Egzersizler sağlıklı, dinamik ve aktif bir yaşam için gerekli olan ve yaş ilerledikçe de devam ettirmeniz gereken alışkanlıklardır. Bununla birlikte belirli egzersiz alışkanlıkları yaşamınız boyunca kendinizi zinde hissetmenize yardımcı olabilir. Size egzersizler konusunda dikkat etmeniz gereken birkaç konu başlığından bahsetmek istiyoruz. Özellikle ileri yaşlarda egzersizlerin dikkatli yapılması gerekiyor. Egzersiz rutininizde gençlik dönemlerinde ve sonrasından faydalı bir programla çalıştığınızdan ve hata yapmadığınıza emin olmanız gerekiyor.
İleri yaş egzersizlerinde dikkat edilmesi gereken noktalar
İleri yaş egzersizleri
1.YAŞINIZ İLERLEDİKÇE UZAK DURMANIZ GEREKEN EGZERSİZ YÖNTEMLERİ
Yoğun egzersiz programlarınızı sınırlayın. Yüksek tempolu çalışmalar çok etkili egzersiz programlarıdır. Bununla birlikte, sık sık yüksek yoğunluklu egzersiz yaptığınızda kendinize zarar verebilirsiniz. Yüksek tempolu egzersizler vücudunuz yıpranma problemleri yaratabilir ve vücudunuzda dinlenmeden yapıldığında daha hızlı aşınmalara neden olabilir. Vücudunuzun dinlenebilmesi için yüksek tempolu egzersiz rutinlerine ortalama iki gün ara vermeniz gerekir. 2. YALNIZCA KARDİYO YAPMAKTAN KAÇININ
Kardiyo egzersizi kalp sağlığı ve kan basıncını düşürme gibi birçok yönden faydalıdır. Ancak, egzersizler sırasında yaptığınız tek şey buysa, sizi yorabilir. Kardiyo egzersizlerinin, kas kütlesi oluşturmaya etkisi olmaz. Temel amacı kan basıncı yükseltip vücudu ısıtmaktır.
Yaşlandıkça kas kitlelerini kaybedersiniz. Bu bir sorun olarak görülebilir fakat doğal bir süreçtir. Kas kütlesi kaybetmek metabolizmayı yavaşlatır ve iskeleti zayıflatır. Bu, egzersiz programınıza kas gücü eğitimi eklemeniz gerektiği anlamına gelir.
Her hafta programınıza en az üç günlük dayanıklılık eğitimi ile birlikte iki buçuk saat boyunca orta düzeyde aerobik ve kardiyo aktivitesi ekleyebilirsiniz. 3. DÜŞÜK EGZERSİZ PROGRAMLARINA AĞIRLIK VERİN
Yürüme gibi egzersizleri programınıza ekleyebilirsiniz. Yürüme diğer ağır egzersiz programlarına göre sizin için çok daha güvenli olacaktır. Koşu gibi yüksek etkili egzersizler, özellikle yüksek BMI değeriniz varsa, kalça protezi ihtiyacınız veya osteoartrit gelişme riskinizi artırabilir.
Bunun nedeni, yüksek etkili egzersizlerin kalça, diz eklemleri, daha fazla darbe ve yıpranmaya neden olmasıdır. Bu egzersizlerin sıkça yapılması vücudunuzu yoracaktır.
Sağlıklı kalmak ve yüksek etkili egzersizden kaynaklanan olası komplikasyonları önlemek için, koşu, veya ip atlama gibi egzersizleri sınırlandırın.
Başka bir seçenek olarak karışık bir egzersiz programı oluşturabilirsiniz. Örneğin, iki günlük bisiklet sürüşünün sonra iki günlük yürüyüş ve ardından hafta başınızı koşu gibi yüksek etkili egzersizlerle bitirebilirsiniz.
4. OMUZ EGZERSİZLERİ YAPARKEN DİKKATLİ OLUN
Yaşlandıkça omuz kaslarınızı güçlü tutmanız gerekir. Ancak bazı egzersizi programlarında geriye doğru baskı oluşturulabilir. Örneğin, kas açma egzersizleri yapmak için bir makine yerine elastik direnç bantları kullanabilirsiniz. Ya da omuz ağırlıklarını kullanabilirsiniz.
Omuz yaralanması veya ameliyattan sonra egzersizler ve diğer hareket yönergeleri için daima doktorunuzun önerilerini dikkate alın. Ağır ve yorucu omuz egzersizlerinden kaçının. 5. YARALANMANIZA NEDEN OLABİLECEK HAREKETLERDEN KAÇININ
Yapılan bazı ağır egzersizler yaşlandıkça zayıflayan kemiklerde kırıklara yol açabilir. Osteoporoz (Kemik erimesi) gibi durumla karşı karşıyaysanız bu egzersizlerde çok dikkatli olmanızda fayda var.
Bu egzersizler şöyledir.
Situ-up’lar gibi omurga üzerinde çok sayıda egzersiz.
Bükülme hareketleri, örneğin bir golf sopasının sallanması.
Yorucu kaldırma gibi eğme hareketleri.
Hızlı veya yüksek etkili hareketler, örneğin platformlara atlama gibi
Terlemek aslında sağlıklı olduğumuzun bir göstergesidir. Terleme ısı regülasyonumuzu sağlar; yani vücut ısısı arttığında terleyerek beden ısısının azaltılması sağlanır. Beden ısısının düşürülme ihtiyacı olmadan aşırı terleme durumuna ise hiperhidrozis denilir.
Hepimiz sıcak havalarda, spor yaptığımızda veya aşırı heyecanlandığımızda terleriz. Aşırı baharatlı yemeklerden veya alkollü içeceklerden sonra da terleme meydana gelebilir.
Aşırı terleme sorununa kökten çözüm!
HİPERHİDROZİS–AŞIRI TERLEME
Ateşle seyreden enfeksiyonlar, kanser, tiroid rahatsızlıkları veya menapoz kişinin aşırı terlemesine neden olabilir. Ancak hiç bir neden olmadan da aşırı terleyen bireyler mevcut. Sıklıkla 13 yaş civarında başlayan bu problem erişkin hayatta daha da belirgin hale gelir. Toplumda her yüz kişiden 5’i hiperhidroz yani aşırı terleme şikayetine sahiptir. Tüm dünyada 367 milyon kişi aşırı terleme bulgularına sahiptir. Bu durumdan etkilenen insan sayısının çokluğu nedeniyle konuyla ilgilenen dernekler oluşmuştur. Uluslararası Hiperhidroz Derneği de işte bunlardan biri (http://www.sweathelp.org)
EN SIK HANGİ BÖLGE ETKİLENİR?
Koltuk altı bölgesi aşırı terlemenin en sık görüldüğü yerdir. Kıyafet seçiminde zorluk, koku, gün içerisinde kıyafet değiştirme zorunluluğu kişilerin sosyal ve iş hayatını belirgin olarak olumsuz etkiler. Avuç içi terlemesi ikinci en sık görülen yerdir. El sıkışmadaki utanma faktörü veya cihaz kullanımında avuç içinin sürekli ıslak olmasına bağlı zorluklar nedeniyle hayatı etkileme konusunda an az koltuk altı terlemesi kadar olumsuzdur. Ayak tabanı bir diğer yoğun terleme izlenen bölgeyi oluşturur. Ayakkabı giyiminde zorluklar, yoğun koku oluşumu, enfeksiyon gelişimine yatkınlık bu sıkıntıyı çekenlerin ana sorunlarıdır. Bu üç bölgenin dışında daha az görülen ama baş etmesi güç alanlardan birini baş bölgesi oluşturur. Bu bireyler tüm saçlı bölge ve enselerinden yoğun terleme gösterirler. Gövde, sırt karın, kuyruk sokumu bölgesi de nadiren aşırı terleme gösterebilir…
NASIL ENGELLERİM?
En basit ve hepimizin günlük yaşantıda kullandığı ilk yöntem antiprespirant deodorantlardır. Ancak aşırı terleyenlerde bunlar sıklıkla yetersiz kalır. Bir diğer eski yöntem ise iontoforezdir. İontoforezde su içerisinden geçirilen düşük elektrik akımı seanslar halinde uygulanılır. Günümüzde hiperhidrozun en güvenilir ve en sık tercih edilen yöntemini botoks oluşturmaktadır. Koltuk altı, avuç içi ve ayak tabanı için çok tercih edilen bu yöntemde uygulamayı takiben 2-3 gün içerisinde terleme azalmaya başlar. Yılda iki üç kez uygulama yapılarak bölgedeki terleme kontrol altında tutulur. Mikrodalga teknolojisi koltuk altı terlemesinde giderek yaygınlaşan bir diğer terleme giderici tedavidir. MiraDry cihazı ile bir kaç seans içinde hızlı ve çok uzun süreli sonuçlar elde edilir. Henüz sadece koltuk altı için kullanılan bu yöntem de ileriye yönelik umut vermektedir. Ter bezlerini tahrip eden bir diğer yöntem ise bölgenin lazer ile tahrip edilmesine dayalıdır.
Botoks kadar garantili sonuç vermeyen ve olası yan etkilere sahip olan lazer tedavilerinde
pek çok çalışma halen devam etmektedir.
YALNIZ DEĞİLSİNİZ
Botoks tedavisinin yüksek başarı oranları nedeniyle giderek daha az tercih edilse de cerrahi yöntemler de mevcuttur. Endoskopik torasik sempatektomi ile terleme uyarısını veren sinirlerin kesilmesi terlemeyi tamamen kesebilir. Terleme bölgesindeki ter bezlerinin alındığı cerrahi işlemlerde yine bu amaçla yapılan ameliyatlardandır. Koltukaltı dışındaki bölgelerde uygulaması çok zor olan bu yöntemler botoksa cevap vermeyen hastalarda koltukaltı terlemesi için alternatiftir. Aşırı terleme sosyal yaşantıda konforumuzu ve hijyenimizi bozan bir durum. Dünyada pek çok kişinin etkilendiği hiperhidroz da artık güvenliği kanıtlanmış başarılı tedaviler mevcut. Yalnız değilsiniz.
Adet kanamanızın rengi sağlığınız hakkında bazı ipuçları veriyor. Peki adet kanaması hangi renk olmalı?
Pembemsiyse
Östrojen seviyeniz düşük olabilir. Özellikle her zamankinden daha akışkansa. Östrojen seviyenizin düşük olması aşırı egzersizden kaynaklanıyor olabilir. Aşırı egzersiz yüzünden adet de görmeyebilirsiniz. Kadın atletlerde yumurtlamanın durması da yaygın görülüyor.
Büyük bir sorun gibi görünmese de düşük östrojen seviyesi müdahale edilmediğinde kemik erimesi riskini arttırabilir. Böyle bu durumda acilen doktora gitmelisiniz.
Pembemsi kanamanın diğer sebepleri arasında yetersiz beslenme, polikistik over sendromu, perimenopoz yer alıyor.
Fazla suluysa
Beslenme bozukluğundan kaynaklanıyor olabilir. Beyazımsı ve sulu bir kanama ciddi anemi semptomudur. Bu durum devam ediyorsa acilen doktora görünmelisiniz.
Aynı şekilde çok fazla kanama olması da demir eksikliği belirtisi olabilir. 1 saat bile sürmeden pediniz dolup taşıyor, geceleri pedinizi değiştirmek için birkaç kez uyanıyorsunuz, yorgun ve sersem hissediyorsanız demir ölçümünüzü ihmal etmeyin.
Koyu kahverengiyse
Kanınız rahminizde fazla beklediği için olabilir. Ancak paniklemeyin. Nedeni tam olarak bilinmese de bazen kan bir süre bekledikten sonra yavaş yavaş geliyor. Oksitlemek için fazla zaman olduğundan rengi koyulaşıyor.
Koyu reçel kıvamında ve büyük kan pıhtıları varsa
Projesteron seviyeniz düşük, östrojen seviyeniz yüksek olabilir. Kan pıhtısı normaldir ancak büyük pıhtılar varsa ciddi bir hormonal dengesizlikten kaynaklanıyor olabilir. Süt ürünleri, soya ve şeker tüketimini azaltmak faydalı olabilir.
Başka bir olasılık ise fibroidler. Genellikle iyi huylu olsalar da bazen ağrılıdır.
Gri ve kırmızı karışımı
Cinsel yolla bulaşan bir enfeksiyon olabilir. Bu durumda kötü ve çürük bir koku hissedersiniz.
Düşük yapan kadınlarda da bazen karaciğere benzer bir dokuda gri dokular gelebilir. Hamile olma veya düşük yapma ihtimaliniz var. İki durumda da doktora gitmelisiniz.
Parlak bir kırmızıysa
Adetiniz gayet düzenli ve sağlıklı. Herkesin normali farklıdır ancak genellikle kızılcığa benzer renkte parlak kırmızı kanama sağlıklıdır.
Doç. Dr. Atakan Sezer, dünyada her üç dakikada, bir kadına meme kanseri teşhisi konduğunu, kadınlarda ölüme bağlı kanserlerin başında da meme kanserinin geldiğini söyledi.
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Atakan Sezer, Edirne Belediyesi’nin Dünya Kadınlar Günü etkinlikleri kapsamında Edirne Barosu’nda düzenlediği “Meme Kanseri: Tanı ve Tedavisi” konulu konferansta yaptığı konuşmada, kadınlar arasında en çok görülen kanser türünün meme kanseri olduğunu belirterek, erken teşhisin önemine vurgu yaptı.
Meme kanserinin, dünya genelinde çok yaygın olduğunu ifade eden Sezer, “Dünyada her yıl 11 milyon kadına meme kanseri tanısı konuyor. Kadınlar arasında en çok görülen kanser türü, meme kanseri… Kadınlarda ölüme bağlı kanserlerin başında da meme kanseri geliyor. Kanser hastalıklarından ölen her 5 kadından biri, meme kanserinden hayatını kaybediyor. Dünyada her 3 dakikada bir de, bir kadına meme kanseri teşhisi konuyor.” diye konuştu.
Kadınların meme kontrollerini aksatmadan yapmaları gerektiğini de anlatan Sezer, sözlerini şöyle tamamladı:
“20 ile 40 yaş arasındaki her kadın ayda bir kere adet dönemi başladıktan 5 ile 8’inci günü arasında kendi memesine bakacak. Burada memesinde bir kitle var mı yok mu buna bakacak. Meme başında çökme ya da akıntı var mı, meme başında içeri doğru çekilme var mı bunlara bakacak.
Daha önce olmayan farklı bir durum var mı, bunlara dikkat edecek. Biz 20 ile 40 yaş arasındaki kadınları 3 yılda bir görmeyi öneriyoruz. 40 yaşından sonra ise, her yıl bir kez mamografi ve ultrason çektirmesini ve doktora gözükmesini öneriyoruz. Erken tanı erken tedaviyi getirir.”
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Ebru Ünal, hamilelik döneminde anne adaylarını bol bol balık tüketmeleri konusunda uyardı.
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Ebru Ünal, üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye’de balık tüketimin istenilen düzeyde olmadığını belirtti. Ünal, hamile kadınlar için balık tüketimin neden gerekli olduğunu ve hangi tür balıkları tüketmenin faydaları olacağına dair önemli açıklamalar da bulundu.
DOĞMAMIŞ BEBEĞİN BEYİN GELİŞİMİNE YARDIMCI
Omega-3’ün balık ve balık yağında bulunduğunu bununda doğmamış bebeğin beyin gelişimine yardımcı olduğunu ifade eden Ünal, “Omega-3 yağ asidi tuna, somon veya diğer balık ve balık yağlarında bulunur.
mega-3’ün etkisi hakkında çalışmalar halen devam etmektedir. Tespit edildiğine göre omega-3 yağ asidi henüz doğmamış bebeğin beyin gelişimine yardımcı oluyor ve doğumdan sonraki dönemde de bu etkisi devam ediyor” dedi.
“Gebelikte haftada iki kere balık tüketilmesi gereklidir”
HAFTADA İKİ KERE TÜKETİLMELİ
Balık tüketmenin faydaları ve kullanma sıklığı hakkında bilgi veren Ünal, “FDA, DHA olarak bilinen bir omega-3 yağ asidi şeklinin erişkinlerde kalp hastalıklarına karşı koruyucu olduğunu açıklanmıştır. Balık ve kabuklu deniz ürünleri DHA açısından çok zengindir. Gebelikte haftada iki kere balık tüketilmesi gereklidir. Seçilen balık cinsinin civa gibi ağır metaller içermediğine dikkat edilmelidir. Derin deniz balıkları örneğin, köpek balığı, kılıç balığı, kral uskumru gibi balıklarda ağır metaller bulunur. Bu nedenle tüketilmemelidir” diye konuştu.
“Balık, bağışıklık sistemini güçlendirir, depresyonu azaltır”
OMEGA-3 YAĞ ASİDİ SAĞLIKLI BESLENMENİN PARÇASIDIR
Omega-3’ün beslenmenin parçası olduğunu ve miktarında kısıtlama yapılmaması gerektiğinin belirten Dr. Ebru Ünal,
“Gebelik sırasında yağlı yiyeceklerin miktarının azaltılması önerilir ama omega-3 yağ asidi sağlıklı beslenmenin parçasıdır ve miktarında kısıtlama yapılmamalıdır.
Omega 3 sadece gebeler ve bebekler için değil tüm bireyler için önemlidir.
Bağışıklık sistemini güçlendirir, depresyon belirtilerini azaltır. Balık sevmiyorsanız dahi, keten tohumu veya yağında, kanola yağı, brokoli, ıspanak, ceviz, karnabahar, barbunya gibi yiyeceklerden de omega-3 temin edebilirsiniz.
Örneğin yarım avuç ceviz içinde 2 buçuk gram omega-3 bulunur. Takviye gıda olarakta omega-3 kullanabilirsiniz. Yüksek dozlar zararlı olabileceği için kullanımından önce mutlaka doktorunuza danışın” diyerek sözlerini noktaladı
Oyun çağındaki çocuk ve bebekler sıklıkla darbeye bağlı kafa travmalarına sıklıkla maruz kalıyor.
Çoğu zaman önemsenmeyecek bu darbeler, telafisi oldukça güç komplikasyonlara dönüşebilir. Gerek darbeye bağlı gerek doğumsal, nöroşirürji kapsamına giren tüm hastalıklar doğru yol haritası izlenirse, risk en aza iniyor.
Çocuklarda ve bebeklerde beyinde su toplanması, omurilik sorunları, beyin tümörleri gibi nöroşirürjikal hastalıkların; yani beyin, sinir ve omurilikte oluşan ve ameliyat gerektiren hastalıkların önlenmesi ve tedavisindeki en belirleyici faktör, pek çok hastalıkta olduğu gibi erken teşhis. Çocuk sahibi olmayı planlayan annelerin 2 ay öncesinden folik asit kullanmaya başlaması, bu hastalıkla ilgili riskleri en aza indiriyor. Hamilelik döneminde rutin kontrollerde de tespit edilebilen nöroşirürjikal hastalıklar, erken müdahale edilmezse ileride zekâ geriliği, görme kaybı gibi rahatsızlıklara neden olabiliyor. Ayrıca bebek ve çocukların kafasına gelen darbelere bağlı olarak yaşadıkları kafa travmaları da kalıcı sorunlara dönüşebilecek riskler taşıyor. Medical Park Fatih Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Kaya Kılıç, nöroşirürjikal hastalıklar ile ilgili merak edilenleri ve alınması gerekenleri önlemleri şu şekilde sıralıyor:
Folik asit kullanımı gebelikten önce başlamalı
“Bebeklerde farklı dönemlerde değişik tipte nöroşirürjikal; yani beyin, sinir, omurilik cerrahisi gerektiren hastalıklar sıklıkla görülür. Bu hastalıklardan en fazla görülenler beyinde su toplanması (hidrosefali), omurilik sorunları (Spina bifida) ve beyin tümörleri şeklinde sıralanabilir. Hamile kalmadan 2 ay önce başlanan folik asit kullanımı, doğumsal olarak gelişen omurilik hastalıklarını neredeyse yüzde 70 oranında önlemede yardımcıdır. Hamilelik döneminde kadın doğum uzmanları tarafından yapılan rutin ultrasonlar ile bu hastalıkların önemli bir bölümünün tanısı konulabilir. Daha ayrıntılı ileri tetkikler ise radyoloji uzmanları tarafından gerçekleştirilebilir.
Erken tedavinin en önemli aşaması erken teşhis. Doğumsal nöroşirürjikal hastalıklar oluştuktan sonra tek tedavi ameliyattır. Erken teşhis ise gereken ameliyatın zamanında yapılmasına ve mümkün olduğu kadar hastalığın az zararla geçirilmesini sağlar. Örnek vermek gerekirse, beyninde su toplanan ilgili bir vakada ameliyatın zamanında yapılması hayat kurtarıcı olmasının yanı sıra, ileride oluşabilecek zekâ geriliğini, görme kaybını önleme açısından da önemlidir.
Çocuklarda radyolojik yöntemler kullanılır mı?
Çocuklarda kafa içi hastalıkların tanısı ancak radyolojik yöntemlerle konabilir. Hastalığa göre değişmekle beraber ultrason, Bilgisayarlı Tomografi (BT) veya Manyetik Rezonans (MR) en sık kullanılan radyolojik tetkiklerdir. Her tetkik sahip olduğu avantaj ve dezavantajlarla birbirinden ayrılır. Ultrason; radyasyon vermeyen, güvenli bir tetkiktir ancak MR veya BT kadar ayrıntılı bilgi veremez. BT radyasyon verir ancak kafa travmalarında yeri doldurulamaz bir tetkiktir, 5-6 dakika gibi kısa sürede görüntü alınır. MR ise beyin tümörleri ve omurilik hastalıklarında çok daha ayrıntılı görüntüler veren vazgeçilmez bir tetkiktir ancak çekim süresi 15-20 dakika gibi uzun olduğundan ve bu esnada hastanın hareket etmemesi gerektiğinden çocuklarda anestezi eşliğinde çekilmesi gerekir.
Hastalığın anne karnında teşhisi doğum şeklini etkiler. Hidrosefali hastalığı olan bebeklerin başları beyinde su toplanmasına bağlı olarak büyüyeceği için normal doğum ile dünyaya gelmeleri mümkün değildir. Bu bebeklerin doğumu için sezaryen yapılması gerekir. Omurilik sorunu olup belinde kese ile doğan çocukların da aynı şekilde sezaryenle doğması lazımdır.
Kafa travması geçiren çocuğun boyun ve belini hareket ettirmeyin
Çocuklar doğaları gereği çok hareketli oldukları için kafa travmasına çok maruz kalırlar. Elbette her kafa travması takip veya tedavi gerektirmez ancak dikkat edilmesi gereken hususlar vardır. Travma geçirmiş çocuğu hastaneye götürürken boyun ve bel omurgasının sabit tutulması önemlidir. Öncelikle kafa travması ile birlikte açık yara oluşmuşsa, yara temiz bir bez ile sarılmalı ve dikiş gerekip gerekmediğini netleştirmek için hızlı biçimde bir hekime başvurulmalıdır. Bunun dışında çocukta bulantı, kusma, uyku hali oluştuğunda vakit kaybetmeden hastaneye götürülmelidir. Canı yanan, korkudan ağlayan çocuklarda önemli bir sorun olmadan da kusma ve uyku hali görülebildiği unutulmamalı; gereksiz yere panik olunmamalıdır. Ebeveynin sakin kalması ve hekimine güvenmesi her şeyden önemlidir. Gereksiz yere hekime başvurulmasının çocuğa bir zararı olmaz ama gerektiği zaman çocuğu hekime götürmemenin faturası çok ağır olabilir.
Kimi zaman bu tahminler doğrudur kimi zaman ise yanıltır ve karşımızdaki kişi kızgın olmamasına rağmen onu kızgın zannederiz. Peki ama bizi yanıltan hangi detaydır ve bunlar değiştirilebilir mi?
Yüz bölgemiz biz daha konuşmaya başlamadan karşımızdakine birtakım duyguları aktarmamızı sağlar. Karşımızdaki kişi üzgün müyüz, mutlu muyuz, uzun bir çalışma sonrasında yorgun muyuz yoksa herhangi bir şeyden dolayı kızgın mıyız yüzümüze bakarak kolayca tahmin eder.
Kimi zaman bu tahminler doğrudur kimi zaman ise yanıltır ve karşımızdaki kişi kızgın olmamasına rağmen onu kızgın zannederiz. Peki ama bizi yanıltan hangi detaydır ve bunlar değiştirilebilir mi? Son yıllarda duygu durumumuzun dışarıya en doğru şekilde aktarılması giderek daha önem kazanmış durumda. Birbirimize ayırdığımız sosyal zaman azaldıkça çok kısa sürede karşımızdakine hissettiğimiz doğru mesajı aktarmak önem kazanıyor. Yorgun, kızgın, mutsuz ifadeler taşımak istemediğimiz ve karşımızdakine olumsuz mesaj olarak ilettiğimiz duygular. İşte artık bu olumsuz duyguların izlerin yüzümüzden silmek mümkün.
Kızgınsınız…
Üst yüz bölgesinde iki kaş arasındaki dikey kırışıklıklar bize kızgın bir ifade verir. Yıllar içerisinde derinleşen bu çizgiler kaşlarımızı çatmadan dahi göründüğünde karşımızdaki kızgın olduğumuzu düşünür. Kızgın ifadenin ortadan kaldırılmasın iki kaş arası alanda botox ve dolgu kullanılır. Bu iki hamle ile hem var olan kırışıklık düzeltilir hem de kas aktivitesi modüle edilerek derinleşmenin önüne geçilir. Sıklıkla üç-dört uygulama sonrasında çok başarılı ve uzun soluklu sonuçlar elde etmek mümkün olur. Yüzümüzdeki kızgın görüntünün silinmesi özellikle insan ilişkisi çok olan meslekler için önemlidir.
Yorgunsunuz…
Gözaltı torbalarının varlığı ve gözaltı bölgesinin renginde koyuluk yüze yorgun bir ifade verir. Dinlenerek geçirdiğiniz bir hafta sonu sonrasında ilk iş gününüzde karşılaştığınız kişinin çok mu yorgunsunuz sorusunu duymak ise haftaya başlamak için duyabileceğiniz kötü uyaranlardan biri. Gözaltı yorgun görüntünün aşamalar halinde silinmesi mümkün. Gözaltı dolguları ile çukurlukların giderilmesi sağlanır. BBL olarak bilinen geniş spekturumlu ışık tedavisinde deri altı dokulara ışık enerjisi verilerek kolajen liflerde kısalma ve sıkılaşma, yeni kollajen yapımında artış meydana gelir. Dört seans olarak uygulanan bu yöntemde kişi günlük yaşantısını aksatmadan düzelme elde eder. BBL ile gevşemelerin azaltılmasına ek olarak eye therapy emerge lazer ile ince kırışıklıklar ve renk koyuluğu azaltılır. Kısaca yorgun olduğunuzda bile ne kadar iyi gözüküyorsun iltifatları aslında sizden çok uzakta değil, sadece teknolojinin uygun şekilde kullanılmasına ihtiyacınız var.
Üzgünsünüz…
Ağız çevresinde yaşlanmayla ağız köşelerinde aşağıya doğru bir dönüş meydana gelir, buna dudakların incelmesi, ve çene uç kısmının boşalarak daha sarkık hale gelmesi de eklendiğinde yüzümüzde üzgün bir görüntü kalıcı olur. Ağız köşelerinin düşüklüğünü dolgu ve botoks kombinasyonu tekrar mutlu olduğumuzdaki yukarıya dönük şekline getirir. Dudaklarımızı aşağıya çeken kasların botoks ile baskılanması, alt dudak kenarlarındaki boşalan yerlerin dolgularla desteklenmesi, çene çevresinde ve dudaklarda eski gençlik dolgunluğuna kavuşması üzgün görüntünüzü ortadan kaldırıp, pozitif mutlu bir görüntüyü yüzünüze yerleştirir. Estetikte artık trend kırışıklıkların kovalanması veya her çukurun doldurulması değil. Yüzümüzdeki olumsuz ifade ve duyguların azaltılmasına yönelik stratejik adımların atılması. Duygularınıza yapılacak küçük estetik dokunuşlar çevrenize de enerjinizin yansımasını sağlayacak.
Gebelik döneminde ortaya çıkan göğüste yanma, midede ekşime ve ağıza acı su gelme hissinin reflüye işaret ettiğini belirten Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Nilgün Avşar Benzer’den açıklamalar…
Yeni Asır’da yer alan habere göre gebelik döneminde ortaya çıkan göğüste yanma, midede ekşime ve ağıza acı su gelme hissinin reflüye işaret ettiğini belirten Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Nilgün Avşar Benzer, “Hamilelik ve reflü arasında çok yakın bir ilişki bulunmaktadır. Tüm gebeliklerin yüzde 30-80’inde görülen ağıza acı su gelmesi reflünün ilk belirtileri arasındadır. Genellikle hamilelikle görülmeye başlayan reflü, gebeliğin sonuçlanmasıyla çoğu zaman kendiliğinden ortadan kalkmaktadır. Kadınlarda rastlanan ilk reflü atağı, hamilelik döneminde başlayabilmektedir. Reflüsü bulunan kadınlarda da hamilelikle birlikte şikayetler ağırlaşabilmektedir” dedi.
Hamilelik reflüsüne karşı pratik önlemler!
ÖNLEMEK İÇİN
Reflüyü artırma ihtimali çok az olan ve tavsiye edilen yiyecek ve besinlerin arasında ise elma, muz, fırında pişmiş patates, brokoli, lahana, havuç, taze fasulye, bezelye, biftek, tavuğun göğüs eti, yumurta akı, balık, beyaz peynir, keçi peyniri, kepek, yulaf, mısır ekmeği, pirinç, maden suyu, yağsız salata geliyor.
Uyurken başın altına omuzları da alacak şekilde yastık konulması reflünün etkisini azaltacaktır.
Sağ tarafa yatıldığında mide yemek borusundan daha yukarıda konumlanacağından reflüyü artıracaktır.
Vücudu sıkmayan rahat kıyafetler giyilmelidir.
Yemekler yavaş yenilmeli ve iyi çiğnenmeli.
Yemekte sıvı alımından kaçınılmalı.
Sık aralıklarla az miktarda yemek yenilmeli ve yatmadan en az 2 saat önce besin tüketilmemeli.
Mümkün olduğunca fazla kilo almamak için uygun bir diyet programı seçilmeli.
Çikolata, nane, baharatlı gıdalar, kızartmalardan uzak durulmalı.
Kafeinli içecekler (kahve, çay, asitli içecekler) içilmemeli. Domates ve turunçgiller mümkün olduğunca az tüketilmeli…
Bahar hemen hemen kapıda sayılır hanımlar! Bahar aylarında estetik yaptırmayı düşünenler için en sık tercih edilen estetik trendlerini bir araya getirdik.
Baharın gelmesiyle birlikte çok yakında lahana gibi kat kat giyinmekten kurtuluyoruz. Baharın ardından gelen yazla birlikte mayo-bikini dönemine de merhaba diyeceğiz. Diyet programlarının hızla uygulanmaya başladığı şu günlerde bir diğer artış ise estetik operasyonlarda gözüküyor. İşte bu noktada Bakın Estetik Cerrah Alpaslan Topçu bahar ayları dediğimiz Mart ayından Haziran ayı sonuna kadar neler yaptırabileceğinizle ilgili bakalım neler anlatıyor.
Bahar sezonunun en yoğun ve en avantajlı estetik cerrahi mevsimi olduğunu söyleyen Estetik Cerrah Alpaslan Topçu, İnsanların yaza hazır olmak için yılın bu zamanında yoğun bir şekilde estetik ameliyat yaptırmaya başladıklarını belirtiyor. Ayrıca kış aylarında kış sporlarıyla ilgilenen kesimin bahar aylarında estetikle ilgilendiklerini söylüyor.
Bahar ayları estetik yaptırmak için uygun mu?
Yapılabilecek herhangi bir estetik girişimi için bahar ayları son derece uygun. En büyük avantajı ise, henüz bol ve kapalı giysileri üzerimizden atmadığımız için örneğin meme büyütme, küçültme, karın veya kol germe ameliyatlarının vücudumuzda yarattığı değişiklikleri görünmez kılmak daha kolay.
Diğer bakımdan ise, yüzdeki botox, dolgular, lazer uygulamaları, kimyasal veya mekanik dermabrazyonlar veya iple veya cerrahi yüz germe gibi girişimler, göz derisi sarkması ve torbalaşmanın düzeltilmesi gibi girişimlere zarar verecek güneş ışınlarından sakınmak yine bu mevsimde mümkün.
İşte bahar aylarında estetik trendleri
Burun estetiği
Göz çevresi estetiği
Kaş kaldırma estetiği
Göğüs küçültme estetiği
Göğüs büyütme estetiği
Basen estetiği
Bacak kontörü estetiği
Karın germe estetiği
Siz hangisini yaptırmayı düşünüyorsunuz hanımlar? :)
Antibiyotik kullanmadan bağışıklık sisteminizi doğal formüllerle güçlendirmek mümkün. İşte kış aylarında tüketilmesi gereken 10 doğal antibiyotik…
Bilimsel çalışmalar gereksiz antibiyotik kullanımı durumunda vücudun mikroplarla savaşma yeteneğinin azalmaya başladığını, bağışıklık sisteminin zayıfladığını, birçok ciddi hastalığa yol açabildiğini hatta vücutta bakterilerin antibiyotiğe karşı direnç kazanması sonucu ölümcül tabloya bile neden olabildiğini ortaya koyuyor.
Nezle ve grip gibi hastalıkların yoğun olarak görüldüğü bugünlerde en iyisi hasta olmadan önlem almak ve bunun için de doğanın şifalı besinlerine soframızda yer vererek bağışıklık sistemini güçlendirmek!
Acıbadem Bakırköy Hastanesi Fitoterapi, Beslenme ve Diyet Uzmanı Şeyda Sıla Bilgili “Bağışıklık sistemi insan vücudunu hastalıklara karşı koruyan, zararlı mikropları fark edip yok etmeye çalışan bir sistemdir. Antibiyotik kullanmadan bağışıklık sisteminizi doğal formüllerle güçlendirmeniz mümkün” derken, sonbahar ve kış aylarında tüketilmesi gereken 10 doğal antibiyotiği anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.
Sarımsak, soğan
Binlerce yıldır birçok tıbbi amaçla kullanılagelen mucizevi besin sarımsağın bakteri, mantar ve virüsleri yok etme kapasitesi 19. Yüzyılda Louis Pasteur’ün araştırmalarıyla da doğrulanmış. Özellikle çiğ tüketildiğinde içeriğindeki sülfürlü bileşikler sayesinde bağışıklık sistemini güçlendiren, kansere karşı koruyan sarımsak hücre onarımını kolaylaştırıyor ayrıca helikobakter pilori gibi bazı bakterilerin çoğalmasını önlüyor. Ancak aşırı tüketimi vücutta kanamalara yol açabiliyor. Kokusundan dolayı pek çok kişinin tüketiminden kaçındığı sarımsağa her gün iki diş sofrada yer vermek çok faydalı. Aynı aileden olan soğan da hücre hasarına karşı koruyan ve bağışıklığı kuvvetlendiren çok güçlü bir antioksidan.
Süt ve süt ürünleri
Süt, hele de mikropların kol gezdiği bugünlerde vücut direncini artırmada birebir. Son yıllarda yapılan tüm çalışmalar, düzenli tüketildiğinde sütün üst solunum yolu enfeksiyonlarına karşı koruyucu olduğunu ortaya koyuyor. Süt ve süt ürünleri, gribal enfeksiyonlara karşı korurken, bağırsakta kanser oluşturan etkenleri engelliyor, probiyotik özelliği sayesinde sindirim sistemine yararlı oluyor. Ayrıca sinirsel rahatsızlıklara, iştahsızlık ve uykusuzluğa karşı da fayda sağlıyor. Ülser yüksek tansiyon, bronşit ve astım hastalarının tedavisinde de kullanılan süt hem çocukların hem yetişkinlerin mutlaka tüketmesi gereken bir besin.
Ispanak
Bağışıklık sisteminin süper besinlerinden biri olan ıspanakta A,B,C ve E vitaminleri ile kalsiyum, magnezyum, quarcetin hepsi bir arada bulunuyor. Enfeksiyonları önleyip, bağışıklığı güçlendiren ıspanağın içinde bol miktarda bulunan C vitamini ve folik asit sadece vücudu korumakla kalmıyor, aynı zamanda enfeksiyonlarla savaşıyor. Kalp dostu olan ıspanak beyin yaşlanmasını geciktirici etkiye de sahip. Sağlık vadeden ve tam da mevsimi olan doğanın bu mucizevi besinini bol bol tüketin.
Turp
“Turp gibi olmak” deyiminin boşuna söylenmediği aşikar. Zira içerisindeki zengin C vitamini, folik asit, fosfor ve yüksek diyet lifi sayesinde tam bir sağlık kaynağı. Çok güçlü bir antioksidan olan turp, soğuk algınlığı gibi hastalıkların tedavisinde birebir. Yüksek lifi sayesinde sindirim ve boşaltım sistemini destekliyor, öksürüğe iyi geliyor. Örneğin kış aylarında tezgahlarda rahatça bulacağınız kara turpu güzelce yıkayıp üst kısmından kesip içerisini oyun (İçinden çıkan parçaları atmayıp salatada kullanın. Oyduğunuz kısmına bal koyun). Bir su bardağının üzerine oturtun. Turpa alttan çok minik bir çizik atın ki, içerisine koyduğunuz bal turp suyu ile özdeşleşip bardağa akabilsin. Bir gece bekletip sabah- akşam içerek 2 yaş üzeri çocuklarda ve yetişkinlerde fayda sağlayabilirsiniz. Turpun en az kendisi kadar faydalı olan yapraklarını da salatalarınızda değerlendirebilirsiniz.
Brokoli
Fitoterapi, Beslenme ve Diyet Uzmanı Şeyda Sıla Bilgili; “Brokoli, içerdiği sulforan maddesi sayesinde antioksidan aktivite göstererek bağışıklığı destekler. C vitamini ve E vitaminini bir arada içerdiği için bağışıklık sistemini uyarır” diyor. ABD’de yapılan araştırmada, çoğunlukla sigaranın sebep olduğu ve her yıl tüm dünyada 100 binlerce insanın ölümüne yol açan Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı’nın (KOAH) hasarının engellenmesinde, brokolide bulunan bu “sülforapan” maddesinin etkili olduğu ortaya çıktı.
Zencefil
Doğanın mucizevi besinlerinden zencefil aşırıya kaçmamak koşuluyla üst solunum yolu enfeksiyonları ve gripten kansere dek birçok fayda sağlıyor. Sindirimi ve hazmı kolaylaştırmasının yanında mide bulantısına iyi gelen, kolesterolü düşüren ve kanın pıhtılaşmasını engelleyen zencefilin ağrı kesici özelliği de bulunuyor. ABD’de Michigan Üniversitesi’nde yapılan bir dizi araştırma, zencefilin yakın gelecekte kanser tedavisinde de kullanılabileceğini ortaya koydu. Mikropların kol gezdiği bu kış aylarında taze zencefili rendeleyip içine limon ve bal koyarak elde ettiğiniz karışımdan sabahları bir tatlı kaşığı yiyerek bağışıklığınızı güçlendirebilirsiniz.
Kırmızıbiber
Kırmızıbiber C vitamini ve potasyumdan zengin bir besin. İçerisinde bolca bulunan C vitamini bağışıklık sistemini güçlendirirken potasyum kalp krizi riskini azaltıyor. Ağrı kesici ve iltihap çözücü etkisinin yanında kolesterolü düşürüyor, mide asidini düzenliyor ve mikrop öldürücü özelliğiyle kış aylarında şifa kaynağı olarak öne çıkıyor. Gerek taze gerekse kurutulmuş kırmızıbibere sofralarınızda yer vererek hem lezzet hem sağlık açısından faydalanabilirsiniz.
Kivi
Antioksidan özelliği sayesinde bağışıklığı güçlendiren kivi tam bir C vitamini deposu. Öyle ki portakaldan daha fazla C vitamini içeren bir adet kivide günlük alınması gereken C vitamini ihtiyacından daha fazlası var. İçindeki pektin sayesinde vücudu toksinlerden arındırırken DNA’yı koruyor. Kan şekeri kontrolü için yararlı olan kivi, içeriğindeki lif sayesinde sindirimi kolaylaştırıyor, kolesterolü dengeliyor. İngiltere’de yapılan araştırmalar küçük çocuklarda öksürme, hapşırma, nefes darlığı gibi bazı hastalıklarda kivinin olumlu etki yaptığını ortaya koyuyor.
Hem tokluk hissi veriyor hem de yağ yakıyor
Pırasa
Sağlığa faydaları çok yüksek olan pırasa tam bir kalp dostu besin. İçerdiği flavonoid ve kamferol sayesinde kan damarlarında meydana gelen hasarları gidermeye yardımcı oluyor. Sülfürlü bileşikler sayesinde de özellikle kolon kanseri başta olmak üzere birçok kanser türüne karşı koruyucu etkisi bulunuyor. Ancak çok yüksek miktarda tüketildiğinde kalsiyumun vücutta kullanılmasını olumsuz etkileyebilir. Gaz yapan bir sebze olduğu için sindirim sistemi sorunları yaşayanların çok iyi pişirerek ve az miktarda tüketmesinde fayda var. Pırasayı sevmeyenler patates ile birlikte pişirerek püre haline getirilip çorbalarda tüketebilecekleri gibi, salatalara da soğan yerine doğrayabilir. Omlet ve menemene ilave ederek de kahvaltılarınızı daha sağlıklı hale getirebilirsiniz.
Nar
Özellikle kış aylarında artan gribal enfeksiyonlara karşı koruyan nar kalp ve damar dostu bir meyve. Fitoterapi, Beslenme ve Diyet Uzmanı Şeyda Sıla Bilgili; “1 nar günlük almamız gereken C vitamini ihtiyacımızın yarısını karşılamaktadır. İçerdiği polifenoller ve antosiyaninler sayesinde damar tıkanıklığını azaltıcı ve tansiyon düşürücü özellik göstermektedir. Kansere karşı koruyucu etkisi olan nar, fiziksel aktivite sonrası vücudun yorulmasını da geciktiriyor” diyor. Ancak bir avuç nar bir porsiyon meyveye denk geldiği için nar suyu tüketmek tansiyonu fazlaca düşürebilir ve gereksiz şeker alımına neden olabilir. O nedenle günde bir porsiyonu geçmeyecek ölçüde tüketilmesi gerekiyor.