Kategori: Sağlık

  • Sokakta satılan açık sütleri tüketmeyin

    Sokakta satılan açık sütleri tüketmeyin

    Özellikle sıcakların başlamasıyla birlikte sokakta satılan açık sütleri tüketmeyin . Bu konuda bir denetimin olmadığını belirten Gıda Mühendisleri Odası Adana Şubesi Başkanı Şehmus Alparslan, bu aylarda pastörize süt tüketilmesi gerektiğini söyledi.

    21 Mayıs Dünya Süt Günü dolayısıyla açıklama yapan Şube Başkanı Şehmus Alparslan, “Süt, içerdiği besin öğeleriyle insanlar için mükemmel bir gıda maddesidir. Yeterli ve dengeli beslenme için gerekli olan temel besin maddelerinin neredeyse tamamı sütte tek başına bulunur” dedi. Süt üzerine yapılan tartışmalar, yanlış bilgilendirmeler ve bilgi kirliliklerinin çok önemli olduğunu aktaran Alparslan, “Pastörize sütlerin katkı maddesi içerdiği, yüksek ısıl işlem gördüğü gibi iddialarla ‘sokak sütü’ tüketimi bazı kimselerce maalesef tavsiye ediliyor. Taşıdığı bütün risklere rağmen sokak sütü piyasada önemli bir hacme sahip olabilmektedir” diye konuştu.

    sokak sütü
    sokak sütü

    Besin ögeleri yok oluyor

    Sokak sütünün, çok büyük oranda denetim ve kayıt dışı olan bir ürün olduğunu aktaran Şehmus Alparslan, şunları kaydetti:

    “Bu nedenle içeriğindeki yararlı bileşenlerin daha fazla kar hırsı sonucu alınması, süte su katılarak değersizleştirilmesi ya da bozulmuş veya bozulmaya yüz tutmuş sütlerin içeriğine kesilmeyi önleyici çeşitli katkılar katılarak tüketiciye sunulması her zaman yüksek olasılık olarak görülmelidir. Ayrıca sokak sütü satın alındıktan sonra kontrolsüz bir şekilde ev şartlarında yüksek ısıyla uzun süre kaynatılmakta, bu da işlenmiş sütlerin maruz kaldığından çok daha şiddetli ve besin öğelerinin kaybına neden olan bir durumu karşımıza çıkarmaktadır.

    Sokak sütünden uzak durun!

    Sağlıklı çiğ süt tüketimi, sağım alanından başlamak üzere taşıma, işleme, gerektiğinde depolama ve tüketim anına kadar geçen aşamaların uygun sıcaklık ve koşullarda uygulanmasının sağlanması ile mümkün olacaktır. Ki bu durum maalesef henüz ülkemizde uygulanabilir bir durum değildir. Koşulların uygun hale getirilmediği ve bu koşulların etkin olarak kontrole tabi tutulmadığı sürece sokak sütü tüketimi bir risk olmaya devam edecektir.

    Bu nedenle sokak sütünden uzak durmamız ve pastörize süte yönelmemizde yarar var. Bir taraftan denetlenen, katkı maddesi içermeyen, güvenilir ve doğal haline en yakın süt olan pastörize süt ile bunun yanı sıra kutu süt üretiminin ve tüketiminin yaygınlaştırılması ve teşvik edilmesini öneriyoruz. Süt ve süt ürünleri ile ilgili resmi kontrollerin ilgili kurumlarca etkin bir şekilde yerine getirilmesinin bir zorunluluk olduğunu vurguluyoruz”

    Kaynak: haber7.com

  • Hangi yastıkta uyumalı?

    Hangi yastıkta uyumalı?

    Kuştüyü mü ortopedik mi? Hangi yastıkta uyumalı? Doğru yastığı bulana kadar boyun ağrınızla uyanabilirsiniz. Hayatımızın 1/3’ünü yatakta uyuyarak geçirdiğimiz için, seçtiğimiz yastık türü boyun ağrımıza engel olmayı veya boyun ağrımızı azaltmayı sağlayabilir.

    Boyun ağrısının en yaygın sebeplerinden biri uzun süre boynunuz yamuk veya burkulmuş bir şekilde yatmanızdır.

    Eğer sabahları boynunuz ağrıyarak uyanıyorsanız, bu belki yastığınız boynunuzu ve başınızı doğru pozisyonda desteklemediğindendir.

    YATAKTA DOĞRU POZİSYONU ALIN

    Birçok insan uyumadan önce yatakta kitap okurken veya televizyon izlerken başlarını ve boyunlarını düzgün desteklemiyor. Boynunuzun kıvrımını ileriye doğru bir sürü yastıkla desteklemeyin. Eğer bir şey okuyorsanız, kollarınızın bir yerden destek aldığına ve başınızın nötr pozisyonunu koruduğuna emin olun. Uyuyacağınız zaman ise, en iyi pozisyon sırtüstü veya yan yatmanızdır. Yüzüstü yatmaktan kaçının, çünkü bu pozisyon başınızın burkulma ve bükülme halini, nötr (doğal olmayan) bir pozisyon almasına sebep olur.

    DOĞRU YASTIĞI SEÇİN

    Yastık kullanımı üzerine yapılan araştırmalara göre, doğru yastığı seçmeniz uykunuzun kalitesini arttırır ve baş/boyun ağrınızı azaltır. Eğer yan yatabiliyorsanız, kulağınız ve yatağınız arasındaki boşluğu dolduran ve başınızı eğmeyen bir yastık seçin. Eğer sırtüstü yatıyorsanız, yastığınız başınızı ne geriye ne de ileriye eğiyor olsun.

    Seçebileceğiniz bir çok türde yastık mevcut. Bizim burada dikkat edeceğimiz şey hem bize iyi uyku uyutan hem de boynumuzu ağrıtmayacak bir yastık edinebilmek. Asıl bakmamız gereken en önemli nokta boynumuzu nötr pozisyonunda tutabilecek bir yastık. İşte birkaç öneri:

    yastik_secimi

    Ortopedik yastıklar: Bu tür yastıklar boyunun doğal kıvrımını koruması için üretilen yastıklardır.

    Kuştüyü yastıklar: Eğer alerjiniz yoksa, belki eski tür kuştüyü yastıklar sizin için doğru bir seçim olabilir. Bu yastıklar başınızın şeklini almaya uygun ve sünger yastıktan daha yumuşaktır.

    Boyun fıtığı yastıkları: Bu yastıklar rulo halindedir. Boyun kısmındaki basıncı uyku sırasında azaltmak ve boyunun nötr pozisyonunu korumak için tasarlanmışlardır.

    Su yastıkları: Su yastıkları boynunuza binen yükü dağıtan ve azaltan yastıklardır. Yapılan bir araştırmada, katılımcıların bazılarında yukarıda bahsettiğim yastıklar arasında su yastığı daha avantajlı bulunmuştur. Su yastığının bir diğer güzel yanı da sertliğini ve yüksekliğini sizin ayarlayabilecek olmanızdır. Mantığı basit; ne kadar fazla su doldurursanız o kadar yüksek ve sert olur veya tam tersi.

    Eğer her sabah boyun ağrısıyla uyanıyorsanız ve bu ağrıdan kurtulmak için bir şeyler yapmak istiyorsanız ve eğer en son yastık alalı kaç yıl oldu hatırlamıyorsanız, en yakın yatak ve yastık mağazasına gidip yastık almalısınız. Hayatınızın önemli bir kısmını uykuda geçirdiğiniz için, tatlı rüyalar görmek ve güzel bir uyku çekmenin en önemli yolu iyi bir yastığa sahip olmakla başlar.

    Yrd. Doç. Dr. Gamze ŞENBURSA

  • Önce Aşılama Tedavisi mi ? Tüp Bebek Tedavisi mi ?

    Önce Aşılama Tedavisi mi ? Tüp Bebek Tedavisi mi ?

    Bilindiği gibi yapılan araştırmalarda gösterilebilir hiçbir problemi olmayan yani açıklanamayan kısırlık tanısı alan çiftler için ilk yaklaşım, birkaç kez aşılama ve eğer sonuç alınamazsa tüp bebek tedavilerine geçilmesidir.  Ülkemizde de bu tanıyı alan hastalara Tüp bebek Tedavisi Raporu verilmesi için yönetmelik 2 kez aşılamayapılmasını şart koşmaktadır. Ancak günümüzde bu yaklaşımın geçerliliği tüm dünyada sorgulanmaya başlanmıştır.
    Yapılan araştırmalar ile çocuk arzusu olan ve görünür bir problemi olmayan çiftlerde doğrudan tüp bebek tedavisi de düşünülebileceği gösterilmiştir. Bu çalışmalara bir örnek de aşağıdaki çalışmadır.
    Dünyanın en saygın kısırlık dergilerinden birisi olan Fertility & Sterility dergisinin 2010 yılı Ağustos ayında yayınlanan çok merkezli çalışmaya(1) göre doğrudan Tüp Bebek tedavisi 3 kez aşılama ve ardından tüp bebek tedavisine göre daha ekonomik ve üstün bulunmuştur.
    Çalışmanın detayları ise şöyle belirtilmiştir;
    ABD’de yaşları 21 ile 39 arasında değişen ve yapılan testlerle açıklanamayan kısırlık tanısı alan 503 kadın rastgele iki gruba ayrılmıştır. Birinci gruba 3 kez klomifen sitrat (klomen, serophene, gonaphene ) hapı kullanılarak aşılama, FSH (enjeksiyon tedavisi)kullanılarak aşılama ve yine sonuç alınamazsa ardından tüp bebek tedavileri uygulanmış diğer gruba ise doğrudan tüp bebek tedavisi uygulanmış ve gruplar başarı ve maliyet açısından karşılaştırılmıştır. Araştırmanın sonunda doğrudan tüp bebek tedavisi diğer tedavilere oranla daha başarılı ve daha ekonomik bulunmuştur.

    Ağızdan hap + aşılama tedavisinin başarı oranı deneme başına % 7.6,  iğne + aşılama tedavisinin başarı oranı % 9.8, doğrudan tüp bebek tedavisinin başarı oranı ise % 30.7 olarak hesaplanmıştır.

    Maliyet analizinde ise gebelik isteyen bir çift için doğrudan tüp bebeği seçmek 2624 Dolarlık bir kazanç anlamına gelmektedir.

    Reindollar RH, Regan MM, Neumann PJ, Levine BS, Thornton KL, Alper MM, Goldman MB. A randomized clinical trial to evaluate optimal treatment for unexplained infertility: the fast track and standard treatment (FASTT)trial.  Fertil Steril. 2010 Aug;94(3): 888-99.
    Sağlıcakla..
    Doç. Dr. Selman Laçin
  • Strese karşı doğal reçete

    Strese karşı doğal reçete

    Hemen herkes yaşamının türlü evrelerinde stresle karşı karşıya kalıyor. Bu durum kişinin çevreyle uyumunu bozmanın yanı sıra, kapasitesini zorluyor, zihinsel ve fiziksel gücünü azaltabiliyor.

    Strese karşı doğal reçete

    Stres hayata negatif yönden bakıp, karamsar bir ruh haline bürünmeye de neden oluyor. Beslenme Danışmanı Dr. Gönül Ateşsaçan, günümüzün en yaygın hastalığı olan stresten kurtulmak için doğal bir reçete veriyor. Bu çay, gerginlik ve sıkıntıdan uzaklaşmanıza yardımcı olacak.

    Gerginlik azaltıcı ve sakinleştirici karışım

    Malzemeler:

    – 1 yemek kaşığı melisa

    – 1 tutam papatya

    – 6-7 sap taze nane

    – 1 yemek kaşığı esmer şeker

    – 1/2 limon

    – 1 litre su

    Hazırlanışı:

    Kaynar suda melisa ve papatyayı 4-5 dakika demleyin. İçine şeker ekleyip, ılınınca limonun suyunu ve kabuğunu ilave edin. Taze nane yaprağı ile süsleyerek servis edin.

    İçin, güzelleşin

    Bol miktarda mineral ve vitamin içeren ananas suyunun, içeriğindeki B, C vitaminleriyle hücre kaybını ve cilt rahatsızlıklarını engellediğini biliyor muydunuz? Uzmanlar tarafından vücudun ihtiyaç duyduğu tüm vitamin ve mineralleri içerdiği vurgulanan ananas suyu, birçok hastalığa karşı kalkan görevi görüyor. İçeriğindeki C vitamini ile güneşten zarar gören derinin yenilenmesi için gerekli kolajen oluşumuna yardımcı oluyor. Mineral yapısı ise yıpranan saç ve tırnakların sağlığına kavuşmasını sağlıyor. Antioksidan özelliğiyle de vücuttaki toksinlerin atılmasını kolaylaştırıyor.

    Hızla değişen yaşam koşulları ve beslenme alışkanlıkları, fazla kilolu ve obez insanların sayısının yükselmesine neden oluyor. Bu da diyabet vakalarının artışına katkıda bulunuyor. Yapılan araştırmalara göre dünyadaki yetişkinlerin yüzde 8,4’ü (382 milyon kişi) diyabet hastası. 2035 yılında bu sayının 592 milyona ulaşacağı öngörülüyor.

    Ayın güzeli Yulaf

    Bol miktarda nişasta içeren yulaf, B6 vitamininin yanı sıra kalsiyum, magnezyum, potasyum, fosfor ve demirden zengin bir tahıl olarak öne çıkıyor. Yulafın beyaz, siyah, sarı, kırmızı ya da boz tohumlu, kısa ya da uzun saplı pek çok çeşidi bulunuyor. Bunlar ekim yapılan iklime ve toprak koşullarına göre değişiyor. Yulaf, yüksek LDL (kötü kolesterol) seviyelerini düşürmenin yanı sıra kalbi koruyor, bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Düşük kan şekeri oranlarını düzenleyen bu tahıl, ayrıca kalp hastalıkları ve damar tıkanıklıkları gibi hastalıkların tedavisinde de fayda sağlıyor. Yüksek tansiyon, varis, kabızlık, hemoroid ve diyabet tedavilerinde kullanılan yulaf, bağırsaklarda oluşan zararlı bakterilerin büyümesini engelliyor. Cildi yumuşatıcı ve rahatlatıcı etkisi sayesinde vücuttaki kızarıklık ve kaşıntıları da gideriyor.

    strese_karsi

    Formsanté Dergisi Ekim 2014 sayısı

  • Fibromiyalji

    Fibromiyalji

    Yaygın ağrı ve sızılar, yorgunluk, halsizlik, uyku bozukluğu, sabah yorgunluğu ve yaygın hassasiyet gibi şikayetlerle ortaya çıkabilen fibromiyaljiye genetik, ailesel ve psikolojik pek çok etken zemin hazırlayabiliyor. 12 Mayıs Fibromiyalji Farkındalık Günü dolayısıyla bilgi veren Hacettepe Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı öğretim üyesi ve Türkiye Romatizma Araştırma ve Savaş Derneği üyesi Prof. Dr. Ayşen Akıncı Tan, genç kadın hastalığı gibi görülmesine rağmen fibromiyaljinin, her cinsiyette ve her yaşta görülebileceğini vurguladı. “Fibromiyalji yaşlılarda, hatta çocuklarda da ortaya çıkabilir. Kronik fibromiyalji hastaları tedavi edilmezse tükenmişlik sendromu da yaşayabilir.” 

    Kronik ağrı sendromu olarak tanımlanan fibromiyalji yaygın ağrı-sızı, yorgunluk, tutukluk, halsizlik, uyku bozukluğu, sabah yorgun kalkma, yaygın hassasiyet gibi yakınmalara neden oluyor. Ayrıca eklem ağrıları, baş ağrısı, sık idrara çıkma, hafıza ve konsantrasyon bozuklukları gibi bir çok hastalığı taklit edebilecek bulgular da sıklıkla tabloya eşlik edebiliyor. Fibromiyaljiye genetik, ailesel ve çevresel pek çok faktörün zemin hazırladığını belirten Hacettepe Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Ayşen Akıncı Tan şunları söyledi: “Şimdiye kadar pek çok neden öne sürülmüş olsa da bugün için kabul edilen görüşe göre fibromiyaljinin nedeni ağrı algılama sistemlerinde yaşanan bir bozukluktur. Ağrıyı beynimize taşıyan yolaklarda aşırı bir aktivite, ağrıyı azaltması gereken yollarda ise bir fonksiyon eksikliği söz konusudur. Beyindeki ağrı merkezlerindeki değişiklikler de buna katkı yapar. Sonuçta kişide aşırı bir ağrı algılaması oluşur. Enfeksiyonlar, fiziksel ve psikolojik stres de hastalığı tetikleyebilir.”

    Fibromiyalji her yaşta, herkeste görülebilir

    Fibromiyaljinin genelde genç kadınların hastalığı olarak görülmesine rağmen,  aslında her yaşta görülebileceğini belirten Prof. Dr. Ayşen Akıncı Tan şöyle devam etti: “Fibromiyalji yaşlılarda, hatta çocuklarda da ortaya çıkabilir. Genelde erkeklere oranla kadınlarda daha fazla görülse de bu, erkeklerin daha az doktora başvurması ile ilişkilidir. Bu hastalık dünya genelinde %2-10 oranında görülmektedir. Türkiye verileri de benzerdir.

    Fibromiyalji başka hastalıklarla karışabilir

    Fibromiyalji sendromunda bulgular çok çeşitli olduğu için birçok hastalıkla karışabiliyor. “Önemli olan benzer yakınmaları yapabilecek diğer hastalıkları akla getirip ayırıcı tanı için gerekli tetkikleri yapmaktır. Fibromiyalji sendromunda laboratuvar bulguları normaldir, tanı koyduracak bir test yoktur. Detaylı öykü, iyi bir fizik ve nörolojik muayene ile tanı konulabilir. Ancak fibromiyalji başka hastalıklara da eşlik edebilir; yani hastanın hem osteoartriti, hem fibromiyaljisi veya hem iltihaplı eklem romatizması, hem de fibromiyaljisi olabilir.

    Fibromiyalji tedavi edilmezse tükenmişlik sendromuna neden olabilir

    Eskiden fibromiyaljinin sadece depresyonlu hastalarda ortaya çıktığının düşünüldüğünü ancak bunun doğru olmadığını vurgulayan Prof. Dr. Ayşen Akıncı Tan şunları söyledi: “Günümüzdeki çalışmalar depresyonun, hastaların yaklaşık beşte birinde görüldüğünü göstermiştir. Fibromiyaljide depresyondan daha sık olarak anksiyete tablosuyla karşılaşmaktayız. Tükenmişlik sendromu ise daha çok duygusal bir çöküş, tükenmişlik hissi olup, bir duyarsızlaşma hali şeklinde ifade edilebilir. Her ne kadar kişinin duygusal durumu fibromiyalji gibi kronik ağrı sendromlarının oluşumuna etkide bulunsa da tek faktör bu olamaz. Ancak kronik ağrılı hastalar zaman içerisinde tedavi edilmezlerse tükenmişlik sendromu da yaşayabilirler.”

    Fibromiyalji hastaları hastanelerden “bir şeyin yok” diye geri çevrilebiliyor

    Fibromiyaljide hem ilaç-dışı hem de ilaç tedavilerinin birlikte uygulanması gerektiğini belirten Prof. Dr. Ayşen Akıncı Tan teşhis ve tedavi sürecini şöyle anlattı: “Fibromiyaljili hastalar genellikle doktor doktor dolaşıp tüm tetkikleri ve muayeneleri normal çıktığı için tanı konamayan ya da “bir şeyin yok” diye geri çevrilen hasta grubudur. Öncelikle bu hastalara yakınmalarının bir adı olduğu, gerçekten “fibromiyalji” diye bir hastalık bulunduğu ve tedavisinin mümkün olduğu anlatılmalı, güvence verilmelidir.  Bu kişileri yataktan uzaklaştırıp günlük hayata döndürmek, hafif egzersizler yapmaya ikna etmek çok önemlidir. Ayrıca hastalar mutlaka ilaçlarını önerilen dozda ve düzgün kullanmalıdırlar. Hekimler de, varsa yan etkiler konusunda hastaları bilgilendirilip önlemleri anlatmalı ve yan etkilerin zamanla azalacağı bilgisini vermelidir.  Gerçekten de ilaç düşük dozdan başlanıp yavaş yavaş arttırılacağı için etkisi yavaş başlayacaktır, aynı şekilde ilk kullanımda görülen yan etkiler de zaman içinde azalıp kaybolacaktır. Ağrının tam sıfırlanamayabileceğini,  ancak ağrı azalmasıyla birlikte yaşam kalitesinin artacağını mutlaka hasta bilmelidir; sabırlı davranmalıdır. İlaç fayda ettikten sonra da mutlaka hekimin önerdiği süre tedaviye devam etmeli, kendiliğinden ilacı kesmemelidir. Bu ilaçlar bağımlılık yapmazlar, başka hastalık gruplarında olduğu gibi gerekirse ömür boyu kullanılmalarında bile sakınca yoktur. Ancak ek başka hastalığı olanlar, başka ilaç da kullananlar doktorlarının önerilerine mutlaka uymalıdırlar. Fibromiyalji başta olmak üzere kronik ağrının günümüzde en azından semptomatik tedavisi mümkündür. Ne kadar erken tanı ve tedavi yapılırsa da başarı şansı o kadar fazla olur.”

  • Ev hanımları bu hastalığa dikkat!

    Ev hanımları bu hastalığa dikkat!

    Tekrarlayan ve zorlayıcı hareketler sonucu yaygın olarak görülen dirsek hastalıkları hareket kabiliyetini kısıtlayarak günlük yaşamı zorlaştırıyor.

    Dirsek rahatsızlıkları konusunda ev kadınlarının sporculara göre daha fazla risk altında olduğunu söyleyen Ortopedi ve Travmatoji Bölümünden Doç. Dr. F. Erkal Bilen, ev işleri sırasında kolların fazla sıkılmaması ve zorlanmaması gerektiğini belirtti. Türkiye’nin farklı yerlerinden gelen konusunun uzmanı ortopedistler
    5. Ortopedi Günlerinde bir araya geldi. Ortopedi Günlerine, bu alanda dünyaca ünlü bir isim olan ABD’li Cerrah Prof. Dr. Michael Hausman ve alanında uzman doktorlar dirsek rahatsızlıkları konusunda deneyimlerini paylaşarak, güncel tedavi yöntemleri, yeni gelişmeler, risk gurupları ve alınabilecek önlemleri masaya yatırdı.

    Güneşlenerek dirseklerinizi koruyabilirsiniz

    Doç. Dr. F. Erkal Bilen dirsek ve tendom yaralanmalarının D vitamini eksikliğinden kaynaklandığını vurgulayarak, “Ülkemiz güneş ışığı açısından zengin coğrafyada yer alıyor. Öğlen 12 civarında 15 dakika güneşten faydalanmak D vitaminimizi yeterli düzeyde arttıracaktır ve özellikle dirsek yaralanmaları bakamından koruma sağlayacaktır” dedi.

    Çamaşır sıkarken dikkat

    Düşme, çarpma gibi kazalarla dirseklerin yaralanabileceğini ifade eden Doç. Dr. Bilen, “Bunların yanında esas risk faktörünü kollarını fazla kullanan ve zorlayan kişiler oluşturmaktadır. Ev kadınları ve işleri sırasında sürekli kollarını kullanmak zorunda kalan işçilerin dirseklerinde rahatsızlık yaşanabilmektedir. Sporcularda da aynı şekilde kolların fazla sıkılması ve zorlanması sonucu kümülatif travma denilen rahatsızlık oluşabilmektedir. Bilinenin aksine ev kadınları sporculara göre daha büyük risk altında. Çünkü kollarını devamlı bütün gün kullanıyor ve zorluyorlar. Aynı şekilde kollarını devamlı zorlayan işçilerde bu gurupta yer alıyor. Sporcularda daha az rastlıyoruz. Dirsek rahatsızlıklarını önlemek için özellikle ev hanımlarının çamaşırları tutup sıkarken, çamaşır kurutup suyunu alırken aşırı sıkmamaları ve her gün yapmamaları gerekir. Sonrasında ağrı varsa bir süre bunları yapmaktan uzak durmalarında fayda var.”

    Kazalarda en fazla zarar dirseklerde yaşanıyor

    Ortopedi Günleri toplantısına katılıp deneyimlerini paylaşan ABD’li Prof. Dr. Michael Hausman, kazalar ve travmalarda dirsek yaralanmalarının sıklıkla yaşandığını dile getirdi. Bu tür travmalarda dirseklerin kırılabileceğini belirten Hausman, sporcularda meydana gelen yaralanmalarda ise dirseğin dış tarafında görülen tenisçi dirseği denilen rahatsızlığa rastlandığını söyledi.

    Dirseğinizi dinlendirin

    Dirsek rahatsızlıklarında tanı ve tedavi yöntemlerine değinen Prof. Dr. Hausman, hastanın şikayetlerinin çok iyi dinlenmesi gerektiğini söyleyerek “Muayene çok dikkatli ve detaylı yapılmalıdır. Bazen muayeneyi desteklemek için röntgen, ultrason, MR gibi görüntüleme yöntemlerinden destek alınır. Sinir yaralanmalarında EMG denilen elektriksel testleri yapmak gerekir. Dirsek rahatsızlıklarının yaşanmaması için zorlanmaların hissedildiğinde dirseğin dinlendirmesi önemlidir” dedi.

    Türkiye’nin dünyanın en iyi dirsek tedavilerinin uygulandığı ülkeler arasında olduğunun altını çizen Hausman, cerrahi tedavilerden sonra dirseğin uygun zamanlarda hareket ettirilmesinin, hareket kısıtlığının önüne geçeceğini de hatırlattı.

    Kaynak: trthaber.com/haber/saglik/ – İHA

  • Meme ameliyatı hakkında merak edilenler

    Meme ameliyatı hakkında merak edilenler

    Çoğu kadın güzel göğüslere sahip olmak ister. Kimi göğüslerinin büyüklüğünü dert ederken kimi de küçük göğüslü olmaktan musdariptir… Peki, bu sorunun kalıcı ve sağlıklı bir çözümü var mı?
    Estetik operasyonlar arasında dünyada en çok yapılan meme büyütme ve küçültme ameliyatları sorununuza kökten çözüm getirir.

    Kimlere yapılır?

    Meme dokusunun yeteri kadar gelişmemesi, kilo verimini takiben küçülmesi, hamileliğe ve emzirme sonrası veya yaşlanmaya bağlı meme dokusunun küçülmesi ve sarkması sonucu meme dokusu arzu edilen ölçülerden küçük olabilir. Bu durumda meme büyütme ameliyatları yapılır. Gelişime bağlı küçüklükte en erken 18-19 yaş, hamilelik ve emzirme sonrasında ise en az 3-6 ay memenin son şeklini alması ve hamileliğe bağlı değişikliklerin normale dönmesi beklenilmelidir.

    Ne kullanılır?

    Meme dokusunu taklit etmek amacıyla silikon protezler kullanılır. Bu protezlerin dış kısmı sert silikon kaplı, içeriği ise jel kıvamında silikon veya tuzlu sudur. Silikon meme protezleri son 10 yılda önemli değişiklikler göstermiştir. Tüm dünyada içi daha sert, yapışkan silikon jel protezler tercih edilmektedir. Bu formlarını koruyabilen silikon meme protezleri sayesinde uzun yıllar dayanıklı estetik sonuçlar elde edilir. İki ana şekilde silikon bulunur, yuvarlak ve damla. Meme dokusu çok az olanlarda doğal bir görüntü vermek için üst kısmı daha az aşağıya doğru indikçe büyüyen damla şeklindekiler, göğüsün üst kısmının daha boş gözüktüğü kadınlarda ise genellikle yuvarlak protezler tercih edilir.

    meme_ameliyati

    Nasıl seçeceğiz?

    Ameliyat öncesinde meme dokusu, şekli, boyutu ve ulaşılmak istenilen ölçü göz önüne alınarak planlama yapılır. Bireysel özelliklerine göre yapılan bu planlama sonrasında hangi tip ve büyüklükte protezin daha uygun olduğuna ve nereye yerleştirileceğine karar verilir. Üç boyutlu bilgisayar teknolojileriyle bu seçimler ameliyat öncesinde görülür. Her kadının doğal sınırlarda kalmak şartıyla ulaşabileceği belli bir büyüklük vardır. Her kadında iki meme dokusu arasında büyüklük ve şekil farklılıkları vardır. Zaten genel olarak vücudumuzun sağ ve sol yarısı birbirinden farklıdır.

    İz kalır mı?

    Tüm estetik meme ameliyatlarından sonra iz kalır. Silikon protezler çok küçük kesilerden yerleştirildiği için geriye kalan izler ufaktır.

    Sonrasında…

    İyileşme süreci 12-18 ayda tamamlanır. Ancak çoğu hasta ameliyattan sonraki birinci haftada günlük yaşantısına döner.

    Doğru sutyen kullanıyor musunuz?

    Her 10 kadından 8’i bedenine uygun olmayan ölçüde sutyen kullanıyor. Bu hatalı seçim memenin yaşlanma sürecindeki deformasyonunu artırır. Seçimlerimizde sadece renk ve modele değil, gerçekten bedeninize uygun olup olmadığına bakmak gerekir.

    OLYMPUS DIGITAL CAMERA
    OLYMPUS DIGITAL CAMERA

    Ameliyat istemiyorsanız…

    Düzenli ve bilinçli yapılan egzersiz vücut şeklimiz için oldukça önemli. Göğüs ve sırt kas gruplarının çalıştırılması göğüs şekillenmesine yardımcıdır. Bu kas grupları meme dokusunun daha dik ve yerçekimine daha dirençli hale gelmesine destek verir.

    Hayatınızdaki her şeyi değiştiremez ama…

    Ameliyat sonrasında kadınlar kendilerini daha çekici ve güzel hissettiklerini, öz güvenlerinin arttığını, sosyal yaşantılarının daha iyi olduğunu, eşleriyle daha mutlu olduklarını ve istedikleri kıyafetleri giyerek daha konforlu bir yaşama kavuştuklarını söylüyor.

    (PROF. DR. REHA YAVUZER / AKŞAM GAZETESİ)

  • Dişler için en zararlı yiyecekler

    Dişler için en zararlı yiyecekler

    İşte Sağlıklı bir gülümseye sahip olmak için uzak durulması gereken 10 zararlı yiyecek ve içecek! Diş Hekimi Oğuz Kara,sağlıklı bir gülümseye sahip olmak için uzak durulması gereken 10 zararlı yiyeceği ve içeceği açıkladı.

    1. Sigara:Diş ve diş etlerine zarar verir,ağız kokusuna neden olur.

    2. Alkol: Tükürük ağızımızdaki plağın ve asidin etkisini azaltacak ilk savunmamızdır. Bu yüzden ağız kuruluğuna sebep olacak her şey diş için zararlıdır. Alkol de ağız kuruluğuna sebep olacağı için kullanılmaması gereken bir içecektir.

    3. Meyve Suları : PH’ı 7 den düşük olan gıdalar dişlere zarar verir. PH ‘I 2,5 olduğu için meyve suları da dişlere zararlıdır

    4. Limon : PH’ı 2 olduğu için dişler için zararlıdır.

    5. Kola : En zararlı içeceklerden biridir. Çünkü hem fosforik asithem şeker hem de sitrik asit içerir.

    6. Enerji içeceği : Sitrik asit ve şeker içerdiklerinden dolayı dişler için zararlıdırlar.

    7. Yapışık gıdalar (lokum, jeli bon vb.) : Tatlı şekerlemelerden daha zararlıdır. Çünkü daha fazla şeker verirler ve aynı zamanda sitrik asit içerirler.

    8. Kuru Meyve: Kuru meyveler karbonhidrat ihtiva eder. Aynızamanda kuru meyveler yapışkanlığı sebebiyle ağız içinde daha uzun süre kalır. Sürekli kuru meyve yiyip dişlerinizi fırçalamamanız dişlerinizin çürümesine sebep olur.

    9. Buz : Buz çiğnemek iyi bir fikir değildir. Buz çok serttir. Eğer eski büyük dolgularınız varsa buz yediğiniz zaman çok kolay bir şekilde dişleriniz kırılabilir. Soğuk aynı zamanda dişlerinizin kamaşmasına sebep da olabilir.

    10. Beyaz Ekmek : Tükürükte bulunan amiloz enzimi karbonhidratları şekere çeviren enzimdir. Fakat şekeri zararlı kılan şey ağızdaki bakterilerin şekeriyemesi ve asit ortaya çıkarmasıdır.

     

    kaynak: gazeteyeniyuzyil.com

  • Doğumda yavaş sezaryen modası

    Doğumda yavaş sezaryen modası

    Uzmanlar ‘uzun sezaryen’in anne ve bebeğinin sağlığı üzerindeki etkilerini incelemek üzere düğmeye bastı.

    Anne adaylarının tercih yapmakta zorlandığı normal doğum ve sezaryene yeni bir opsiyon ekleniyor.

    ‘Yavaş sezaryen’ olarak adlandırılan bu yöntemin doğal doğuma benzer yanlarının bulunduğunun altını çizen uzmanlar, bu yöntemin doğumlardaki riskleri azaltıp annenin yaşayacağı olası psikolojik sorunları da engelleyebileceğini belirtiyor.

    ‘YAVAŞ SEZARYEN’ NASIL GERÇEKLEŞİYOR? 

    Anne karnında ufak bir kısmı keserek açan doktorlar, ilk olarak bebeğin başını dışarıya çıkarıyor. Bu işlemin ardından bebeğin kendi çabası ile doğmasını bekleyen doktorlar, bebek kollarını dışarıya çıkardıktan sonra doğumu sonlandırıyor.

    Sezaryen ile dünyaya gelen bebeklerde solum problemleri yaşanabildiğini belirten uzmanlar, bunun bebeğin anne karnından hızlı bir şekilde çıkarılmasından dolayı yaşandığı olasılığı üzerinde duruyor. Önümüzdeki aylarda ‘uzun sezaryen’in testlerine başlayacak ekip, bu sürecin bebeğin sağlığına nasıl etki ettiğini de birinci elden gözlemlemiş olacak.

    Doğumdaki sürecin uzamasının annenin psikolojisine de etki ettiğini düşünen uzmanlar, ‘uzun sezaryen’in doğum sonrası yaşanan depresyonu da engelleyebileceği görüşünde.

    Bu yöntem ilk olarak on yıl önce  Queen Charlotte’s ve Chelsea kliniklerinde gerçekleştirilmişti. Yaygın bir yöntem olmamasına rağmen bu operasyon İngiltre’deki bazı özel kliniklerde gerçekleştiriliyor.

    Söz konusu testler University College Hospital in Central London’da önümüzdeki aylarda yapılacak ve bu iddiaların gerçeği yansıtıp yansıtmadığı gün yüzüne çıkacak.

    yavas_sezayen

     

    Kaynak: ntv.com.tr

  • Adet sancısından kurtulmanın yolları

    Adet sancısından kurtulmanın yolları

    Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Atakent Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum & TüpBebek ve Üreme Sağlığı Direktörü Prof. Dr. Fatih Şendağ, adet sancısından kurtulmanın yollarını anlattı.

    İşte bilmeniz gereken tüm detaylar:

    Adet sancısından kurtulmanın yolları

    Adet sancısı nedir?

    Adet kanaması ile başlayan ve menstrüasyon sonrası gerileyen kasık ağrısıdır. Bazı kadınlarda çok şiddetli bir ağrı olabilir ve günlük yaşantısını etkileyebilir. Bazı kadınlar ise bu dönemi daha hafif geçirebilir.

    Adet sancısının kaç tipi var?

    Adet sancısına dismenore diyoruz. Primerdismenore; herhangi bir başka hastalık olmadan görülen adet sancılarına verilen isimdir. Sekonderdismenore ise başka bir hastalık ile ilişkili olan adet sancılarıdır. Bu hastalıklardan bazılarını endometriozis,miyomlar ve yumurtalık kistleri olarak sayabiliriz.

    Adet sancısı bir hastalık mı?

    Adet sancısı günlük hayatı ve konforu etkiliyorsa bir hastalık olarak tanımlanabilir. Basit bir ağrı kesici ile geçen ağrılar çok önemsenmeyebilir. Ancak ağrı kesicilerle geçmeyen, işe, okula gitmeyi engelleyen veya hastaneye başvurmayı gerektiren adet sancıları önemsenmeli ve altta yatan sebep araştırılmalıdır. Çoğunlukla endometriozis altta yatan sebep olabilir. Bu nedenle bir jinekolog tarafından değerlendirilmesi ve erken dönemde tedbirlerin alınması gerekir.

    Doğum adet sancısını geçirir mi?

    Genelde doğumun iyileştirici bir etkisi vardır. Ancak gebelik hormonları ortadan kalkınca tekrarlama eğilimi gösterir. Genellikle ilaç tedavileri de gebelik dönemini taklit etme mantığı ile uygulanmaktadır. Sonuçta hasta adet görmediğinde ağrısı da olmayacaktır.

    İlaçlar dışında ne yapılabilir? Adet sancıları ile nasıl baş edebiliriz?

    Hemen her kadının günlük yaşamını etkileyen adet dönemindeki sancıyla başa çıkmak için kadınlara: hafif masaj, meyve ağırlıklı düzenli diyet önerirken; tuz, şeker, alkol ve kafein tüketiminin azaltılmasını öneriyoruz. Çoğunluklagenç kızlarda görünen hafif dereceli adet sancılarında ise ılık duş ve sıcak su torbası uygulamasını tavsiye ediyoruz.

    Adet sancısıyla başa çıkma yöntemlerinde yoga gibi gevşeme egzersizleri de sıkça önerilir fakat bunların sadece adet dönemiyle sınırlanmaması gerekir. Bu egzersizlerin düzenli olarak ve uzman eşliğinde yapılması gerekir. Yürüyüş, aerobik, yüzme gibi egzersizler de ağrının hafiflemesine yardımcı olur. Bunun yanı sıra akupunktur, B1 vitamini ve magnezyum desteği gibi takviyeler ve alternatif tedaviler de fayda sağlayabilir.

    Adet sancısına karşın nonsteroidalantienflamatuar tipi ağrı kesiciler de kullanılabilir, ancak bu tür ilaçların mide açısından yan etkileri olabilir. Bu nedenle ilaç tok karnına içilmeli ve kadınlar bu konuda bilinçli olmalılar.

    Belirtilen yöntemlerin etkili olmadığı durumlar kadınların ikinci basamak tedaviye geçmesi gerekiyor. Bunlar arasında en etkili yöntem doğum kontrolhaplarının düzenli kullanımı, cilt altına yerleştirilen hormonalimplant dediğimiz doğum kontrol yöntemi ve yine evli kadınların kullanabileceği hormon içeren spiral dismenorede.

    Yaşamı etkileyecek kadar şiddetli adet sancısında mutlaka doktora başvurmak gerekiyor. Bu ağrılarendometriozis, miyom, enfeksiyon ve stres gibibaşka bir hastalık veya sorundan kaynaklanabilir. Ve daha da ciddileşmeden mutlaka tedavi edilmesi gerekir.

    Endometriozisin dünyada bilinen ve en sık tarif edilen 3 semptomu nedir?

    Endometriozis hastalığında tanı koyarken özellikle şu 3 belirtiyi dikkate almak gerekiyor: Adet ağrısı (dismenore), ilişki sırasında ağrı (disparoni) ve kısırlık (infertilite).” Endometriozis hastalığının görülme sıklığının üreme çağındaki kadınlarda %10, infertil (kısır) olan hastalarda %20-50, devamlı alt karın bölgesinde ağrısı olanlarda ise %40-60 oranlarında gerçekleştiği görülüyor.

    Endometriozis neden olur? 

    Endometriozis hastalığının oluşmasına sebep olan tüm unsurlar hala tam olarak bilinmiyor fakat özellikle şu faktörlere dikkat etmek gerekiyor:

    Geriye doğru adet görme ve zayıf bağışıklık sistemi: Kadınların çoğu geriye doğru adet görme yaşasa da vücutları bu kanlı hücreleri temizleyerek organlara yerleşmesini engeller. Öte yandan, bu teoride menstruasyon sırasında endometrium hücreleri geriye doğru, tüplerden geçerek karın içine dökülür. Bağışıklık sistemi zayıf olan kadınlarda da görülen bu sorunda dökülen doku karın içindeki organlar üzerine yapışır ve büyür. Vücudun bağışıklık sistemi hücrelerinin endometriozis hücreleriyle savaşamadığı tezini temel alır.

    Dolaşım sistemi veya lenfatik sistem aracılığıyla yayılma:Endometriozis hastalığının hücrelerinin kan dolaşımı veya lenfatik dolaşıma geçerek vücuda yayılmasını temel alan bir teoridir. Bu teori neden vücuttaki göz, akciğer, cilt ve göbek deliği gibi organlarda endometriozis görüldüğünü açıklar.

    Genetik yatkınlık: Her ne kadar endometriozise yol açan sorumlu gen bulunamamışsa da, bu teoride endometriozis yeni nesil bireylere genetik olarak aktarılır. Yani, bazı aileler endometriozise genetik olarak yatkınlardır.

    Çevresel faktörler: Çevredeki bazı toksinler ve dioksin gibi vücudu, bağışıklık sistemini ve üreme sistemini etkileyerek endometriozise neden olabilir.

    Endometriozis tanısı nasıl konur? 

    Öncelikle her hastalıkta olduğu gibi hastanın şikayetlerinin ve kişisel hikayelerin dinlenmesi ve ardından da jinekolojik muayene ve ultrasonografi yapılması gerekiyor. Pelvik muayene, laparoskopi ve MR yöntemleri ile pelvis hakkında daha çok bilgi edinmek mümkün oluyor.

    Endometriozis en çok hangi yaş grubunda görülür?

    Endometriozis bir üreme çağı hastalığıdır ve en çok 30’lu yaşlarda görülür. Ağrılı adet, ağrılı ilişki ve kronik kasık ağrısı olan kadınlarda görülme oranı %70’lerde seyrediyor. İnfertilite problemi yaşayan kadınlarda endometriosis ile karşılaşılma oranı %20-30 arasındadır. Adolesan dediğimiz 13-19 yaş grubunda endometriozise sık rastlanmasa da şiddetli adet ağrısı olan ve ağrı kesicilerle cevap alınmayan genç kızlarda endometriozis bulunma sıklığı ise %70’dir.

    Kaynak: posta.com.tr/saglik