Kategori: Sağlık

  • Kadınlar için tehlike yaratan 3 kanser

    Kadınlar için tehlike yaratan 3 kanser

    Jinekolojik kanserler dünya çapında görülen kanser vakaları arasında önemli bir yer tutuyor. Bu hastalık grubunun ortaya çıkmasında; yaşam tarzı, genetik geçiş ve bazı virüsler rol oynuyor.

    Risk faktörlerinin iyi saptanması, düzenli kontrol ve farkındalığın artması, kadın kanserlerinde de erken teşhisi ve tedavi başarısını beraberinde getiriyor.

    Jinekolojik Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Yakup Kumtepe, en sık görülen 10 kanserden 4’ünün kadınlarda ortaya çıktığını söyledi.

    SİGARA RAHİM AĞZI KANSERİ RİSKİNİ ARTIRIYOR

    Ülkemizde tüm diğer kanserlerde olduğu gibi,kadın kanserlerinde de artış gözlendiğini aktaran Dr. Kumtepe, ülkemizde en sık rastlanan üç kadın kanserire dikkat çekti.

    Serviks kanserinin dünyada en sık görülen kadın kanseri olduğunu hatırlatan Kumtepe, “Her yıl yaklaşık 540 bin kadına rahim ağzı kanseri tanısı konulmaktadır. Rahim ağzı kanserine yol açan HPV, aynı uçuk virüsü gibi hücrelerin bir yerinde saklanır. Yıllar içinde buradaki hücreleri transformasyona çevirerek, normal hücre tipini atipik yani kanser hücresine dönüştürebilir. Özellikle erken yaşta evlenenler, çok eşli kişiler veya çok eşli partneri olanlar ile günde bir paket ve üzerinde sigara içenlerde risk artmaktadır. HPV’nin genetik çeşitlilik gösteren, yaklaşık 100 ayrı tipi var. Bunların 30-40 tanesi insanlara bulaşım yoluyla geçebilir” dedi.

    OBEZİTE RAHİM KANSERİNE DAVETİYE ÇIKARABİLİR

    Endometrial ya da uterus kanseri olarak da adlandırılan rahim kanserinin ortaya çıkmasında obezitenin büyük önem taşıdığını, aşırı kilonun östrojene, diyabete ve hipertansiyona, dolayısıyla rahim kanserine yol açtığını söyleyen Dr. Kumtepe şöyle devam etti:

    “Rahim kanserlerinin yaklaşık yüzde 25’i menopoz öncesi, yüzde 5’i de 40 yaş altında görülür. Hastalığın en önemli belirtisi, düzensiz kanamadır. Her 4 vakadan 3’ü erken evrede yakalanabilir. Hastalık erken evrede yakalanırsa histerektomi adı verilen ve rahmin çıkarılması esasına dayalı cerrahiyle başarılı bir şekilde tedavi edilebilir. Eğer hasta genç yaşta ve çocuk istiyorsa fertilite koruyucu tedavi uygulanır. Hastaya önce ilaç tedavisi uygulanıp, gebeliğin sağlıklı bir şekilde tamamlanması sağlanır. Ardından da ameliyat yapılır. İleri evrelerde cerrahinin ağırlığı da, dolayısıyla buna bağlı riskler de artar. Ameliyatın ardından radyoterapi ön planda olmak kaydıyla, hastalara kemoterapi ve radyoterapi tedavisi uygulanır.”

    YUMURTALIK KANSERİNDE AİLE ÖYKÜSÜ ÖNEMLİ

    Yumurtalık kanserinin görülme oranı 60’lı yaşlarda zirveye ulaştığını kaydeden Kumtepe, hastalığın ortaya çıkmasındaki en önemli nedenlerden birinin doğurganlığın azalması olduğunu dile getirerek şunları söyledi:

    “Çünkü doğum yapmak kişiyi yumurtalık kanserinden korur. Rahim ve rahim ağzı kanserlerine oranla daha geç dönemde fark edilen hastalık, hastaların yüzde 75’inde ilerlemiş evrede yakalanır.

    “TAMA YAKIN ORANDA TEDAVİ EDİLEBİLİR”

    Yumurtalık kanserinin yüzde 15’i genetik geçişle ortaya çıkar. Özellikle gen mutasyonu taşıyan, ailesel kanser öyküsü̈ olan kadınların mutlaka 6-12 ayda bir hekim tarafından kontrol edilmesi gerekir. Bu sayede hastalık daha erken evrede yakalanabilir ve diğer kadın kanserlerinde olduğu gibi tama yakın oranda tedavi edilebilir. Tedavide sadece rahim ve yumurtalıklar değil, vücutta tutulması muhtemel olan tüm dokular alınır. Cerrahi sonrası uygulanan kemoterapiden ise olumlu yanıt alınır.”

  • 10 Doğal Antibiyotik

    10 Doğal Antibiyotik

    Nar : Özellikle kış aylarında artan gribal enfeksiyonlara karşı koruyan nar kalp ve damar dostu bir meyve. 1 nar günlük almamız gereken C vitamini ihtiyacımızın yarısını karşılamaktadır. İçerdiği polifenoller ve antosiyaninler sayesinde damar tıkanıklığını azaltıcı ve tansiyon düşürücü özellik göstermektedir. Kansere karşı koruyucu etkisi olan nar, fiziksel aktivite sonrası vücudun yorulmasını da geciktiriyor. Ancak bir avuç nar bir porsiyon meyveye denk geldiği için nar suyu tüketmek tansiyonu fazlaca düşürebilir ve gereksiz şeker alımına neden olabilir. O nedenle günde bir porsiyonu geçmeyecek ölçüde tüketilmesi gerekiyor.

    Doğal Antibiyotikler : Nar

    Pırasa: Sağlığa faydaları çok yüksek olan pırasa tam bir kalp dostu besin. İçerdiği flavonoid ve kamferol sayesinde kan damarlarında meydana gelen hasarları gidermeye yardımcı oluyor. Sülfürlü bileşikler sayesinde de özellikle kolon kanseri başta olmak üzere birçok kanser türüne karşı koruyucu etkisi bulunuyor. Ancak çok yüksek miktarda tüketildiğinde kalsiyumun vücutta kullanılmasını olumsuz etkileyebilir. Gaz yapan bir sebze olduğu için sindirim sistemi sorunları yaşayanların çok iyi pişirerek ve az miktarda tüketmesinde fayda var. Pırasayı sevmeyenler patates ile birlikte pişirerek püre haline getirilip çorbalarda tüketebilecekleri gibi, salatalara da soğan yerine doğrayabilir. Omlet ve menemene ilave ederek de kahvaltılarınızı daha sağlıklı hale getirebilirsiniz.

    Kivi: Antioksidan özelliği sayesinde bağışıklığı güçlendiren kivi tam bir C vitamini deposu. Öyle ki portakaldan daha fazla C vitamini içeren bir adet kivide günlük alınması gereken C vitamini ihtiyacından daha fazlası var. İçindeki pektin sayesinde vücudu toksinlerden arındırırken DNA’yı koruyor. Kan şekeri kontrolü için yararlı olan kivi, içeriğindeki lif sayesinde sindirimi kolaylaştırıyor, kolesterolü dengeliyor. İngiltere’de yapılan araştırmalar küçük çocuklarda öksürme, hapşırma, nefes darlığı gibi bazı hastalıklarda kivinin olumlu etki yaptığını ortaya koyuyor.

    Doğal Antibiyotik : Kivi

    Kırmızıbiber: Kırmızıbiber C vitamini ve potasyumdan zengin bir besin. İçerisinde bolca bulunan C vitamini bağışıklık sistemini güçlendirirken potasyum kalp krizi riskini azaltıyor. Ağrı kesici ve iltihap çözücü etkisinin yanında kolesterolü düşürüyor, mide asidini düzenliyor ve mikrop öldürücü özelliğiyle kış aylarında şifa kaynağı olarak öne çıkıyor. Gerek taze gerekse kurutulmuş kırmızıbibere sofralarınızda yer vererek hem lezzet hem sağlık açısından faydalanabilirsiniz.

    Doğal Antibiyotik : Kırmızı Biber

    Zencefil: Doğanın mucizevi besinlerinden zencefil aşırıya kaçmamak koşuluyla üst solunum yolu enfeksiyonları ve gripten kansere dek birçok fayda sağlıyor. Sindirimi ve hazmı kolaylaştırmasının yanında mide bulantısına iyi gelen, kolesterolü düşüren ve kanın pıhtılaşmasını engelleyen zencefilin ağrı kesici özelliği de bulunuyor. ABD’de Michigan Üniversitesi’nde yapılan bir dizi araştırma, zencefilin yakın gelecekte kanser tedavisinde de kullanılabileceğini ortaya koydu. Mikropların kol gezdiği bu kış aylarında taze zencefili rendeleyip içine limon ve bal koyarak elde ettiğiniz karışımdan sabahları bir tatlı kaşığı yiyerek bağışıklığınızı güçlendirebilirsiniz.

    Brokoli: Brokoli, içerdiği sulforan maddesi sayesinde antioksidan aktivite göstererek bağışıklığı destekler. C vitamini ve E vitaminini bir arada içerdiği için bağışıklık sistemini uyarır. ABD’de yapılan araştırmada, çoğunlukla sigaranın sebep olduğu ve her yıl tüm dünyada 100 binlerce insanın ölümüne yol açan Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı’nın (KOAH) hasarının engellenmesinde, brokolide bulunan bu “sülforapan” maddesinin etkili olduğu ortaya çıktı.

    Doğal Antibiyotik : Brokoli
    Doğal Antibiyotik : Brokoli

    Turp: “Turp gibi olmak” deyiminin boşuna söylenmediği aşikar. Zira içerisindeki zengin C vitamini, folik asit, fosfor ve yüksek diyet lifi sayesinde tam bir sağlık kaynağı. Çok güçlü bir antioksidan olan turp, soğuk algınlığı gibi hastalıkların tedavisinde birebir. Yüksek lifi sayesinde sindirim ve boşaltım sistemini destekliyor, öksürüğe iyi geliyor. Örneğin kış aylarında tezgahlarda rahatça bulacağınız kara turpu güzelce yıkayıp üst kısmından kesip içerisini oyun. (İçinden çıkan parçaları atmayıp salatada kullanın. Oyduğunuz kısmına bal koyun) Bir su bardağının üzerine oturtun. Turpa alttan çok minik bir çizik atın ki, içerisine koyduğunuz bal turp suyu ile özdeşleşip bardağa akabilsin. Bir gece bekletip sabah- akşam içerek 2 yaş üzeri çocuklarda ve yetişkinlerde fayda sağlayabilirsiniz. Turpun en az kendisi kadar faydalı olan yapraklarını da salatalarınızda değerlendirebilirsiniz.

    Doğal Antibiyotik : Turp

    Ispanak: Bağışıklık sisteminin süper besinlerinden biri olan ıspanakta A,B,C ve E vitaminleri ile kalsiyum, magnezyum, quarcetin hepsi bir arada bulunuyor. Enfeksiyonları önleyip, bağışıklığı güçlendiren ıspanağın içinde bol miktarda bulunan C vitamini ve folik asit sadece vücudu korumakla kalmıyor, aynı zamanda enfeksiyonlarla savaşıyor. Kalp dostu olan ıspanak beyin yaşlanmasını geciktirici etkiye de sahip. Sağlık vadeden ve tam da mevsimi olan doğanın bu mucizevi besinini bol bol tüketin.

    Kefir: Kefir, hele de mikropların kol gezdiği bugünlerde vücut direncini artırmada birebir. Son yıllarda yapılan tüm çalışmalar, düzenli tüketildiğinde kefirin üst solunum yolu enfeksiyonlarına karşı koruyucu olduğunu ortaya koyuyor. Kefir, gribal enfeksiyonlara karşı korurken, bağırsakta kanser oluşturan etkenleri engelliyor, probiyotik özelliği sayesinde sindirim sistemine yararlı oluyor. Ayrıca sinirsel rahatsızlıklara, iştahsızlık ve uykusuzluğa karşı da fayda sağlıyor. Ülser yüksek tansiyon , bronşit ve astım hastalarının tedavisinde de kullanılan kefir hem çocukların hem yetişkinlerin mutlaka tüketmesi gereken bir besin.

    Doğal Antibiyotik : Kefir

    Sarımsak / Soğan: Binlerce yıldır birçok tıbbi amaçla kullanılagelen mucizevi besin sarımsağın bakteri, mantar ve virüsleri yok etme kapasitesi 19. Yüzyılda Louis Pasteur’ün araştırmalarıyla da doğrulanmış. Özellikle çiğ tüketildiğinde içeriğindeki sülfürlü bileşikler sayesinde bağışıklık sistemini güçlendiren, kansere karşı koruyan sarımsak hücre onarımını kolaylaştırıyor ayrıca helikobakter pilori gibi bazı bakterilerin çoğalmasını önlüyor. Ancak aşırı tüketimi vücutta kanamalara yol açabiliyor. Kokusundan dolayı pek çok kişinin tüketiminden kaçındığı sarımsağa her gün iki diş sofrada yer vermek çok faydalı. Aynı aileden olan soğan da hücre hasarına karşı koruyan ve bağışıklığı kuvvetlendiren çok güçlü bir antioksidan.

    Doğal Antibiyotik : Sarımsak Soğan

  • Kendinizi ve kızınızı rahim ağzı kanserinden koruyabilirsiniz!

    Kendinizi ve kızınızı rahim ağzı kanserinden koruyabilirsiniz!

    Tanımı: HPV virüsü 100den fazla çeşidi olan bir enfeksiyondur. HPVnin her çeşidi vücudun herhangi bir bölgesinde – genital bölge veya anüs etrafında çıkabilecek genital siğiller, ellerde , ayak tabanında, ağızda ve üst solumun sisteminde çıkabilecek siğiller – anormal bir büyümeye sebep olabilir. Hpv enfeksiyonları yaygın olarak görülür. ABDde yaklaşık 20 milyon kişide genital siğillere veya başka lezyonlara sebep olan HPV enfeksiyonu vardır. Hpv enfeksiyonlarının bazıları rahim kanserine sebep olabilmektedir, ama çoğu kansere yol açmaz.

    Semptomları : HPV enfeksiyonu genelde siğil veya başka bir lezyonu olmadığından farkedilmez. Hastalığın semptomlarını göstermeseniz dahi, bu semptomlar ortaya sonradan çıkabilirler ve hastalığı başkasına bulaştırabilirsiniz. Hastanın semptomları taşıdığı HPV enfeksiyonunun çeşidine göre çeşitlilik gösterebilir.

    Genital Siğiller : Genital siğiller kanser habercisi değildir; genital bölgede küçük ten renginde veya gri renkte şişliklerdir, karnıbahar şeklini alacak şekilde birçok siğilin beraber toplanması şeklinde de görülebilir. HPV enfeksiyonunun 6 ve 11 tipleri buna sebep olur. Bu hpv tiplerinin genelde kanserle bir ilgili yoktur. Kadınlarda, bu siğiller genellikle vulvada, bazen de anüs çevresinde, vajina içinde veya rahimde gözükebilir. Erkeklerde ise, penisin ucunda veya gövdesinde, testislerde veya anüsde yer alabilir. Genital siğiller nadiren ağrıya sebep olurlar.

    Premalign Genital Lezyonlar : Belli HPV enfeksiyonları kanser öncesi lezyonlara sebep olan hücresel değişikliklere neden olabilirler. Bu anormal durumlar en çok Smear testinde ortaya çıkar. Düşük dereceli anormallikler genelde tedaviye gerek kalmadan hücrelerin normale dönmesiyle sonuçlanır. Hpv enfeksiyonunun 6 ve 11 tipi bu çeşit anormalliklere sebep olur. Yüksek dereceli anormallikler normale dönmeye pek meyilli değildir ve bazıları rahim ağzı kanserine sebep olabilir. Hpv enfeksiyonunun 16 ve 18 tipi bu çeşit yüksek dereceli anormalliklere sebep olur.

    Oral ve Üst Solunum Lezyonları :Bazı Hpv enfeksiyonları siğillere ve dilde, bademciklerde, damakta, gırtlakta ve burunda oluşabilecek diğer lezyonlara sebep olurlar. Bu lezyonlar tip 6 ve 11 gibi düşük riskli hpv çeşitlerinin veya 16 ve 18 gibi yüksek riskli hpv çeşitlerinin sonucu olabilir.

    Serviks Kanseri ve Diğer Tümörler:Yüksek risk taşıyan birçok Hpv enfeksiyon çeşidi genelde kansere dönüşmez, fakat 2 yıldan uzun süren kalıcı enfeksiyonlar büyük bir kanser riski oluştururlar. Aşırı adet kanaması veya adet periyodları arası kanama gibi anormal vajinal kanamalar serviks kanserinin belirtileridir. Hemen hemen tüm serviks kanserleri Hpv virüsü nedeniyle olmaktadır. Dünya çapında çok fazla kadın serviks kanserine yakalanmaktadır çünkü birçoğu çok önemli olan smear testini yaptırmamaktadır. Tüm serviks kanserinin % 70i 16 ve 18 tip Hpv çeşitleri sebebiyle olur. Bu tipler, aynı zamanda genital organ kanserleri, anüs, ağız ve üst solunum kanserlerine de neden olabilirler.

    Genel Siğiller :Bu tip siğiller zararlı olmayan ve genelde ellerde, parmaklarda ve parmak aralarında oluşan cilt büyümeleridir. Bunlar pürüzlü, kabarık yumrulardır. Görünüşlerinden dolayı can sıkabilirler; aynı zamanda ağrılı, yaralanma ve kanamaya hassas da olabilmektedirler. Çoğu çocuk ve genç bu siğillere sebep olan Hpvye yakalanmış olabilir, ama sadece küçük bir yüzdesi siğillenir. Çoğu kişide 20 yaşından sonra siğil çıkmaz.

    Ayak Tabanında Çıkan Siğiller :Bunlar sert, damarlı, zararsız büyümelerdir ve genellikle topuklarda ve ayakta en çok baskıyı hisseden kısımlarda çıkarlar. Bu siğiller rahatsızlık ve ağrı yapabilir.Ayak tabanında çıkan siğiller her ne kadar yetişkinlerde görülse de; birçok yetişkin bunlarla çocukluk veya gençlik dönemlerinde tanışmaktadırlar.

    Düz Siğiller : Düz siğiller cildinizden koyu renkte olan, genellikle yassı başlı, hafif kabarık, zararsız lezyonlardır. Çoğunlukla yüz, boyun, eller, dirsekler ve dizlerde görülürler. Düz siğile sebebiyet veren hpv enfeksiyonları genellikle çocukları ve ergenleri ve genç yetişkinleri etkiler.

    Doktora Ne Zaman Başvurmak Gerekir? Eğer siz veya çocuğunuzda rahatsızlık veya ağrıya sebep olan herhangi bir çeşit siğil varsa, doktorunuza başvurmanızda fayda vardır. Kadınların düzenli olarak smear testi yaptırmaları çok önemlidir. Smear testi serviks kanserine dönüşebilecek bir HPV enfeksiyonunu ortaya çıkarmanın en iyi yoludur.

    Nedenleri? Virüs vücuda bir kesikten, bir sıyrıktan veya derinin en üst tabakasında hissedilmeyen bir yaradan girer ve Hpv enfeksiyonu gerçekleşir. Virüs öncelikle cilt cilde temasla bulaşır. Genital siğil ve alakalı lezyonlara sebep olan HPV enfeksiyonları cinsel ilişki ile bulaşır. Oral veya üst solunum a ait lezyonlara sebep olan bazı Hpv enfeksiyonları oral seks ile bulaşır. Nadiren, virüsü taşıyan bir anne doğum sırasında bunu bebeğine bulaştırabilir.

    Risk Faktörleri? Hpvye sık rastlanır; hastalığın risk faktörleri şöyledir:

    Cinsel ilişkide bulunulan partnerlerin sayısı : Kişinin partner sayısı ne kadar fazlaysa, hastalığa yakalanma olasılığı da o kadar fazladır. İlişkide bulunulan kişinin birçok partnerle birlikteliği de riski arttırmaktadır.

    Genç Yaş : Genital HPV enfeksiyonları sıklıkla 25 yaşından genç cinsel aktif yetişkin kadınlarda smear testi ile ortaya çıkarılmaktadır. Bunun sebebi bu yaşlarda yaşanan cinsel aktivitenin artmış olması da olabilir, bu yaşlardaki kadınların virüse karşı daha duyarlı olmaları da olabilir. Ergen erkekler ve genç baylar da risk grubundadır ama onlarda virüse rastlanmamaktadır.

    Savunmasız Bağışıklık Sistemi : Bu gruptakiler Hpv enfeksiyonları açısından büyük bir risk altındadır. Bu savunmasızlığın sonu HIV / Aids “le sonuçlanabilmektedir.

    Hpv enfeksiyonlarının esas risk faktörü genel siğiller, ayak tabanındaki siğiller ve düz siğillers sebep olan genç yaş faktörüdür. Çocuklar ve ergenler bu tip Hpv enfeksiyonlarına karşı daha savunmasızdırlar.
    Testler ve Teşhis HPV enfeksiyonunun teşhisi için aşağıdaki testler gerekebilir :

    Görsel Muayene : Siğil veya lezyon mevcutsa

    Sirke Çözümü Testi : Doktorunuz HPV enfeksiyonlu alanları beyaz yapan sirke çözümü testi uygulayabilir. Bu, görmesi zor düz lezyonları görmede kolaylık sağlar. Çoğu durumda, HPVnin tipini belirlemenin gereği yoktur çünkü görünür siğil ve lezyonlara sebep olan HPV tipleri kansere yol açmaz.

    Smear Testi : Vajinal muayene esnasında doktorunuz serviksten hücre örneği toplar ve analiz için laboratuvara gönderir. Eğer laboratuvar sonucundan bir netice alınamazsa, doktorunuz HPV DNA testi isteyebilir. Smear testinizde bir anormallik yoksa, doktorunuz HPV DNA testini istemeyecektir.

    DNA Testi : Bu test, serviksten alınan hücreler sayesinde, tip 16 ve 18 de dahil olmak üzere toplam 13 yüksek riskli HPV virüsünü ortaya çıkarabilir. Eğer DNA testi yüksek riskli HPV enfeksiyonunu işaret ediyorsa, kanser riski fazladır. Eğer son zamanlardaki smear testlerinizin sonuçları normalse ve 30 yaşından büyükseniz; doktorunuz smear testlerinize ek olarak HPV DNA isteyebilir. Her iki test de negatifse, bir sonraki Smear + DNA testiniz 3 sene sonra olmalıdır. Eğer smear testiniz negatif ama DNA testiniz pozitifse; doktorunuz sizi daha erken bir tarihte muayene etmek isteyebilir.

    Tedavi ve İlaçlar HPV enfeksiyonunun tedavisi yoktur. Çoğu vakada, bağışıklık sisteminiz virüsü vücuttan atar ve siğiller tedavisiz bir şekilde ortadan kalkar.
    Siğillerden kurtulmak için evde veya doktorunuz tarafından uygulanabilecek bazı tedaviler mevcuttur. Bunlar HPVnin yoğunluğunu azaltmaya yöneliktir ama virüsü ortadan kaldıramazlar. Örneğin; genital siğilleriniz ortadan kalkmış olsa dahi, cinsel ilişki ile partnerinize hala virüsü bulaştırma riskiniz vardır.
    Genital Siğiller Genital siğillerin tedavisi şunları içerir;

    Imiquimod (Aldara) isimli reçete ile satılan ve bağışıklığın HPV ile savaşması gücünü arttırma amaçlı kullanılan krem

    Podofilox (Condylox) genital siğil dokusunu ortadan kaldırmak amacıyla krem şeklinde kullanılan krem

    Trichloroacetic asit; genital siğilleri yakmada kullanılan bir çeşit kimyasal tedavi

    Kriyoterapi kullanarak dondurma işlemi

    Koterizasyon kullanarak siğilleri yakma işlemi

    Operasyonla siğilleri alma

    Lazer operasyon

    Yüksek Dereceli – Kanser Öncesi Lezyonların Tedavisi Doktorunuz düşük dereceli kanser öncesi lezyonları büyük bir olasıkıla tedavi etmeyecektir; çünkü bunlar kendiliğinden geçer ve kansere dönüşmezler. Ancak düzenli olarak smear testi yaptırarak problemin ortadan kalktığından emin olmalısınız.
    Doktorunuz yüksek dereceli kanser öncesi lezyonların alınmasını önerecektir; çünkü bunlar kansere dönüşebilmektedir. Tedavi seçenekleri şöyledir :

    Operasyon

    Lazer operasyon

    Kriyoterapi

    Koterizasyon

    Diğer Siğillerin Tedavisi Ayak tabanında görülen ve düz siğillerin tedavisinde;

    Zaman içinde siğilin katmanlarını yok eden Salisilik asit

    Imiquimod (Aldara)

    Kriyoterapi

    Operasyon

    Lazer operasyon

    Korunma
    Genital Siğiller ve İlgili Lezyonlar Genital siğil ve ilgili lezyonları geliştirme riskinizi aşağıdaki maddeleri uygulayarak yapabilirsiniz :

    Tek eşli olmak

    Cinsel partnerlerin sayısını azaltmak

    İlişki sırasında hepsini olmasa da bazı Hpv tiplerinin bulaşmasını önlemek için prezervatif kullanmak

    Gardasil isimli aşı kadınları tip 6, 11, 16 ve 18 HPV enfeksiyonlarına karşı korumaktadır. İdeal olan, bir kadının cinsel aktif olmadan bu aşıyı olmasıdır. Aşı kadınları sadece henüz karşılaşmadıkları tiplerdeki Hpv virüslerine karşı korur.
    Cervarix isimli aşı ise bivalan bir aşıdır ve HPV tip 16 ile HPV tip 18e benzer partikülleri içerir ve kanserojen olan HPV tip 16 ile HPV tip 18e karşı koruma sağlar.
    Aşı serviks kanseri ile savaşmada çok kuvvetli yeni bir yöntemdir ve çoğu doktor hastalarını gerekli yaşta aşı olmaları için teşvik etmektedir.
    Cinsel aktif birçok genç kız ve kadın aşıdan yarar sağlayacaktır. Eğer bir hpv enfeksiyonu geçirdiyseniz, aşının içindeki tğm tipleri geçirmiş olmanız mümkün değildir. Hpv enfeksiyonu riski olan birçok kişi için, aşının faydaları bilinen risklerinin önüne geçmektedir. Klinik denemelerde ortaya çıkan yan etkiler iğne yerinde oluşan hafif bir ağrıdır. Eğer risk altında olduğunuzu düşünüyorsanız; aşı olmak için doktorunuzla temasa geçiniz.
    Hpv aşısı şu anda erkeklere önerilmemektedir; ancak bu aşılama stratejisinin yararları henüz araştırılmaktadır. Erkeklerin aşılanması onların gelecekte olacak cinsel partnerlerine belirli faydalar sağlayacaktır.

    Genel Siğiller Genel siğillere neden olan hpvden korunmak zordur. Eğer genel siğiliniz varsa, enfeksiyonun yayılmasını ve yeni siğillerin oluşumunu önlemek amacıyla siğillerle oynamayınız ve tırnaklarınızı yemeyiniz.
    Ayak Tabanında Çıkan Siğiller Ayaklarınızı temiz ve kuru tutarak; temiz çorap giyerek; halka açık havuz ve soyunma odalarında ayakkabı veya sandalet giyerek bu tarz siğillerden korunabilirsiniz.

    Rahimağzı Kanseri Aşısı
    Rahimağzı Kanseri Aşısının Özelliği Nedir? Sadece Amerikada yılda 10.000 kadın rahimağzı kanseri olur, ve bu sebeple yılda yaklaşık 4.000 ölüm gerçekleşir. Rahimağzı kanseri kadınları hala gençken yakalayabilmektedir. O sırada kadın bebek sahibi olmaya çalışıyor olabilir. Rahimağzı kanseri tedavisi olan bir kadında doğurganlık imkansız olur.
    Rahimağzı Kanseri Aşısı Ne İşe Yarar? Cinsel ilişki ile bulaşan HPVnin birçok tipi, birçok vakada rahimağzı kanserinin sorumlusudur. Rahimağzı kanseri aşısı özellikle HPV tip 16 ve 18i engeller. Aslında, rahimağzı kanseri aşısı kanseri daha ilk aşaması bile başlamadan engeller. Rahimağzı kanseri aşısı genital siğil yapan ama kanserle ilgili olmayan tip 6 ve 11e de etki eder.
    Aşı Ne zaman Uygulanmalı? Aşıyı, genç kızların 11-12 yaşlarında, hatta 9 yaşında dahi yaptırmaları tavsiye edilmektedir. Böylece, genç kızın bağışıklık sistemi HPV virüsüne karşı daha o yaştan ektive olur. Bu yaşta aşılama ile en yüksek antikor seviyesine ulaşılır. Antikor seviyesi ne kadar yüksek olursa, korunma da o kadar yüksek olur.
    Aşı 6 ay içerisinde 3 adet enjeksiyon şeklinde uygulanır. 2.doz birincisinden 2 ay sonra, 3.doz ise ikincisinden 4 ay sonra uygulanır.
    Aşı Neden 3 Doz Uygulanıyor? Neden 3 doz uygulandığı bilinmemektedir çünkü ne kadar antikor düzeyinin HPVden yeterli korunmayı sağladığı bilinmemektedir.
    Erken klinik testlerde araştırmacılar kadınlarda her 3 dozda da, antikor düzeylerinin yükselmeye devam ettiğini gözlemlemişlerdir.
    Antikor düzeyi aşı olmayı bıraktığınız zaman ister istemez düştüğünden dolayı, yıllarca HPVden korunabilmek için yüksek antikor düzeyleri ile başlamak mantıklıdır. Zamanla, 3 doz aşı gerekli olmayabilir veya yıllar sonra kuvvetlendirici bir aşının gerekliliği keşfedilebilir. Bunlar, konuyla ilgili şu anda bilinemeyen bazı detaylardır.
    Cinsel Olarak Aktifseniz, Aşının Yine de Yararı Var mıdır? Evet. Klinik testlerde aşı, bazılarında bir veya daha fazla HPV tipi geçirmiş olan cinsel aktif 26 yaşında ve genç kadınlarda etkili olmuştur. Rahimağzı kanseri aşısı daha önce bunlara maruz kalmamışsanız; tip 6, 11, 16 ve 18 HPV virüslerini engeller. Bu zamana kadar ne kadar çok kişiyle birlikte olmuşsanız, 6, 11, 16 ve 18 de dahil olmak üzere, HPV tiplerinden birine maruz kalma riskiniz de o kadar fazladır.
    Bazı uzmanlar 18 – 26 yaş aralığındaki kadınları doktorlarıyla cinsel geçmişleri üzerinde konuşmaları konusunda teşvik etmektedir böylece aşının yararlı olup olmayacağına karar versinler.
    Aşının Riski veya Yan Etkisi Var mı? Rahimağzı kanseri aşısı güvenlidir. Amerikada 16 milyondan fazla doz satılmıştır. En yaygın şikayet aşı yerinde ağrıdır. Düşük dereceli ateş ve gribe benzer semptomlar da görülebilir. Bazen aşılanmadan sonra özellikle ergenlerde baş dönmesi ve bayılma da gerçekleşebilir. Ancak, yan etkiler genelde hafiftir.
    Ancak, bazı ciddi yan etkiler de bildirilmiştir. Ciddi allerjik durumlar, felç gibi nörolojik durumlar, beyinde şişkinlik hatta ölüm gibi. Neredeyse tüm yan atkilere ilişkin raporlar aşılanmanın kendisinden değil; zamanlamasıyla ilgili gözükmektedir.
    Tüm yeni aşılarda olduğu gibi, bunda da gözlemleme hala devam etmektedir. Aşı olan bayanlar aşılanma sonrası 15 dakika kadar bayılma ve allerjik reaksiyonu önlemek için ayağa kalmamalıdır.
    Aşı Sonrası Smear Testine Hala Gerek Var mı? Kesinlikle var; ve bu çok önemli bir nokta. Rahimağzı kanseri aşısı smear testinin yerine geçemez. Düzenli yapılan muayene ve smear testleri kadın sağlığı açısından son derece önemlidir.

     

    Prof. Dr. Fatih ŞENDAĞ

  • Ağız Kokusunu Gideren Yöntem!

    Ağız Kokusunu Gideren Yöntem!

    Ağız kokusu kabusunuz olmasın. Ağız kokusunu önlemek için bunu uygulayın.

    Ne yaparsanız yapın ağız kokusundan kurtulamıyorsanız bir de bu yöntemi deneyin. Eğer ciddi anlamda ağız kokusu sorununuz varsa unuttuğunuz bir şey var demektir. Su içmek!

    Uzmanlara göre yetersiz su içmek ağız kokusuna neden oluyor. Günde iki litre su içmek ağız kokusunu gideriyor.

    agiz-kokusunu-gideren-yontem-1

    Diş bakımınızı düzenli yaptırıyor, geniz akıntısı ve bademcik gibi sağlık problemleriniz yok ama ciddi oranda ağzınız kokuyorsa sıvı tüketiminiz az demektir. Kalabalık ortamlarda konuşmaktan çekinmemek için günlük su tüketiminizi arttırın. Bol su içmek sizi sosyal kabus haline gelen ağız kokusu derdinden kurtarabilir.

    Ağız kokusunun nedeni az besin alımı ve sıvı azlığı. Bunun dışında tansiyon ve psikiyatri ilaçları, kansızlık, ağız içi enfeksiyonları, ateşli hastalıklar ve diyabet de, tükürük üretiminin azalmasına neden olur. Bunun sonucunda ise ağız kokusu oluşur. Ağız kokusunun temelinde yatan neden ağızdaki tükürük miktarının azalmasıdır.

    Bol su tüketiminin sadece ağız kokusuna etkisi yok tabi ki. Suyun tüm vücuda olumlu etkisi vardır. Kilodan güzelliğe kadar birçok olumlu etkisi vardır.

    agiz-kokusunu-gideren-yontem-3

    Çay ve Kahve su yerine geçiyor mu?

    Çoğu insan bu yanılgıya düşüyor. Su içmiyorum ama çay ve kahveyi çok tüketiyorum. Çay ve kahve asla su yerine geçmiyor. O nedenle su içmeyi alışkanlık haline getirin.

  • Sedef hastalığının en önemli nedeni stres

    Sedef hastalığının en önemli nedeni stres

    Kırmızı, kaşıntılı, pullanmalarla daha çok dirsek, diz ve saçlı deri tutulumuyla seyreden, daha çok erişkin yaşlarda gözlenen sedef hastalığı çocuklarda da görülebiliyor.

    Stresin sedef hastalığının gelişmesinde çok önemli bir etken olduğuna dikkat çeken Dermatoloji Uzmanı Doç. Dr. Zafer Türkoğlu, “Stresin tetiklediği vücuttaki moleküller, deride sedefin moleküler sürecini uyarır ve biz de bu hastalığı yaygın olarak görmeye başlarız” dedi.

    Sedef şikayetlerinin kişinin yaşam kalitesini düşüren, etkileyen nedenler arasında yer aldığını aktaran Türkoğlu, sedefte son yıllardaki çalışmalarla beraber medikal tedavilerde de ileri düzeyde gelişmeler görüldüğünü ifade ederek, hastalığın tedavisinin, topikal ve fototerapi yöntemlerinin yanı sıra, yeni edinilen biyolojik aşılarla da mümkün olduğunu, bunun da sorunu çözmede büyük katkı sağladığını kaydetti.

    “STRES KONTROLÜ SEDEFTE BELİRGİN DÜZELME SAĞLIYOR”

    Güncellenen yöntemlerin, yüzde 70-80’lere, hatta 90’lara kadar sedef hastalığında etkin tedavi sağladığını belirten Doç. Dr. Zafer Türkoğlu, sedefi tetikleyici etkenlerin en önemlilerinden birinin de enfeksiyonlar olduğunu söyleyerek şöyle konuştu:

    “Özellikle boğaz enfeksiyonları önemli bir etkendir. Son yıllardaki çalışmalarla obezite, metabolik sendrom gibi faktörlerin hücresel bazda, sistemik bir inflamasyona sebep olarak hastalığı deride ve vücuttaki etkenleriyle aktive ettiği ortaya çıkarılmıştır. Ayrıca hastaların kullandığı birtakım ilaçlar da sedef hastalığını tetikleyebilir. Sedefte stres başrolde olan bir etkendir. Stresin tetiklediği vücuttaki moleküller, deride bu hastalığın moleküler sürecini uyarır ve biz de bu hastalığı yaygın olarak görmeye başlarız. Tedavi sürecinde sedef hastalarından stresi bastırıp, yönetmesini istiyoruz.”

    Türkoğlu, stresi yönetmeleri için hastalara çeşitli egzersiz tavsiyelerinde bulunduklarını, yoga, yürüyüş gibi aktiviteleri önerdiklerini anlattı

    “SEDEF BULAŞICI BİR HASTALIK DEĞİLDİR”

    Türkoğlu, hastaların üçte birinde genetik etkenlerin saptandığını vurgulayarak, “Öyle ki hastaların anne ya da babalarından birinde hastalık olduğu zaman çocuklarında sorunun görülme ihtimali yüzde 25’lere ulaşır. dedi.

    Sedefte çocuklarda da tutulum gözlenebildiğini, erişkinlerdeki tedavi yöntemlerinin bu grupta da uygulanabildiğini dile getiren Türkoğlu, sözlerini şöyle tamamladı:

    “Çocuklardaki tedaviler aynı erişkinlerde olduğu gibi yüz güldürücü sonuçlar vermektedir. Sedef hastalığında erken tanı çok önemlidir. Çünkü vücutta oluşan inflamasyon, yani hücre göçünün erken evrede saptanması, bu hücre göçünün diğer sistemik organlara etkisini azaltacaktır. Tedaviyle birlikte erken uygulanan başarılı tedaviler, ileride sedefin oluşturduğu zararlı etkileri ortadan kaldıracaktır. Sedef sadece deriyi tutan bir hastalık değildir. Sistemik tutulumla, vücutta kalp, kardiyovasküler, gastrointestinal sistem hastalıklarında artış gözlenebilmektedir. Ayrıca sedef hastalığı kesinlikle bulaşıcı değildir. Sadece genetik zemin çerçevesinde çevresel faktörlerin etkisiyle daha sonraki nesillere aktarılabilen bir hastalıktır.”

  • Emzirmeyen annede meme kanseri riski 4 kat fazla

    Emzirmeyen annede meme kanseri riski 4 kat fazla

    Gebelik esnasında çocuğundan kendisine geçen kök hücreleri anneler emzirerek bebeğine geri gönderebiliyor. Ama emzirmeyen annelerde bebeğin kök hücreleri annenin meme dokusunda klon oluşturuyor.

    Bu durumun kanser nedeni olabileceğini belirten Tıbbi Biyoloji ve Genetik Uzmanı Prof. Dr. Osman Demirhan, gebelik sırasında bebekten anneye geçen kök hücrelerin emzirmeyen annelere bazı durumlarda kanser olarak geri dönebileceğini söyledi.

    Demirhan, “Bebeğini emzirmeyen anneler, emziren annelere göre 4 kat daha fazla meme kanserine yakalanma riskine sahip” dedi.

    YILIN TEMEL KANSER ARAŞTIRMACISI ÖDÜLÜNÜ ALDI

    Moleküler Kanser Araştırma Derneği (MOKAD) tarafından 2002 yılından bu yana ulusal ve uluslararası ölçekte Temel Kanser Araştırma Toplantıları kapsamında verilen ödüllerden biri bu sene Çukurova Üniversitesi’nden Prof. Dr. Osman Demirhan’ın oldu. 6. Multidisipliner Kanser Araştırma Kongresi adı altında Konya Selçuk Üniversitesi ev sahipliğinde gerçekleştirilen kongrede “Maternal mikrokimerik hücreler kanser kök hücrelerine dönüşür mü?” araştırmasıyla Yılın Temel Kanser Araştırmacısı Ödülü’nü alan Prof. Dr. Osman Demirhan, yaptığı araştırmayla ilgili bilgi verdi.

    “BEBEKTEN GEÇEN KÖK HÜCRELER ANNEDE KANSERE NEDEN OLABİLİR”

    Gebelik esnasında anneden bebeğe, bebekten anneye geçen kök hücrelere dikkat edilmesi gerektiğini belirten Demirhan, “Son yıllarda özellikle bu mikrokimerik hücre dediğimiz gebelik esnasında bebekten anneye, anneden bebeğe geçen kök hücrelerin geçişten sonra akıbeti konusunda günümüzde bir belirsizlik var. Bazen bu kök hücreler anneyi tamir ettiği, bazen de annede kansere neden olduğu ileri sürülüyor” diye konuştu.

    “EMZİREN ANNELER MEME KANSERİNE DAHA AZ YAKALANIYOR”

    Meme kanseri olan annelerde, gebelik sırasında bebeğinden geçen kök hücrenin kanser dokusu içerisinde bulunduğunu ifade eden Prof. Dr. Osman Demirhan özellikle meme kanseri geçiren annelerde kanser dokusu incelendiğinde doğurduğu çocuğun kök hücrelerini aldıklarını belirtti.

    Kök hücre geçişlerinden oluşabilecek kanserlerden emzirme yoluyla korunulabileceğini söyleyen Demirhan, “Gebelik esnasında çocuğundan kendisine geçen kök hücreleri anneler emzirerek bebeğine geri gönderebiliyor. Ama emzirmeyen annelerde bebeğin kök hücreleri annenin meme dokusunda klon oluşturuyorlar. Onun için kadın doğumcular gebelik anneyi yeniler derler. Bu kök hücreler anneyi tamir eder normalde. Bazı kötü durumlarda bebeğin kök hücreleri bazı kanserlerde kanser oluşumuna katkıda bulunuyorlar. Annede görülen kanserlerin hepsi bebeğinden geçiyor gibi bir anlam çıkarılmasın. Ama emzirmeyen anneler, emziren annelere göre 3-4 kat daha fazla meme kanserine yakalanma riskine sahipler” şeklinde konuştu.

  • Tüp bebek tedavisinde karşılaşılan sorunlar nelerdir?

    Tüp bebek tedavisinde karşılaşılan sorunlar nelerdir?

    TEDAVİNİN İPTALİ:

    žTüp bebektedavisi başladıktan sonra yeteri kadar yumurtalıklardan cevap alınamaz ise tedavi doktor tarafındaniptal edilebilir.Tüp bebektedavisinde başarı şansı %100 değildir. Özellikle ileri yaştaki kadınlarda ve yumurtalık kapasitesi düşük olanlarda bazen tedavi olumlu sonuçlanmayabilir

    žAşırı cevap olup şişme sendromu riski taşıyan hastalarda iptal edilebilir.

    ž Aynı zamanda baba adayında yeterli ve hareketli sperm bulunamadı ise ve döllenme gerçekleşmemiş ise tedavi iptal edilebilir.

    YUMURTA BULUNAMAMASI:

    Ultrason takipleri ve kan düzeylerine göre normal follikül gelişimine rağmen yumurta toplama işleminde yumurtanın çıkmaması durumudur. Özellikle ileri yaş hastalarda ve yumurtalık kapasitesi düşük olanlarda daha çok karşılaşılır. Bu durum tüm siklusların %2-7 sinde görülür. Tekrarlama olasılığı vardır.

    SPERM BULUNAMAMASI:

    TESE uygulanan hastaların yaklaşık yarısında sperm bulunamaz.Bu durumda tedavi iptal edilir.

    DÖLLENMENİN OLMAMASI:

    Döllenme aşamasında sperm veya yumurtanın kalitesi ile ilgili problemden dolayı döllenme gerçekleşmeyebilir. Bu durum özellikle ileri yaş ve/veya yumurtalık kapasitesi kötü olan kadınlarda veya ciddi sperm sorunu olan vakalarda daha çok karşılaşılabilecek bir durumdur.Ancak yumurta ve spermler normal olsa da bazı yumurtalarda döllenme gerçekleşmeyebilir.Yumurta toplanan kadınların yaklaşık %5inde görülür.

    TRANSFER ZORLUĞU:

    Kadının rahim yapısındaki bazı problemlerden dolayı embryo transferi zor olabilir. Transferin zor olması gebelik şansını azaltan faktörlerden biridir.

    GEBELİK TESTİ ÖNCESİ KANAMA:

    Hasta ve doktorun moralini bozan ve gebelik şansını düşüren bir durumda olsa kesin hamilelik yok demek değildir.

    ÇOĞUL GEBELİK:

    Rahime birden fazla embryo transfer edilmesi halinde çoğul gebelik potansiyeli mevcuttur. Üç embryo transfer edilmesi durumunda çoğul gebelik riski %15-30 iken, beş ve üzerinde transfer edilmesi durumunda %40a kadar çıkabilir. Hastalar çoğu kez gebe kalma şanslarını arttırmak için, çoğul gebeliğin risklerini düşünmeksizin çok fazla embryo transfer edilmesini talep ederler. Ancak çoğul gebelikler anne ve bebeklerde ciddi problemlere yol açabilir. Annede gebeliğe bağlı hipertansiyon, gebeliğe bağlı şeker ve erken doğum riskleri artar. Bebeklerde ise ölü doğum, anne karnında ölüm, erken doğuma bağlı problemler, gelişme geriliği, serebral palsi görülme olasılığı artar. Bu nedenlerle dünyada ve ülkemizde embryo transferi sayısı yasal düzenlemelerle kesinleştirilmiştir.

    OHSS(OVARİAN HIPERSTIMULASYON=ŞİŞME SENDROMU):

    Tüp bebek tedavisindeki en önemli risklerden biri OHSS(şişme sendromu)dir. Tüp bebek tedavilerinin %20-30unda hafif, %3-6 sında orta,% 0.1-0.2 sinde ise ağır formda görülebilir. Bazı hastalarda yumurtlamayı arttırmak için verilen iğnelere karşı yumurtalıkların aşırı cevap vermesi sonucu oluşur. Kesin nedeni bilinmemektedir.

    Genç yaş, düşük vücut ağırlığı, polikistik over hastalığı, yüksek dozda ilaç kullanımı risk faktörlerindendir.Yumurtalıkların uyarılması sırasında kabul edilebilecek sayıda yumurta uyarılması ile aşırı uyarılma arasında ince bir sınır vardır. Her zaman doz ayarlaması mümkün değildir.

    Belirtiler karın ağrısı, karında şişlik hissi, bulantı, kusma, ishal, nefes darlığı ve idrar miktarında azalmadır. Yapılan tetkiklerde karında ve göğüs boşluğunda sıvı toplanması, yumurtalıklarda büyüme ve pıhtılaşma faktörlerinde bozulma görülebilir. Ağır vakalarda hastaneye yatırılarak tedavi gerekir.

    Tedavide eğer sendrom hafif formda ise hasta ayaktan izlenir. Yumurtalıklar büyümüş olduğu için(yırtılma ve dönme riski nedeniyle) ağır fiziksel aktivite ve cinsel ilişki yasaklanır. İhtiyaç halinde ağrı kesiciler ve kusmaya karşı ilaçlar kullanılabilir. Günlük kilo ve karın çevresi ölçümleri önemlidir. Karın çevresinde artış olması, vücut ağırlığının artması, idrar miktarında azalma, nefes darlığı gibi yakınmaların ortaya çıkması durumunda fizik muayene ve laboratuar testleri yapılmalıdır.

    Sendromun şiddetli olması durumunda hastaneye yatarak tedavi gerekir. Bu sırada serum verilmesi ve karında biriken sıvının iğne ile boşaltılması (parasentez) uygulanan yöntemlerdir. Bazı durumlarda hastanede kalış süresi 2-3 haftaya kadar uzayabilir. Bu dönemde 10-15 defa parasentez yapılması gereken olgular bildirilmiştir.

    Sendrom gebe kalmayan kadınlarda kısa süre içinde geriler.Gebelik oluşması durumunda sendrom daha şiddetli bir form alabilir.
    OHSS gelişmesi olasılığından şüphenilen hastalarda tedavide uygun protokollerin seçilmesi ve düşük dozda ilaç kullanılması tercih edilmelidir. Ancak gene de gelişirse çatlatma iğnesi yapılmayarak tedavi iptal edilebilir veya yumurtalar toplandıktan sonra embryolar dondurularak transfer ertelenebilir.

    KANAMA:

    Vajinal ultrason eşliğinde yumurta toplanması sırasında vajende zedelenmeye bağlı kanama olabilir. Sadece yumurta toplama işlemine bağlı vajinal kanama oranı %0-1.3 arasında değişmektedir. Birçok vakada işlem biter bitmez kanama durur.

    ENFEKSİYON:

    Nadir görülen problemlerdendir. Yüksek ateş, sürekli karın ağrısı, idrar yaparken yanma veya kanama gibi bulgular verebilir. Enfeksiyon durumunda geniş etkili antibiyotiklerle tedavi gerekir.

    DIŞ GEBELİK:

    Dış gebelik; gebelik materyalinin rahim içinde değilde rahim dışı herhangi bir yerde(genellikle tüplerde) gelişmesidir. Tüp bebek uygulamalarından sonra dış gebelik ihtimali %1-3 arasındadır. Özellikle daha önce dış gebelik öyküsü olanlarda, tüple ilgili hastalık ve ameliyat öyküsü olanlarda görülme ihtimali daha yüksektir. Teşhiste vajinal ultrasonla birlikte seri HCG(kanda gebelik testi) ve progesteron ölçümleri faydalı olacaktır.

    Tüp bebek tedavileri tüm bunların ötesinde çiftler için ciddi fiziksel, maddi ve duygusal problemlere yol açabilir. Psikolojik stres ve duygusal problemler özellikle tüp bebek başarısız olduğunda çok daha yaygındır.

     

    Doç. Dr. Esra Ayşin TONGUÇ

  • Varis Tedavisinde Yeni Yöntem!

    Varis Tedavisinde Yeni Yöntem!

    Pandora, o meşhur kutusunu açıp, Dünya’ya kaos saçtığından beri, herkes güzellik peşinde. “Aman daha güzel olayım, daha iyi iş bulayım, daha iyi eş bulayım, kısacası daha mutlu olayım.” Fakat güzel olmak çok da kolay değil. Doğru makyaj, doğru saç ve doğuştan gelen şansla iş bitmiyor. Herkesin mutlaka en az bir kusuru var. Bu kusurlarımızı da ancak estetik ve cerrahi müdahaleler yardımı ile hayatımızdan çıkartabiliyoruz.

    Çok güzel bir yüze, parlak saçlara, orantılı vücut yapısına sahip olan, ancak sütun gibi bacaklarında varis olan bir hanımefendi düşünelim. Muhtemelen rahatsızlık duyacak ve mutsuzluk hissedecektir. Çorapsız dışarı çıksa ayrı dert, yaz ortasında naylon çorap giyse başka dert. Çorap yetmezse, sprey bacak boyası sıksa yaz ortasında sıcaktan boyanın aktığına mı yansın, duştan çıkınca varisleri tekrar belli olunca aynaya bakmaktan mı vazgeçsin?

    varis-tedavisinde-yeni-yontem-5

    Günümüz şartlarını düşündüğümüzde, çoğu meslek sürekli oturarak veya sürekli ayakta durarak icra edilmekte. Obezitenin yaygınlaşması ile bacaklara yüklenen basınç da giderek artıyor. Alkol alımı ve kontrolsüz beslenme de hepimizin sorunu. Bunlar, varise neden olan sebepler arasında görülebilir.  İşte tüm bu modern çağ sorunları, varise davetiye çıkartıyor. Yani, varis, yalnızca genetik değil, aynı zamanda modern çağın bize küçük bir “Merhaba, nasılsın?” deme şekli.

    Varisi, yalnızca kozmetik anlamda değerlendirmemek gerekir. Varis, hastaların gündelik hayatını bir çok yönden olumsuz şekilde etkiler. Bacaklarda ağrı, şişme, gece krampları, yorgunluk ve yanma hissi en sık görülen etkilerdir. Hatta bunlara karşın öncelikli tercihlerden bir tanesi varis çorabı olur.

    varis-tedavisinde-yeni-yontem-3

    Varisleri 3 sınıfta inceleyebiliriz. Gelin, çoğu hanımın ve hatta bazı beylerin korkulu rüyası haline gelen haylaz canavarları, varisleri, varislerimizi yakından tanıyalım:

    • Kılcal varisler: Bu tür varisler ciltte kabarıklık yapmazlar. Mor ve kırmızı renkte olurlar ve kozmetik açıdan kötü bir görüntüye sebebiyet verirler. Hatta bu haylazların bazıları, kaşıntıya da neden olarak, hastaları oldukça rahatsız etmektedir.
    • Orta boy varisler: Bu varis türünde, kılcal varislere oranla, daha fazla kabarıklık gözlenir. Koyu yeşil renkli olan bu tür varisler, genelde diz kapağının arka kısmında hayatlarını mutlu mesut sürdürürler. Genelde 2-3 mm kalınlığa kadar ulaşırlar. Tedavileri de, kılcal varislere nazaran daha uzun müddet gerektirir.
    • Büyük boy varisler: En tehlikeli varis türüdür ve uzun dönemde hastanın yaşam kalitesini oldukça etkilerler. Ciltte belirgin kabarıklığa neden olurlar. Çapları 3 mm’den büyüktür. Bu varis türünün kesin olarak tedavi edilmesi gereklidir, ihmal edilmemelidir.

    varis-tedavisinde-yeni-yontem-2

    Güzellik önemli tabii, ancak güzelliğimizi bozacak derecede vücudumuzda iz bırakan veya etki eden  sinyalleri algılayarak, müdahale etmeliyiz. Müdahale edilmediği taktirde, güzellikten çok daha önemli olan sağlığımızı riske ettiğimizi unutmamalı, doğru cerraha görünerek tedbir almalıyız.

    Düzgün, varissiz, pırıl pırıl bacaklarınızla, varislerden uzak geçireceğiniz sağlıklı günlere kavuşmak için, varis kliniği ile bir çok başarıya imza atmış, Türk ve Dünya kadınlarının göz bebeği estethica Hastaneleri’nden birine başvurarak, varis problemlerinizden kolaylıkla kurtulabilirsiniz, bizden söylemesi.

    varis-tedavisinde-yeni-yontem-4

  • Tüp bebek tedavisinin bilinmeyen yönleri

    Tüp bebek tedavisinin bilinmeyen yönleri

    1 ) Başarıda kadının yaşı

    Tüp bebek tedavisinde elde edilecek olan başarı şansı, kadının yaşı ile alakalı olarak değişiklik göstermektedir. Ancak tüp bebek tedavisinde elde edilecek olan başarı, sağlanmış olan hamilelik ile değil, canlı doğumlara göre hesaplanmalıdır. Aynı zamanda kadının yaşı dışında, tedavide başarıyı etkileyen çok sayıda etken de bulunmaktadır.

    Tüp bebek tedavisine başvuran kadın hastanın yaşı ne kadar küçük olursa, hamile olabilme ihtimali de o kadar artar. Aynı zamanda, anne adayının yumurta kalitesinin yüksek olması, tedavide başarılı olma olasılığını ciddi anlamda artırır. Ancak bu durum, genç adayların her birinde başarı sağlanabileceği anlamına gelmemektedir.

    2 ) Tüp bebek tedavisini olumsuz açıdan etkileyen etkenler nelerdir?

    Anne adayı henüz 20 yaşlarında, ancak yumurta rezervleri güçsüz ve kalitesiz ise, başarı ihtimalinde ciddi anlamda düşüş yaşanır. Aynı zamanda, tüp bebek uygulamalarında başarı elde etme olasılığını olumsuz açıdan etkileyen çok sayıda etken bulunmaktadır. Bu etkenlerden bir kaçını saymak gerekir ise;

    Çiftlerin evlilik süresi

    Kadının yaşı

    Kadın hastanın yumurtalık kapasitesi

    Kadının daha evvel gebe kalıp kalmadığı

    Kadın hastanın daha evvel düşük yapıp yapmadığı

    Erkek hastanın sperm sayısı ve kalitesi

    Daha evvel gelişmiş olan iltihap ve ateşli hastalıklar(kaba kulak hastalığı gibi)

    Hormonal denge ile alakalı problemler

    3 ) Neden iyi bir tüp bebek merkezi?

    Tüp bebek tedavisine uzman doktorunuz ile birlikte karar vermiş iseniz, yapmanız gereken ilk şey doğru tüp bebek merkezi seçimi olacaktır. İlk adımı bu şekilde atmanız, tedavi merkezinin başarıdaki etkisinin oldukça büyük olmasıdır. Genelde merkezlerdeki eleman sayıları, başarı yüzdeleri, teknolojik imkânlar aynı gibi görünebilir ancak çiftlerin bunu tamamıyla araştırmaları ve doğru merkezi buna göre seçmeleri gerekmektedir.

    İlk başlarda tüm merkezlerin neredeyse hepsinin aynı olanakları sağlaması, çiftler için yanılgı nedenleri olmaktadır. Mesela; çoğunlukla başarı oranı yüksek olan merkezleri incelediğimizde bu yüksek oranların, 35 yaş altı, tedavide olumlu sonuç alabilme ihtimali %80 olan hastaları kabul edip geri kalanları geri çevirmeleri olduğunu gördük. Tüp bebek merkezi seçimi konusunda dikkat edilmesi gereken bazı hususlar şu şekildedir.

    Merkez ne zamandır faaliyet göstermektedir?

    Tüp bebek merkezinin 35 yaş üstü gebe kalma ve canlı doğum oranı nedir? Bu soruyu sormamızdaki sebep, merkezin başarı oranının 35 yaş üstü kişilerde yüksek olması demek merkezin gerçekten iyi hizmet verdiğine işarettir. Çünkü 35 yaş üstü bayanlarda gebeliği sağlamak, sağladıktan sonra gebelik esnasında oluşabilecek komplikasyonları önlemek ve canlı doğumu sağlamak oldukça zor bir ihtimaldir.

    Merkeze başvuran çiftler, merkez yetkilileri tarafından dürüst olarak bilgilendiriliyorlar mı?

    Embriyo dondurma ve transfer işlemlerinde merkezin başarı oranı nedir?

    Merkezde çalışan tıbbi personelin tecrübesi ne kadardır?

    4 ) Kliniğin önemi

    Tüp bebek tedavisinde başarılı olmak için seçilen kliniğin de önemi büyüktür. Birçok tüp bebek merkezi başarı oranını artırmak için gebe kalma şansı yüksek olan hastaları seçmekte ve bu şekilde başarı oranını artırmaktadır. Bu nedenle tedavi merkezi seçilirken detaylı bir şekilde araştırma yapılmalı ve merkezin ne tür hasta gruplarını kabul ettiği hakkında bilgi sahibi olunmalıdır. Tüp bebek tedavi merkezi seçerken son derece dikkatli ve titiz olunmalıdır. Kaliteli bir merkez ve işinde uzman bir doktor ile başarı şansı daha yüksek olmaktadır.

     

    Op. Dr. Ali Osman KOYUNCUOĞLU

  • Topuk Dikenine Yeni Yöntem!

    Topuk Dikenine Yeni Yöntem!

    Günümüzde en sık rastladığımız sorunlardan biri de topuk dikeni. Topuk dikeni derdine bu tedavi yöntemiyle son.

    İnsan yürüdüğü zaman ağırlıkları kadar, koştuklarında ise ağırlıklarının iki katı yük topuklarının üzerine biner.

    Bunun sonucu olarak ta sürekli ayakta kalmak ve hareket halinde olmak topuk dikeni oluşumuna zemin hazırlar.

    Topuk dikeni topuk kemiğinin alt kısmında olan kemik çıkıntısıdır. Zaman zaman topuk ağrılarına neden olur. Ancak topuk dikeni topuk ağrılarıyla karıştırılmamalıdır. Her topuk ağrısının nedeni topuk dikenin olmayabilir.

    Topuk dikeni ayağa sürekli baskı uygulanmasından dolayı oluşur. Topuk dikenine neden olan belli başlı nedenler vardır.

    İşte topuk dikenine neden olan şeyler:

    -Uzun süre ayakta kalmak

    -Birden zıplamak ve koşmak

    -Uzun süre topuklu ayakkabı kullanmak

    -Fazla kilolu olmak

    -Düz taban sorunu

    -Aşırı uzun yürüyüşler

    topuk-dikeni

    Topuk dikeni tedavisi nasıl olur?

    Günümüzde topuk dikeninin birçok tedavi yöntemi mevcuttur. Bu tedavi yöntemleri rahatsızlığın durumuna göre belirlenir.

    Çok ileri gitmemiş olan topuk diken rahatsızlıklarında ağrı kesiciler, egzersiz ve germe hareketleri uygulanır. Topuk dikeni Radyofrekans tedavisinde ise hastalığın ileri seviyelerinde uygulanır. Bu uygulamada radyo dalgaları belli aralıklarla sinirlerin yakınına uygulanarak yarattığı etki sonucu sinirlerin ağrı oluşumu hafifletilmeye çalışılır.

    Topuk dikeni tedavisinde bir diğer uygulama ise Proloterapi yöntemi.  Bu yöntemde ise topuk dikeni oluşumuna neden olan plantar fasyada oluşan gerginlik ve hasarın tespit edilmesi ve onarılması işlemidir. Böylelikle ağrıya neden olan alanlarda iyileşme söz konusu olacak ve kalıcı tedavi sağlanmış olacak.

    Plantar fasya onarıldığında eski gücüne kavuşacak ve ağrı da kendiliğinden kaybolacaktır. Yani proloterapi ile sadece ağrıyı değil ağrıya neden olan durumu tedavi edildiği için kalıcı bir tedavi sağlanmış oluyor.