Aşka Dair En Güzel Hikayeler ....

A

aylacım

Ziyaretçi
  • Konu Sahibi aylacım
  • #1
kimse duymasın kimse bilmesin diye

Bardaktan boşalırcasına yağmur yağarken...
Kendimi sokağa atıp yağmur damlalarına gözyaşımı gizlediğimi Kimse bilmesin diye
İçimdeki özlem yangınını, hasret sancısıyla çarpışıp çıkardığı sesleri... Kimse duymasın diye Gök gürültüsüne kaçtığımı.
Yağmura karışan gözyaşlarımın, Toprağa süzülüp gülümün yanağına bir öpücük gibi konduğunu... Hasretimin gürültüsü gökyüzünde umarsızca dolaşırken, TESADÜF' ya gülümün gözlerine değmesini.
Kimse bilmesin, kimse duymasın diye Gökten damla damla yağan kar tanelerinin, "YİTİRDİĞİMİZ MELEKLER'MİŞ" rivayetine inanıp... Ben beni sokağa atıp üzerine basarken kanadığım Saçlarıma, paltoma, atkıma toplansın diye kar tanecikleri Dona dona saatlerce üzerimde taşıdığım kar taneleriyle yandım. Üzerime toplanan kartaneciklerinin içlerinde belki sende varsın diye umutlanıp...
Seni eve erimeden yetiştirebilmek için, bir hırsızmış gibi sokağımdan eve kaçtığımı Ama her defasında,kar tanelerinin gözlerimin önünde su damlası olup erittiği hayallerimi, Kimse bilmesin diye, kimse duymasın diye İÇİME KANADIM Ve son umudum olan güneşi bekledim.
Bütün perdeleri, bütün pencereleri
Belki güneşle geleceksin diye sonuna kadar açtım.
NE GÜNEŞ, NE SEN Hiçbiriniz...
Damlamadı güneş ışığı penceremden içeri, ve karanlık olunca herşey Umut güneşi hayallerimi eriterek indi gökyüzünden. Ellerimde bana kalan, kiminin küçük bir mum ışığında aydınlattığı, Benimse onca ışık demetine rağmen bir türlü aydınlatamadığım
Hep siyah kalan ACI YÜKLÜ geceler. Kimse bilmesin, kimse duymasın diye, Belki aydınlatabilir umuduyla ateş-böcekleri aradım geceme O kadar karanlıktı ki, okadar görünmezdiki herşey, Göremedim ateş-böceklerinin ışıklarını... Kimse bilmesin, kimse duymasın diye TÜKENEN HAYALLERİMİ... Rüyalarıma taşıdım seni Kimse bilmesin, kimse duymasın diye
Bu hayatta olmayışını, rüyalarıma sakladım seni.
Yitirdiğim sesini duyacağım diye, kaybettiğim gözlerini bulacağım diye, Toprağa saklamadığım günkü gibi kalacaksın diye. İçimde sen olan rüyalarımda nefes alıp, uyandığımda nefesimi tutarak yaşadığım hayata meydan okudum. Kimse bilmesin, kimse duymasın diye
Tekrar rüyalarımda, BABAM olduğunu
Uyuduğumu kimselere anlatmadım.
Sana benzettiğim insanlara sarılıp öpmek için kendimi zor tuttuğumu Adının harflerini kalbime gözyaşlarımla ince ince kazıdığımı Kimse bilmesin diye, Kalbi kapalı gezdim.
Kimse duymasın diye duygusallığımı Hiçbir gözyaşımı, boşuna harcamadım. Dahası BİRTANEM Senin yaşamaktan korkup kaçtığın "ÖLÜM ACISINI" Sen bilmeyesin diye, sen duymayasın diye Ben hep içime kanayarak yaşadım. ÖLÜMÜ ŞİMDİKİ GİBİ TANISAYDIM, SENİ TOPRAĞA GÖMMELERİNE ASLA İZİN VERMEZDİM
 
  • Konu Sahibi aylacım
  • #2
Iletilememiş Bir Aşk Mektubu(SENİ SEVİYORUM Sözünün önemi Mutlaka Okuyun)



İlk kez çok sevdiğim birine mektup yazmıştım ama beni sevdiğini söyleyen biri tarafından görüşmemiz engellendi ve mektubu ona ulaştıramadım ve sizinle paylaşmak istedim umarım beğenirsiniz....

Hayat ne garip değil mi? Tam bir sona geldim derken yeni bir başlangıç sarıveriyor insanı. Dayanamıyorsun şans veriyorsun tekrar* masum bir çocuk sandığın hayata... Ama olmuyor işte; yine yakıyor* yine yıkıyor insanı...

Birgün diyorsun* birgün görsem onu herşeyi anlatacağım* haykıracağım yaşadığım aşkı... Hayat* bu fırsatı veriyor da ama olmuyor* konuşamıyorsun. Ellerin titremeye başlıyor ve sesin arkasından...

Sonra bir bakmışsın bitiyor onunla yaşamayı istediğin o gün.Ve gözlerini dolduran bir hisle kahrediyorsun kendini* yine olmadı diye...

Sonra mektup yazmaya başlıyorsun. o bile günlerini alıyor.Bir yanda buruşmuş mektup denemeleri* bir yanda buruk bir kalple tekrar alıyorsun kağıdı kalemi eline.Çok farklı olsun istiyorsun mektup* tıpkı ona olan aşkın gibi...Ama her söz aynı kapıya çıkıyor; "Seni Seviyorum ... Daha büyük bir söz istiyorsun ama bulamıyorsun...

Sonunda yılıyorsun ve mektup olarak bir tek söz yazıyorsun. İşte o söz en büyük söz oluyor senin için:

. . . S E N İ S E V İ Y O R U M . . .
 
  • Konu Sahibi aylacım
  • #3
Yaşanmış Bir Sevda Masalı


Bir söylenceye göre düşman iki ailenin çocukları olan Ali ile Zehra biribirine ölesiye sevdalıymışlar. İki genç daha çocukken ailelerinin düşmanlığına rağmen, gönül verip sevmişler biribirilerini. Aşkları, gökle- yerin aşkı kadar büyük, çiçekle suyun-aşkı gibi temizmiş.

Günler gecelere, geceler günlere akıp giderken, herkes aşkına göre almış hisesini hayatın pınarından.. Yıllar su gibi akıp gitmiş, Ve yöre de herkesin dilinde Zehra kızın güzelliği söylenir, Zehra kızın güzelliği konuşulur olmuş. Taa.. topuğuna kadar inen saçları, simsiyah gözleri, inci dişleri, kıpkızıl dudakları, pembe yanakları ve tanrı heykelleri gibi kusursuz bedeni ile perileri kıskandıracak kadar güzel ve alımlıymış…

Derken Ali ile Zehra büyüyüp evlenme çağına erişmişler ama evlenmelerine her iki tarafta bir türlü razı olmamış. İki düşman aile arasında kavgalar başlamış, günlerce silahlar patlamış…

Zehra ile Ali de çevrelerine aşklarını, biribirine bağlılıklarını kanıtlamak için evlerini terkedip iyi yürekli bir çobanın yardımıyla uzak bir vadideki mağaraya gizlenip yıllarca orada barınmışlar.

Zehranın kardeşleri her yeri aramış taramışlarsa da hiç bir yerde izine rastlamamışlar. Epey bir zaman yabani meyveler, bitkiler, kökler yiyerek ve geceleri çobanın köyden taşıdığı yiyeceklerle yaşamını sürdürmüşler...

Dolunaylı gecelerde iki derin vadi arasındaki mağaranın önünde oturup, alt tarafından çağıl çağıl akan sulara bakarak dağlara, taşlara türküler yakmışlar.

Zehra kızın saçları gece, gözleri yıldız, bakışları gökkuşağını andırırmış. Baktıkça rengarenk bir ahenk sararmış vadinin içini… Her sabah gün burada aşkla başlayıp, aşkla bitermiş… Kuşların inceden soluyuşu, ağacların nazlı nazlı sallanışı, yaprakların hışırtısı bir başka güzelleştirirmiş çevreyi… Renk renk, desen desen çicekler içinde, pınarların da akışıyla bu renk ve ahenk harmonisi, iki gönül coğrafyasının ve iki yurek ikliminin mutluluğuyla uzayıp gitmiş günler.

Genç adam sevdiği kıza her gün hayran hayran bakarak sazına sarılıp türküler dizermiş ırmaklara… Dağ, taş dillenirmiş sesinde… Sevdiğinin gözleri denizin incileri, dişleri mercan, saçları gecenin karanlığı, gülüşü bahar gülü kadar güzelmiş, güldükçe cangülleri saçılırmış dağa, taşa…

Sonra Zehra kızın kardeşleri iz sürüp yatmışlar pusuya. Herşeyden habersiz dağlara, kayalara saz çalıp sevdiğinin ceylan gözlerine türküler söyleyen Ali tek kurşunla kayadan aşağı yuvarlamışlar.

Ağıt yakıp saçlarını yolan Zehra kız Ali nin acısına dayanamayıp ümitsizliğe kapılarak oda kendini aynı uçurumdan aşağı bırakır.

İkisi yan yana gömülür. Sonraları kızın baş ucuna ak, erkeğin başucunda al bir gül fidanı çıkar ve her bahar yeşerip biri ak biri kırmızı gül açarak biribirine sarılarak tekrar kavuşurlar hiç ayrılmamak üzere....

Yelpınarın suyu gövdelerine değdikçe ağlamışlar, iri iri yaşlar süzülmüş yapraklarından… Beyaz duvağını takıp tomurcuğuna, ağıtlar yakmışlar kayalara dönüp sırtını munzur dağına. Ne zamanki acısı, ne zamanki hasreti işlemiş kayalara Zehra kızın, paramparça olmuş kayalar, her parça kızıl bir ağgül olmuş kanamış. Yıllarca pınarlar kan akmış… Tarifsiz bir acı çökmüş her yana…

İşte o gün bu gündür her bahar biribirine kenetlenen bu iki çiçeğin olduğu yerde ağlama ve inilti sesleri duyulur geceleri… Halk arasında mağaranın önünde gömülü olduğuna inanılan bu iki sevgilinin aslında ölmediklerinin, onların değişik zamanlarda değişik şekillerde göründüğüne dair rivayet edilir. Halk arasında hala iki sevgilinin, iki çiçeğe dönüşerek yaşadıklarına inanan yörenin gençleri. Bu söylentilerin de etkisiyle olacak ki, her bahar mağarayı ziyaret ederek dilek tutup kısmet ve murat duası ederler...
 
  • Konu Sahibi aylacım
  • #4
Ben Sana Kalbimi Verdim

--------------------------------------------------------------------------------

Sabah erken terminale indim. Çantamı yere bırakıp öylece beklemeye başladım. Bilinçsizce gözlerim etrafı tarıyordu, biliyorum beklemiyordun ama yinede gözlerim seni arıyordu eskiden kalma bir alışkanlıkla... Sen uzun bir zaman önce gitmiştin bu kent de biliyorum ama inatla gözlerim seni arıyordu yine de, arada geçen bunca zamana rağmen...

Soğuktu, Ankara’ya kar yağıyordu, üşüyordum... Benim de düşlerim yağdı Ankara’ya... Ellerimi cebime soktum bir süre öylece bekledim... Sanki biraz sonra bir köşeden çıkıp gelecektin, sadece birazcık geç kalmıştın; koşarak çıkıp merdivenleri gelip sarılacaktın hasretle...

Biliyorum uzaklardasın şimdi .. Kimlerlesin kimbilir, yalnızsın belki de benim gibi şu an..? Oralar da soğuktur belki, üşüyor musun..? hala canını sıkıyor mu, bir ömür tükettiğin bu hayat kavgası..?
Beni sorma! Suyu tükenmiş limanların denizlerine yürüyüp duruyorum hala... Hayatımın sesi kısılmış, yaşlanmış dudaklarımdaki kelimeler, kimse aramıyor, anlamıyor beni... Unutulmuşum anlayacağın...

Beklerken gözlerin geldi gözlerimin önüne, dudakların, duruşun, gülüşün, sevgiyle bakışın... Sonra aklım ayrılığın bir burgu gibi işlediği yüzüne bakmaya, elini tutmaya korktuğum günlere gitti. Burgu ağır ağır işliyordu içime, ağır döndüğü içinde daha çok acıtıyordu...

Yıllardır bu terminale her gelişimde aynı acıyı duyarım, aynı özlemi hissederim, aynı hüznü yaşarım... Oysa aradan uzun yıllar geçmişti ama her şey daha dünmüş gibi gözlerimin önünde canlanıyordu...
Ne zaman bu terminale insem içim burkulur, gözlerim durup durup dolar. Her esen yelde, yağan yağmurda, çağlayan ırmakta, uğuldayan ormanda senin kokunu duyarım...
Her esintide soluğunu hissedip içime ferahlık dolar ve her yokluğunu yokladığımda ruhum sızlar.

Çekip gitmiştin kalbinin bütün kapılarını kapatarak ardında.. Durmadan büyüdü içimde yokluğun. Günler aylar, yıllar geçip gitti ardına bakmadan ama sen yoktun gelmiyordun...
Gelmiyeceğini biliyorum beklemem nafile ama yine de köşe başlarına bakıyorum belki bir köşeden çıkar gelirsin diye.. Uzaktasın oysa ki bir ömür kadar... Özlem tek yönlü bir yol işte gidip de dönmeyen...Ve sen bir yel gibi esip gittin hayatımda ardına bakmadan, ben yelkenleri kırık tekneler gibi bakakalmıştım yorgun denizler üzerinde...

Seni ne zaman ansısam bir hüzün şarkısı kırılır kalbimde; hiç unutamadım ki seni zaten, yıllar oldu buraları terkedip gideli, yıllar oldu ayrıyız, dudaklarımız biribirinden uzak, bedenlerimiz, ellerimiz, gözlerimiz uzak. Oysa aşk karşılıklı sevmektir, dokunmaktır, gerçek aşk paylaşmaktır hayatı. Hala kulağım sesinde, gözlerim etrafta seni arıyorum, çok uzaklarda olduğunu ve gelmeyeceğini bile bile... Kırık bir tebessümdür anımsadığım, bir sevda türküsüydü adın... Herkese bir şeyler verilir belki ama ben sana kalbimi verdim... Kalbimi de alıp gittin beraber...

Çekip gittin hayatımdan düşlerimi ve anılarımı sarsarak.. hayatımda artık mutluluk olmayacak, teselli olmayacak. Hep bir boşluk, hep acılar, hüzünler olacak...

Şimdi güz sonu, kışa giriyoruz ben dört mevsim baharı yaşadım seninle. Dört mevsim çiçek açtın kalbimde, taze bir yaprak gibi yeşildin, sevgi çiçeğiydin, üzerine çiğ taneleri düşmüş kırmızı güldün, maviydin, beyazdın bütün renklerde sevmiştim seni...
Seni severken hayatı da sevmiştim ben, dünyayı da,insanları da...

Uçup gitti şimdi sevgi kuşları hayatımda. Günlerin, gecelerin tadı yok. Leylası kaybolmuş bir mecnunum, hiçbir çöl kabul etmiyor beni artık. Soğuk karanlık gecelerde kayıp çocuk resimleridir hüznün bir başka adı. Gittiğinden beri kayıp içimdeki çocuk...
 
  • Konu Sahibi aylacım
  • #5
ihanet



Ihanetin adi göçmen bir kusa verilmis,
Sadakatin adi ise bir serçeye

Göçmen kus bütün bahar ve yaz boyunca
Küçük köyün üstünde uçmus serçeyle beraber

Küçük sinekleri, kurtlari yemisler
Kis yagmurlariyla saha kalkmis derelerden su içmisler

Masmavi gökyüzünde dans etmisler
Çiçek açan agaçlara konup, papatya tarlalarinda gezmisler...

Birbirlerine söz vermis kuslar;
Ayrilmayacagiz diye.

Ama kis gelmis,
Göçmen kus adina yakisani yapmaya kararliymis,

Serçe ise her zamanki gibi sadik
Ama sevgi de yabana atilmaz bir gerçek

Ayrilik aci, ihanet kötüymüs serçe için
Yasamaksa önemli imis göçmen için

O baharlarin tatli eglencesiymis sadece
Gel demis serçeye benle beraber

Baska bir bahara uçalim
Serçe ise burda bekleyelim demis yeni bahari

Ama kis acimasizdir demis göçmen,
Yasayamayiz burda, aç kalir üsürüz

Serçe hayir demis korunuruz kötülüklerinden kisin beraber
Göçmen inanmamis serçeye hayir demis gidelim.

Serçe için gitmek nasil bir ihanetse yasadigi yere
Kalmakta ayni sekilde ihanetmis sevgiliye

Ve karar vermis sevgiyi seçmis
Uçacakmis yeni bir bahara...

Göçmen ve serçe çikmislar yola,
Ama serçe zayifmis,
onun kanatlari uzun uçuslar için degil.

Dayanamayacakmis bu yola
Oysa göçmenin kanatlari güçlüymüs

Çünkü o hep kaçarmis kislardan
Hep gidermis zorluklarindan kisin yeni baharlara

Bir firtina yaklasiyormus.
Göçmen hizli gidiyormus firtinadan, yakalanmayacakmis

Ama serçe iyice zayif kalmis, yavaslamaya baslamis
Göçmene duralim demis artik.

Biraz dinlenelim
Göçmen itiraz etmis, firtina demis, ölürüz.
Serçe çok firtina görmüs, kurtuluruz demis.
Ama göçmen yürü demis serçeye
birazdan okyanuslara varacagiz

Serçe sevgisine uymus ve
pesinden son bir gayretle gitmis göçmenin
Birazdan varmislar okyanusa

Kurtulusuymus bu büyük deniz
Göçmen için çok iyi bilirmis buralari

Ama serçe ilk kez görüyormus ve sanki
Gökyüzünden daha büyükmüs bu yeni mavi

Serçe artik dayanamiyormus,
Son bir sevgi sesiyle seslenmis göçmene

Artik gidemiyorum.... Göçmen serçeye bakmis,
Bakmis ve devam etmis........

Okyanus çok büyükmüs, serçe ise çok küçük
Serçenin sevgisi de çok büyükmüs ama göçmen çok küçük...
Mavi sularinda okyanusun bir minik SADAKAT ...
Yeni bir baharin koynunda koca bir IHANET
 
  • Konu Sahibi aylacım
  • #6
Ölümüne sevda

Zengin genç kız kalp hastasıdır. Ailesi kızı kurtarmak için
seferber olmuştur. Tek yol kalp nakli ama nerden bulunacak?
Gazetelere ilan verilir ama hiçbir yanıt gelmemiştir. Genç kız
hastane odasında günden güne solmaktadır. Ailesi istemediği için
ayrılmak zorunda kaldığı yoksul sevgilisini düşünmektedir.
Delikanlı "Param yok ama sana verebileceğim sevgi dolu bir kalbim
var" demiştir zamanında. Genç kızında istediği budur ama lanet
olası para ayırmıştırdır onları...
Oysa genç kızın kurtulması için para çözüm olamıyordur.
Sevgilisin
düşünmeye devam etmekdedir kız. Ayrıldıklarından bu yana 5 yıl
geçmiştir. "Kimbilir evlenip çoluk çoçuğa karışmıştır" diye
düşünmektedir. Genç kız bunca yıl başka hiç kimseye açmamıştır
kalbini. Sevgili yanında olsa hastalık daha da dayanılır olacaktır.
Ama yoktur... Zaten ölümde umrunda değildir genç kızın. Sevgilisini
bir tek kez görmek istiyordur sadece. Ölmeden önce sadece bir tek
kez...
Birden babası giriverir odaya ve müjdeyi verir. Aranan kalp
bulunmuştur. Genç kız ameliyata alınır, o gece hayatını kaybeden
bir gencin kalbi nakledilir. Genç kız iyileşir ve evine döner. Eve
döndüğü zaman da kapının önünde bir zarf bulur. Heyecanla zarfı
açar ve okumaya başlar:
"Sevgilim senden ayrıldıktan sonra, bir kalbe 2 sevginin
sığmayacağını bildiğimden;
Ne bir kimseyi sevebildim
Ne de bakabildim...
Her günüm diğerinden daha zor geçti, çünkü özlemin daha da artıyordu.
Her
gece seni düşündüm sabahlara kadar, her gece senin yanında olmayı
istedim.
Ve sensizliğe lanet ettim, uykuları haram ettim kendime. Ve bir gün her
şeyi değiştirebilecek bir fırsat çıktı önüme. Bu fırsatı
değerlendirmeyip,
kendime haksızlık edemezdim... Ve değerlendirdim... Senden çok uzaklara
gittim, ama artık her gece her daim seninleyim. Sana hep sözünü ettiğim
kalbime iyi bak olur mu? Çünkü gözyaşlarımla adını yazdım ona. Seni
senden
bile çok seven bir sevgi var kalbinin içinde!...
 
  • Konu Sahibi aylacım
  • #7
Sevmek mi, Sevilmek mi? Hikayesi

Genç kız nihayet uyanmıştı. Tüm gece boyunca uyumuştu. Gözlerini ovuşturdu. Elbiselerini düzeltti. Şaşkındı.

- Neredeyim ben? Siz kimsiniz?

- Demek dün gece neler olduğunu hatırlamıyorsun?

- Çok içtiğimi hatırlıyorum o kadar...

- Evet, kapıyı sana açtığımda çok sarhoştun gerçekten. Kapıyı açar açmaz bana ilk söylediğin söz suydu:

"Ben Tanrı'nın hediyesiyim" Genç kız bu söz karşısında utancını gizleyemiyordu. Bir şeyler söylemek istiyor ama nereden başlayacağını da bilemiyordu. Şaşkınlığını biraz olsun gizlemek için:

- Peki ya sonra ? dedi.

- İşin doğrusu ben Tanrı'dan böyle bir hediye beklemiyordum. Şaşırdım bir an. Gerçeği arayan birisine senin gibi bir serabın gösterilmesi doğal gelmedi bana. Ben bunları düşünürken sen de şu anda yattığın yerde sızıp kaldın zaten.

- Dün geceden beri yerde mi yatıyordum? Diye sordu şaşkınlıkla.

- Evet, düşüp sızdığın yerden kaldırmadım. Biliyorsun seraba dokunulmaz. Bütün gece Tanrı'nın seni almasını bekledim. Ama görüyorsun ki hala gelmedi. Sahi söyler misin sen hangi Tanrı'nın hediyesisin böyle?

Ferda sitem dolu bir utangaçlıkla:

- Lütfen benimle alay etmeyin, dedi.

- Alay etmiyorum. Sadece seni anlamaya çalışıyorum. İstersen önce sana bir kahve yapayım da kendine gel. Kemal kahveleri getirdiğinde Ferda biraz olsun kendine gelmişti. Üzerindeki yabancılığı atmaya, doğal olmaya çalışıyordu.

- Benim adim Ferda. İki sokak ilerideki sitelerde oturuyorum. Dün gece için özür dilerim. Arkadaşlarla yasadığım bir çılgınlıktı o kadar. Çok utanıyorum.

- Ben de Kemal. Bu evde tek başıma yaşıyorum. (Bir an duraksadı Kemal). Senin hakkında ne düşündüğümü merak ediyorsun değil mi?

- Biraz öyle...

- Hiç... Hiçbir şey düşünmedim.

- Neden?

- Özel olarak hiçbir insan üzerinde düşünmem pek.

- Gecenin yarısında kapını çalıp evinde yatan bir kız hakkında bile mi?

- Evet...

- Çok garip bir insansın.

Kemal sustu... ve sonra

- Söylesene maskeli bir baloda insanların gerçek yüzlerini tanımak mümkün müdür sence?

- Tabii ki değil.

- İşte şu toplumda gördüğün bir çok insan ve sen... Hepiniz maskelerinizle yaşıyorsunuz. Su toplum maskeli bir balodan farksızdır bence. Hem de zamana, kişilere ve olaylara göre her an değişen maskelerin kullanıldığı bir balo... Bu yüzden pek anlamlı gelmiyor bana insanlar üzerinde düşünmek.

- Kendini soyutluyorsun insanlardan.

- Öyle de denebilir. Zaten toplum ferdin en büyük düşmanıdır bence. Bu yüzden insanlardan hiçbir şey almamayı yeğliyorum. Buna rağmen her şeyimi vermeye de hazırım onlara.

- İnsanların sevgisini de reddeder misin, örneğin?

- En başta onu. Bugünün sahte sevgileri bir insanin kalbini yaralamak için seçilen en tehlikeli yoldur.

- Ama insan hiç sevilmeden yasayamaz ki...

- Bunda yanılıyorsun. İnsan sanıldığının aksine sevilerek değil severek yaşar. İnsan sevilmek ihtiyacında olan zayıf bir varlık değildir. Kısacası sorun bence sevilmek değil sevmektir.

- Sevdiğin halde sevilmiyorsan?

- Sevilmek senin sorunun değil onun sorunu. Bence sevmek bir insanı kendi içinde hissetmendir. Sevilmek ise kendini bir insanin içinde hissetmen. Anlayabiliyor musun? Sevmek seni zenginleştirir, sevilmek değil. Bunu evreni kapsayacak şekilde de düşünebilirsin.

- Nasıl yani?

- Evrensel anlamda sevmek kainatı kendinde seyretmek, sevilmek ise kendini kainatta seyretmektir. Ferda'nın kafası karışmıştı. Hiç bu kadar derinlemesine düşünmemişti sevgi üzerine.

Bunu fark eden Kemal:

- Bunları bir anda anlamak sana güç gelebilir. Ama biraz düşünürsen umarım anlayabilirsin. Şunu unutma ki insanlık bugün ikinci tas devrini yaşıyor. Birinci taş devrinde insanlar yumuşacıktı. Sevgi sayesinde her şey yumuşacıktı. Sadece evleri ve aletleri taştandı. Simdi ise her şeyimiz yumuşacık, yüreklerimiz taş gibi. Hatta taştan da katı. Çünkü öyle taslar vardır, üzerlerinde otlar yetişir ve öyleleri de vardır ki... Kemal'in gözleri nemlendi bunları söylerken. Yılların acılarını, ihanetlerini, buruklukların, kelimelere döküyordu aslında. Ağlamaklı bir hale dönüşüyordu sesi kesik kesik...

Uzun bir sessizlik oldu. Bütün bir hayat şeridi geçti Ferda'nın gözleri önünden. Eğer Kemal'in anlattıkları doğruysa sevgi hiç olmamıştı hayatında. Bir anda gözleri duvarda bir çerçevede olan mısralara takıldı:

"Donuk sevgiler çağındayız Sıcak sevgiler cehennemde yanıyor Sevgi... Yaşanmayacak kadar güzel, Fark edilmeyecek kadar sade, Duyulmayacak kadar doğaldır."

Kemal duvarda ağlayan bir çocuk portresi gösterdi Ferda'ya:

- Biliyor musun bir çocuğa verilecek en değerli besin şefkattir. Ve de cesaret. Bunlar öyle hassas bir dengeye sahiptir ki, denge bozuldu mu işte şu insanları görürsün karşında... Şefkat ve cesaret kurbanları... Kimileri aşırı şefkatin yanında cesaretsiz büyütülürler. Bu insanlar küçücük bir dünya kurmak isterler kendilerine. Güçsüzdür bu insanlar, kolayca kırılırlar. Dünya çok acımasızdır öylelerine göre... Kendilerini sevecek birilerini ararlar hep. O kadar yoğunlaşırlar ki bazen şiddetli bir arzuyla birine doğru akmak isterler. Cesurca sevemezler. Cesareti öğrenememiştir bu insanlar. Öte yandan da cesur insanlar... Dünyayı bile devirebilirler. Ama basit bir sevgi oyunuyla kolayca yıkılıverirler. Dünyayı titretecek cesareti taşıyan bu insanlar kalplerine dokunan bir parmakla diz üstü çöküverirler yere. Ve su sözleri duyar gibi olursun onlardan: " Dağ düştü üstümüze Yıkılmadık ama İnsan değdi tenimize Acısı yıktı bizi...! Cesaret onları o kadar sertleştirmiştir ki sevdikleri insanı kolları ile kalpleri arasında neredeyse öldürür.

Kemal sustu birden. Ferda bir şeylerin olduğunu hissetmişti. Çözmek istiyordu Kemal'i.

- Niye sustun?

- Bana ne şefkati öğrettiler nede cesareti.

- Ama tüm bunları biliyorsun sen

- Nasıl olduğunu merak ediyorsun değil mi, anlatayım. Bir an durdu sonra:

- İnsanların nefretinden sevgiyi, ihanetlerinden sadakati, korkaklıklarından cesareti öğrendim.

- İnsanlar bu kadar acımasız mi? Gerçekten seven insanlar yok mu hiç?

- Bırak sevgilerini gülmeleri bile doğal değil onların. Seni senin için değil kendileri için severler. O kadar iyi o kadar güzel ve o kadar haince severler ki hayran olmamak elde değil biliyor musun? Sevgi ve ihaneti sanatsal bir uyarlamayla o kadar güzel sahneye koyarlar ki son sahnede öleceğini bile bile seyredersin oyunu. Mükemmel bir katildir onlar. Seve seve öldürürler seni. Dudaklarından sevgi sözcükleri yükselir. Yapacağın tek şey gözlerini kapatıp sevgi atmosferi içinde sevgi sözcüklerinin sağanak yağmuru altında ölümü beklemendir. Anlıyor musun?

- Sen sevilmekten korkuyorsun

- Belki...

- Neden? - Neden mi? Ben her insani kalbime misafir edebilirim, sevebilirim yani. Kalbimden eminim çünkü. Sevdiğim insani rahatsız edecek hiçbir şey yok kalbimde. Ama kimsenin kalbine girmek istemem. Çünkü bilmiyorum nelerle karsılaşacağımı. Bilmiyorum hangi tuzaklar bekliyor beni. Ve bilmiyorum o insan bunlardan haberdar mı?

- Fikirlerimi alt üst ettin. Her şey karıştı. Sevmek sevilmek, nefret sevgi... Hatta şu ana kadar gerçekten yaşayıp yaşamadığımı düşünüyorum.

- Aslında sana anlattığım her şeyi kendinde bulabilirsin.

- Nasıl?

- Kendini tanıyarak... Yalnız kaldığın anlarda...

- Yalnızlıktan kaçmışımdır hep...

- Yalnızlıktan kaçmak kendinden kaçmaktır. Bir düşünsene, doğarken de yalnızsın, ölürken de. O halde yasarken yalnızlıktan kaçmak anlamsız değil mi?

- Yalnızlıkta insan ne bulabilir ki sıkıntı ve boşluktan başka?

- Kendini gerçekten tanıyabilseydin uzaydaki derinlikten daha derin bir iç uzayın olduğunu görebilirdin. Bizler ruhumuzu öldürüyor sonra başına geçip ağıt yakıyoruz... Benliğindeki zenginliği fark etseydin dünyada ikinci bir insan aramazdın biliyor musun?

- Anlamadım!

- Dünyada bir tek kişi vardın aslında. O bir tek kişinin içinde beş milyar insan.

- Benliğim bu kadar kalabalık mi?

- Evet. Benliğin tüm varlığın merkezidir. Tüm acılar ve sevinçler yüreğinde gizlidir senin. Ölenleri yüreğine gömdüğün gibi doğacak çocuğun kalbi de senin içinde atar. Hem acıyı hem sevinci yaşarsın iç içe, yan yana... Hatta o kadar acı çekersin ki acı, acı olmaktan çıkar...

- Sözlerin çok karışık.

- Belki haklısın bu konuda. Bazı insanlar başlı başına paradokstur. Düşünceleri de öyle. İnsanlar paradoksal düşünmeye alışık değiller. Bu yüzden anlaşılmıyoruz. Zaman bir hayli ilerlemişti. Ferda izin istedi. Zihni o kadar dağılmıştı ki hiçbir şey söylemeden çıktı evden. Bütün gece boyunca Kemal'in sözleri ile uğraştı Ferda. Bazen onu anladığını düşünüyor, bazen saçmaladığına karar veriyordu. Her şeye rağmen hayranlık duyuyordu ona. Ara sıra arkadaşlarına anlatmak istiyordu onu. Ama kimsenin anlamayacağından emindi. Günler geçiyor, yüreğinde Kemal'e, karşı konulmaz bir sevgi taşıdığını hissediyordu Ferda. Her geçen gün biraz daha büyüyordu sevgisi. Aylar geçmiş ama bir türlü ona gitmeye karar verememişti. Çekiniyordu. İnsanlardan bu kadar uzak biri onun gibi deli dolu bir kızı ciddiye alır miydi? "Hiç kimse sevgiyle dirilmeyecek kadar ölmüş değildir hiçbir zaman". Evet, bu söz de onun değil miydi? Nihayet karar verdi Ferda. Gitmeli ve ona sevdiğini söylemeliydi.

Ferda Kemal'in evine gittiğinde büyük bir şaşkınlık geçirdi. Evde kimse yoktu, taşınmıştı... Evin bekçisi yaklaştı Ferda'ya:

- Kızım, adinizi öğrenebilir miyim?

- Adım Ferda, Kemal Bey taşındı mi?

- Evet kızım, taşındı. Ve kimseye söylemedi nereye gittiğini, bana bile. Bir mektup bıraktı sana. Gelirse verirsin dedi. Ferda mektubu aldı. Tereddütlü adımlarla evine gitti. Yıkılmıştı. Derin bir boşluk hissetti yüreğinde. Birden ümitle doldu yüreği. Belki de onu yanına çağırıyordu.

Sabırsızlıkla mektubu açtı. "Ey sevgili, Seni sevip sevmediğimi söylemeyeceğim. Ama sevgiyi öğretebildim sana sanırım (ne kadar öğretilebiliyorsa). Dilerim kalbine kalbimden verdiğim şey yüreğinde yeşerip meyve verir. Böylece ne sen bende kaybolacaksın, ne de ben sende. Sen beni kendinde, ben seni kendimde bulmuş olacağım. O zaman hiç ayrılmayacağız.

Sakin sevgimle seni tuzağa düşürdüğümü sanma. Sevgi hayatin hem çekirdeği hem de meyvesidir. Bir ağaç, meyvesiyle seni kendine çağırıyorsa bu bir aldatma sayılmaz. Unutma ki ağaç meyvesine çağırır, kendisine değil.

Ey sevgili, Sen bir sığınak arıyorsun ama ben durulmaz bir fırtınayım. Sen kendinin sakini olmak istiyorsun ama ben evrenin sakini olmak istiyorum. Sen olmayacak bir barışı arıyorsun. Bense tüm kötülüklerle savaşmak istiyorum. Sen küçücük bir çocuksun. Ama ben küçükken çok büyüdüm. Sen dünyadan kopup yıldızlara sığınmak istiyorsun. Bense kendimi yeryüzüne karşı sorumlu tutuyorum. Sen bir ağacın gölgesine sığınıp yaşamak istiyorsun. Bense ülkemi arıyorum. Yolları aydınlık, insanları ümitli ve huzur dolu olan bir ülke. Sen bende kaybolmak istiyorsun ama ben seni kaybetmek istemiyorum. Sen susuyorsun, bense haykırıyorum.

Sakin unutma:

Kalbim paylaşılamayacak kadar senindir. Seninle bile. (Ama bilmiyorum sen bu kadar bende misin?) "
 
  • Konu Sahibi aylacım
  • #8
şehrazat'ın hikayesini bilmeyenlere...


Bir zamanlar Fars diyarının Şehriyar isminde bir hükümdarı varmış. Hani şu Binbir Gece'deki Onur'un çok sevdiği atına verdiği isim... Şehriyar,
Hindistan'dan Çin'e kadar uzanan bütün toprakların kralıymış.

Ama bunca güç, bunca kudret bir gün karısının kendisini aldatmasının önüne geçememiş. Başına gelen acı olay yüzünden deliye dönen Şehriyar, artık
bütün kadınların nankör ve sadakatsiz olduğuna inanmaya başlamış.

Önce karısını öldürtmüş. Ardından da vezirine, kendisine her gece başka bir kadın getirmesini emretmiş. Her gece yatağına yeni bir gelin alan
Şehriyar, geceyi geçirdikten sonra tan vakti kadınları öldürtüyormuş. Çünkü artık yatağına aldığı hiçbir kadının gün yüzü görmesini istemiyormuş.

Bu durum yıllarca böyle devam etmiş. Fars diyarın ın genç kızları kan ağlamakta, Kral Şehriyar ise akan kana doymamaktaymış. Derken bir gün
vezirin güzeller güzelli, akıllılar akıllısı kızı Şehrazat' ın aklına bir plan gelmiş. Ve bir sonraki gece, karısı olarak Kral Şehriyar' ın koynuna girmiş.

Şehrazat, her gece tan vaktine kadar süren masallar anlatmaya başlamış Şehriyar'a. Büyülü gözleri ve sihirli sözleriyle aşık etmiş kralı kendisine.
Ancak hiçbir masalın sonu gelmiyormuş güneş doğmaya başladığında. Ve masalın sonunu merak eden Şehriyar, Şehrazat' ın ertesi
gece masala kaldığı yerden devam edebilmesi için sürekli idamını erteliyormuş.

Gel zaman git zaman Şehrazat tam 1001 gece boyunca masal anlatmış yüreği yaralı krala. Bu arada da üç tane çocukları olmuş. Ve Şehriyar, kadınlara
duyduğu öfkeyi unutmuş. İdam kararı kaldırılmış, Fars diyarının kadınları bayram yapmış.

İşte tarihi günümüzden bin yıl öncesine kadar uzanan Binbir Gece Masalları'n ın gerçek öyküsü bu. Tatlı dilli ve sadık kalpli kadının,
Şehrazat' ın, dünyanın en acımasız kralı Şehriyar' ı sevgiyle değiştirdiği muhteşem masal..
 
  • Konu Sahibi aylacım
  • #9
Şeytanla Meleğin dansı


Birgün melek ile şeytan karşı karşıya gelmişler...
İkiside birbirinin gözlerine bakıp gözlerinde ifadeyi okumaya çalışıyormuş...
Melek şeytanın yüreğinde kesin bir fesatlık olduğunu, şeytan ise meleğin yüreğinin ne kadar temiz olduğunu biliyormuş....
O sırada çok güzel bir müzik çalmaya başlamış...
Şeytan ellerini meleğe doğru uzatmış.. ve "benimle dans edermisin" demiş...
Melek bunu duyunca birden şaşırmış ve o anda birden elini şeytana uzatmış ve dans etmeye başlamışlar...
Çalan müzik o kadar güzelmişki ikiside birden romantik saatlere mahkum olmuşlar ve melek biran şeytanın içindeki kötülükleri unutmuş...
Şeytan dans sırasında meleğe dönmüş ve "seni seviyorum..ya sen?" demiş...
Melek yine bir şok daha yaşamış...
Durmuş ve düşünmüş bir an.." Şeytan neden bana böyle birşey desin ki..
Ama olsun yineden bende ona gerçek olmasa bile bir cevap vereyim" demiş içinden...
Ve melekte şeytana dönmüş "bende seni seviyorum" demiş...

İŞTE O GÜN YERYÜZÜNDE DÜRÜSTLÜĞÜN ROMANTİZME BOYNUNU BÜKTÜĞÜ İLK AN OLMUŞ....
 
intahar etmeden önce yazdığı gercek aşk hikayesi


daha 17 sinde tanıdım onu.her görüşümde ona olan sevgim çoğalıyordu.sevdiğimi söyleyemedim belki kaybetmekten korkuyordum.ama onun için ölürdüm.tam 1,5 yıl platonik yaşadım aşkımı.her gün görüyor ama konuşmuyorduk.birbirimizi fazla tanımıyorduk.bizim mahallede oturuyordu.bazen evimin önünden geçiyordu.ben ona aşıktım.artık dayanamadım teklif ettim.bana verdiği cvp olmaz benim arkadaşım var dedi.o an yıkılmıştım kendimi bilmez olmuştum.aradan 1 hafta geçtikten sonra arkadaşından haber gönderir telofon numaramı istedi.anlayamadım ama yinede verdim.2 gün sonra telofonumda üst üste çağrılar gelmeye başladı onun olduğunu anlamıştım.sonra herşey olmasını istediğim gibi ilerliyordu sanki yeniden doğmuş gibiydim.ona diğer arkadaşını sordum. benim için ayrılmıştı.o gün anladım ki bir gün benden de ayrılacaktı bunun olmaması için elimden geleni yapacaktım.yaşadığım güzel günler 6 ay sürdü bana yazdığı msj da senden ayrılmak istiyorum beni arama yazmıştı.çünkü başka birisi varmışnasıl olurda beni terk eder diye dşündüm ama oldu o beni terk etti hayat durdu düşünemez oldum çünkü o yoktu bana sarılacak elimi tutacak kişi yoktu acaba bütün kızlarmı böyle yoksa sadece benimkimi?hiç anlayamadım.ondan sonra hayatıma kimseyi sokmadım her günümü o düşünmekle geçirdim.düşünürken onsusluğu unuttum çünkü düşlerimde yaşıyordu.ayrıldığımızdan buyana 2 yıl geçti onu hala unutamadım.bi gün onu gördüm hiç değişmemiş aynıydı.gülüşü,bakışı herşey aynıydı.duydumki oda sevdiğinden ayırlmış.oda mutsuzmuş.daha sonra yine karşılaştık ona tekrar gel desem gelecekti ama diyemem,diyemezdim ben onu içime gömdüm unutmadım onu hiç sevmekten vaz geçmedim.bana çok kötüyüm ben bunu hak edecek ne yaptım diye sordu.bir şey diyemedim çünkü ben onu hala seviyordum ona beni yaşarken öldürdüğünü beni bu hayatta nedensiz bıraktığını söyleyemedim.beni hala düşündüğünü ve sevdiğini söylüyordu inanmadım.ona bundan sonra yanında olmayacağım.olamayacağım istesemde istemesemde.sevdim seni bir zamanlar ,hala seviyorum ve benden sonrada mutlu olmanı istiyorum olurda bir gün dönersem seni iyi bulmak istiyorum çünkü bundan sonra kendinden başkası olmayacak yanında sana bakacak ben olmayacağım keşke böyle yaşanmasaydı bazı şeyler keşke döndüre bilsek zamanı geriye senden kalan boşluğu kiminle doldururum bilmiyorum sen hayatıma renk katan sen hayatımdaki nedendin senin istediğin gibi olmadımı?bunu sen istemedinmi? uzun süre bana baktı ve elvada dedi gitti.2 saat sonra intihar ettiğini duydum. o ölmüştü artık o hiç yoktu ben buna dayanamazdım bana ik cümle yazmış elvada aşkım elvada birtanem elvada sevgilim elveda sana.artık yaşamanın hiç bir anlamı kalmadı benim de yanına gitme zamanım gelmişti.elveda hayat elveda geride kalanlar elveda herşeye elveda....................................BU GERÇEK YAŞANMIŞ BİR HİKAYEDİR.HİKAYEYİ YAZAN ŞU AN KARA TOPRAKTADIR.ÖLMEDEN ÖNCE BU HİKAYEYİ YAZIP İNTİHAR ETMİŞTİR.
BU HİKAYEYİ SİZİNLE PAYLAŞMAMIN NEDENİ GERÇEK AŞKI BİLMENİZİ İSTEDİM.İKİSİ DE ŞU AN YANYANA YATIYORLAR
 
SERSERİM'E ...
Elime son kez aldım kağıt, kalem. Bu sana son mektubum. Postacı son kez getirecek bir haber benden sana. Canım serserim, bilirim aldırmazsın, hiçbirşeye, ne sevgiye, ne hislere. Şimdi elimde sigara var. Bugün yine çok fazla içtim, bilirim yine bana kızıcaksın. Ama yine aynı cvbı vereceğim ''DERTLİYİM'' son kez bu kalp senin derdinle dolu. Uykularım bölünür oldu, yanlış anlama bu mektubumda seni ne kadar özlediğimi yazmayacağım. Artık değiştim ben. Senin umursamaz tavırlarından bıktım. Takmıyorum artık seni. Hani senin bende bir resmin vardı ya, arkadaşıma verdi; çok beğenmiş seni. Al senin olsun dedim. Ama dikkat etmesini söyledim. Olur ya çıkarsanız boynuzlamasın seni dedim. Yüzünün şeklini görmek isterdim serserim. Bu mektup diğerlerine benzemiyor değil mi? Dün gece yıktın öldürdün beni sevgilim. Bütün gece kanadı durdu dindiremedim inan. Gözlerim doldu ağlayamadım. Yataklara düştüm ne zamandır. Ama iyi oldu aslında seni unutmaya başladım artık. Sen ne demiştin serserim ''ÜZÜLME'' üzülmüyorum artık. Bu acıların getirdiği mutluluğa seviniyorum. Lanet olsun sana serserim.bu kadar mı değersizdi benim sevgim. Biliyorsun ben seni çok sevdim. Bu sana son mektubum serserim. İstersen okut başkasına. Ama şunu bil ki bundan sonra mezar taşında ''HAİN''yazan bir ölüsün benim için. Artık hatıralarımdasın....

Bugün hiç beklemediğim bir anda aldım mektubunu güzelim. Son mektubum demişsin, inanmam. Sen dayanamazsın bensizliğe, erir bitersin günden güne. Bak ne diyorum güzelim, gönlün olsun birkaç gün daha çıkalım. Sevinirsin belki. Sen bensiz yapamazsın güzelim. Beni sevdiğin günü düşün nasılda çocuk gibiydin. Bayılacaksın diye korkmuştum güzelim. Benim elimden senin gibi neler geçti bilirsin. Haberim yok sen beni gerçekten sevdin mi güzelim? Sana bu mektubu meyhanede yazıyorum. Sağolsun arkadaşlar yardım ediyorlar. Biraz önce bir çocuk dövdük onun şerefine içiyorum. Bak güzelim sana ne dediğimi hatırlamıyorum ''ÜZÜLME''yazmışsın. Sahiden yıkıldın mı? Umursamazsın sanmıştım. Takmazsın diye ummuştum. Ama madem artık beni unuttun, bu sana son sözüm; ''BENDE SENİ SEVDİM güzelim''

Seni tanımıyorum ama arkadaşım seni çok sevmişti. Son mektubum demişti, doğru. Hem o seni çoktan unuttu bile. Resmini bana verdi. Birgün buluşup konuşalım seninle. Güzelim demişsin bizimkine, bende seni zevkli sanırdım. Ben ondan daha güzelim. Bak serseri telefon numaram arkada yazıyor. Onu aradığın gibi beni de ara. Ayrıca bizimki biraz garipçedir. Bu aralar kalbinin ağrıdığını söylüyor. Doktorlar teşhis koyamıyorlar. Aman canım o da bir başka. Ağlasada gülüyorum der. Sakın unutma, beni ara.

Bak kızım ben seni daha en başından sevmedim. Ben herşeyden çok güzelimi sevdim. O bana canından koparcasına serserim derdi. Oysa sen serseri, soğukta kalmışçasına. Senin gibi arkadaş olmaz olsun. Güzelliğe gelince hiç kimse yarışamaz benim güzelimle. Şimdi bırak bunları, bende yıkıldım, ona söyle. Son mektup derken yalan sanmıştım. Daha beter içer oldum. Her gece sarhoşum. Bir daha ki mektupta güzelimden bahset bana. Şimdi gerçekten mutlu mu? Başkasını mı seviyor? Hasta demiştin, hem de kalbinden. Yoksa bu aşk hastalığı mı? Benden başkasıyla mı? Anlat bana arkadaş herşeyi anlat. Beni seviyor mu öğren bakalım. Yoksa bu kadar çabuk mu unuttu beni? Çabuk yaz arkadaş. Anladım ki ; ben onsuz bu dünyada yaşayamazmışım.

Affedersin serseri yanlış yaptım ben. O seni gerçekten sevdi. Son nefesinde bile adını sayıkladı. Yüreğim parçalandı anlayamazsın. Serserim deyişini duysaydın, gözlerini kaparken, aşkın öyle sarmıştı ki bedenini. Kaybedince yaşayamadı öldü işte. Son mektubu ne yaptın? İçip içip ağlıyor musun? O şimdi mezarında huzurla yatarken, yılanlara bile seni anlatıyordur, şüphen olmasın. Zaten mezar taşında ''SENİ SEVDİM SERSERİM'' yazısını görünce anlayacaksın. Belki yaşaması için bir umut vardı, içinde. Ama senle ciddi olsaydı. Birkaç gün çıkalım demişsin işte ona, güzeline, ozaman vurdu. Zavallıcığın yüreğine indi. Şimdi mezarında derin bir uykuda. Sevgisi sonsuzlaştı onunla. Aslında o istemedi, öldüğünü bildirmemi. Ama dayanamadım yazdım işte. Şimdi ne yaparsın bilmem, içer misin, adam mı döversin? Sende onu sevmişsin öyle yazmışsın. ÖYLEYSE BIRAKTA AŞKINIZ YAŞASIN....


Serserinin Odasında Bulunun Not
Sana geliyorum güzelim
Seni seviyorum güzelim.

ELVEDA.....
 
söz sevgilim...

Bir sabah uyandığımda camı açıp dışarıyı seyrettim biraz. Ağaçların yaprakları sanki sabitlenmişti bir şekilde bulundukları dallara. Evimin penceresinden çok uzaktaki deniz de görünüyordu. Dalgalı olup olmadığını çözmeye çalıştım. Sanki girecekmiş gibi. Ama çözemedim. Derken ilerideki parka takıldı gözüm. Çocuklar ip atlıyor, top oynuyor. Zaten toplasan koca parkta 9-10 kişi ya var ya yoktu. Düşündüm neden bu kadar tenha diye park. O sırada mahallenin ufaklıklarının kafalarındaki şapkalar dikkatimi çekti. Kafamı kaldırdım, o da ne güneş tam tepedeydi.İçime birden bire bir kurt düşüverdi. Hayır olamaz diye geçirdim içimden ve dua ederek saate dönüp baktığımda., saat 12’yi çoktan geçmişti. Kahretsin yine geç kalmıştım randevuya. Zaten işlerim yüzünden haftadan haftaya ancak görüşebiliyorduk. O da 1-2 saat anca. Tam 12’de yine aynı yerde buluşacaktık. Üzüldüm ve mahçup oldum biraz da. Sonra, aman boşver dedim içimden. Zamanında o da beni az bekletmemişti. Tanıştığımız cafede, tanışmamızın 1. Yıldönümününde elimde bir demet çiçekle onu tam 2,5 saat kahve içerek beklediğim gün geldi aklıma birden. Sonra biraz yatışır gibi oldum. İçimden iyi oldu derken, bir yandan da aceleden ti-shortümü üzerime ters giydiğimi farkettim. Neyse 5-6 dakika sürmedi hazırlanmam ve onun bana hediye ettiği ayakkabıları giyerek çıktım yola. Belki ayağımda o ayakkabıları görünce daha mutlu olur diye düşündüm. Yol 15 dakika falan sürüyordu ve buluşma noktamıza vardığımda orada beni bekliyordu. Zaten beklemek zorundaydı. 1-2 saat sohbet ettik. Tam 1 haftadır görüşmüyorduk ne de olsa. Ona neler yaptığımı anlattım 1 hafta boyunca, hayatımda nelerin değiştiğini… Aceleyle aldığım bir deste gülü ise ayrılana kadar vermedim ona. Birazda içerlemiştim aslında. Neredeydi ona götürdüğüm diğer çiçekler? Hem neden hep ben ona götürüyordum? Diye düşünürken mezarının tam ortasında daha yeni açmış goncayı gördüm. Sonra içimden özür diledim ondan. Umarım affetmiştir. Ve çiçekleri herzamanki yerine, tam başının ucuna koydum kokusunu daha iyi alabilmesi için. Son olarak toprağa sarılıp veda ettim ve giderken bağıra bağıra “haftaya seni bekletmeyeceğim, söz sevgilim” dedim.
 
Dünyada iki gül olsun, biri kırmızı biri beyaz, sen beni unutursan kırmızı gül solsun, ben seni unutursam beyaz gül kefenim olsun”.

“Bir söylenceye göre düşman iki ailenin çocukları olan Ali ile Zehra biribirine ölesiye sevdalıymışlar. İki genç daha çocukken ailelerinin düşmanlığına rağmen, gönül verip sevmişler biribirilerini. Aşkları, gökle- yerin aşkı kadar büyük, çiçekle suyun-aşkı gibi temizmiş…

Günler gecelere, geceler günlere akıp giderken, herkes aşkına göre almış hisesini hayatın pınarından.. Yıllar su gibi akıp gitmiş, Ve yöre de herkesin dilinde Zehra kızın güzelliği söylenir, Zehra kızın güzelliği konuşulur olmuş. Taa.. topuğuna kadar inen saçları, simsiyah gözleri, inci dişleri, kıpkızıl dudakları, pembe yanakları ve tanrı heykelleri gibi kusursuz bedeni ile perileri kıskandıracak kadar güzel ve alımlıymış…

Derken Ali ile Zehra büyüyüp evlenme çağına erişmişler ama evlenmelerine her iki tarafta bir türlü razı olmamış. İki düşman aile arasında kavgalar başlamış, günlerce silahlar patlamış…

Zehra ile Ali de çevrelerine aşklarını, biribirine bağlılıklarını kanıtlamak için evlerini terkedip iyi yürekli bir çobanın yardımıyla uzak bir vadideki mağaraya gizlenip yıllarca orada barınmışlar.

Zehranın kardeşleri her yeri aramış taramışlarsa da hiç bir yerde izine rastlamamışlar. Epey bir zaman yabani meyveler, bitkiler, kökler yiyerek ve geceleri çobanın köyden taşıdığı yiyeceklerle yaşamını sürdürmüşler…

Dolunaylı gecelerde iki derin vadi arasındaki mağaranın önünde oturup, alt tarafından çağıl çağıl akan sulara bakarak dağlara, taşlara türküler yakmışlar.

Zehra kızın saçları gece, gözleri yıldız, bakışları gökkuşağını andırırmış. Baktıkça rengarenk bir ahenk sararmış vadinin içini…
Her sabah gün burada aşkla başlayıp, aşkla bitermiş… Kuşların inceden soluyuşu, ağacların nazlı nazlı sallanışı, yaprakların hışırtısı bir başka güzelleştirirmiş çevreyi… Renk renk, desen desen çicekler içinde, pınarların da akışıyla bu renk ve ahenk harmonisi, iki gönül coğrafyasının ve iki yurek ikliminin mutluluğuyla uzayıp gitmiş günler…

Genç adam sevdiği kıza her gün hayran hayran bakarak sazına sarılıp türküler dizermiş ırmaklara… Dağ, taş dillenirmiş sesinde… Sevdiğinin gözleri denizin incileri, dişleri mercan, saçları gecenin karanlığı, gülüşü bahar gülü kadar güzelmiş, güldükçe cangülleri saçılırmış dağa, taşa…

Sonra Zehra kızın kardeşleri iz sürüp yatmışlar pusuya. Herşeyden habersiz dağlara, kayalara saz çalıp sevdiğinin ceylan gözlerine türküler söyleyen Ali tek kurşunla kayadan aşağı yuvarlamışlar.

Ağıt yakıp saçlarını yolan Zehra kız Ali nin acısına dayanamayıp ümitsizliğe kapılarak oda kendini aynı uçurumdan aşağı bırakır.

İkisi yan yana gömülür. Sonraları kızın baş ucuna ak, erkeğin başucunda al bir gül fidanı çıkar ve her bahar yeşerip biri ak biri kırmızı gül açarak biribirine sarılarak tekrar kavuşurlar hiç ayrılmamak üzere....

Yelpınarın suyu gövdelerine değdikçe ağlamışlar, iri iri yaşlar süzülmüş yapraklarından… Beyaz duvağını takıp tomurcuğuna, ağıtlar yakmışlar kayalara dönüp sırtını munzur dağına. Ne zamanki acısı, ne zamanki hasreti işlemiş kayalara bu iki çiçeğin, paramparça olmuş kayalar, her parça kızıl bir ağgül olmuş kanamış. Yıllarca pınarlar kan akmış… Tarifsiz bir acı çökmüş her yana…

İşte o gün bu gündür her bahar biribirine kenetlenen bu iki çiçeğin olduğu yerde ağlama ve inilti sesleri duyulur geceleri… Halk arasında mağaranın önünde gömülü olduğuna inanılan bu iki sevgilinin aslında ölmediklerinin, onların değişik zamanlarda değişik şekillerde göründüğüne dair rivayet edilir.
Halk arasında hala iki sevgilinin, iki çiçeğe dönüşerek yaşadıklarına inanan yörenin gençleri. Bu söylentilerin de etkisiyle olacak ki, her bahar mağarayı ziyaret ederek dilek tutup kısmet ve murat duası ederler…

Rüzgarın sesi bu yörelerde her gece yaşanmış efsaneleri fısıldar. Bazen yaşlı bir ninenin anlattığı masalda dillenir, bazen de bir sazın tellerindeki ezgide...
 
Fırtınalı bir hayatın ortasında birleştik. Sen, kendine yakın bulduğun insanların sana yaptığı hatalardan şikayet ediyordun., bense uzun yıllar acısını çektiğim bir aşkın yaralarını sarmaya çalışıyordum.
İyi birer dosttuk, her şeyi paylaşır olmuştuk. Bu yakınlaşmamızın kısa bir sürede olmasına rağmen zamanım öyle tatlı, öyle güzle geçiyordu ki ben içimdeki kıpırdanmalardan habersizdim.
Sanki rüyadaydım, gözlerimi açtığımda dostluğun yerini aşk almıştı. Kendimi tutamamıştım işte. Duygularıma hakim olamamıştım. Sen benim aşkım, bense senin dostundum artık. Sana aşık olduğumdan habersizdin. İçimdeki volkan öyle taşmıştı ki patlamak için sabırsızlanıyordu.
Sonunda o gün gelip çatmıştı. Bütün duygularımı bütün hislerimi açıklamıştım ben sana. Sense bana sadece şaşkın bir ifadeyle bunların yalan ve şakadan ibaret olması için yalvarmıştın.
Bende sana bunların ne şaka ne de yalan olduğunu üstüne basa basa vurgulamıştım. İçim rahatlamıştı. Çünkü bir insana ‘’ seni seviyorum ‘’ demek kolay bir iş değildi. Yürek isterdi. Ben bu işi becerememiştim ama sonucuna da katlanmak elimde değildi. Çünkü asıl olan benim için bugündü ve ben bugün sana söylemem gereken şeyleri yarına bırakmamıştım. Yarın böyle bir fırsatın elime geçeceğini düşünerek bütün her şeyi açıklamıştım.
Dünya fani her an her şey olabilir bizim dünyamızda... Şimdi içim çok rahat ama bir o kadar da huzursuzum. Çünkü bunları sana anlatınca suçlu ben oldum. Şimdi o eski günleri arıyorum, hiç sebepsiz, ani ayrılışın şokunu üzerimden atamamamın sonucundandır. Ve zaman eskiden öyle güzel öyle tatlı geçerken şimdilerde, bin bir azap bin bir acıyla geçiyor.
O günün üstünden çok zaman geçti. Şimdi ben senden benim olmanı değil bana biraz hak vermeni istiyorum. Bana duyduğun nefreti duygularımın üstünden çekmen için yalvarıyorum. Bana ne kadar kızsan ne kadar nefret etsen de ben seni yine de seviyorum. Duydun değil mi? Seni seviyorum.
 
Hoscakal askimm

Bir zamanlar bir genç varmış. Bu gencin sevdiği ve aşık olduğu dünyalar güzeli bir kız varmış. Onunla ilk bir radyoda duyduğu kan aranıyor ilanı için gittiği hastane de karşılaşmıştı. Kan verdiği kişi kızın amcasıydı. Kız ona teşekkür etmek için gittiğinde daha yeni yataktan kalkmış ve gitmek için hazırlanıyordu. Birden bulunduğu odanın kapısı açıldı ve kız içeri girdi. Çocuk ağır ağır kapıya baktı “Yine hemşirelerden biri geldi herhalde” diye düşündü, ama gelen hemşire değildi. Kız ona doğru yaklaştı “çok teşekkür ederim sayenizde amcam yaşayacak” dedi. Genç mağrur bir şekilde “ben olmasaydım bir başkası da gelir yardım ederdi. Hiç önemi değil.” Fakat kız onu dinlemedi. “Size bir yemek ısmarlayabilir miyim” dedi. Çocuk reddetmedi içinden “bu kadar güzel bir kız reddedilebilirmi” diye geçirdi.
“Tabi ne zaman isterseniz.”
“Hemen şimdiye ne dersiniz.”
“Şimdimi ?”
“Tabiki hem bende beklerken acıkmıştım”
ikisi birlikte yemeğe gittiler. Yemekte muhabbetleri devam etti. Hep birbirleri hakkında konuştular. Oğlan kızdan ilk gördüğü anda hoşlanmıştı. Kız ise sadece teşekkür etmek istediği bir yabancıdan bu kadar çok hoşlanacağını düşünmemişti bile. Konuşmaları sırasında aynı şeylerden hoşlandıklarını fark ettiler, ikisi de aynı tür filmlerden hoşlanıyor, aynı tür müziği dinliyor, hatta son zamanlarda aynı kitapları okumuşlardı. Kız bir erkeğin kendisinin sevdiği şeyleri sevebileceğini daha önceden hiç düşünememişti ve karşısında böyle biri vardı. Yemekten sonra kız telefonunu verdi. “Daha sonra ararsan konuşuruz” dedi. Bu oğlanın çok hoşuna gitmişti. Akşam olduğunda kız telefonunda bir mesaj gördü “Dünyanın en güzel bayanına. İyi akşamlar” yazıyordu. Kız birden şaşırdı. Bu kadar erken bir cevap. Demek ki oğlanda ondan hoşlanmıştı. Buna çok sevindi ve hemen o da cevap gönderdi. Bu mesajlaşmaları birkaç gün böyle sürdü. Sonunda oğlan ona çıkma teklif etti. Kız hemen kabul etti. Hayatlarının en güzel günlerini yaşıyorlardı. İki sevgili , iki aşık. Aşkları o kadar büyüktü ki sevgileri o kadar içtendi ki bu sevgileri çevresindeki insanlara da yansıyordu. Fakat oğlanın ailesinin bu aşktan hiç haberi olmamıştı. Hep onunla sevilisi olmadığı için dalga geçiyorlardı, şimdi de sevgilisi olduğu için dalga geçecekleri ve bunu hiç istemiyordu. Ama kız ailesi ile tanışmayı çok istiyordu , oysa her seferinde bir bahane uydurup erteliyordu.oğlan kızın ailesini bir kere görmüştü. Ama hiç tanışmamıştı. Kızın ailesi İzmir de oturuyorlardı kendisi ise İstanbul da amcasını yanında oturuyor ve okuluna gidiyordu.
Sonunda oğlan kızın ısrarlarına dayanamadı ve onu ailesi ile tanıştıracağını söyledi. Kız buna çok sevinmişti fakat daha önce ailesine gitmesi gerektiğini geri döndüğünde hemen ailesi ile tanışmak istediğini söyledi. Anlaştılar ve kız İzmir e doğru yola çıktı. Aradan bir gün geçti, iki gün geçti kızdan bir ses yoktu. Oysa İstanbul da birbirlerini görmedikleri anlarda hep telefonda birbirleri ile konuşurlardı. Peki şimdi ne oldu da aramamıştı.. yoksa ailesi mi izin vermemişti. Yada yanlış bir söz mü söyledi yanlış bir şey mi yaptı. Neden aramıyordu. Oğlan onu aramaya çalıştığında her seferinde telefonu kapalıydı. İki hafta , üç hafta , bir ay. Oğlan sonunda kızın onu bıraktığını artık onu istenmediğini düşünmeye başlamıştı ki ansınız bir akşam telefonu çaldı. Telefonu ilk kez ona bu kadar acı acı çalıyormuş gibi geldi. Telefonunun ekranına baktı, arayan oydu. Telefonunu hemen açtı “alo” “alo” telefonda ki ses kızın sesi değildi. Onun ablası olduğunu söyledi. Oğlanın telefonunu kızın rehberinde bulduğunu bir arkadaşı olduğunu tahmin ettiğini söyledi. Oğlan sevgilisiydim diyemedi, “evet bir arkadaşıyım ama ondan uzun zamandır haber alamıyordum” dedi. Ablası kızın yaklaşık bir ay önce İzmir e gelirken bir trafik kazası geçirdiğini üç haftadır komada olduğunu söyleyince oğlan birden dona kadı neden onu aramadığını şimdi anlamıştı fakat ablasının konuşmasından olayın bu kadar olmadığını da anlamıştı. “Kardeşimi geçen gün kaybettik” diyince oğlanın elindeki telefon bir den yere düştü. Duyduklarına inanmamıştı sevdiği , aşık olduğu kız ölmüş olamazdı. Telefondaki ses “alo” diye birkaç kez seslendi fakat oğlanın cevap verecek hali kalmamıştı. Hala inanıyordu. İlk uçakla izmire gitti. Gerçekten ölmüşmüydü. Bunu öğrenmeliydi. Ailesine gittiğinde dünyası bir kere daha yıkıldı. Çünkü duyduklarını hepsi doğruydu. Bittiği gün aşkını toprağa veriyorlardı. Yüreği buna artık dayanamadı ve gözerinden birkaç damla yaş aktı. Onu son bir kez daha görmeliydi. Bunun için cenazeyi arkadan takip etti camiden mezarlığa kadar peşlerindeydi. Mezarlıkta görebileceği bir köşeden onları izledi. Onun yüzünü son bir kez daha gördü. Alçak bir sesle “hoşcakal aşkım, sen bu dünyada sevdiğim tek kişiydin” dedi. Arkasını dönüp mezarlıktan çıkmaya karar verdi. Tam o sırada akrasından bir ses duydu. Bu sesi daha öncede duymuştu , telefonda ölüm haberini veren sesin aynısıydı. Kızın ablası ona seslendi. Oğlan arkasını dönmeden önce gözündeki yaşları sildi. “acaba siz bu kişimisiniz” dedi ve elindeki zarfı gösterdi. Zarfın üzerinde “Biricik aşkıma” yazıyor ve yanında da oğlanın ismi vardı. Oğlan ağlamaklı bir sesle evet o benim dedi. Ablası ona “bunu ölmeden önceki gece yazmış ve size vermemi istemişti” dedi ve zarfı verip uzaklaştı. Oğlan orada mektubu titreyen elleri ile hemen açmaya çalıştı. Mektupta sadece bir iki kelime vardı.
“Aşkım, seni ne kadar çok sevdiğimi şimdi daha iyi anlıyorum. Herkes iyileşeceğimi söylese de ben öleceğimi biliyorum. Seni son bir kez görebilmek , sana son bir kez dokunabilmeyi ne kadar çok istiyorum ama mümkün olmadığını çok iyi biliyorum. Sana sadece tek bir şey söylemek istiyorum. SENİ SEVİYORUM VE ÖLDÜKTEN SONRA BİLE SEVİCEĞİM. Senden tek bir şey istiyorum. Benim ardımdan hayata küsme. Ona sarıl , benim için sarıl. Olumsuzluklara asla yenilme her zaman güçlü ol o zaman sevgim her zaman yanında olacak ve seni koruyacaktır.
Kalp atışın olmak
Sonra seni hissedebilmek
Bir adımlık zamanda
Bunları şiirinde sen söylemiştin bana bende sana söylüyorum bir adımlık zaman benim için sonsuza kadar sürecek hoşcakal aşkım. ”

Oğlan bu yazıyı okurken göz yaşlarına artık hakim olamıyordu. Aradan yıllar geçti. O mektup hala oğlanın cebinde. Ne zaman bir olay olsa ne zaman üzülse mektubu açar ve yazanları okur üzülmemek için elinden geleni yapar. O zaman sevdiğinin yanında olduğunu bilir...
 
Akrep İle Ahtapotun Dİllere Destan Aşkı



Çok uzak bir adada yaşayan güzeller güzeli ahtapot ve çok yakışıklı bir akrep birbirlerine aşık olmuşlar. Fakat ikisi de birbirinden korkuyormuş. Ahtapot akrepden onu zehirli iğnesiyle sokar diye , akrep ise ahtapotun uzun kolları onu boğar diye…Fakat daha fazla dayanamayarak ikiside birbirlerine kollarını uzatmışlar. Ahtapot “en kötü ihtimalle bir kolumu veririm, nasıl olsa yerine yenisi gelir” diye düşünmüş. Akrep ise “Onun için kendimi feda edebilirim” demiş. Birbirlerini çok seviyorlarmış. O kadar mutlularmış ki bütün hayvanlar çok kıskanıyormuş onları...
Zamanla akrepden sıkılmaya başlamış ahtapot, aklında açık denizler varmış hep. Oralara gidip başka hayvanlarla tanışmanın hayalini kuruyormuş. Güzelliğini bu şekilde geçirmemek için okyanuslara doğru yüzmeye başlamış. Terk edilen akrep günlerce sahilde onun dönmesini beklemiş. Ardından çok ağlamış fakat göz pınarları olmadığı için, hep içine akmış göz yaşları. Okyanusların en güzel sularında süzülen ahtapot yeni yerler gördükçe işte gerçek mutluluk diye düşünüyormuş içinden. Akrebi çoktan unutmuş. Derken birden bir balıkçı ağına dolanmış olarak bulmuş kendisini. Kurtulmaya çalıştıkca daha çok dolanıyormuş. Onu gemiye çekmişler. Balıkçılar ahtapotun kollarını kesip geri denize atmışlar. Kesilen kollarıysa içki masalarında meze olarak kullanılmak üzere bir restorana satılacakmış. Canı çok yanan ve ne yapacağını bilemeyen ahtapot eski aşkı akrebe dönmeye karar vermiş fakat kolları olmadığı için yüzemiyormuş artık. Terk edilen akrepse onsuz olmaktansa ölmeyi tercih etmiş ve zehirli iğnesiyle kendisini sokmuş. Diğer hayvanlardan yardım isteyen ahtapot akrebe ulaşmak üzereymiş. Akrebin yanına vardığında ise akrebi ölmek üzereyken yakalamış. Akrep son nefesini verirken “evet işte ben bu güzellik için kendimi feda ettim” demiş içinden. Gerçek aşkının akrep olduğu anlamış ahtapot. Ama artık ne ahtapotun onu saracak kolları kalmış , ne de akrebin onu tekrar sevebilecek kalbi...
Herşey zamanında yaşandığında güzeldir...
 
Gözlerim gözlerine sığınan kimsesiz bir ölüm, kaşların mezar taşımdı. Ve yalnızlık en meçhul yalanlarımdı. Bu şehrin bir yerlerinde ağlamaklı bir hüzün vardı, loş sokaklarda sevgiye aç yalnız duruşlarım vardı. Dimağımda yarım bir türküydü yalnızlığım… Ve sığınmasızdı savunmasızdı sahipsizliklerim. Ölüm sokaklara sığınan kimsesiz bir kelebekti ve yalanlarım kimsesiz kıyametlerimdi.

ŞİMDİ SEN SÖYLE YAR: YOKLUĞUN KAÇ ASIR?

İlkbahara efeleniyor deli gençliğim, yargısız yargılara gebe firari mutsuzluğum. Şimdi suretsizliğime ağlıyorum.
Gece miyim, gündüz müyüm? İşte böyle çehresizim! Oysa en masum sevdaları işliyorum yüreğime. Tezgahlarda şer işleniyor, yargılar cürümlere gitmiyor. Sabrımı biliyorum gidişlere… Ben, bunları vefasızlığından sayıyorum.

Ah yar! Ben ölümü yitirdim; sen ömrünü yitirdin. İlkbaharlara gurbetim karıştı, şimdi adresini yitirmiş sokaklar gibiyiz. Meçhullere de düşer yolumuz, iki adım ötede vurulur düşlerimiz. Şimdi göçmen sevdalarda konaklıyorum, turnalara eş, terk ediyorum baharları. Cümleler, mecaz takıntılarını giyiniyor üzerine. Bir lahza olsun, düşmüyorsun gözlerimden. Sürgüleri çekilmiş yüreğimin, oysa kılıcım çekilmemiş kın´ından. Zapt edilmeyen kale kalmadı zaten bu şehirde!

Ah yar! İki çıkmaz sokak değil mi adresimiz? İki yokluk türküsü, bam teline değen bir tını değil mi sevdamız? Ellerin de terk ediyor seni, yüreğin dışarda, bedenin içerde. Kapattım ben hüzünlere kapımı. Yaralı baharlar sunamam sana, çocuk ellerimden de kirli bu dünya…

Yalanlarım kendime, günahlarım kendime… çekiyorum ki, eza; üstelik bir faniden ibaret bu dünya. Yatıyorum boylu boyunca toprağa, ecelim soluklanıyor yanımda. Gece düşüyor içime, şubat doluyor ceplerime, sığınmalarım çoğalıyor kendime… Tutma artık sen de ellerimi; çocuk ellerimden de kirli bu dünya
 
meşhur mona roza şiiri



MONA ROZA



Mona Roza, siyah güller, ak güller
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak
Mona Roza siyah güller, ak güller

Ulur aya karşı kirli çakallar
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
Mona Roza, bugün bende bir hal var
Yağmur iğri iğri düşer toprağa
Ulur aya karşı kirli çakallar

Açma pencereni perdeleri çek
Mona Roza seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Roza, ben bir deliyim
Açma pencereni perdeleri çek...

Zeytin ağaçları söğüt gölgesi
Bende çıkar güneş aydınlığa
Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi
Seni hatırlatıyor her zaman bana
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi

Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar
Işıksız ruhumu sallar da durur
Zambaklar en ıssız yerlerde açar

Ellerin ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi
Ellerinden belli oluyor bir kadın
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin ellerin ve parmakların

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona

Akşamları gelir incir kuşları
Konar bahçenin incirlerine
Kiminin rengi ak, kimisi sarı
Ahhh! beni vursalar bir kuş yerine
Akşamları gelir incir kuşları

Ki ben Mona Roza bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O masum bakışlar su kenarında
Ki ben Mona Roza bulurum seni

Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Henüz dinlemedin benden türküler
Benim aşkım sığmaz öyle her saza
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza

Artık inan bana muhacir kızı
Dinle ve kabul et itirafımı
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
Alev alev sardı her tarafımı
Artık inan bana muhacir kızı

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak

Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne
Bir tüy ki can verir bir gülümsesen
Bir tüy ki kapalı gece ve güne
Altın bilezikler o kokulu ten

Mona Roza siyah güller, ak güller
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Aaahhh! senin yüzünden kana batacak!
Mona Roza siyah güller, ak güller

Sezai Karakoç
 
Buda şiirin hikayesi



Meşhur mona roza şiirinin hikayesi



Sezai Karakoç, Üniversiteye başladığı senelerde "Muazzez Akkaya" adında bir kıza aşık olur.İlk çıktığı ve sevdiği kızdır.Bu yüzden onun için büyük bir önem taşımaktadır.Beraber oldukları zaman diliminde Sezai KARAKOÇ Ona"Mona Rozam" diye hitap etmektedir. Kızda Bunu Seviyomuş Ama Oda Sezai Karakoç’un Ona Teklif Sunmasını bekliyormuş... Bir Sene Bu sessizlik İçinde Geçmiş.. İkinci sende Aynı Şekilde... Kız 3. Sene Köyünden Bi delikanlıyla Evlenmiş.kızın ihanetine uğrayan Sezai KARAKOÇ başından vurulmuşa döner
Bunun üzerine baş harfleri "Muazze Akkayam" ı oluşturan bir şiir yazar. Artık sene sonu gelmiştir ve bir veda gecesi düzenlenecektir.Arkadaşlarının da ısrarı üzere Sezai KARAKOÇ şiirini bu gece okuyacaktır.Kız birlikte olduğu çocukla oradadır.Sezai sahneye çıktıktan sonra kızla bir an göz göze gelirler ve o muhteşem "Mona Roza" şiirine başlar.Kızın neşesi yavaş yavaş kaçmaya başlamış ve kız çoktan ordan kaçmıştır. Sezai KARAKOÇ şiirinin onuncu kıtasına geldiğinde "En güzel şarkıyı bir kurşun söyler" cümlesi tüm kampüste çınlarken Muazzezi ebedi hayata taşıyan kurşun bu çınlamayı durdurur.Evet, tahmin edilidiği gibi MUAZZEZ AKKAYA Eve Gitiğinde Kendini 3. Kattan Aşağı atarak İntahar etmiş...
Bunun üzerine Sezai Mona Roza şiirine üç bölümlük büyük bir kitap yazmış ve her kıtasında Mona Rozasına özlemini dile getirmiştir.... Şiir de her kıtanın başında ki kelimeler yukardan aşağıya doğru okursanız şairin sevdiği kızın ismi çıkıyor.
 
X