12 Şubat 2025, ASLAN Burcu’nda DOLUNAY – Yıkılan Kule!
12 Şubat 2025 günü, İstanbul’a göre 16:55’de DOLUNAY adını verdiğimiz Güneş – Ay karşıtlığı tam halini alıyor. DOLUNAY haritasını yorumlarken aşağıdaki göstergeleri dikkate alıyorum;
- Güneş KOVA Burcu’nun 24 derecesinde, Merkür ile kavuşum halinde ve haritanın 8’inci Ev girişinde.
- Ay Aslan Burcu’nun 24 derecesinde ve haritanın 2. Ev girişinde.
- KOVA’nın yöneticisi Uranüs Ay ve Güneş’e T-Kare yapıyor.
- Juno’nun da dahil olmasıyla, Uranüs, Güneş ve Ay arasında Sabit Burçlarda Büyük Dörtgen oluşuyor.
- Lilith, Ay’a ve Güneş’e ılımlı açılar yapıyor.
- Neptün Kuzey Ay Düğümü ile kavuşurken, Uranüs, Juno ve Güney Ay Düğümü ile Mistik Dörtgen oluşturuyor.
Biz ise ana kucağı sandığımız, konfor alanı bildiğimiz, kendimizce sığınıp sarındığımız kurgular, bilinçdışına itip sorgulamamak üzere sahiplendiğimiz yargılar, bizi koruduğunu zannederek tutunduğumuz savunma sistemine dönüştürdüğümüz korkular ile bir şekilde yüzyüze kalacağız! Zira eskiden olduğumuzu sandığımız ya da olmaya çalıştığımız şey ile yola devam edebilecek gibi değiliz.
Ve bu DOLUNAY tersimizi yüzümüze getirip içimizi dışımıza çıkartarak bize yardımcı olacak… Ne kendimizin ne de çatışma içinde olduğumuz insanlar, olaylar ve kavramların, bu güne dek kurduğumuz gibi olmadığını fark edecek, gerçek sandığımız her şeyin altında ve üstünde başka başka katmanlar bulunduğunu görüp, hakikate bir adım daha yaklaşacağız.
Neler olabilir ve biz olana nasıl baksak iyi olur?
- Bir kere mutlaka bir çekişme, çatışma, gerilim enerjisi… İçte veya dışta bir huzursuzluk… Akışta bizi tetikleyen ve tanımlayamadığımız bir uğultu olur. Bir yıkımın içinde ya da eşiğindeymiş gibi hissedebiliriz.
- Biz gerilimin sebeplerini dışarıda ararız. Birilerine, bir takım gelişmelere ayar oluruz. Onlarla yüzleşerek, onlardan istediğimizi almanın peşine düşerek ya da onlardan kaçarak kendimizi korumaya çalışırız. Oysa yeterince derine bakarsak, dışarıda gördüğümüz sorunun kökü bizde, başkasında gördüğümüz eksiklik ya da kusurun alası bizde, ötekinde bulacağımızı sandığımız cevap kalbimizde çıkabilir. Asıl yıkım sorunun dışarıda değil içeride çıkmasıdır!
- İnsanlarda görmekten en çok rahatsız olduğumuz davranışın bir versiyonunun bizde olduğunu kendimize itiraf etmemiz gerekebilir örneğin… Kırıldığımız yerden kırdığımızı ve bu deneyimin biz ”kendimizi görelim” diye karşımıza çıktığını anlamamız gerekebilir.
- Yahut da bir davranış kalıbını aşırı derecede kötüleyip, bizde var olma ihtimalini aşırı derecede baskılamış, olumsuzladığımız şeyin tam karşıtı olan davranışı ise ölçüsüzce benimsemiş olabiliriz. Ancak aşırılık bizi daima kırılgan hale getirir. Tam tersi yönde alabildiğine rahat davranan birilerine denk gelmek bize kendi içimizde baskıladığımız bir unsuru dengeli ve ılımlı şekilde ortaya koyabilmek için hatırlatıcı olabilir.
- Asla yapamadığımızı söylediğimiz bir şeyi yapamama nedenimizin, kendi içimizde korumaya çalıştığımız bir kalıp olduğunu fark edebiliriz. O kalıbı o denli sahiplenme nedenimizin ebeveynlerimizden birine duyduğumuz tepki, birinin davranışının bizde uyandırdığı ters psikoloji ya da birinin sevgisini kazanma gayreti olduğunu… Bundan vaz geçersek o ebeveynimizle bağlantılı kurgulardan vazgeçmemiz gerektiği için bir türlü o sınırı aşamadığımızı fark edebiliriz.
- Bazı insanların ve olayların bu güne dek fark etmediğimiz yanları olumlu/olumsuz önümüze dökülebilir… Kendimizi kandırılmış hissedebiliriz. Ama bizi o insanları daha önce gördüğümüz gibi görmeye, daha önce değerlendirdiğimiz kriterlerle ele almaya götüren yine bizdeki ”takıntılı” unsurlardır. Dolayısıyla kule üstümüze çökerken, kendini kandırmak isteyen yanımızla yüzleşmemiz gerekebilir.
- Seven olduğumuzu ve sevilmediğimizi zannederken aslında çok sevilmiş olduğumuzu görebiliriz! Ama bizim tanımladığımız gibi değil. Karşımızdakinin becerebildiği ve tanımlayabildiği yerden sevilmiş olabiliriz. Orada sevginin olmaması değil o sevginin bizim talep ettiğimiz şekilde olmaması bize kendimizi değersiz hissettirmiş olabilir. İyice iyice derine bakarsak o insanın bizi yeterince değerli bulmamış olduğunu zannederken, istediklerini istediği gibi alamadığı için kendini değersiz görenin hatta karşımızdakinin sevgisini de değersizleştirenin biz olduğumuzu fark edebiliriz! Bu o insana ve o ilişkiye ”razı” olmamız gerektiği anlamına gelmez. Ama sevilmiyorum kalıbının ve tatmin edici olmayan ilişkilere takılıp kalma eğilimimizin altında kendimizi sevmeyişimiz olduğunu fark etsek çok iyi olur.
- Ne versek kıymetinin bilinmediğini düşünerek kızıyor olabiliriz. Zira karşımızdakiler ister ailemiz, ister dostlarımız, ister iş yaptığımız insanlar, ister duygusal partnerlerimiz olsun, bize hiç umduğumuz karşılığı vermemişlerdir. Biz bunu kendi yetersizliğimiz ya da onların cimriliği diye yorumlamışızdır. Peki o kadar kıymetli şeyleri o kadar fedakarca verdiğimize göre, verebildiklerimizi yeterince değerli görmeyen biz olabilir miyiz? Kendimizde olan değerleri görmeyen biz olabilir miyiz? Hatta daha ilginci bize bakıp bizi değerli bulanları görmeyen ve o kişileri değersizleştiren, verenleri önemsiz görüp vermeyenleri öne alan, sürekli yoksunluk hissinin peşini kovalayan, bizde olan veya bize sunulan nimetleri ise döke saça yaşayan biz olabilir miyiz?
- İçimizde kendini sabote eden ve bu şekilde birilerine muhtaç kılan ya da birilerinin ”suçluluk hissi” ile bizi sahiplenmesini sağlamaya çalışan biri olabilir.
Hayatımızda yıkılan kulelerden korkmamak gereken bir DOLUNAY bu Dostlar! Onlar bizi içimizdeki duvarları yıkmak için teşvik eden vesilelerdir.
Junoastroloji