Kategori: Sağlık

  • Baş Dönmenizin Nedeni Bu Olabilir!

    Baş Dönmenizin Nedeni Bu Olabilir!

    Uzmanlar baş dönmenizin nedenini eklemlerinizin olabileceğini açıkladı.

    Vücudun dengesi olan uzuvlarınızdan gelen sinyal baş dönmenizin nedeni olabilir. Sosyal yaşamınızı derinden etkileyen baş dönmesi sorunu bir hastalıktan öte başka bir hastalığın belirtisi olabilir. Baş dönmesine neden olan en sık eklem rahatsızlıkları:

    -Boyun ağrısı

    -Boyun kireçlenmesi

    -Boyun düzleşmesi

    -Boyun fıtıkları

    Bu saydıklarımız sırt ve ense ağrılarının yanı sıra baş dönmesinin en sık nedenlerindendir.  Baş dönmesinin diğer adı yani Vertigo rahatsızlığı kişinin hayatını olumsuz etkilemektedir.

    1455870782923

    Peki boyunla ilgili hangi hareketler boyun ağrısına neden oluyor?

    -Ağır kaldırmak

    -Yanlış yastık seçimi

    -Yanlık yatak seçimi

    -Uzun süre başın öne eğik durması

    Yukarıda saydığımız bu nedenler boyun ağrılarına neden olan en sık rastlanan nedenlerdir. Boyun fıtığı hastalarına uygulanan “elle tedavi” yöntemi ile hastada %98’ oranında ameliyatsız iyileşme söz konusu olabiliyor.

    Klasik bir batı tıbbı tedavisi olan manipülasyon yöntemi olan “elle tedavi” yönteminde hastanın boynuna bastırma, döndürme ve germe işlemleri uygulanmaktadır. Ancak bu uygulama güvenilir sağlık merkezlerinde yaptırılmalıdır.

    Rahatsız olan kişi kesinlikle hastane dışı kurumda bu hareketleri uygulatmamalıdır. Yanlış uygulama tedavi yerine tamir edilemeyecek boyun rahatsızlıklarına hatta omurilik zedelenmelerine kadar varan hasarlar oluşturabilir.

    Adet Düzensizliklerinin Nedeni Neler?

     

  • Sedef sadece deri hastalığı değildir!

    Sedef sadece deri hastalığı değildir!

    Dünyada yaklaşık 125 milyon, Türkiye’de yaklaşık 2.1 milyon civarında sedef hastası olduğu tahmin edilmekte. Bu hastaların yaklaşık 1,5 milyonunda hastalık, orta ve yüksek şiddetli seyrediyor. Dünya Sedef Hastalığı (Psoriasis) Farkındalık Haftası dolayısıyla Deri ve Zührevi Hastalıklar Derneği Başkanı Prof. Dr. Emine Derviş ve Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. İlknur K.  Altunay görüşlerini paylaştı. Psoriasis, yani Türkçe’de bilinen adıyla sedef hastalığı, yaygın ve kronik bir hastalık. Hastalığın kronik olması sedef hastalarında bazen ümitsizliğe ve çaresizliğe neden olsa da, son yıllardaki gelişmelerle hastaların büyük bir kısmı rahatlıkla kontrol altına alınabiliyor.

    Sedef hastalığıyla birlikte deri döküntüleri dışında eklem tutulumu, kalp damar ve bağırsak hastalıkları, metabolik sendrom ve psikolojik sorunlar da görülebiliyor. Sedef, yarattığı psikolojik etkilerle birlikte değerlendirildiğinde psikosomatik bir hastalık olarak kabul edilebilir. Bu nedenle tedavisinde psikiyatrist ve dermatolog işbirliği büyük önem taşıyor. 

    26-30 Ekim Dünya Sedef Hastalığı (Psoriasis) Farkındalık Haftası dolayısıyla görüş bildiren Deri ve Zührevi Hastalıklar Derneği Başkanı Prof. Dr. Emine Derviş, sedef hastalığını şöyle tanımladı: “Sedef hastalığı, deride beyaz kabuklu, kırmızı döküntülerin görüldüğü kronik bir hastalıktır. Ortaya çıkışında genetik yatkınlık çok önemli olmakla beraber, geçirilen infeksiyonlar, kullanılan ilaçlar ve emosyonel stres hastalığı uyarabilmektedir. Hastalarda deri bulguları dışında eklem tutulumu, kalp damar hastalıkları, metabolik sendrom, bağırsak hastalıkları, psikolojik bozukluklar da görülebilir. Sedef hastalığının tedavisinde haricen ya da sistemik olarak birçok tedavi yöntemi başarıyla kullanılmaktadır. Tedaviler kişiye özel olup her hasta kendi bulgularına göre tedavi edilir. Uygun tedavi seçenekleri hekimle hastanın görüşmesi sonunda belirlenmelidir.”

    sedef_hastaligi

    Sedef, etkisi sadece deriyle sınırlı olmayan psikosomatik bir hastalıktır

    Psoriasis yani sedef hastalığının, psikolojik yönleriyle ele alındığında aynı zamanda psikosomatik bir hastalık olarak da kabul edilebileceğini belirten Deri ve Zührevi Hastalıklar Derneği Dernek Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. İlknur  K.  Altunay şunları söyledi: “Özellikle depresyon ve stres gibi sorunlar bu hastalarda, toplum ortalamasından çok daha yüksek seviyede görülmektedir. Hastalığın kronik olması, neden olduğu estetik kaygılar, başta kaşıntı olmak üzere hastalık belirtileri, günlük yaşamın farklı alanlarındaki problemler ve tedavi başarısızlıkları umutsuzluk ve depresyona yol açarken; depresyon da bir kez oluştuktan sonra hastalığın daha ağırlaşmasına, hatta dirençli hale gelmesine neden olabilir. Ayrıca sedefli hastalarda stres ve hastalık ilişkisi de çift yönlüdür. Hastalık strese, stres de hastalığa yol açabilmekte veya hastalık ataklarına neden olabilmektedir.”

    Sedefin tedavisi var!

    Toplumda sedef hastalığının tedavisi olmadığına dair yaygın ve son derece yanlış bir inancın bulunduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Emine Derviş şöyle devam etti: “Sedef hastalığının kronik, yani tekrarlayıcı olduğu doğrudur. Ancak hastaların moralini bozan “sedefin tedavisi yok” şeklindeki yaklaşım,  günümüz koşullarında kabul edilebilir değildir. Hastalar yaşam kalitelerini bozan bu hastalığı tedavi ettirme ve onunla barışık bir şekilde yaşamlarını devam ettirme imkanlarına sahip olduklarını bilmelidir. Bu nedenle Dünya Psoriasis Farkındalık Haftası’nı hastalarımızın ve çevrelerindeki kişilerin bu hastalık hakkındaki farkındalıklarının artması yönünde çok anlamlı buluyorum. Sedef hastaları, bu hastalığın tedavisi olduğunu unutmamalı ve en doğru bilgiyi alabileceği dermatolog hekimlerle işbirliği içinde olmalı. Dermatolog hekimler sizi hem deri bulguları hem de eşlik eden diğer sorunlar konusunda doğru bir şekilde yönlendirecektir. Sedefi tedavi edebileceğini söyleyen dermatolog dışı diğer kişilere itibar edilmemelidir. Bilimsel olmayan yöntemler sağlığa zararlı olabilir.”

    Sedef tedavisinde psikolog veya psikiyatrist desteği olumlu sonuç alınmasını kolaylaştırıyor

    Hastalığın uzun süreye yayılması ve hastalıkla stres arasındaki iki yönlü ilişki nedeniyle sedef tedavisinde psikiyatrist takibinin çoğunlukla gerekli olduğunu belirten Doç. Dr. İlknur  K.  Altunay “En ideali dermatolog ve psikiyatristin birlikte çalışmasıdır” dedi. “Ama olamadığı durumlarda yeterli donanıma sahip dermatolog ya da psikologlar da bunu başarabilir. Hastalığın uzun süreye yayılması ve fiziksel sıkıntıların neden olduğu negatif  psikolojik etkiler  hastaların yakın çevresini ve aile ilişkilerini de olumsuz etkileyebilir. Bu durumlarda aile terapilerine dahi gereksinim duyulabilir.”

  • Topuk ağrısı ankilozan spondilit habercisi

    Topuk ağrısı ankilozan spondilit habercisi

    Türkiye’de en sık görülen romatizmal hastalıklardan biri olan ankilozan spondilit özellikle 45 yaş altı kişilerde ortaya çıkıyor. Üç aydan uzun süren bel, sırt ve boyun ağrılarıyla kendini gösterebilen ankilozan spondilit hastalığı hakkında bilgi veren Erciyes Üniversitesi İç Hastalıkları ve Romatoloji Uzmanı, Türkiye Romatoloji Derneği Üyesi Doç. Dr. Soner Şenel, istirahat sonrası görülen topuk ağrılarının bu hastalık için ayırıcı bir semptom olabileceğini belirtti. Zamanla, kemik dokuda büyümeye neden olan ve röntgen çekimlerinde topuk dikeni diye adlandırılan bulgunun ortaya çıkmasına neden olabilen ankilozan spondilit, zamanında teşhis ve tedavi edilmediği takdirde kalıcı kemik ve eklem hasarlarına neden oluyor. 

    Halk arasında iltihaplı bel-omurga romatizması olarak isimlendirilen ankilozan spondilit, önemli bir romatizma çeşididir. Türkiye’de en sık görülen iltihaplı romatizma türü olan ankilozan spondilit genellikle bel, sırt ve boyun ağrılarıyla ortaya çıkar. Toplumda ankilozan spondilitin tedavisi olmayan bir hastalık olduğu yönünde yanlış bir kanının bulunduğunu belirten Erciyes Üniversitesi İç Hastalıkları ve Romatoloji Uzmanı, Türkiye Romatoloji Derneği Üyesi Doç. Dr. Soner Şenel, şunları söyledi: “Toplumun bu hastalık konusunda bilinçlenmesi çok önemli. Artık ankilozan spondilitin tedavisini daha etkin bir şekilde yapabiliyoruz ve hastaların hayat kalitesini yükseltebiliyoruz.”

    Sabahları şiddetlenen topuk ağrısına dikkat edilmeli

    Tüm ankilozan spondilit hastalarında olmasa da, çoğunda topuk ağrısı görüldüğünü vurgulayan Doç. Dr. Soner Şenel, topuk ağrısının önemli bir belirti olduğunu belirterek şunları söyledi: “Hastalık başlangıcı veya seyri esnasında, özellikle sabahları veya istirahat sonrasında topuk ağrısı ortaya çıkabilir. Özellikle 45 yaş altı, kilolu olmayan ve ağır fiziksel işlerde çalışmayan kişilerde görülen ve özellikle istirahat sonrası ortaya çıkan topuk ağrısı, ankilozan spondilit hastalığının önemli ve spesifik bulgularından kabul edilebilmektedir. Topuk ağrısı, hastalığın topuktaki entezis, yani tutunma bölgelerini etkilemesi sonucunda oluşmaktadır. Ankilozan spondilitte görülen topuk ağrısının nedeni, genellikle ayak tabanındaki kasların ve bacak arka grup kaslarının kalkaneus diye isimlendirdiğimiz topuk kemiğine bağlandığı yerdeki romatizmal tutulumdur. Zaman içerisinde ayak tabanındaki bu tutulum kemik dokuda büyümeye neden olmakta ve röntgen çekimlerinde topuk dikeni diye adlandırdığımız bulgunun ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla 45 yaş öncesinde topuk dikeni saptanan hastaların, topuk dikeninin nedeni konusunda mutlaka ankilozan spondilit açısından tecrübeli bir hekime, mümkünse romatoloğa ulaşmasını tavsiye ediyoruz. Ancak her topuk ağrısının romatizmal hastalık belirtisi olmadığını da unutmamak gerekir. İncinmeye, zorlamaya, ağır yük taşımaya ve uzun süre ayakta kalmaya bağlı mekanik stres nedeniyle de topuk ağrısı ortaya çıkabilir. Ayrıca kilolu kadınlarda da menopoz sonrasında, romatizmal kaynaklı olmayan topuk ağrısı görülebilir.”

    topuk_agrisi_neden_olur

    45 yaş altı kişilerde görülen uzun süreli bel, sırt ve boyun ağrılarının nedeni ankilozan spondilit olabilir

    Ankilozan spondilitin kadın ve erkeklerde aynı oranda görüldüğünü belirten Doç. Dr. Soner Şenel şöyle devam etti: “Semptomların 45 yaş altı kişilerde görülmesi özellikle önemlidir. Çünkü topuk dikeni menopoz sonrası kadınlarda ya da çok aşırı kilolu kadınlarda mekanik strese bağlı olarak da görülebilir. Ya da ilerleyen yaşlarda kireçlenmenin bir bulgusu olarak karşımıza çıkabilir. Ankilozan spondilitin teşhisi için fiziksel muayene gerekir. Sonrasında yan ayak grafisiyle topuk dikeni görüntülenebilir. Bazı hastalarda ağrı olmasına rağmen kemikte bir değişiklik oluşmadığı için röntgende topuk dikeni görünmeyebilir ama bu bir problem olmadığı anlamına gelmez. Hastanın ağrısı ve şikâyeti varsa, fizik muayene bulgusu varsa, bu da tek başına anlamlıdır. Bu hastalık kemiklerde büyümeye neden olduğu için, teşhis ve tedavide geç kalınması sonucunda omurga kemiklerinde, kalça kemiklerinde ve eklemlerde bozulmalar meydana gelebilir. Zamanla ilerleyen bu bozulmalarla hastaların hayat kalitesi çok düşer. Çalışmayı, ev işi yapmayı ve gündelik hayatı normal bir şekilde sürdürmeyi zorlaştırır. Bu nedenle özellikle 45 yaş altı kişiler, üç aydan uzun süren bel, sırt ve boyun ağrıları ve özellikle istirahat sonrası görülen topuk ağrısı yaşadıkları takdirde vakit kaybetmeden bir romatoloğa görünmelidir.”

  • Tüp bebekte başarısız olunca ne yapılır?

    Tüp bebekte başarısız olunca ne yapılır?

    Tüp bebek tedavisi başarısız olunca yani negatif sonuç alınca, tedavinin tüm basamakları gözden geçirilir ve olası nedenler araştırılır. Tüp bebek tedavisinde başarısızlığın başlıca nedenleri düşük embriyo kalitesi, rahim sorunları, sistematik hastalıklar ve babaya ait sorunlardır. Tüp bebek başarısızlığının en sık ve en önemli nedeni düşük embriyo kalitesi olarak ifade edilen embriyo sorunlarıdır. Embriyo dışındaki sorunlar, daha kolay üstesinden gelinebilir ve birçoğu ameliyat veya ilaç tedavisi ile düzeltilebilir.

    1. Embriyodan kaynaklanan sorunlar

    Embriyo kalitesi, döllenmenin 3. gününde 8 hücreli ve hiç parçacığı olmamasına göre tanımlanır. Embryolar 3. gün sonrasında daha hızlı bölünmeye başlar ve hücre sayısı hızla artar, 5. günde blastokist adı verilen yapı oluşur. Labarotuvar ortamında 5. gün kaliteli blastokistlerin rahme tutunma şansları %60-70 gibi en üst düzeye çıkar. Çoğunlukla ideal olan 5. gün transferi yapılması tercih ediliyor.

    Kötü kalite embriyolardan genellikle sağlıklı embriyo ve sağlıklı gebelik gelişemiyor. Kötü kalite embriyoların %50-60’ında genetik hata bulunuyor. Bu yüzden eşlerin her ikisinden kromozom analizi yapılması, embriyolara genetik inceleme yapılması gerekebiliyor. Genetik olarak normal olan fakat çeşitli nedenlerden dolayı zayıf, yorgun veya kötü görünen embriyolardan da sağlıklı gebelik gelişme şansı oldukça düşük. Bu konuda bilim dünyasında gelişmeler hızla devam etmesine rağmen şu an için kabul edilmiş iyi çözümler yok. İyi kalite embriyo geliştiremeyen kadınlarda bazı uygulamaları denemekte yarar olduğunu biliyoruz. Fazla uyarılan yumurtalardan gelişen embriyolarda genetik hata fazla olduğundan, gereğinden fazla yumurta geliştirici hormon (gonadotropin) kullanmadan yumurtalık uyarımı yapmayı tercih ediyoruz. Hiç uyarı verilmeden doğal veya değiştirilmiş doğal siklus içerisinde tüp bebek denenmesi de yararlı olabiliyor.

    2. Rahimden kaynaklanan sorunlar

    İyi kalite embriyo transfer edilmesine rağmen hamilelik oluşmuyorsa, embriyo dışındaki diğer sorunların araştırılması gerekiyor. Embriyoyu kabul eden endometriumun olası sorunları araştırılıyor. Rahim, kendine ait bağışıklık sistemi olan, insan vücudunda ağırlığını kat be kat artıran ve azaltabilen tek organdır. Rahimdeki bozukluklar embryonun yerleşmesini engelleyebilir, veya yerleşmiş embryonun ilerlemesini durdurabilir. Ne tür rahim sorunlarında ne yapılabilir?

    Miyomlar: özellikle rahim boşluğunu yani endometrium adı verilen rahim yatağını rahatsız eden (submüköz) myomların gebeliği engellediği veya bozduğu biliniyor. Ancak rahim duvarına gömülü (intramural) veya rahmin dışında (subseröz) yer alan myomların gebelik üzerine etkisi konusunda görüş birliği bulunmuyor. Özellikle 4 cm üstündeki myomların rahim yatağını rahatsız etmese dahi, bazı maddelerin salınması nedeniyle gebelik oranlarını düşürdüğü iddia edilmektedir.
    Polipler: Endometriumdan köken alan bezlerin mantar gibi boşluğa uzanan katlantılarıdır. Genç yaşlarda poliplerin kötü huylu olmaları düşük olasılıktır. Polipler 1,5 cm üzerinde ise gebelik oranları düştüğü için histereskopi ile çıkarılmaları gerekiyor.
    İnce rahim yatağı: Embriyonun yerleştiği yatak dokusunun ince olması gebelik açısından sorun oluşturur. Tedavinin son günlerinde toplam endometrium kalınlığının 7 mm altında olduğu durumlarda gebelik oranlarının ciddi olarak düştüğü biliniyor. Endometriumun yeterli kalınlığa ulaşamamasının nedeni olarak kronik enfeksiyonlar, endometriyal bağışıklık sistemindeki bozukluklar, rahmin kanlanma bozuklukları yatmaktadır. Bir grup hastada geçirilmiş verem hastalığı, ince endometrium olmasında rol oynamaktadır. Rahim veremi, akciğer veremi olmadan geçirilebilir, tanısını koymak çok zordur. Özellikle beslenmesi bozuk olan ve hayvancılıkla uğraşan kadınlarda bunun sorun olabildiğini biliyoruz. Bir grup kadında ince endometriumun neden kaynaklandığını ne yazık ki bulamıyoruz.
    Rahim içinde yapışıklık (sineşi): Geçirilmiş rahim içi ameliyatları ve rahim enfeksiyonları yapışıklığın başlıca nedeni olduğu biliniyor. Hafif yapışıklıkların histeroskopi ile açılması gebelik şansını artırıyor. İleri derecede yapışıklık durumlarında endometrium dokusu da zarar gördüğü için rahim yatağında yapışıklıkların açılması gebelik için yeterli gelmeyebiliyor.
    Adenomiyozis: Normalde endometrium dokusunun sadece rahim yatağında olması, başka bir yerde olmaması gerekir. Fakat bazı kişilerde endometrium rahim kaslarının içinde yerleşir. Adet döneminde orijinal yerindeki dokular gibi kanamaya yol açarak rahmi tüm olarak büyütür ve ağrılı adet dönemine yol açabilir. Myom gibi düzenli sınırları olmayan, yer elması gibi yamru yumru yapıda, ameliyatla çıkarılması zor olan adenomiyozis embriyonun yerleşmesini zorlaştırabiliyor.

    3. Sistematik hastalıklardan kaynaklanan Tüp bebek tedavi başarısızlıkları
    Sistematik sorunlar, gebe kalıp düşük yapan kişilerdeki faktörlerle aynıdır.
    *Pıhtılaşmaya eğilim, Trombofili:Kaliteli embryo transferine rağmen gebe kalmayan hastaların yaklaşık %50’sinde saptanıyor. Hem serumda ilgili protein düzeyleri ile hem de moleküler biyoloji kullanılarak test ediliyor.
    *Şeker hastalığı, lupus ve benzeri hastalıklar gebe kalmayı etkiliyor. Deneyimlerimiz gizli tiroid hastalığının en sık karşılaşılan sorun olduğunu gösteriyor.
    *Genetik Bozukluklar: Anne veya baba adayında kromozom testlerinde bir anormallik çıkması, bebeği çok ciddi etkiliyor. Anne veya babadaki bozukluklar dengeli, yani yerleri değişik olmakla beraber bir gen eksikliği olmaması nedeniyle bir sağlık sorunu olmazken, bu genetik bozukluk normal geçiş mekanizmalarını kullanarak bebeğe geçerken etkilenmiş kromozomların düzgün olarak geçiş yapmaması bazı genlerin eksik geçiş yapmasına yol açmaktadır. Bu da ya embriyonun yerleşmemesine, düşük olmasına veya anomalili bebek olmasına yol açmaktadır. Bu sorunun tedavisinde preimplantasyon genetik tanı yöntemi kullanılmaktadır.

    4. Babaya ait sorunlar
    Baba adayında sperm sayısının düşük olması veya testisten sperm alınması kadının yaşından bağımsız olarak düşük yapma olasılığını artırıyor. Babanın yaşının 50’nin üstünde olması tüp bebek başarısızlığını artıran ayrı bir faktördür. Babada pıhtılaşmaya eğilim olması, anne adayında da var olması durumunda bu sefer bebekte de pıhtılaşmaya eğilim oluşmasına yol açmaktadır. Bu durumda annenin kan sulandırıcı kullanması yeterli olmayabilir. Babanın sigara içmesi ve folik asit düzeylerinde düşüklük olması annenin başarılı gebelik çıkarmasını etkilemektedir.

    Doç. Dr. Ayla ÜÇKUYU tarafından yazılmıştır.

  • Tabletler Göz Sağlığını Tehdit Ediyor!

    Tabletler Göz Sağlığını Tehdit Ediyor!

    Kullandığınız bilgisayarlarınızın tabletlerinizin göz sağlığınızı bozduğunu biliyor muydunuz?

    Sürekli bilgisayar başında çalışan kişiler göz sağlığı konusunda risk altında. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte bilgisayar ve tablet kullanımı sınır tanımayan boyuta ulaştı. Bunun sonucunda ise gözler bozulmaya başladı. Devamlı bilgisayar başında olan kişilerin gözleri yoruluyor ve zamanla gözleri bozuluyor. Bazen telafisi olmayan sonuçlar doğabiliyor.

    Bu nedenle göz sağlığınız için sık sık göz muayenesine gidin. Eğer gözlerinizde oluşabilecek rahatsızlıklara karşı gözlük kullanımı faydalı olacaktır. Gözlerinizi yorulduğunda dinlendirecek ve bilgisayarın zararlı ışınlarına kaşı sizi koruyacaktır. Sürekli bilgisayar kullanan biri için bilgisayar ışığından koruyan gözlükler son derece önemlidir.

    goz-sagligi

    Bilgisayar gözlere nasıl etkiler yapıyor?

    Hızlanan bilgisayar kullanımı ve bilgisayarların çoğunun monitör ekran olması nedeniyle kullanan kişilerin gözleri zaman bozulmaktadır. Bozulmaya başlayan gözlerde:  Göz ve göz çevrelerinde ağrı, hissedilen göz yorgunluğu, gözlerde yanma ve batma hissi, kaşıntı ve kızarıklık, bulanık görme ve odaklanmada zorluk çekme, gözleri sürekli kısma eğilimi ve ışığa karşı aşırı duyarlılık.

    Bunların yanında göz kapaklarında oluşan iltihap, baş ağrısı ve kepeklenme gibi nedenler gözlerinizin bozulduğunun habercisi. Gözlerinizin bozulduğunun bir diğer belirtisi ise göz kırpma sayınız.  Normal bir insanın göz kırpma sayısı dakikada 25’tir.

    Ancak göz kırpma seviyeniz 10’un altına düştüğünde hatta 5-6 arası değiştiğinde gözleriniz kırmızı alarm veriyor demektir. Göz kırpma eğilimi göz kapaklarınızı dinlendirir ve gözü korur. Bu işlem sağlıklı yapılmadığında gözlerde hasar oluşur.

    Bilgisayarın zararlı etkisi azaltılabilir mi?

    Yoğun olarak kullanılan bilgisayarlardan gözler nasıl korunur? Çoğumuzun en büyük problemi bu olsa gerek. Sizlere faydalı olabilmek adına birkaç öneri sıralıyoruz:

    Eğer bilgisayarla sık temastaysanız gözlerinizi sık olarak kırmaya çalışın. Hatta göz damlaları kullanın. Monitör tercihiniz gözlerinizi bozmayandan yana olsun.  Kullandığınız bilgisayar malzemelerinin sık sık tozunu alın.

    Bilgisayarlar yapıları gereği çok toz biriktirirler bu da gün içinde gözünüze yapışır ve göz sağlığını bozar. Bilgisayar kullanırken küçük puntolarla çalışmaktan kaçının. Gözleriniz zorlamayan karakterlerle çalışmak. Gözlerinizi en az saatte bir 5-10 dakika dinlendirerek göz sağlığınızı koruyun.

    Göz sağlığı için sizin önerileriniz nedir?

  • AVM’de gezen kadınlar dikkat!

    AVM’de gezen kadınlar dikkat!

    Yapılan bir araştırmaya göre kadınların can sıkıntılarını gidermek için genellikle gittikeleri AVMler’de yaptıkları alışverişlerin sonradan pişmanlığa neden olduğu ortaya çıktı.

    Özel bir teknolojik platform tarafından gerçekleştirilen araştırmalara göre, her 10 kadından dördü son ay içinde yaptığı en az bir alışverişten dolayı suçluluk duyarken, online alışverişte bu oranın 10 kadından birine kadar düştüğü belirtildi. Yaklaşık 2 bin kadın üyeye son bir ay içinde fiziksel ya da online mağazalardan yaptıkları alışverişlerden dolayı suçluluk duyup duymadıkları sorulan araştırmada; Bu soruya yanıt veren 710 kadından 305’i (yüzde 43’ü) sadece gezmek için gittikleri AVM’lerde ya da çarşı pazarda, değişik nedenlerden dolayı, gerçekten ihtiyaç duymadıkları bir ürünü aldıklarını, bundan dolayı da suçluluk duyduklarını ifade ettiler.

    Kadınlar suçluluk duydukları alışverişlerin yüzde 29’unu can sıkıntısından dolayı çıktıkları alışverişlerde yaptıklarını belirtirken; tezgahtarın ısrarları sonucu aslında ihtiyacı olmayan bir ürün alıp, sonra da suçluluk duyanların oranı ise yüzde 18 olarak belirlendi. Kredi kartında yüklü bir miktardaki taksidin sona ermesinin ardından çıkılan alışverişte suçluluk duyulan satın almaların oranı yüzde 16’yı buluyor. Sadece ucuz olduğu düşünülerek yapılan, sonradan suçluluk duyulan alışverişlerin oranı ise yüzde 15 olarak belirlendiği kaydedildi.

    Suçluluk duyulan alışverişlerin yüzde 13’ü kadın kadına çıkılan AVM gezilerinde yapılırken, açken çıkılan market alışverişleri de kalan yüzde 9’u oluşturuyor. Araştırmada sorulara yanıt veren 710 kadından sadece 68’i (yüzde 9.5) online alışverişte ihtiyaç duyulmayan bir ürün aldıklarını ifade ettiler. Suçluluk duyulan online alışverişler, ağırlıklı olarak can sıkıntısı nedeniyle sanal mağazalarda atılan turlar, indirim tutarının cazipliği, fırsat sitelerinde sunulan bir ürün ya da hizmeti kaçırmama isteğinden kaynaklandığı belirlendi.

  • Depresyondan Nasıl Çıkılır?

    Depresyondan Nasıl Çıkılır?

    Kış depresyonu, bahar depresyonu derken etrafınızı karamsarlıklar mı sardı? Cevabınız “evet”se bu yazı tam size göre.

    Çağımızın en çok yaygın hastalığıdır depresyon. Sizi içine bir aldı mı sürekli tekrarlara adeta bahane arar.

    Peki bu depresyon denen olay nedir?

    Çeşitli konularda severek, heyecan duyarak yaptığımız aktivitelerden hormonal ve genetik faktörlerden dolayı zevk almamıza engel olan bıkkınlık haline denir.

    Bu durumda kişi kendini istemese dahi üzgün hisseder her şeye endişelenip olayların olumsuz taraflarını görüp geçmişte yaptıkları için pişmanlık duyar.

    Bu duyguları yaşayan insanlar geleceğe dönük karamsarlık yaşarlar. Plan yapmayı sevmezler.

    Duygularda ani değişim,intihar düşüncesi ve planları,huzursuzluk korku,çok uyuma veya uyuyamama,sürekli artan yorgunluk başlıca depresyon belirtileridir. Bazı kişilerde depresyona yatkınlık vardır.

    depresyondan-nasil-cikilir-1

    Ayrılık, işsizlik, yakınları kaybetme konuları böyle kişileri derinden etkiler. Depresyonda genetik bozukluklar aktif rol oynar.  Bunun yanında karakter özellikleriniz de depresyona eğiliminizi etkiler.

    Depresyon sıklıkla yaşanan bir durumdur. Ancak çok abartılacak bir yanı yoktur. Doğru bir şekilde yapmanız gerekenleri uygularsanız depresyon illetinden kolayca sıyrılabilirsiniz.

    Depresyona girmek için havaların erken kararması bile sebep olabilir. Kişinin ruh hali bunu olumsuz olarak algılayıp kendini depresyona sokabilir.

    Depresyonu yenmek için neler yapılabilir?

    Depresyondaysanız:

    -Kalkın ılık bir duş alın ve rahatlayın

    -Pozitif düşünün hoşunuza giden şeylere odaklanın

    -Çay, kahve yapıp müzik dinleyin, ya da sevdiklerinizle konuşun

    -Umudunuzu ve şükrünüzü kaybetmeyin

    Young sad girl sitting alone in an empty room

    -Bardağın boş tarafına odaklanmayı bırakın, bardağın dolu tarafından bakın

    -Koyu renkli kıyafetlerden kaçının, açık tonlara ağırlık verin

    -Saçlarınızla uğraşın, farklı tarayın farklı şekilde toplayın

    -Parklara gidin çocuk gülüşlerini dinleyin iyi gelecektir

    -Eski fotoğraflarınıza bakın tek tek

    -Borçlarınızı ve giderlerinizi düşünmekten vazgeçin

    -Sigara, alkol tüketimine son verin

    -Size uygun olan bitki çaylarını tüketin

    -Tatlı şeyler tüketin ancak aşırıya kaçmadan

    -Moraliniz bozuk olsa bile gülümsemekten vazgeçmeyin, gülümsemek depresyondan çıkmanın anahtarıdır.

    -Düzenli uyku uyuyun

     

  • Aşırı mutluluk da kalbe zararlı

    Aşırı mutluluk da kalbe zararlı

    TÜRK Kardiyoloji Derneği (TKD) Genel Sekreter Yardımcısı Prof. Dr. Sinan Aydoğdu, aşırı üzüntünün yanı sıra, aşırı mutluluğun da kalbe zarar verdiğini söyledi.

    TKD tarafından düzenlenen 32’nci Uluslararası Katılımlı Türk Kardiyoloji Kongresi Serik’e bağlı Belek turizm merkezindeki Regnum Carya Golf & SPA Resort Otel’de başladı. Öncesinde, TKD ve Kongre Başkanı Prof. Dr. Mahmut Şahin, TKD gelecek Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kemal Erol, TKD eski Başkanı Prof. Dr. Lale Tokgözoğlu ile yönetim kurulu üyeleri basın toplantısı düzenledi.
    ‘DİYABET SIKLIĞINDA AVRUPA’DA BİRİNCİYİZ’

    TKD Başkanı Prof. Dr. Mahmut Şahin, kalp- damar hastalıklarının dünya ve Türkiye’deki son durumuyla ilgili bilgi verdi. Türkiye’de milyon nüfus başına 29 kardiyolog düştüğünü söyleyen Prof. Dr. Şahin, Türk halkında kalp ve damar hastalıklarının çok yaygın ve en çok ölüme yol açan hastalıkların başında geldiğini aktardı. Bunun nedenlerine bakıldığında sigaranın çok önemli bir sorun olduğuna işaret eden Prof. Dr. Şahin, “Diyabet sıklığında Avrupa birinciyiz, yüzde 14.8. Hipertansiyon erişkin nüfusumuzun 3’te 1’ini tutmuş durumda. Bunların yanında hareketsiz yaşam, obezite, dengesiz beslenme gibi bir çok risk faktörü hastalık üreten bir yaşam tarzı haline dönüşmüştür. Bununla mücadeleyi misyon olarak görüyoruz” dedi.

    ERKEKLERDE 45-55, KADINLARDA 55-65

    Avrupa ülkelerine göre Türkiye’de kalp krizinin erkek ve kadınlarda 10 yıl daha erken ortaya çıktığını vurgulayan Prof. Dr. Şahin, “Avrupa’da erkeklerde 55, kadınlarda 65 yaşında yoğunlaşan kalp kriziyle hastaneye yatışlar bizde erkeklerde 45- 55, kadınlarda 55- 65 yaşlarında zirve yapıyor. Bu yüzden her bireyin kalp damar hastalığına yakalanmadan en az 65 yaşına gelmesi misyonumuz olmalı” diye konuştu.

    ‘ÇAY KALBE YARARLI’

    TKD Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Adnan Abacı, çay ve kahve tüketiminin kalp ve damar sağlığına etkilerine ilişkin tartışmalara değindi. Çay ve kahvenin dünyada en çok tüketilen içecekler olduğuna işaret eden Prof. Dr. Abacı, şöyle dedi: “American Journal of Medicine adlı dergide, çay ve kahveyle ilgili yeni yayımlanan çalışmada önemli bilgilere yer verildi. Çalışmada yaklaşık 6 bin 500 kişi 5 yıl takip edildi. Çalışma sonuçlarına göre; düzenli olarak günde en az 1 bardak çay içenlerde kalp ve damar hastalığının daha az görüldüğü tespit edildi. Düzenli olarak günde en az 1 bardak kahve içmenin ise kalp ve damar sağlığına yararı tespit edilmedi. Ancak kahvenin zararlı olduğu da söylenmedi. Çalışma sonuçlarına göre çay içmek yararlıdır, kahve içmek güvenlidir, ancak yararlı değildir. Çayın yararının içerdiği flavonoidlere bağlı olduğu düşünülmektedir.”

    ‘AŞIRI MUTLULUK DA KALBE ZARARLI’

    TKD Genel Sekreter Yardımcısı Prof. Dr. Sinan Aydoğdu, ‘kırık kalp sendromu’ olarak bilinen ‘takotsubo’dan sonra ‘mutlu kalp sendromu’nun da olduğunu açıkladı. European Heart Journal dergisinde yayımlanan bir araştırma sonuçlarına göre çok mutlu ve eğlenceli olayların da benzer bulgulara yol açabildiğini anlatan Prof. Dr. Aydoğdu, “Kırık kalp sendromu tanısı alan 485 hastanın yüzde 96’sında aşırı üzüntü veya stres tetikleyici etkenken, 20 hastada yani yaklaşık yüzde 4’ünde aşırı sevinç ve mutluluk bu sendromu tetiklemiştir. Araştırmacılar aşırı mutluluk ve sevinçle tetiklenen bu durumu ‘mutlu kalp sendromu’ olarak adlandırmışlardır. Hem ani ve aşırı üzüntü, hem de ani ve aşırı mutluluk kalbe zarar verebilmektedir. Elbette bu mutluluk kalbe zararlı demek değildir. Dozunda mutluluk kalbe zarar değil fayda vermektedir. Buradaki anahtar kelime aşırıdır. Her şeyin aşırısının zararlı olduğu gibi, mutluluğun da aşırısı nadiren de olsa zararlı olabilir” diye konuştu.

    UYKU SÜRESİ 7 SAATTEN AZ OLMAMALI

    Uyku süresindeki kısalmanın da kalp sağlığı açısından olumsuz etkileri olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Aydoğdu, “Uyku süresinin 7 saatten kısa olması kalp hastalığı ve ölüm riskini artırmakta, bunun yanı sıra kalp hastalığı için risk faktörü olan diyabet, hipertansiyon oranlarında da artışa neden olmaktadır. Ayrıca depresyon, ağrı ve dikkat eksikliği de yapabilmektedir. Uyku süresi aynı zamanda inme ile de ilişkilidir. Uyku süresinin 7 saatten az olmasının zararlı olduğu bilim dünyası tarafından artık kabul edilmektedir” dedi.

     

    Kaynak: DHA – gazetevatan.com

  • Şeker ve Tuz Mucizesini Duydunuz mu?

    Şeker ve Tuz Mucizesini Duydunuz mu?

    Amerikalı bilim adamları şeker ve tuz karışımının öyle bir faydasını açıkladı ki inanamayacaksınız

    Amerikalı bilim adamı Matt Stone beslenme ve metabolizma hakkında bir kitap yayınladı. Kitapta öyle bilgiler vardı ki çoğumuzun işine yarayacak türden. Şimdi sizlere bizim en dikkat ettiğimiz kısmını açıklayacağız. Şeker ve tuz size ne ifade ediyor? İkisi de zıt tatlar değil mi ikisini aynı anda kullanmak bir yana düşünemezsiniz bile.

    seker-ve-tuz-mucizesi-3

    Bilim adamının açıklamasına göre şeker ve tuz karışımının etkileri bakalım nelermiş:

    Baş ağrısına iyi geliyor

    -Uykusuzluk çekenlere birebir

    -Bağışıklık sisteminin gelişmesine

    -Strese sebep olan hormonların kontrolü

    -Mutluluk hormonu sağlayan seratonin seviyesinin arttırması  gibi birçok faydası varmış.

    -Enerji seviyesini yükseltir

    seker-ve-tuz-mucizesi-4

    En çok etkiyi hangi üzerinde sağlıyor diyorsanız hemen açıklayalım. Şeker ve tuz ikilisi en çok uykusuzluk üzerinde etkiliymiş. Uykusuzluk çoğu kişini yaşadığı bir sıkıntıdır. Uykusuzluğun nedenleri değişebilir ancak en temel nedeni strestir.  Uyuyamama, uykuda dalmada zorlanma , rahat bir uyku geçirememe gibi nedenler uyuyamamanıza neden olur bu da negatif bir yapıya dönüşmenize neden olur.

    Uykusuzluk çeken kişi gece geç saatlere kadar uyuyamayabilir hatta sabahları çok erken kalkar. Üzülmeyin bu problemi sadece siz yaşamıyorsunuz. Tüm insanların hayatının bir bölümünde yaşadığı bir sorundur.  Uykusuz kalan kişi iş , özel ve sosyal hayatını kaliteli geçiremez. Bu da zamanla sorunlar çıkmasına neden olur.

    Uykusuzluk çeken bir kişinin çözümü direk doktora gidip ilaç kullanmak olmamalıdır.  Kendi kendinizi tedavi etme yoluna gitmelisiniz. İlaç kullanmak çözüm değildir.

    seker-ve-tuz-mucizesi-1

    Tuz ve şeker ikilisinin uykuya ne  gibi etkisi var?

    Uyku problemlerinin temelini stresin oluşturduğunu söylemiştik.  Yani uyku hormonlarının üretildiği yerde biyokimyasal reaksiyonlara yol açar. Stres hormonlarının yükseldiği zamanlarda uyku hormonları etkisini yitirir. Bunun sonucunda ise uyuyamama ve uykuda zorlanma gibi sorunlar yaşarsınız. Tuz ve şeker bu noktada devreye girer. İkisi stres hormonlarını düzenler uyku hormonları dengeye girdiği için uykusuzluk sorunu da ortadan kalkar.

    “Eat for Heat” kitabında araştırmacı Matt Stone bahsettiğimiz bu daha iyi uyumanızı sağlayacak çözümü açıklıyor.

    “Tuz ve şeker karışımı gece olan stres dolu durumlar için kesinlikle gerekli. Uykusuzluk gece saat 02.00 ile 04.00 arasında sizi vücudunuzda dolaşan aşırı miktarda adrenalin ile vurduğunda (adrenalin bu saatlerde salgılanır), dilin altına koyulan tuz ve şeker tek çare olacaktır.”

    Gelelim tarifine : 5 yemek kaşığı deniz tuzuna 1 tatlı kaşığı şeker karıştırın ve bir kavanoza koyun.  Yatmadan önce parmağınızla kavanozdan dilinizin altına sürün etkisine inanamayacaksın.

  • Bu Besinler Karaciğeri Temizliyor!

    Bu Besinler Karaciğeri Temizliyor!

    Vücudumuzun en önemli organlarından biridir Karaciğeri bu besinler temizliyor.

    Karaciğerimizi vücudumuzdaki toksinlerin atılmasından görevli organdır. Ancak karaciğer kendini temizleyemezse görevini yerine getiremez. Bu nedenle karaciğerin düzenli olarak kendisini temizlemesi için bazı besinlerin düzenli olarak tüketilmesi gerekir. Bakalım o besinler hangileriymiş..

    Sağlığınız için bu besinlerin en az iki tanesini besin listesine ekleyin.

    İŞTE KARACİĞERİ TEMİZLEYEN BESİNLER

    SARIMSAK: Sarımsağın faydaları saymakla bitmez biliyoruz ama sarımsak bir karaciğer dostudur. Günde 1-2 tane yediğiniz takdirde karaciğeriniz işlevini kazanacaktır.

    YEŞİL ÇAY :Yeşil çay da bulunan kateşin bir antitoksidandır. Bu nedenle karaciğeri temizleyen besinlerin başında gelir.

    ELMA: Elmanın karaciğeri temizleme konusunda öyle bir etkisi vardır ki. Hatta bununla ilgili : “Elma yiyen biri doktor yüzü görmez” diye söylenen bu sözü sizinle paylaşmak istedik. Elma karaciğer dostudur.

    karacigeri-temizleyen-besinler-2

    YEŞİL YAPRAKLI SEBZELER: İster çiğ ister pişmiş tüketin hiç fark etmez. Yeşil yapraklı sebzeler karaciğeri temizlemede baş listededir.

    AVOKADO: Avokado vücudun glutatyan üretmesini sağlar.

    PANCAR-HAVUÇ:  İkisi de karaciğer için çok önemlidir.  Karaciğerin fonksiyonlarının düzenlenmesine etki eder.

    LİFLİ GIDALAR:  Lifli gıdaların vücuttaki fazla yağların atılmasına yardımcı olur. Bunun sonucunda ise karaciğeri temizleme işlevi devreye girer. Mercimek, ıspanak, yulaf ezmesi, kepek, siyah fasulye, kuru fasulye gibi gıdalar lif yönünden zengindir.

    fft20_mf5956874

    CEVİZ:  Her derde deva olan cevizin bir de karaciğeri temizleme görevi vardır. Karaciğerde amonyum oranının azaltılmasında önemlidir. Ceviz iyi glutatyan ve omega-3 kaynağıdır. Yutmadan önce iyice sıvılaşana kadar çiğnemeyi unutmayın.

    LİMON: Limonda C vitamini çok bulunur. Bu nedenle sabah içildiğinde karaciğeri uyarır.

    ZERDAÇAL: Baharatlar arasında en faydalısı ve en işlevli olanıdır. Özellikle Çin ve Hindistan mutfağında kullanılan bir ilaç gibi güçlü bir antiinflamuar karaciğerin en sevdiği baharattır.

    1018166_620x360

    TURPGİLLER: Turpgiller karaciğerde ekstra enzim üretimi sağlayarak sistemdeki glikoz miktarını artırabilmektedir. Bu enzimler kanser riskini de azaltmaktadır.

    KARAHİNDİBA: Karahindibanın karaciğere ne gibi faydası olabilir diyenleri duyar gibiyim. Hemen açıklıyoruz.  Karahindiba karaciğerde yaşanan problemleri çözmede aktif rol oynar. Karahindiba çay olarak tüketiliyor.  Zaman olarak kahvaltıdan yarım saat önce tüketilirse etkili olur.