Şarkının sözleri ve hikayesi:
HARAM SEVDA
Gönlümün sultanısın
Sen başımın tacısın
Hayranım varlığına
Sürgünüm yollarına
Korkuyu saldılar içime
Sevgiyi koyduğum en gizli yerime
Eşkoştum tanrıyı özüme
Kardeş bildim koydum dost yerine
Sana ulaştım meyilen, şaraplan
Nefsimi besledim kadınlan, aşklan
Korkmadım yanmaktan sevdalım allahtan
Korkmadım yanmaktan cananım yarabdan
Güneş olup doğmuşsun kıra, dağa, taşa
Tat olup dolmuşsun suyuma, aşa
İz düşmüşsün, yön çizmişsin
Çamurdan verdiğin cana
Korkuyu saldılar içime
Sevgiyi koyduğum en gizli yerime
Eşkoştum tanrıyı özüme
Kardeş bildim koydum dost yerine
Sana ulaştım meyilen, şaraplan
Nefsimi besledim kadınlan, aşklan
Korkmadım yanmaktan, sevdalım allahtan
Korkmadım yanmaktan, cananım yarabdan
Dostuma hiç yalan demedim
Sevdaya ihanet eden öte dursun canımdan
Düşmanıma haraç, sır vermedim ki
Ne diye korkayım ulan yaradanımdan
Cehennem ateşi ısıtsın bedenimi
Sana ulaştım meyilen, şaraplan
Nefsimi besledim kadınlan, aşklan
Korkmadım yanmaktan, sevdalım allahtan
Korkmadım yanmaktan, cananım allahtan
Dermanım yarabdan
---------------
SOKAK = Haram Sevda
Youtube Link:
http://www.youtube.com/watch?v=Elx_BKGEQX0 --------------------------------
Bu klip Fethullah Gülen cemaatinde 1997 – 1998 yılları arasında, Şişli FEM dershanelerinin yurdunda birebir yaşadığım olaylardan, ayrıca yurtlarda ve evlerde bu travmaya maruz kalan insanların yaşadıklarından ilham almıştır.
Yaşanmış gerçeklerdir:
1. Cemaat yurtlarına ilk defa dershane eğitimi için başvuru yaptım, mülakat yapıldı. Mülakatta ilk sorum "Namaz kılıyor musun?" olmuştu.
2. Başarılı bir öğrenciydim. M1 diye isimlendirilen bir sınıftaydım. Bu yüzden birçok toplantıya katılmak imkânım olmuştur.
3. En güzel yemekler yapılır, en güzel tatlılar sunulur dilediğimiz kadar yerdik. Sonra saatlerce Said Nursi'nin risal-i nur kitapları okunurdu.
4. Fethullah Gülen'nin kitaplarından, hayatından bilgi yarışması düzenlenir. Sınavlar yapılırdı.
5. Fethullah Gülen'nin Radikal gazetesinde röpörtajı çıkacağı zaman sorumlu "abi" herkes 5'er tane alsın demişti.
6. Kurban bayramında kurban ve kurban derisi toplamamız istenmişti.
7. Yurtta ramazan ayında öğlen yemeği çıkmadı.
8. Arkadaşlarım her zaman Fethullah Gülen'den konuşuyor ve sadece bu fikir etrafında toplanıyorlardı.
9. Yurtta bir erkek öğrenci başka bir erkek öğrenciyi banyoda izlediği ile ilgili bir mektup yazmış ve yurtta atılmıştı.
10. Atatürk ile ilgili hiçbir etkinlik yapılmazdı, hatta Atatürk ile ilgili iğrenç dedikodular dolanırdı.
11. Çok sorun çıkartan bir öğrencinin neden yurttan atılmadığını cemaatin içinden bir öğrenciye sordum. Beni etüt sınıfının en köşesine götürdü gizli gizli hareketlerle, defterini açtı. Ben ona "Söylesene" diye ısrar ederken, deftere "onun abisi subay ama hizmetten" yazdı.
Ben daha fazla yazamayacağım. Bunlar gibi bir sürü olay yaşadım. Çok daha ağır şeyler işittim. İşittiklerimi kendim yaşamadığım için buradan sizlerle paylaşamam.
Ben FEM isminde ki özel bir dershanenin sadece çalışkan bir öğrencisi olarak NUR cemaatinin içerisinde kaldım. Üniversiteden sonra defalarca toplantılarına katılmam için çağırıldım. En sonunda ağır sözler söyledim ve aralarından temelli ayrıldım.
Çevrenizde benim ki gibi hikâyeler duyabilirsiniz. Cemaat yurtlarında ki "öğrenciler!" için hiçbir iftiram ya da karşıtlığım olamaz. Ben bunları yazdım çünkü o dönemde, genç beynimle az daha inancımı yitiriyordum, psikolojik tedavi gördüm, hala izlerini taşıyorum. Sizden tek ricam yakınlarınızı malum cemaatlere sokmayın. Çok ağır travmalara maruz kalabilirler. Tanrı her zaman bizimle olsun...
"Kul hakkı" en önemlisidir derlerdi. Şimdi ben kendi yaşadıklarım ve çok sevdiğim bir dostumu aldıkları için "Fethullah Gülen'e hakkımı sonsuza kadar helal etmiyorum."
HARAM SEVDA
Kadın, kadın olmanın en zor olduğu yerde duruyor. Birileri zamanı geriye akıtmak telaşındayken o dünyadan hesap sorar gibi bir halde, karmaşıklık dövüşünde. Zaten kendisine ait pek az hissi var, inançları da parsellenmekte ve başörtüsünü türban şekline getirip bağlanması zorla rica edilmekte. Örtünüp gizlendiğinde ve söylenenlere itaat ettiğinde bir kara el görünmekte ve ona bir sevap kardı vermekte. Bu sevap kartları cennete giriş bileti demek. Bolca toplanmalı, cennet özgürlüğün tek adresi artık onun için. İnanç artık acayibine gidiyor çünkü kara el gücünü inançtan aldığını söylüyor. Doğru yolu bulmak için her yolu denemiş kısıtlı imkânlarıyla, olduramamış. Şimdi son umut tanrıya danışacak. En kısa yoldan, en insani şekilde bir mektup yazıyor. Tanrıya yalvarıyor, mum ışığının mütevazı aydınlığının önünde, beyaz bir kâğıda, son nefeste söylenen dürüst sözcüklerle…
Canım Tanrım,
Korkuyu saldılar içime, sevgini koyduğum en gizli yerime. Eş koştum tanrım seni özüme kardeş bildim koydum dost yerine. Haram Sevda'mı bu?
Bu mektubun hikâyesi 14 yaşında fakir bir çocukken, annesini kaybettiğinde başladı. Babası onu bedava hizmet! Veren bir cemaat yurduna vermek zorunda kaldı. Başta yemek veriliyordu sadece sonra yavaş yavaş patronun kitapları okutulmaya, sindirilmeye başlandı. Bundan kurtulmak istediğinde çok geç olacaktı. Fikirlerine vurulmuş zincirlerden, beyninin toprağına ekilmiş sahte inanç tohumlarından artık uzun bir süre kurtulamayacaktı.
Okulda Atatürk'ü ve mevcut çağı okuyor yurtta ise patronları Fethullah Gülen'den başka hiçbir fikirden konuşulmuyordu. Nazikçe bir zorlama vardı içeride ablalardan. Ablalar ışık evlerinde üretilen robotlardı. Bu nezaket yumruk atarken "Acıttıysam affet" demek gibiydi. İstediği kitapları okuyamıyor, istediği gibi giyinebilme esprisi yapamıyor ve düşünebilecek bir aydınlık bulamıyordu bu ışık evlerinde. En kötüsü de vicdanen zorlanıyordu. Hatta bir gün, patronları Fethullah Gülen'in vaaz videosunu seyrederken ablaları kara bir el olup, onu sarstı ve sordu : "Sen neden ağlamıyorsun, hissetmiyor musun yoksa." Çünkü tüm arkadaşları aynı tonda ağlarken aynı miligramda gözyaşı akıtıyorlardı. Daha sonra bu gözyaşları ile yoğun pasifist duygular toplanıyor patrona adanıyordu. Patron Amerika'dan dilini uzatıp bu sunaklardan besleniyordu. Başta tüm bu ucubeliklere direndi, yaşam enerjisine sığındı. Sessiz direnişler yaptı kendince ama hep dışlanıyordu. Yasaklar midesini bulandırıp başını ağrıtacak kadar çoktu. Tek avuntusu sevap kartlarıydı…
Okulda karşı cinsten bir canlı ona huzur veren bir duygu hissettirmeye başladı bir gün. Zedelenmiş hücrelerine yayılacak biraz oksijen bulmuş gibiydi. Saklı bakışlar ve polisten kaçan suçlular gibi gizli buluşmalarda birleşen masum avuçlarını ayırdı kara bir el. Ya özgürlüğünden olacaktı artık ya da geleceğinden, "hoş bu nasıl bir gelecekse." Diye düşünürken… "Bir daha olursa, aramız açılacak." Dedi ona kara elli abla. Bu nezaketin ardında yurttan kovulmanın, arkadaşlarınca dışlanmanın acı gerçeğini duyabiliyordu oysa.
Alışılmış bu öğrenme sürecine katlanamayan bir şey vardı içinde. Yumuşak kalbi git gide demirleşiyordu. Artık o da kaskatı bir şeyciydi! O şeyci olduğunu ispatladıkça da kara elden sevap kartını alıyordu. Zaten tek tesellisi de buydu. En azından özgür olabileceği cennet yolunda sevap kartları vardı bolca. Ama bu kartlar pek dünyevi görünüyordu gözüne. O an "Tövbe" dedi. "Kendine gel, günaha girme !" Ama yaşananlar içindekilere ters düşüyordu hep. Dış dünya neden kapalıydı, neden "kul hakkı en büyük günahtır" diyenler hep onun hakkını yönetiyorlardı, neden sorulan sorular sadece din sözlüğünden cevaplanıyordu. Ve yaşadığı ülke neden hala kutsal kitapta ki sistemle yönetilmiyordu? Laikti?
Patronlarının gazetede röportajı çıkar her üye 10 gazete alır, patronları TV de çıkar herkes o kanalı izlerdi. Bu reyting desteği verdikçe de kara elden sevap kartlarını alırlardı. Garip geliyordu "Benim bir tek battaniyem var" diyen birinin bu kadar promosyona ihtiyaç duyması ve upuzun bir dilinin olması.
Ülkede genel seçim yapılacaktı… Kırmızı kitaplar, dini sohbetler ve ibadet döngüsüne alışmış beyinsel âlemi siyasi düşünceyi yorumlayamıyordu elbet. Buda siyasetin oynamayı sevdiği en zevkli oyundu; Körebe! Kara el onun oyunu çoktan hazırlamıştı zaten. Hak ettiği sevap kartıyla birlikte atması gereken partiyi emretti nazikçe. O sadece dünyevi varlığını sandığa kadar götürecekti o kadar. Sandığın yanına geldi, başörtüsünün altından beynini çıkartıp sandığın üzerine koydu, oyunu attı. Binadan çıktı, susamıştı gerçeklere. Su alabileceği bir yer aradı gözleri, az ileride demokrasi isimli bir şarküterinin önünden biri bağırıyordu; "Allahını seven gelsin! En güzel mallar bende." Başka bir yerden de "Dini bütün insanların lokantası! Gel vatandaş" diye bağıran bir diğeri. "ne güzel" diye geçirdi aklından, "herkes bizden." Mp3 çalarından patronlarının son şarkısını… Pardon! Son vaazını dinleyerek, düşünmeden inana inana yurdun yolunu tuttu.
O gece, yine tek taraflı bir sohbet vardı. Sıkılıyordu bazen, bazen söylenenler anlamsız geliyor o gelenler bir türlü gitmiyordu. Hizmet! Diye bir şeyin peşindeydi herkes. Sohbette her zaman ki gibi sorulan sorulara en uygun cevabı bulmak bilgisi anlatıldı. Herkesin en öncelikli hedefi daha çok soruya yanıt verebilmekti. Sorular; "Bu kırmızı kitapları neden okuyorsunuz?" şeklinde olursa, cevapların ne olması gerektiği iyicene öğretildi.
Sohpet bittikten sonra yalnız kaldığı o azapla kalbi sıkışıyorken yorgunluktan yatağında bayıldı. Her zaman ki gibi yastığının altına koyduğu, özgürlüğünün güvencesi sevap kartlarına sıkı sıkı tutunarak, tüm bu düşüncelerle belli belirsiz bir uykuya daldı.
Rüyasında tırnaklarıyla zorlaya zorlaya tanrının huzuruna vardığını hissetti. Heyecanla yanında getirdiği sevap kartlarını çıkarttı. Cennete azcık kalmıştı artık. Gözleri sımsıkı kapalı uzattı kartları titrek elleriyle. Bir şey eline vurdu, kartlar etrafa uçuştu. Gözlerini yavaşça araladı korkuyla. O his ondan kartları değil başka bir şeyi istiyordu. Önce anlamadı sonra… "O" anlamasını sağladı. Göğüs kafesinin içerisinden taa eskiden kalma, annesine duyduğu temiz sevgiyi sakladığı kalbi uzattı. Sonra tekrar gözlerini açtı bir aynada kendiyle karşılaştı.
Sarsıldı… Uyandı. Heyecanla yastığı, kaldırdı altında sevap kartları yoktu. Zalimlerden biri çalmış olmalıydı. Kalbine saplanan hançerin acısıyla ağamaya başladı. Dua etmek için ellerini göğe kaldırdı, avuçlarında;
Sevda haram değildir.
Yazıyordu…
-------------
Hep korkutuldum ben, tanrımı (Allah’ımı) korkutucu hissettim. Yakacaktı beni! Sonunda affedecekse de. Hiç bir şeyi tasvir edemiyordu resimler çünkü günahtı. Ama Amerikan filmlerinde ki tanrılar tatlı, tonton ihtiyarlardı. Hep günah sevaptan önce söyleniyor, ödül cezadan sonra geliyordu. Allah ödüllendirici değil cezalandırıcıydı adeta. O kadar çok şey vardı ki günah olan. Öylesine kötü acıyacaktı ki canımız, hiç dinmeyecekti, “Namaz kılmazsan öte dünyada kızgın saç üzerinde yana yana kılacaksın” diyordu mahallemizde ki bir çocuk, bende “Zor(la)” olan bu eylemden hep sıkılırdım. Babam inançla ilgili her şeyi annemden gizli yapıyordu. Cosby ailesinde kiler kiliseye hep birlikte neşe içinde gidiyorlardı oysa. Daha küçüktüm ve bilinçaltım yeni yeni şekilleniyordu.
Şimdi kendi kendime soruyorum “Neden?” Diye, neden sevmek sunulmuyordu da, zorlanıyordu. Ben Allah’ımı seviyorum, en zor zamanlarda yanımda olduğu, beni yalnız bırakmadığı için seviyorum. Doğru olan sevap, yanlış olan günahtır içimde hem insan sevdiğinden korkar mı hiç. Kimine göre haram bir sevda benimkisi…