Kategori: Sağlık

  • ÜRSAK, Kanser Hastalarının Üreme Sağlığını Koruma Altına Alıyor…

    ÜRSAK, Kanser Hastalarının Üreme Sağlığını Koruma Altına Alıyor…

    ÜRSAK, Kanser Hastalarının Üreme Sağlığını Koruma Altına Alıyor…

    Dünyada ve ülkemizde son yıllarda belli bir hızla artan kanser olguları üreme sağlığının korunması konusunun dikkate alınmasını zorunlu hale getirdi. Özellikle yaş sınırının gençleşmesiyle birlikte tedavi sonrası üreme fonksiyonlarının devamı, tedavi öncesi üreme fonksiyonlarının korunmasına yönelik girişimler önem kazandı. Türkiye’de bir ilke imza atan ve zor bir sosyal sorumluluk görevi üstlenen ÜRSAK – Üreme Sağlığını Koruma Derneği– artık kanser hastalarının üreme sağlığını koruma altına alıyor…

    —————————————

    ÜRSAK – Üreme Sağlığını Koruma Derneği- üreme tıbbı alanında ülkemizin önde gelen bilim adamlarından Prof. Dr. Mustafa Bahçeci önderliğinde bu konuda çalışan bir grup hekim ve sağlık çalışanları gönüllüler tarafından 29 Mayıs 2012 tarihinde kuruldu.

    ÜRSAK, İhtiyaçtan Ortaya Çıkmış Bir Girişim…

    Dünyada ve ülkemizde son yıllarda kanser olguları belli bir hızla artmaktadır. Kanser görülme yaşı da zamanla daha genç yaşlara gerilediği için üreme dönemindeki birçok insanı etkiler hale gelmiştir. Bu da üreme sağlığının korunması kavramının dikkate alınmasını zorunlu kılmıştır.

    Kanser hastalığı doğası gereği tedavisi ertelenemez bir önceliğe sahiptir. Kanserin erken teşhis edilmesi ve tedavideki gelişmeler hastalığın giderilmesinde büyük başarılara ve dolayısıyla da hastalıksız geçirilen yaşam süresine uzamasına neden olmaktadır. Bu amaçla yapılan kemoterapi ve radyoterapi gibi ağır tedaviler maalesef üreme ile ilgili hücre ve sistemleri olumsuz yönde etkilemektedir. Dolayısıyla tedavi sonrası üreme fonksiyonlarının devamı için tedavi öncesi üreme fonksiyonlarının korunmasına yönelik girişimler gittikçe önem kazanmaktadır. İşte ÜRSAK bu ihtiyaçtan ortaya çıkmış bir girişim.

    Kanserli Hasta İçin Zaman Çok Önemli…

    Dünyada çeşitli gelişmiş ülkelerde bilimsel kuruluşlarda bilimsel proje olarak yürütülen üreme sağlığını koruma konusu toplumumuzda yeterince dikkate alınmamıştır. Kanser tedavileri kalıcı olarak kısırlığa neden olsa bile üreme sağlığını koruma seçenekleri kanser sonrasında çocuk sahibi olabilmek için büyük umutlar sağlamaktadır. Kanser hastaları, doğurganlıklarını korumak için çok kısa bir zaman dilimine sahiptir ve hastalar için bu zaman çok önemlidir. Örneğin çoğu hasta ameliyat ile tedavi arasında sadece 2 ila 6 haftalık boşluğa sahiptir. Bu boşluk üreme sağlığını korumak için uygundur.

    Türkiye’de Üreme Sağlığının Korunması Şart!

    Sağlık Bakanlığı’nın Aralık 2010 verilerine göre, Türkiye’de kanserle yaşayan hasta sayısı yaklaşık 400 bin. Üstelik her yıl 150 bin yeni kanser vakası teşhis edilirken, 2030’lu yıllarda bu rakamın 400 binlere kadar çıkacağı tahmin ediliyor. Daha da tehlikeli yönü kanser yaşının hızla düşmesi… Kanser artık yaşlı hastalığı tablosundan çıkıp orta hatta genç yaş hastalığı oldu. Bu durum toplumumuz için çok önemli diğer sorunu beraberinde getirdi: Üreme Sağlığının Korunması…

    ÜRSAK bu noktadan harekete ederek sosyal sorumluluk projesi kapsamında insanın iki temel vazgeçilmezine odaklandı: sağlıklı yaşamak ve üremek…

    Gerek hasta gerekse sağlık çalışanı kanser tedavisi sırasında önce hastanın yaşamını kurtarmaya odaklandığı için tedavi sonrasında kişinin üreme sağlığı ikinci plana atılıyor… Kemoterapi ve radyoterapi sürecinde üreme sağlığı olumsuz etkilenirken, hastanın üreme sağlığının korunma altına alındığı bilmesi kişide gelecek ile ilgili olumlu düşünceler oluşturduğu için tedavideki başarı şansını hem fiziksel hem de psikolojik artırıyor…

    Ülkemizde Bir İlk…

    ÜRSAK bu çerçevede zor bir sosyal sorumluluk görevi üstlenmiştir. Ülkemizde bir ilke imza atarak dernek olarak öncelikle sağlık çalışanlarının bu konuda bilinçlendirilmesi, eğitilmesi ve kanser tedavisi görecek hastaların tedavi öncesi bilinçlendirilmesi, yönlendirilmesi ve gerekli tıbbı yardımın yapılması temel hedeftir. İhtiyaç sahibi olduğunu belgeleyenlere ise tedavilerinin dernek tarafından ücretsiz yapılması imkanı sağlanacaktır.

    ÜRSAK’ın misyonu; ülkemizde sağlık çalışanlarını ve toplumun genelinde üreme sağlığını korumaya yönelik her türlü bilgilendirme, tanıtım ve ihtiyacı olan hastalara tıbbı yardım sağlamaktır.

    ÜRSAK’ın vizyonu: ülkemizdeki üreme sağlığı konusundaki bilgi ve bilinç düzeyini dünya standartlarında sağlamak ve ihtiyacı olan hastalara dünya standartlarında hizmet sağlamak…

  • Mol Gebeliği Mol Hamilelik Üzüm Gebeliği

    Mol Gebeliği Mol Hamilelik Üzüm Gebeliği

    Molar gebelik (Üzüm gebeliği olarak da bilinir) rahim içinde gelişen ve kanserli olmayan bir tümördür. Döllenmiş yumurtanın içinde babadan gelen ekstra sperm varsa kromozomlar bölünür ve mol gebeliği oluşur. Mol gebeliği komplet (tam) ve kısmi mol olarak 2ye ayrılır. Komplet mol, kısmi mol gebeliğine göre daha sık görülür ve daha erken dönemlerde belirtilerini gösterir. Molar gebelik ciddi komplikasyonlar doğurabilir. Nadir de olsa kanser riski görülen bir türü mevcuttur ve erken tedavi gerektirir.

    Belirtileri
    Molar gebelik ilk bakışta normal bir gebelik gibi görünebilir ama gebelik dönemi ilerledikçe bazı belirti ve bulgulara rastlanır:

    • İlk trimesterde parlak kırmızı ya da koyu kahverengi vajinal kanamalar.
    • Şiddetli bulantı ve kusma.
    • Pelvik ağrı veya baskı.

    Molar gebeliğin herhangi bir belirti veya semptomunu yaşıyorsanız, doktorunuza danışın. Aşağıdaki belirtilerin görülmesi durumunda da doktorunuzdan randevu alınız:

    • Hızlı rahim büyümesi
    • Yüksek kan basıncı
    • Gebeliğin 20. haftasından sonra yüksek tansiyon
    • Yumurtalık kistleri
    • Anemi
    • Aşırı aktif tiroit (hipertiroid)

    Nedenleri

    • İnsan hücreleri normalde 23 çift kromozom içerir. Bir kromozomun çiftinde yarısı babadan, yarısı anneden gelir. Tam bir molar gebelik durumunda, döllenmiş yumurtanın kromozomlarının tümü babadan gelir. Döllenmeden hemen sonra, annenin yumurtasında kromozom kaybolması görülür.
    • Kısmen ya da eksik molar gebelik, annenin kromozomları kalır ama baba tarafından gelen kromozom sayısı 2 katına çıkar. Sonuç olarak, embriyo 46 yerine 69 kromozom taşır. İki sperm tek bir yumurtayı döller.

    Risk faktörleri
    Molar gebelik her 1000 gebelikten yaklaşık 1’inde görülen nadir bir durumdur. Ülkemizde bu oran 2000 gebelikte 1’dir. Çeşitli faktörler de dahil olmak üzere aşağıdaki durumlar risk grubu içerisindedir:

    • Annenin yaşı 35’den büyük ya da 20’den daha küçükse molar gebelik olasılığı daha fazladır .
    • Önceden yaşanan bir molar gebelik daha sonra tekrarlanmasına yol açabilir.
    • Bazı etnik gruplardaki kadınların(Güneydoğu Asya kökenli) molar gebelik riskinin daha yüksek olduğu görülmektedir

    Komplikasyonlar
    Molar gebelik sonlandırıldıktan sonra, molar doku kalır ve büyümeye devam edebilir. Bu durumlara kalıcı gestasyonel trofoblastik hastalık (GTH) denir. Kalıcı GTH neredeyse her zaman başarıyla, en sık kemoterapi yöntemi ile tedavi edilebilir. Başka bir tedavi seçeneği ise, rahmin (histerektomi) alınmasıdır.

    Nadiren de olsa, GTH koryokarsinom olarak bilinen bir kanser türü geliştirir ve bu kanser diğer organlara yayılır. Koryokarsinom genellikle bir ya da birden fazla kanser ilaçları ile tedavi edilir.

    Doktorunuzla Randevu Almadan Önce:

    • Karşılaştığınız herhangi bir belirtiyi bir yere yazın. İlk ne zaman başladığını ve zaman içinde nasıl değişiklik gösterdiğini dahil.
    • Son adet döneminin tarihini bir kenara not edin (eğer hatırlıyorsanız).
    • Önemli kişisel bilgilerinizi bir yere yazın. Tedavi olduğunuz herhangi bir başka tıbbi durum ya da müdahale dahil olmak üzere.
    • Tüm kullandığınız ilaçların bir listesini yapın. Bunun yanı sıra aldığınız herhangi bir vitamin veya takviye varsa onları da listeye dahil edin.
    • Randevuya sizinle birlikte bir arkadaşınız da gelmesi, destek vermesi veya duygusal anlamda yanınızda olması daha iyi hissetmenizi sağlayabilir.
    • Doktora soracağınız soruları önceden bir yere yazın.

    Önceden bir soru listesi hazırlamak doktorunuz ile zamanınızı en iyi şekilde değerlendirmenize yardımcı olacaktır. Molar gebelik için sormanız gereken bazı temel sorular şunlardır:

    • Ne tür testler gerekiyor?
    • Şimdi ne yapılması gerekiyor?
    • Ne tür bir tedavi yaklaşımını tavsiye ediyorsunuz?
    • Herhangi bir kısıtlama yapmak zorunda mıyım?
    • Başarılı bir hamilelik için şansım nedir?
    • Tekrar hamile kalmayı denemeden önce ne kadar süre beklemek gerekir?
    • Bu durum ileride kanser riskini artırır mı?

    Doktorunuza sormak için hazırladığınız soruların yanı sıra, anlamadığınız herhangi bir durumu sormak için tereddüt etmeyin.
    Doktorunuz tarafından muhtemelen fiziksel bir muayene gerçekleştirecektir. Bunun yanı sıra bir kan testi ve ultrason da dahil olmak üzere bir takım testler yapılacaktır.

    Mol gebelik/Üzüm gebeliği yaşamış olan varmı?

    Mol gebeliği nedir,
    Üzüm gebeliğin belirtileri nelerdir,
    Mol gebelik nasıl teşhis edilir,
    Mol gebelik (üzüm gebelik) kimlerde daha sık görülür,
    Mol gebeliği neden olur,
    Mol gebeliğin anne adayı için tehlikeleri nelerdir,
    Mol gebelik tanısı koyulduktan sonra hamileliğin sonlandırılması şart mı,

  • Burun estetiği ile birlikte yapılan operasyonlar

    Burun estetiği ile birlikte yapılan operasyonlar

    Burun estetiği operasyonu ile birlikte aynı seansta hangi operasyonlar yapılabilir

    Burun estetiği için bizlere başvuran hastaların, yalnızca %20 si sadece burun şeklinin bozukluğu şikayeti ile başvuruyorlar. Diğer %80 lik kısmı burnunun şeklinden rahatsız olmakla birlikte, burun tıkanıklığı, nefes alıp vermede zorluk, burun akıntısı, geniz akıntısı, horlama, sabah yorgunluğu, alerjik burun yakınmaları, burun kaynaklı baş ağrısı şikayetleriyle başvuruyorlar.

    Burun estetiği sonrası en önemli hedeflerimizden birisi burnun doğal, yüze uyumlu, güzel bir hal almasıdır elbette. Fakat aynı esnada başta burun tıkanıklığı olmak üzere diğer şikayetlerin de giderilmesi önemlidir.

    Estetik operasyon sırasında burun kıkırdağı yada kemik eğriliği varsa, bunun giderilmesi burun tıkanıklığını ortadan kaldıracaktır. Aynı şekilde büyümüş burun etlerinin küçültülmesi burundan rahat nefes alınmasına oldukça katkıda bulunacaktır.

    Daha çok çocuklarda gördüğümüz ama hiç azımsanmayacak ölçüde erişkinlerde de burun tıkanıklığının bir sebebi olarak karşımıza çıkan, geniz etinin varlığı estetik operasyon sırasında ortadan kaldırılabilir ve nefes almayı çok iyi hale getirebilir.

    Baş ağrısı, burun akıntısı ya da geniz akıntısı şikayetiyle gelen kişilerde, saptanan kronik sinüzit varlığında aynı anda burun estetiği ve sinüzit cerrahisi yapılabilir.

    Burunda şekil bozukluğu ile birlikte horlama şikayeti sıklıkla birliktelik gösteren bir durumdur. horlamanın en önemli sebeplerinden birisi de burun problemleridir ve aynı esnada bu sorun da giderilebilir.
    Unutulmamalıdır ki; burun estetiği yalnızca burnun şeklini güzelleştirmeyi hedeflemeyen, aynı anda burnun fonksiyonlarını da düzeltmeyi amaçlayan, burunla ilgili saptanan diğer problemlerin de aynı esnada ortadan kaldırıldığı bir operasyondur.

    Op.Dr.Muhammet DİLBER
    Nose Estetik “Estetik Burun Ameliyatları”
    www.noseestetik.com , www.muhammetdilber.com

    Op.Dr.Muhammet Dilber Facebook
    Op.Dr.Muhammet Dilber twitter

    İlgili yazılar ;

    – Burun şekli nefes almayı etkiler mi

  • Soğuk Havalarda Vücut Direncini Arttıran Yiyecekler

    Soğuk Havalarda Vücut Direncini Arttıran Yiyecekler

    Soğuk havanın tüm yurtta etkisini hissettirdiği şu günlerde, doğru ve sağlıklı beslenmenin vücut direncini arttırmada büyük öneminin olduğu belirtildi. Peki, soğukta vücut direncini artırmak için ne yapmalı? İşte soğuk havalarda vücudu ateşleyen yiyecekler…

    Selçuk Üniversitesi (SÜ) Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Mehmet Akman yaptığı açıklamada, vücudun doğal savunma sisteminin, hastalıklardan en iyi koruyan sistem olduğunu belirtti.

    Bu yüzden doğal savunma sistemine önem verilmesi gerektiğini vurgulayan Akman, “Soğuk havalarda, sağlıklı beslenilmeli, ideal ağırlığımızı korumalı, haftada en az 3 kez 30-45 dakikalık yürüyüşler yapmalı ve gün içinde aktif olmaya çalışmalıyız” dedi.

    Herhangi bir engeli olmayan insanların günde en az 5 porsiyon sebze ve meyve tüketmesini tavsiye eden Akman, vücutta mikrop ve virüslere karşı savaşma özelliği yüksek aktif maddeler içeren ıspanak, karnabahar, lahana, brokoli, Brüksel lahanası, havuç ve turunçgillerin bol miktarda tüketilmesi gerektiğini belirtti.

    Protein, sarımsak ve soğan

    Akman, vücudun yapı taşı olması bakımından protein kaynakları ve günlük alınan protein miktarının da önemli olduğunu ifade ederek, “Bu nedenle başka bir sağlık sorunundan dolayı yasaklama veya sınırlama yoksa yumurta, kırmızı et, tavuk, balık, peynir, süt, yoğurt tüketimimizi arttırmalıyız. Yoğun katkı maddesi içeren hazır besinleri çok sık tüketmemeliyiz. Bol sıvı, şekersiz bitki çayı ve en önemlisi de su tüketimimizi artırmalıyız. Günde yaklaşık 2,5–3 litre su tüketmeliyiz” diye konuştu.

    Sarımsağın, antimikrobiyal özelliğinden dolayı bağışıklık sistemini güçlendirdiğini ve kanın akışkanlığını sağlayarak kolesterolü düşürdüğünü dile getiren Akman, yemeklere eklenen sarımsak miktarının arttırılmasının bağışıklık sistemini güçlendireceğini, soğanın da içerdiği allisin ve sülfür ile bağışıklık sistemini desteklediğini kaydetti.

    Meyve ve sebze tüketimi arttırılmalı

    Akman, soğuk havalarda sıvı tüketimi kadar meyve ve sebze tüketimine de ağırlık verilmesi gerektiğini belirterek, şunları kaydetti:

    “Elma, içeriğindeki E ve C gibi antioksidan vitaminlerle bağışıklık sistemini güçlendirerek hastalıklara karşı vücut direncini artırır. Armut, içerdiği çözünmeyen lif ise bağırsakların düzgün çalışmasını sağlar. Ayrıca C vitamini ve bakır içeriği yüksektir. Tıpkı elma gibi armut da antioksidan etkisiyle vücudu serbest radikallere karşı korur. İyice yıkandıktan sonra kabukları ile tüketilmesi daha sağlıklıdır. Portakal ve mandalina gibi turunçgiller, içerdikleri zengin C vitaminiyle vücudun savunma mekanizmasını kuvvetlendirir. C vitamininin yanı sıra, potasyum, kalsiyum, magnezyum gibi mineralleri de içerir.”

    Güne bir bardak taze sıkılmış meyve suyu ile başlamanın hastalıklara karşı vücut direncini arttıracağını ifade eden Akman, sabah kahvaltıda protein alınması, taze nane, maydanoz, marul gibi yeşil sebzelerin tüketilmesi gerektiğini söyledi.

    Gün içinde elma veya siyah çekirdekli üzüm yenilmesini de öneren Akman, soğuk havalarda tüketilen kuru incir, fındık veya cevizin de zinde tuttuğunu belirtti.

    Et yerine haftada 2 kez ızgara balık tüketilmesi gerektiğine dikkati çeken Akman, yine et yerine haftada 2 kez kuru fasulye, kuru nohut veya barbunya gibi kuru baklagiller tüketilmesinin de gerekli besin ihtiyacını karşılayabileceğini sözlerine ekledi.

  • Hamilelik ( gebelik ) nezlesi nasıl geçer ?

    Hamilelik ( gebelik ) nezlesi nasıl geçer ?

    Hamilelik nezlesi nasıl olur. Nasın geçer, neden olur? Hamilelik nezlesi tedavisi nasıl olmalı? İşte cevaplar…

    Hamilelerin pekçoğunda alerji veya bilinen nezle, grip gibi rahatsızlıklar olmadığı halde burun tıkanıklığı görülüyor. Gece burun tıkanmalarıyla birlikte nefes alamama hissi, öksürük krizleri ve burun akıntısı ile kendini gösteren bu durum, anne adaylarına büyük sıkıntılar yaşatıyor. Op. Dr. Atilla Şengör, hamilelik nezlesi ve tedavisi hakkında bilgi verdi.

    “Hamilelik nezlesi”, “hamile nezlesi” veya “hamilelik riniti” adı verilen bu durum, genellikle hamileliğin son 1,5-2 ayında ortaya çıkar ve başlangıcından iki hafta kadar sonra belirtiler tamamen ortadan kaybolur. Ancak bazı durumlarda tüm gebelik dönemi boyunca da burun tıkanıklığı olabilir ve hatta doğum sonrası bir süre devam edebilir.

    Öksürük nöbetleri ve uykusuzluk ile seyredebilir

    Hamile nezlesinde burun tıkanıklığı ile birlikte genellikle burun akıntısı da olur. Burun tıkanıklığı nedeniyle gece ağız solunumu yapıldığından boğazda kuruluk oluşur. Ayrıca beraberinde; gece nefes alınamıyormuş hissi, öksürük ve uykusuzluk görülebilir. Mukoza şişmesi ve sonuçta sinüs boşluklarının havalanmasında azalmaya bağlı olarak baş ağrısı da gelişebilir.

    Annelik hormonları tetikliyor

    Hamilelik döneminde artış gösteren ve bir annelik hormonu olan östrojen, burun içerisini döşeyen dokuların şişmesine katkıda bulunur ve burunda salgı artışını da tetikler. Bunun dışında annelik döneminde vücuttaki kan dolaşımının hacminin artması da kan damarlarının genişlemesine ve burun mukozasının şişmesine neden olur. Bu olayda diğer annelik hormonlarının da rolü olabilir. Bunların sonucunda gelişen burun tıkanıklığı hamilelik nezlesinin temelini oluşturur.

    Hamilelik nezlesi sinüzitle veya diğer hastalıklarla karıştırılıyor

    Sinüzit veya gripte burun tıkanıklığı dışında iltihabi burun akıntısı, halsizlik, ateş, baş ağrısı, boğaz ağrısı gibi belirtiler birlikte görülür. Alerjik nezlenin belirtileri arasında ise gözler, burun ve boğazda kaşıntılar ve hapşırmalar bulunur. Hastanın daha önceden şikayetlerine neden olan toz veya polen gibi alerjenlere hassasiyeti hamilelikte artabilir.

    Burun tıkanıklığı yaşayan hamileler için önemli öneriler

    • Hamile nezlesi özellikle yatar pozisyonda rahatsızlık vericidir. Bu nedenle başın yükseltilmesi burundaki dolgunluğu (konjesyonu) azaltabilir.
    • Bol sıvı alımı boğaz belirtilerinin rahatlamasını sağlar; boğaz-burun salgılarının yoğunlaşmasını-kurumasını önler.
    • Sıcak banyo ve buhar solunması burun tıkanıklığını rahatlatabilir.
    • Yürüyüş ve bazı hafif egzersizler iyi gelir.
    • Tuzlu su spreyleri ile burun yıkama sıvılarının tekrarlanan kullanımları, burun mukozasını büzüştürebildiklerinden ve burnun mekanik olarak temizlenmesine yardımcı olduklarından, oldukça faydalıdırlar.
    • Burun kanadını genişleten bantlar, buruna hava girişini artırdıklarından yararlı olabilirler.
    • Nemlendirme cihazları da kullanılabilir; ancak bunların mikrop barındırabilen sıvı haznelerinin ve filtrelerinin temizliğine gereken özen gösterilmelidir.
    • Sigara dumanı, tozlu ortamlar, hava kirliliği ve ani ısı değişimleri burun işleyişini olumsuz etkilediklerinden, tıkanıklığın artmasına neden olurlar. Bu tip ortamlardan uzak durulmalı ve engelleyici önlemler alınmalıdır.

    Mutlaka bir uzmana başvurun

    Hamileliğin ilk üç aylık dönemi bebeğin oluşum evresi olduğundan bu dönemde burun yıkama solüsyonları dışında herhangi bir ilaç kullanılması tercih edilmez. Bu dönemden sonra, alınan önlemlere karşın burun tıkanıklığının devam ettiği ve sıkıntı veren durumlarda, burun açıcı veya ödem giderici spreyler doktor kontrolünde sınırlı olarak uygulanabilir. Zorunlu kalındığında bazı akıntı kesici ve antialerjik ilaçlar kadın doğum uzmanının da görüşü alınarak uygulanabilir. Bazı burun-sinüs yıkama solüsyonlarının tekrarlayan uygulamaları, hamilelik nezlesinin yönetiminde oldukça etkili ve güvenlidir.
    Ancak her şeye rağmen burun tıkanıklığı devam ediyorsa ve geçmiyorsa, belirtilerin nedeninin başka hastalıklar olabileceği akla gelmelidir. Kemik eğriliği veya burun eğriliği olarak bilinen septum deviasyonu dışında, konka şişmesi ve sinüs hastalıkları da anatomik daralmalara neden olarak burun tıkanıklığı yapabilirler. Bu sorunların varlığına hamilelik nezlesi de eklendiğinde durum daha fazla rahatsız edici olabilir. Hamilelik sonrası dönemde bu sorunların tedavisine gidilmesi gerekebilir.

  • Altın İğne Nedir ?

    Altın İğne Nedir ?

    Cilt güzelliği denince akla bir çok yöntem gelir. İşte ameliyatsız gençleşmenin ve güzel görünmenin bir yolu da altın iğne tedavisi uygulaması. Altın iğneler mikro seviyede derinin altına radyo frekans enerjisi uyguluyormuş. Zaten teknoloji vardı ama iğneler için iyi bir iletken olan altın kullanılıyor artık. Sıkılaşma ve gençleşme tek bir seansta bile gözleniyormuş. Gevşeme sarkmanın yanı sıra sivilce ve cilt lekeleri için de kullanılıyor. Bu Altın iğne yöntemi ile cilt bakımı fiyatları ne kadar acaba ?

    Altın iğne ile gençleştiren tedavi

    Altın İğne Tedavisi Cilt Uygulaması

    Cilt gençleştirme teknolojisi sınır tanımıyor. Hemen her gün yeni alternatifler geliştiriliyor. En yeni yöntemlerden biri de altın iğnelerle uygulanan fraksiyonel radyofrekans. Ucunda en iyi iletken olan altından 49 iğne bulunan cihazla, yüzeye hiç zarar verilmeden cildin 4 mm kadar altına inilebiliyor.

    Birçok kişinin derdi biyolojik yaşla vücut görüntüsü arasındaki farkı açmak. En azından yıllara yenik düşmemek. Altın iğneler de cildi germe, gençleştirme, kırışıklıkları azaltma gibi etkilerinin yanısıra leke açma, akne izlerini gidermeye hizmet ediyor.

    Bu yöntemde saç kılı kalınlığındaki altın iğnelerin, cilt altına ulaştırdığı radyofrekans dalgalarıyla ısıyı 60 dereceye çıkar. Cilt yüzerinde herhangi bir hasar oluşturmayan sistemde, kolajenin üretildiği bölgeye ulaşılıyor. Cilde elastikiyet özelliğini sağlayan kolajen dokusunun üretimi tahrik ediliyor. “Hem iğnelerin oluşturduğu mikro hasar hem de cilt altında radyofrekans enerjisinin oluşturduğu yüksek ısı, orada doğal bir yara iyileşme sürecini başlatıyor. Cilt kendini yenilemeye başlıyor” diyor.

    HER MEVSİM YAPILABİLİYOR

    Mezoterapi, fraksiyonel lazer ve radyofrekans teknolojilerini tek cihazda toplayan bu sistem Japonya’da geliştirilmiş. Ofis ortamında bile uygulanabilen yöntemde herkese özel tek kullanımlık iğneler kullanılıyor. İşlemden önce uygulama yapılacak bölgeye anestezik krem sürülüyor. Yüze ve boyna uygulanan yöntem ortalama 20-30 dakika sürüyor. Genellikle tek seans yetiyor.

    Aynı amacı taşıyan birçok yöntemdeki gibi cilt yüzeyinde hasar oluşturmadığı için güneşe çıkma yasağı yok. Tam da bu nedenle her mevsim yapılabiliyor. Sadece uygulandığı gün 5-6 saat güneşe çıkılmaması, spor yapılmaması, denize veya havuza girilmemesi, sıcak suyla banyodan kaçınılması öneriliyor.

    En güzel tarafı, yüzde herhangi bir ifade bozukluğunun oluşmaması

    HEDEF AYNI: KOLAJENE KESTİRMEDEN ULAŞMAK

    Ameliyatsız gençleştirme yöntemlerinin hemen hemen tümü kolajeni hedefliyor. Kolajen üretimini artırarak cildin kaybettiklerini geri vermek için üretilen birkaç teknoloji şöyle:

    ISITARAK GENÇLEŞTİRME: Yöntemde yine radyoferanks dalgalarıyla bölgenin ısısı artırılıyor. Cilt altındaki zayıflamış, boyları uzamış ve incelmiş kolajenlerin yapısı sıcaklıkla bozuluyor ve uzun çizgilerin bağı çözülerek kısalması, dolayısıyla kırışıklıkların giderilmesi sağlanıyor. Sistemde ağrı ve acı hissedilmiyor. Herhangi bir yan etkisi bulunmayan uygulamadan sonra normal hayata devam etmek mümkün oluyor. Göz çevresindeki kaz ayakları, gözaltı kırışıklıkları ve gözaltı torbalarını azaltıyor ya da yok ediyor. Ayrıca eller, boyun ve dekolte bölgesinde de kullanılabiliyor.

    LAZERLE MİKROKANALLAR AÇILIYOR: Fraksiyonel lazerle cilt üzerinde binlerce mikroskobik kanal açılıyor. Sadece çok kısıtlı alanlara lazer uygulandığı için, sağlam deri alanlarında hızla yara iyileşmesi süreci başlıyor. Kolajen sentezi tetikleniyor, ince çizgiler ve kırışıklıklar azalıyor. Sistem izler ve yüzey düzensizlikleri üzerinde de etkili. Kırışıklıklar ve ince çizgilenmeler, travma, ameliyat sonrası izler, akne izleri, yaşlılık ve güneş lekeleri, çiller, sarkmalar, cilt çatlaklarını toparlamak mümkün.

    Sadece 30 dakikada daha genç ve gergin bir cilde kavuşmanızı sağlayan intracel yöntemi mikro altın iğneler ile cildin alt tabakasına radyo frekans enerjisini ulaştırıyor bu da sıkılaşmayı sağlayan kollajen liflerinin yenilenmesini uyarıyor. Yöntemi Türkiye’de uygulayan sayılı hekimlerden biri olan Dr. Yasemin Hızarcı yöntemin kalıcı olduğunu belirterek “İntracel’in yalnızca 1 -2 uygulama ile cerrahi müdahaleye yakın bir etki yaratması da dikkat çekiyor” diyor.

    Uygulamanın 30 dakika sürdüğünü söyleyen Dr. Hızarcı öncesinde cilde sürülen anestezik krem ile minimum ağrı ile gerçekleştirilen uygulamadan sonraki ilk 5-6 saatte ciltte yoğun bir kızarıklık görüldüğünü devam eden 24-72 saatte bu kızarıklığın pembeliğe dönüşerek geçtiğini belirtiyor.

    Cilt yüzeyinde hasar oluşturmadığı için yaz aylarında da uygulanabilen yöntem sonrasında kabuklanma ve lekelenme gibi sorunlar görülmezken uygulama sonrasında cilde özel bir bakım yapmak da gerekmediğini belirten Dr. Hızarcı, işlem sonrasında 3 gün süreyle su bazlı nemlendirici kullanılmasının yeterli olduğu söylüyor.. Dr. Hızarcı, uygulamadan sonra 3-4 saat güneşe çıkılmaması gerektiğine dikkat çekerek daha sonra ise spf 30 güneş kremi kullanılmasını öneriyor.

    Altın iğne uygulaması yaptıran var mı ? Altın iğne uygulaması yan etkileri var mı ? Altın iğne uygulaması işe yarıyor mu ? Altın iğne uygulaması fiyatı nedir ?Altın iğne hakkında detaylı bilgiye sahipseniz yorumlarınızı bekliyoruz.

  • Göz Seğirmesini Hayra Yormayın!

    Göz Seğirmesini Hayra Yormayın!

    Ülkemizde sağ gözün seğirmesi, hayra; sol gözün seğirmesi, şere yorulur. Ancak uzmanlar göz seğirmesinin ciddi problemler oluşturabileceğine dikkat çekiyor…

    Eğer gözlük takıyorsanız seğirme, göz numaranızın arttığına işaret edebilir.

    Bunun yanı sıra göz kapağının iltihaplanması, göze yabancı maddelerin girmesi sonrasında bunlara bağlı olarak göz seğirmeleri olabilir ve devam eden göz seğirmelerinin sıklığı artabilir.

    Göz yorulduğunda seğirmeyle sinyal verir

    Aşırı yorulan gözün seğirme ile tepki verebileceğini ifade eden Op. Dr. Yetgin Özgan “Çoğumuz işimiz gereği, çok uzun süre bilgisayara bakmak zorundayız, eve gittiğinizde uzun uzun televizyon seyredip, kitap okuduğunuzda ise gözünüz iyice yorulmuş oluyor. Göz ise bu yorgunluğa seğirmeyle tepki verebiliyor” diye konuştu.

    Uyku ve dinlenme saatlerine dikkat etmek, mümkün olduğunca bilgisayar kullanımını azaltmak, evde yumuşak ve parlak olmayan aydınlatmaları tercih etmek göz yorgunluğuna bağlı göz seğirmelerini azaltır.

    Göz Seyirmesi nedir ? Göz Neden Seyirir? Göz Seyirmesinin Sebepleri

    Denizli Devlet Hastanesi Göz hastalıkları Uzmanı Dr. Ömer Eyüpoğlu hastaların göz seğirmesi şikayeti ile önce göz doktoruna müracaat ettiklerini belirterek ”Göz yönünden seğirmeye neden olabilecek durumlar vardır. Bunlar gözde batma ve yanmaya neden olan konjonktivit keratit ve benzeri iltihabi durumlar ile düzeltilmemiş kırma kusurları yani gözlük ihtiyacıdır. Göz hekimleri hastada bu gibi durumlar varsa tam bir göz muayenesi ile düzeltir. Ancak göz seğirmelerinin önemli bir kısmı psikolojik ve nörolojik bir bozukluğun ön bulgusu olabileceğinden hastalar göz kliniğinden mutlaka psikoloji ve nöroloji kliniklerine de sevk edilir” dedi.

    Göz seğirmesinin tıpta genellikle bir hastalık olarak kabul edilmediğini belirten Denizli Devlet Hastanesi Nöroloji Uzmanı Şükrü Daloğlu ”Nedeni ve tedavisi hakkında bir fikir birliği olmamasıdır. Ancak göz seğirmesi bir hastalık belirtisi olabilir. Bir çok kişinin yaşamı boyunca sık sık karşılaştığı bir durumdur ve çoğu kez tedavisiz düzelmektedir. Bazen daha sürekli ve rahatsız edici olduğundan altta yatan yorgunluk stres depresyon sıvı ve elektrolit dengesi bozuklukları gibi nedene yönelik tedaviler yararlı olmaktadır” diye konuştu.

    Göz seğirmelerinin bazı vakalarda alışkanlık haline gelerek tik şeklini aldığını ve çoğu kez tedaviye dirençli hale geldiğini belirten Daloğlu ”Göz sağlığı altında ciddi beyin bozukluğu bulunmadığı için tek başına endişe verici bir durum değildir. Rahatsız edici ve şüphe verici durumlarda nöroloji uzmanına muayene olmakta yarar var” dedi. Göz seğirmesinin göz kasının kontrol dışı hareket olduğunu kaydeden Denizli Devlet Hastanesi Psikologu Sacit Saygılı ”Genellikle nedeni herhangi bir bozukluk değildir. Göz seğirmesi halk arasında daha çok haber gelecek iyi-kötü bir şey olacak gibi işaret olarak algılanır. Ancak göz seğirmesinin böyle bir durumla kesinlikle ilgisi yoktur. Bu yanlış bir inançtır. Göz seğirmesinden sonra gerçekten kötü veya iyi bir şey olması kesinlikle tesadüftür. Kişilerin bu tip şeylere çok fazla inanmamaları gerekir” dedi.

    Göz seyirmesi göz kapağiının kendi kendine titreşmesi durumudur ve bu durum kesinlikle “göz kırpma” dan farklıdır.

    Göz seyirmesinin belli başlı en önemli 3 nedeni vardır. Bunlar;

    1. Yorgunluk-uykusuzluk
    2. Stres
    3. Kafeindir.

     

    – Göz seğirmesi neden olur?
    – Göz seğirmesini nasıl geçirebiliriz?
    – Göz seğirmesi nedir?
    – Göz seğirmesi hangi hastalıkların habercisi olabilir?

  • Bebeğinizin cinsiyetini 10. haftasında öğrenin !

    Bebeğinizin cinsiyetini 10. haftasında öğrenin !

    Anne baba adaylarının en hayecanlı anları bebeğin cinsiyetinin öğrenildiği andır. Bu heyecanlı sürecin sonucunu öğrenmek için artık uzun süreler beklemek gerekmiyor.  2006 yılında Amerika’da  daha sonra 25 ülkede satışına başlanan  İntelligender cinsiyet belirleme testi şimdi Türkiye’de.

    Testi Ne zaman Uygulanabiliyor…

    Hamileliğinizin 10. Haftasından itibaren testi uygulayabilirsiniz . Test anne adaylarının bebeğin cinsiyetini belirlemek için 20.haftada yapılan ultrason sonucunu beklemelerine gerek bırakmıyor. Intelligender Cinsiyet Belirleme Testi bu süreyi yarıya indirerek hayallerinizi erken şekillendirmenizi sağlıyor!

    Test Nasıl Uygulanıyor…

    Testi uygulamak hem ucuz hem de çok pratik… Sadece 10 dakikanızı ayırarak 2.kişiye ihtiyaç duymadan evinizde uygulayabiliyorsunuz.  Anne adayinin sabah  ilk idrariyla yapilan testin sonuç rengi , test şişesinin üzerindeki  renklerle eşleştirilip bebeğinizin cinsiyeti belirleniyor.

    Test Doğru Sonuç Verir mi…

    Yapılan klinik testler sonucu testin doğruluk oranı %90’ın üzerindedir. Anne adayının testi talimatlara uygun olması, progestorone tedavisi görmüyor olması ve “polikistik over sendrome” tanısı konulmamış olması haricinde testin yanılma payı bulunmuyor.

    Sizde eşinize ve sevdiklerinize unutamayacakları bir sürpriz yapmak ve bu heyecanı onlarla paylaşmak isterseniz anne adayının sağlığına hiçbir yan etkisi olmayan bu testi, testin Türkiye distribütörü olan www.onhafta.com adresinden temin edebilir, detaylı bilgi alabilirsiniz.

    OnHafta Facebook
    OnHafta Twitter

  • Burun estetiğinde kapalı teknik mi ? açık teknik mi ?

    Burun estetiğinde kapalı teknik mi ? açık teknik mi ?

    Burun ameliyatı olmak isteyenlerin sıkça sorduğu ‘Açık yöntem mi yoksa kapalı yöntem mi daha iyi sonuç verir?

    Op. Dr. Barış Çakır, son yılların en çok rağbet gören ameliyatı burun estetiğinde yeni teknikler ve tartışmalar hakkında bilgi verdi. Estetik burun ameliyatı, halkımızın talepleri nedeniyle ülkemizde en çok yapılan estetik operasyondur. Aynı anda “Dünya’nın en zor estetik ameliyatı” olarak da tanımlanabilir. Ameliyat olmak isteyen hastaların da en sık sordığu soru ise ameliyatın kapalı mı yoksa açık cerrahi tekniklerle mi yapıldığıdır. Açık burun ameliyatında burun deliklerinin ortasindaki deri kesilir ve burun derisi, burun iskeleti üzerinden sıyrıldıktan sonra ameliyat, burnun anatomisini oluşturan yapılar görülerek yapılır. Kapalı teknikte ise bu kesi yoktur, tüm ameliyat burun deliklerinden yapılır. İki ameliyat tekniği de birbirinden çok farklı strateji gerektirmektedir. Her iki tekniğin de bir eğitim süreci vardır.

    “Görerek yapılan ameliyat kapalı ameliyattır.”
    “Kapalı ameliyat yapan bir cerrahın ne yaptığını yanındaki asistani bile göremez” denir. Yani kapalı ameliyatı öğrenmek açık ameliyata göre daha zordur. Ancak burun ucunda minimum hasara yol açtığı için burun ucundaki şişlikler daha çabuk inmektedir. Açık teknik, öğrenmesi daha kolay bir tekniktir ve cilt kaldırıldığı için ameliyatı yapmak daha kolaydır. Açık ve kapalı teknikte tüm detaylar gözetilerek ameliyat yapılıyorsa da ameliyat süreleri arasında büyük farklar yoktur. Öğrenmesi ve yönetmesi kolay olduğu için son 20. yüzyılda açık rinoplasti, kapalı rinoplastiye göre daha çok yapılır olmuştur. Son yıllarda sadece açık rinoplasti yapanlar, kapalı rionoplastiye, kontrolsüz olduğu ve sonuçlarının yeteri kadar iyi olmadığı şeklinde eleştiriler getirmektedir. Ancak, iyi cerrahların elinde kapalı teknik halen çok iyi çalışan bir yöntemdir. Açık teknik, uzun süren şişlik ve burun altındaki yara izine rağmen nispeten daha kontrollüdür. Kapalı tekniği yapması ve kontrolü zordur ancak şişlikler daha çabuk inmekte, cilt değişiklikleri daha az olmaktadır.

    “Eğitimli bir göz ile cildi kaldırmadan da kıkırdakları görebilmek mümkün mü?”
    Eylül 2009’da Memorial Hastanesi’nde Türkiye’nin pek çok değişik ilinden gelen plastik cerrahlar için özel bir edğitim programı düzenledik. Avustralya Sydney’den Michael Esson adlı bir resim profesörü, plastik cerrahlar için özel hazırlanmış bir kurs vermek üzere İstanbul’a geldi. Bir ressamın insan vücudunu algılaması ile anatomi bilgisini bir araya getirmek amaçlandı ve gerçekten çok başarılı sonuçlar aldık.

    Desen eğitimi alan bir cerrah, burun üzerindeki çıkıntı ve gölgelerin anatomik sebeplerini daha iyi anlamaya başlıyor. Buna resim terminolojisinde “kontur çizgileri” deniyor. Kontur çizgileri, topografik anatomiyi gösteriyor. Bu, yeryüzünün bilgisayarda tepe ve çukurlarını gösteren çizgiler gibi düşünülebilir. Burun derisinin altında; 2 burun kemiği, 2 solunum kıkırdağı, 1 septum kıkırdağı, 2 burun ucu kıkırdağı ve üst çene kemiğinin burun çıkıntıları bulunmaktadır. Bu anatomik yapıların kendine ait topografik anatomileri vardır. Ayrıca birbirleri ile geçiş yaptıkları bölgelerde çeşitli gölge ve ışıklar yaratmaktadırlar. Cilt kalınlığını da hesaba katıp, bu 10 bilinmeyenli denkleme dikkatli bakıldığında; alttaki anatomiyi görmek, kıkırdakları takip etmek mümkün olmaktadır. Yani, desen çalışmaları ile eğitilmiş bir göz ile bakıldığında cildi kaldırmadan da kıkırdakları görmek mümkün olmaktadır. Kontur çizgiler ile topografik anatomiyi incelemek, burun ameliyatı tekniklerinin, burun derisinde oluşturduğu değişiklikleri takip etmek, dışarıda nasıl bir ışık ya da gölge yapmak için içeride nasıl anatomik değişiklikler gerektiği konusunda da bize ciddi ipuçları verebilmektedir. Bu yaklaşım şu tezin antitezidir; “kapalı ameliyat görmeden yapılan ameliyattır”. Kontur çizgileri ile burnu değerlendirmek, cilt altındaki kıkırdakları görmemizi sağlamaktadır. İyi muayene ile problemi çok iyi belirlemek mümkündür ancak bazı hastalarda, kapalı teknik artık yetersiz kalmakta ve açık teknik daha iyi sonuç vermektedir.

    Burun ucunda ciddi şekil bozukluğu mevcut ise, daha önce yapılmış ameliyatlar nedeniyle asimetriler meydana gelmiş ise açık teknik tercih edilmektedir. Burun ucu çok güzel olan bir hastanın, burun ucunu bir ünite olarak hareket ettirmek yeterli olduğunda açık tekniğe ihtiyaç kalmamaktadır. Açık ve kapalı teknikler, dünyada geniş kullanımı olan teknikleridir. Son zamanlarda açık tekniğin daha çok tercih edilmesi nedeniyle kapalı teknikler terk ediliyor havası yaratılmamalıdır. İyi sonuca ulaşmak için gerekiyorsa çekinmeden açık teknik tercih edilmeli, kapalı ile çözümlenecek bir burunda ise kapalı ameliyatın burun ucundaki çabuk iyileşme avantajından hastalar mahrum bırakılmamalıdır.

    Op.Dr. Barış Çakır
    Estetik Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı
    bariscakir.com

    Dr. Barış Çakır Facebook 
    Dr. Barış Çakır Twitter

    İlgili Konuları ;
    – Burun estetiğinde içten bantlama tekniği

  • Hamilelik Öncesi Mutlaka Diş Hekimine Uğrayın

    Hamilelik Öncesi Mutlaka Diş Hekimine Uğrayın

    Sağlık problemlerinin ne zaman ortaya çıkacağının belli olmadığını belirten uzmanlar, bu nedenle anne olmaya karar veren kadınların hamilelik öncesi mutlaka diş hekimine başvurması gerektiğini söyledi.

    Hamilelik öncesinde diş hekimine başvurulduğunda ileride ortaya çıkabilecek sorunların hekim tarafından değerlendirilerek, gerekli tedavinin uygulanacağını belirten Trabzon Diş Hekimleri Odası Başkanı Mustafa Yıldız, “Örneğin, küçük çürükler hiç belirti vermeden hamilelik sırasında ilerleyerek ağrı oluşumuna yol açabilir. Henüz başlangıç halinde tespit edilip gerekli tedavi uygulanırsa sorun ilerlemeden çözülmüş olacaktır” dedi.

    Yıldız, gerekli görüldüğünde yapılacak olan diş taşı temizliğinin hamilelikhamilelik sürecinde yaşayabileceği streslerden uzaklaşmış olur. Yanlış kanı olarak bazı anne adayları ‘bebeğe zarar gelebilir’ düşüncesiyle bu süre içinde diş hekimine gitmekten çekinirler. Fakat hamileliğin her aşamasında bebeğe ve anneye zarar vermeden yapılabilecek tedavi yöntemleri vardır” diye konuştu. sırasında, hormonların etkisiyle ilerleyebilecek olan diş eti hastalıklarını da önleyeceğini ifade ederek, “Böylece anne adayı

    Anne adaylarına acil tedavi yöntemleri dışında müdahale yapılmayacağını anlatan Yıldız, şöyle devam etti:

    “Ancak gerekli durumlarda diş hekimi, anneye ve bebeğe zarar vermeyen ilaçlarla tedavinin ertelenmesini sağlayacaktır. Hamileliğin 3 ile 6 aylık döneminde dolgu, kanal tedavisi, diş taşı temizliği gibi işlemler güvenle uygulanabilir. Hamilelik öncesi diş hekimine gidilememiş ise bu dönem anne adayları tarafından iyi değerlendirilmelidir. Emzirme döneminde de diş hekimliği açısından anneye yapılacak müdahalelerin herhangi bir sakıncası yoktur.”

    Mustafa Yıldız, hamilelik sırasında diş eti kanamalarının çok sık karşılaşılan bir sorun olduğuna dikkati çekerek, şunları kaydetti:

    “Diş etinde görülen kanamaların sebebi diş eti iltihabıdır. İleri derecede diş eti iltihabı erken doğum ve zayıf bebek doğurma riski oluşturduğunu unutmamalıyız. Hamileliğin ikinci üç aylık döneminde hekime başvurularak, diş eti iltihabı mutlaka tedavi edilmelidir. Ağız sağlığı yaşamın her döneminde ihmal edilmemesi gereken önemli bir konudur. Ancak kadınların ergenlik, hamilelik, bebek emzirme ve menopoz döneminde buna daha çok dikkat etmeleri gerekmektedir.”