- Konu Sahibi Ultraviyole
- #1
Ünlü bir psikoterapist başından geçen bir olayı şöyle anlatır:
Saat gecenin üçüdür. Telefonu çalar. Telefonun diğer ucunda intihar etmek üzere olan bir kadın vardır:
“İntihar etmeye karar verdim; ama ölmeden önce bir psikoterapist olarak sizin ne diyeceğinizi merak ettim.” der.
Psikoterapist olağanüstü bir çabayla onu intihardan vazgeçirir. Kadın, intihar etmeyeceğine ve psikoterapisti ziyarete geleceğine söz verir. Kadın, sözünü tutar ve ziyaret gerçekleşir. Sohbetleri sırasında psikoterapist, kadını intihardan vazgeçiren nedenin, onu yaşamaya ikna etmek için yaptığı konuşmalar olmadığını anlar. Kadın, gecenin saat üçünde uyandırılmasına rağmen sabırla onu dinleyen, onunla konuşan birisinin de bu dünyada var olduğunu, dolayısıyla dünyanın yaşamaya değeceğini düşünerek intihardan vazgeçmiştir.
Günümüz insanının temel problemi, modernizmin ürünü olan yaşama biçiminin onu esir almasıdır. Adına “refah toplumu” adını verdiğimiz ve insanın maddî tatminine yönelik yaşam biçiminin ona gerçekten refahı sağlayıp sağlamadığı sorgulanmalıdır.
Günümüzün en yaygın ve tehlikeli hastalığı; Sahip olma hastalığı! Bir illüzyondan ibaret. Farkına varmamız gerekir ki; hepimiz tüketimin esiri olmuşuz. İhtiyacımız olmayan şeylere sahip olmak istiyoruz. Onlar bizim için bir araç olmaktan ziyade hayatın kendisi olmuş. Günlük hayatımızın telaşı azalacak yerde gitgide artıyor.
Günümüzde herkes birer tüketici oldu. O kadar ki; bu yaşama biçimi insanların fizik ötesi dünyaya ait tasavvurlarını bile değiştirdi. Artık modern toplumun insanı cenneti her şeyin bulunduğu, kredi kartlarını limitsiz kullanabileceği ve hatta sadece her istediğini değil, komşusundan biraz daha fazlasını alabileceği devasa bir süpermarket olarak hayal etmekte. Artık insan kendi değerini sahip olduğu şeylerle ölçmektedir. Ona göre kendisinin ne olduğu değil, neye sahip olduğu önemli artık.
Artık insanlar yeterli olanı değil, daha fazlasını elde etmek istiyorlar. Gözden kaçırdıkları ise insanca yaşamanın ve mutlu olmanın temel ilkesi “sahip olma” değil, insanın kendisidir.
Bunun sonucu olarak günümüz insanı yalnızlaşmakta ve bireyselleşmektedir. Tabiatla kendisi arasındaki bağı ve diğer insanlarla insanî ilişkilerini kaybetmektedir. Günümüz dünyasının en önemli özelliği haline gelen “bireysellik”, kişiyi toplumdan soyutlanmış bir varlık haline getirmiştir.
Modernizmin çocuğu modernizmin aletlerinin hem sahibi hem de esiri olmuştur. Sahip olmaya çalıştıklarımız sonunda bize sahip oluyor. Bununla ters orantılı olarak insani değerlerimizi de kaybediyoruz. Artık sokakta insanlarla selamlaşmıyoruz; kapı komşumuzun isminin ne olduğu dahi bizi ilgilendirmiyor. Sıkıntılarımızı, dertlerimizi paylaşacağımız insanların sayısı giderek azalıyor. Bir ihtiyacımızı gidermek için en yakınlarımıza bile müracaat etmekten çekiniyoruz. Yazımızın başında değindiğimiz intihara kalkışan kadın gibi birçoğumuz dertlerimizi başkalarıyla paylaşamamanın sıkıntısını yaşıyoruz.
Yazarı: PROF.DR. ALİ KÖSE
Saat gecenin üçüdür. Telefonu çalar. Telefonun diğer ucunda intihar etmek üzere olan bir kadın vardır:
“İntihar etmeye karar verdim; ama ölmeden önce bir psikoterapist olarak sizin ne diyeceğinizi merak ettim.” der.
Psikoterapist olağanüstü bir çabayla onu intihardan vazgeçirir. Kadın, intihar etmeyeceğine ve psikoterapisti ziyarete geleceğine söz verir. Kadın, sözünü tutar ve ziyaret gerçekleşir. Sohbetleri sırasında psikoterapist, kadını intihardan vazgeçiren nedenin, onu yaşamaya ikna etmek için yaptığı konuşmalar olmadığını anlar. Kadın, gecenin saat üçünde uyandırılmasına rağmen sabırla onu dinleyen, onunla konuşan birisinin de bu dünyada var olduğunu, dolayısıyla dünyanın yaşamaya değeceğini düşünerek intihardan vazgeçmiştir.
Günümüz insanının temel problemi, modernizmin ürünü olan yaşama biçiminin onu esir almasıdır. Adına “refah toplumu” adını verdiğimiz ve insanın maddî tatminine yönelik yaşam biçiminin ona gerçekten refahı sağlayıp sağlamadığı sorgulanmalıdır.
Günümüzün en yaygın ve tehlikeli hastalığı; Sahip olma hastalığı! Bir illüzyondan ibaret. Farkına varmamız gerekir ki; hepimiz tüketimin esiri olmuşuz. İhtiyacımız olmayan şeylere sahip olmak istiyoruz. Onlar bizim için bir araç olmaktan ziyade hayatın kendisi olmuş. Günlük hayatımızın telaşı azalacak yerde gitgide artıyor.
Günümüzde herkes birer tüketici oldu. O kadar ki; bu yaşama biçimi insanların fizik ötesi dünyaya ait tasavvurlarını bile değiştirdi. Artık modern toplumun insanı cenneti her şeyin bulunduğu, kredi kartlarını limitsiz kullanabileceği ve hatta sadece her istediğini değil, komşusundan biraz daha fazlasını alabileceği devasa bir süpermarket olarak hayal etmekte. Artık insan kendi değerini sahip olduğu şeylerle ölçmektedir. Ona göre kendisinin ne olduğu değil, neye sahip olduğu önemli artık.
Artık insanlar yeterli olanı değil, daha fazlasını elde etmek istiyorlar. Gözden kaçırdıkları ise insanca yaşamanın ve mutlu olmanın temel ilkesi “sahip olma” değil, insanın kendisidir.
Bunun sonucu olarak günümüz insanı yalnızlaşmakta ve bireyselleşmektedir. Tabiatla kendisi arasındaki bağı ve diğer insanlarla insanî ilişkilerini kaybetmektedir. Günümüz dünyasının en önemli özelliği haline gelen “bireysellik”, kişiyi toplumdan soyutlanmış bir varlık haline getirmiştir.
Modernizmin çocuğu modernizmin aletlerinin hem sahibi hem de esiri olmuştur. Sahip olmaya çalıştıklarımız sonunda bize sahip oluyor. Bununla ters orantılı olarak insani değerlerimizi de kaybediyoruz. Artık sokakta insanlarla selamlaşmıyoruz; kapı komşumuzun isminin ne olduğu dahi bizi ilgilendirmiyor. Sıkıntılarımızı, dertlerimizi paylaşacağımız insanların sayısı giderek azalıyor. Bir ihtiyacımızı gidermek için en yakınlarımıza bile müracaat etmekten çekiniyoruz. Yazımızın başında değindiğimiz intihara kalkışan kadın gibi birçoğumuz dertlerimizi başkalarıyla paylaşamamanın sıkıntısını yaşıyoruz.
Yazarı: PROF.DR. ALİ KÖSE