Annelik doğal bir içgüdü mü?

yaren_76

mareşal
Kayıtlı Üye
12 Temmuz 2006
2.066
66
Annelik doğal bir içgüdü mü?

Anneliğin ‘kutsallığı’ üzerine hiç düşündünüz mü? Annelere gösterilen saygı ile toplumda kadınlara yöneltilen küçümseme pek bağdaşmıyor aslında.. İşte bu ‘kutsallık’ üzerine bir sürü şeyi düşünülebilir? Araştırmacılar ve yazarlar ‘annelik’ üzerine bir çok şey yazmış.. İşte bu kavrama farklı bir bakış açısı ile bakalım dedik..

Bütün insanlar tarafından dinlenen hoş bir öykü annelik. Ya da hiç eskimeyen klasik bir şarkı...



Şimdiye kadar kutsallığıyla bilimsel araştırmalara, romanlara ve şiirlere konu olan duygu. annelik.. "Kutsal"olan bütün her şey gibi o da sorgulanmadı çok uzun süre. “Anneliğin kutsallığı” üzerinde durmadı kimse... Kadının en önemli özelliği bu, toplumun gözünde...



Genel anlamda annelikle ilgili söylenen en önemli şey şudur. “Bütün kadınlar onu tatmalı, anne olmalı mutlaka” derler. Peki, annelik ayrıca bir görev mi? Çalışmak isteyen kadın, kendisini eve hapseden kurallara karşı çıkınca hep farklı tartışmalar ortaya çıkar.. Çalışma hayatında olan kadına, doğurduğu zaman çocuğundan uzak kalacağı için, genellikle “çalışmaması” yönünde öneriler gelir.



Şimdi bu konuda yazılan kitaplara, araştırmalara da bir bakalım: Amerikalı Antropolog Jules Henry, 1965 yılında yayınlanan araştırmasında, "Annelik içgüdü mü, değil mi?" diye soruyor.



Elisabeth Badinter ise "Annelik sevgisi" adlı bir kitap yazmış. Bu kitapta annelikle ilgili bir çok enteresan fikirler var. Mesela 19. yüzyılda ortaya çıkan "sütannelik" kurumundan söz ediliyor kitapta O dönemler, zengin aileler, taşradan getirdikleri sütannelere, bütün görevlerini devrediyorlarmış. Bu görevliler, sadece evdeki işlerle ilgilenmez, çocuklara da doğar doğmaz bakarlarmış.



Yoksul çevrelerde yaşayan ve doğum yapan her üç kadından ikisi, lohusalığı biter bitmez, Paris'e "sütanne" olarak iş aramaya gidermiş! Bu arada geride yalnız bıraktığı kendi çocuğu da kötü beslenir, zor durumda kalırmış. Kitaptan öğrendiğimize göre bu da o bebeklerde ağır hastalıklara yol açıyor ve her yıl bu çocukların yüzde 64'ü ölüyormuş! Yazarın yorumu şöyle:



Sütannelere emanet edilen çocuk, esas zamanını onu besleyen, bakan bu kadınla geçiriyordu. Bu sütannelerin büyük bir bölümü emzirdikleri zengin çocuklarına aşırı derece bağlanmış, sırf onlarla kalabilmek için evlerine dönmek bile istememişlerdi!



Kitapta hem iyi annenin erdemini yücelten, hem de diğerlerinin sefaletine göz yuman 19. yy toplumunun "ikiyüzlülüğünden" söz ediyor yazar.



Avrupa’daki bu sütannelik sistemi, 19. yüzyılın sonuna kadar yaşamış. Sonra onun yerine "dadılık" sistemi uzun süre var olmuş.



“artık sen anne oldun”



Anne - çocuk ilişkileri duruma göre değişen duygulardan ibaret midir?
Annelik sevgisi var mıdır? Bazı kadınlarda var olan, diğerlerinde ise kendini göstermeyen bu içgüdü nasıl bir şeydir?



Yazar, kitapta bu bağlamda da bir sürü soru soruyor. O dönemin ekonomik koşullarında ortaya çıkan "sütannelik" kurumu da, yazar Badinter'in soru işaretlerini çoğaltıyor. Annelik denince "içgüdü" yerine, kadına uygulanan toplumsal baskıdan söz etmek gerektiğini söylüyor yazar.



B.Marbeau ve Cleirens da bu konu üzerine eğilmiş diğer iki yazar. Onlar da yaptıkları bir araştırmada şöyle diyorlar:



Kadın, anne olabileceği için, bundan onun sadece anne olması gerektiği değil, aynı zamanda, anneden başka bir şey olmaması ve mutluluğu sadece annelikte bulabileceği sonucu çıkarıldı!



İşte bir sürü kadının da, evlenip çocuk yapınca işinden ayrılmasının nedeni de burada yatıyor aslında. Toplum ona



Sen anne oldun. Diğer her şeyden eline ayağını çek. En kutsal iş bu çünkü.



diyor.. Lee Comer'in "Evlilik Mahkumları" adlı kitabı da şu soruyu soruyor:



Çocukların sorumluluğu yalnızca anneye mi ait? Eğer çocuk yetiştirme, inanmamızı istedikleri kadar doğallikle anaya düşen sorumluluk olsaydı, neden durmadan hatırlatmaları gerekiyor bize!”



Kötü anne var mı?


Peki, "kötü anne" var mıdır? Sorunun yanıtını, bizim gibi herkes merak ediyor.



Cami önlerine terkedilen çocukları düşünün. Ya da dayaktan mosmor olmuş gözleri ile annesinin döverek hastanelik ettiği minik Sıla'yı düşünün!



Annesinin elleri arasında işkence gören 3.5 yaşındaki bu dünya güzeli Sıla’nın yaşadıkları basında yer aldı geçen sene. Herkes o anneye nefretler yağdırdı. Sonunda devlet baba gelip Sıla’yı annesinin elinden almak zorunda kaldı.



Demek ki “kötü anne” de var! Demek ki her anne “kutsal“ değil”.. Fakat genel anlamda topluma ve yargıçlara göre "kötü anne" yok diye düşünülüyor.



Evlilik Mahkumları' kitabının yazarı bu konu üzeninde de durmuş: Boşanma davalarında yargıçların, "kötü bir annenin, annesizlikten daha iyi olduğundan" söz ettiklerini ve boşanmadan sonra çocuğu genellikle anneye verdiklerini hatırlatıyor. O’na göre, öyle bir sistem var ki, annenin sadece varlığının bile (kötü de olsa) çocuğun mutluluğunu garanti edeceği, babanın sevgisinin ise bir işe yaramayacağı savunuluyor!



“Sonsuz anne sevgisi”


O dönemlerde (19. yüzyıl) ) kreş veya yuvaya devam eden çocukların da ruhi gelişmesinin aksayabileceği de söylenmiş. Bu çerçevedeki demeçler o zamanlar çok kabul görmüş. Yazar Comer ise şunu öneriyor:



İşinden memnun olmayan anneler çocuk için tehlikeli olduğu kadar, sadece görev duygusu yüzünden evde kalan, bezgin anneler de bu çocukların sağlığı için tehlikelidir!



Araştırmacıların, evde kalan mutsuz kadınların çocuklar üzerindeki etkisini, işinden memnun olan, çalışan annelerinkiyle karşılaştırarak belirlemesi gerektiğine inanıyor.



Kadınların çalışma yaşamında yavaş yavaş var olmaya başladığı o dönemlerde buna benzer laf edenler çoğalmış: Bazı araştımacılar ısrarla şunu kanıtlamaya çalışmışlar:



Çocuk, annesinin etrafında pervane olmasıyla tam bir insan olabiliyor. O zaman kadın da ancak çocuk bakarak tam bir kadın olabilir!



Bu görüşe karşı çıkıyor ve eleştiriyor.



Cinsellikten arınmış bir annelik!


Türkiye'de de son yıllarda bir çok kitap yazıldı bu kadının rolleriyle ilgili.



"Tapınağın Öbür Yüzü" adlı kitapta Psikolog Leyla Navaro, anneliğin toplumda nasıl algılandığı konusunu ele almış. Şöyle diyor o da:



Aile içinde de saygıyla anılır kadın. Çocuklarını yetişkin yaşa getirmiş kadın koşulsuz bir saygıyı hak kazanır. Annelik sorgulanmaz.



Bunları vurgulayan Psikolog, bu doğal mevki ve yetkileri nedeniyle kadınların 'annelik' rollerini yitirmekten bilinçaltı ürktüklerini anlatıyor.



Annelik görevleri tükenirse adeta bir hiç olacaklar, sanki kimliksiz kalacaklar.



diyor ve öyle düşünen kadınlardan söz ediyor kitapta.



Peki, anne rolünün cinsellikten arınmışlığına ne demeli?



Yazar Navaro ona da değiniyor kitabında. Dikkat ederseniz bir kadın çoçuk doğurduktan sonra, kocası ona “kutsal anne” gözüyle bakar ve genellikle de aldatmalar bu aşamadan sonra başlar! Kocalar “o işi” başka kadınlarda denerler genellikleJ Yazar Leyla Navaro şöyle diyor:



Sadece anne kimliğiyle yaşamakta olan kadınlar, onları insan yapan pek çok boyutlar gibi, genelde cinselliklerinden de vazgeçmişlerdir. Evlilikleri tek boyutlu kalıp, sadece bakım ilişkisi ve düzen evliliği haline dönüşür.



Anneler günü... Annelerin yüceltildiği bir gün.. Ama bence bütün yaşamda kadın sadece o rolüyle sınırlanmamalı. Yazar Beauvoir da binlerce kadının sessiz düşüncelerini dillendiriyor. O, kadının içinde bulunduğu iç acıcı olmayan bu durumu kitaplarında yansıtırken, içindeki umudu da aktarıyor:



Kadın bugün insanlığın giriştiği, hiç durmadan kendini aşarak varlığını doğrulama hareketine katılmak istemektedir. Başka bir varlığa can vermeye ancak yaşam kendisi için bir anlam taşıdığı zaman razı olabilir. Ekonomik ve toplumsal yaşamda rol oynamayı deneyemediği sürece gerçek ‘Ana’ olamaz.



Çocuğun yükünün büyük kısmını topluluğun aldığı, annenin topluluktan bakım ve yardım gördüğü bir toplumda, kadının çalışmasıyla analık bağdaşmaz olmaktan çıkacak.



Genel kanının tersine, çalışan kadının gebeliğinin çok daha kolay geçtiğini söylüyor uzmanlar. Kişisel yaşamı zengin olan kadın, çocuğa bir sürü şey verecektir. Karşılığında ise çocuğundan pek az şey ister böyle anneler. En iyi eğitici en iyi anne uğraşıp, didinerek ve ter dökerek öğrenen kadınlardan çıkar. Dolayısıyla, annelere ve bundan sonra anne olacak kadınların o yükü tek başına sırtlamamaları gerekir. Yani sonuçta istenen erkekle eşit koşullarda var olması..



Ama belki çok yıllar sonra, yeni nesil kadınlar, kutsallığı değil, paylaşmayı savunacaklar. "Bizi 'kutsal' diye yüceltip bir yandan da ezmeyin, hayatı hep birlikte bizimle paylaşın. Bu toplumda üzerimize düşen yükü azaltın" diyecekler belki de!.



Hayvanlar aleminde anneler

Bu ise tabiatta bazı hayvanların annelik rolünü nasıl yaşadığına dair ilginç anektodlar:



Kuşların kuluçkaya yatması, sanıldığının aksine yumurtlamanın doğurduğu yorgunluk ve yüksek ateşten ve karın duvarına kan toplanması sonucu meydana gelen sinirsel rahatsızlıktan kurtulmak amacıyla gerçekleşmektedir.

Kanada Geyiği'nin kendi yavrusunu kesinlikle öldürdüğü söylenir.

Kuşlar, yavrularının beslenmesi için büyük kaygı duyar. Kılı kırk yararak onları besler. Yavru, bağımsız yaşayacak hale gelir gelmez, bu ilgi düşmanlığa dönüşür. Ve yuvadan kovulur.

Göçmen kuşları, göç etmek zorunda bırakan güdüler, anasal güdülerden daha güçlüdür. Kırlangıçlar göç zamanı yuvalarını terkeder ve yavruları yok olmak durumunda bırakırlar.

Bir balina, gözünün önünde öldürülen yavrusuna karşı hiçbir müdahalede bulunmaz.

Ölüm derecesinde aç olduğunda, dişi kaplanın yavrunu öldürüp yediği bilinmektedir.

Maymunlarda ana sevgisi hiçbirşeyle kıyaslanamayacak ölçüde büyüktür.

Yuva yapan hayvanların en seçkini olan kunduzlarda, yuvanın baş yapımcısı dişidir. Tehlike dönemlerinde yuvanın sürekli yeri değiştirilir.

Erkek kunduz, yavruları besin maddesi sanmaya eğilimli olduğu için genellikle dişi tarafından yuvadan kovulur.
 
X