• Merhaba, Kadınlar Kulübü'ne ÜCRETSİZ üye olarak yorumlar ile katkıda bulunabilir veya aklınıza takılan soruları sorabilirsiniz.

Ahlâk kaosu ve anarşinin çaresi Kur’an ve Sünnetin esaslarında

altinkizi

Aktif Üye
Kayıtlı Üye
11 Haziran 2010
39
0
46
İstanbul
2013-06-19_193951.jpg


Sosyal hayattaki kötülüklerin esası, fizik ötesindeki mutlak manevî ve İlâhî değerlerin reddine dayanır ve bu da tam bir ahlâk kaosunu, anarşiyi, davranış ve hareketlerde objektif ölçülerin bulunamayışını netice vermiştir. Tek çare, ancak Kur’ân ve Sünnet’e inanarak ulaşılabilecek olan ebedî gerçeğe dayalı mutlak manevî değerleri takip etmektir.

31 EKİM 2012’DE VEFAT EDEN, MÜHTEDİ YAZAR VE DÜŞÜNÜR MERYEM CEMİLE İLE
KÖPRÜ DERGİSİNİN KASIM-1986 SAYISINDA YAPILMIŞ BİR RÖPORTAJ

Ahlâk kaosu ve anarşinin çaresi Kur’ân ve Sünnet’in esaslarında

Sosyal hayattaki kötülüklerin esası, fizik ötesindeki mutlak manevî ve İlâhî değerlerin reddine dayanır ve bu da tam bir ahlâk kaosunu, anarşiyi, davranış ve hareketlerde objektif ölçülerin bulunamayışını netice vermiştir. Tek çare, ancak Kur’ân ve Sünnet’e inanarak ulaşılabilecek olan ebedî gerçeğe dayalı mutlak manevî değerleri takip etmektir.

HAYATIN VE ÖLÜMÜN TATMİNKÂR AÇIKLAMASINI YALNIZCA İSLÂM YAPIYOR
Herşeyden önce, İslâmiyeti seçiş hikâyenizi Türk okuyucuları için bir defa daha anlatır mısınız? Sizi bu tercihe götüren düşünceler nelerdi? Amerika gibi bir ülkede Musevîlikten İslâma giden yolu nasıl buldunuz?
New York’ta Alman-Yahudi menşeli, dördüncü nesil bir Amerikan ailesinden dünyaya geldim. Aile mensuplarının hiçbiri, herhangi bir dinin sıkı takipçileri değildi. Annem ve babam, lâik Amerikan hayat tarzının akıntısı içinde kalmış inançlı birer Yahudi idiler. Yahudilikte, mensuplarını cezbetmek ve muhafaza etmek için yapılan reform teşebbüslerinin başarısızlığını çocukluğundan beri görmüş dikkatli bir gözlemci olarak, dinde modernizm düşüncesinin hatalarını kısa sürede anladım. Dini lâiklikle uzlaştırmanın, zayıflama ve mağlûbiyetten başka birşey getirmediğine kesinlikle inandım. Üniversite yıllarında (1953-55), İngiliz Müslüman Muhammed Marmaduke Pickthall’ın Kur’ân tercümesini inceledikten sonra, insan zaaflarıyla bozulmamış gerçek ve saf imanın sadece İslâm’da olduğuna daha fazla kanaat getirdim, inanan bir insana, hayatın ve ölümün manası, istikameti ve maksadı hakkında tatminkâr ve kapsamlı bir açıklamayı yalnızca İslâm getiriyordu.
Dünyanın her yerindeki Müslüman gençlerle yoğun şekilde haberleşmeye ve İngilizce İslâmî yayınları okumaya başladım. Cemaat-i İslâmînin kurucusu ve lideri Mevlânâ Seyyid Ebü’l-A’lâ el-Mevdudî ile haberleştim. O da beni Lahor’a gelmeye ve ailesiyle beraber oturmaya dâvet etti. 1962’de bu dâveti kabul ettim ve bir yıl sonra bir Cemaat-i İslâmî mensubu ile evlenerek onun ikinci eşi oldum, geniş ailesi ile beraber yaşamaya başladım. İslâm hakkında çok sayıda İngilizce kitap, makale ve denemenin yazarıyım. Ayrıca, İslâmiyet ve İslâm dünyası üzerine yazılmış kitaplarla ilgili tahlillerim var. Dört yetişkin çocuk sahibiyim. Evli bir kızım, bir de torunum var. Çocuklarımın ve torunlarımın hakka uygun bir hayat yaşamaları ve yegâne istikamet yolu olan İslâmı takip etmeleri için Allah’a duâ ediyorum.

BÜTÜN PROBLEMLERİMİZİN TEK ÇARESİ, KUR’ÂN VE SÜNNET
“Western Civilisation Condemned by Itself (Batı Medeniyeti Kendini Hesaba Çekiyor)” isimli son eserinizde, insanlığın en önemli ihtiyacının, tek bir Allah’a inanmak olduğunu söylüyorsunuz. Bu sonuca nasıl varıyorsunuz?
Modern Batı Medeniyetinin lâiklik ve materyalizmi dünya çapında benimsemesi, modern toplumun bozulması, dejenere olması, çözülmesi ve çökmesi demektir ki, bu, günümüzün sözde ileri Avrupa ülkelerinde ve Amerika’da açıkça gözlenebilmektedir. Modern toplumun çözülmesi ve çöküşü, 70’li ve 80’li yıllarda çok daha çarpıcı ve sür’atli bir görünüm kazanmıştır.
Sosyal hayattaki kötülüklerin esası, fizik ötesindeki mutlak manevî ve İlâhî değerlerin reddine dayanır ve bu da tam bir ahlâk kaosunu, anarşiyi, davranış ve hareketlerde objektif ölçülerin bulunamayışını netice vermiştir. Tek çare, ancak Kur’ân ve Sünnete inanarak ulaşılabilecek olan ebedî gerçeğe dayalı mutlak manevî değerleri takip etmektir. Sözde “gelişmiş” Batıda gözlenen gayri insanî, makinalaşmış ve yırtıcı toplum, ateist ve lâikliğe dayalıdır. Sosyal düzenin çözülmesi ve çökmesi karşısında tek çare, Tevhidi ve Hz. Peygamberin (asm) irşadlarını takip etmektir.
Tevhidin yanı sıra, haşir inancı üzerinde de ısrarla duruyorsunuz. Neden?
Ahirete inanmaksızın Müslüman olmak mümkün değildir. Kur’ân ve hadiste baştan sona, ölümden sonraki hayata ve insanın bu hayattaki davranışlarına ebedî mükâfat veya ceza verilmek üzere Allah’ın yapacağı muhakemeye atıfta bulunulur. Ahlâk kanunlarının ardındaki temel kuvvet budur. Ahirete inananlarla ölümü bir son olarak kabul edenlerin hayata bakışı ve yaşayışı tamamen farklıdır ve uzlaştırılması imkânsızdır. Hesap gününe, sonsuz hayattaki mükâfat ve cezaya kesin bir kanaatle inanmak, insanın davranışlarını, hareketlerini ve günlük hayatını belirleyen ahlâk kanunlarının ardındaki gerçek güçtür.

ÇAĞDAŞ DÜNYANIN RUHÎ HASTALIĞI, İLÂHÎ DEĞERLERİN YOKSUNLUĞU
Günümüzde insanlığın karşı karşıya olduğu belli başlı entelektüel ve ruhî problemler nelerdir? İslâm bunlara ne gibi çözümler getiriyor?
Çağdaş dünyanın en önemli ruhî hastalığı, davranış ve hareketlerimizi dayandırabileceğimiz objektif, mutlak, fizik ötesi manevî ve İlâhî değerlerin mevcut olmayışıdır. Bu da anarşiyi, ahlâk kaosunu, objektif davranış ve hayat ölçülerinin olmayışını netice vermektedir. Bunun sonucu da kanunsuz bir zulüm ve zayıfların insafsızca sömürülmesi olmaktadır. İslâmiyet, Kur’ân ve Sünnete sıkı bir şekilde bağlanmak ise, bütün bu problemlerin cevabını getirmekte; insanın, sonucu ne olursa olsun, zevk duyduğu herşeyi yapabileceğini düşünen ateistler karşısında tesirli bir panzehir sunmaktadır.
Darwin’in evrim teorisiyle zirveye ulaşan bilim devriminin, ‘gelişme’ kavramını ilim kavramıyla denk gören bir anlayışa temel teşkil ettiğini söylüyorsunuz. Bu anlayış ne gibi sonuçlar doğurdu? İslâmî düşünce açısından bu sonuçları değerlendirir misiniz? Alternatif olarak insanlığa nasıl bir gelişme ve bilim kavramı sunabiliriz?
“Gelişme” dogması, ateizm ve materyalizme dayalı bir efsanedir. Gelişme, bütün hayatın bağlı olduğu tabiî ve beşerî çevrenin kirletilmesini ve sür’atle tahribini netice veren bir faaliyete verilen yanlış bir isimdir. Sanayileşme ve ekonomik büyüme ile denkleştirilen kalkınma, dünyanın tabiî kaynaklarının ve servetinin, vahim şekilde yağma edilmesinden ve hızla tahribinden başka birşey değildir. Eğer kısa sürede kontrol altına alınmazsa, gezegenimizi yaşanamaz hâle getirecektir.
İtiraf etmeliyiz ki, bugünkü teknolojik ve ilmî gelişmelerin başladığı on yedinci yüzyılda ve hatta Rönesans’ın sözde hümanizminin ortaya çıktığı daha öncesinde, dehşet verici bir hata yapıldı. Teknoloji canavarını durdurmak ve kontrol altına almak için ferdî olarak yapabileceğimiz çok az şey vardır; ama meydana gelen zararları tamir etmek için doğru yolda atılacak ilk adım, büyük bir yanlışlık yapıldığını açıkça itiraf etmektir. Bilim, teknoloji ve ekonomik büyümenin günümüzdeki istikameti, insanın insanlığından biraz daha uzaklaştırılması ve hayatı mânâlı, itibarlı, güzel, iyi ve yaşanmaya değer kılan her şeyin tahribi yönündedir.
İslâm kültürünün zirvede olduğu zamanlarda gelişen tabiat bilimleri, mânâ ve değer anlayışından asla ayrılmamışlardı ve karakter, hedefler, idealler yönüyle, bugün bildiğimiz bilimden köklü bir şekilde farklı idiler. Anlamamız ve itiraf etmemiz gerekir ki, “gelişme” hiçbir gerçek temeli bulunmayan bir canavar ve yanlış bir efsanedir. Yapılması gereken şey, İslâm biliminin sadece modern bilimlerin öncüsü olarak değil, aynı zamanda bizi budalalığımızdan kurtarabilecek yegâne alternatif olarak da incelenmesidir.

“DEVRİMCİ DEĞİŞİKLİK” İSLÂMA ZARAR VERİYOR
İslâm dünyasının entelektüel ve ruhî problemleri nelerdir? Bunlar nasıl aşılabilir? İslâmî uyanış hareketlerini bu noktadan nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu hareketler içinde Risale-i Nur’un fonksiyonu ve ayırıcı vasıfları nelerdir?
İslâm dünyasına emperyalizmin, sömürgeciliğin ve şimdilerde de yeni sömürgeciliğin hakim olması dolayısıyla, Batıdaki herşey Doğuya aktı ve Doğu Batıya bir model ve ideal nazarıyla baktı. Müslüman Doğunun en dikkatsiz gözlemciler için bile aşikâr olan ezici problemi, Batılı olan herşeyin düşüncesizce ve gelişigüzel bir şekilde taklit edilmesidir. Bu ancak, çok sayıda Müslümanın, kendi medeniyetlerinin ve manevî miraslarının paha biçilmez değerini ve çağdaş “pop” kültürünün bomboş mânâsızlığı karşısındaki sınırsız üstünlüğünü yeniden keşfetmesiyle aşılabilir. Bir “İslâm devrimi”nin gerekliliği üzerinde “ısrar” eden uyanış hareketlerinin aksine olarak, bu satırların yazarı, “devrimci” değişikliğin İslâma zararlı olacağı kanaatindedir. “Tamir,” “tedavi,” “yenileme” terimlerinin çok daha uygun olacağını düşünmektedir.
Bir kitabınızın “İslâmın Çağdaş Öncüleri” adıyla Türkçe’ye çevrildiğini ve tercümede çok ciddî hatalar, tahrifler yapıldığını biliyor musunuz? (Bunların bir kısmına dergimizin Mart [Köprü-1986] sayısında yer vererek tepkimizi dile getirmiştik). Büyük bir sorumsuzluk örneği olarak gördüğümüz bu davranışı siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu tercümeyi gözden geçirdim ve aslının yarıdan çoğunun çıkarılmış olduğunu fark ettim. Meselâ, İngilizce aslında, Mevlânâ Mevdudî ve Cemaat-i İslâmî bölümü çok detaylı idi, 100 sayfadan fazla yer tutuyordu; ama tercümede bu bölüm, konunun yeterince anlatılması çok güç olan 3-4 sayfaya indirilmiş. Keza, kitabın sonuç bölümleri tamamen çıkarılmış. İslâmî uyanış hareketleri hakkındaki diğer makalelerde bulunan orijinal iktibaslar ya çok azaltılmış veya bütünüyle atlanmış.
Bununla beraber, bu kitap bütün noksanları ve yanlışlıklarıyla beraber, artık yayınlanmış ve olan olmuştur. Bu cürmü irtikâb eden yayıncıya karşı zaman ve enerji harcayıp uzun mahkeme safahatı açmaktan ziyade, aynı zaman ve enerjinin, diğer kitap ve broşürlerimin Türkçeye çevrilip mevcut tercümede yapılan yanlışlıklardan kaçınılarak güzel bir düzen içinde yayını yolunda sarfedilmesi gerekir.

(Röportaj: Kâzım Güleçyüz, Köprü, Kasım-1986)
 
Son düzenleme:
Back