Orda kaldı yanağımın yarısı
Kendini boşluklar tamamlar...
Ah omuzumda bir kesik el ki
Hâlâ, hâlâ durmadan kanar..."
Yollar boyu koca sarı yapraklar kentin her yanında... Bir arabanın, otobüsün, dolmuşun camından dalgın gözlerle izlenen. Dudaklar kıpırdamadan içten incecik bir sesle "Kavaklar" eşlik eder dalgın gözlerin seyrine...
Bir aşkın bitimine, bitmiş bir aşkın sinsi tekrarına nasıl da uygun bir zaman.
Sadece hafta sonlan anımsanmıyor işte iz bırakanlar...
Bazen bir markette alışveriş yaparken elindeki sepeti dolduran bir kadının yanından yavaş yavaş geçerken, nerede, ne zamandı, nasıldı dedirten tanıdık bir parfüm kokusu takılı kalır insanın burnuna...
Kimdi? Ortaokuldaki coğrafya öğretmeni mi yoksa eve gelen uzak bir akrabanın nişanlısı mı, kimin anısıydı acaba? Mevsimlerden neydi, neydi hatırlattığı?
Ya da yağmurun yağmadığı, kuru rüzgârın kulağı ısırarak üşüttüğü bir kasım öğleden sonrasında eve varır varmaz ortalığı toplamak, döküntüyü tıkıştırmak telaşındayken bir çekmecede karşısına çıkıverir ya insanın atılmamış bir sinema bileti... Kim bilir hangi zamanın yaşanmışlığını üzerinde taşımakta hâlâ...
Ve de sonbahara en uygunu, kaldırımlar ve yollar boyu dökülü sarı koca yaprakların süsü... Bir evi boşaltmanın, bir kapı kolundan, bir elektrik düğmesinden ayrılmanın saçma ama aslında çok ağır yükü...
"Her şey öyle dağınık ki..."
Eşyalar yüklenecek... O eve gelinen günün telaşı, gelip gidenlerin perdelere ve duvarlara asılı kalmış gölgeleri, bardaklardaki sabahlar, tabaklardaki akşamlar, çerçevelerdeki suretler, yastıklardaki uykusuz geceler ve pencerelerdeki bekleyişler... Hepsi dağılacak... Geride kalacak...
Albümler çıkacak ortaya...
Kıyılamayacak resimlerin kimisine. Aslında yaşananların ta kendisine... "Bugün günlerden neydi?" diye düşünülecek... Salı olması hiçbir şeyi değiştirmeyecek... "Hoyrat bir makas çıkacak" kutulardan... "Eski bir fotoğraftan oyulacak" kutulara anısı sığmayan... Yani geride kalan...
Sarı koca sonbahar yapraklan... Günlerden Salı...
"Ah Kavaklar...
Acı düştü peşime..."
iclal aydin
Kendini boşluklar tamamlar...
Ah omuzumda bir kesik el ki
Hâlâ, hâlâ durmadan kanar..."
Yollar boyu koca sarı yapraklar kentin her yanında... Bir arabanın, otobüsün, dolmuşun camından dalgın gözlerle izlenen. Dudaklar kıpırdamadan içten incecik bir sesle "Kavaklar" eşlik eder dalgın gözlerin seyrine...
Bir aşkın bitimine, bitmiş bir aşkın sinsi tekrarına nasıl da uygun bir zaman.
Sadece hafta sonlan anımsanmıyor işte iz bırakanlar...
Bazen bir markette alışveriş yaparken elindeki sepeti dolduran bir kadının yanından yavaş yavaş geçerken, nerede, ne zamandı, nasıldı dedirten tanıdık bir parfüm kokusu takılı kalır insanın burnuna...
Kimdi? Ortaokuldaki coğrafya öğretmeni mi yoksa eve gelen uzak bir akrabanın nişanlısı mı, kimin anısıydı acaba? Mevsimlerden neydi, neydi hatırlattığı?
Ya da yağmurun yağmadığı, kuru rüzgârın kulağı ısırarak üşüttüğü bir kasım öğleden sonrasında eve varır varmaz ortalığı toplamak, döküntüyü tıkıştırmak telaşındayken bir çekmecede karşısına çıkıverir ya insanın atılmamış bir sinema bileti... Kim bilir hangi zamanın yaşanmışlığını üzerinde taşımakta hâlâ...
Ve de sonbahara en uygunu, kaldırımlar ve yollar boyu dökülü sarı koca yaprakların süsü... Bir evi boşaltmanın, bir kapı kolundan, bir elektrik düğmesinden ayrılmanın saçma ama aslında çok ağır yükü...
"Her şey öyle dağınık ki..."
Eşyalar yüklenecek... O eve gelinen günün telaşı, gelip gidenlerin perdelere ve duvarlara asılı kalmış gölgeleri, bardaklardaki sabahlar, tabaklardaki akşamlar, çerçevelerdeki suretler, yastıklardaki uykusuz geceler ve pencerelerdeki bekleyişler... Hepsi dağılacak... Geride kalacak...
Albümler çıkacak ortaya...
Kıyılamayacak resimlerin kimisine. Aslında yaşananların ta kendisine... "Bugün günlerden neydi?" diye düşünülecek... Salı olması hiçbir şeyi değiştirmeyecek... "Hoyrat bir makas çıkacak" kutulardan... "Eski bir fotoğraftan oyulacak" kutulara anısı sığmayan... Yani geride kalan...
Sarı koca sonbahar yapraklan... Günlerden Salı...
"Ah Kavaklar...
Acı düştü peşime..."
iclal aydin