- 28 Şubat 2007
- 842
- 7
- 55
OLPC (One Laptop Per Child-Her Çocuğa Bir Dizüstü) projesi kapsamında üretilen ve pilot uygulama için seçilen Nijerya’ya gönderilen, her biri 100 dolara malolmuş cihazları taşıyan tır ve peşisıra gelen jip, köyün meydanında, tozu dumana katarak durdular.
Katarakt gözlerini tozdan korumaya gerek duymayan köyün en yaşlısı Otumbo “Umarım yiyecek bir şeydir” diye düşünerek yerinden doğruldu ve akabinde yüzükoyun yere düştü. Fil hastalığı yüzünden artık yürüyemediğini unutmuştu yine...Otumbo 60 yaşındaydı ve 60 yaş Afrika’nın bu bölgesi için bir rekordu. Genç Zbunbu, köyün rekortmenini yerden kaldırdı. Üstü başı toza bulanan adamın elbisesini silkeleyip temizlemeye çalıştıysa da düşme nedeniyle oluşan tozla, zaten uzun süredir orada olanları ayırdedemediği bir noktaya gelince, vazgeçti.
En fazla 40 yaşına kadar yaşayabilen bu insanları, (Otumbo hariç) saplanıp kaldıkları acımasızcasına acı dolu “gerçek” dünyadan kurtarmak için onlara sanal alemin (cyber-space) kapılarını açmayı amaçlayan gönüllülerden oluşan grup, araçlarından inmişti. Kadın gönüllü, gönülsüzce tırın arkasına gidip konteynerin kapısının kolunu çevirdi. Bu zincirleme isim tamlaması, zincirleme bir reaksiyona neden oldu ve engebeli yollarda giderken istifi bozulan dizüstü bilgisayar kutuları, kapıyı açan kadını gömmek istiyorlarmışcasına aşağıya döküldüler.
“Oh f*ck!” diye bağıran kadının yardım istediğini sanan köylülerden, yardım edebilecek kadar gücü olan birkaçı hemen kutu yığınının altında kalan kadını kurtardılar. Bu sırada ekipteki diğer gönüllüler “Stupit Bitch!” demekle meşgullerdi.
Afrika’nın ortasındaki bu çorak arazide, kliması çalışmayan bir jipin içinde kilometrelerce yol gidip, hayatlarında “musluk teknolojisi” bile olmayan insanlara bilgisayar dağıtmak, insanın sinirlerini ve ağzını bozuyordu. Aksi gibi tercümanı taşıyan araç yolda bir impalaya (Araba modeli olmayan, gerçek bir impalaya) çarpmış ve arızalanmıştı. Bilgi otoyoluna çıkmak için yanlış zamanı seçen zavallı hayvan yüzünden, bu yardımsever insanlar dil sorunuyla da uğraşmak zorunda kalacaklardı şimdi...
Anlamsız dialog girişimleri ve sayısız yanlış anlama, küfür ve absürd durumdan sonra tüm köy halkı meydanda daire olacak şekilde toplanmıştı ve kendilerine yapılacak sunum (presentation) için hazırlardı. Acaba bu sefer neyle karşılaşacaklardı? Geçen sefer gelen iyi insanlar, erkeklerden; “cinsel organlarını plastik bir şeyin içine sokmalarını” istemişlerdi. Böylece çocukları olmayacaktı. Heralde çocuk sahibi olmak beyaz insanların kültüründe çok ayıp veya kötü bir şeydi. Oysa bu topraklarda ölüm oranı böylesine yüksekken çocuk yapmayı keserlerse tükenecekleri aşikârdı. Tabii hastalıklardan da korunacaklarını vaad etmişti derilerinin beyaz olması yetmiyormuş gibi bir de beyaz önlük giyen adamlar... Fakat böyle basit bir şey, hastalık yapan kötü ruhları korkutamazdı ki... Belki kırmızı ve tırtıklı olanın bir şansı olabilirdi.
Kalabalığın ortasındaki adam elindeki fıstık yeşili cihazı açtı. Köy halkının gözleri aydınlanan ekrana kilitlenmişti. Grubun diğer üyeleri ise uydudan internete bağlanan ve güneş enerjisiyle çalışan cihazı monte ediyorlardı. Böylece köydekiler dünyanın geri kalanına bağlanıp dünyadan ne kadar geride kaldıklarını görebileceklerdi.
Meydandaki açıkhava kursu devam ederken, birkaç tahta parçası ve biraz saman karıştırılmış çamurdan imal edilen ve en az bir köpek klübesi kadar komforlu evinde uyuyan Gnube hiçkimsenin aklına gelmemişti. Anne ve babası AİDS’ten ölen bu zavallı kız çocuğuna tüm köy halkı bakıyordu. Zaten bakmaktan başka ne yapabilirlerdi ki... Dolayısıyla köyde laptopu olmayan tek Afrikalı çocuk o kalmıştı.
Ellerinden gelenin en iyisini yaptıklarına inanan gönüllü yardımseverler, her çocuğa (Gnube hariç) laptopunu verdikten sonra yola koyulmak üzere toplanmaya başlamışlardı. Küçük kız da tam bu sırada uyandı. Uyku mahmuru gözlerini ovuşturarak olup biteni anlamaya çalışıyordu.
Sonunda tır ve jip tekrar yola çıkmıştı. Arkalarından koşan çocuğun onları yolcu ettiğini sanmaları normal karşılanabilirdi. Gnube hakkı olanı almak için harcadı zaten çok az olan gücünü... Batan güneşe doğru ilerleyen araçlar ve arkalarından yükselen toz ile yerde, dizlerinin üstüne çökmüş, ağlayan Afrikalı bir kız çocuğundan oluşan kompozüsyonun, MSNlerde, desktoplarda ve fotoğraf sitelerinde ölümsüzleşmesi için ihtiyacı olan tek şey bir National Geographic fotoğrafçısıyda ama o sırada en yakındaki, 300 km ötede, aslanların hayatını belgeliyordu. Zaten araçlar çoktan kadrajdan çıkmış ve toz küçük kızın üstüne çökmüştü artık...
Şimdi ne olacaktı? Onu yüzüstü bırakan iyi insanları nasıl bulacaktı? Onu dizüstü çöktürüp ağlatan dizüstü bilgisayarını alamayacak mıydı? Yooo! Bu kadar çabuk kabullenmeyecekti yenilgiyi... Kendinden önceki 4 kardeşi kadar kolay pes etmeyecekti hayatın zorlukları karşısında..
2 haftada bir geçen ve konvoyun gittiği yöne giden otobüsü hatırladı. Ertesi sabah yine geçecekti. Ona binecek ve iyi insanları bulup, adını unuttuğu o şeyi alacaktı!
Sabah olmuştu. Köyün çocukları hep o saatte ve neredeyse birlikte uyanırdı ama yeni oyuncaklarıyla oynadıkları için hemen hepsi geç yatmış dolayısıyla ilk uyanan Gnube olmuştu. Geç kalmaktan korktuğu için hemen yola çıktı. Otobüs normalde orada durmazdı. Bu yüzden birkaç taş parçasını yola yerleştirdi.
Yarım saatlik beklemenin ardından ufukta görünen otobüs kızın neşesini yerine getirdi. Ani bir fren ve küfürle duran otobüse çaktırmadan bindi. İlk kez otobüse binmişti. Köyünü ardında bırakırken hiç korkmuyordu. Kalbi kütküt atıyordu ama heyecandan... Ne macera be! Hele bir de laptopunu alıp köye dönünce kimbilir ne çok şaşıracaklardı. Böylece “Tek başına fazla hayatta kalamaz” diyenlere de en güzel cevabı verecekti.
Uyandığında otobüs boşalmıştı. İşte o zaman biraz korktu. Ama sonra az ilerde duran çocuğun elindeki yeşil renkli makineyi görünce doğru yerde olduğunu anladı. Koşarak onun yanına gitti. Çocuğa bunu nerden aldığını sordu. Fakat haberler pek iç açıcı değildi. Çünkü konvoy yağmalanmıştı. Çocuk onu olay yerine götürdü. Bilgisayarları taşıyan tırın ve gönüllülerin olduğu jipin yanmış ve iskeletleri kalmış halini gören Gnube gözyaşlarına boğuldu. Çocuk ise anlatmaya devam etti. Silahlı adamların yolu nasıl kestiğini, tır şöförünün ve diğerlerinin öldürülüşünü, halkın bilgisayarları yağmalamasını...
O da birkaç tane kapabilmişti. Hatta 100 dolar bulabilirse birini vermeyi teklif etti. Gnube ise önce 100 doların ne olduğunu ardından da nasıl bulabileceğini sordu. Yağmacı çocuk, anacaddeye gidip dilenmesini tavsiye etti. Özellikle de beyaz adamların para verdiğini anlattı.
Otobüsün kalkmasına daha iki hafta vardı. “Yapabilirim!” dedi içinden. Ardından en az köydeki evi kadar rahat bir kuytu köşe bulup uykuya daldı.
Sabah kalkınca ilk işi az ilerdeki çöplükte kahvaltısını yapmak oldu. Yemek bulabildiği her öğün ona aynı derecede önemli geliyordu ama sizin de bildiğiniz gibi kahvaltı günün en önemli öğünüydü.
İlk iki-üç gün pek iyi gitmedi. Sadece birkaç kişi para vermişti. Onlar da yerel paraydı. Ama en azından artık “iyi insanların parası” ile kendisi gibi olanların parasını ayırdedebiliyordu.
Bulunduğu kasaba, yakınlardaki elmas madeni sayesinde nispeten gelişmiş ve kalabalıktı. Dünyanın çeşitli yerlerinden insanlar burada elmas işine girmişlerdi. Her türden insan vardı. Her türden...
Yolculuğunun dördüncü gününde ana caddede dilenen Gnube bu her türden insanlardan biriyle karşılaştı. Bildiği iki ingilizce kelimeyi söyledi: “100 dolar!” Domuz gibi pembe, şişman ve terli olan adam birkaç gün önce stresli bir sürecin ardından yüklü miktarda elması elinden çıkarmıştı ve stres atmaya ihtiyacı vardı. Onlu yaşlarında görünen ve “100 dolar!” diyen kızın elini tuttu ve kendisinin de nereye çıktığını bilmediği ara sokaklardan birine daldılar.
Gnube ne olduğunu anlamamıştı. Fakat yine de korkmuyordu. Çünkü şimdiye kadar gördüğü tüm beyaz adamlar iyiydi. Onlara ilaç ve yiyecek getiriyorlardı. Hatta adını yine unuttuğu o yeşil, ışıklı kutuları da onlar getirmişti.
Terkedilmiş, yıkık bir binadan içeri girdiler... Adam Gnube’yi dizüstü çöktürdü. Yüz dolar karşılığında...
Gnube’nin yüz doları vardı artık. Yırtılmış elbisinin yerde sürüklenen parçalarıyla birlikte, kendisine 100 dolar karşılığında laptop vermeyi vaad eden çocuğu arıyordu. Şans eseri aynı yerde buldu da... Aslında yağmacı çocuğun, “bilgisayarı vermeden parayı almak” gibi bir düşüncesi vardı ama üstübaşı yırtılmış, burnu ve dudağının kenarında kurumuş kan damlaları olan kollarının çeşitli yerleri morarmış kızın haline acıdı ve ona istediğini verdi. Zaten 5 tane daha vardı.
Korku dolu, kabus gibi geçen günlerden sonra köyünün önünden geçen otobüsün kalkacağı gün gelmişti. Buradan ayrılacağı için sevinçliydi ama yüzüne baktığınızda bunu göremezdiniz. Otobüse binerken dilencilikten kalan yerel parayı şöföre uzattı. Bu, yolculuk için yeter de artar bir para olduğu için şöför onu yanındaki koltuğa oturttu, aynen bir first class yolcu gibi...
Köyüne yaklaştığını sanki hissetmiş gibi tam zamanında gözlerini açan çocuk, hiç konuşmadan inmek istediğini anlattı şöföre... Sonra kollarıyla sarıp sarmaladığı laptopuyla koşmaya başladı evine doğru...
Yüz metre kala tuhaf birşeyler olduğunu farketti. Köyün merkezinde büyük bir ateş yakılmıştı ve kendilerine yardım(!) amacıyla verilen tüm laptoplar, uydu anteniyle birlikte içine atılmıştı.
Gnube meydanın girişinde boy gösterince, olağan dışı hareketlilik durdu. Herkes ona bakıyordu. Sonra köyün en yaşlı ve muhtemelen en hastası 60’lık Otumbo mucizevi bir şekilde ayağa kalktı. Aynen bir filinkine benzeyen ayaklarıyla yürüdü. Çektiği acı, yüzünden okunuyordu. Gnube’nin yanına geldi ve yaralı yüzünü okşadı. Sonra kız çocuğunun sıkı sıkıya sarıldığı laptopu usulca alıp ateşe doğru attı. Tutturamamıştı ama olsun. Ardından kızı kucağına aldı ve kulübesinin önündeki yerine döndü.
O oturunca “rage agains the machine” kaldığı yerden devam etti.
Çünkü olup bitenler önce şişman domuz tarafından cep telefonuyla kaydedilmiş ardından da tüm insanlıkla –Afrikalılar dahil- paylaşılmıştı. Olup bitenler otobüsten çok daha hızlı yol alıyordu artık...
X
Kapat
Her Çocuğa Bir Laptop adlı uluslararası yardım organizasyonunun bende
yarattığı yazı yazma isteğinin meyvesi. Hadi yiyin!
ömer kırat
Katarakt gözlerini tozdan korumaya gerek duymayan köyün en yaşlısı Otumbo “Umarım yiyecek bir şeydir” diye düşünerek yerinden doğruldu ve akabinde yüzükoyun yere düştü. Fil hastalığı yüzünden artık yürüyemediğini unutmuştu yine...Otumbo 60 yaşındaydı ve 60 yaş Afrika’nın bu bölgesi için bir rekordu. Genç Zbunbu, köyün rekortmenini yerden kaldırdı. Üstü başı toza bulanan adamın elbisesini silkeleyip temizlemeye çalıştıysa da düşme nedeniyle oluşan tozla, zaten uzun süredir orada olanları ayırdedemediği bir noktaya gelince, vazgeçti.
En fazla 40 yaşına kadar yaşayabilen bu insanları, (Otumbo hariç) saplanıp kaldıkları acımasızcasına acı dolu “gerçek” dünyadan kurtarmak için onlara sanal alemin (cyber-space) kapılarını açmayı amaçlayan gönüllülerden oluşan grup, araçlarından inmişti. Kadın gönüllü, gönülsüzce tırın arkasına gidip konteynerin kapısının kolunu çevirdi. Bu zincirleme isim tamlaması, zincirleme bir reaksiyona neden oldu ve engebeli yollarda giderken istifi bozulan dizüstü bilgisayar kutuları, kapıyı açan kadını gömmek istiyorlarmışcasına aşağıya döküldüler.
“Oh f*ck!” diye bağıran kadının yardım istediğini sanan köylülerden, yardım edebilecek kadar gücü olan birkaçı hemen kutu yığınının altında kalan kadını kurtardılar. Bu sırada ekipteki diğer gönüllüler “Stupit Bitch!” demekle meşgullerdi.
Afrika’nın ortasındaki bu çorak arazide, kliması çalışmayan bir jipin içinde kilometrelerce yol gidip, hayatlarında “musluk teknolojisi” bile olmayan insanlara bilgisayar dağıtmak, insanın sinirlerini ve ağzını bozuyordu. Aksi gibi tercümanı taşıyan araç yolda bir impalaya (Araba modeli olmayan, gerçek bir impalaya) çarpmış ve arızalanmıştı. Bilgi otoyoluna çıkmak için yanlış zamanı seçen zavallı hayvan yüzünden, bu yardımsever insanlar dil sorunuyla da uğraşmak zorunda kalacaklardı şimdi...
Anlamsız dialog girişimleri ve sayısız yanlış anlama, küfür ve absürd durumdan sonra tüm köy halkı meydanda daire olacak şekilde toplanmıştı ve kendilerine yapılacak sunum (presentation) için hazırlardı. Acaba bu sefer neyle karşılaşacaklardı? Geçen sefer gelen iyi insanlar, erkeklerden; “cinsel organlarını plastik bir şeyin içine sokmalarını” istemişlerdi. Böylece çocukları olmayacaktı. Heralde çocuk sahibi olmak beyaz insanların kültüründe çok ayıp veya kötü bir şeydi. Oysa bu topraklarda ölüm oranı böylesine yüksekken çocuk yapmayı keserlerse tükenecekleri aşikârdı. Tabii hastalıklardan da korunacaklarını vaad etmişti derilerinin beyaz olması yetmiyormuş gibi bir de beyaz önlük giyen adamlar... Fakat böyle basit bir şey, hastalık yapan kötü ruhları korkutamazdı ki... Belki kırmızı ve tırtıklı olanın bir şansı olabilirdi.
Kalabalığın ortasındaki adam elindeki fıstık yeşili cihazı açtı. Köy halkının gözleri aydınlanan ekrana kilitlenmişti. Grubun diğer üyeleri ise uydudan internete bağlanan ve güneş enerjisiyle çalışan cihazı monte ediyorlardı. Böylece köydekiler dünyanın geri kalanına bağlanıp dünyadan ne kadar geride kaldıklarını görebileceklerdi.
Meydandaki açıkhava kursu devam ederken, birkaç tahta parçası ve biraz saman karıştırılmış çamurdan imal edilen ve en az bir köpek klübesi kadar komforlu evinde uyuyan Gnube hiçkimsenin aklına gelmemişti. Anne ve babası AİDS’ten ölen bu zavallı kız çocuğuna tüm köy halkı bakıyordu. Zaten bakmaktan başka ne yapabilirlerdi ki... Dolayısıyla köyde laptopu olmayan tek Afrikalı çocuk o kalmıştı.
Ellerinden gelenin en iyisini yaptıklarına inanan gönüllü yardımseverler, her çocuğa (Gnube hariç) laptopunu verdikten sonra yola koyulmak üzere toplanmaya başlamışlardı. Küçük kız da tam bu sırada uyandı. Uyku mahmuru gözlerini ovuşturarak olup biteni anlamaya çalışıyordu.
Sonunda tır ve jip tekrar yola çıkmıştı. Arkalarından koşan çocuğun onları yolcu ettiğini sanmaları normal karşılanabilirdi. Gnube hakkı olanı almak için harcadı zaten çok az olan gücünü... Batan güneşe doğru ilerleyen araçlar ve arkalarından yükselen toz ile yerde, dizlerinin üstüne çökmüş, ağlayan Afrikalı bir kız çocuğundan oluşan kompozüsyonun, MSNlerde, desktoplarda ve fotoğraf sitelerinde ölümsüzleşmesi için ihtiyacı olan tek şey bir National Geographic fotoğrafçısıyda ama o sırada en yakındaki, 300 km ötede, aslanların hayatını belgeliyordu. Zaten araçlar çoktan kadrajdan çıkmış ve toz küçük kızın üstüne çökmüştü artık...
Şimdi ne olacaktı? Onu yüzüstü bırakan iyi insanları nasıl bulacaktı? Onu dizüstü çöktürüp ağlatan dizüstü bilgisayarını alamayacak mıydı? Yooo! Bu kadar çabuk kabullenmeyecekti yenilgiyi... Kendinden önceki 4 kardeşi kadar kolay pes etmeyecekti hayatın zorlukları karşısında..
2 haftada bir geçen ve konvoyun gittiği yöne giden otobüsü hatırladı. Ertesi sabah yine geçecekti. Ona binecek ve iyi insanları bulup, adını unuttuğu o şeyi alacaktı!
Sabah olmuştu. Köyün çocukları hep o saatte ve neredeyse birlikte uyanırdı ama yeni oyuncaklarıyla oynadıkları için hemen hepsi geç yatmış dolayısıyla ilk uyanan Gnube olmuştu. Geç kalmaktan korktuğu için hemen yola çıktı. Otobüs normalde orada durmazdı. Bu yüzden birkaç taş parçasını yola yerleştirdi.
Yarım saatlik beklemenin ardından ufukta görünen otobüs kızın neşesini yerine getirdi. Ani bir fren ve küfürle duran otobüse çaktırmadan bindi. İlk kez otobüse binmişti. Köyünü ardında bırakırken hiç korkmuyordu. Kalbi kütküt atıyordu ama heyecandan... Ne macera be! Hele bir de laptopunu alıp köye dönünce kimbilir ne çok şaşıracaklardı. Böylece “Tek başına fazla hayatta kalamaz” diyenlere de en güzel cevabı verecekti.
Uyandığında otobüs boşalmıştı. İşte o zaman biraz korktu. Ama sonra az ilerde duran çocuğun elindeki yeşil renkli makineyi görünce doğru yerde olduğunu anladı. Koşarak onun yanına gitti. Çocuğa bunu nerden aldığını sordu. Fakat haberler pek iç açıcı değildi. Çünkü konvoy yağmalanmıştı. Çocuk onu olay yerine götürdü. Bilgisayarları taşıyan tırın ve gönüllülerin olduğu jipin yanmış ve iskeletleri kalmış halini gören Gnube gözyaşlarına boğuldu. Çocuk ise anlatmaya devam etti. Silahlı adamların yolu nasıl kestiğini, tır şöförünün ve diğerlerinin öldürülüşünü, halkın bilgisayarları yağmalamasını...
O da birkaç tane kapabilmişti. Hatta 100 dolar bulabilirse birini vermeyi teklif etti. Gnube ise önce 100 doların ne olduğunu ardından da nasıl bulabileceğini sordu. Yağmacı çocuk, anacaddeye gidip dilenmesini tavsiye etti. Özellikle de beyaz adamların para verdiğini anlattı.
Otobüsün kalkmasına daha iki hafta vardı. “Yapabilirim!” dedi içinden. Ardından en az köydeki evi kadar rahat bir kuytu köşe bulup uykuya daldı.
Sabah kalkınca ilk işi az ilerdeki çöplükte kahvaltısını yapmak oldu. Yemek bulabildiği her öğün ona aynı derecede önemli geliyordu ama sizin de bildiğiniz gibi kahvaltı günün en önemli öğünüydü.
İlk iki-üç gün pek iyi gitmedi. Sadece birkaç kişi para vermişti. Onlar da yerel paraydı. Ama en azından artık “iyi insanların parası” ile kendisi gibi olanların parasını ayırdedebiliyordu.
Bulunduğu kasaba, yakınlardaki elmas madeni sayesinde nispeten gelişmiş ve kalabalıktı. Dünyanın çeşitli yerlerinden insanlar burada elmas işine girmişlerdi. Her türden insan vardı. Her türden...
Yolculuğunun dördüncü gününde ana caddede dilenen Gnube bu her türden insanlardan biriyle karşılaştı. Bildiği iki ingilizce kelimeyi söyledi: “100 dolar!” Domuz gibi pembe, şişman ve terli olan adam birkaç gün önce stresli bir sürecin ardından yüklü miktarda elması elinden çıkarmıştı ve stres atmaya ihtiyacı vardı. Onlu yaşlarında görünen ve “100 dolar!” diyen kızın elini tuttu ve kendisinin de nereye çıktığını bilmediği ara sokaklardan birine daldılar.
Gnube ne olduğunu anlamamıştı. Fakat yine de korkmuyordu. Çünkü şimdiye kadar gördüğü tüm beyaz adamlar iyiydi. Onlara ilaç ve yiyecek getiriyorlardı. Hatta adını yine unuttuğu o yeşil, ışıklı kutuları da onlar getirmişti.
Terkedilmiş, yıkık bir binadan içeri girdiler... Adam Gnube’yi dizüstü çöktürdü. Yüz dolar karşılığında...
Gnube’nin yüz doları vardı artık. Yırtılmış elbisinin yerde sürüklenen parçalarıyla birlikte, kendisine 100 dolar karşılığında laptop vermeyi vaad eden çocuğu arıyordu. Şans eseri aynı yerde buldu da... Aslında yağmacı çocuğun, “bilgisayarı vermeden parayı almak” gibi bir düşüncesi vardı ama üstübaşı yırtılmış, burnu ve dudağının kenarında kurumuş kan damlaları olan kollarının çeşitli yerleri morarmış kızın haline acıdı ve ona istediğini verdi. Zaten 5 tane daha vardı.
Korku dolu, kabus gibi geçen günlerden sonra köyünün önünden geçen otobüsün kalkacağı gün gelmişti. Buradan ayrılacağı için sevinçliydi ama yüzüne baktığınızda bunu göremezdiniz. Otobüse binerken dilencilikten kalan yerel parayı şöföre uzattı. Bu, yolculuk için yeter de artar bir para olduğu için şöför onu yanındaki koltuğa oturttu, aynen bir first class yolcu gibi...
Köyüne yaklaştığını sanki hissetmiş gibi tam zamanında gözlerini açan çocuk, hiç konuşmadan inmek istediğini anlattı şöföre... Sonra kollarıyla sarıp sarmaladığı laptopuyla koşmaya başladı evine doğru...
Yüz metre kala tuhaf birşeyler olduğunu farketti. Köyün merkezinde büyük bir ateş yakılmıştı ve kendilerine yardım(!) amacıyla verilen tüm laptoplar, uydu anteniyle birlikte içine atılmıştı.
Gnube meydanın girişinde boy gösterince, olağan dışı hareketlilik durdu. Herkes ona bakıyordu. Sonra köyün en yaşlı ve muhtemelen en hastası 60’lık Otumbo mucizevi bir şekilde ayağa kalktı. Aynen bir filinkine benzeyen ayaklarıyla yürüdü. Çektiği acı, yüzünden okunuyordu. Gnube’nin yanına geldi ve yaralı yüzünü okşadı. Sonra kız çocuğunun sıkı sıkıya sarıldığı laptopu usulca alıp ateşe doğru attı. Tutturamamıştı ama olsun. Ardından kızı kucağına aldı ve kulübesinin önündeki yerine döndü.
O oturunca “rage agains the machine” kaldığı yerden devam etti.
Çünkü olup bitenler önce şişman domuz tarafından cep telefonuyla kaydedilmiş ardından da tüm insanlıkla –Afrikalılar dahil- paylaşılmıştı. Olup bitenler otobüsten çok daha hızlı yol alıyordu artık...
X
Kapat
Her Çocuğa Bir Laptop adlı uluslararası yardım organizasyonunun bende
yarattığı yazı yazma isteğinin meyvesi. Hadi yiyin!
ömer kırat