Bencilliğin Böylesi
Artık ne diyeyim ben size bilmiyorum. İnsan sabahın sekizinde çıktığı eve, gece on ikide mi gelir? Ev mi, otel mi kardeşim, burası? Bir de girince şaşırmış numarası yapıp:
-Bir tane bile kalmamış, silip süpürmüşler demesi yok mu?
Sen kafanı gene asansörün kapısına vurdun galiba. Bir avuç mamayı 24 saatte mi yiyeceğiz? Siz gittikten yarım saat sonra, mama kabının önüne kuruldum. Gözlerim kapalı mamaları tıkırdatıyorum ki, dilimde bir pütürlenme oldu. Bir de baktım kap boşalmış, mama bulmak için kabı yalıyorum. Bu anlattığım olay sabahın köründe geçiyor. Bu kadar saattir kapının önünde aç biilaç dolanıyorum, şunların ettiği lafa bak. Neyse lafı uzatma da koy şu tavukluları bakalım...
Ben bu kadar bencil insanlar daha görmedim. Sanki evde yalnız kendileri yaşıyor. Bütün evi kendilerine göre düzenlemişler arkadaş. Bir şey söylesem abarttığımı sanır, inanmazsınız. Bizim evdeki yemekler on kiloluk kapısı olan, içine gireni donduran, kilitli bir dolapta duruyor. Kapısını açmak mümkün değil. Çünkü hem tutacak yeri yukarıda, hem de bunların her halta maydanoz, uzun parmaklarına göre yapılmış. Bu kadar önlemi görünce içinde değerli bir şey var sanırsınız, geçen gün açık yakalayıp girdim de, iki dilim salamı denkleştirene kadar kıçım dondu. Herif bir de yakaladım seni diye arkadan yanaşıp butlarıma doğru vurmasın mı? Zaten iki gündür ayağımda bir çekme var, üstüne bir de bunun eşek şakası eklenince iyice sinirlerim bozuldu. Gören de eve hırsız girmiş, bu da kıskıvrak yakalamış sanacak. Sadece yemek dolabı değil, evdeki bütün diğer eşyalar hep kendilerine göre ayarlanmış. Kapıların kolları yukarıda ve biçimsiz. Acil bir şey olsa dışarı çıkan her yer kilitli. Telefon desen, kullanmak mümkün değil. 10 tane tuşa belli bir sırayla basmak gerekiyor ki birilerini arayabilesin. Ulan zaten bir dolu işle uğraşıyorum, bir de nereden hatırlayım o kadar sayıyı. Geçen gün, biraz öğreneyim diye telefonu masanın üstünden aşağı atıp koltuğun arkasına götürüyordum ki, bizim bekçi gene çıktı karşıma. Eliyle anlamsız bir iki işaret yaptı ama hiç uğraşacak halim yoktu, çektim gittim yanından. Ama biraz daha zorlarsa kızgınlığa girmiş numarası ile ortalığa işeyip, ilk denk getirdiğimde de ağzını yırtacağım. Sonra diktirmek için veterinere mi gider, doktora mı kendisi karar versin.
Öbür fasulye sırığı ile bir gündür konuşmuyorum zaten. Pazar akşamı, durup dururken, herkesin içinde, bıktım senin tüylerinden demesin mi. Ulan ben, güzel görünsün diye koltuğun üstünde yarım gün tüylerimi yalıyorum, bu da bir çift güzel söz söyleyeceğine, bıktım senin tüylerinden diyor. Ben de senin sivilceli suratından bıktım o zaman. Ama neyse, bu öbürü kadar hödük değil, biraz anladı bozulduğumu.
Misafirlerin karşısına geçmişler, saatlerce birbirimizi kovalayıp, bir o yana bir bu yana koştuğumuzu anlatıyorlar. Zeytin biraz önce kıçımı ısırmış, ben öcümü almaya çalışıyorum, bunlar da bizle alay ediyor. Hele Zeytini bir anlatışları var ki, Sabaha kadar ipini oynat peşinden koşarmış. Dışarılarda top peşinde koşturup, donuna kadar terleyen, sonra da, şusuna busuna diye iddiaya giren onlar değil de Zeytin sanki. Televizyon dedikleri kutunun karşısında ağızları açık saatlerce oturmalarını anlatmıyorum bile.
Hele sabahları iyice çekilmez oluyorlar. Neymiş, sabah sabah, ayakaltında dolaşmayacakmışız. Emriniz olur. Peki, ben de sizin sokak lambası gibi tepemde gezinmenizden memnun değilim, ne yapacağız o zaman? Bu sabah bunlar evden çıkarken kaloriferin önünde biraz guruldadım ama nerede bunlarda o anlayış, öküz gibi çıkıp gittiler evden.
Bakın buradan sesleniyorum: Cimrilik etmeyin de adam gibi açın şu kaloriferleri. Zaten esir hayatı yaşıyoruz, bari sokak kedileri gibi titremeyelim evin içinde.
Ne demiş atalarımız: Kedisini üşüten insan, veteriner masasından kalkmasın...
:86:
alıntı..
Artık ne diyeyim ben size bilmiyorum. İnsan sabahın sekizinde çıktığı eve, gece on ikide mi gelir? Ev mi, otel mi kardeşim, burası? Bir de girince şaşırmış numarası yapıp:
-Bir tane bile kalmamış, silip süpürmüşler demesi yok mu?
Sen kafanı gene asansörün kapısına vurdun galiba. Bir avuç mamayı 24 saatte mi yiyeceğiz? Siz gittikten yarım saat sonra, mama kabının önüne kuruldum. Gözlerim kapalı mamaları tıkırdatıyorum ki, dilimde bir pütürlenme oldu. Bir de baktım kap boşalmış, mama bulmak için kabı yalıyorum. Bu anlattığım olay sabahın köründe geçiyor. Bu kadar saattir kapının önünde aç biilaç dolanıyorum, şunların ettiği lafa bak. Neyse lafı uzatma da koy şu tavukluları bakalım...
Ben bu kadar bencil insanlar daha görmedim. Sanki evde yalnız kendileri yaşıyor. Bütün evi kendilerine göre düzenlemişler arkadaş. Bir şey söylesem abarttığımı sanır, inanmazsınız. Bizim evdeki yemekler on kiloluk kapısı olan, içine gireni donduran, kilitli bir dolapta duruyor. Kapısını açmak mümkün değil. Çünkü hem tutacak yeri yukarıda, hem de bunların her halta maydanoz, uzun parmaklarına göre yapılmış. Bu kadar önlemi görünce içinde değerli bir şey var sanırsınız, geçen gün açık yakalayıp girdim de, iki dilim salamı denkleştirene kadar kıçım dondu. Herif bir de yakaladım seni diye arkadan yanaşıp butlarıma doğru vurmasın mı? Zaten iki gündür ayağımda bir çekme var, üstüne bir de bunun eşek şakası eklenince iyice sinirlerim bozuldu. Gören de eve hırsız girmiş, bu da kıskıvrak yakalamış sanacak. Sadece yemek dolabı değil, evdeki bütün diğer eşyalar hep kendilerine göre ayarlanmış. Kapıların kolları yukarıda ve biçimsiz. Acil bir şey olsa dışarı çıkan her yer kilitli. Telefon desen, kullanmak mümkün değil. 10 tane tuşa belli bir sırayla basmak gerekiyor ki birilerini arayabilesin. Ulan zaten bir dolu işle uğraşıyorum, bir de nereden hatırlayım o kadar sayıyı. Geçen gün, biraz öğreneyim diye telefonu masanın üstünden aşağı atıp koltuğun arkasına götürüyordum ki, bizim bekçi gene çıktı karşıma. Eliyle anlamsız bir iki işaret yaptı ama hiç uğraşacak halim yoktu, çektim gittim yanından. Ama biraz daha zorlarsa kızgınlığa girmiş numarası ile ortalığa işeyip, ilk denk getirdiğimde de ağzını yırtacağım. Sonra diktirmek için veterinere mi gider, doktora mı kendisi karar versin.
Öbür fasulye sırığı ile bir gündür konuşmuyorum zaten. Pazar akşamı, durup dururken, herkesin içinde, bıktım senin tüylerinden demesin mi. Ulan ben, güzel görünsün diye koltuğun üstünde yarım gün tüylerimi yalıyorum, bu da bir çift güzel söz söyleyeceğine, bıktım senin tüylerinden diyor. Ben de senin sivilceli suratından bıktım o zaman. Ama neyse, bu öbürü kadar hödük değil, biraz anladı bozulduğumu.
Misafirlerin karşısına geçmişler, saatlerce birbirimizi kovalayıp, bir o yana bir bu yana koştuğumuzu anlatıyorlar. Zeytin biraz önce kıçımı ısırmış, ben öcümü almaya çalışıyorum, bunlar da bizle alay ediyor. Hele Zeytini bir anlatışları var ki, Sabaha kadar ipini oynat peşinden koşarmış. Dışarılarda top peşinde koşturup, donuna kadar terleyen, sonra da, şusuna busuna diye iddiaya giren onlar değil de Zeytin sanki. Televizyon dedikleri kutunun karşısında ağızları açık saatlerce oturmalarını anlatmıyorum bile.
Hele sabahları iyice çekilmez oluyorlar. Neymiş, sabah sabah, ayakaltında dolaşmayacakmışız. Emriniz olur. Peki, ben de sizin sokak lambası gibi tepemde gezinmenizden memnun değilim, ne yapacağız o zaman? Bu sabah bunlar evden çıkarken kaloriferin önünde biraz guruldadım ama nerede bunlarda o anlayış, öküz gibi çıkıp gittiler evden.
Bakın buradan sesleniyorum: Cimrilik etmeyin de adam gibi açın şu kaloriferleri. Zaten esir hayatı yaşıyoruz, bari sokak kedileri gibi titremeyelim evin içinde.
Ne demiş atalarımız: Kedisini üşüten insan, veteriner masasından kalkmasın...
:86:
alıntı..