ANNE BABA OLMAK HERKESİN HAKKI DİYORSANIZ, bu zorlu, engebeli ve uzun yolculukta, sizinle aynı sıkıntıyı yaşan, çocuk sahibi olmak isteyen çiftlere bu yolda umut olmak, ümiztsizliğe kapılmadan, sabırla devam etmeleri adına mutluluğunuzu, yaşadığınız sıkıntı ve zorlukları, tecrübelerinizi paylaşıp, yol göstermek istiyorsanız yapmanız gereken tek şey, önce siteye ücretsiz üyeliğinizi yapmak ardından, hikayelerinizi ve videolarınızı bizle paylaşmak olacaktır.
Kategori: Sağlık
-
Erkeklerde Vaser Hi Def
Erkek Vaser Hi def nasıl yapılır?
Erkek vaser hi def (VHD) basit bir liposuction gibi karın veya bel bölgesindeki yaglari almak için yapılan bir yöntem değildir. Amaç vücut geliştirme sporu yapmıs dergi, gazete, ve filmlerde gördüğümüz kaslı görünümlü erkek vücudunu yapmakıtr. İşlem sırasında tarif edilen şekilde düzgün bir vücutta hangi kaslar görülebiliyorsa tam olarak o kaslar ortaya cıkartılır. Erkek VHD prosedüründe vücudu 5 bölgeye ayırabılırız.
1- Üst ekstremite yani kollar
2- Göğus bölgesi
3- Karın ve bel bölgesi
4- Sırt bölgesi
5- BacaklarHer hastada bütün her tarafa dokunulacak diye bir şey yoktur. Genellikle başvuran erkek hastaların en cok istediği karın bel bölgesi ve göğüs bölgesidir.
-
Yanlış beslenme hastalık genini aktif hale getiriyor!
İnsan genetik haritası çözüldü!
Yanlış beslenme hastalık genini aktif hale getiriyor!
21. Yüzyılın kurtarıcı anahtarı nutrigenetik tıp
Daha kaliteli bir yaşam için nutrigenomikYediğiniz besinlerin, geleceğinizi nasıl etkilediğini ve yaşam standartınızı ne yönde şekillendirdiğini biliyor musunuz? Ya da 25000 bin genimizin bu aldığımız besinlerin içindeki maddelere göre çalıştığını ve yanlış beslenme ile bir hastalığı taşıyan geni aktif etmenin mümkün olduğunu, biliyor muydunuz?
Zayıf kalmak, uzun yaşamak ya da yararlı detoks takviyeleri… Hepsini bir kenara koyun! Genetikçiler ve moleküler biyologların uzun süredir üzerinde çalıştığı ve gelecekte sağlık sektöründe kurtarıcı-anahtar rolünü üstlendirdiği, “nutrigenetik” (beslenme genetiği) ve “nutrigenomik” (genetik beslenme); Türkiye’de henüz bakir bir alan olmasına karşın, uzun zamandır araştırmalarını bu konu üzerinde sürdüren Dr. Nurhayat Gül tarafından yürütülmektedir. Kendi araştırmalarını bir yaşam koçu gibi, insanlarla paylaşan Dr. Gül, bu alan hakkında oldukça farklı verilere sahip…
Genetik, son yıllarda en hızla gelişen ve yeni bilgilerin keşfedildiği bir bilim dalı. Kaydedilen gelişmeler, birçok hastalığın tanı yöntemleri, tedavileri ve mekanizmaları konusundaki bilgilerimizi köklü bir şekilde geliştirmeye devam ediyor. Bunların arasında “Nutrigenetik (beslenme genetiği) ve nutrigenomik (genetik beslenme); nutrisyonel genomik şemsiyesi altında ortaya çıkan, sağlık, diyet ve genom arasındaki etkileşimi irdeleyen yeni bir alan olarak dikkat çekiyor.
Genler ve yiyecekler arasındaki bu ilişki son yılların en ilgi çekici alanlarından biri. Genetikçiler ve moleküler biyologlar bu konuda müthiş buluşlara imza atıyor, uzmanlar “nutrigenomik tıp” isimli bu yeni alanın beslenme bilimine ve dolayısıyla insan sağlığına çok önemli katkılar sağlayacağını söylüyor. Türkiye’de henüz uzmanlar tarafından fark edilemeyen bu bakir alanı, hem akademik, hem de pratik çalışmalarıyla ileriye taşıyan isimse; master’ını Biyomühendislik ve Genetik Bölümü’nde Moleküler Genetik üzerine yapan Dr. Nurhayat Gül… İlgilendiği özel alanı ise beslenme ve genleri bir bilim dalı olarak inceleyen Nutrigenomik.
İnsanların sadece zayıflamak için değil, sağlıklı yaşamak ve hastalıklardan kendini korumak için iyi beslenmesi gerektiğini savunan Dr. Nurhayat Gül, bugüne kadar bize öğretilen ya da iyi bildiğimizi sandığımız birçok ezberi ters yüz ediyor. Beslenme düzeni ve tüketilen gıdaların önemine dikkat çeken Dr. Gül, günümüzde hızla artan hastalıklar, erken yaşta ölümler, kanser vakaları derken mevcut beslenme düzeninin hastalıklarla doğrudan ilişkisi olduğunun farkedilmesi için bilimsel olarak ispatlanan doğru bilgileri merak eden herkesle paylaşıyor.
DNA ANALİZLERİYLE KİŞİYE ÖZEL BESLENME KÜRÜ
Kişide genetik beslenme haritasını çıkarabilmek için, yine nutrigenomik teknolojilerinden (genomik, proteomik, transkriptomik ve biyoinformatik) yararlanılıyor.
DNA analizleriyle gerekli görüldüğü taktirde kişiye özel beslenme programları yapılarak, genetik analizler elde ediliyor. Bu sonuçlara bakılarak sizin genetik miras olarak taşıdığınız hastalıklarınız ve özel yetenekleriniz hakkında bilgi sahibi olunabiliyor. Dikkat edilmesi gereken noktalar için beslenme önerilerinde bulunuluyor; kısaca genetik şifreniz çözülerek sizin için hangi yiyeceklerin iyi ya da kötü olabileceğine karar veriliyor.
TEK PROBLEMİMİZ; YEMEMEMİZ GEREKENLERİ YEMEMİZ!
Nutrigenomik ile amaç, hiç şüphesiz bireylerlerin sağlığını geliştirmek ve yaşam kalitesini artırmak olduğunun altını çizen Dr. Gül; “Ekonomik olarak refah seviyemizin artması bize ölümüne yemek olarak yansıdı. Fastfood, hazır ve işlenmiş gıdalar bol et, kızarmış yiyecekler, şeker veya tatlandırıcı dolu içecekler, cipsler; artan obesite, kanser, diabet ve otoimmün hastalıkların altında yatan en önemli sebeptir. Tek problem sadece bu yiyecekleri yememiz değil, aslında yememiz gerekenleri de yeterince yemememizdir. Yani biz vücudumuza ihtiyacı olan besinleri vermiyoruz. Günümüz modern beslenme şeklini düşünürsek, tükettiğimiz kalorilerin çoğunun rafine gıdalar ve hayvansal kaynaklı gıdalardan kaynaklandığını görürsünüz. Bizim protein, karbonhidrat ve yağ olarak ayırdığımız makro besinlerin yanısıra, fitokimyasal, antioksidan, vitamin gibi binlerce mikro besine ihtiyacımız vardır. İşte asıl beslenme vücuda bu mikro besinleri yeteri kadar verebildiğimiz zaman gerçekleşebilir. Bunu da besin yönünden zengin yiyecekleri tüketmekle mümkün olabilir. Öncelikle mikro besin yönünden en zengin olan yeşil sebzeleri hayatımıza daha çok katmayı öğrenmemiz gerekiyor. Sonrasında da gün içinde yediğimiz yemek miktarı ya da kalori hesabına değil, yediğimiz yemeklerde ne kadar besin değeri olduğu verisine bakmalıyız. Vücuttaki eksiklikleri tamamlamadıkça ve yeterli besinleri ona sunmadıkça kansere, kalp hastalığına, diyabete, otoimmün hastalıklara ve diğer dejeneratif hastalıklarla savaşı asla kazanamayız. Ayrıca bu mikrobesinlerden fakir beslenme tarzı yiyecek bağımlılığına neden olmakta. Ve hayat tarzınız, yaşam sürenizi genetik mirasınızdan daha çok belirleyici bir role sahip… ” olduğunu belirtiyor.
Günümüzde hastalık yükünün yüzde 85’ini oluşturan kronik-kompleks hastalıkların sağlık sistemi üzerinde yarattığı maliyet yükü gittikçe artıyor. Moleküler mekanizma iyi anlaşılırsa, diyetle ilgili kronik hastalıklar da daha iyi sonuçlar elde edilmesi ve tedavi giderlerinin azalması da olası hale gelebilir. Ayrıca bu alanda yapılan çalışmalar besin ve içecek sanayinin de gelişmesine katkıda bulunacaktır. Çünkü nüfus yaşlanıyor ve uzun yıllar diyabet, kalp hastalığı, kanserler gibi kronik-kompleks hastalıklarla yaşıyor. 21. yüzyıl içinde beklenen yaşam süresi uzadıkça, bu yük daha da artacak, sağlık hizmetlerinin maliyetlerinin bir süre sonra baş edilemez bir noktaya gelmesi bekleniyor. Önümüzdeki süreçte sağlık sistemi üzerindeki bu yükü nutrigenetik uygulamaların azaltması bekleniyor.
NOT: Nutri-Genetik Biliminin Kavramsal Temelleri Beş İlkede Toplanmaktadır:
* Beslenme belirli şartlar altında bazı bireylerde hastalıklar açısından ciddi bir risk faktörü olabilir.
* Çok tüketilen besin maddeleri insan genomunu doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyerek genlerin yapısını ve etkilerini değiştirebilir.
* Bir besin maddesinin bireyin sağlığını ne kadar etkileyeceği o kişinin genetik yapısına bağlıdır.
* Beslenme ile ilgili bazı genler ve bu genlerde görülen varyasyonların bireylerde kronik hastalıkların görülme sıklığı, hastalığın başlaması, ilerlemesi ve şiddeti üzerinde etkisi olabilir.
* Kişilerin beslenmelerinde o kişinin gıda ihtiyacı, beslenme durumu ve genetik yapısı ile ilgili bilgilere dayanarak yapılacak düzenlemeler, kronik hastalıklara karşı koruyucu, hastalığın şiddetini azaltıcı ve hatta tedavi edici olabilir.
Dr. NURHAYAT GÜL KİMDİR?
1967 doğumlu Dr. Nurhayat Gül, 1992 de Tıp Fakültesi’nden mezun olup, yıllarca devlet ve özel hastanelerin Acil Servis’lerinde çalıştı. 1994 yılında İstanbul’a taşınmasıyla hayatının rotası da tümüyle değişti. 2007 yılında hastanelerdeki acil tecrübesine son vermeye karar veren Dr. Gül, diyet konusunda uzman doktorların özel kliniklerinde çalışmaya başladı. İşini çok seven doktor, bu konuyu her yönüyle incelemeye başladı ve dünyada ispatlanan farklı gerçekleri gördü. Genetik, sağlıklı beslenme ve diyet arasındaki ilişkinin çözülmeye başladığını farketmesi onu bu konuda daha da çok araştırma yapmaya yöneltti. Yeditepe Üniversitesi’nde Biyomühendislik ve Genetik Bölümü’nde Moleküler Genetik Master’ı yapmaya başladı. İlgilendiği özel alanı ise beslenme ve genleri bir bilim dalı olarak inceleyen Nutrigenomik olarak belirledi. Henüz Türkiye’de hiç bir doktorun uygulamadığı ancak dünyanın yöneldiği bu yeni bilgiler ışığında çalışmalarına başladı. İnsanların sadece zayıflamak için değil, sağlıklı yaşamak ve hastalıklardan kendini korumak için iyi beslenmesi gerektiğini savunan Dr. Nurhayat Gül, bunu dünyada yapılan ve ispatlanan çalışmaları baz alarak uyguladı ve bir çok hastaya ulaştı.
Başarılı sonuçlar yakaladığı hastalarının referansları ile bir çok kişiye ulaşan, her geçen gün daha da geniş kitlelere ulaşmanın heyecanını yaşayan Dr. Nurhayat Gül, 17 yaşında bir kız çocuğu annesi ve İstanbul’da kızıyla beraber yaşıyor. Düzenli koşu yapan ve bir yarı maraton tamamlayan Dr. Gül, özel koşulara da katılıyor.
-
Köpük Tedavisi ile 20 dakikada varislerinizden kurtulmak mümkün.
Özellikle yaz aylarında etek dahi giyemeyen, denize rahatça giremediği için psikolojik sıkıntılar yaşayan birçok bayanın korkulu rüyası varislerden kurtulmanın şimdi tam zamanı…
Varis estetik açıdan olduğu kadar insan sağlığı açısından da çok ciddi sıkıntılara yol açan, bazı damarların genişleyip şişerek fonksiyon dışı kalmasıyla ortaya çıkan toplumsal bir hastalıktır. Varisten korunan bilinçli insanlar ilerleyen yaşlarda bypass esnasında yabancı damarlara ihtiyaç duymadan kendi sağlıklı damarlarıyla yaşam kalitelerini garanti altına almaktadır.
Ciddiye alınması gereken bir damar hastalığı olan varisin günümüzde başarı oranı %90lara varan tedavilerle kolayca yok edilebileceğini ifade eden Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Dr. Abbasoğlu son zamanlarda en çok kullanılan yöntemin köpük tedavisi diğer adıyla skleroterapi olduğunu belirtti.
Bu metot sklerozan veya köpük denilen bazı büzüştürücü ilaçların damar içine verilerek, damarlarda büzüşme yaparak kapanmasını sağlayan bir yöntemdir.
Muayenehane ortamında ayakta tedavi şeklinde uygulanan tedavide acı yok denecek kadar az olmakta ve hastalar aynı gün normal yaşantısına devam edebilmektedir.
Tedavi süresinin genellikle 20 dakikalık tek seans şeklinde yapıldığını ifade eden Op. Dr. Abbasoğlu uyguladığı köpük tedavisini diğerlerinden ayıran en önemli farkı ise şöyle açıkladı:
“Köpük skleroterapiyi ultrason doppler altında uygulayarak ilacın veriliş yolları ve yoğunluğunu rahatça ayarlıyor ve hastalarda ilaç yoğunluğuna bağlı hiçbir iz kalmadan, hiçbir alerjik reaksiyon oluşmadan işlemi tamamlıyoruz. Sonrasında ise yaklaşık 1 hafta içinde hastayı kontrol için çağırıyoruz.”
Uygulamadan sonra hastanın bir süre için varis çorabı giymesi gerektiğinden tedavinin özellikle yaz aylarına girmeden yapılması önerilmektedir.
Bu yöntemin zannedildiği kadar maliyetli bir tedavi olmayışı , yok edilen varislerin zaman içinde tekrarlamaması ve yan etkilerinin yok denecek kadar az olması tedavinin tercih edilme oranını yükseltmektedir.
Hastaların tedavi sonrası hem sağlık açısından ciddi bir rahatlama yaşadıklarının , hem de estetik açıdan kendilerine olan güvenlerinin yerine geldiğini söyleyen Op. Dr. Abbasoğlu bazı bayan hastalarının sağlıklarını bir kenara bırakıp rahatça etek giyebilme arzusuyla bile skleroterapiye başvurmalarının kendilerini de şaşırttığını söyledi.
Bacaklarda hiç de hoş olmayan görüntüler oluşmasına neden olan varislerin sıklıkla bayanlarda görüldüğünü ve bahar aylarının varis tedavisi için en uygun mevsim olduğunu ifade eden Abbasoğlu varis oluşumunu engellemek ve korunmak için yapılması gerekenleri de şöyle özetledi:
Uzun süre hareketsiz ayakta durmayın veya oturmayın,ayakları özellikle yukarıda tutarak yatın;düzenli egzersiz yapın , bol bol yürüyün böylece kas pompasını çalıştırmış olursunuz, kilo almamaya özen gösterin, elastik(basınç uygulayan) çorap giyin, kasık ve bacaklarınızı sıkan dar,streç iç çamaşır ve giysiler giymeyin, tuz miktarını azaltın,uzun süren güneş banyoları ve çok sıcak su ile yapılan banyolardan sakının…
-
TNS’ten yeni bir aile hekimliği araştırması
TNS 2011 yılında da Türkiye’deki Aile Hekimleri’nin sağlık sektöründeki firmaları tanıma ve kendilerine yakın bulma düzeylerini, tıbbi satış mümessilleriyle ilgili değerlendirmelerini ve ilaç firmalarına yönelik algılarını tespit etmek amacıyla Aile Hekimliği Omnibus Araştırmasının üçüncüsünü gerçekleştiriyor.
TNS Healthcare Türkiye, 2011 Ocak ayı itibariyle 81 ilde uygulamaya konulan Aile Hekimliği ile ilgili araştırmasına bu yıl da detaylı bir şekilde devam ediyor.
TNS Healthcare Türkiye tarafından 2009 ve 2010 yıllarında ilk ikisi yürütülmüş olan Aile Hekimliği Araştırması’nın, 2011 yılında da Türkiye’deki Aile Hekimlerinin sağlık sektöründeki firmaları tanıma ve kendilerine yakın bulma düzeylerini, tıbbi satış mümessilleriyle ilgili değerlendirmelerini ve ilaç firmalarına yönelik algılarını tespit etmek ve belirli konu başlıklarında yıllar içerisindeki farklılıkları gözlemlemek amacıyla üçüncüsünü gerçekleştiriliyor.
TNS Healthcare Türkiye’nin Türkiye genelinde 14 şehirde ve 320 Aile Hekimi ile görüşülerek yürütülen Aile Hekimliği Omnibus Araştırması, iki bölümden oluşmaktadır. Durum ve Rekabet Analizleri, İlaç Firması ve İlaç Markası Örtüşmeleri Analizi, Önem & Memnuniyet Analizi, Tıbbi Satış Mümessili Önem & Memnuniyet Analizi, Marka Konumlandırma Analizleri ve Zaman Bazlı Analizleri içeren standart bölümde ayrıca, katılımcı firmalara özel, önem ve memnuniyet analizi yapılmaktadır.
Araştırmaya katılan her firmanın, standart bölümdeki sorulara ilave olarak, istedikleri sayıda özel soru sorma hakkına sahip olduğu Özel Sorular Bölümünde ise, Aile Hekimleri’nden öğrenmek istedikleri ve ana soru formunda yer almayan konularda sonuçlara/yanıtlara sahip olabilecekler.
TNS Healthcare, Aile Hekimliği Araştırması’nı her yıl aynı dönemde gerçekleştirerek, bazı endikasyonların olası mevsimsel etkilerinin de aynı kalması sağlamaktadır. Bahar aylarında gerçekleştirilen çalışmada soğuk algınlığı ve ona bağlı endikasyonlar öne çıkmaktadır. 2010 yılına ait bazı sonuçları ise aşağıdaki gibidir;
TNS, 23 Mayıs 2011 tarihinde raporlanacak olan 2011 yılı araştırmamız ile sağlık sektöründe bu sene de merak edilenleri ortaya çıkartmayı ve sektöre ışık tutmayı hedefliyor.
TNS Hakkında:
TNS Türkiye ofisi, 80 ülkede, 15.000’i aşkın çalışanı olan TNS grubuna ait bir kurum olarak faaliyet göstermektedir.
TNS Türkiye ofisi 140’dan fazla çalışanı, 3 saha şirketi ve 200 anketör kapasitesi ile Türkiye’nin bütün bölgelerinde, tüketici, banka ve finans, telekom, sağlık, otomotiv, medya gibi sektörlerin tamamında pazarlama araştırmaları gerçekleştirmektedir.
TNS, Ekim 2008’den itibaren WPP’nin bilgi, içgörü ve danışmanlık bölümü olan Kantar Grubun bir parçası olmuştur. Kantar Grup, dünyanın en büyük pazar araştırma ve stratejik danışmanlık gruplarından biridir. Son olarak da WPP yönetimi, grup şirketlerinden olan Research International ile TNS firmasının güçlerini birleştirme kararı almış ve uygulamaya koymuştur.
TNS hedeflerini, müşterilerinin içinde bulundukları dünyayı anlamada en iyi olmak, tehditlerini ve fırsatlarını en önce farketmek, gelecekleri ile ilgili en geniş pencereyi açmak olarak belirliyor. Sunduğu hizmetlere ve müşterileri ile ilişkilerine belirgin, atak, yaratıcı, yenilikçi ve farklı bir düşünce yapısı ile bakan TNS, “bilgi danışmanlığı” rolünü gün geçtikçe daha da güçlendirerek sürdürmektedir. -
Okulda Diyabet Programının ikinci yılı çalışma toplantısıyla start aldı
Geçtiğimiz yıl başlatılan “Okulda Diyabet” programı çerçevesinde ülkemizdeki 650 bin civarındaki öğretmene ve 16 milyon öğrenciye ulaşılarak, çocuklarda diyabet belirtileri konusunda farkındalık oluşturuldu.
Okulda Diyabet Programının ikinci yılı
çalışma toplantısıyla start aldıGeçtiğimiz yıl başlatılan Okulda Diyabet programıyla (ODP) öğretmenlerin diyabetli çocukların okulda bakımı konularında eğitilmesi yoluyla, sağlıklı nesillerin yetiştirilmesi amaçlanıyor. Sanofi-aventis’in koşulsuz desteklediği ve Türkiye’de bir ilk olan “Okulda Diyabet Eğitim Programı” kapsamında, ülkemizdeki 650 bin öğretmen ve 16 milyon öğrenciye ulaşılarak çocuklarda diyabet belirtileri konusunda farkındalık oluşturuldu. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), Sağlık Bakanlığı ile Çocuk Endokrinolojisi ve Diyabet Derneği, diyabetli çocukların yaşam koşullarını iyileştirmeye dönük, “Okulda Diyabet Programı”nın ikinci yıl çalışmaları 1 Nisan 2011’de Sait Halim Paşa Yalısı’nda düzenlenecek çalışma toplantısıyla start aldı.
ODP yeni dönem aktivitelerinin planlandığı çalışma toplantısına, endokrin merkezleri temsilcileri, öğretmenler, MEB yetkililerinin katılımı oldu. Toplantının ilk yarım gününde çocuklarda diyabet, obezite konularında anahtar sunumlar yapıldı. Ayrıca bu konularda Sağlık ve Milli Eğitim Bakanlığı’nca yürütülmekte olan çalışmalar gözden geçirildi. Toplantının ikinci bölümünde grup çalışmaları yapıldı ve oluşturulan gruplarda öğretmen ve çocuk endokrin merkezi uzmanlarının diyabet ve obezite konularındaki görüşleri entegre edildi. Geniş kapsamlı bu toplantı, diyabetin yanısıra çocuklardaki obezite konusunda da geniş kapsamlı çalışmaların ilk basamağı olarak konumlandırıldı.
Sanofi-aventis tarafından koşulsuz desteklenen ODP’nin ikinci yılı kapsamında, “sağlıklı beslenme ve şişmanlık farkındalık kampanyası”, “beslenme dostu okul sertifikasyonu”, “diyabetli çocuklara burs programı” düzenlenmesi planlanıyor.
-
1 Türkiye projesi: Tuvalimden Hücrene Bir Renk
Risus Onkoterapi Merkezinin Düzenlediği Organizasyonla, 14 Nisan’da Ressamlar 7 Bölge 7 İl Merkezinde Tuvale Kanserin Gidişini Çiziyorlar.
Kanser, gerek ülkemizde gerekse dünya genelinde insanlığı tehdit eden bir sağlık problemidir. Hastalığın tedavisinde yaklaşım tıbbi ve psikolojik boyut şeklindedir.
Kanser alanında yaptığı psikolojik destek ve bilinçlendirme çalışmalarıyla gündeme gelen Risus Onkoterapi Merkezi son projesi 7 Bölge Tüm Türkiye; Tuvalimden Hücrene Bir Renk ile bir kez daha ülke genelinde kanser konusuna dikkat çekecek.
14 Nisan organizasyonunda İzmir(Ege), Ordu(Karadeniz), Şırnak(Güneydoğu Anadolu), Van(Doğu Anadolu), İstanbul(Marmara), Eskişehir(İç Anadolu), Antalya(Akdeniz) illerinde saat 10.00’da aynı anda ressamlar ‘kanserin gidişini ‘ resmedecek. ‘Mücadelemiz düşüncedeki kansere yönelik ve bunu sağladığımızda önemli bir aşama kat etmiş oluyoruz.’ diyen Risus Onkoterapi Grup Başkanı Uzman Psikolog Sabahat Erler, yurt genelinde 25 üniversiteyle ortaklaşa yürüttükleri çalışmalarla bilimin ışığında sosyal projelere; kanser hasta ve hasta yakınlarına destek vermeye devam edeceklerini söyledi.
Yapılan resimler, organizasyon sonrasında farklı hastanelerin onkoloji birimlerinde sergiye açılacak.
Risus Onkoterapi ve organizasyon hakkında detaylı bilgi için www.onkoterapi.com adresini ziyaret edebilirsiniz.
TUVALİMDEN HÜCRENE BİR RENK
“RESSAMLAR TUVALE FIRÇA DARBESİYLE KANSERİN GİDİŞİNİ ÇİZİYORLAR”
1 TÜRKİYE PROJESİ
14 NİSAN’DA 7BÖLGE TÜM TÜRKİYE TEK YÜREKKanserde yaşama dokunuşun en etkili ve en anlamlı bir şekilde kanser hasta ve hasta yakınlarında, toplumda hissedilebilmesi ve yürütülen programın amacına en iyi şekilde ulaşabilmesi için sosyal organizasyonların önemi ve etkisi kaçınılmaz bir gerçektir.
Duyguların, dostlukların, beraberliklerin daha da kuvvetlenmesi için gerçekleşmesi hedeflenen her sosyal organizasyon, duyarlılığı, gönüllülüğü ve kansere dair yaşamın ve enerjinin gücünün büyüklüğünü daha fazla kitleye ulaştıracaktır.
Kanser hastaları, hasta yakınları ve topluma dair yapılacak her sosyal organizasyon ruhların arınmasını, umutların canlanmasını ve hem içe hem dışa yapılacak yolculuklar sonrasında duyarlılıkların artmasını ve projenin mutlu ve yararlı paylaşımlarla amacına ulaşmasını sağlayacaktır.Yaşama dokunuşta ruha dokunmanın da son derece gerekli olduğu düşüncesinden yola çıkarak, sanatsal paylaşımların bu proje kapsamında sosyal organizasyon olarak yer alması düşünülmüştür. Sanata ve yaşama dair etkili bir bölüm olan resim çalışmalarının bu proje kapsamında belirlediğimiz bir konu ile görsel açıdan etkili olacağı öngörülmektedir.
Onkoterapi programının ülke geneline yayılması ve her meslekten herkesin bir mücadele göstergesi ile bu zor sanılan kanser savaşına kolay yenilgi gösterecek olan bu proje bir TÜRKİYE projesi olarak, kanserde bilinçlendirme ve direnç kazandırma adına tarihteki yerini alıp, düşüncedeki kanseri tarihe gömecektir.
Bilindiği üzere kanser tanısı konduğu an, aynı anda düşünceye de girerek bireye ve yakın çevresine aynı anda metastaz yapıp bir anda yaşamsal yıkımlara neden olmaktadır. Hastalığın hızlı ilerlemesindeki en önemli etken ise kanserin zihinde yarattığı yıkımla, hücrede etkin yer etmesinden geçmektedir.
Bizler onkoterapi programı ile düşüncedeki kanseri yenmenin en etkili yolunu bilim ışığında bilmekte ve bildiğimiz uygulamayı kollektif çalışma modeli ile bilinçlendirerek geliştirmekteyiz. 14 Nisan’da “Tuvalimden Hücrene Bir Renk” projesi ile 7 bölge meydanında aynı anda başlayacak fırça darbeleri ile kanserin tuvallerde hücreye veda etmesini, yeni yaşam bağının şekle gelmesini sağlamayı hedeflemekteyiz. Fırçaların, tuvallerin ve renklerin ahengi ile “Kanserde yaşama dokunuş” gerçekleşecek ve bambaşka bir hücre hem duygularda hem akıllarda canlanacaktır. Sosyal örgütlenmeler ve medya destekli bu çalışmayı sosyal sorumluluk ünitelerinde görevli üniversite öğrencilerimizin alanlara inmesiyle gerçekleşecek organizasyon kanser hastalığında psikolojik sürecin önemini bütün gücüyle ortaya koyacaktır.
Hasta ve hasta yakınlarının da katılacağı ve katkıda bulunacağı projenin en önemli bilgi ileti desteğini ise yerel medya sağlayacaktır. Kanserde yaşama dokunuşa bir renk katmak için organize edilen bu sosyal organizasyon ile 7 bölgede tamamlanacak olan eserler, ruhlara ve hücrelere işleyecek en renkli hale geldiğinde, hastanelerde yatan kanser hastalarına sergi niteliğinde dolaştırılarak yaşantı grubu programları ile harmanlanacaktır.
-
Meme Protezi Ameliyatları Artış Eğiliminde
Amerika’da 2010 yılında en çok gerçekleştirilen estetik operasyon olan meme büyütme ameliyatları Türkiye’de de en çok tercih edilen estetik müdahaleler arasında. Estetik Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı Doç Dr Ahmet Sönmez meme protezi olarak kullanılan silikonun kanserojen olmadığını söyledi.
Silikon temize çıktı…
Her sene Amerikan Plastik Cerrahi Derneği’nin düzenli olarak yayınladığı estetik cerrahi istatistiklerine göre meme büyütme ameliyatı A.B.D.’de 2009’da olduğu gibi 2010’da da en sık gerçekleştirilen estetik ameliyat oldu. Peki bu artışın sebebi nedir? Doç Dr Ahmet Sönmez bu soruyu şöyle cevaplıyor “Çoğunlukla silikon protez kullanılarak yapılan meme büyütme ameliyatlarının son yıllarda giderek artmasında en önemli faktör hiç şüphe yok ki kadınların dış görünümlerine verdikleri önem. Daha dik ve büyük göğüsler daha kadınsı bir duruşu ifade ediyor. Bir diğer faktör de A.B.D.’de Gıda ve İlaç Dairesi (FDA)tarafından 2007 yılına kadar silikon protezlere uygulanan kısıtlamaların bu tarihten itibaren kaldırılmış olması. Üzerinde en çok çalışma yapılan konulardan birisi olan silikon yıllar süren araştırmalar sonucu bir kez daha temize çıkınca sadece Amerika’da değil, tüm dünyada kullanımı yaygınlaştı.”
Silikon protez sadece hacim anlamına mı geliyor?
Kadınlar daha büyük göğüslerle kendini daha kadınsı hissediyor. Doç Dr Ahmet Sönmez değişen teknolojinin kadınlara hacimle birlikte doğallik da sunduğunu söylüyor.”Silikon protezlerin üretim teknolojisi de giderek gelişiyor. Bu gelişim sonucu halk arasında damla protez diye bilinen, anatomik yapıdaki protezler ile daha doğal görünümlü memeler elde edilmeye başlandı. Üstelik bu yeni nesil protezlerin uzun dönem dayanıklılıkları ve elde edilen sonucu uzun süre korumaları da diğer avantajlı tarafları.” seklinde konuşan Dr Sönmez, “Eskiden meme büyütme ameliyatı öncesinde hasta ile ne kadar hacimde bir protez konulacağı konuşulurdu. Yeni protez teknolojisi sayesinde hacim tek ölçüt olmaktan çıktı. Hastanın göğüs kafesi yapısına ve memenin sarkıklık durumuna göre aynı hacimde ama farklı boyutlarda protezler arasında en uygununu, en doğalını bulmak artık plastik cerrahın görevi haline geldi.“diyor.
Hangi yaş grubu neden silikon taktırıyor ?
Özellikle doğum sonrası sarkan meme dokusunun toparlanması için de silikon kullanılıyor. Doç Dr Ahmet Sönmez “Meme protezleri, yirmili yaşlarda meme gelişimi yetersiz olan genç kadınlarda meme büyütme amacıyla kullanılıyor. Otuzlu ve kırklı yaşlarda da özellikle doğum sonrası memelerinde sarkmalar oluşan kadınlarda hacim sağlamak ve dikleştirme amacıyla kullanılıyor. Geniş bir yaş grubunda, pekçok kadın için geçerli olan problemlere çare olan protezler daha uzun yıllar en çok yapılan estetik ameliyatlar listesinde ön sıralarda yer alacak gibi duruyor.” derken, önümüzdeki dönemde kadınların estetik tercihlerinde bir numarada yine meme estetiği olacağının sinyalini veriyor.
-
Yemeklerden sonra dişleri fırçalamak çürük nedeni
Yemeklerden hemen sonra diş fırçalamanın çürüklere neden olduğunu biliyor muydunuz ? Dentaluna Diş Kliniği’nden Diş Hekimi Arzu Yalnız Zogun, yemeklerden sonra ve asitli içecekleri içtikten hemen sonra diş fırçalamanın sanıldığı gibi diş sağlığını korumadığını aksine çürüklere neden olabileceğini ifade etti.
Dentaluna Diş Kliniği’nden Arzu Yalnız Zogun, yemeklerden hemen sonra dişleri fırçalamanın çürüklere neden olabileceğini belirtti. Dişlerin yemeklerden en az yarım saat sonra fırçalanması gerektiğini ifade eden Zogun, şöyle konuştu: “Yemek yerken dişlere yapışan yemek artıkları kısa süre içerisinde aside döner. Yemekten hemen sonra dişlerinizi fırçalamanız ise o asidin ağız içerisinde yayılmasına neden olur. Bu asitler ise diş minesinin kalitesini düşürür, dayanıklılığını azaltır. Bu nedenle yemeklerden en az yarım saat sonra dişleri fırçalamak en doğrusudur.”
Uyku sırasında ağızda asit oranının arttığı için geceleri çürük riskinin arttığını da ifade eden Zogun, yatmadan önce mutlaka dişlerin fırçalanması gerektiği konusunda uyarıda bulundu.
Dişlerinizi doğru fırçalayın
Çoğu kişinin dişlerini nasıl fırçalayacağı konusunda yeterli bilgiye sahip olmadığını ifade eden Diş Hekimi Zogun, doğru diş fırçalama teknikleriyle ilgili de ipuçları verdi: “Öncelikle fırça 45 derecelik bir açıyla dişe yaklaştırılmalı ve dişin eni doğrultusunda ileri-geri hareketlerle fırçalanmalıdır. En son diş etinden aşağıya doğru bir süpürme hareketiyle işlem tamamlanır. Dişlerin iç yüzeyleri, özellikle ön bölgeler dar olduğundan fırça dik olarak tutularak fırçalanmalıdır. Unutulmamalıdır ki, bakteri plağı ve yiyecek artıklarının yoğun olduğu dişlerin arka yüzleri, arka dişler ve dil de temizlenmelidir.”
Elma ve armutu ısırarak yemek dişi temizler
Diş sağlığı için dişlerin düzenli olarak temizlenmesi gerektiğini söyleyen Diş Hekimi Arzu Yalnız Zogun, bunun için elma ve armut gibi sert meyvelerin bıçakla kesmek yerine direkt olarak ısırarak yenmesini önerdi. Zogun, “Katı meyveleri ısırarak yerseniz dişlerinizin arasındaki yemek artıkları da temizlenir. Bu nedenle hastalarımıza katı meyveleri ısırarak yemelerini öneriyoruz”dedi.
Alkali besinler çürüklerden korur
Diş çürüklerine karşı düzenli beslenmenin önemine de değinen Zogun, ara öğünlerde şekersiz besinler seçilmesinin çürükleri artırdığını belirterek şu önerilerde bulundu: “Ara öğünler şekersiz gıdalardan seçilmeli. Kurutulmuş meyvelerin şeker miktarı daha fazladır ve dişe yapışabilir. Ara öğünde meyve yenirse arkasından peynir gibi alkali bir besin yemelidir. Öğünlerde su ve süt en iyi içeceklerdir. Asitli içecekler yemek sırasında içilebilir ancak yalnız içilmesi çürüklere neden olabilir. Bu nedenle asitli içeceklerin etkisini hemen arkasından su içerek azaltabilirsiniz.”
-
AVON Meme Kanseri ile mücadele projesi
Meme Kanseri araştırmasının
sonuçları açıklandıAVON Türkiye’nin 15 yıldır sürdürdüğü Meme Kanseri ile Mücadele Projesi, erken teşhis imkanlarının geliştirilmesine yönelik faaliyetlerle devam ediyor. Meme Kanseri ile Mücadele Projesi’nin 15. yılında Türkiye’de meme kanseri araştırması yapan AVON Türkiye, araştırmanın sonuçlarını, projenin yeni sözcüsü Nükhet Duru ve Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Başkanı Prof. Dr. Tezer Kutluk’un katılımıyla düzenlediği bir basın toplantısıyla açıkladı.
Sağlık alanında Türkiye’nin en uzun soluklu sosyal sorumluluk projelerinden birine imza atan AVON Türkiye, Meme Kanseri ile Mücadele Projesi’nin 15. yılını, Türkiye genelinde gerçekleştirdiği bir araştırma ile karşılıyor.
Ipsos KMG bağımsız araştırma şirketi tarafından yapılan araştırma; Türkiye’nin 12 farklı ilinde 18-65 yaşları arasında 1.300 kadınla telefon görüşmeleri ile gerçekleştirildi. AVON, kadınların meme kanseri ile ilgili algı ve bilinç seviyesi ile ilgili ışık tutan çalışmanın çarpıcı sonuçlarını düzenlediği basın toplantısı ile kamuoyu ile paylaştı.
Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Başkanı Prof. Dr. Tezer Kutluk ve projenin yeni sözcüsü Nükhet Duru’nun da katılımı ile gerçekleşen basın toplantısında, meme kanserinin Türkiye’deki dağılımından erken teşhis olanaklarına; hastalıkla ilgili bilinçten iyileşme sürecine kadar pek çok cepheden meme kanseri hakkında veri ortaya çıktı.
Çağla Özdoğan: “AVON, Meme Kanseri ile Mücadele Projesi çerçevesinde 50 ülkede 725 milyon dolarlık fon oluşturdu”
Basın toplantısında konuşan AVON Pazarlama Grup Müdürü Çağla Özdoğan, AVON’un kadınların kadınlar için çalıştığı bir şirket olduğunu vurgulayarak, “Kadın sağlığı tüm dünyada AVON’un son derece duyarlı olduğu bir konu. Dünyada kadın sağlığı projelerine en çok fon ayıran şirket olan AVON, meme kanseri çalışmalarının da en büyük destekçisi konumunda. AVON, 1992 yılından beri ‘Meme Kanseri ile Mücadele Kampanyası’ çerçevesinde 50 ülkede 725 milyon dolarlık fon oluşturdu. Bu fon ise, kadınlarda en çok görülen kanser türü olan meme kanserine karşı mücadelede kullanılmaktadır” dedi.
“AVON Türkiye olarak 2 milyon TL’ye yakın fon topladık”
AVON Türkiye olarak, kadınları tehdit eden en büyük sağlık sorunlarından biri olan meme kanseri konusunda genel kamuoyunu ve özellikle de kadınları bilgilendirmeyi ve korunma yöntemleriyle ilgili bilinç seviyesini artırmayı amaçladıklarını vurgulayan Özdoğan, “Proje kapsamında bugüne kadar AVON kataloglarında ve internet sitesinde yer alan Meme Kanseri ile Mücadele Ürünleri’nin satışı ve bağışlarla 2 milyon TL’ye yakın fon topladık. Bu fon sayesinde birçok kadına ulaştık ve birçok ilke imza attık” dedi.
Özdoğan: “Her 3 kadından 1’inin hayatı meme kanserinden etkileniyor”
Ipsos KMG tarafından AVON adına yapılan araştırmaya göre, Türkiye’de her 3 kadından 1’inin ailesinde meme kanseri geçirmiş bir kişi bulunduğunu ve dolayısıyla her 3 kadından 1’inin hayatının meme kanserinden etkilendiğini belirten Çağla Özdoğan: “Ancak ne yazık ki, Türk kadınlarının %64’ü meme kanserine karşı kontrol için hiçbir aksiyon almıyor. Kadınların %85’i meme kanserinde erken teşhisin öneminin farkında ve erken teşhis edildiğinde meme kanserinin %68 oranında iyileşebileceğine inanıyor. Gerçekte erken teşhisle hayat kurtarmak %90 oranında mümkün. Erken teşhis edildiğinde hastalığın tedavi edilme oranı, kadınlarımızın düşündüğünden çok daha yüksek. Demek ki kadınlara erken teşhisin önemini anlatmak için daha çok çalışmalıyız. Kadınlar her ne kadar erken teşhisin öneminin yüksek oranda farkında olsa da 10 kadından sadece 4’ü meme kanserine karşı bir kontrol uyguluyor” dedi.
“Kadınların çoğu kendi kendine muayene yöntemini hızla öğreniyor”
Kadınların meme kanserine karşı erken teşhis için en çok kullandıkları yöntem kendi kendini muayene olduğunun altını çizen Özdoğan, “Kontrol uygulayan kadınların %72’si kendi kendini muayene ediyor. AVON Türkiye olarak son yıllarda gerçekleştirdiğimiz tüm aktivitelerde ve duyurularda kendi kendine muayenenin nasıl yapılacağını anlatıyoruz ve sevinerek görüyoruz ki kontrol gerçekleştiren kadınların çoğu kendi kendine muayene yöntemini öğrenmiş. Bundan sonraki çalışmalarımızda da bu konuya odaklanıp; meme kanserine karşı kontrolü kadınlar arasında daha yaygın hale getirmeyi hedefliyoruz” dedi.
“Yüksek sosyo ekonomik statü gruplarında ve yüksek yaş gruplarında bilinç düzeyi daha yüksek”
Meme kanserine karşı önlem alan kadınların oranının, yüksek sosyo ekonomik statü gruplarında ve yüksek yaş gruplarında daha fazla olduğunu belirten Özdoğan sözlerine şöyle devam etti: “Düşük sosyo ekonomik statü gruplarında, bu konudaki bilinçlenmenin yanı sıra kontrol imkanlarının daha az olduğu da yadsınamayacak bir gerçek. Biz de, bu nedenle 2010 yılında AVONla Sağlığa Yolculuk Tırı ile 32 ili ziyaret ederek kırsal kesimdeki kadınlarımıza da ulaşıp onları da meme kanserinde erken teşhis yöntemleri ile tanıştırdık. Bu çalışmalarımıza önümüzdeki yıllarda da devam ediyor olacağız.”
“Kontrol konusunda harekete geçmelerini sağlamak için önümüzde daha uzunca bir yol var”
Konuşmasını tüm sonuçlardan çıkan ana mesajı vererek kapatan Özdoğan; “Türk kadınları meme kanserinde kontrol ve erken teşhisin önemi hakkında giderek daha fazla bilgi sahibi olsalar dahi; kontrol konusunda harekete geçmelerini sağlamak için önümüzde daha uzunca bir yol var. Biz şimdiye kadar yaptığımız çalışmalarda bilinçlendirmenin önemine hep inandık ve bundan sonra da bu doğrultuda çalışmalarımıza devam edeceğiz. Fakat önümüzdeki dönemde kadınları kontrollerini yapmaları için harekete geçirecek çalışmalar yapmayı ve 15. yılımızda 15.000 kadına ulaşmayı hedefliyoruz” dedi.
Prof. Dr. Tezer Kutluk: “Dünyada yaklaşık 25.000.000 kanserli hasta var”
Toplantıya katılan Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Başkanı Prof. Dr. Tezer Kutluk “Kanser bir halk sağlığı sorunudur, şu an dünyada yaklaşık 25.000.000 kanserli var ve her yıl 12.7 milyon kişi kansere yakalanmakta. Ayrıca her yıl 7.6 milyon kişi kanserden ölmekte. Böyle gittiği takdirde 2030 yılında dünyada her yıl kansere yakalanan insan sayısı 21.4 milyona erişecektir. Bu açıdan kanserle mücadele acil eylem gerektirmektedir” dedi.
“Türkiye’de meme kanseri bir halk sağlığı sorunudur”
Meme kanserinin kadınlarda en sık görülen kanser türü olduğunun altını çizen Kutluk sözlerine şöyle devam etti: “Meme kanseri halk sağlığı açısından özel bir önem taşımaktadır. Her yıl dünyada 1.3 milyon kadın meme kanserine yakalanmakta ve meme kanseri kadınlardaki tüm kanserlerin dörtte birini oluşturmaktadır. Kadın kanserlerinde birinci ölüm nedeni meme kanseri olup, her yıl 450 binden fazla kadın meme kanserinden ölmektedir.”
“Meme kanserinde erken tanı daha fazla teşvik edilmeli”
Güncel tıp uygulamalarında meme kanserinden iyileşme oranlarının %90’lara çıktığını belirten Prof. Dr. Kutluk, “Buna rağmen bu değer ülkemizde halen %60’lar düzeyindedir. Bu noktada, hepimize büyük görevler düşmektedir. Meme kanserinin erken tanısı mümkün olduğu halde, ülkemizde meme kanserinde erken tanının daha fazla teşvik edilmesi gerekmektedir” dedi. “Meme kanseri; erken tanı konulması durumunda iyileşme oranlarının çok yüksek olduğu bir kanser türüdür” diyen Prof. Dr. Tezer Kutluk; “Korunma, erken tanı ve tedavi ile meme kanseri bir tehlike olmaktan çıkarılabilir” diyerek sözlerini bitirdi.
Nükhet Duru: Yaşamdaki en önemli zenginliğimiz sağlığımız
AVON Meme Kanseri ile Mücadele Projesi’nin yeni sözcüsü Nükhet Duru, toplantıda bir kadın, bir sanatçı, bir anne ve bir evlat olarak bulunduğunu belirterek, “Zaman geçtikçe, yaşamdaki en önemli zenginliğin sağlığımız olduğu gerçeğine yakınlaşıyoruz. Bunu özümsüyor ve sağlığımızın kıymetini daha da iyi anlıyoruz. Biz kadınlar bizlere bahşedilmiş korumacı, anaç özelliklerimizle çevremizdeki herkese kol kanat gererken, belki en çok kendimizi, kendi sağlığımızı ihmal ediyoruz” dedi.
“Ben de her yıl düzenli kontrol yaptırıyorum”
Güçlü ve sağlıklı bir toplum için, kadın sağlığının çok önemli olduğunun altını çizen Duru sözlerine şöyle devam etti: “AVON’un yaptığı araştırma ve değerli hocamızın ifadesinden de anlıyoruz ki, kadınlar arasında en yaygın hastalıklardan biri meme kanseri. Ve yine anlıyoruz ki; erken teşhis olanaklarına erişmemiz durumunda bu hastalıktan kurtulmak zor değil. Ben yıllardır meme kanserinden korkmuyorum. Çünkü her yıl düzenli olarak kontrollerimi yaptırmayı da ihmal etmiyorum. Meme kanseri ile mücadele yollarını topluma ne kadar iyi anlatabilirsek, o kadar çok kadınımız bu hastalıktan yara almadan kurtulabilecek ve yaşamlarına devam edecekler.”
“AVON’un kadın sağlığı için çabası beni yürekten etkiledi”
AVON’un meme kanseri ile mücadele alanında yürüttüğü sosyal sorumluluk projelerini bir kadın olarak yakından takip ettiğini belirten Duru, “Kadınlar için çalışan bir marka olan AVON’un, kadınların sağlıklarını da düşünüyor olması ve bunun için çalışması beni yürekten etkiledi. Değerli AVON yetkililerinin bana yapmış olduğu bu teklife de bu sebeple hiç düşünmeden evet dedim. Bundan sonra gerek konserlerimle gerek yapılan etkinliklere vereceğim destekle bu projenin içerisinde aktif olarak yer alacak olmanın heyecanı içerisindeyim. Bugün burada bulunmaktan dolayı çok mutluyum ve bu fırsatı bana verdiği için AVON’a teşekkürlerimi sunuyorum” dedi.
ARAŞTIRMA HAKKINDA KISA NOTLAR…
• Araştırma, Kasım- Aralık 2010’da 12 farklı ilden 18-65 yaş arası 1,300 kadınla telefon görüşmesi şeklinde gerçekleştirildi.
• Araştırmaya katılan her üç kadından biri “Meme kanseri olan ya da geçirmiş akrabanız var mı?’ sorusuna evet yanıtını verdi.
• Araştırma sonuçlarına göre meme kanseri konusunda hissedilen en baskın duygu korku ve endişe.
• Araştırmaya katılan kadınların yüzde 64’ü meme kanserine karşı herhangi bir önlem almıyor.
• Kadınların %85’i meme kanserinde erken teşhisin öneminin farkında ve erken teşhisle kurtulma oranının %68 olduğunu düşünüyorlar. Oysa bu oran yüzde 90.
• Meme kanserine karşı önlem alan kadınların yüzde 72’lik çoğunluğu kendi kendine muayene yöntemini tercih ediyor.
• Kadınların yüzde 60’ı düzenli doktor kontrolünü, meme kanserinden korunmak için alınması gereken ilk önlem olarak görüyor.
• Sosyoekonomik statü yükseldikçe, meme kanserine karşı doktora gitme oranı da artıyor.
• Araştırmaya katılanların sadece yüzde 27’si daha önce mamografi çektirdiğini beyan etti.
• 55 yaşın üstündeki kadınların yarısından fazlası bugüne kadar mamografi çektirdiklerini söylerken; bu grubun yüzde 40’ı her yıl mutlaka bir kez mamografi çektirdiklerini belirtiyor.
• Sosyoekonomik yükseldikçe mamografi çektirme oranları da artıyor.
• Kadınların %87’si meme kanserine karşı kontrole gitmek için doktor tavsiyesine önem veriyor.
• Dünyada her 8 kadından 1’i meme kanserine yakalanıyor.
• Meme kanseri ERKEN TEŞHİS edildiğinde %90 oranında tedavi ediliyor