- 3 Aralık 2006
- 3.073
- 132
- 688
- 63
N'OLUR HAKSIZSIN DEYİN
Çocukken dinlediğim dinlerken de tam olarak anlayamadığım bir şarkının sözlerini hatırlıyorum; “Bizler mi değiştik yoksa bayramlar mı değişti? O, eski güzel günler hangi köşelere gizlendi?” diyordu. Evet geçen zamanla bizler değiştik, zaman da zemin de değişti. Değişmek kötü olanın atılması yerine iyinin ve daha faydalı olanın gelmesi ise başımız gözümüz üstüne. Ya değişmek iyi olanların da atılması ise... Keşke bazı şeyler hiç değişmeseydi. Kaybolan nice güzelliklerimiz var. Bir çoğunun adını bile unuttuk. Yaşlı bir insan değilim ama bu halimle bile “eskiden” diye başlayan onlarca şey sıralayabilirim. Çocukluğumda evimiz bahçe içinde müstakildi. Bazen bahçede yemek yeme veya pişirme söz konusu olduğunda büyüklerimizden “milletin gözü önünde yapmayın, kokmasın” ikazları gelirdi. Tandırda ekmek yapılırdı. Saçta pişen ekmeğin dumanla karışık o güzelim kokusu tüm mahalleye yayılırdı. Kim olursa olsun, tanıdık tanımadık gelenlere tandırda sıcak ekmek ikramı adettendi. Zira yoldan geçecek iter fakir isterse zengin fark etmez aç insanlar olur gözleri kalır, canları çeker, ikram edilmezse bereket kaçar, lokma zehir olur denirdi. Yenilen lokmanın yaraması için onda başkasının gözü olmamalıydı. Şimdi bu olayları eskiden diye anlatıyoruz. Ya şimdi... Ne zaman lokantaya gitse mecbur kalmadıkça cam kenarına oturmayan, vitrinde döne döne nar gibi kızaran tavuğa baka kalan üstü yırtık pırtık çocuğu görüp iştahı kaçan kaç kişi tanıyoruz. Geçen zamanla birlikte insanlarımız arasındaki sosyal yardımlaşma duygusu nice sert kayanın rüzgar, yağmur gibi değişik etkenlerle erozyona uğraması gibi erozyona uğradı. Bu ülkede bir gıda maddesinin fiyatı yükseldikçe ona daha büyük bir iştahla saldıran, burada yetişenlerle doymayıp astronomik fiyatlarla Arjantin Kirazı getirtip yiyenleri görüyor duyuyor veya okuyoruz. İtiraf etmese de onu sadece kendisinin yiyebildiğini düşünen ve bundan keyif alan insancıklar her devirde olmuştur. Hazin olan bunu yapanların çoğalması ve alenen yapa-bilecek pişkinlikte olmaları. Bir çeşit ruh hastalığı sayılabilecek bu duygunun değişik dışa vurumlarını çevremizde de görmekteyiz. Akşam yorgun argın işten eve dönerken önünüzdeki koltukta keyifle kıkırdayan genç bayanın sevincini merak edersiniz. “Dün falanca mağazadan aldığı eteği bugün tekrar sor-muş zamlanmış, zamanında davranmışta akıllık etmiş ona seviniyor.”Biraz konuştursanız aslında neşesinin aynı eteği bugün alacakların halini düşünmekten kaynaklandığını anlarsınız. Deneyin isterseniz, “falanca malı pahalı almışsın” dediğinizde; “öyle ama olsun üç gün sonra daha da zamlanır”demeyen kaç insan bulursunuz? Kenara tasarruf olsun diye 100 dolar koyan o zaman 2.5 milyondu şimdi 3 milyon oldu diye sevinen insanlar, dolar yükseldiği için iflas eden mahalle bakkalını, kapanan fabrikayı ve binbir sıkıntı çeken nice insanı düşünmez / düşünemez. Böyle bir ruh haline giren toplumda her şey dejenere olur. Değişmemesi gereken nice değerler bırakın değişmeyi kaybolur. Enflasyon kasalarda ceplerde değil en büyük tahribatı ruhumuzda yapıyor. Bir toplumu millet yapan ortak değerlerden sosyal yardımlaşma duygusunu kaldırıp hep banayı koyuyor. Herkes bir yarış halinde koşuyor. Hem daha fazlasını hem de kimsenin alamadığını almak için. Son deprem felaketiyle bir millet tek yürek olmalıydı. Bir şeyler oldu da. Çevrenize, sofranıza bakın rica ederim aradan iki hafta geçmeden böyle mi olmalıydı. Ateş düştüğü yeri yakarmış illa burada da mı deprem olmalı. Ömürler “aldım” ile “sattım” arasında geçiyor. Tefecilerin, kriz zenginlerinin el üstünde tutulup imrenilen adam olduğu ülkede hangi ilim adamının yada erdem sahibinin kadri bilinir. Yardımlaşma duygusu, kanaat duygusu sele kapılan toprak gibi her gün biraz daha kayboluyor. Sevgili Erozyon Dede bu erozyona da çözümün var mı?
Milletimiz akşam kocasının alın teri ile kazanıp, küçük bir poşette getirdiği yarım kilo zeytine iki ekmeğe sevinecek gelini, bir balona sevinen çocuğu kaybedeli çok oldu. Kanaatkar insanlar İstanbul’da Karacaahmet’te, Konya’da Üçler’de, Samsun’da Kıranköy’de yatıyor. Tek ziyaretçileri, onların yokluğunda yalnız kalmış birkaç eski dost ve yazıları silinmiş mezar taşları...Haksızmıyım?
Eylül – 1999
Halis Alçın
(ALINTIDIR)
Çocukken dinlediğim dinlerken de tam olarak anlayamadığım bir şarkının sözlerini hatırlıyorum; “Bizler mi değiştik yoksa bayramlar mı değişti? O, eski güzel günler hangi köşelere gizlendi?” diyordu. Evet geçen zamanla bizler değiştik, zaman da zemin de değişti. Değişmek kötü olanın atılması yerine iyinin ve daha faydalı olanın gelmesi ise başımız gözümüz üstüne. Ya değişmek iyi olanların da atılması ise... Keşke bazı şeyler hiç değişmeseydi. Kaybolan nice güzelliklerimiz var. Bir çoğunun adını bile unuttuk. Yaşlı bir insan değilim ama bu halimle bile “eskiden” diye başlayan onlarca şey sıralayabilirim. Çocukluğumda evimiz bahçe içinde müstakildi. Bazen bahçede yemek yeme veya pişirme söz konusu olduğunda büyüklerimizden “milletin gözü önünde yapmayın, kokmasın” ikazları gelirdi. Tandırda ekmek yapılırdı. Saçta pişen ekmeğin dumanla karışık o güzelim kokusu tüm mahalleye yayılırdı. Kim olursa olsun, tanıdık tanımadık gelenlere tandırda sıcak ekmek ikramı adettendi. Zira yoldan geçecek iter fakir isterse zengin fark etmez aç insanlar olur gözleri kalır, canları çeker, ikram edilmezse bereket kaçar, lokma zehir olur denirdi. Yenilen lokmanın yaraması için onda başkasının gözü olmamalıydı. Şimdi bu olayları eskiden diye anlatıyoruz. Ya şimdi... Ne zaman lokantaya gitse mecbur kalmadıkça cam kenarına oturmayan, vitrinde döne döne nar gibi kızaran tavuğa baka kalan üstü yırtık pırtık çocuğu görüp iştahı kaçan kaç kişi tanıyoruz. Geçen zamanla birlikte insanlarımız arasındaki sosyal yardımlaşma duygusu nice sert kayanın rüzgar, yağmur gibi değişik etkenlerle erozyona uğraması gibi erozyona uğradı. Bu ülkede bir gıda maddesinin fiyatı yükseldikçe ona daha büyük bir iştahla saldıran, burada yetişenlerle doymayıp astronomik fiyatlarla Arjantin Kirazı getirtip yiyenleri görüyor duyuyor veya okuyoruz. İtiraf etmese de onu sadece kendisinin yiyebildiğini düşünen ve bundan keyif alan insancıklar her devirde olmuştur. Hazin olan bunu yapanların çoğalması ve alenen yapa-bilecek pişkinlikte olmaları. Bir çeşit ruh hastalığı sayılabilecek bu duygunun değişik dışa vurumlarını çevremizde de görmekteyiz. Akşam yorgun argın işten eve dönerken önünüzdeki koltukta keyifle kıkırdayan genç bayanın sevincini merak edersiniz. “Dün falanca mağazadan aldığı eteği bugün tekrar sor-muş zamlanmış, zamanında davranmışta akıllık etmiş ona seviniyor.”Biraz konuştursanız aslında neşesinin aynı eteği bugün alacakların halini düşünmekten kaynaklandığını anlarsınız. Deneyin isterseniz, “falanca malı pahalı almışsın” dediğinizde; “öyle ama olsun üç gün sonra daha da zamlanır”demeyen kaç insan bulursunuz? Kenara tasarruf olsun diye 100 dolar koyan o zaman 2.5 milyondu şimdi 3 milyon oldu diye sevinen insanlar, dolar yükseldiği için iflas eden mahalle bakkalını, kapanan fabrikayı ve binbir sıkıntı çeken nice insanı düşünmez / düşünemez. Böyle bir ruh haline giren toplumda her şey dejenere olur. Değişmemesi gereken nice değerler bırakın değişmeyi kaybolur. Enflasyon kasalarda ceplerde değil en büyük tahribatı ruhumuzda yapıyor. Bir toplumu millet yapan ortak değerlerden sosyal yardımlaşma duygusunu kaldırıp hep banayı koyuyor. Herkes bir yarış halinde koşuyor. Hem daha fazlasını hem de kimsenin alamadığını almak için. Son deprem felaketiyle bir millet tek yürek olmalıydı. Bir şeyler oldu da. Çevrenize, sofranıza bakın rica ederim aradan iki hafta geçmeden böyle mi olmalıydı. Ateş düştüğü yeri yakarmış illa burada da mı deprem olmalı. Ömürler “aldım” ile “sattım” arasında geçiyor. Tefecilerin, kriz zenginlerinin el üstünde tutulup imrenilen adam olduğu ülkede hangi ilim adamının yada erdem sahibinin kadri bilinir. Yardımlaşma duygusu, kanaat duygusu sele kapılan toprak gibi her gün biraz daha kayboluyor. Sevgili Erozyon Dede bu erozyona da çözümün var mı?
Milletimiz akşam kocasının alın teri ile kazanıp, küçük bir poşette getirdiği yarım kilo zeytine iki ekmeğe sevinecek gelini, bir balona sevinen çocuğu kaybedeli çok oldu. Kanaatkar insanlar İstanbul’da Karacaahmet’te, Konya’da Üçler’de, Samsun’da Kıranköy’de yatıyor. Tek ziyaretçileri, onların yokluğunda yalnız kalmış birkaç eski dost ve yazıları silinmiş mezar taşları...Haksızmıyım?
Eylül – 1999
Halis Alçın
(ALINTIDIR)