Ben de lise doneminde cok yalnizlik cektim. Sonra niye arkadasim yok diye uzulmeyi birakip kendi arkadasligimdan zevk aldim. Ilgi alanlarima vakit ayirdim. Veee benimle benzer seylerle ilgilenen, benzer kitaplari, filmleri vs. seven az ama oz arkadaslarim oldu.
Bir sabah Heybeli Ada'da bir cay bahcesinde tek basima oturup Orhan Veli'nin su yazisini okudugumu hatirliyorum. Of 20 yil once falandi galiba, saka gibi! Bana cok iyi gelmisti. Sevdigim kismini sana da gonderiyorum. Sana da iyi gelir umarim:
güçlüklere, bir başına da olsa, karşı koyan insan kuvvetli insan olmalı. ben bunu yalnız kalıp ümitsizlik içinde olduğumu hissettiğim anlarda daha iyi anladım. bununla beraber, senelerden beri, o kadar çok zamanlar yalnız kaldım ki bu hale adeta alışır, hatta -kuvvetli olmanın gururunu duymak için- zaman zaman yalnızlığı arar oldum. şu anda gurur diye isimlendirdiğim bu his başlangıçta bir avunma yolu idi. hayatlarının, benim gibi, ıstırapla dolu olduğunu sananlar, buna benzer bir sürü avunma çareleri bulmuşlardır. bu çareler, o yalnız kalmış insanların, yalnızlık anlarındaki arkadaşlarıdır. hayatın karşısında, hatta sırasında ölümün karşısında, ancak bu arkadaşların yardımı ile tutunabiliriz. benim, yukarıda bahsettiğim gurura benzer, birkaç arkadaşım var. vakit olsa da sizinle, onlar hakkında konuşabilsem. ne iyi olur! ama, "garip" için yazacağım bir yazıda işi dertleşmeğe dökersem belki de bana kızarsınız. onun için, size şimdilik, bunların yalnız bir tanesinden bahsedeyim.
"hiçbir yaptığımdan pişman olmayacağım." diye bir karar vermişliğiniz var mıdır? benim vardır. çok da faydasını gördüm. bundan bir hayli zaman evvel böyle bir karar vermemiş olsaydım, üzüntülü günlerimin sayısı muhakkak ki daha fazla olurdu. bu arada "1941 senesinde 'garip' adlı bir kitap neşretmiştim" diye döğünür durur, hele onun yeniden basılmasına dünyada razı olamazdım. "garip" yeinden basılırken, içimde böylece "yiğitlik bende kalsın" dermişim gibi bir his var. şiirdeki garip mefhumu üzerinde bugün bir yazı yazmağa kalksam herhalde aynı şeyleri yazmam. ama, bundan dolayı kim beni haksız bulabilir? onları beş sene evvel yazmıştım. beş sene sonra da aynı şeyleri söyliyecek olduktan sonra ne diye yaşadım? o günden ölseydim olmaz mıydı? 1941 senesinde söylediklerim, 1616 senesinde 52 yaşında iken ölen shakespeare'in, 377 yaşında söylemesi lazım gelen sözlerdi. aynı şekilde, bundan yüz sene sonra yaşayacak bir şairin sözleri de benim yüz otuz bir yaşında düşüneceğim şeyleri anlatmalıdır.
bir oluş, bir kendmize geliş devrindeyiz. dilimizin, günden güne bile, ne kadar değiştiğini farketmiyorsanız benim bir yazıma, bir de o zamanlar neşrettiğim "garip"e bakın. göreceksiniz ki fark çok büyük. bu farkın bütün günahını benim omuzlarıma yüklemeyin; aynı tecrübeyi, başka muharrirlerin yazıları üzerinde de tekrarlayın; işin, değişen, daha ileriye, daha güzele giden bir cemiyetin işi olduğunu anlarsınız. bu gidişe ayak uyduramamış insanlarla da karşılaşmanız kabil. ama her ileriye gidişte bir sürü döküntü bırakmıyor, bir sürü fire vermiyor muyuz? hatta, çok kere, o döküntüler ayaklarımıza takılıp bizim de yolumuza engel olmuyorlar mı?
yazdıkça farkediyorum; "garip"in müdafaasına kalkışmış gibi bir halim var. "garip"i kimseye karşı değil, kendime karşı müdafaa etmek isterim. bunun etrafımı hiçe sayışımdan geldiğini de sanmayın. "garip"i başkalarından çok, kendim bildiğim içindir. "benden başka bilen yoktur." demiş gibi de olmıyayım; başkalarından kasdım kitabım hakkında söz söylemiş olanlardır. bunların içinde, üzerinde durulmağa değer, bir tek tenkid yazısı hatırlıyorum. o tenkidi yazan zat, fikirlerine gerçekten inandığım bir dostumdu. cemiyete bağlı bir sanatın, ferdin ruhi hayatı ile ilgilienemeyeceğini söylüyordu. ben ferdin ruhi hayatının cemiyetten büsbütün ayrı bir hadise olduğunu ileri sürmemiştim ki. yoksa o dostum mu işi böyle telakki ediyor? etmemesi lazım. çünkü zıd nazariyelerin benim kadar uzlaştırıcı olmıyan taraftarları bile, sırasında, kendi fikirlerini karşı tarafın iddiaları ile tamamlıyorlar. mesela hiçbir "freud"cü yoktur ki "şuuraltına" inen temayüllerin oraya cemiyetler tarafından itildiğini, dolayısıile şuuraltı dediğimiz alemin meydana gelmesinde cemiyetin pek büyük bir payı olduğunu kabul etmesin. o zaman söylememişsem şimdi söyliyeyim; "şuuraltı"nı bir varlık değil, bir "fikrin izahı için ileri sürülmüş bir mefhum" diye kabul ediyorum. hani birtakım insanların allahı kabul etmeleri gibi.
bu bahsi derinleştirmek isterdim. ama söyliyeceğim sözlerin alimane olmasından korkuyorum. şiir hakkında alimane olmadan da söylenebilecek sözler var. fakat "garip"i yazdığım zaman, daha ziyade, "garipliğin" nereden geldiğini düşünmüş, şiirin kıymetleri üzerinde o kadar durmamıştım. gerçi o kıymetleri , o vakitler, pek de bilmiyordum ya. ama bugün öyle değil. şiir üzerinde hem tecrüben fazla, hem bilgim. bununla beraber o tecrübeleri, o bilgileri anlatmak bana, şu anda, o günkünden daha güç görünüyor. daha doğrusu, anlatılmasından ziyade, anlaşılmasının güç olacağını sanıyorum. hoş, böyle olmasa da, söyliyeceğim sözler neye yarayacak bilmem. fikir tarihi, bir fikir madrabazlığı tarihinden başka bir şey değil. bugüne gelinceye kadar bir sürü şeyler söylenmiş. ama, gerçek olarak ne söylenmiş? bir aralık, bir arkadaşım "sanat bahislerinde aksini isbat edemiyeceğim mesele yoktur." demişti. aksi isbat edilemiyecek mesele yoktur demek isbat edilecek mesele yoktur demektir. mademki isbat edilecek mesele yok; ne diye düşünüyor, ne diye konuşuyor, ne diye yazıyoruz? sanattan bahsetmek de, sanatla uğraşmak gibi, kaçınılmaz, şifa bulmaz bir hastalık mı yoksa?"
garip için
istanbul, nisan 1945