, ebeveynlerin yaklaşımını ve çocuk, aile, okul üçgenindeki etkileşimi anlattı.

Ergenlik dönemi sorunları

Prof. Dr. Bayraktar, çocukluktan yetişkinliğe geçiş aşaması olan ergenlik döneminde, en çok anne-baba beklentisi ile çocuğun istekleri arasındaki çatışmanın sorun yarattığını söyledi. Ailenin çocuğu, kendi bireyselliği içinde kabul etmesi ve ona sevginin yanında mutlaka saygı da beslemesi gerektiğini dile getiren Prof. Dr. Bayraktar, zaten yoğun bir karmaşanın yaşandığı bu süreçte ailenin, dengesiz tavırlarla çocuğu yalnız bırakmaması gerektiğini kaydetti. "Bazen çocuk bazen de yetişkin muamelesi yapan aileler, ergenin içindeki çalkantıyı artırırlar" diyen Prof. Dr. Bayraktar, "bağlanma-bağımlılık" arasındaki nüansa da dikkati çekerek, ailelerden, çocuklarını seçim yapmaya yönlendirmelerini ve "empoze kimlikler" yaratmamalarını istedi. Anne babanın, çocuktan beklediği davranışların aksine bir profil çizmesinin de olumsuz etki yaratacağına işaret eden Prof. Dr. Bayraktar, "Buradaki altın anahtar, çocuğa iyi bir model oluşturabilmektir" dedi.

Kendisine ve çevresine güven

Psikiyatrist Doç. Dr. Ece Orhon da ergenlik dönemindeki gençlerin yüzde 10'unda depresyon görüldüğünü belirterek, bunun temelinde yatan iletişim bozukluklarına karşı aileleri uyardı. Sıkça kullanılan sevgi sözcüklerinin ve beden temasının çocukta güven yaratacağına dikkati çeken Doç. Dr. Orhon, kendisine ve çevresine güvenen gençlerin, ancak sağlıklı aile yapısı içinde yetiştirilebileceğini kaydetti. Aile içinde, otoriter olmayan, çocuğun lehine işleyen kuralların da bulunması gerektiğini anlatan Doç. Dr. Orhon, "Çok otoriter olmak çocuğu yıldırır, pasifleştirir, kimliğini kazanmasına engel olur. Ebeveynler, çocuklarla iletişim kurabilmek için öfkelerini kontrol etmeyi öğrenmeli ve içten, anlamaya yönelik bir sohbet ortamı kurmalıdırlar." diye konuştu.
 
Uzmanlar, mutlu çocuk yetiştirmenin oyuncaklarla değil, hayatı boyunca ruhunu besleyeceği "pozitif bakışı açısını" aşılamakla mümkün olacağını bildirdi.

Anne babanın, çocuğun hayatı boyunca ruhunu besleyeceği pozitif bakış açısını yakalamalarına katkıda bulunabilmeleri için uygulamaları gereken yöntemlerin çok basit olduğunu söyledi. Pozitif bakış açısını yakalayan çocukların kendinden emin, optimist ve başarılı olduklarının kanıtlandığını ifade eden uzmanlar, çocuğun hayatı boyunca ruhunu besleyeceği 12 basit yolu şöyle sıraladı:

Derslere, kurslara ara verip çocuğunuzla bire bir vakit geçirin. Onunla beraber yerde oturup yap boz yapın, mutfakta beraber omlet yapın, banyo yapmadan önce beraber yüzünüzü boyayın, parkta beraber kaydıraktan kayın.

Değer yargılarını geliştirin. Ona sorumlulukları olan değerli bir vatandaş olduğunu aşılayın. Etrafındaki insanların hayatında fark yaratacak kapasitede olduğunu gösterin. Mesela kullanmadığı oyuncakları beraber biriktirip, bir derneğe bağışlayın. Eski gazeteleri biriktirmeyi, geri dönüşümü ona onun dilinde anlatın.
Aktivitelerde ona katılın, beraber bisiklete binin, beraber yüzmeye gidin, hem onu teşvik edersiniz hem de bol bol spor yapmış olursunuz.
Espri yapın, fıkralar anlatın, arada bir birbirinize takılın, bol bol gülün, gülmek daha fazla oksijen solumanızı sağlar.

Çocuğunuzu iyi bir iş yaptığında tebrik edin, ona hangi konularda başarılı olduğunu açıkça anlatın. Mesela ödevini bitirdiğinde "resminde kullandığın renkleri çok beğendim" gibi detay verin. Yaptığı proje hakkında konusun. Çocuğunuzu hediye ile değil övgülerle ödüllendirin.

Çocuğunuzun iyi yemek yemesine özen gösterin. Yemek aralarında yoğurt, meyve ve bol su verin. Yemek yemez diye öğün araları çocuğunuzu aç bırakmayın, hem psikolojisini etkiler hem de kilo kaybına neden olur.

Çocuğunuza hayal gücünü kullanabileceği oyunlar yaratın. Resim yapmak hem hayal gücünü geliştirecektir hem de yaptığı resimden dolayı tatmin hissi doğacaktır.

Günde 4 kere çocuğunuzu kucaklayın, 8 kere öpün, 16 kere ona gülümseyin. Tüm bunlar size kat kat geri dönecek.

Çocuğunuzu dinlemesini öğrenin, lafını yarıda kesmeyin, başka bir işle ilgileniyorsaniz, bırakın ve ona konsantre olun. Söylediği şeylerin önemli olduğunu onu dinleyerek gösterebilirsiniz. Bırakın aynı şeyleri tekrar etsin, siz hep aynı dikkatle dinleyin.

Mükemmeliyetçiliği bırakın. Çocuğunuzun yarıda bıraktığı bir işi bitirmeye veya düzeltmeye çalışmanız onun kendine güvenini sarsar. Masayı silerken atladığı köşeyi tekrar silmeniz veya beraber diktiğiniz saksıyı düzeltmeniz ona yaptığı işin iyi olmadığı hissini verecektir. Bir daha çocuğunuzun yaptığı işi düzeltmek için elinizi uzattığınızda düşünün. Eğer yaptığı iş tehlike yaratmıyorsa, sağlığa zararlı değilse elinizi geri çekin.

Karşılaştığı güçlükleri kendi başına aşmasını öğretin. Ayakkabı bağlarını yavaş da olsa bekleyin kendi bağlasın, çamaşırları asmanızda yardım etmek istiyor, beraber asın. Merdivenlerden kendi inmek istiyor, önünde yürümek şartıyla bırakın insin. Üstünden gelemeyeceği bir problemle karşılaştığında size problemi anlatmasını söyleyin ve çözümüne beraber karar verin.

Sevdiği seyleri yapmasına izin verin, gereksiz kısıtlama enerjisini ve heyecanını dışa atmasını engeller, bu da ona sıkıntı verir. Unutmayın; oyuncaklarını toplamayı öğrenmesi için önce dağıtabilmesi lazım.
 
Çocukların yanı sıra bebeklerin de 6 aydan sonra depresyon riski yaşadığını belirten uzmanlar, "Anne ya da anne gibi bağlandığı kişiden ayrılan bebeklerde, ayrılmadan hemen sonra çok şiddetli ve uzun süreli ağlamalar izlenir. Bu ağlamaların ardından sessizlik ve küskünlük ortaya çıkar" uyarısında bulundu.

Psikolog Derya Toparlak, sadece çocuklar değil bebeklerin de depresyon riski ile karşı karşıya olduğunu, depresyondan şüphelenen ailelerin çocukları için uzman desteği alması gerektiğini söyledi. Günümüzdeki çalışmalarla çocukların; hatta bebeklerin de depresyon yaşadığının ortaya çıktığını belirten Psikolog Toparlak, "Depresyon, çocuklukta ve yetişkinlikte görülen bir duygu durum bozukluğu. İnsan hayatında en erken depresyon yaşantısı bebeklik çağında, bağlandığı kişiden ayrılma sonucu ortaya çıkar. Bebekler yaklaşık 6 aydan sonra bağlandıkları kişiden ayrılmaya tepki gösterirler. Anne ya da anne gibi bağlandığı kişiden ayrılan bebeklerde, ayrılmadan hemen sonra çok şiddetli ve uzun süreli ağlamalar izlenir. Bu ağlamaların ardından sessizlik ve küskünlük ortaya çıkar" dedi.

Toparlak, bebeğin bağlandığı ebeveynin kısa süre içinde dönmesi durumunda çocuğun düzeldiğini ifade ederek, "Ancak kaybın sürmesi halinde belirtiler ağırlaşır. Çevredeki uyaranlara cevap azalır, olduğu yerde sallanma, vurma hareketleri görülür. Yemek yeme azalır, kusma ve ishaller başlar. Fiziksel gelişme duraksar, kilo kaybı artar, üzüntü ve küskünlük belirgindir. Yalancı zeka geriliği denen zihinsel işlevlerde gerileme olur. Uygun önlemler alınmazsa kalıcı geriliğe neden olabilir" diye konuştu.

Depresyonun belirtileri

Psikolog Derya Toparlak, depresyon belirtilerini şöyle sıralıyor:

"Mutsuzluk, kendini boşlukta hissetme, kolay ağlama, sık ağlama, sevdiği şeyleri yapmama, zevk almama, oyun oynamama, değersizlik duyusu, kimse tarafından sevilmediğini söyleme ya da az sevildiğinden şikayet etme, suçluluk duyguları, olup biteni kendi suçu olarak yorumlama, umutsuzluk, gergin ve sıkıntılı olma, kolay öfkelenme, az ya da çok yemek yeme, uyku bozuklukları, özellikle uykuya dalmada güçlük, huzursuz uyuma, kabuslar, alınganlık, aşırı hareketlilik, dikkat dağınıklığı, okul başarısında düşme, aile ilişkilerine bozulma, söz dinlememe ya da çok sessiz kalma, arkadaş problemlerinde artma, kendini dışlanmış ve yalnız hissetme, ölümden söz etme, korkma, intihar girişimi."
Belirtilerin zaman zaman tüm çocuklarda görülebildiğinin altını çizen Toparlak, "Depresyon tanısının konması için çoğu belirtinin 15 günden daha uzun sürmesi gerekiyor. Çocuklarda belirtiler ev ortamlarında daha belirgin olarak göze çarpıyor. Bir çocukta depresyondan şüphelendiğinde yapılan gereken, durumu önemseyip bir uzman desteği almak. Depresyonu tek bir nedene bağlamak doğru değil. Kişinin temel ve psikolojik özelliklerine ve çevrenin etkilerine göre ortaya çıkıyor. Ailesinde depresyon bulunma, hem kalıtımsal hem de olumsuz çevre koşulu olarak depresyon riskini arttırır" şeklinde konuştu
 
X