Kategori: Sağlık

  • Avon Meme Kanseri ile Mücadele Projesi’nde 15. yıl

    Avon Meme Kanseri ile Mücadele Projesi'nde 15. yıl | 1Aralık ayında tanıtımı yapılan AVON Pembe Ajanda 2011 tanıtımından sonra Avon Türkiye olarak ‘Avon Meme Kanseri ile Mücadele Projesi’nde 15. yıl çalışmalarına başladı.

    15. yılda projenin sözcülüğünü üstlenecek değerli sanatçı Nükhet Duru’nun ve Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği Başkanı Prof. Dr. Tezer Kutluk’un da
    katılımıyla gerçekleşecek basın toplantısında, Türkiye’de AVON’nun yaptığı ‘Meme Kanseri Araştırması’nın sonuçları da kamuoyuyla paylaşılacaktır.

    Proje Meme kanserine karşı toplumu bilinçlendirmeyi hedeflemekte ve Avon Türkiye katkıları ile devam eden projeye Kadınlar Kulübü olarak bizlerde elimizden gelen desteği vermekteyiz.

    Projenin 15 yılına özel olarak hazırlanan ‘AVON Pembe Ajanda 2011’ davetinde cemiyet ve sanat hayatından pek çok isim hazır bulundu.

    AVON’un Meme Kanseri ile Mücadele Projesi kapsamında her yıl hazırladığı ‘AVON Pembe Ajanda”, 2011 yılına sayılı günler kala düzenlenen özel bir davet ile tanıtıldı. Projenin 15. Yılı için geliştirilen konsept ile 15 ünlü erkeği bir araya getiren AVON Pembe Ajanda’nın satışından elde edilen gelir; ücretsiz mamografi çekimleri, mamografi bağışları ve bilinçlendirme çalışmalarında kullanılmak üzere AVON Meme Kanseri ile Mücadele Fonu’na aktarılacak.

    Projenin 15. yılına özel ajandada 15 erkekten kadınlara mesaj

  • Keçi değil, mevsimsel grip

    Korunmanın en etkili yolu aşı

    Keçi değil, mevsimsel grip

    Keçi değil, mevsimsel grip | 2İstanbul Medipol Hastanesi Dahiliye Uzmanı Dr. Ayşe Çakmakçı, son günlerde yaygınlaşan grip vakalarından korunmanın en etkili yolunun zamanında yaptırılan grip aşısı olduğunu söyledi.

    Bu salgınların yeni bir virüs olmadığını, mevsimsel grip olduğunu hatırlatan Çakmakçı, geçen yılı “domuz gribi” ile geçiren halkımızın, bu yıl ki gribe uzun süre geçmediği için “keçi gribi” adını verdiğini söyledi.

    Çakmakçı, “Tıp dilinde influenza denilen grip; çeşitli seviyelerde yıllık salgınlarla ve beklenmedik dünya çapında salgınlarla ortaya çıkan akut ateşli solunum yolu hastalığıdır” dedi.

    “Ateş, üşüme, titreme, baş ağrısı, kas ağrısı, kırıklık, yaygın vücut ağrısı gribin en temel özelliğidir” diyen Çakmakçı, tedavinin en önemli kısmının korunma olduğunu söyledi.

    Gribi önlemenin asıl yolunun grip aşılarının kullanılması olduğunu belirten Çakmakçı, “Grip aşılarının %70-90 oranında koruma gücü vardır. Güçten düşürücü hastalığı olanlarda, kemoterapi olanlarda, bakım evlerinde kalanlarda koruma oranı daha düşüktür. Ancak bu gruptaki hastalarda dahi hastaneye yatış ve zaturreyi %50-60 oranında önlerken griple ilişkili ölümleri %70-80 oranında azaltır. Aşı; grip mevsiminden önce son baharda Ekim- Kasım aylarında yapılmalıdır. Yumurta alerjisi olanlara yapılmamaktadır” diye konuştu.

    Aşı önerilen kişiler;
    • 50 yaş ve üzeri kişiler,
    • Bakım evlerinde kalanlar ve diğer kronik bakım hastaları,
    • Kronik akciğer (astım) ve kalp hastalığı olanlar,
    • Böbrek hastalığı, şeker hastalığı, kas hastalığı, nörolojik hastalık gibi sürekli hastalığı olanlar,
    • Gebeliğin 4-9 ayları grip salgın dönemine denk gelenler,
    • 6 ay ve 5 yaş arası çocuklar,
    • Sağlık çalışanları,
    • Yukarıda sayılan hastalığı olanlara evde bakım sağlayanlara
    • Tropikal bölgelere gidenlere, seyahat edenlere,
    • Yatılı kalan öğrencilere,
    • Grip riskini azaltmak isteyen her hangi biri.

    Antibiyotiklerin; ancak grip üzerine eklenen bakteriyel enfeksiyonlarda doktor tarafından verildiğinde kullanılması gerektiğini hatırlatan Çakmakçı, şu uyarılarda bulundu: “Hastalığa yakalananlar, belirtilerin başlamasında 1 gün öncesi ve 7 gün sonrasına kadar bulaştırıcıdırlar. Küçük çocuklar 10 güne kadar bulaştırıcı olabilirler. Hastalık belirtisi devam ettiği sürece potansiyel bulaştırıcı kabul edilmelidir.

    Öksürük ve hapşurma sırasında ağız ve burun, tek kullanımlık kağıt mendil ile kapatılmalıdır. Mendil yoksa kolunuzun iç kısmına hapşurulmalı, mendil çöp sepetine atılmalıdır. Eller sıklıkla yıkanmalı, su – sabun – el antieptikleri bu amaçla kullanılabilir. Diğer kişilerle temastan mümkün olduğunca kaçınmak gerekmektedir. En iyi koruma yollarından biri ise bulunduğumuz ortamın havalandırılması, dengeli – iyi beslenme, bol C vitaminidir.”

    Mevsimsel gripte ölüm oranının çok düşük olduğunu da dile getiren Çakmakçı, çoğu hastanın tamamen iyileştiğini de sözlerine ekledi.

  • Cerrahisiz boyun gençleştirme teknikleri

    ESTETİK OPERASYON OLMADAN DA GENÇ GÖRÜNMEK MÜMKÜN

    Cerrahisiz boyun gençleştirme teknikleri

    Boynunuz ve etrafındaki cildin hassas bir yapıya sahip olması nedeniyle bu bölgedeki incelme, sarkma ve belirgin kırışıklıklar gibi yaşlanma belirtileri çabucak kendini gösterir. Bu bölge aynı zamanda yaşlanma belirtilerinin çok net bir şekilde ortaya çıkışına kadar farketmediğimiz ve nemlendirici, güneş koruyucu gibi cilt bakım ürünlerini uygulamayı unuttuğumuz bir bölgedir.

    Neyse ki artık, cerrahi uygulamaya gerek bırakmayan bazı yöntemlerle boyun ve dekolte bölgenizin görünümünü yenilemek ve gençleştirmek mümkün.

    Boyun ve dekolte bölgenizi inceleyin

    Boyun cildindeki yaşlanmanın en belirgin iki sebebi kırışıklıklar ve güneşin zararlı etkileridir. Ayrıca, boyun derisinin yüz ve dekolte bölgesindeki deriye göre daha ince olması nedeniyle, kolajen azalması boyun bölgesinde daha belirgin bir etkiye sahiptir. Cildin su tutmasını, elastik ve genç görünmesini sağlayan kolajen isimli bu temel proteininin azalması cildin kırışıklık, koyu renkli lekelenme, sarkma ve katlanmalarına karşı daha hassas olmasına sebep olur.

    Bu ve benzeri sebeplerle ortaya çıkan “Cilt yaşlanması”nı tedavi edebilmek için öncelikle sizdeki cilt yaşlanmasına nelerin sebep olduğunu belirlemek ve bu sebeplere uygun bir tedavi planı yapmak gerekir.

    Konusunda uzman bir doktora danışın

    Her türlü tedavi için uzman bir doktora danışmak bir çok açıdan önemlidir. Örneğin; cilt lekelerinizin iyi huylu veya kötüye dönüşme eğilimi olup olmadığını öğrenmeniz gerekir. Ayrıca, doktorunu cilt yaşlanmasına karşı cerrahisiz yöntemlerle alabileceğiniz sonuçlar ve cilt yenileme tekniklerine dair farklı yöntemlerden hangisinin sizin cildiniz ve yaşınıza uygun olduğunu da söyleyecektir.

    Estetik Koçu Dr. Alp Mamak cerrahisiz gençleştirme yöntemleriyle ilgili olarak şunları söylüyor : “Boyun ve çevresine cerrahiz yöntemlerle genç bir görünüm kazandırmak mümkün. Bunun için botox, dolgu ve mezoterapi, dermaterapi, kimyasal soyma gibi değişik yöntemler uygulanabilir.

    Tüm bu tedavilerde önemli olan; boyun yaşlanmasına neden olan sorunun tespit edilip sonrasında tedavinin belirlenmesidir. Estetik Medikal terapilerin hepsinde olduğu gibi sonucun kalıcılığı; alkol-sigara içme , az su tüketimi, aşırı güneşe maruz kalmak, solaryum, aşırı kilo kaybı gibi etkenlere bağlı olarak kısalır; kolajen bakımlar, iyi ve düzenli beslenme, kimyasallardan uzak durma ve doğru güneş koruyucu ve nem arttırıcı ürünlerle de uzar.

    Boyun bölgesinin tedavisi sırasında dekolte ve el bölgesi için de aynı işlemler uygulanarak genç görünümün bir bütün olması sağlanabilir. Ayrıca, bu tedavilerin uzun süre devam etmesi için estetisyen ve kolajen bakımlara yönelik ürünleri de kişiye özel olarak önermek gerekir.”

    Boyun çizgilerinde botox mucizesi

    Boyunda, özellikle gırtlak bölgesinin iki yanında göze çarpan dikey bantlar, boynun çukur yüzeyi etrafında kasılan “platysma kası” ile oluşur. Botox geçici olarak kasılmaya neden olan kasları güçsüzleştirerek çok daha genç görünümlü bir boyna sahip olmanızı sağlayabilir. Aynı uygulama ile çene hattınız da belirginleştirilebilir.

    Belirgin çene, uzun ve zarif bir boyun kazandırır

    Botox ile çene hattınızı da belirgin hale getirerek boynunuzun uzun, zarif görünmesini sağlayabilirsiniz. Eğer, çene bölgesindeki sarkma daha belirgin bir hale gelmişse ve küçük bir çene yapınız varsa farklı bir tedavi yöntemi ile daha iyi sonuç alabilirsiniz. Dolgu ile çene belirginleştirme yöntemi, sarkmanın ve yaşlı görüntünün ortadan kalkması için çok daha iyi sonuç verecektir. 15 dakikalık ağrısız bir tedavi olan bu yöntemle, 4-6 aya kadar etkin sonuç elde edilebiliyor.

    Dolgu ve mezoterapi

    Özellikle kolajen kaybı ve baş eğme mimiği ile ortaya çıkan yatay boyun çizgileri, kolajen yapıyı oluşturan ve nem arttıran mezoterapi ve dolgu uygulamaları ile çözülebilir. Duruma göre botox yerine tercih edilmesi gereken bu yöntem sayesinde, kalın ve belirgin hale gelmiş çizgilerde asit bazlı dolgular, ince çizgiler için ise yine aynı baza sahip mezoterapi ürünleri çok olumlu sonuçlar verir. Yalnızca 15 dakika süren bu uygulamalarda yüzeysel anestetik ile ağrı oluşması engellenir. Dolgu uygulamasında 6-10 aya, mezoterapi uygulamasında ise 4-6 aya kadar sonuç elde edilir.

    Dermaterapi

    Dermaterapi, büyüme faktörleri, peptitler, kök hücre ekstreleri, cildin tamir için ihtiyaç duyduğu vitamin ve minerallerin; üzerinde döner milimetrik iğneler kullanan basit bir cihaz yardımı ile cilt altına uygulanmasını sağlayan bir işlemdir.

    Ağrı, sızı ve morarma olmaz. Mezoterapiye çok benzeyen bu sistemle hem kolajen üretimi desteklenerek nem dengesi arttırılır hem de ihtiyaç olan mineral ve vitaminlerin cilt altına zerki ile tamir mekanizmaları desteklenir. Aynı uygulamada leke açıcı ürünler de kullanarak leke tedavisi yapmak ve daha güzel bir sonuca ulaşmak da mümkündür. Seanslar halinde gerçekleştirilen bu uygulama da ağrısızdır ve 10 dakika sürer. Seans sayısı arttıkça sonucun kalıcılığı da artar.

    Kimyasal soyma

    Kimyasal peeling, cildin yenilenmesi için etkin bir anti-aging yöntemidir. İnce kırışıklık ve hafif koyu renklerde çok iyi bir sonuç sağlar. Daha derin kırışıklıklar ve güneş/yaşlılık lekelerinde ise görünümü azaltabilir ancak boynun tam tamiri için bu durumlarda botox ve mezoterapi gibi ek yöntemlerle tedaviyi mükemmelleştirmek mümkündür.

  • Hasta Hakları doktorları köşeye sıkıştırıyor

    Hastayı koruma adına yapılan hasta hakları düzenlemeleri, doktorları her geçen gün daha çok köşeye sıkıştırıyor. Hastasından korkan doktor mesleğini icra etmekte zorlanıyor, risk almaktan kaçıyor. En akıllı doktor, gününü kurtaran doktor olarak kabul ediliyor. Alınmayan riskler, hasta bakımının kalitesini düşürüyor. Sonuçta zarar gören yine hasta oluyor.

    Sağlık sektörünün nabzını tutan ve kamu sağlığıyla ilgili gelişmeleri gündeme getiren Medipolitan Sağlık Grubu yayını SD (Sağlık Düşüncesi ve Tıp Dergisi) bu kez yine çok konuşulan bir konuyu mercek altına aldı: “Hasta Hakları”.

    Ülkemizde Sağlık Bakanlığı tarafından Hasta Hakları Yönetmeliği ve Uygulama Yönergesi’nin yayınlanması ile birlikte hastanelerde Hasta Hakları Birimleri, ilk kez 2005 yılında faaliyete geçti. Bu tarihten itibaren hasta-hasta yakını şikayetlerinin hızla arttığı görülüyor. Söz konusu şikayetlerin artışında, bir taraftan Avrupa Birliği Uyum Yasaları diğer taraftan toplumsal gelişimin ve dönüşümün sonucu olarak insanların en temel haklarından olan yaşam ve sağlık hakkı konusunda farkındalıklarının artmasının rolü bulunuyor. 6 yıldan beri Türkiye’de uygulanmakta olan Hasta Hakları Yönetmeliği’ni SD her yönüyle yeni sayısında ele aldı.

    İstanbul Medipol Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sabahattin Aydın SD’de uygulamayı değerlendirdi: “Ülkemizde her geçen gün birey kimliği ön plana çıkmakta, bireysel özgürlükler hatırlatılmakta, temel insan hakları talebi, demokrasi özlemi dile getirilmektedir. Vatandaşların devletten, toplumdan ve ilişki içinde oldukları hizmet sektöründen beklentileri de bu çerçevede olmaya devam edecektir. Dolayısıyla artık bugün yapılacak işi çeşitli engeller koyarak sonraya bırakma, sağlık talebinde bulunan kişinin mağduriyetinden dolayı ona yeterli değeri vermeme, gerektiğinde o mağduriyetini hiyerarşik bir ilişki gerekçesi haline getirme, yani üstten bakma, kaba davranma gibi davranış biçimleri gittikçe azalmak ve yok olmak zorundadır.

    Aydın, hastaların artık pasif hizmet alıcılar değil, bilgi ve talepkar tüketici konumunda olduğunu belirterek, şu değerlendirmeyi yaptı: “Hizmeti talep eden hasta hizmete katılımı da talep edecektir. Bu katılımcılık hastanın kendi bedenindeki tasarrufu ve riskleri kabullenmesini kolaylaştıracak, tedavisinde daha kolay sonuç alınmasına, sonuca uyum göstermesine de fayda sağlayacaktır.

    Avrupa’da şimdiden hasta haklarının takipçi olan organizasyonların gittikçe arttığını ve güçlendiğini belirten Aydın, “1999’da İngiltere’de, hastaların bekleme zamanını takip edebilen yegane hasta organizasyonu Sağlık Koleji iken, önümüzdeki yıllarda Avrupa mevzuatı çerçevesinde sağlık hizmeti sunanların, detaylı performanslarını ve her aşamada hastalarının karşılaştığı sorunları ilan etmek zorunda kalmaları, şaşırtıcı bir gelişme olmayacaktır” dedi.

    “Hasta eğitim konusu olmaya zorlanamaz”

    Prof. Dr. Hüsrev Hatemi ise tıp eğitiminde hasta görmenin tıp eğitiminin vazgeçilmezi olduğunu belirterek, şu değerlendirmeyi yaptı: “Bezmialem Hastanesi, Zeynep Kamil gibi hastanelerin halka yardım görüşünü Cumhuriyet dönemi üniversite hastaneleri de benimsemişlerdi. Devlete minnet duyan hasta, eğitim konusu olma cefasına tahammül ediyordu. Son 20 yıldan beri devlet üniversiteleri hastanelerinde bu görüş zedelendiğinden hastaların onayı alınmadan eğitim konusu olmaya zorlanmaları hasta haklarını ihlal sayılır. Hastanın eğitimde gözlem konusu olması ise tıp eğitiminin vazgeçilmez şartıdır. Şu halde eğitim hastanelerinde yatırılan hastadan onay alınarak eğitime izin verdiği gün sayısı üzerinden ona verilecek eğitime yardım bedeli hesaplanmalı, ücretli yatıyorsa hastane faturasından düşülmeli, ücretsiz yatıyorsa da bu bedel kendisine ödenmelidir.

    “Yılda ortalama 1 milyon şikayet”

    Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Dr. Ekrem Atbakan da Sağlık Bakanlığı İletişim Merkezi’nin (SABİM) hasta hakları konusundaki faaliyetlerini değerlendirdi. Alo 184 SABİM Çağrı Merkezi’ne yılda ortalama 1 milyon telefon geldiğini belirten Atbakan, “SABİM’i arayan vatandaşlar, sağlıkla ilgili her konuda talep şikayet, görüş ve önerilerini, varsa teşekkürlerini bildirmekte ve tüm çağrılar değerlendirilmektedir. Gelen çağrıların yüzde 95’i 24 saat içerisinde sonuçlandırılarak, vatandaşlara geri bildirim yapılmaktadır” dedi.

    Atbakan, SABİM’in başvuruları işleyişinde klasik kamu yönetimi esaslarından uzak durulduğunu da dile getirdi.

    “Babacı yaklaşım yerini özerkliğe bıraktı”

    Etik yönden hasta haklarını inceleyen Doç. Dr. Hanzede Doğan da şu değerlendirmelerde bulundu: “ Tıbbi kararlar bilimsel açıdan hekime ait olsa bile, bu kararların uygulamaya geçirilmesinin, kişilerin yaşamları ve buna verdikleri anlam üzerine büyük yansımaları vardır. Bunun için karar mekanizmasının iki taraflı bir anlaşma zemini içinde gerçekleştirilmesi, etik açıdan sağlıklı kararlar için ön koşul gibi görülmektedir. 20. yüzyılın ortalarına kadar hakim olan paternalistik (babacı) yaklaşım, bu yüzden yerini bazı toplumlarda yeri geldiğinde özerkliğe ve özerkliğin uygulamalarda kullandığı “aydınlatılış onam” gibi yaklaşımlara bırakmaktadır.

  • Astıma karşı Elma Suyu

    Astıma karşı Elma Suyu | 3Yapılan araştırmalar, elma suyu tüketiminin astım hastalarının tedavi sürecini olumlu etkilediğini gösteriyor. Dünyada en sık karşılaşılan kronik hastalıklardan biri olan astıma karşı uzmanlar, antioksidan içeriği yüksek olan elma suyu tüketimini öneriyor.

    Son yıllarda giderek yaygınlaşan astım hastalığının görülme sıklığında, besinler ve beslenme alışkanlıklarının önemli bir rol oynadığı tespit edildi. Uzmanlar bu hastalığa karşı, oksidatif hasarı ve inflamasyonu azaltması nedeniyle antioksidan ve vitamin yönünden zengin meyve suyu özellikle de elma suyu tüketiminin artırılmasını öneriyor. Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Neriman İnanç, astım ile antioksidan ilişkisinin İngiltere’de 5-10 yaş arasındaki 2 bin 640 ilkokul öğrencisi ile yapılan ve dünyanın astım ile ilgili önemli dergilerinden biri olan European Respiratory Journal’da yayınlanan araştırmada da açıklandığını söyledi.

    Elma suyu meyvenin kendisinden daha etkili

    Meyve suyu tüketen ve tüketmeyen öğrenciler arasında yapılan araştırmanın sonuçları hakkında bilgi veren Prof. Dr. İnanç, her gün konsantre elma suyu tüketen çocuklarda nefes darlığı sıklığının azaldığının belirlendiğinin ve elma suyu içmenin, çocukları astım belirtilerinden koruduğunun ortaya çıktığını ifade etti. Araştırma sürecinde, her gün en az bir bardak elma suyu tüketen çocuklarda, ayda bir bardaktan az tüketenlere göre nefes darlığı ataklarının daha az görüldüğünün tespit edildiğini belirten İnanç, yapılan diğer çalışmalarda da nefes darlığı ve astım semptomlarına karşı elma suyunun meyvenin kendisinden daha etkili olabileceğinin görüldüğünü kaydetti.

    Prof. Dr. İnanç, elma suyunun nefes darlığı ve astım semptomları üzerine tüm bu olumlu etkilerinden dolayı elma suyunun astımlı bireylerde yeterli ve dengeli bir beslenme tablosu içerisinde her gün bir bardak tüketilmesini önerdi. Meyve suyunun içeriğindeki vitamin, mineraller ve flavanoidlerle bağışıklık sistemini koruyucu özelik gösterdiğine dikkat çeken İnanç, vücudun su dengesini koruyan, C vitamini, karotenoid ve fenolik bileşik içerikleri ile astım dışında bazı kanser türleri ile kalp hastalıklarına karşı koruyucu etkisi olduğunu da vurguladı.

  • Avrupalı hijyenik ped markası HELEN HARPER Türkiye’de

    “Gerçek Rahatlık ve Koruma, Hoşgeldin Hayatıma”

    Avrupa’nın hijyenik ürünler devi Ontex, yeni markası Helen Harper ile hijyenik ped pazarına iddialı bir giriş yapıyor.

    Yumuşak üst yüzeyi ve üstün emme kapasitesi ile hijyenik kadın pedi kategorisinde en çok tercih edilecek markalardan biri olmaya aday olan Helen Harper; kendine güvenen, günlük hayatlarında rahatlığı ön planda tutan ve kişisel bakımına özen gösteren kadınların hayatının bir parçası olacak.

    Henüz tüketiciyle buluşmadan Helen Harper ürünleri hakkında yapılan ürün performansı değerlendirme araştırmasıda, marka hakkındaki beğeni seviyelerini gözler önüne serdi. GFK Türkiye tarafından yapılan araştırmada, beğeni ve satın alma seviyesi %89 çıkan Helen Harper ultra hijyenik pedlerin en beğenilen özellikleri; sızdırmazlık, kuruluk ve rahatlık oldu. Araştırma esnasında markanın ve ürünün ne olduğunu bilmeden ‘kör test’ yöntemiyle deneyen tüketiciler, ürün yüzey yumuşaklığını “Tam istediğim gibi” ortak söylemi ile tanımlarken; %91 oranında da kullanım öncesi “Bu ürün bana güven veriyor” yorumunda bulundu. Helen Harper ultra pedleri deneyen kadınların %68’i düzenli kullandığı diğer ürün yerine, test için kullandıkları bu ürünü tercih edebileceğini belirtti.

    Helen Harper’ın her yaştan kullanıcısının özel günlerine konfor getiren ürünleri, kadınların kendilerini güvende hissetmelerini de sağlıyor. Ultra ve kalın hijyenik pedlerin yanı sıra; günlük hijyen ve bakım için normal ve uzun boylarda günlük pedleri portföyünde bulunduran Helen Harper’in tek tek paketlenmis light günlük pedi de bulunuyor.

    Avrupalı hijyenik ped markası HELEN HARPER Türkiye'de | 4Avrupalı hijyenik ped markası HELEN HARPER Türkiye'de | 5

  • Kavitasyon ve Quantum kombinasyonuyla 10 seansta en az 2 beden incelmek mümkün

    Özel Sculpture Poliklinikleri’nde doktor ve beslenme uzmanı eşliğinde; bölgesel yağ birikimlerinizi Kavitasyon uygulaması denilen düşük frekanslı ultrason ses dalgaları ile parçalayıp, işlevsel hale getirip, tek seansta bile gözle görülür fark yaratmak bazen mümkün olabiliyor.

    Kavitasyon ve Quantum kombinasyonuyla 10 seansta en az 2 beden incelmek mümkün | 6

    Kavitasyon uygulaması sonucunda katı ve yerleşmiş olan yağlar sıvılaşmış ve atılımı çok kolaylaşmış bir hale gelebilmektedir. Kavitasyon çıkışında aynı seansta uygulanan Quantum elektro situmilasyon yöntemi ile kasları çalıştırarak sıvılaştırılmış yağların yakılması ve atılımı desteklenmektedir.

    Karın, basen, popo ve baldırlardaki yağları 40 dakika içinde parçalayabilen Kavitasyon uygulaması doğru bir diyet programı ve Quantum ile birleştiğinde 6-10 seansta 2 beden incelme ve aynı zamanda sıkılaşma sağlanabiliyor.

    Kavitasyon, oluşturduğu düşük frekanslı ultrason ses dalgaları ile yağ hücre zarlarını parçalamakta ve açığa çıkan yağ da vücuttan atılmak üzere kan ve lenf yoluyla bölgeden uzaklaştırılmaktadır.
    Quantum ile elektrikli pedler yardımıyla çalışmayan adaleler çalıştırılır. Bu sayede söz konusu bölgede kısa sürede kas yapısında ve cilt yapısında gözle görülür bir toparlanma gerçekleşebilmektedir.

  • Hamilelikte süt tüketimi, preeklampsi riskini 5 kat azaltıyor

    Hamilelikte süt tüketimi, preeklampsi riskini 5 kat azaltıyor | 7Araştırmalara göre, gebelik döneminde yeterli miktarda süt tüketimi preeklampsi riskini 5 kat azaltıyor. Anne adayları ve bebekler için ciddi riskler taşıyan preeklampsi riskine karşı uzmanlar süt tüketiminin artırılmasını öneriyor.

    Sadece gebeliğe özgü bir sağlık problemi olan preeklampsiye karşı uzmanlar, anne adaylarının günde 5 porsiyon veya üstü süt ve süt ürünleri tüketmelerini öneriyor. Organlara yaşamsal maddelerin götürülüp atık maddelerin toplandığı damar bölgelerinde gelişen bir hastalık olan ve tüm vücudu etkileyebilen preeklampsi, hipertansiyonu olan gebeliklerde en çok görülen tıbbı sorunlar arasında yer alıyor. Gebeler için oldukça riskli bir durum olarak kabul edilen ve toplumlara göre görülme sıklığı yüzde 2-10 arasında olan preeklampsi, böbrek, beyin, karaciğer gibi organlarda ciddi hasarlara neden olabileceği gibi, hem annenin hem de bebeğin ölümüne de neden olabiliyor.

    Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Neriman İnanç, 20 yaşından küçük veya 35 yaşından büyük gebe kalınması, çoğul gebelik, bağ dokusu hastalıkları ve obezite gibi faktörlere bağlı oluşabilen preeklampsi riskinin azaltılmasında da kalsiyum ilavesinin hayati önem taşıdığına dikkat çekiyor. Kalsiyum ilavesinin preeklampsiyi önlemeye yeterli olmasa da hastalığın şiddetini, hastalığa bağlı anne ve bebek ölümlerini azalttığı araştırma sonuçlarıyla da görüldüğünü belirten İnanç, Dünya Sağlık Örgütü’nün farklı ülkelerde yaptığı araştırmaların sonuçlarına göre, 20’inci gebelik haftasından önce günde en az 1.5 gram kalsiyum alan kadınlarda, almayanlara oranla preeklampsi görülme oranının daha düştüğünün gözlemlendiğini belirtiyor.

    Süt tüketiminin yüksek olduğu Hollanda’da gebeliği süresince preeklampsi gelişmiş 163 kadınla gerçekleştirilen araştırmanın sonuçlarına da değinen İnanç, günde 5 porsiyon ve üstü süt tüketen kadınlarda preeklampsi gelişim riskinin 5 kat daha az olduğu belirlendiğini kaydetti. Konuyla ilgili olarak 1990-2006 yılları arasında, toplam 15 bin 528 kadınla yapılan 12 çalışmada da benzer sonuçlar çıktığının altını çizen İnanç, gebelik süreci için oldukça riskli bir durum olan peeklampsinin önlenmesi için anne adaylarına süt tüketmelerini öneriyor.

  • Kadınlarda erkeklerden dört kat daha fazla görülüyor : GUATR

    Kadınlarda erkeklerden dört kat daha fazla görülüyor : GUATR | 8GUATR’I İHMAL ETMEYİN !

    İyot yetersizliği ve besinlerle alınan guatrojen maddelerin iyot metabolizmasını bozması sonucu ortaya çıkan Guatr, kadınlarda erkeklere göre dört kat daha fazla görülüyor.

    İstanbul Medipol Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Akif Tan, iyot yetersizliği ve besinlerle alınan guatrojen maddelerin (thioglucoside içeren karalahana, cynaoglucoside içeren soya fasulyesi, şalgam ve lithium içeren ilaçlar vücutta tiyosiyanata dönüşerek) iyot metabolizmasını bozması sonucu ortaya çıkan Guatr’ın kadınlarda erkeklere göre dört kat daha fazla görüldüğünü söylüyor.

  • Stres ve infertilite

    Stres ve infertilite | 9Uzun süredir çocuk sahibi olma arzusuna erişemedikleri halde, huzurlu bir tatil sonrasında ya da evlat edinmeye karar verdikten sonra hamile kaldığını öğrenen kadınların hikayelerini bir çoğumuz duymuşuzdur. Bu hamilelikler tesadüflerden mi ibarettir yoksa stresi azaltmak doğurganlığı arttırıyor mu?

    Stres ve infertilite ilişkisi hakkında ne biliyoruz ?

    Kısırlık yaşayan kadınlar stres seviyelerinin yüksek olduğunu söylerler. Gerçekten de, infertilite tedavisi gören kadınların kaygı ve depresyon seviyelerinin kanser ya da kalp hastalığı tedavisi gören ya da AIDS teşhisi konmuş hastalarla eşdeğerde olduğu gözlenmiş. Hatta son araştırmalar kısırlık yaşayan kadınların kaygı ve depresyon seviyelerinin daha tedaviye başlamadan yüksek olduğunu gösteriyor. Ayrıca tedavi süreci uzadıkça sıkıntıları artıyor.

    Ø  Öyleyse birinci olgu olarak infertilitenin gerçekten strese yol açtığını söyleyebiliriz.

    Peki ya tersi? Stres kısırlığa yol açıyor mu?

    Araştırmalar geçmişlerinde depresyon tanısı konmuş kadınların infertilite yaşama olasılıklarının daha yüksek olduğunu gösteriyor. Benzer bir şekilde, kaygı ve stres seviyeleri daha yüksek olan kadınların tüp bebek tedavisi sonrasında hamile kalma oranlarının daha düşük olduğu da gözlenmiş. Örneğin, bir araştırma sonucuna göre tüp bebek tedavisine başlamadan evvel kaygı ve depresyon seviyeleri yüksek olan kadınların, daha sakin ve mutlu olanlara göre hamile kalma olasılıklarının % 93 daha az olduğu dikkat çekmiş. Avrupa’da yapılmış başka bir araştırma da, kaygı ve depresyon seviyeleri yüksek kadınların hamile kalabilmek için fazladan bir tüp bebek denemesine ihtiyaç duyduklarını göstermiş (sakin hastalar sadece iki denemeden sonra hamile kalırken, kaygı ve depresyon seviyeleri yüksek olan hastalar için ortalama üç deneme gerekmiş).

    Ø  Öyleyse ikinci olgu olarak kaygı, sıkıntı, depresyon ve daha düşük hamile kalma oranları arasında bir ilişki olduğundan bahsedebiliriz.

    Stresin tedavi sürecini etkilediği başka bir konu ise, çiftlerin infertilite tedavisine devam etmeme kararı. Örneğin Avrupa’da yapılmış bir araştırma, sağlık sigortalarının altı tüp bebek denemesini ödediği halde, hastaların ortalama sadece iki kere tüp bebek denediği göstermiş. Avrupa’da yapılmış araştırmalar genel olarak, sağlık sigortası olan hastaların büyük çoğunluğunun hakları olan tüp bebek denemelerinin birçoğunu kullanmadıklarını gösteriyor. Tedaviye devam etmeme kararının en önemli sebebi olarak duygusal sıkıntılar dile getiriliyor. Yine başka bir araştırmada, bir kadının birinci tüp bebek tedavisine başlamadan önce depresyon seviyesi ne kadar yüksekse, o kadar yüksek bir olasılıkla, sadece bir tüp bebek denemesinden sonra tedaviyi bıraktığı görülmüş.

    Ø  Öyleyse üçüncü olgu olarak; kaygı, sıkıntı ve depresyon seviyeleri yüksek hastaların tedaviye devam etmeme kararını vermeye daha eğilimli olduklarını söyleyebiliriz.

    Yukarda bahsettiğimiz bu üç olgu hakkında düşünürsek, aklımıza aşikar bir soru takılır: Stres ve infertilite arasında bir ilişki varsa; stres ve tüp bebek tedavisi başarısızlığı ve stres ve tedaviye devam etmeme kararı arasında bağlantılar varsa, hastaların stres seviyeleri azaltılırsa ne olur?

    Stres seviyelerinin azaltılması bir takım psikolojik yaklaşımlarla mümkün olabilir. Örneğin; Zihin/Beden Programları gibi bazı yaklaşımlar, hastaların psikolojik durumlarında kayda değer iyileşmeler sağlarken, yorgunluk, huzursuzluk, baş ve mide ağrıları, boyun ve omuzlarda sertlik, uyku bozuklukları, dikkat verme güçlükleri gibi fiziksel ve psikolojik stres belirtilerinin ciddi derecede azalmasına yardım etmektedirler. Ayrıca katılımcıların hamile kalma oranları, bu tür programlara katılmayanlarla kıyaslandığında önemli derecede artmaktadır.

    “DOĞURGANLIK İÇİN ZİHİN/BEDEN PROGRAMI”

    Bu program özellikle infertilite için geliştirilmiş bir Zihin/Beden Programı’dır. Bu,  Zihin/Beden Tıbbı’nın kadın sağlık sorunları çerçevesinde uygulanması ve araştırılması alanlarında nam salmış Dr. Alice Domar’ın geliştirdiği ve senelerdir uyguladığı bir programdır. Dr. Domar; A.B.D’nin Boston kentinde Domar Center, Harvard Medical School ve Beth Israel Deaconess Medical Center gibi önemli merkezlerde görev yapan bir bilim kadınıdır.

    Birçok araştırma göstermiş ki, A.B.D.’de 1987’den beri uygulanan Zihin/Beden Programları’na katılanların stres belirtilerinde ciddi derecede azalma gözleniyor. Katılımcılar hamile kalma olasılıklarını hemen hemen ikiye katlayabiliyorlar.  Bu programlar infertilite yaşayan kadınların kaygı, gerginlik, depresyon, öfke, korku gibi duygularını azaltmayı, onların daha sakin, daha enerjik, hayatla daha rahat başedebilecek donanımda, daha mutlu olmalarını amaçlıyor.

    Programa çocuk sahibi olmayı isteyen ve bu arzusu belirli bir süreden beri gerçekleşmeyen kadınlar katılıyor. Yeni infertilite tanısı konmuş olanlar, senelerdir uğraşanlar, bir çocuğu olup ikincisine hamile kalamayanlar, tekrarlayan hamilelik kayıpları yaşayanlar gibi. Bazı kadınlar aslında kendilerini iyi hissettikleri halde, tedavi süresince yoğun duygular yaşayacaklarının farkında oldukları için bunlarla başetmeyi öğrenmek istiyorlar. Diğerleri ise yorgunluk ve huzursuzluk, baş ve mide ağrıları, uyku bozuklukları, dikkat verme güçlükleri, boyun ve omuzlarda sertlik gibi birtakım stres belirtileri ile geliyorlar. Program on hafta sürüyor. Haftada bir 2,5 saat süresince toplanılıyor. Katılımcı sayısı 8-12 arasında değişiyor. Üç oturuma eşler de davet ediliyor.

    Program esnasında birçok gevşeme stratejisi ve stresle başetme becerisi öğretiliyor. Doğurganlık üzerinde olumsuz etkileri olan hayat tarzı alışkanlıklarının nasıl değiştirilebileceği ya da bilişsel yeniden yapılandırma (mesela “hiçbir zaman çocuğum olmayacak” gibi olumsuz bir düşünce örüntüsünün farkına varmak ve bunu “hamile kalmak için elimden gelen her şeyi yapıyorum” düşüncesine dönüştürmek) gibi konular da ele alınıyor.  Ayrıca kendine bakma, kendini ruhsal anlamda doyurma da gözden geçirilen konular arasında. Çünkü kısırlık yaşayan kadınlar sadece bir hedefe odaklanıp, yaşama ait zevk ve mutluluklarını yitirme eğiliminde oluyorlar. Tüm bu konular ve diğerleri müthiş bir sosyal destek ortamında ele alıyor. Katılımcılar birbirlerini anlıyorlar çünkü benzer deneyimlerin içinden geçiyorlar. Oysa, kısırlık yaşayanın en yakınları bile çoğunlukla bunun o kişi için ne anlama geldiğini tamamıyla kavrayamıyor.

    Funda Ashaboğlu Kılıç

    Uzman Klinik Psikolog

    0 530 281 20 81