• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

Çapa’da iki gün: SGK kuyrukları öldü, yaşasın SGK kuyruklarının yaşayan ruhu!

okypete

Nirvana
Kayıtlı Üye
28 Mart 2008
84.873
40.718
698
Çapa’da iki gün: SGK kuyrukları öldü, yaşasın SGK kuyruklarının yaşayan ruhu!

SEÇİL TÜRKKAN
http://www.diken.com.tr/capada-iki-gun-sgk-kuyruklari-oldu-yasasin-sgk-kuyruklarinin-yasayan-ruhu/

Karaciğer rahatsızlığı yaşayan 83 yaşındaki Fatma Yavuz, hem yıllarca kullandığı ilaçlar hem de pek çok tetiklemeyle günlerdir halsizlik ve iştahsızlık yaşıyor.

Geçtiğimiz pazartesi günü Yavuz’un şikayetlerin artmasıyla ailesi çareyi bu kez özel bir hastaneye götürmekte buluyor. Akşam saatlerinde yaşanan şiddetli kanama sonrası ise kan rezervinin olduğu Çapa Hastanesi’ne sevk edilen Yavuz’la serum takılmış ve kan alınmamış yeri kalmayan kollarından tekrar kan alınırken karşılaştık.

Hemşirelere durumunu sorduğumda ise şu cevabı aldım:“İzliyoruz.”

hastan-koridor.jpg


Sizi kan tutar mı?
Bir kan alma anına ise bizzat asistanlık ettim. Elinde tüplerle gelen hemşirenin “Sizi kan tutar mı?” diye sorusuna aldığı yanıttan sonra elimde kan tüpleriyle kaldım. “Kola yakın tutun, çekip hemen tüpe koymalıyım. Eliniz değmesin tüp ağzına, hijyen açısından” dedi. “Peki” dedim ama bir yandan da hastanedeki hemşire eksikliğini düşündüm. Bir serum bitti, yerine yenileri geldi, yeni kan tüpleri de dolduruldu, gece geç saatlere kadar aile fertlerinin hemşirelere sorduğu soruların yanıtı hep aynıydı:“İzliyoruz.”

Bir bildikleri var (mı)?
Durum gece boyunca dalgalıydı, ‘klişeden bağımsız’ endişeli bir şekilde bekleyen aile ise kanamanın nedenini öğrenemeyeceklerinin henüz farkında değildi. “İzliyoruz” diyerek‘güven veren’ ekibe göre kan durmuştu, Genel Cerrahi’nin acilini ‘işgal etmenin’ anlamı yoktu, Dahiliye’nin aciline göndermeye karar verdiler. Herkes bir bildikleri olduğunu düşünmeye henüz yatkındı, karşı binaya geçtik.

Kolunu kaldıramayacak durumda olan Yavuz’un o saatte bir karmaşanın içine taşındığını aile o an farketti. Elinde serumuyla içeride dolaşan bir hasta gördük önce, sonra doktora beşinci kez seslenen ve beşinci kez “Geliyorum” cevabını alan kadını. Gözler bir ara kapağı açık ‘tıbbi atık çöp kutusu’na takıldı ama bunu şimdilik unutmaya karar verdik.

Dahiliye’nin acili de tahmin edileceği gibi çok kalabalıktı. Bir şekilde sedye bulundu, hasta üşüdüğü için üzerine montlar örtüldü ve yeni bir serum dalgasının içine düştük. İçeriği tuzlu su olan bu serumun yanında yine ve yeni kan tahlilleri yapılmaya başlandı.

Doktorlar, “Serumdan sonraki haline bakıyoruz” dedi, sabırla beklendi. “İzliyoruz’ cevabı doktorlarda şekil değiştirdi” diye düşündüm.

Bu sırada akciğer filmi ve idrar tahlilleri verildi. ‘Mesele tahlil üstüne tahlil vermek değil, net bir sonuca ulaşamamak, bir yerlerde ulaşılıyorsa bile haberdar olamamak’ gibi düşüncelerle başlayan sohbetler aile içi samimiyeti korumayı başardı.

Kanama bitmedi, aile fark etti
hastane-sira.jpg


15 dakika önce idrar tahlili isteyen doktor 15 dakika sonra aynısını tekrar isteyince aile fertlerinin gözlerinin seyirmeye başladığını gördüm, üzerine gidip doktora şöyle soruldu: “Saat 2. Çok zor uyudu ve muhtemelen birazdan da uyanacak zaten, ama şu an gerekli değilse bu halde yine uyandırmayıp yarın yapmak olmaz mı?” Doktor emin ve kararlı bir şekilde “Hayır, antibiyotik kullanacağım. Farkı görmek istiyorum” dedi ve ellerinde kalmadığını söyleyerek ailenin eline reçete tutuşturdu.

İdrar tahlili için kaldırılan Yavuz’un kanamasının sürdüğü ise o an aile fark edildi. Olayın paniğiyle durum doktora anlatıldı ve elindeki milyonlarca kan tahliline hızlıca göz gezdirip bir rapor yazmaya başladı. Bu arada istediği ilaçlar da satın alınmıştı.

Herkes doktor, kimse doktor değil!
Hasta ilk geldiği yere, yani Genel Cerrahi’nin aciline yönlendirildi. Bunun üzerine Yavuz’un oğlu şöyle sordu: “Kim sizin aranızdaki uzman doktor?” Ses gelmedi. Bu kez el yükseltti: “Yardımcı Doçent, Doçent öyle biri de mi yok”. Doktor cephesinden uğultu yükselmeye başladı ve orada haklıyla haksız nüansının flulaştığı bir tartışma yaşandı, sonra yola koyulduk.

Hasta ailesi tarafından “Yapacak bir şeyimiz kalmadı, kan durdu çünkü” denilerek gönderildiği binaya tekrar gitti. Karşısında aynı ekibi gören doktorlar durumdan pek hoşnut olmadı. Hasta cephesinde sinirler gergin, doktor cephesinde ise garip bir memnuniyetsizlik hakim. Hemşireler bir nabız-tansiyon izleyici makineyle yatak ayarlarken konuşmaya başladığım doktor“Bu rapor eksik. Diğer tarafta uygulanan tedavi nedir, detayların yazdığı bir rapor lazım” dedi, refakatçileri uyardım ve rapora doğru yola koyulduk. Az önce sinirlerin gerildiği doktoru bulup durum anlatıldı, o “Yazdıklarım bu kadar benim” dedi.

Aynı çatı altında başka prosedürler
Aradaki bu bilgi eksikliği, aynı hastane çatısı altında izlenen farklı prosedürler ve kayıp raporlar hasta yakınlarının suçuymuş gibi bir hava esti. ‘SGK kuyruklarının ruhu’ diye düşünüp diğer doktorun yanına döndük. Bizi umursamadı ama bu kez de ilaç yazmaya karar verdi. Az önce satın aldırılan ilaçların olduğu torba gösterildi, hiç bakmadan “Hayır, ben bunları istiyorum” dedi.

Bakmamasına güvenmeyip ilaçları gösterdiğimiz hemşirenin yeni reçeteye ve torbadaki ilaçlara bakıp verdiği cevap çok şey anlattı:“Ee bunlar aynı ilaç.”

Elimizde ilaçla karşısına gidip “Aynı içerikli ilaçlarmış ve buna bakmadınız bile” dedim, gözlerini devirdi. “Neden bakmadan eczaneye yollamak istiyorsunuz?” diye sordum, yanıt vermeyip“Tamam onu kullanalım” dedi.

‘İzliyoruz’
hastane-sira1.jpg


Saat 03:00 oldu, kanama sürüyordu. En az on tahlil yapılmış ve henüz yakınlara mantıklı bir açıklama sunan olmamıştı. Baştan söyleyelim, bu gecenin sonunda da ertesi gün de olmayacak. Doktorlar ‘ilginç’ bir kararla hastayı yine ‘izlemeye’ karar verdi. Aile bir şey söylemeyi artık ‘yersiz’ buldu ve gece refakatçileri olarak torun, kızı ve gazeteci olarak sandalyelerde nöbet tutmaya başladık.

İyi şeyler de oldu; hemşire ve doktorlar ne zaman kendilerine seslenilse geldi ve Yavuz’u gerçekten ‘izlediler.’

Sabah ben ayrıldım, gün içinde ise Yavuz’un yanında olan ve konuştuğum yakınlardan ‘tahlil yapıldığı’ haberini aldım. Akşam saatlerinde ise bir doktor gelip ‘yoğun bakıma alınması gerektiğine’ nihayet karar vermişti. Yoğun bakımda öyle hemen yer bulamazsınız. Çapa’da elbette ki yer yok. Yavuz’un ailesi ilk gidilen özel hastaneye gitmeye karar verdi.

Ambulans neden üç saat sonra geldi?
Ambulans isteği doktor tarafından 18:23’te gönderildi, 112 ise 18:27’de ‘Tamam’ mesajı gönderdi. Peki ambulans neden 21:30’da geldi? Şikayet hattının iki kere aranması sonrasında 112’nin ‘aldık’dediği kaydı, aslında almadığı ortaya çıktı.

Aile artık hastasını ambulansa taşıyıp, yoğun bakıma gitmesini istiyordu. Hastanedeki ikinci günde binbir güçlükle verilen sondanın boşaltılmasını söyleyen ambulans görevlisi, doktordan azarı yiyince aralarında bir tartışma yaşandı, doktor aniden “Ben mi boşaltayım, yakınları yapsın!” diye bağırdı. Aile, “Biz de yeni poşet isteyecektik” dedi ama doktordan “Bunlar sayılı” yanıtını aldı.

Bunlar devletin sondası, öyle boşa veremem
Aile, “Bir tane sonda verin, gidelim, bulamıyoruz işte şu an bir şey” çıkışına “Bunlar devletin sondası, öyle boşa veremem” cevabını alıyor. Ailenin en sakinlerinden biri “Biz başka devletin vatandaşı mıyız?” diye sesleniyor koridordan, Yavuz kalabalık aşılarak sedyeyle taşınıyor.

Şimdi hastanın akciğerlerinden birinin suyla dolu olduğu ortaya çıktı, yoğun bakımda tutuluyor.

Uzun uzun beklenen SGK kuyrukları öldü, yaşasın o SGK kuyruklarının koridorlarda yaşayan ruhu…
 
Back