Çanakkale Savaşlari 1915

1BukeT

Popüler Üye
Kayıtlı Üye
21 Eylül 2006
1.453
28
Bu Görsel Silinmiş veya Bulunamadı!

kırmızı:türk mezarlıkları siyah:yabancı mezarlıkları
 
Bu Görsel Silinmiş veya Bulunamadı!

Çanakkale cephesini yöneten 5. Ordu karargah subahları: Ayaktakiler (sağdan); İkinci Ordu Kur. Bşk. İsmet (İnönü) Bey, Yaver Ütğm. Asım Bey, Liman von Sanders'in yaveri süvari Bnb. Perike, 5. Ordu Kur. Bşk. Alb. Kazım Bey, 1. Ordu Kur. Bşk. Alb. Şükrü Bey, 2. Ordu Sıhhiye Bşk. Dr. Refik Münir Bey, Oturanlar (sağdan); Bahriye Nezareti Kur. Bşk. Yb. Rauf (Orbay) Bey, Güney Grubu K. Tuğg. Vehip Paşa, 5. Ordu K. Müşir (Mareşal) Liman von Sanders, Çanakkale Kor. K. Tuğg. Esat Paşa, Sıhhiye Dairesi Bşk. Tuğg. Dr. Süleyman Numan Paşa, İstanbul Merkez K. Tuğg. Cevat Paşa
 
Bu Görsel Silinmiş veya Bulunamadı!

18 Mart 1915 Çanakkale deniz savaşlarında 215 okkalık (275 kg) top mermisini sırtında taşıyan er Edremit-Havranlı Mehmet oğlu Seyit
 
Bu Görsel Silinmiş veya Bulunamadı!

Arıburnu, Conkbayırı ve Anafartalar'da yaptığı başarılı savunma savaşlarıyla savaşın kaderini değiştiren komutan Kur. Alb. Mustafa Kemal Çanakkale'de Siperde (1915)
 
Bu Görsel Silinmiş veya Bulunamadı!

İngiliz zırhlısı ateş halinde
 
Bu Görsel Silinmiş veya Bulunamadı!

Majestik zırhlısı batarken (27 mayıs 1915)
 
Bu Görsel Silinmiş veya Bulunamadı!

29 Nisan 1915'te Anzak'ları takviye için W kumsalına çıkarma yapan İngiliz birlikleri.
 
Bu Görsel Silinmiş veya Bulunamadı!

Arıburnu'nda Türk askerleri siperde
 
Buketimmmm Devam Ediyosun Amaa...şimdiden Emeğine Sağlikkk çanakkale Geçilmezzz...
 
ÇANAKKALE CEPHESİNDE KADIN SAVAŞÇILARIMIZ
.


Çanakkale Savaşları’nın henüz araştırılmayı bekleyen bir çok siyasal, sosyal ve askeri yönünün daha olduğu bir gerçek. Örneğin; bu savaşların bizde belki de hiç bilinmeyen bir diğer yönü, Çanakkale’de bazı kadın Türk kadın savaşçılarının da, Mehmetçik ile birlikte çarpıştıklarıdır.

Konuyla ilgili ilk belgesel bilgilere Avustralya ve Yeni Zelanda arşivlerinde, Anzac askerlerinin Çanakkale’de siperlerde yazdıkları günlük ve mektuplarda rastlanmaktadır. Örneğin, The Age adlı Avusturalya gazetesinde, 8 Eylül 1915 tarihinde şu başlıkta bir haber yer almaktadır.

“Kadın bir keskin nişancı: ilk günkü çarpışmada vuruldu: J. C. Davies adlı bir asker annesine yazdığı mektupta şöyle demektedir: “... Vurulduğum 18 Mayıs günü, keskin nişancı bir Türk kızı vardı. Güzel, iri yapılı ve 19-21 yaşları arasında görünüyordu. Günün uzunca bir bölümünde sürekli olarak ateş etti. Gerçi bir çok adamımızı vurdu ama gün bitiminden önce Avusturalyalı bir asker tarafından vurulunca, gene de üzüldüm. Ölüsünü ele geçirdiğimizde yanında bir Türk erkeğinin cesedini de bulduk. Kadının vücudunda tam 52 kurşun vardı... Bu savaş korkunç”

Arşivlerde aynı konuyu dile getiren birkaç mektup ya da günlük daha bulunmaktadır. Gerçi bu tür haberlerin Anzak askerlerinin, zor siper koşullarında, aylarca süren çarpışmaların yıpratıcı etkisinde geliştirdikleri hayal ürünü şeyler olduğu da düşünülebilir. Ancak, “Keskin nişancı Türk kadınları” ve “Türk kadın savaşçılarını” anlatan diğer asker mektupları da incelenip, birbirleriyle karşılaştırıldığında, anlatılanların doğru olma olasılığının çok yüksek olduğu söylenebilir. Kısacası, Çanakkale Savaşları’nın daha birçok yönü, genç araştırmacılarımızın çalışmalarını ve aydınlatılmayı beklemektedir.
 
TÜRKLER NEDEN ZEHİRLİ GAZ KULLANMADILAR?
.
.

Çanakkale Savaşları yüzyılın son centilmen savaşları olarak değerlendirilir. Bu değerlendirme savaş ahlâkı ve kuralları açısından bakıldığında sonuna kadar doğrudur. Birinci Dünya Savaşı'nın diğer cephelerine ve bundan sonra günümüze kadar yapılan savaşlara bakıldığında neden bu savaşların "centilmence" yapıldığı anlaşılabilmektedir.

Çanakkale Cephesi'ne çıkarma yapan müttefik askerleri karşılarında yamyam ve barbar Türkleri bekliyorlardı. 25 Nisan gününden başlayarak kanlı savaşların yaşandığı bu cephede kısa sürede başarı sağlanamayınca Müttefik Kuvvetleri sekiz buçukay sürecek maceralarına başlamışlardı. Her geçen gün Türklerle Müttefik askerleri arasındaki ilişkiler artıyor, birbirlerini tanımaya başlıyorlardı.


Maskeli İngiliz askerleri

Maskeli İngiliz Askerleri

Her iki taraf askerleri de zafer için bulundukları bu topraklarda, karşılarındaki askerlerin de kendileri gibi insan olduğunu, öldüklerini, ölürken acı çektiklerini, kan döktüklerini ve kısacası farksız olduklarını anlıyorlardı.

Başlangıçta Müttefik askerleri için, Türklere esir düşmek korkulu rüya idi. Esir düşerlerse Türklerin onlara neler yapabileceklerini hayal bile edemiyorlardı. Zaman geçtikçe yaşanan olaylar bu düşünceleri siliyordu. Yaralı müttefik askerlerine Türklerin gösterdiği ilgi, esirlere yapılan iyi muamele ve Türklerin dürüst savaşçılar olması müttefik askerlerinin bu düşüncelerini tamamen değiştirmişti.

Gazeteci C.E.W.Bean, 10 Kasım 1915'te defterine "Türkler: Yaşamın Güzel Yanları" başlığıyla, siperlerdeki bu ilginç durumu şöyle anlatıyor. :

"Son zamanlarda Türklerle iyi iletişim kuruyorduk. Siperlerine, Mısır'daki Türk savaş esirlerinden gelen ve çok iyi bakıldıklarını anlatan mektuplarıyla, sağlıklı ve mutlu olduklarını gösteren fotoğraflarını atmıştık. (Gerçi bizim askerler bunu yapmamızı pek istemiyor ama...) Her neyse, karşıdan şu yanıtı aldık: "Sadaka ile yaşayan bir adam, domuzun, lanetin tekidir. Karnımız tok olduğu gibi yedek yiyeceğimiz de bol. Ellerimizde tüfeklerle hazırız. İngilizlerin çok silah ve cephanesi olabilir. Ancak, bizim de süngülerimiz ve inancımız var. Eğer iddia ettiğiniz gibi büyük bir millet iseniz, neden üstün ilkeler doğrultusunda hareket etmiyorsunuz da, başkalarının aklını çelerek sadakatlerini bozmaya çalışıp alçalıyorsunuz?...

Çok asilce bir cevap! Bu tür çabaları yoğunlaştırıp, Türklerin teslim olmalarını sağlayabiliriz sanıyordum. Kaldı ki onlar da -ya da Almanlar-, benzer yöntemleri bizim üzerimizde denemişlerdi."

"Üç hafta kadar önce, Türklerin üç günlük bir bayramı vardı. Bizim siperlere, üzerine silinmez kalemle ve aceleyle şunlar yazılı iki paket sigara attılar: Prenez, fumez avec plaisir notre heureux énnemis. (Alın, afiyetle için mutlu düşmanlarımız)

Karşılığında biz de onlara, konserve sığır eti yolladık. Paketi, üzerinde "Bully beef non" (sığır bifteği istemeyiz) mesajı yazılı olarak geri yolladılar."

Avustralyalı bir albay ise, Ekim ayı sonunda ülkesine yolladığı mektupta, "Siperlerdeki Yaşam ve Türkler" başlığı altında durumu şöyle dile getiriyor:

"Türkler çok dürüst savaşçılar. Kahramanlık ve cesaretleri tartışılmaz. İşkence, zulüm ve dumdum kurşunu konusundaki tüm iddialar yalandır. Geçen gün, yanlışlıkla atılan bir şarapnel ile Kızılhaç katırlarından birisini öldürdüler. Anında özür dilediler. Daha önce de yaralılarımızla ilgilendiler. Onları, kıyıya bırakıp bize haber verdiler. Burada hiçbirimizin, Türklere karşı büyük bir düşmanlık beslediğini sanmıyorum..."

Öte yandan, Çanakkale Cephesinde Müttefiklerin en çekindiği şeylerden bir, Türklerin zehirli gaz kullanma olasılığıydı. Genel olarak yüksek noktaları tuttukları için ve rüzgar da uygun estiği zaman, zehirli gaz kullanılması çok büyük can kaybına yol açabilirdi. Almanların elinde bu gazdan bulunduğu biliniyordu. Batı Cephesi'nde, Fransa'da kullanmışlardı da...Özellikle İngilizlerin, zehirli gaz kullanımından endişe ettiği ve askerlere gaz maskesi dağıtıp, olası bir tehlikede neler yapılması gerektiği konusunda özel eğitim verdiklerini öğreniyoruz.

Ancak Türk subay ve komutanları, Almanların isteğine ve önerisine karşılık bu yöntemi, "mertçe ve adil" bulmayıp, savaş kurallarına da aykırı olacağı gerekçesiyle onaylamamış ve zehirli gazı, savaşın son gününe kadar kullanmamışlardır.

Çanakkale Cephesi'nde zehirli gaz kullanıldığına ilişkin haberlerin asılsız olduğu ve endişeye gerek bulunmadığı, Avustralya ve Yeni Zelanda basınında sık sık dile getirilmiştir. Örneğin, Wellington'da çıkan "Otago Times" Gazetesi, 1 kasım 1915 günü, "Savaşçı olarak Türk" başlıklı bir yazı yayınlamıştır. Yazıda aynen şunlar yer almaktadır:

"...Hastaneye ateş edilmiyor, zehirli gaz kullanılmıyor. Triumph (savaş gemisi) isabet alıp batmaya başlayınca, tekrar ateş edilmiyor. Türk, ikili oynamıyor. Bunun aksini iddia edenler Gelibolu'ya değil, en çok Mısır'a kadar gelenlerdir.

The Age adlı Avustralya gazetesi, 11 Aralık 1915'te, gene Türklerin zehirli gaz kullanması sorununu ele almış ve "gaz bombası saldırısından korkulmuyor" başlığı altında yayınlanan yorum yazısında, cepheden gelen raporlara dayanarak konuyu şöyle değerlendirmiştir.

"...Şu ana kadar bu cephede Türklerin savaş yöntemlerinin hakça olduğunu kabul etmek dürüstlük gereğidir. Türklerle Avustralyalılar arasındaki savaş mertçeydi ve sonuna kadar öyle olacağını umuyoruz. Bu savaştan önce Türk'ü hor görüyorduk. Artık öyle bir şey söz konusu değil. O'nu yendiğimizde -ki o gün uzak değildir- hepimiz onları Almanların etkisine girmekle birlikte, ahlâksızca savaş yöntemleri kullanacak kadar tötonikleşmemiş (Almanlaşmamış) olarak hatırlamak istiyoruz."

Türklerin zehirli gaz kullanmama nedenlerinden biri de yüksek noktaları tutuyor olmalarıydı. Özellikle Arıburnu'nda yukarıdan aşağı doğru atılacak gaz bombası denizden esen rüzgarla yukarılara çıkabilir ve Türk askerlerini de etkileyebilirdi. Hatta Çanakkale'nin meşhur rüzgarı, zehirli gazı yarımadanın hesaplanamayan bölgelerine sürükleyebilirdi.

Ayrıca Türklerin elinde gaz maskesi de bulunmuyordu. Herhangi bir gaz kullanımında gaz maskeleri olmadan dayanmak olanaksızdı.

Bu arada Türklerin elinde zehirli gaz bulunup bulunmadığı da araştırma konusudur. Gerçi olsaydı da bu gazın sonuç itibariyle kullanılmayacağı açıktır. Böylelikle Müttefik askerlerinin Türklere olan güvenleri boşa çıkmamış, "Türkler zehirli gaz kullanmaz, onlar dürüst savaşçıdırlar" diyerek gaz maskesi takmayarak bu güveni sürdürmüşlerdir.

Görüldüğü gibi savaşın her türlü çirkinliğine rağmen, savaşın içinde bile böylesi bir imaj yaratmak, Çanakkale Savaşları'nı yüzyılın, hatta yarınların son centilmen savaşı haline getirmiştir.
 
SEÇME SÖZLER
.
.

“Çanakkale Zaferi, Türk askerinin ruh kudretini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur.”

M. Kemal ATATÜRK
.

“Harpte iki meş’um (uğursuz) şey vardır. Bunlardan biri taş duvara körükörüne yüklenmek, diğeri kuvvetleri birtakım ayrı ve bağlantısız harekata dağıtıp körletmektir. Biz bu iki ahmaklığı yapmanın tehlikesiyle karşı karşıyayız.”

İngiliz Başbakanı Asquith
.

“Ordunun yardımı olmaksızın Filo’nun başarı sağlayabileceği ümidine kapılmıştım; fakat şimdi bu işte müşterek bir harekatın zorunlu olduğunu anlıyorum.”

Churchill
.

"Türkler, Çanakkale’yi zorlayan çağının en ileri tekniğine sahip güçler karşısına adeta bir kale gibi dikilmişlerdir.”

Churchill
.

“... Bu Türk kıtaatının cesaret, metanet ve se’bat cihetiyle takdir ve senaya liyakatı, her şüphenin fevkinde bulunmuştur. Donanmasının ateşiyle de, en müessir surette muavenet gören pek cesur bir düşmamn taarruzlarına karşı sayısız muharebelerde bu kıtaat mevkilerini muhafaza etmişlerdir.” [439]

Alman Generali Liman von Sanders
.

“Avrupa’da hizbir asker yoktur ki, bu ifadenin altını çiziyorum, Türklierle mukayese edilebilsin. Almanların müdafaada gayet iyi oldukları kabul olunabilir. Fakat siperlerde onlar dahi Türklerle kıyas edilemez. Misal olarak Gelibolu’yu zikretmek isterim. Orada bizim gemi ateşlerimizle büyük zayiata uğrayan kıtalar, Türk olmasalardı. Yerlerinde kalamaz ve derhal değiştirilirlerdi. Halbuki, Türkler, bütün muharebe müddetince yerlerinde kaldılar.”

General Tawshend
.

“Çanakkale Seferi, Türk milletinin eski kudret ve kuvvetini muhafaza ettiğini, can çekişen bir imparatorluk içinde kahraman bir milletin varlığını meydana koydu.”

General Fahri BELEN
.

“Müttefiklerin gayreti kalmamıştır. Türkiye insan menbalarını (kaynaklarını) sarf ederek bitab (bitkin) kalmış, müttefikler, hissolunur derecede zayıflamamışlardır. Fakat Çanakkale Muharebesi’nin Rusya’nın akibeti ve Balkanlar’daki tesiriyle Türkler müteselli olabilirler.”

Larşer
.

“... Türk askerinin savaş ve dövüş hususunda haiz bulunduğu evsafın bidayette layikiyle takdir edilmemiş olması, Ingilizler için felaket olmuştur.... Türk askerinin ne yaman muharip olduğunu, Ingilizler kendileriyle dövüştükten sonra bittecrübe anlamışlardır.”

Ingiliz Generali Oglander
.

“Yenilmez Ingiliz donanmasının uğradığı akibetten komutanlar değil, strateji kurallarını ihmal eden devlet adamları sorumludur. Boğazlar ve Trakya bölgesinde altı Türk kolordusu varken, donanmayı tahkim edilmiş bir Boğaz’dan geçirmek ve Boğaz kıyıları işgal edilmeden beş tümenlik bir kuvvei seferiyeyi Istanbul’a getirmek planının şansı çok azdı.”

General Fahri BELEN
.

“Çanakkale Savaşları, Avusturalya ordusunun gelişimine birçok etkide bulunmuştur. İlk olarak Avusturalya ordusu kuvvetlerinin bir yabancı tarafından değil, bir Avusturalyalı subay tarafından idare edilmesini temin edecek bir uygulamaya başlanmıştır. Ve Çanakkale olayları, bu uygulamayı başlattı.”

Avustralyalı Yarbay D. M. HORNER
.

“Çanakkale Savaşları, savaşa İngiliz bayrağı altında katılan Yeni Zelanda’nın uluslaşma sürecine çok önemli katkılarda bulunmuştur. 1915’te Yeni Zelandalılar, kimliklerini İngiliz İmparatorluğu içerisinde tanımlamaktaydılar ve bağımsızlık kazanmak gibi istekleri yoktu.”

Yeni Zelandalı Prof. Dr. J. PHİLLIPS
.

“Çanakkale Savaşları, modern savaş tarihinde birleşik kara ve deniz savaşlarımn başlangıcı ve ilk örneğidir.”

Japon Prof. Dr. Em. Krg. Hideo MIKI
.

“Avrupa diplomasisinin çıkmazlarında ihtiyatla yolunu arayan ve Avrupa devletleri’nin birbirine düşmüş meclislerinde kendi lehinde fırsatlar kollamaya çalışan ürkek ve tereddütler içindeki Osmanlı, artık yerini, dimdik adeta mağrur ve kendine güvenen, kendi hayatını yaşamaya azmetmiş, Hristiyan düşmanlarına tam bir istihfafla bakan şahsiyete bırakmıştı.”

Alan Moorhead
.

“Çanakkale Boğazı’ndaki Türkler ve Almanlar da 18 Martı aralıksız takip eden sessiz günler, şaşkınlık ve sonra da, büyük bir sevinç uyandırdı. Moral, son derece yüksekti. Kaleler ve tabyalardaki hasar da kolaylıkla giderilmiş olmakla beraber, ağır bataryaların cephane durumu ciddiyetini koruyordu.”

Robert Rhodes James
.

“Çanakkale Müharebelerinde Türk ordusunun başında daha başlangıçtan itibaren orayı, üç kez ve yalnız kendi inisiyatifiyle kurtarmış olan Türk Başbuğu (Atatürk) bulunmuş olsaydı, bu gün tarih, bir Çanakkale Savaşı yerine, karaya ayak basmasıyla beraber, akim kalan bir Çanakkale teşebbüsünden bahsederdi.”

M. Şevki YAZMAN
.

“Çanakkale fecayi’ine (çok acıklı olaylarına) ait mesuliyetin, her iki taraftan hangisine ait ve raci olduğu keyfiyeti henüz tahakkuk edemediyse de, bahri hücumun (deniz hücumu) altında mündemiç (saklı) olan hakayik (gerçekler), o kadar basittir ki, bu hususta en müptedi (ilkel) olanlar bile bunu anlarlar.

Biz en müşkülü’l-icra (yapılması zor) harekete tasaddi ettik (başladık) ve esas noktalara dair maluunatı sahiha (gerçek bilgiler) elde etmeden evvel mutadımız (adetimiz) olduğu üzere, düşmanı hakir (küçük) görerek, böyle bir külfetli işe sarıldık. Neticedeyse, herkesin kabul ve itiraf edeceği bir hezimete, mağlubiyete uğradık ki, bunun izin, hiçte şikayete hakkımız yoktur.

18 Martta mağlup olduk. Bu bapta tevile felana (başka anlam vermeye falan) hacet yoktur.”

İngiliz Yazar Ellis Ashmit BARTLETT
.

“Çanakkale müdafaası, üç mucizeler muharebesidir Hali kurtardı; maziye hamaset ve azametini iade etti; vatanımızı bir vatanı ebedi yaptı.”

Sami Paşazade Sezai
.
 
Mustafa Kemal (Cepheden son Mektup)

Mustafa Kemal, 02 Temmuz 1915 yılında Arıburnu’ndan Madam Corinne’ye yazdığı mektupta şöyle der:

Aziz Madam,

Karargahımın katiplerinden Hulki Efendi’nin İstanbul’a seyehatinden faydalanarak size bu mektubu yazıyorum.Birkaç gün evvel içinde latife sözleri bulacağınız bir kartpostal yollamıştım.Burada hayat , o kadar sakin değil.Gece gündüz hergün çeşitli toplardan atılan şarapneller ve diğer mermiler başlarımızın üstünde patlamaktan hali kalmıyor.Kurşunlar vızıldıyor ve bomba gürültüleri toplarınkine karışıyor .Gerçekten bir cehennem hayatı yaşıyoruz.Çok şükür , askerlerim pek cesur ve düşmandan daha mukavemetlidirler.Bundan başka hususi inançları , çok defa ölüme sevk eden emirlerimi yerine getirmelerini çok kolaylaştırıyor.Filhakika onlara göre iki semavi netice mümkün , Ya gazi veya şehit olmak.Bu sonuncusu nedir bilirmisiniz ? Dos doğru cennete gitmek.Orada Allah'ın en güzel kadınları , hurileri onları karşılayacak ve ebediyen onların arzusuna tabi olacaklar.Yüce saadet.Sizin mantıki nasihatlerinizi bekleyen şimdiki hadiseler yüzünden kazandığım sert karakteri yumuşatacak romanları etüd etmeye ve böylece ümit ederim ki , hayatın bu hoş ve iyi taraflarını hissedecek hale gelmeye karar verdim.(...)

Adres : Miralay Mustafa Kemal, 19.Fırka Kumandanı, Maydos

Yahut : Miralay Mustafa Kemal, Arıburnu Maydos. Bu daha emin.
 
Şehidin Son Mektubu

Valideciğim,

Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi!

Nasihat-amiz mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının sayesinde otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye etti. Okudum, okudukça büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgara mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana, annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni, annemden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı.

Gözlerimi biraz sağa çevirdim güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni tebşir ediyorlardı. Nazarlarımı sola çevirdim cığıl cığıl akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu... Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım. Hepsi benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu. Diğer bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sedasile beni teşhir ediyor ve hissiyatıma iştirak ettiğini ince gagalarını açarak göstermek istiyordu.

İşte bu geçen dakikalar anında, hizmet eri:

-Efendim, çayınız, buyurunuz, içiniz, dedi.

-Pekala, dedim. Aldım baktım, sütlü çay...

-Mustafa bu sütü nereden aldın? dedim.

-Efendim, şu derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu?

-Evet, dedim. Evet ne kadar güzel.

-İşte onun çobanından 10 paraya aldım.

Valideciğim, on paraya yüz dirhem süt, hem de su katılmamış. Koyundan şimdi sağılmış, aldım ve içtim.

Fakat bu sırada düşünüyorum. Ben validemin sayesinde onun gönderdiği para ile böyle süt içeyim de, annem içmesin, olur mu? Şevket neden içmiyor?

Fakat yukarıdaki bülbül bağırıyordu: "Validen kaderine küssün, ne yapalım. O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akışını tetkik edecek ve çıkardığı sesleri duyacak idi."

Şevket merak etmesin, o görür, belki de daha güzellerini görür.

Fakat valideciğim, sen yine müteessir olma. Ben seni, evet seni mutlaka buralara getireceğim. Ve şu tabii manzarayı göstereceğim. Şevket, Hilmi de senin sayende görecektir.

O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler. Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu.

Ey Allah'ım, bu ovada onun sesi be kadar güzeldi. Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu.

Herkes, her şey, bütün mevcudat onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaat ile namazı kıldık. O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm.

Bütün dünyanın dağdağa ve debdebelerini unuttum.

Ellerimi kaldırdım, gözlerimi yukarı diktim, ağzımı açtım ve dedim :

-Ey Türklerin Ulu Tanrısı! Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların, şu heybetli dağların Halkı! Sen bütün bunları Türklere verdin. Yine Türklerde bırak. Çünkü böyle güzel yerler, seni takdis eden ve seni ulu tanıyan Türklere mahsustur.

"Ey benim Yarabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; ism-i celalini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle, ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahveyle!"

Diyerek bir dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mes'ut, benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi.

Dünyanın en güzel yerleri burası imiş. Yalnız bu memleketlerde düğün olmuyor. İnşallah düşman asker çıkarır da, bizi de götürürler, bir düğün yaparız, olmaz mı?

Kadir'e mektup yazdım.

Valideciğim, evdeki senet vesaireyi kimselere kat'iyyen vermeyin ve sorarlarsa biz bilmiyoruz deyin.

Çantayı al, sandığa koy. Ben sana vaktiyle anlatmış idim., bu dünya böyledir.

Fakat sen merak etme. O parayı vermese, adliyedeki adam vermezdi. Hani nasıl aldık. Yalnız zaman ister.

Valideciğim, çamaşır falan istemem, paralarım duruyor, Allah razı olsun.

Oğlun
Hasan Etem
4 Nisan 1331
(17 Nisan 1915)

Mektubu yazan , ihtiyat zabit ( yedek subay ) namzedi Hasan Etem , İstanbul Hukuk Fakültesi son sınıfına devam ederken aynı zamanda Beyazıt Nümune Mektebi’nde öğretmendi.Düşmanın Çanakkale’ye dayandığını işittiğinde gözünü kırpmadan binlerce akranı gibi cepheye koştu.Gönüllü yazıldı.

Bu onun son mektubuydu.Bu mektubu yazdıktan iki gün sonra Maydos (Eceabad)’da şehit oldu...

 
Kınalı Kuzu

Yozgat’ın Sorgun kazasının Karayakup köyünden cepheye gelen Murat, bölükteki tıbbiye öğrencilerinden Şükrü’ye bir mektup yazdırır:

“Anacığım kardeşlerimi askere gönderirken başına kına koyma... Zabit efendi bana sordu cevap veremedim. Kardeşlerim de cevap veremeyip mahçup olmasınlar.”

Bir müddet sonra Murat’ın anasından cevabi mektup yetişir:

“Ey oğlum, gözümün nuru Murat’ım ! Zabit efendiye selam söyle...Biz kurbanlık koçları kınalar öyle kurban ederiz. Sen dört kardeşin arasında kurbansın. Sen İsmail’sin(as). Sen orada şehit olacaksın inşallah. Kurbanlık koçlar nasıl kınalanırsa, ben de onun için senin saçını kınalayıp gönderdim.”

Ve mektup Çanakkale’de Murat’a ulaştığında, Murat’ın kınalı başı çoktan Allahına kurban gitmiştir bile...

 
Üsteğmen Zahid'in Vasiyeti

“Bu günlerde her zamankinden daha önemli muharebelere gireceğiz.Bilirsin , her muharebeye giren ölmez. Fakat eğer ben ölürsem sakın gam yeme... Beni ve seni yaratan Allah bizi nasıl dünyada birbirimize nasib etti ise , benden şehitlik rütbesini esirgemediği taktirde , elbette , ruhlarımızı da birbirine kavuşturur.Vatan yolunda şehit olursam bana ne mutlu.Ancak , sana bir vasiyetim var :

Birincisi benim için kat’iyyen ağlama...

İkincisi, eşyamın listesi ilişikte. Bunları sat, ele geçecek paradan “mihr-i muaccel” ve “mihr-i müeccel” ini al, üst tarafı ile bana bir mevlüt okut. Eğer bunlar sana borcumu ödemezse hakkını helal et ve ilk gece aramızda geçen sözü unutma...”

Ayrıca mektubun içinden kırmızı kordelaya bağlı bir de saç demeti çıkar. Saçın tazeliği bunun mini mini bir yavrunun başından kesilmiş olduğunu göstermektedir.

İşte o zaman herkes Zahid’in evli olduğunu ve Nadide isminde de bir yavrusunun varlığını öğrenir. Çünkü Zahid Üsteğmen cepheye gelirken arkasında evlad ü iyal düşüncesini de bırakmıştır. Ve savaş boyunca ne izin isteyerek evine gitmeyi düşünmüş ne de o konuda iki çift laf etmiştir.

Zahid, 09 Ocak 1916’da şehit olur.

Gümüşhane’nin Şiran ilçesinden Üsteğmen Zahid, Aziziye ilçesinin Kılıç Mehmet Bey köyünden Ahmet Efendi’nin kızı , eşi Hanife Hanım’a yazdığı ve vasiyetini bildirdiği mektubunu şu cümle ile bitirir:

“Bu vasiyetimi aldığınız zaman yüksek sesle ağlamanıza razı değilim.”

 
Bu memleketin topraklarında kanlarını döken İngiliz, Fransız, Avustralyalı, Yeni Zelandalı, Hintli kahramanlar:
Burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız.
Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar, gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu topraklarda canlarını verdikten sonra bizim evlatlarımız olmuşlardır."
Mustafa Kemal ATATÜRK
1934
 
Link Silinmiştir.

bu bayrağı var etmek için şehitlerimiz canlarını verdiler
BİZDE bu bayrağı dalgalandırmak için şehitlerimizi yaşatmalıyız.

bütün ŞEHİTLERİMİZİN RUHLARI ŞAAD OLSUN
 
X