Kategori: Sağlık

  • Anneler doğumdan önceki vücudunuza, hatta daha iyisine ulaşmak hayal değil…

    Doğum sonrası estetik müdahalelerde amaç kilo kaybı değil vücudu şekillendirmek olmalıdır. Kilo kaybı vücut şekillendirici ameliyatların sonunda kendiliğinde elde edilir.

    Hamilelikte kilonun büyük bir kısmı karın ve kalçadan alınıyor…

    Anne adayı için fiziksel olarak oldukça yıpratıcı geçen hamilelik sürecinde, vücut, bebeğin büyümesini sağlamak için olağanüstü bir efor sarfeder. Bu dönemde 10-14 kilo alınması doğal. Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Sönmez, Bazı anne adaylarının daha fazla da kilo alabildiğine dikkat çekerken, “Kilonun çoğu karın bölgesinden, bir kısmı da kalçalardan alınır” dedi.

    Doğum sonrası eski forma girmek büyük çaba istiyor…

    Doç. Dr. Ahmet Sönmez “Hormonların etkisiyle emzirme için hazırlanan memeler büyürler, hacimleri artar. Doğum sırasında ve takip eden birkaç hafta içinde alınan kiloların önemli bir kısmı verilecektir. Emzirme dönemi bittikten sonra hormonların normal seviyelerine dönmesiyle memeler de eski haline dönecek ve hacim kaybına uğrayacaktır.” derken “Doğumdan belli bir süre sonra anne, vücudunun hamilelik öncesi formunu arayacaktır ama o forma ulaşmak çok da kolay değildir. Hele araya ikinci, üçüncü doğumlar da girerse iş daha da zordur” şeklinde konuştu.

    Düzenli sporun yerini hiçbir şey tutmaz…

    Doğum sonrası, süt verme, hormonal değişim, artan iş yükü, değişen sosyal yaşam, uykusuzluk gibi faktörler de devreye girince annenin kendini iyi hissetme çabasıyla estetik cerrahların kapısını çalması muhtemel. Doç Dr Ahmet Sönmez bu konuda anneleri uyarıyor: “eski forma kavuşmak için bilinçli bir diyet ve düzenli sporun yerini hiçbir şey tutamaz. Bunların yeterli olmadığı durumlarda biz plastik cerrahlar elbette devreye gireriz. Ancak bunun için doğumdan sonra belirli bir zaman geçmesi doğru olacaktır. En azından emzirmenin sonlandığı döneme kadar beklenmesi gereklidir.

    Doğum sonrası meme ve karın yenileniyor…

    Doğum sonrası en büyük deformasyon meme ve karında meydana geliyor. Bu bölgelere yönelik ameliyatlar genelde tek seansta ve birlikte yapılıyor. Doç Dr Ahmet Sönmez :”Bir tanesini yapıp diğerini bıraktığınız zaman mevcut deformiteyi tam olarak düzeltmek mümkün olamıyor. Emzirme döneminden sonra memeler genelde hamilelik öncesine göre hacim olarak küçülür. Aynı zamanda memenin derisinde de fazlalık olacağından memede sarkma görülür. Hormonların etkisiyle ortaya çıkan bu durum hamilelik dışı nedenlerle yapılan meme ameliyatlarından genelde farklıdır, çünkü memeyi hem büyütme hem de dikleştirme işini aynı anda yapmak gerekmektedir.” diye konuştu. Karın ameliyatında da en önemli nokta, karın kaslarını yeteri kadar gerginleştirmek olduğunun altını çizen Doç. Dr. Sönmez “ Doğum yapmış bir karında bu kaslar oldukça gevşek ve ayrıktır. Halbuki düz ve gergin bir karna sahip olmanın ilk şartı sıkı karın adaleleridir.” dedi

    Deride sarkma varsa liposuction yeriden kadın germe ameliyatı…

    Doç Dr Ahmet Sönmez, hamilelik döneminden sonra liposuction talebi ile de gelen hastaların arttığını söylerken, burada bilinmesi gereken en önemli noktanın, deride sarkma olup olmadığıdır derken. “Deride sarkma varsa yapılacak liposuction sonrası bu sarkma daha da belirginleşecektir. Bu durumda liposuction yerine, germe ameliyatı tavsiye ediyoruz. Böylece hasta, doğum öncesi, gergin ve fit karnına kavuşacaktır.” şeklinde konuştu. Bu ameliyatlardan sonra anneler ev ya da iş hayatına kısa bir süre içinde dönebilir, çocuğuyla rahatça ilgilenebilir. 1-1,5 ay sonra yeniden spor yapmaya başlayabilir.

    Çok sorulan sorular…

    Hastaların pek çoğunun ikinci bir hamilelikte kilo aldıklarında yeniden liposuction ya da germe ameliyatı yapıp yapamayacaklarını sorduklarını ifade eden Doç Dr Ahmet Sönmez “İkinci bir ameliyata engel yoktur. Ancak yakın aralarla ikinci gebelik planlanıyorsa ameliyatı ikinci gebelik sonrasına saklamak daha uygundur” dedi.

    Meme ameliyatının ardından, sonraki çocuklarına süt vermek mümkün olabilecek mi şeklindeki soruya “Bu çoğunlukla kullanılacak tekniğe bağlıdır. Uygun teknik seçildiğinde ameliyat sonrası da süt vermek mümkün olabilir” şeklinde cevap veren Doç Dr Ahmet Sönmez; ameliyatlar sonrasında iz kalıp kalmayacağının da çok merak edildiğini ifade ederek, soruyu şu şekilde cevapladı: “Her ameliyattan sonra belli bir miktar iz kalacaktır, ancak ameliyat sonunda elde edilen form ve şekil, iz ile ilgili kaygıları ortadan kaldırmaktadır.

    Fazla kilolardan kurtulmak için değil, vücudu şekillendirmek için…

    Doğum sonrası fazla kilolar için diyet ve sporu öneren Doç Dr Sönmez, “Bu ameliyatlar hamilelik sırasında alınan kilolardan kurtulmak amacıyla planlanmamalıdır. Kilo kaybı bu ameliyatlardan sonra elde edilebilecek bir yan kazançtır, ana hedef vücudu şekillendirmek, yeniden doğum öncesine hatta daha da iyisine ulaşmak olmadır” şeklinde konuştu.

  • Menopoz ne kadınlığın sonu, ne de yaşlılığın başlangıcı! Menopoz; kadın için doğal bir süreç!

    Menopoz, ortalama 45-55 yaşları arasında, düzensiz adet kanamaları ile başlayan ve adetin tamamen kesilmesiyle sona eren; kadının hayatındaki en doğal dönemdir. Günümüzde, gelişen tıp dünyasının insan hayatı üzerine olumlu etkileri ile kadın ömrü 80’li yaşlara yaklaşıyor. Dolayısıyla kadın, yaşamının yaklaşık üçte birini postmenopoz (menopoz sonrası; adetsiz dönem)’da geçiriyor. Menopoz dönemi, adet bozuklukları ve sonunda adetin tamamen kesilmesi dışında, başka bir belirti ve rahatsızlık hissetmeden geçirilebiliyor. Ancak bu kadınların oranı tüm menopozdaki kadınların sayısı ile karşılaştırıldığında, yalnızca % 24 olarak belirlenmiş. Uygun bir tedaviyle, eksik olan hormonlar yerine konduğunda görülen belirti ve hastalıkların birçoğunun vereceği rahatsızlık da en aza indirilebiliyor.

    Günümüzde menopozu; adetten kesilen kadının eskiden olduğu gibi bir takım şikayetlerine alışmakla geçirdiği dönem olarak algılamamak gerektiğini söyleyen Bahçeci Umut Kadın Sağlığı ve Tüp Bebek Merkezi’nden Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Süleyman Tosun, menopozun yaşlılığın başlangıcı ya da hayatın sonbaharı olmadığını da vurguluyor.

    Menopoz neden önemlidir?

    Kadınlar hayatlarının 3’te 1’lik bölümünü menopozda geçiriyor. Yaşam süresi uzadı artık . Kadınların hastalık riskini (kemik kaybı, kroner kalp hastalıkları, kanser…) etkileyen menopoz sonrası bir çok fiziksel değişiklikler tespit edilmiştir. Bu nedenle menopoz önemlidir.

    Hormon replasman tedavisi nedir ?

    Hormon replasman tedavisi (HRT) menopoza girmiş kadınların vücudunda üretimi bitmiş olan hormonların dışarıdan yerine konmasıdır. Yaşamda bir değişiklik olarak da görülen menopoz kadının yumurtalıklarında ostrojen ve progesteron hormonlarının üretiminin son bulması ile oluşur. Menopoz ile birlikte regl dönemleri ve doğurganlık dönemi son bulur. Ortalama menopoza girme yaşı 50’dir. Menopoz yumurtalıkların ameliyat ile alınması sonucunda da oluşabilir. Cerrahi bir girişime bağlı olduğu için buna cerrahi menopoz denir.

    HRT’nin faydaları nelerdir ?

    Menopozla birlikte ortaya çıkan rahatsız edici şikayetlerin (sıcak basması, gece terlemeleri, ağrılı cinsel ilişki…) ortadan kalkması, HRT’nin hemen görülen faydalarıdır. Hormonlar, idrar problemleri, gerginlik ve depresyon gibi diğer problemlerin ortadan kalkmasına yardımcı olur. Tedavinin bir diğer yararı kemik kaybının (osteoporoz) önlenmesidir. Kemik kaybı vücutta ostrojen üretiminin durması ile artar. Çok basit travmalarla kemik kırılmaları görülebilir.

    HRT’nin başka faydası var mıdır ?

    Koroner kalp hastalığı, menopozun rahatsız edici semptomlarını ve osteoporozun engellenmesine ek olarak, hormonlar kadınların kalp krizi, ciddi koroner kalp hastalığı riskini azaltıyor. Menopoz sonrası kadınların kalp krizi riski artıyor çünkü ve erkeklerde görülen kalp krizi riskine yaklaşıyor. Ancak ilk kalp krizinde ölüm riski erkeklere oranla daha fazladır. Östrojen kullanan kadınlarda koroner kalp hastalığına bağlı ölüm riski, kullanmayanlara göre yüzde 50 daha azdır. Östrojen ve progesteron kullanan kadınlarda bu faydanın ne kadar olacağı çok açık değildir. İki hormonun birlikte kullanılması riski azaltır, ancak bu oranın yüzde 50’den de fazla bir koruma sağlayacağı kesin değildir.

    Riskler nelerdir ?

    Riskler; hormonların ne kadar uzun süre kullanılacağına, rahmin olup olmadığına bağlı olarak tedavi biçimine göre değişir. 5 yıldan daha az, kısa süreli tedavilerde, tedavinin riski çok azdır.

    Eğer rahmi olan kadınlarda sadece östrojen ile tedavi uygulanırsa endometrial kanser riski artar. Progesteron hormonunun tedaviye eklenmesi artmış riski ortadan kaldırır. Bu nedenle rahmi olan kadınlarda her iki hormon birlikte kullanılmalıdır. Endometrium kanseri hakkındaki gerçek şudur ki; erken teşhis edilebildiği için tedavi edilebilir ve çok nadir ölümle sonuçlanır. Endometrium kanserinin en erken bulgusu vajinal kanama olduğu için normal olmayan kanamalar hekiminiz tarafından yakından izlenmelidir.

    Menopoz sonrası kadınlarda kullanılan hormonların meme kanseri yapıp yapmadığına dair bir çok çalışma yapılmıştır. Bu çalışmalarda ortak bir sonuç çıkmamıştır. Bazı çalışmalarda artmış risk bulunmamasına rağmen bazı çalışmalarda ise uzun süreli 10-15 yıl düzenli ilaç kullanımına bağlı minimal artmış risk bulunmuştur. 5 yıldan az süreli tedavilerde artmış meme kanseri riski görülmemiştir.

    HRT’nin farklı çeşitleri var mıdır ?

    Evet. Bazen östrojen tek başına, bazen de progesteron eklenerek kullanılabilir. Genellikle rahmi alınmış kadınlarda sadece östrojen, rahmi olan kadınlarda ise östrojen ve progesteron birlikte kullanılır. Hormonlar tablet, vajinal krem veya cilde yapıştırılan bantlar şeklinde kullanılabilir.

    Yan etkileri nelerdir ?

    Meme hassasiyeti, ödem, bulantı, baş ağrısı, çekilme kanaması östrojenin yan etkileridir. Progesteronun ise vücutta tutulması, sivilce, adet öncesi semptomlar, depresyon, gerginlik, heyecan gibi yan etkileri görülebilir. Bunlar tıbben ciddi yan etkiler değildir. Rahatsız edici olsa da bu yan etkiler ilaç dozunun veya ilacın değiştirilmesi ile ortadan kaldırılabilir.

    Hasta, HRT’nin kendisi için uygun olup olmadığına nasıl karar verir ?

    Kuşku yoktur ki kısa süreli tedavi menopoza bağlı şikayetlerin ortadan kaldırılmasına yardımcı olacaktır. Hastalıklardan korunmak, yaşam süresini uzatmak için kullanılan hormonlarda fayda görüp görmemek kişinin risk faktör profiline bağlıdır. Hasta tedavinin kendisi için risk ve faydalarını tedavi öncesi hekimiyle mutlaka konuşmalıdır. Örneğin; koroner kalp hastalığı veya osteoporoz riski yüksek olan bir kadın uzun süreli bir tedavinin riski yüksek olmayan kadına göre daha fazla fayda görebilir.

    Not : Bahçeci Umut Kadın Sağlığı ve Tüp Bebek Merkezi’nden Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Süleyman Tosun sorularinizi http://www.kadinlarkulubu.com/tup-bebek-amp-infertilite-f964/ adresinde cevaplamaktadir…

  • Sonbahar DEPRESYONU TETİKLİYOR !

    SONBAHAR DEPRESYONU TETİKLİYOR

    Sıcak yaz günleri bitti. Geceleri havalar biraz soğurken, güneşin artık yakıcılığını hissetmiyoruz. Sabahları da havalar biraz daha karanlık olmaya başladı. İşte bütün bunları içimizdeki sıkıntıları tetikleyebilir. Çamlıca Medicana Hastanesi Psikiyatri Bölümü’nden Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu, cinsel istek azalması, sıkıntılı, çaresiz, neşesiz ve sinirli ruh halleri, uykusuzluk çekme, yorgun ve bitkin uyanma, davranışlarda yavaşlama, geçmişe dönük pişmanlık duygusu belirtileri bulunanların fazla zaman kaybetmeden bir uzman psikiyatriste başvurmaları gerektiğine dikkat çekiyor.

    MEVSİM DÖNGÜLERİNDE DEPRESYON ARTIYOR

    Sonbahar ve ilkbahar mevsimlerinde yani mevsim döngülerinde depresyon görülme sıklığı artıyor. Sonbaharın gelmesiyle puslu hava giderek ağırlığını artırır, perdelerin hep çekili kalmasını istersiniz, yataktan canınız hiç çıkmak istemez. Sürekli uyumak ve kimseyle konuşmak istemezsiniz. Sonbaharda depresyonun en sık görülen belirtileri arasında cinsel istek azalması, sıkıntılı, çaresiz, neşesiz ve sinirli ruh halleri, uykusuzluk çekme, yorgun ve bitkin uyanma, davranışlarda yavaşlama, geçmişe dönük pişmanlık duygusu geliyor. Sararan yapraklar, puslu bir gökyüzü içimizdeki sıkıntıyı artırıyor. Yağmurlu ve kapalı hava insan psikolojisini olumsuz yönde etkiliyor. Güneş enerjisi beyin yapısını olumlu etkilediğinden güneş enerjisinin azalmasıyla sonbahar aylarında insanların depresyona girme olasılığı diğer mevsimlere göre daha yüksek oluyor. Hatta bu yüzden Amerikalılar mevsimsel değişimlerden daha az etkilenirken Norveç ve İsveç gibi kış aylarında gün ışığının daha az görüldüğü yerlerde bu rahatsızlık daha yüksek oranlarda ortaya çıkıyor.

    BİR UZMAN PSİKİYATRİSTE BAŞVURULMALI

    Depresyonun ciddi bir psikiyatrik rahatsızlık olduğu artık tüm dünyada kabul ediliyor. Depresyon, psikiyatrik rahatsızlıklar arasında tedaviye olumlu cevap veren bir rahatsızlıktır. Depresyonun tedavisinde iki ana yöntem bulunuyor. Bunlar ilaç tedavisi ve psikoterapidir. Depresyonun tüm belirtilerinin saptanılmasının ardından en az 6 ay süreyle ilaç kullanmak gerekiyor. Ayrıca belli zaman aralıklarında mutlaka bir psikiyatristle görüşülmesini de tedavinin olmazsa olmazları arasındadır.

    Çamlıca Medicana Hastanesi Psikiyatri Bölümü’nden Prof. Dr Mehmet Bekaroğlu Depresyonla ilgili bilinmesi gerekenlere dikkat çekiyor:

    Mevsime bağlı depresyon geçiriyorsanız, çok kalabalık ortamlardan kaçının ve pozitif enerji alabildiğiniz insanlarla beraber olun

    Hafif ve sulu gıdalar alının ve kafeinli içecekler yerine bitki çaylarını özellikle de nane çayını tüketin

    Her insan hayatında en az iki kez depresyona girebilir.

    Özellikle hamilelik döneminde hormonların değişiminden dolayı depresyon riski daha yüksek.

    Depresyona aşırı sorumluluk sahibi, titiz ve kolayca suçlanma eğilimi olan kişiler daha çabuk giriyor.

    Ailesinde daha önce depresyon geçiren kişiler depresyona daha yatkın.

    Aşırı üzüntü gibi yoğun mutluluk hali de depresyonu tetikleyen bir etken.

    Bu dönemlerde ılık banyo yapmak ve hafif egzersizliklerle yürüyüş yapmak mevsimsel depresyonu atlatmakta kolaylık sağlıyor

    Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu
    Medicana Hastanesi
    Psikiyatri Bölümü

  • Kısırlığa karşı sağlıklı beslenme ilkeleri

    Kısırlığa karşı sağlıklı beslenme ilkeleri | 1Aşırı şişmanlık ya da aşırı zayıflık, kısırlık nedeni olabiliyor. Özellikle fazla kilolu veya obez olmanın doğurganlığı azalttığını vurgulayan Umut Tüp Bebek Merkezi’nden Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Süleyman Tosun, “Anne baba adayları, üremeye yardımcı tedaviler sayesinde bulunabilecek tek bir dengeli ve sağlıklı beslenmenin; yumurta ile spermin kalitesini ve döllenmeyi direk etkilediğini“ belirtiyor.

    Yanlış beslenme gebe kalmayı etkiler mi?

    Beslenmeyle ilgili sorunlar kadınların yumurtalıkları ile erkeklerin spermleri üzerinde olumsuz etki yapıyor. Yanlış beslenme alışkanlıkları kadınların yumurtalıklarını etkileyerek sağlıklı yumurtalar üretmeye direnç gösterir hale getiriyor.

    Erkekte sperm sayı ve kalitesini azalttığından gebe kalmada güçlüğe neden olabiliyor. Doğal gebe kalmayı zorlaştırırken, düşükleri hızlandırıyor. Yanlış beslenme kısırlık tedavilerinin başarılarını da düşürüyor.

    Şişmanlık tek başına kısırlık sebebi olabilir mi?

    Olabilir. Bizim, sebebi bilinemeyen infertilite dediğimiz durumlarda, eğer kilo problemi faktörü varsa direk buna yöneliyoruz. Görüyoruz ki, kısırlık nedeniyle bize başvuran ve beslenme programına alınan anne adayları zayıflayınca başka hiçbir tedavi veya yardımcı yöntem gerektirmeden gebe kalabiliyor. Fazla kilonun kadınlarda doğurganlığı azalttığı ispatlanmış bir gerçek.

    Aşırı zayıflık doğurganlığı etkiler mi?

    Aşırı zayıflık adet düzensizliği yapıyor. Adet düzensizliği, yumurtlama bozukluğu gibi sorunlar aşırı zayıflıktan kaynaklanarak, kısırlığa sebep olabiliyor. Vücutta yağ oranı, kadınlarda normalde yüzde 20-29 arasındadır. Beslenme bozukluğu sonucu aşırı zayıf olan kadınlarda adet düzensizliğine sık rastlanıyor. Düzensiz kanamalar, yumurtlama bozukluğu ile birlikte seyrediyor. Benzer durumdaki atletler, yüzücüler gibi ağır spor yapanlarda da kısırlık sık görülüyor. Sağlıklı beslenme sonucunda vücut yağ oranları ve kiloları düzeldiğinde, kişilerin gebe kalma şanslarının artıyor.

    Şişmanlığın doğurganlığa olan olumsuz etkileri sonucu ortaya çıkan problemler nelerdir?

     Adet düzensizliği
     Kısırlık ihtimalinin artışı
     Kısırlıkla ilgili cerrahi girişim riskinin artışı
     Düşük riskinin artışı
     Üremeye yardımcı tedaviyle gebelik şansının azalması

    Gebelik öncesi özel beslenme gerektiren ve kısırlık sebebi olan hastalıklar nelerdir?

    Polikistik Over, “çok sayıda kist içeren yumurtalık” anlamına geliyor. Polikistik Over Sendromu da üreme çağında olan on kadından birinde, her ay düzenli olarak gerçekleşmesi gereken yumurtlama işlevinin aksaması demek.Kısırlık, tüylenme, kilo artışı, saç dökülmesi gibi sorunlar söz konusu.PCOS’den şüphelenilmesini gerektirecek en önemli belirtiyi, adet düzensizliği oluşturuyor. Bunun sonucunda oluşan kısırlık ise, PCOS’nin bir başka belirtisini oluşturuyor. Sendromun bir diğer önemli belirtisi de, tüylenmede görülen artış. Hastaların yumurtalıklarından fazla miktarda testosteron, yani erkeklik hormonu üretilmesine bağlı olarak gelişen tüylenme; yüz bölgelerinde, göğüsler arasında, göğüs uçlarında ve göbekte ortaya çıkabiliyor. Ciltte yağlanma, sivilce oluşumu ve kilo artışı da, bu sendromun etkisi altında kalan kadınlarda sıkça görülüyor. Çünkü bu sendrom uzun dönemde; diyabet, yüksek tansiyon ve kalp hastalıkları gibi ciddi sağlık problemlerini de beraberinde getiriyor. PCOS’li hastaların vücutlarında, kan şeker seviyesi düzenleyen insülin hormonuna karşı bir direnç oluşuyor.

    İnsülin pankreastan salınan bir hormon ve hücrelerin glukozu kullanmalarını sağlıyor. PCOS’de hücrelerde insüline karşı bir direnç oluştuğu için pankreas daha fazla insülin salgılamak zorunda kalıyor. Bu yüksek dozda insülin de yumurtalıkları etkileyerek, yumurtlamayı engelliyor. İşte, tüm bu nedenlerden dolayı, bu hastalarda şeker hastalığına yakalanma riski artıyor. Polikistik over sendromlu bir hastada uygulanacak tedavi ise kilo verilmesi, insülin etkinliğini arttıran ilaçlar. yumurtlama tedavisi, ve Tüp Bebek’dir. Kısırlık dışındaki diğer problemler; (kıllanma, tüylenme, vs.) ise erkeklik hormonlarını azaltan ilaçlarla yapılmaktadır

    Gebe kalınsa da beraberinde hangi problemlerle karşı karşıya kalınıyor?

    Fazla kiloya rağmen gebe kalınabilse de, fazla kiloların hipertansiyon ve gebelik diyabeti riskini ortaya koyuyor. Ayrıca normal kilodaki hamilelere göre bulantı, kusma, kasık ve bel ağrısı, kramp gibi şikayetlerin görülme riski de artıyor. Fazla kilolar hamilelik sürecinin yanı sıra hem normal doğumu hem de sezaryen doğumu zorlaştırabiliyor.

    Uygulanacak beslenme planı kişinin kendine özgü sağlık koşulları (şeker hastalığı, çölyak, yüksek tansiyon) boy, ağırlık,fizik aktivite, kullandığı ilaçlarıyla beslenme alışkanlıkları göz önüne alınarak oluşturulur.

    Sonuç olarak sağlıklı kilonun korunması hem birçok hastalığın önlenebilmesi, hem de gebeliğin sağlıklı olabilmesi ve korunabilmesi için önemlidir

    Çok fazla zayıflık da, çok fazla şişmanlık da başarılı bir hamilelik şansını tehlikeye atar. Sağlıklı kilo herkes için farklıdır. Gebe kalmadan önce ideal kilonuz için doktorunuza danışmanız önemlidir. Kilo değişiklikleri ani olmamalı, uygun bir süreye dağılmalıdır. Bu konuda mutlaka doktorunuzdan ve onun yönlendireceği bir beslenme uzmanından yardım alın.

    Önerilerimiz;
     Yeterli miktarda meyve, sebze ve tahıl tüketin.
     Kolesterolü düşük yiyecekler yiyin. Hayvansal gıdaların çok fazla tüketilmesi kan kolesterol düzeylerini arttıracaktır.
     Yiyeceklerinizdeki şeker oranını sınırlayın.
     Yiyeceklerinizdeki tuz oranını sınırlayın.
     Lifli yiyecekler tüketin.
     Alkol tüketiminizi sınırlandırın, mümkünse tamamen kesin.
     Çay ve kafein tüketiminizi sınırlandırın.

    Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Süleyman Tosun
    Umut Tüp Bebek Merkezi

    Not : Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Süleyman Tosun sorularinizi http://www.kadinlarkulubu.com/ozel-umut-tup-bebek-merkezi-f962/ adresinde cevaplamaktadir.

  • ÇOCUKLARDA YANIK TEHLİKLESİNE DİKKAT!

    Ülkemizde çocuklarda yanık kazaları sıkça yaşanan ev kazaları arasında yer alıyor. Kaynar su dökülmesi, çakmak ya da kibritle oynama esnasında birçok çocuk yanma tehlikesine maruz kalıyor. Ailelerin çoğu bu konuda kulaktan duyma bilgilerle yanan bölgeye ilk müdahaleyi yapıyor. Estetik ve Plastik Cerrahi Uzmanı Prof.Dr. Erol Kışlaoğlu ülkemizde sıkça yaşanan çocuk yanıkları hakkında bilgiler verdi.

    Yanık Nedir?

    “Vücuttaki herhangi bir bölgenin ısıya maruz kalarak zarar görmesi durumuna yanık yaralanması nedir. Yanıklar kimyasal yanıklar ve fiziksel yanıklar olmak üzere ikiye ayrılırlar. Fiziksel yanıklar haşlama, elektrik yanıkları, sürtünmeyle oluşan yanıklar gibi çeşitlilik gösterirler. Vücutta oluşan yanıklarda üç şekilde derecelendirilir.

    1. Derece yanıklar dediğimiz deride fazla hasar oluşmayan ve iyileşme süreci daha kolay olan yanıklardır. Örnek olarak güneş yanıkları verilebilir.

    2. Derce yanıklar ise ısının derinin alt tabakasına ulaşarak, ciltte sıvı kabarcıkları oluşturan yanıklardır.

    3. Derece yanıklar ise ısının tamamen derinin alt tabakasına ulaşarak sinirlere ve kas bölümlerine zarar vermesi sonucu oluşan yanıklardır.”

    Çocuklarda yanıklar ne sıklıkta görülüyor?

    Beş yaş altındaki çocuklarda oluşan yanıklar, tüm çocuk yanıkların %70′ini oluşturur.

    Çocuklar genelde sıcak su, çay kahve gibi sıcak içecekler, sıcak yemek, musluklardan akan sıcak su, kibrit, çakmak gibi nesnelerle oynama esnasında yanığa maruz kalır. Çocuklarda yaşanan yanık sıklığı şu şekildedir.

    —Kaynar su yanıkları yanıkların %40–50′sini,

    —Kızgın yağ yanıkları yanıkların %20–30′unu,

    —Kimyasal ürünler ve elektrik akimi yanıkları ise kalan kısmını oluşturur.

    Çocuklarda yanan en sık bölge genelde üst kısımdır.(%72) oranında görülür. Bu sırayı baş ve boyun bölgesi yanıkları izlemektedir.”

    Çocuklarda yanık kazlarının sıklıkla yaşanmasının sebepleri nelerdir?

    Yanıklar genelde ev içerisinde yaşanır. Bir nesnenin ya da objenin çocuğun ilgisini çekmesi sonucu ya da dikkatsizlik ve ailenin ihmali sonucu ortaya çıkabilir. Aile içerisinde yaşanan sorunlardan dolayı çocuk sıklıkla gözlenemiyorsa bu gibi ortamlar da yanık kazalarının sıklığını artırır.

    Yanık tedavisi nasıl yapılır ?

    Hastanın yaşadığı yanma durumuna göre tedavi uygulanır.

    1. Derece dediğimiz hafif ölçekli yanıklarda ağrıyı kesen merhemler kullanılır ve hasta ayakta tedavi edilebilir. 2. ve 3. Derece yanıklar da ise açık veya kapalı pansuman yapılır. Özel bölge yanıklarında deri grefti dediğimiz vücudun başka bir bölümünden deri parçası alınarak bir nevi yama dediğimiz işlem uygulanır. Fakat yanık tedavileri estetik cerrahisinde en zor tedavi yöntemlerindendir. Aynı zamanda bir diğer yöntem olan silikon şilt tedavisi de yara ve yanık izlerinin silikleştirilmesin de uygulanır. Yanık bölge sıkıca sarılıp uzun süre kullanılması gerekir. Mutlaka uzman hekimler tarafından yapılmalıdır. Yanık tedavilerinde önemli olan başka bir konu ise hastanın erken tedaviye başlamasıdır. Bu şekilde yanık tedavisindeki süreç değişecektir.”

    Yanıklarda öncelik nedir?

    “ %15 derecenin üstündeki bütün yanıklar uzman tedavisi gerektirir. Doğru bir uzman tercihi yapılmalıdır. Çünkü bu tür yanıklar da gerektirdiği gibi tedavi uygulanmazsa çocuğun hayatını derinden etkileyen sonuçlar ortaya çıkabilir. Tedavisi zorunlu yanıklar arasında çocuk yanıkları ilk sırayı alır. Elektrik yanıkları ve özel bölge yanıkları boyun, yüz, göz kenarları, el ve parmaklarda oluşan yanıklarda önemli olan bölgenin fonksiyonel özelliğini kaybetmeden tedavinin uygulanmasıdır.”

    Yanık izleri tamamen ortadan kalkabilir mi?

    Özel bölge yanıkları dediğimiz el, yüz, boyun, kol, genital bölge yanmalarında bir cerrah için söz konusu iz kalması durumu değildir. Önemli olan bu bölgelerdeki işlevsel durumun devamlılığını sağlamaktır. 3. derece yanıklar olarak adlandırılan derin yanıklarda deri komple değiştirilse bile izleri tamamen yok etmek mümkün değildir. Ancak azaltılır ve yapılabilecek en iyi tedavi hasta için uygulanır.

    İlk yardım nasıl yapılmalıdır ?

    —Çocuk yakıcı nesneden uzaklaştırılmalıdır.

    —Yanan kısım akan suya tutularak soğutulmalıdır

    —Çok büyük bir alan yandıysa ılık suyla ıslatılmış bir bez ya da çarşaf kullanılarak sarılmalıdır.

    —Kimyasal yanıklarda mutlaka bölge temiz suyla uzun süre yıkanmalıdır.

    —Alev alarak bir yanma yaşanıyorsa çocuk koşturmaya başlar mutlaka durdurulmalıdır.

    —Yaşan yanık ufak çaplı bir yanıksa üzerine yanık için kullanılan özel merhemler kullanılabilir.

    —Etkilenen alan çok büyükse özellikle 2. ve 3. derce yanıklarda mutlaka hastaneye götürülmelidir.

    —Kesinlikle yanan bölgeye diş macunu, biber salçası, balmumu, süt ve yoğurt sürülmesi gibi işlemler uygulanmamalıdır.

    —Yanan bölgeye buz direk uygulanmamalıdır.2.bir hasar meydana gelebilir. Aşırı ısı kaybı yaşanabilir.

    Annelerin dikkat etmesi gereken durumlar nelerdir?

    —Evde bulunan mutfak eşyaları mutlaka çocukların erişemeyeceği noktalarda bulunmalıdır.

    —Kibrit ve çakmak gibi yakıcı objeler çocuklara oynaması için verilmemelidir.

    —Evde kullanılan ısıtıcılarda çocuklardan uzak tutulmalı çocuğun bulunduğu alanlarda mutlaka çocuğa dikkat edilmelidir.

    —Elektrik yanıklarına karşı tüm elektrik prizleri, özel plastik koruyucular ile kapatılmalıdır.

    —Ütü, saç kurutma makinesi gibi küçük ev aletleri çocuğun ulaşamayacağı şekilde ve fişten çekili durumda tutulmalıdır.

    —Temizlik ürünleri ve deterjanlar, kimyasal yanıklara sebep olabileceğinden kilitli dolaplarda tutulmalıdır.

    —Güneş yanıklarına sebebiyet verebileceğinden yaz aylarında öğle saatlerinde çocuklar çıkarılmamalı, diğer saatlerde de koruyucu krem kullanılmalı ve şapka giydirilmelidir.

    —Bebeklerde kaynar su yanıkları çay ve kahve gibi sıcak içeceklerden yanma genelde yürüme ve emekle dönemlerinde yaşanır. Bu sebeple ebeveynler bu dönemde daha dikkatli olmalıdır.

    Prof.Dr. Erol. Kışlaoğlu
    Estetik Ve Plastik Cerrahi Uzmanı

  • Beyin sağlığınız için içtiğiniz suya dikkat edin

    Beyin sağlığınız için içtiğiniz suya dikkat edin | 2Vücudumuzdaki su dolaşımı, özellikle beyin ve böbrekler için çok önemlidir. 24 saat içinde beyinden geçen su miktarı 1,4 litre böbreklerden geçen ise 2 litre gibi oldukça büyük miktarlardadır. Beynimizin su eksikliğinden en önce zarar gören organlarımızdan biri olmasının nedeni de budur. İçilen su miktarının beyin üzerindeki etkisi üzerine açıklamalarda bulunan Prof. Dr. M. Zeki Karagülle, beyindeki su dolaşımının bozulmasının, beyin sulanması ya da beyin kurumasına yol açtığını belirtti. Önemli açıklamalarda bulunan Prof. Dr. M. Zeki Karagülle konu ile ilgili şunları söyledi;

    Yaşam su ile başlamıştır ve susuz yaşam olanaksızdır. İnsan besinsiz kaldığında 50 gün kadar yaşamını sürdürebilir, ama su içmeden ancak birkaç gün canlı kalabilir. İnsan vücudunun ortalama % 60 kadarı sudur ve vücut ağırlığında oluşan % 15-20 kadar bir su kaybı ölümcül olabilir. Vücudumuzdaki suyun dolaşımına göz atarsak, özellikle beyin için suyun önemi ortaya çıkar. 24 saat içinde beyinden geçen su miktarı 1400 litre, gibi oldukça büyük bir miktardır. Beynimizin su eksikliğinden en önce zarar gören organlarımızdan biri olmasının nedeni de budur. Beyindeki su dolaşımının bozulması insan bedenine, beyin sulanması, ya da beyin kuruması olarak yansır.

    İnsan organizması günde 2,5 litre kadar suyu değişik yollardan dışarıya attığını belirten Prof. Dr. M. Zeki Karagülle; “Normal yaşamsal vücut fonksiyonlarının sürmesi için vücuttaki su rezervlerine ihtiyaç duyulmadan, bu miktarın yerine konması gerekir. Dolayısıyla bir insanın günde en az 2,5 litre suyu bir şekilde geri alması gerekmektedir.” açıklamasında bulundu.

    Ne kadar doğal mineralli su tüketmeliyiz ?

    Günlük su gereksinimi başta cinsiyet ve yaş olmak üzere birçok etkene göre değişkenlik gösterdiğini ifade eden Prof. Dr. M. Zeki Karagülle, su tüketiminde; fiziksel aktivite ve egzersiz, yüksek hava sıcaklığı, düşük nem, lifli besin tüketiminin önemli ölçüde yer aldığını belirtti. Karagülle; “Bir erkek ortalama 2,9 litre/gün, bir kadın ise 2,2 litre/gün kadar su almalıdır. Günlük su gereksinimi en başta içme suyundan karşılanır. Bu sebeple içme suyu alırken öncelikle pH değeri ve içeriğindeki doğal minerallere dikkat edilmelidir. Ayrıca, kafeinsiz, alkolsüz içeceklerden ve çorba gibi sulu ve diğer günlük katı besinlerden bir miktar su vücuda alınır. Bir miktar su da yaş, karbonhidrat ve protein metabolizmasına bağlı süreçlerde vücutta oluşur. Su kaybı ise en başta idrarla olur. Ayrıca, terleme, solunum ve dışkı ile de su kaybedilir.” dedi.

    Doğal mineralli su ile günlük alınması gereken mineraller belli düzeylerde karşılanmış olur

    Prof. Dr. M. Zeki Karagülle; “Günlük içilmesi gereken suyun doğal mineralli su olarak alınması birçok avantajlar sağlar Öncelikle, sağlıklı bir su metabolizmanın sağlıklı bir vücutta sürdürülmesi garantiye alınmış olur. Ayrıca, günlük alınması gereken minerallerin bir kısmı belli düzeylerde karşılanmış olur. Bunun da ötesinde, kişide var olan bazı fonksiyonel rahatsızlıklar (mide yanması, böbrek taşı oluşumuna eğilim gibi) üzerinde yararlı etki elde edilir. Bunun da ötesinde bazı hastalıkların (örneğin osteoporoz gibi) doğrudan veya dolaylı tedavisi de sağlanabilir. Günde en az 2 şişe (400-500-660ml) doğal mineralli ve pH değeri yüksek suyun içilmesini öneriyoruz. Böylelikle, bir yandan günlük su gereksinimimizin bir kısmı karşılanmış olurken, diğer yandan da yukarıda sıraladığımız olumlu etkiler de sağlanmış olur. Ayrıca belirtmek gerekir ki, ülkemizde dengeli mineral yapısını bulunduran 1-2 su markası ve kaynağı bulunmaktadır. Tüketicilerin bunları önemsemeleri kendi sağlıkları açısından daha olumlu olacaktır.”dedi.

    Mineral gereksiniminin karşılanması için doğal mineralli sular tüketilmeli!

    Mineralli sularda en sık bulunan elementler, kalsiyum, magnezyum. Sodyum ve klordur. Daha az bulunanlar potasyum ve flor, bazen de iyottur. Ayrıca, mineralli sularda sık olarak bikarbonat ve daha az da sülfat anyonları bulunur. Mineralli su içilmesi ile öncelikle minerallere olan günlük gereksinim bir oranda karşılanmış olur. Söz konusu minerallere olan gereksinim yaşamın bazı dönemlerinde örneğin gençlik, çocukluk, yaşlılık gibi, özellikle artar. Bu dönemlerde mineralli suların “içilmesi” daha çok önem kazanır.” dedi.

  • Bir Yumurta Bir Sperm Eşittir MUCİZE

    Tüp bebek tedavilerinde, tek bir yumurtanın veya tek bir spermin çok büyük değeri olduğunu vurgulayan uzmanlar, “Doğru merkezleri seçin, yumurta ve spermleriniz ziyan olmasın!” uyarısında bulunuyorlar.

    Umut Tüp Bebek Merkezi’nden Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Süleyman Tosun, “Anne baba adayları, üremeye yardımcı tedaviler sayesinde bulunabilecek tek bir yumurta veya tek bir spermle bile bebek sahibi olabilirler. Bu yüzdendir ki, bulunabilecek “altın yumurta” veya “tek sperm” çok iyi değerlendirilmelidir” diyor. Konuyla ilgili sorularımızı cevaplıyor:

    “Altın yumurta” nedir?

    Biz tüp bebekçilerin kullandığı, hem bizim hem de hastalarımız açısından çok önemli bir deyimdir. Bir anne ve baba adayı için “altın yumurta”, belki de kılpayı yakalanan şans demektir. Altın yumurta yapılan tedavilere sadece bir tek yumurta büyüterek cevap verebilen ve sonrasında bu tek yumurta ile gebelik elde edilen hastalar için “bir bebek” demektir.

    Tek bir yumurtası olan kadın anne olabilir mi? Altın yumurta ile gebelik şansı kaç?
    Tek yumurta ile zaten doğal hallerde de gebelik elde ediliyor. Doğal halde tek yumurtanın gebelik şansı %15-20 civarında. Ancak eğer tedaviye hasta tek yumurta ile cevap vermişse o zaman hastanın yaşına göre konuşmak gerekir. Sözgelimi 38 yaş altı ve üstündeki hastalara farklı konuşmaktayız.

    Tek bir yumurta ile ikiz annesi olunabilir mi?

    Evet, tek yumurta ikizi olabilir.

    Tek bir yumurtası olan kadın doğal yollarla çocuk sahibi olabilir mi?

    Tek yumurta ile eğer kadının tüpleri açıksa ve yeterli sayıda sperm de varsa doğal yoldan gebelik mümkün olabilir. Ancak bundan asla hastaların ilelebet doğal yoldan gebeliği beklemesi gibi bir sonuç çıkarılmamalı ; özellikle de kadın 35 yaş üzeri ise mutlaka hızlı olarak sonuca gidecek şekilde yönlendirilmeli ve gerekirse de tüp bebeğe kadar tedavisi götürülmeli. Çünkü eğer yumurtalık rezervleri azalırsa özellikle de kadının yaşı 38 ve üstüne ulaşmışsa tüp bebekle bile son derece sınırlı bir gebelik şansı olabilir.

    Yumurta azlığı kadında neden olur? Az yumurta varsa ya da tek yumurta, kaliteli olabilir mi?

    Yumurtalıklarda rezerv azalmasının bilinen nedenleri ilerleyen kadın yaşı( özellikle 35 yaş üstü), yumurtalıklara yönelik ameliyatlar (kist v.s…) , bazı kanser tedavileri, bazı oto immun hastalıklar(bağışıklık sistemine ait bazı hastalıklar…) ‘dir. Ancak çoğu zaman elle tutulur bir neden yoktur… Özellikle de kadının yaşı gençse elde edilen tek yumurtanın gebelik şansı daha yüksektir.

    Sadece yaşa bağlı olarak görülen bir sorun mu?

    Bu durum yukarıda da söylediğim gibi sadece yaşa bağlı olarak değil cerrahi ya da bazı hastalıklarla da birlikte görülebilir. Ancak çoğu zaman neden bulunamaz.

    Erkeğin tek bir spermi olduğunda da “altın sperm” diyor musunuz?

    Evet tek yumurta için bu deyimi kullanıyorsak, tek sperm için de bu deyim kullanılmalı.

    Tedavi ile kadının yumurta sayısı artırılabilir mi?

    Yapılan tedaviler ile amaçlanan kadının yumurta rezervini artırmak değil sadece mümkün olan en fazla sayıda kaliteli yumurta elde etmektir. Biz de bu tedavilerle var olan yumurta sayısını artırmıyoruz.. Buna yönelik bir tedavi yoktur. Çünkü bir kız çocuğu anne karnında 4 aylık iken üretebileceği maksimum yumurta sayısına ulaşır ve sonrasında önce doğuma kadar,sonra da doğumdan sonra buluğ çağına kadar kayıplar sonrasında sınırlı sayıda yumurta ile adetleri başlar . En iyilerini ilk dönemlerde kullandığı için 19-25 yaş arası en yüksek gebelik oranları ile karşılaşıyoruz. Sonrasında 35’e kadar yavaş da olsa doğurganlıkta yıllar içinde bir azalma söz konusu. Ancak 35’den sonra bu azalma yıllar içinde hızlanır ve 40 yaş sonrası tüp bebekle bile gebelik oranları sadece %20-25’e düşer.

  • ANNE SÜTÜNÜN BEBEĞE FAYDALARI

    Anne sütü sevginiz gibi bebeğinize özeldir, taklit edilemez!

    Anne sütü bebeğin yaşayabilirliğini ve direncini artırır!

    Anne sütünü artıran faktörler; bebeğin anneyi doğru emmesi, annenin bebeğinden duygusal uyarı alması, memelerin iyice boşaltılması, yeterli sıvı alımı ve annenin iyi dinlenip, yorulmamasıdır.

    Emzirmek meme kanseri riskini azaltır.

    Anne sütü bebeğin zeka gelişimini artırır.

    Anne sütü bebeğin ilk aşısıdır. Anne sütü emen bebekler daha az hasta olur.

    SÜTÜNÜZÜN BEBEĞİNİZ İÇİN ÜRETİLMİŞ TEK ÖZEL SÜT OLDUĞUNU BİLİYOR MUSUNUZ?

    İçerdikleri besin maddeleri ve oranları açısından anne sütlerinin birbirine benzemediğini biliyor musunuz? Yapılan araştırmalar; her annenin kendi bebeğinin ihtiyaçlarına göre kodlanmış özel sütler ürettiğini gösteriyor. Örneğin prematüre veya düşük doğum ağırlıklı bir bebeğin annesinin sütü o bebeğin daha hızlı gelişimi için gerekli öğelere sahip. Yani her annenin sütü kendine ve bebeğine özel! Üstelik bu sadece insanlar için değil tüm canlılar için geçerli…

    ANNE SÜTÜNÜN İÇİNDE NE VAR?

    Anne sütünün miktarı ve içeriği bebeğinize göre ayarlanır. Yani her anne sütünü bebeğinin ihtiyaçlarına göre üretir. Örneğin erken doğmuş bir bebek için annesinin ürettiği süt ile zamanında doğan bebeğin annesinin ürettiği sütün içeriğinde bebeğin asıl ihtiyaç duyduğu besinsel değerlere göre miktar farkı vardır. Yani her ANNENİN SÜTÜ BEBEĞİNE ÖZELDİR.

    • Anne sütünün içeriği bebekten bebeğe, bebeğin yaşına hatta gün içerisinde öğün zamanına göre değişen canlı bir yapıdır.
    • Doğumdan sonra gelen kolostrumun 1 ml’sinde 1.000.000 hücre bulunur. Bu anneden bebeğe geçen önemli bir koruyuculuktur. Bu miktar olgun sütte 4000’e düşer. Ayrıca meme dokusunda da kök hücreler bulunur. Bugün yapılan araştırmalar kök hücrelerin birçok hastalığın tedavisinde etkili olduğunu göstermektedir. Buradan hareketle uzmanlar kök hücrelerin anne sütünde de yara iyileştirici özelliği olduğunu düşünmektedir.
    • Anne sütü başka hiçbir ek besine ve suya ihtiyaç duymaksızın ilk 6 ay bebeğinizin tüm beslenme ihtiyacını karşılar.
    • Anne sütünün içeriği annenin beslenmesinden bağımsız olarak bebeğin ihtiyaçlarına göre düzenlenir. Değişken olan bu süt ilk günler kolostrum olarak gelir. Bebek ilk günlerde protein, bağışıklık kuvvetlendirici vitamin ve minerallere daha çok ihtiyaç duyduğu için vücut anne sütünü buna göre ayarlamıştır. Kolostrumda normal bir yetişkinde bulunan antikorların 100 katı antikor bulunur. Bu bağışıklık sistemi gelişmemiş ve dış etkenlere karşı çok zayıf olan bebeğin ilk aşısıdır.
    • Doğumdan sonraki iki hafta içinde gelen geçiş sütünde protein miktarı azalmaya, şeker, yağ ve enerji miktarı artmaya başlar. Bu büyüyen bebeğin gereksinimlerine göre ayarlanmıştır.
    • Olgun sütün ise %88’i su, %55’i yağ, %37’si karbonhidrat ve %8’i proteindir. Anne sütündeki laktoz bebeğe enerji verirken, bağırsaklarda bakteri üremesini önleyen bir ortam ouşturur.
    • Anne sütündeki yağlar bebeğin beyin ve görme fonksiyonlarının gelişimi için çok önemlidir. Beyin ve sinir dokusunun gelişimi için gerekli olan yağlar anne sütünde inek sütüne göre 8 kat daha fazla bulunmuştur.
    • Anne sütündeki bebeğin gelişimi için gerekli çinko, demir gibi minerallerin bağırsaklardan emilimi, inek sütü ve hazır mamalara göre daha fazladır.
    • Olgun sütte kolostruma göre daha az protein bulunur. Ancak değeri çok yüksek olduğu için bu az miktar bile bebeğin ilk 6 ay gereksinimini karşılar.
    • Anne sütündeki proteinler bebeğin beslenme ihtiyacını karşılamanın yanında, enfeksiyonlara karşı koruyucu faktörler içerdiği için sağlıklı büyümeye etki eder.
    • Anne sütü alan bebeklerin su içmesine gerek yoktur. Zaten anne sütünün büyük bölümü sudan oluşur ve suda bulunan tüm mineralleri içerir.
    • Anne sütündeki tuz oranı çok düşüktür. Bu yüzden bebek tuzu vücudundan atmak için ekstra suya ihtiyaç duymaz.

    KOLOSTRUM ÇOK ÖNEMLİDİR

    Doğumu izleyen ilk 2 -3 gün içinde anneden gelen süte KOLOSTRUM denir. Halk dilinde “ağız sütü” olarak da bilinir. Görünüm itibariyle alışılmış beyaz süt görünümünden farklıdır. Koyu limon sarısı renginde ve yoğun kıvamlıdır. Daha sonraki günlerde annenin üreteceği süte göre içinde çok daha fazla koruyucu madde bulunur. Bu maddeler ilk günlerde bağışıklık sistemi çok zayıf olan bebeği dışarıdan gelebilecek enfeksiyonlara karşı korumakla görevlidir. Immonglobulinler (IgA, IgB gibi) yönünden çok zengin olan kolostrumun bir damlası bile ziyan edilmeden bebeğe verilmelidir. Bu yüzden doğumdan sonra ilk yarım saat içinde bebeğin anneyi emmesi çok önemlidir.
    KOLOSTRUM;
    • Antikordan zengindir, bebeği enfeksiyonlardan ve alerjilerden korur.
    • Akyuvardan zengindir, enfeksiyonlardan korur.
    • Bağırsak temizleyicidir, mekonyumun (bebeğin ilk kakası) kolay çıkarılmasını sağlar.
    • Sarılığın önlenmesine yardımcı olur.
    • Sindirim sistemini, özellikle bağırsakları immünoglobulinler ile mukozal bir tabaka oluşturarak kaplar. Böylece yenidoğan bebeği dışarıdan gelebilecek mikroorganizmalara karşı korur.
    • Büyüme faktörleri içerir. Bağırsağın olgunlaşmasına yardım eder. Alerji ve intoleransı önler.
    • A vitamininden çok zengindir. Enfeksiyonların ağırlaşmamasında ve göz hastalıklarının önlenmesinde etkendir.
    • Prematüre bebeklerde merkezi sinir sistemi, akciğer matürasyonu ve göz gelişimi tamamlanmadığı için kolostrum onlar için hayati önem taşır.
    • Kolostrumun yağ ve laktoz içeriği olgun süte oranla daha az, protein ve mineral içeriği daha fazladır. Bu yenidoğanın ilk günlerde ihtiyaç duyduğu besinsel değerlere göredir.
    • A,D ve B12 vitaminleri, sodyum, potasyum ve çinko içeriği olgun süte göre daha yüksektir.
    • Kolostrumda bağışıklık kazandıran maddelerin yüksek olması nedeniyle bebeğin ilk aşısı yerine geçer.
    • Kolostrum anneden geçen kanın genel yapısını ve özelliklerini yansıtır. Bu fizyolojik benzerlik anne karnında yaşamaya alışmış bebek için bir avantajdır.
    • Kolostrum 5-10 günler arası geçiş sütü özelliği alır. 3. haftada olgun süt haline gelir.

    ANNE SÜTÜ NASIL OLUŞUR?

    Anne sütünün oluşması hormonlar etkisiyle, yani beynin idaresiyle olur. Tabi bazı fizyolojik olaylar da gerekli. Gebelikteki hormonlar dolayısıyla önce memelerdeki anne sütünü üreten bezler çoğalırlar. Bunlar çoğalıp büyüdükten sonra, doğumla bebeğin eşi de anneden ayrılınca annedeki bazı hormonlar hızla düşmeye başlar. Bu düşüşle birlikte memelerdeki süt yapımını uyaran hormonların etkisi daha belirgin hale geçer ve memeler süt üretmeye hazır hale gelirler.

    Bebeğin anneyi emmeye başlaması ile birlikte meme ucundan bebek uyarı verince, beyinde süt yapımında rol oynayan hormonların salgılanması daha da artar. Dolayısıyla süt yapımı başlamış olur. Bu yüzden SÜT YAPIMININ BAŞLAMASI İÇİN EN KRİTİK ŞEY, BEBEĞİN MEMEYİ EMMESİ uyarı vermesidir. Ayrıca bu merkez beyinde olduğu için annenin bebeğini görmesi, dokunması, koklaması da süt yapımını artırır.

    Memelerin iyi boşaltılması da süt yapımını etkiler. “Bebek çok iyi ememedi memeler dolu kaldı” ne olacak? O zaman memelerden tekrar beyne uyarı gider “Süt yapımını durdur, memeler dolu” der. Onun için bebeğin memeyi emmesinin yanı sıra memelerin boşaltılması da süt üretiminde rol oynar.

    Sık aralarla bebek anneyi emerek uyarıyı verirse süt yapımı çok daha hızla artar. İlk günler bu yüzden çok kritik. Çünkü ilk dönemlerde vücut kendini programlamaktadır. Mesela bazı bebekler iri olur, bu yüzden çok emebilirler annelerini. Böylece memeyi, beyindeki süt üretim merkezlerini programlarlar, daha çok süt mesajı verirler. Dolayısıyla annenin süt üretim kapasitesini artırırlar. Çocuğun gereksinimine göre her anne en uygun sütü üretir. Anne sütü bu açıdan çok kritik ve önemlidir. Bebeği tanır ve o bebeğe özgü üretilir, hem miktar hem nitelik olarak…

    Emzirmenin başında karbonhidrattan zengin daha sulu bir süt gelir. Emzirmenin sonuna doğru gelen sütün ise yağ oranı daha fazladır. Son sütün salgılanması bebeğin emme hızına göre değişebileceği için bebek tokluk hissedip memeyi bırakıncaya kadar göğsün emzirilmesi önerilir. Bu yağlı süt bebekte tokluk yaratır.

    Doğumdan sonra süt oluşumunu başlatmak ve artırmak için tek seferde iki göğsünde emzirilmesi söylenir. Ama olgun süt oluştuktan sonra (3. hafta) bebeğin bir göğsü iyice boşaltabilmesi sütün yağlı kısmını da alabilmesi için tek göğüste emzirme daha uzun tutulabilir. Anneden sadece ön sütü alan bebek laktoz bakımından zengin olan bu sütü fazla alırsa gaz şikayeti yaşayabilir, sulu ve sesli dışkılama yapabilir.

    ANNE SÜTÜNÜN BEBEĞE FAYDALARI

    • Anne sütü bebeği hastalıklardan korur.
    • İshal, zatürree gibi hastalıklara yakalansalar bile anne sütü alan bebekler bu hastalıkları daha kolay atlatır.
    • Uzun dönemde anne sütü ile beslenen bebeklerde kronik hastalıklar daha az görülür.
    • Şeker hastalığı, damar sertliği, obezite, bağırsak hastalıkları bunlardan bazılarıdır.
    • Anne sütü ile ilgili ilginç çalışmalar da mevcut. Örneğin Şizofreni’de. Kalıtsal bir hastalık olan Şizofreni’de “Risk faktörleri nedir?” diye bir araştırma yapılmış, nedenleri arasında anne sütü almamakda var.
    • Anne sütü ile beslenen bebeklerde alerji daha az görülür. Görülse de daha ileri yaşlarda ve daha hafif yaşanır.
    • Yani anne sütü yaşanabilirliliği, direnci artırıyor. Genel anlamda bazı kanser türleri anne sütü ile beslenenlerde daha az görülüyor, yani erişkin sağlığında da etkili.
    • Anne sütü ile beslenenlerde aşıların gücünün ve koruyuculuğunun daha iyi olduğu ortaya çıkmıştır.
    • Anne sütündeki kazein maddesi mikropların bebeğin mide bağırsak ve solunum yollarında tutunarak hastalık yapmasına engel olur.
    • Anneden süt emen bebekler biberondan beslenen bebeklere göre daha fazla güç harcadıklarından çene, ağız ve dil kasları daha fazla çalışır. Böylece sağlıklı çene ve diş yapısına sahip olurlar.
    • Annesini emen bebek ilk aylarda ihtiyaç duyduğu emme hazzına daha fazla erişir. Bu bebekte güven duygusunun gelişiminde etkilidir.
    • Anne sütünün içinde bulunan maddeler hiçbir ilacın sağlayamayacağı kadar bebeğin bağışıklık sistemini güçlendirir.
    • Anne sütündeki kolestrol miktarı ilk aylarda enzim sistemlerinin gelişimini uyarmak ve ileriki yaşlarda damar sertliğinin oluşumunu önlemek açısından önemlidir.
    • Anne sütü ile beslenen bebeklerde reflü (mideden yemek borusuna gıda kaçağı) ve buna bağlı kusma daha az görülür.
    • Anne sütü mamadan daha kolay hazmedilir ve içeriği daha çok kana geçer. Anne sütündeki bazı enzimler bebeğin sütü daha kolay hazmetmesini sağlayınca daha az gaz problemi oluşur. Ayrıca anne sütü inek sütüne göre daha az miktarda protein içermesine rağmen kalitesi ve tümünün bebek dolaşımına geçebilmesi nedeniyle daha yararlıdır.
    • Anne sütü alan bebeklerde pişik ve kabızlık daha az görülür.
    • Araştırmalar anne sütü alan bebeklerin ileride obezite olma risklerinin daha az olduğunu gösteriyor.

    EMZİRMENİN ANNEYE FAYDALARI

    Anne sütü ve emzirmek sadece bebek sağlığı için değil, kadın sağlığı açısından da önemlidir. Doğum sonrası deprosyandan tutun da rahim sağlığına kadar pek çok konuda emzirmek anneyi olumlu etkiliyor.

    • Emzirmek bebek ile anne arasındaki en güçlü bağlardan biridir. İkisine özeldir. Emziren annelerin daha sakin olduğu gözlenmiştir. Emziren annelerde süt oluşumu ile salgılanan oksitosin hormonu, anne ile bebeğin arasında güçlü bağın oluşmasına katkıda bulunuyor. Kadınlarda rahim kasılmalarını sağlayan, cinsel birleşme sırasında da salgılanan, rahatlatıcı özelliği ile bilinen oksitosin hormonu süt verme sırasında keseciklerin kasılmasına ve içindeki sütün kanallara akmasına yardımcı olur. Bebeğini sevgiyle düşünen annede önce hipofiz bezinin arka kısmından oksitosin hormonu salgılanır ve göğüslerde dolgunluk hissiyle süt akımı başlar.
    • Emzirmek anneye duygusal motivasyon ve tatmin sağlar. Emziren anne bebeğinin kendi sütüyle beslendiğini gördükçe annelik konusunda kendine duyduğu güven artar.
    • Emzirmek meme kanseri riskini azaltır. İngiltere’de yapılan bir araştırma bir yıl süre ile emzirmenin meme kanseri riskini % 4,3 oranında azalttığını göstermiş. Yine başka bir araştırma bebekten anneye geçen bazı koruyucu hücrelerin meme kanseri riskini azalttığını belirtiyor.
    • Emzirmek memede süt birikmesi sonucu oluşan komplikasyonları ortadan kaldırır.
    • Emzirmek doğum sonrasında rahmin toparlanmasını sağlar. Emzirme sırasında salgılanan oksitosin hormonu rahim kasılmalarını sağladığından rahmin doğum öncesi haline dönmesini hızlandırır. Rahmin eski haline daha çabuk dönmesi beraberinde loğusalık kanamalarında azalmayı da sağlar. Böylece yeni anne kanamayı azaltmak için verilen sentetik oksitosin ve diğer ilaçları yüksek dozda ve uzun süre almak zorunda kalmaz.
    • Emzirmek annelere kilo vermede yardımcıdır. Emzirme sırasında bazal metabolizma hızı normal dönemden daha fazladır. Bu da kilo vermeye yardımcı olur.
    • Emzirmek uykuya dalmayı kolaylaştırır.
    • Emzirmek endometriozis hastalığının ilerleme hızını düşürür. Emziren annelerde, rahim içini döşeyen ve adetle dökülen endometrial dokuların rahimden karına kan akımı sonucu yayılarak meydana gelen bir hastalık olan endometriozisin yayılma hızı daha düşüktür.
    • Emzirmek annede görülebilecek olası yumurtalık kanseri riskini düşürür.
    • Emzirmek endometrium kanserine yakalanma riskini düşürür. Avrupa’da yapılan araştırmalar 40 yaş üstü kadınlarda daha sık görülen bu kanser türünün emziren kadınlarda daha az rastlandığını göstermiştir.
    • Emzirmek şeker hastası annenin günlük insülin ihtiyacını azaltır.
    • Emzirmek anneleri anemi riskinden korur. Emziren annelerin loğusalık döneminde kanamaları daha az olacağından ve emzirme döneminde adet görmeleri geciktiğinden demir eksikliğine bağlı kansızlık oluşması azalır.
    • Emzirmek anneyi osteoporozdan korur.
    • Emziren annelerde romatizmal hastalılara yakalanma riski daha azdır. İsveç’te yapılan bir araştırmaya göre; uzun süre emziren anneler, menapoz döneminden sonra daha az romatizmal rahatsızlıklar yaşıyorlar. 18 bin kadın arasında yapılan araştırmada bebeklerini 13 aydan fazla emziren kadınlarda hiç emzirmeyen kadınlara göre eklem romatizması yarı yarıya daha az.

    DOĞRU EMZİRME TEKNİĞİ NASILDIR?
    Bebeğini ilk defa kucağına almış bir annenin acemilik yaşaması doğaldır. Bebek emmeyi içgüdüsel yapar ama emzirmeyi anne öğrenir. Biraz yardım, bilgi ama en çok annenin emzirmeye olan inancı ve özgüveni ile başarılı bir emzirme mutlak sağlanır.

    Meme başını çevreleyen kahverengi bölgedeki küçük kabartılar meme başının yumuşak olmasına ve bebeğin memeyi kolay bulmasına yardımcı olan özel salgılar üretirler. Meme başınızı her emzirmeden önce silmeyin ki bu salgılar görevlerini yapabilsinler.

    Yapılan araştırmalar çoğu bebeğin annesini fazla yardım gerektirmeden doğru biçimde emebildiğini göstermektedir. Doğru teknikle emzirme; bebeğin ihtiyacı kadar anne sütünü alabilmesine, süt yapımının artmasına ve meme başı sorunlarının yaşanmamasına olanak sağlar.
    EMZİRİRKEN:
    • Bebeğin başını vücüduyla aynı doğruda tutmaya çalışın.
    • Bebeğin yüzü doğrudan memeye bakmalı. Burnu meme başı hizasında durmalıdır.
    • Bebeğin karnı sizin karnınıza yaslanırsa daha rahat edersiniz.
    • Bebeğin başından memenize bastırmayın. Omuzlarından ve ense kökünden destek vererek memeye yaklaşmasını sağlayın.
    • Anne sırtından ve kolundan destek alarak emzirmelidir. Böylece uzun sürecek emzirme sırasında yaşayacağı sırt ve kol ağrılarını en aza indirerek daha konforlu bir emzirme yaşayabilir.
    • Bebeğin başını elinizle tutmak yerine, kolunuza, dirsek içine yerleştirerek daha rahat edebilirsiniz. Böylece tek kolla bebeğinizin omiriliğini destekleyip, elinizle poposundan tutarak rahat bir tutuş sağlayabilirsiniz.
    • Boşta kalan elinizin orta ya da işaret parmağıyla memenizi alttan destekleyerek bebeğinizin çenesine memenizin ağırlığının tümünün gelmesini önleyebilirsiniz.
    • Baş parmağınız memenizin üstünde olmalı. Meme ucu bölgesi ile bebeğinizin dudaklarının birleştiği yere yakın durmalı. Ancak parmaklarınız bebeğin meme ucunu bulmasını engellememeli.
    • Bebeğinizi göğsünüze yaklaştırdığınızda ağzını en çok açtığı anda ilk önce alt dudağı meme ucunuza gelecek şekilde aşağıdan yukarı doğru meme ucunuzu verin.
    • Bebek ağzıyla sadece meme ucunuzu tutmamalı. Çevresindeki kahverengi alanıda kavramalı, ağzının içine almalıdır.
    • Bebek memeyi doğru şekilde tuttuğunda alt dudağı dışarı doğru kıvrıktır ve çenesi memeye doğru dayanır.
    • İlk günlerde süt yapımının artması için her iki gösünde tek seferde emzirilmesi önerilir. İkinci haftadan itibaren tek göğsün iyice boşalmasını sağlamak için tek seferde bir göğüs verilebilir. Bunun ayarlamasını ise çoğu zaman bebek yapar.

    ADIM ADIM EMZİRİYORUZ

    • Emzirmeye doğumdan sonra ilk yarım içinde başlanmalıdır.
    • İlk günlerde iki saatte bir emzirebilirsiniz. Bu yüzden bebek uyuyorsa bile uyandırmanız gerekebilir.
    • Emzirmeye başlamadan ellerinizi yıkayın.
    • Her emzirmeden önce meme ucunu temizlemeniz gerekmez. Günlük temizlikte göğüslerin sabunla yıkanıp durulanması yeterlidir. Çok terliyorsanız temiz bir bezle birkaç kere silebilirsiniz.
    • İlk emzirme günlerinde sakin sessiz bir ortam sizin ve bebeğiniz için daha iyidir. Doğru emzirme tekniğini öğrendiyseniz bebeğinizle başbaşa kalmak birbirinizi anlama ve tanımanıza yardım edecektir.
    • Annenin emzirme sırasında kendini rahat hissetmesi önemlidir. Rahat bir koltuk, sırtın ve kolun desteklenmesi gerekir. Böylece emzirme sırasında oluşabilecek ağrılar azaltılır. Sabırsız davranılmaz.
    • Bebeğinizin başını dirseğinizin içine yerleştirerek göğsünüze yaklaştırın. Kolunuz sırtından destekleyerek poposunu tutuyorsa tek eliniz boşta kalır.
    • Bebek emmek için ağzını açtığında meme ucunuzu alt dudağından üste doğru olacak şekilde verin.
    • Bunu yaparken diğer elinizin parmakları yardımcı olacaktır ama zorlamayın. İlk seferde tutamadıysa tekrar deneyin. İlk günlerde bebeğin sadece meme ucunu değil kahverengi halkayı da doğru alabilmesi için parmak uçlarınızla göğüs ucu bölgesini tutun.
    • Emzirme sırasında işaret parmağınızla meme altından destek olurken baş parmağınızla burnunun meme tarafından kapanmamasına yardımcı olabilirsiniz. Ama memenize bastırarak makas hareketi yapmayın. Sıkı makas tutuşu süt kanallarına baskı yaparak süt akışını yavaşlatabilir.
    • Bebek memeyi doğru tuttuğunda ve etkili emiş sağlandığında çenesi ve şakakları ayrıca kulakları emmenin etkisiyle oynar.
    • Doğru emişte bebeğin yutkunduğunu gözleyebilirsiniz.
    • Aç olan bebek emmenin başında acelecidir. Ayrıca ilk başta süt hızlı geldiğinden yutkunurken zorlanabilir. Sonra yavaşlar, doygunluğa ulaşınca yavaşça memeyi bırakır, çoğu zamanda uyur.
    • Her bir göğüste emzirme süresi anneden anneye değişir ama ortalama 15-25 dakika olabilir.
    • Emzirmeyi tamamladınızda biraz göğüs ucunuz sıkarak sütünüzle silin ve göğüs koruyucu pedinizi koyarak göğsünüzü kapatın.

    Sloganımız: İLK 6 AY ANNE SÜTÜ VE 2 YAŞINA KADAR EMZİRMEYE DEVAM

    Bebeklerde ek besinlere başlayınca ishale ve genel olarak hastalıklara karşı koruyuculukta bir miktar düşüş olabiliyor. Vücudun savunma sistemi bu süre boyunca gelişse de, annenin 1 ml sütünden yaklaşık dört bin hücre geçer. O hücreler bebekteki koruyuculuklarını devam ettirir. Antikor dediğimiz vücudun savunmasında rol oynayan proteinler de bu süre boyunca bebeğe geçmeye devam etmektedir. En kritik olan ilk 2 yılda bunların etkisi hastalıklardan korunmada yardımcı olur vücuda. Örneğin; çocuk ishal olduğunda ek besinlerin yanında anne sütü alıyorsa, ishali daha çabuk geçiyor. Bu nedenle ilk 6 ay yalnız anne sütü, 6 aydan sonra uygun tamamlayıcı beslenmelerle emzirmenin 2 yaşına kadar devam ettirilmesi hem çocuk sağlığı hem de anne sağlığı açısından önemli…

    BEBEĞİNİZ İLK GÜNLER AÇ KALMAZ, MAMA VERMEYİN!

    Yeni doğan bir bebeğin mide kapasitesi 4 tatlı kaşığı kadardır. Yani 20 ml. Olması gerekeni doğa ayarlamıştır zaten… Fazlası ya genzine kaçar ya da ziyan olur. Bebeğin mide kapasitesi büyüdükçe annenin süt miktarı da artacaktır. Bebeğin ilk günlerde ihtiyaç duyduğu şey daha çok sütle alacağı enerji değil, bağışıklık sistemi yerine onu dışarıdan gelecek enfeksiyonlara karşı koruyacak antikorlardır. Bu da sadece anne sütünde, kolostrumdadır.

    SÜT MİKTARINI ARTIRAN FAKTÖRLER

    Süt miktarını artıran faktörler; bebeğin anneyi emmesi, görsel uyarılar (annenin bebeği görmesi, kucağına alması, sık sık emzirmesi), memelerin tam boşalması, annenin istirahat etmesi, sıvı alımını artırması, yorulmamasıdır.
    “Çok yersen sütün çok gelir” diye bir düşünce vardır ama sütün gelmesi için en çok gereken istirahat etmektir. Günümüzde de anneler ne yazık ki yeterince yatmıyor, loğusalar hemen ayağa kalkıyor. İkinci haftasında normal yaşantısına dönmeye çalışıyor. Bu çok da doğru değil, loğusalık 42 gün sürer. Bu sürede annenin bebek ve emzirme odaklı yaşaması daha doğrudur.
    Annenin özgüveni başarılı bir emzirme için çok önemlidir. “Sütüm yetmeyecek” diye endişeli ve özgüveni az bir annenin başarılı emzirme olasılığı azalır.

    EMZİRME DÖNEMİNDE ANNEYE DESTEK VERİN!

    Annelik hüznü aslında çocuğu korumaya yönelik doğanın yarattığı bir durum. Anne çok kırılgan, hemen ağlıyor, bebeğine bir şey olacak sanıyor, bebeğini kimseye teslim etmek istemiyor. Bu ruh hali bebeğin korunmasını sağlıyor, bir bağımlılık oluyor aslında güzel bir şey ama anneyi yoran ve hırpalayan bir durumu da var. Bazen de annelik depresyonuna girebiliyor ki o zaman bebeğe zarar verebiliyor. Bundan korunmak için annenin istirahat etmesi gerekiyor. İkincisi, annenin çevresinde onu destekleyen, yardımcı olacak bir sistemi kurmak gerekiyor. “Anne oldu, nazlanıyor.” diyorlar. Hayır! Annenin bakıma gereksinimi var ki o da bebeğine yeterince bakabilsin.

    KALİTELİ SÜT DİYE BİR KAVRAM YOKTUR! Anneler göğüslerini sıkıyorlar, sulu görüyorlar “Benim sütüm sulu” diyorlar. Esas olarak bebeğe bakmak gerekir. Örneğin bebek günde 5-6 kere idrarını yapıyor mu? İlk günlerde kaybettiği kiloyu geri aldı mı? Bu kaybı yakından izleyerek paniklemeden bebeği sık sık emzirmek gerekiyor. Yeni doğan bir bebeği anne saat başı emzirmelidir. Emzirme tekniğine dikkat etmesi gerekir. Emzirirken günde 8’in altına kesinlikle düşülmemesi gerek, tercihen saat başı. Bazen bebeklerin uyandırılması gerekebilir, altını açmak, biraz ovalamak gibi yöntemlerle uyandırılıp mutlaka anneyi emmesi sağlanmalıdır.

    Kalitesiz süt diye bir olay yoktur.. “Anne zayıf, sütü iyi değildir.” gibi sözler doğru değil! Bu, kadını ve kadının ürettiklerini küçümseme ile ilgili bir düşüncedir. Hatta anne sütünün biberonlaştırıldığı bir dönem oldu. Mamaların üretimiyle “Anne sütünden daha üstün bir mama yaratıldı” diye bir hava yaratıldı ama bu mümkün değil. Şu anda da bundan sonra da olmaz. Çünkü canlı bir maddeyi mamanın içine koyamazlar. Anne sütü canlı bir madde, hücre içeriyor. Dolayısıyla anne sütüne ulaşılması mümkün değil.

    Anneye gebeliğinde aldığın vitamine 6 ay daha devam edilir. Bu bir güvenlik çemberi oluşturur aynı zamanda… Annenin beslenme konusunda bazı eksiklikleri ve hataları varsa, aldığı vitaminlerle bu da ortadan kaldırılmış olunur.

    Ama annenin ağır derecede bir beslenme sorunu varsa sütte bazı vitaminler az olabiliyor. Mesela et yemeyen bir annede başta B vitaminleri, demir olmak üzere bazı şeyler az olabiliyor. Gerçi demir ne kadar az olsa da anne sütü bebek tarafından çok iyi emildiği için bir sorun yaratmıyor ama yine de annenin beslenmesi önemli. Yani bir toplum geleceğini kurtarmak istiyorsa kadınların iyi bakılıp, iyi beslemesi lazım.

    D vitamini anne sütünde çok yüksek miktarda değil. D vitamini en iyi güneş ışığı ile cildimizde yapılıyor. Yani hiçbir besinde D vitamini gereksinimimizi karşılayacak düzeyde bulunmuyor. Bu nedenle D vitamininin doğumdan itibaren bebeklere damla olarak verilmesi gerekiyor.

    NEDEN ANNE SÜTÜNDEN VAZGEÇİYORUZ?

    Kadına değer verilen bir ortamda kadının özgüveni iyiyse o zaman rahatlıkla devam eder emzirmeye… Bebek ağladıkça “Acaba sütüm mü yetmiyor? Acaba sütümdeki bir şey gaz mı yaptı?” diye düşünen anne emzirmeyi bırakabilir. Oysa gaz sancısı bebeklerde 15. günde başlar, 3 aya kadar devam eder ve kendiliğinden geçer. Bebek ağladıkça akciğerlerindeki sıvının da atılması daha kolay olur. Çünkü yeni doğan bebekte özellikle sezaryen ile doğmuşsa bu sıvının atılması gerekli. Ayrıca ağladıkça kucağa alınan bebek iletişim ağını da kurmuş olur.
    Ama bebek ağlayınca süt yetmiyor olarak algılanıyor ve hemen ek besinler devreye giriyor. Oysa burada anne ve bebek çiftinin iyi izlemiyle sorun anlaşılmaktadır. Bebek ayda 500 gr ve üstü alıyorsa yeterlidir. Ama bazı bebek 500 gr alır bazısı 1000 gr. Çünkü bazısı ileride iri bir insan, bazısı da minyon olacaktır. Buna göre vücudunun ihtiyacı farklıdır. Hatta bir ay 500 gr alır, diğer ay 1 kg… 500 gr altına düşmediği sürece annede yeterli süt var ve bebek büyüyor demektir. Ek besine başlamamak lazım. Ek besine başladıkça anne sütünden yararlanım azalır.

    Bir neden de farklı tatlara alışsın düşüncesidir. “Ek gıdalar verelim yoksa farklı tatlara alışamayacak” denir. Böyle bir şey de yok. Çünkü anne ne yerse sütün tadı değişir. Örneğin sarımsak yerse sütün tadı sarımsaklı olur. Yapılan araştırmalarda sarımsaklı sütü bebeklerin daha fazla sevdiği de ortaya çıkmış. Bu yüzden farklı tada alışsın sorunu anne sütü ile beslenen bebeklerde yoktur. Aksine mama ile beslenen bebekte olur. Çünkü hep aynı standart mama tadını alır.

    EMZİRME SIRASINDA YAPILAN YANLIŞLAR

    Süt yapımını artıran bazı temel koşullar vardır ama bazı şeylere de bebeği izleyerek karar vermek gerekir. Başlangıçta daha ağız sütü gelirken her iki memeden de emzirmek süt yapımını artırmak için iyi olur. Ama daha sonra süt yapımı iyice oturunca memenin başından ilk önce şekerden yoğun, daha sonra yağdan zengin süt gelir. Bebek her birini iyice boşaltırsa yağdan zengin sütü de almış olur, o zaman da tokluk hissi ile uyur. Ama anne ilk günlerdeki alışkanlığı devam ettirir, her iki göğsü de aynı anda emzirirse, bebek sadece şekerden zengin sütü alır. Hem doymaz hem de gazlı kaka yaparak, sancıları fazla olur. Bunun için1-2 haftadan sonra tek seferde bir memeyi iyice bitirmek gerekir.

    Emzirme tekniğini bilmek ve doğru uygulamak gerekir. Yanlış yapılan emzirme hem bebeğin yeterli ememesine hem de annede göğüs ucu yaralarına neden olacağından emzirmeyi bırakmaya neden olmaktadır.

    Anne sütünü iyice alan ve gevşeyerek kucağında uyuyakalan bebeğin zorla gazını çıkarmaya çalışırsanız kusturursunuz. Bu daha çok biberondan kalma bir alışkanlıktır. Biberonla beslenmede bebek hava yutar ve gaz çıkarır ama anne göğsünde emdi ve uyudu diyelim, o zaman yavaşça yatağına yatırın diyor uzmanlar. Şikâyeti varsa o zaman gazını çıkarmaya çalışın.

    ANNE SÜTÜNÜN TOPLUM SAĞLIĞI AÇISINDAN ÖNEMİ

    Anne sütünün toplumun geleceği için önemli noktaları var. Örneğin Finlandiya’da şeker hastalığının sıklığı, 2 yaşına kadar anne sütü ile beslenmenin önemine ilişkin yapılan propagandalarla azaltılmıştır. Dolayısıyla toplum sağlığı açısından ölçülemeyecek bir katkısı var, ekonomik açıdan da öyledir. Anne sütü alan bebek daha az hastalanır, antibiyotik az kullanır. İleriki yaşlarda görülen birçok hastalık, örneğin kanserler, meme kanseri, idrar yolu iltihabı, hatta kemik erimesi emziren kadınlarda daha az görülür.

    Sonra hiç artığı yoktur, çok çevreci bir besindir anne sütü. Biberon gerektirmez, ısı ayarı gerekmez. Anne sütü ile beslenen bebeğin kakası da az olur. Hatta anneler kaka yapmadı diye endişelenirler ama bebek sütün neredeyse hepsini sindirdiği için çok az kaka yapar. Mama ile beslenenler daha fazla ve kokulu kaka yaparlar.

    Zekâda da aynı şey geçerlidir. Örneğin “Anne sütü alan bebekler gerçekten zeki mi oluyor, yoksa zeki kadın emziriyor da ya da anne bebeğini emzirirken daha fazla uyarı veriyor, konuşuyor vs de bu nedenle mi bebeklerin zeka seviyeleri yüksek oluyor?” diye çalışma yapmışlar. Prematüre bebeklerin bir kısmına biberonla mama, bir kısmına anne sütü verilmiş. Anne sütünü biberonla alanlarda bile ileri yaşta okul başarısının daha fazla olduğu görülmüş. Bu nedenle anne sütünün zeka üzerinde de olumlu etkisi vardır. Ülkemizde senede 1 buçuk milyon bebeğin doğduğunu da düşünürsek müthiş bir katkı sağlayacağı bir gerçektir.

  • Ikınmak tarih oldu, Kadınlar hipnozla normal doğumun tadını çıkarıyor

    Filmlerde gördüğümüz, öyle olduğuna inandığımız ve bu düşüncelerle şartlandığımız doğum sancıları meğer sanalmış. Hipnozla farkındalığı artan anneler artık ıkınmadan, sancısız ve normal doğum yapmanın mutluluğunu yaşıyor.

    Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Opr. Dr. Ayşe Duman, özellikle sancıdan korktuğu için sezaryene yönelen kadınlara hipnozu önerdi.

    Şehir hayatı içinde kadının gittikçe büyüyen korkularından biri de doğurmak . Kadınlar normal doğumun ağrılı, sancılı, çoğunlukla müdahale gerektiren bir süreç olduğu konusunda şartlanarak yetişiyor. Bu durum, doğum sırasında kendiliğinden gevşemesi gereken doğum kanalı kaslarını daha da kasan kadının, doğumu; ağrılı, uzun ve zor bir süreç olarak yaşamasına yol açıyor. Sırf bu düşünceler yüzünden, bebek sahibi olma mutluluğunu yaşayamayan, gereksiz olarak sezaryanle doğum yapan kadınlar var.

    Neden hipnozla doğum?

    Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Opr. Dr. Ayşe Duman,“Hipnoz; öze dönüş, içsel bir yolculuk, farkındalığımızı arttırıp özgürleşmek olarak da tanımlandığında doğumdaki faydaları çok daha iyi anlaşılabilir. Zira doğumu ağrılı hale getiren, zorlaştıran hatta bazen imkânsızlaştıran nedenlerin başında, doğumun doğallığından uzaklaşıp tıbbi müdahale gerektiren süreç olarak değerlendirmek , anne adayının ağrı beklentisiyle korkup gerilmesi ve tüm bedeniyle birlikte doğum kanalı kaslarını kasması gelmektedir.” şeklinde konuştu. Doğumun normal bir süreç olarak algılanması gerektiğini ifade eden Dr Ayşe Duman “Aslında doğum son derece normal, vücudun her hangi bir fonksiyonunun gerçekleşmesi gibi, zamanı geldiğinde rahim kaslarının kasılmasıyla bebeğin doğum kanalından ilerleyip doğmasından ibarettir. Negatif şartlanmaları yıkıp doğumu doğal seyri içinde bırakmak için hipnozu kullanıyoruz. Böylece kadın normal doğumda zaten vücudunda var olan programın işleyişine izin veriyor, doğum ağrısız, keyifli bir sürece dönüyor” dedi.

    Hipnozla doğumun tadını çıkartın…

    Doğum sürecinde rahim kaslarının aynen kalp kası gibi istemsiz kasıldığını belirten Dr Ayşe Duman, “Tüm ömrümüz boyunca kalbimiz çalışırken ağrı hissetmediğimiz, bağırıp çağırmadığımıza göre doğumdaki kasılmalarda tıbbi bir problem yoksa ağrı hissetmek, negatif şartlanmadan başka bir şey değildir. Hipnozla yaptığımız şey negatiflikleri silip, doğru programı zihne yerleştirdikten sonra doğumun her anının tadını çıkarmayı sağlamaktır. Hamilelik boyunca 6.ayda itibaren, 5-6 seans hipnoz alan hastalarımız doğumda kendilerine verdiğimiz komutları hatırlayarak, oto hipnozla doğumu kolaylaştırıyorlar. Üstelik bunun için hipnoz aldıkları doktor tarafından doğurtulmalarına da gerek yok. Hipnoz için bana gelen bazı anne adayları, doğum için yine kendi doktoruna gidebiliyor. Sonuçta doğum sürecine böylesine uyumla aktif olarak katılan bir anne adayı doğumu üstlenen hekim arkadaşları, ebe hanımları da yormamış tam tersi, süreci keyifle yaşatmış oluyor. Bu konuda meslektaşlarımızla bilgimizi paylaşarak hastalarının konforunu arttırmaya çalışıyoruz” şeklinde konuştu.

    Ikınmak tarih oldu, artık kadınlar doğumun tadını çıkartıyor…

    Amerikan Tıp Birliği tarafından kabul edilmiş olan doğumda hipnoz yöntemlerinin kullanılmasıyla normal doğum; ağrı kesiciye, ıkınmaya, doğumla ilgili akademik kariyer yapmaya gerek kalmadan, tüm muhteşemliği ile gerçekleşiyor. Kendi kendine hipnoz sayesinde normal doğum, doğal, ağrısız keyifli bir olay olarak yaşanıyor. Hastaların bu yönteme kolaylıkla uyum sağladığını ifade eden Dr Ayşe Duman, izlenimlerini şöyle paylaşıyor: “Hipnozla normal doğum yapmış bir annenin sözleri ‘”İnanılmaz güzeldi. Her anın tadını çıkardım. Çok keyifliydi’’ buna şahit olan ebe hanımın hayretle ağzından çıkan cümleler “bunca yıllık ebeyim, bu kadar rahat doğuran, doğumdan sonra böyle konuşan hiçbir anne görmedim’’

    Hipnozla, hamilelik rahat geçiyor. Bulantı, kusma, uykusuzluk kalmıyor..

    Doğum öncesi hipnoz seanslarına gelen anne adayları ve eşleri, bu yöntemi başka problemlerini çözmek için de kullanıyor. Dr Ayşe Duman, hipnozun anneyi rahatlattığını, dolayısıyla hamilelikte rastlanan sıkıntıların üstesinden gelmede de kullanıldığını söylerken “Doğum öncesi oto hipnozla gevşemeyi öğrenen anneler, uykusuzluk, stres, mide bulantısı-kusma, koku hassasiyeti, iştahsızlık gibi hamilelikte sıklıkla rastlanan sorunlarını da rahatlıkla çözebiliyorlar. Mesela bir başka çiçeği burnunda annem,” Ayşe hanım bu ne muhteşem bir teknikti. Biz burada eşimle öğrendiğimizi evde de gevşeme için kullandık” dedi. Bunlar anne adayının rahatlamasını, dolayısıyla hamileliğini rahat geçirmesini sağlayan ve gerçekten de işe yarayan yöntemler” şeklinde konuştu.

    Bebekler huzurla ve güven içinde doğuyor…

    Hipnoz yöntemiyle doğumun sadece anne için değil, bebek için de bir konfor ve kolaylık olduğunu ifade eden Dr Ayşe Duman “ Hipnozun oluşturduğu gevşeme ve doğal ağrısız ortam, doğum sürecini kısaltır. Bebek, son derece huzurlu ve güven içinde doğar. Anne adayı, kolaylıkla öğreneceği hipnoz yöntemiyle, ağrılarını ortadan kaldırmayı öğrenip doğumun keyfini yaşayabilir.

    Ikınmak tarih oldu, Kadınlar hipnozla normal doğumun tadını çıkarıyor | 3

  • Kadinlar neden estetik yaptirir ?

    Eşten veya erkek arkadaştan ayrılma, aldatılma, ihmale uğradığını hissetme, iş değişikliği, iş kaybı ve yılların yorucu etkisi kadınları estetik ameliyatlara yönlendiriyor.
    Estetik ameliyat olanların yüzde 90’ını kadınlar oluşturuyor… Kendini; yüzünü ve bedeninin oluşturduğu güzellik hissini daha yoğun yaşamak isteyen kadınlar estetiği tercih ediyor…

    Ya yıllarca düşünülen ya da duygusal fırtınalarla aniden yapılan estetikler var…

    Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanı Doç Dr Ahmet Sönmez, “Eskiden beri göz önünde olan kişilerin; sanatçıların, politikacıların nasıl göründükleri önemli idi. Günümüz toplumunda artık sıradan meslek sahibi insanların, esnafın ve hatta ev hanımlarının da nasıl göründüğünü önemsenmeye başlandı. Kendini güzel görme, hem hemcinsleri hem de karşı cins tarafından beğenilme arzusu kadınlar için öteden beri daha baskındır. Bu nedenle erkeklerden daha çok kadınlar estetik ameliyat olurlar” derken “ya yıllardan beri düşünülüp planlanan ve sonunda cesaret edilen ameliyatlar vardır, ya da duygusal olarak fırtınalı bir dönemde çok hızlı verilen bir ameliyat kararı vardır”

    Gençler burnundan, ileri yaştakiler doğum sonrası deformasyondan şikayetçi…

    “Kimileri vücudunda memnun olmadığı bir bölgenin düzeltilmesi konusunu gündeminde tutan, bazen aylarca, bazen yıllarca bu konuyu düşünen ve en sonunda ameliyat olma kararı veren hastalardır. Bu şekilde estetik ameliyat olma arzusuyla doktora başvuran kadınları yaş gruplarına göre de üçe ayırmak mümkün” diyen Doç Dr Ahmet Sönmez “Bu grup hastaların yaşça genç olanları en sık burun şeklinden veya göğüslerinin küçüklüğünden şikayet ile geliyorlar. Ergenlik döneminden beri bu şikayetlerinin farkındalar ve düzeltilmesini istiyorlar. Daha ileri yaşta olanlar ise genelde doğum sonrası vücutlarında ortaya çıkan deformitelerden rahatsız ve göğüs dikleştirme, karın germe gibi ameliyatlar istiyorlar. Üçüncü grup yani biraz daha ileri yaşlarda ise yüzde meydana gelen yaşlanma belirtilerinin giderilmesini arzu ediyorlar. Bu tür hastaların amacını anlamak ve onlara yardımcı olmak daha kolaydır. Ameliyat sonrası memnun olma oranları da daha yüksektir” şeklinde konuştu.

    Boşanma, aldatılma, yeni bir iş arayışı estetik sebebi oldu…

    Doç Dr Ahmet Sönmez “Eşten veya erkek arkadaştan ayrılma, aldatılma, ihmale uğradığını hissetme, iş değişikliği veya iş kaybı kadınları estetik cerrahiye yönlendiren sebeplerin başında geliyor. Bu durumda alınan ameliyat kararının altındaki temel motivasyon, kişinin kendine güvenini ve saygısını tazeleme isteği. Kişi, yakın çevresi ve iş çevresi tarafından kabul görme ve saygı duyulma arzusuyla bizlere geliyor” derken bu hasta grubunun ameliyat sonrası memnuniyet duygusunun düşük olduğunu da dile getirdi.

    İmaj tazelemek, özgüven arttırmak isteyen estetik oluyor…

    Doç Dr Ahmet Sönmez, “Hayatlarının çalkantılı bir döneminde estetik ameliyat olarak vücut imajlarını tazelemek, özgüvenlerini arttırmak isteyen hastalarımız da var örneğin eşinden ayrılan, aldatıldığını öğrenen veya işinden ayrılanlar ani kararlarla ameliyat olmak isterler. Bu hastaların daha önce gündeminde estetik ameliyat pek yer tutmadığı için de tam olarak ne istedikleri belli değildir” derken, bu konudaki bir hasta mektubunu da isim vermeden paylaşıyor: “Bir hastam gönderdiği e-postada; göz kapaklarımdaki ve yüzümdeki sarkıklıklardan rahatsızım. Ayrıca göğüslerimi biraz büyüterek dikleştirmek istiyorum. Doğumlardan sonra karnımda da sarkmalar oluştu, bunlardan da kurtulmak istiyorum. Bacaklarımdaki ve basenlerdeki fazla yağlar için liposuctionla alınsın ve popom da gerilsin. Son olarak kollarımdaki sarkıklıklar için ne yapılabileceğini öğrenmek istiyorum… Böyle bir mektubu alan her plastik cerrah irkilir. Yapılabilecek tüm estetik müdahaleleri birlikte isteyen böyle bir hastayı ameliyat düşüncesine iten nedenler dikkatle incelenmek zorundadır.”

    Güzel görünenler daha kolay iş buluyor, daha çok maaş alıyor. Kariyer estetiği arttı…

    Estetik ameliyatların kadınların kariyerinde de önemli bir yere sahip olduğunu ifade eden Doç Dr Sönmez, “yapılan çalışmalarda güzel görünümlü kişilerin; daha kolay iş bulduğu, emsallerinden daha uygun koşullarda ve daha iyi ücretle çalışma imkanına sahip olduğu saptanmıştır. Ayrıca güzellik sosyal çevrede de kabul görmeyi kolaylaştıran bir etkendir. Bu sebeple ünlü artistlerin, sanatçıların fotoğraflarıyla gelen hastalarımız da oluyor. Ayrıca kariyer planlamasında rekabet gücünü arttırmak isteyen kadınlar da estetik olmayı tercih ediyor” şeklinde konuştu.

    Estetik ameliyatlar ne kaybedilen eşi ne de işi geri getirebilir…

    Ancak Doç Dr Sönmez, ameliyat olacakları da uyardı: “geçirilen estetik ameliyat ne kaybedilen eşi ne de kaybedilen işi geri getirebilir.” Estetik ameliyatlarda hasta memnuniyetinin çok önemli olduğunu ifade eden Sönmez ameliyat sonrasını değerlendirirken: “Psikolojik olarak sıkıntılı dönemlerde alınan kararlardan sonra yapılan ameliyatlarda, estetik sonuç nasıl olursa olsun hastanın memnun olmama ihtimali daha yüksektir. Ameliyata götüren motivasyon iyi analiz edilmezse hem hasta, hem de plastik cerrah için uzun süreli ve sancılı bir sürecin başlaması işten değildir” şeklinde konuştu. Estetik ameliyat için muayenehaneye gelen hastalar başka tüm cerrahi branşlardan farklı olarak kendi istekleriyle ameliyat olmak üzere geldiklerini söyleyen Doç Dr Sönmez “diğer branşlarda tıbbi bir rahatsızlık söz konusudur. Hasta ameliyat olmama isteğiyle doktora gider ama doktor ameliyat önerince çaresiz kabul eder. Biz plastik cerrahlar ise muayenehanemize ameliyat olma isteği ile gelen hastalarımıza bazen “siz bu ameliyat için uygun değilsiniz” demek durumunda kalırız. Uygun olmayan estetik ameliyat hasta için mutluluk, doktor için de başarı getirmez” şeklinde konuştu.