Kategori: Sağlık

  • Rahimiçi hasarlanması ve Gebelik

    Rahimiçi hasarlanması ve Gebelik

    Tekrarlayan tüp bebek başarısızlıklarında rahim içi dokusunun hasarlanmasının gebelik şansını artırır mı? Yapılan çalışmalar rahimiçi dokusuna hafifçe hasar verilerek gebelik için daha uygun hale getirilmesine yönelik çalışmalar; yaranın iyileşme döneminde verdiği cevabın bir sonraki dönemde embriyonun tutunma şansını arttırdığını ortaya koydu.

    Op.Dr. Güvenç Karlıkaya Bahçeci Sağlık Grubu Fulya Tüp Bebek Merkezi Kadın Hastalıkları Uzmanı

    Çocuk sahibi olamayan çiftlerde tekrarlayan başarısızlıklar hem maddi hem de moral açısından sıkıntı verici bir durum. Şimdilerde gündeme gelen yeni bir soru var: Rahimiçi hasarlanması gebelik şansını artırır mı?

    Yapılan çalışma sonuçlarına göre tekrarlayan tüp bebek başarısızlıklarında rahimiçi dokusunun hasarlanması gebelik şansını artırıyor…

    Özellikle tüp bebekte kullanılan ilaçlara iyi cevap veren yumurta kapasitesi yeterli, oluşturulan embriyoları kaliteli, rahminde belirgin bir problemi olmayan kadınlarda, tekrarlayan uygulamaların başarısızlıkla sonuçlanması hekim hasta ilişkilerini de olumsuz etkilemektedir.

    Son yıllarda yapılan çalışmalar, bu tür durumlarda gebelik oluşmamasının bir nedeni olarak da embriyonun yerleşeceği rahim içi dokusunun gebelik için yeterli olmamasını göstermektedir. Bilindiği gibi bir embriyonun rahim duvarına yerleşmesi her zaman gerçekleşmez. Bu olay adet döngüsü içerisinde belirli ve kısıtlı bir dönem içerisinde olmaktadır.

    Bilimsel araştırmalar, bu dönemde rahim içinin yapısının, başka dönemde olmadığı kadar yoğun, büyüme ve gelişmeyi sağlayan faktörlerle aktif olduğunu göstermiştir. Tekrarlayan tüp bebek başarısızlığı olan kadınların bazılarında, sorunun belki de bu olabileceği düşünülmüş ve bu durumu düzeltmeye yönelik bir takım yöntem ve tedaviler üzerinde çalışılmıştır.

    Amerika’da yayınlanan RBM online dergisinin son sayısında yayınlanan araştırma sonuçlarına göre; rahim içi hasarlama işleminin açıklanamayan tüp bebek başarısızlıkları olgularında başarı şansını ciddi biçimde arttırdığı açıklandı. Tedavi öncesi rahim içi problemleri saptamaya ve gidermeye yönelik operasyonlar, rahim-içi duvarının kan akımını arttırmaya yönelik vitamin ve ilaç takviyeleri, rahim-içi dokusunun daha normale yakın büyümesine yönelik tüp bebek tedavileri, tüp bebek tedavilerinde oluşan embriyoların dondurulup daha sonra nakledilmesi hep bu durumu iyileştirmeye yönelik girişimlerdir. Rahim-içi dokusunun gebelik için daha uygun hale getirilmesine yönelik çalışmalardan birisi de endometriumun yaralanması işlemidir.

    Genellikle tüp bebek işlemine başlanacak adet döneminden bir önce yapılan bu işlemde histeroskopi veya basitçe bir biopsi aletleri kullanılmakta ve rahim-içi dokusuna hafifçe hasar verilmektedir. Bütün vücut dokularının, yaralanmaya verdiği cevabı rahim-içi dokusuda vermekte ve hemen kendisini iyileştirmeye çalışmaktadır. İşte bu iyileştirme döneminde dokuda açığa çıkan büyüme, iyileştirme ve yapıştırma faktörlerinin, bir sonraki dönemde embriyonun tutunma şansını arttırdığı ileri sürülmektedir.

  • Anne ölümlerinin nedeni

    Anne ölümlerinin nedeni

    Anne ölüm nedenlerinde ilk sırayı ‘kanama’ alırken bunu enfeksiyon, gebelik zehirlenmesi, emboli ve anesteziye ait komplikasyonlar izliyor

    Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Fazlı Demirtürk, AA muhabirine,yaptığı açıklamada, Türkiye’de 1990 yıllarda anne ölüm hızının 100 binde 68 olduğunu söyledi.

    Çalışmalar sonucu 2006’da 100 binde 28,5 olan anne ölüm hızı 2011’de 100 binde 14,8’e kadar gerilediğine dikkati çeken Demirtürk, böylece Türkiye’nin, anne ölüm oranlarında dünyada en hızlı düşüş gösteren 10 ülke arasına girdiğini dile getirdi.

    Anne ölüm nedenlerinde ilk sırayı “kanama”nın aldığını, bunu enfeksiyon, gebelik zehirlenmesi, emboli ve anesteziye ait komplikasyonların izlediğini belirten Demirtürk, diyabet, kalp hastalıkları, anemi ve kazaların da diğer nedenler arasında yer aldığını anlattı.

    İleri yaşta anne ölümlerinin daha yüksek olduğuna işaret eden Demirtürk, anne ölümlerinin eğitim düzeyiyle ters orantılı olduğu ifade etti.

    ‘RUTİN KONTROLLERİ AKSATMAYIN’
    Kadının bedenini iyi tanımasının, vücudundaki değişiklikleri ve hastalık göstergesi olabilecek belirtileri fark edebilmesini sağlayacağını vurgulayan Demirtürk, erken yaşlarda ailede başlayacak eğitimle sağlıkta özsorumluluk kavramının geliştirmesinin önemine işaret etti.

    Kadınların düzenli jinekolojik takibinin önemine de değinen Demirtürk, sorunun oluşmasını beklemeden yapılacak rutin kontrollerin kadın sağlınının korunması açısından gerekli olduğunu vurguladı.

    Demirtürk, gebelik dönemi dışında kadınların jinekologlara en çok vajinal akıntı, anormal kanama, pelvik ağrı, idrar yolu problemleri, cinsel fonksiyon bozuklukları ve kısırlık nedeniyle başvurduğunu kaydetti.

    AA

  • Rahat bir gebelik için…

    Rahat bir gebelik için…

    Gebelik sürecinde yaşadığınız şikayetlerden bebeğinizi kucağınıza alana kadar kurtulma şansınız olmayabilir; ancak bu süreci nasıl daha rahat atlatabileceğinizi merak ediyorsanız bu yazıyı okumanızda fayda var. kadın doğum Uzmanı Op. Dr. Ayşe Kara anlatıyor.

    Bulantı ve Kusma: Psikolojik faktörlerin de etkisinin olabileceği bulantı ve kusmada hormon üreten sistemlerin rolü vardır. Bu durumda sık ve az miktarda kuru yiyecekler tüketin, ağır ve kokulu yiyeceklerden kaçının. Bulantı ve kusmanın devamında kilo kaybı da oluyorsa hekiminize başvurun.

    Karın Ağrısı: Ciddi bir hastalık belirtisi olabileceği gibi son 3 ayda rahmin kasılmasına bağlı olarak da görülebilir. Dinlenme ve pozisyon değiştirme ile düzelebilir. Ancak düzelmiyorsa hemen doktorunuza başvurun.

    Mide Yanması: Bağırsak hareketlerinin azalması ve gebelikte artan hormonların etkisi ile sindirim sistemi kaslarında oluşan gevşeme mide yanmasına neden olur. Antiasit ilaçlar bu dönemde sizi rahatlatacaktır.

    Hemoroid: Rahmin büyümesi toplardamarlardaki kan dönüşünü engelleyerek hemoroid oluşumuna, hemoroid varsa yakınmaların artmasına neden olur. Kabızlık bir kısır döngü yaratarak yakınmaları ağırlaştırabileceği için mutlaka önlenmelidir.

    Vajinal Akıntı: Gebelikte büyüyen rahim ağzı nedeniyle vajinal salgıda artış oluşur. Bu salgı artışı vajinal ortamın asiditesini bozarak enfeksiyona zemin hazırlar. Özellikle mantar enfeksiyonları gebelikte daha sık görülür. Yakınmalarda doktorunuza danışın.

    Sık İdrar Yapma: İdrar toplayıcı sistemlerin genişlemesi, idrar akışının azalması, hormon değişiklikleri ve büyüyen rahmin baskısı, mesane fonksiyonlarını değiştirerek iltihap için zemin oluşturur. Bu durumu engellemek için bol su için ve genital hijyeninize dikkat edin.

    Bacaklarda Kramp ve Ağrı: Serum kalsiyumunda azalma veya serum fosforunda artmaya bağlı, bacaklarda ağrılar görülebilir. Yorulduğunuzda dinlenmek şartıyla yürüyüş yapın ve sabit durarak ayakta beklemeyin. Kramp anında bacaklarınızı karnınıza doğru çekin.

    Bayılma ve Halsizlik: Hormonal değişiklikler tansiyon düşmesine neden olabilir. Bu durumlarda derin nefes alıp verin. Bacaklarınızı hareket ettirin, başınızı aşağı ayaklarınızı yukarı pozisyona getirin. Kan şekerinizin düşük olması da bayılmanıza neden olabileceği için şekerli sıvılar tüketin.

    Göğüslerde Hassasiyet ve Ağrı: Fizyolojik olarak göğüslerdeki değişiklik hassasiyete neden olabilir. Gebeliğe özel rahat sütyenleri 24 saat kullanın. Göğüslerinize buz uygulaması yararlı olabilir.

    Kabızlık: Bağırsak hareketlerinin azalması kabızlığa neden olur. Bol posalı yiyecekler, kepek ekmeği ya da tam buğday ekmeği tercih edin. Özellikle yaz mevsimindeyseniz kayısı, incir, erik gibi meyveler ve bunların kompostolarını tüketin.

    Ödem (Şişme): Gebelikte sıvı tutulmasına bağlı olarak görülür. Ödemler, gebelik zehirlenmesi belirtisi de olabilir. Bacaklarınızı yukarı kaldırarak dinlenin. Tuz alımını azaltın ve kesinlikle idrar sökücüleri kullanmayın.

    Baş Ağrısı: Duygusal ve hormonal değişiklikler veya sinüzite bağlı olarak baş ağrısı oluşabilir. Ayrıca gebelikte tansiyon yüksekliği ile seyreden gebelik zehirlenmesi, alerji ve enfeksiyon da bu duruma neden olabilir. Sık görülen ya da devam eden baş ağrılarında mutlaka doktorunuza başvurun.

    Bel Ağrısı: Duruş bozukluğu, vücut ağırlığının artışı gibi nedenler bel ağrısına yol açabilir. Duruşun düzeltilmesi bel ağrısını azaltır. Giysi ve ayakkabı seçiminde dikkatli olmalı ve uygun egzersizler yapmalısınız.

  • Lazerli Diş Beyazlatma

    Lazerli Diş Beyazlatma

    Evde diş beyazlatma nedir, Diş nasıl beyazlatılır, Diş beyazlatmanın zararı var mı, Diş beyazlatma nedir, Ofis tipi diş beyazlatma nasıl yapılır, Kimler diş beyazlatma uygulamasından yararlanabilir, Diş beyazlatma işlemi nerede yaptırılmalıdır ?

    Fototermal Diş Beyazlatma

    Bu yöntemde de yine bir miktar özel bir jel kullanılır. Ancak kimyasal malzemelerle yapılan diş beyazlatmadan farklı olarak

    yüksek enerjili özel bir ışın demeti uygulanır. Işık kaynağı bir seri LED veya diyot-lazer den oluşabilir. Mutlaka

    dişhekimi gözetiminde yapılmalıdır.

    Fotokimyasal Diş Beyazlatma

    Bu diş beyazlatma tekniğinde, beyazlatma jeli bir UV-lamba (mavi ışık) veya bir KTP lazeri (yeşil ışık) kullanılarakharekete geçirilir. Bu metodu diğerlerinden ayıran özellik ise kullanılan ışık kaynağının da ayrıca dişi beyazlatıcıetkisinin olmasıdır (foto oksidasyon). Bu yöntem, dişler üzerinde daha derin bir beyazlatma sağlar. UV-Işık kullanırkençevre dokular (dudaklar, dişetleri, dil vb.) muhtemel yanık yaralanmalarına karşı iyi korunmalıdır. KTP lazeri kullanırkenise yanma riski yoktur, ancak dişetlerinin beyazlatma jelinin sızıntılarına karşı korunması gerekir (gingiva block). KTPlazeri ile beyazlatmanın büyük bir avantajı da; yapılan bilimsel araştırmalar sonucunda diş minesi üzerinde yan etkileriningözlenmemiş olmasıdır. Diş beyazlatma işlemi sonrasında yapılacak florid uygulanması diş minelerini güçlendirir veçürümeleri önler.

    Ağız – Diş Sağlığı ve Bakımı Konuları için tıklayın !

    Lazer nedir ve nasıl elde edilir?

    Lazerler tek renkli, düz, yoğun, tek fazlı monokromik ışık üreten cihazlardır. Renkli olduğu gibi renksizde olabilir. Budurum görünürlük dalga boyu ile ilgilidir. Bu dalga boyu ve gücü tıptaki kullanım alanını belirler.

    Lazer yardımıyla, elektromanyetik dalgalar güçlenir ve hizalanır. Böylece, tedavi yapılacak bölgede kesici ve yakıcı etkiyesahip, yüksek enerjili bir ışık demeti elde edilir. Lazerlerin kullanım alanları, lazerin dalgaboyuna göre değişmektedir.

    Dışarıdan ışık verme, elektrik akımı geçirmek suretiyle veya kimyasal bir yolla elde edilenenerji, ortamdaki atomlara ulaşır. Bunların bazıları bu enerjiyi emerler. Fazla enerji, atomları kararsız hale getirir.

    Lazerin çalışma prensibi:

    Kendisine bir foton çarpan, uyarılmış ve kararsız atom, fazla enerjiyi foton yayınlayarak verir. Fotonlar, benzer şekildediğer fotonların yayılmasını sağlar. Uyarmalarla ortamdaki fotonlar daha da artar. Atomların hemen hemen hepsi, fotonyaymaya başlayınca kuvvetlenen ışın demeti oluşur. Bu, laser ışınıdır. Laser ışınları yüksek frekanslı olduklarından güneş ışını özelliklerine sahiptir. Ancak laser ışınları tek frekanslıdır.

    Beyazlatılan dişler ne kadar süre beyaz kalır?

    Farklı diş beyazlatma (bleaching) metotlarıyla beyazlatılan dişler bir kaç yıl beyaz kalır. Fakat bu süre kişiden kişiye değişir. Yeme-içme alışkanlıkları, sigara ve fırçalama alışkanlığı dişlerin beyaz kalma süresini etkiler. Şu unutulmamalıdır ki, bleaching her zaman istediğiniz beyazlığı sağlamayabilir. Beyazlama oranı dişlerinizin beyazlatma işlemi uygulanmadan önceki tonuna bağlıdır ve kişiden kişiye değişir. Bu yüzden diş hekiminiz ile beklentilerinizi önceden konuşmalısınız.

    Diş Beyazlatma veya diş ağartma, genel dişhekimliğinde çokça uygulanan bir işlem olmasına rağmen aslına Estetik/Kozmetik Dişhekimliğinin alanıdır. Çok kimse beyaz dişlerle yapılan bir gülüşü çok çekici bulur. Genelde süt dişleri, erişkinlik dişlerinden daha beyazdır. Kişi yaşlandıkça dişlerinin rengi de zamanla daha koyulaşır. Bu koyulaşma diş minelerinin mineral yapısındaki değişimden kaynaklanır. Dişler ayrıca, bakteri pigmentleri ve tütün kullanımından kaynaklanan renklenmelere de maruz kalabilir.

    Beyaz dişler gençlikle özdeşleştirildiğinden estetik görünümlü olmak isteyen kişiler tarafından oldukça arzulanırlar. Ancak şunu belirtmeliyiz ki, abartılı bir beyazlık çoğu durumda estetik olmayabilir. Her zaman için yüz ve ağız yapınıza uygundüşen doğal ton daha estetik olacaktır.

    Klinikte Diş Beyazlatma (Office Bleaching)

    Bu diş beyazlatma yöntemi; dişhekimi tarafından klinikte ve genellikle 40-50 dk kadar süren tek seanslık bir işlemle uygulanır. Yöntem hidrojen peroksitin ısı yada ışık ile aktive edilemesi temeline dayanır.
    Dişe sürülen beyazlatıcı maddenin üzerine beyazlatmayı hızlandıran bir ışın uygulanır.

    Klinik Diş Beyazlatmanın (Office bleaching) Avantajları
    • Bir saatlik tek seans sonrası ortalama 8 -12 ton beyazlama
    • İşlem sonrası hassasiyet hissi çok düşüktür
    • Elde edilen renk uzun süre korunur
    • Dişhekimi tarafından uygulandığından ağız dokularının korunması
    • Günlük alışkanlıklardan vazgeçmeden iyi sonuç (sigara, çay, kahve vb.)

    Evde Diş Beyazlatma (Home Bleaching)

    Ev diş beyazlatması veya matris beyazlatma olarak da bilinmektedir. Uygulaması oldukça kolay, güvenli ve etkin bir diş beyazlatma yöntemidir. Evde Diş Beyazlatma Yönteminin

    Avantajları

    Bu yöntemin tek avantajı diğer yönteme göre daha ucuz olmasıdır.

    Etkili Olduğu Durumlar
    • Sarı, turuncu ve açık kahverengi renklenmeler.
    • Kahverengi fluoroz renklenmeleri.
    • Mine opasiteleri. Aslında mine opasitesine etki etmemesine rağmen, minenin diğer bölümleri beyazladığı için opasite daha az dikkat çekici hale gelir.
    • Ön dişlerin çoklu renklenmeleri.
    • Travma geçirmiş canlı dişlerdeki renklenmeler.

    Evde diş beyazlatma yöntemleri için tıklayın !

  • Diş implant

    Diş implant

    Diş implantı nedir? Neden yapılır? Diş implantlarının yapıldığı madde çene dokusuyla uyumlu mudur? Diş implantı uygulamasında toplam tedavi süresi ne kadardır? Diş implantı nasıl takılır? Diş implantının yapısı nasıldır? Diş implantı çene kemiğine nasıl tutturulur?


    İmplant Nedir? 

    İmplant, ağızda eksik olan dişlerin fonksiyon ve estetiğini sağlamak amacıyla çene kemiğine yerleştirilen ve genelde titanyumdan yapılan yapay diş kökleridir. İmplant doğal dişlerin fonksiyon ve estetiğini sağlayan en iyi alternatiftir. Diş kaybı ile ortaya çıkan önemli sorunlardan biri olan çene kemiğindeki erimenin durdurulması bugün için ancak implantlarla elde edilmektedir.

    İmplantlar geleneksel kaplama ve protezlere göre daha iyi konuşma ve çiğneme fonksiyonu sağlarken, yüzünüzde doğal bir görünümü de beraberinde getirir. Bugün implantlar diş hekimliğinin 21. yüzyıldaki en önemli gelişmesidir. Doğru teşhis, yeterli bilgi, tecrübe ve ekipmanla uygulandığında diş implantı, hasta ve hekim açısından olağanüstü başarılı sonuçlar verebilen bir tedavi şeklidir. İmplant, eksik olan dişlerin fonksiyon ve estetiğini tekrar sağlamak amacıyla çene kemiğine yerleştirilen ve uygun malzemelerden yapılan yapay diş kökleridir.

    Hangi durumlarda implant yapılır? 
    Tek diş eksikliğinin komşu sağlam dişlere dokunulmadan giderilmesinde, birden fazla diş eksikliğinin, takılıp çıkartılan protezler yerine implantlar yardımı ile sabit köprüler yapılarak giderilmesinde, tam dişsizlik durumunda takılıp çıkartılan protezler (damak) yerine sabit protezler yapılabilmesinde, her türlü dişsizliğin ve eksik fonksiyonların giderilmesinde uygulanabilir.

    Kimlere implant tedavisi uygulanır? 
    İmplant yapımı için kesinlikle sakı nca teşkil eden belli hastalıklar taşımayan herkes implant tedavisi görebilir. Siz kendinizi bir aday olarak görüyorsanız, doktorunuz implantın sizin için doğru bir seçim olup olmadığına karar verir. İmplant uygulamasının yararları nelerdir? İmplant, sağlam, rahat ve güvenilir bir uygulamadır. Implantlar üzerine yapılan protezler, gerçek dişlerin yerini alırken en doğal yapıyı oluştururlar. Eksik dişlerin tamamlanması sürecinde, sağlıklı dişlere dokunulmamış olur. Tüm protezlere oranla çok daha uzun ömürlüdür. Normalde diş kaybının etkileri fizyolojik olduğu kadar psikolojik de olacaktır. İmplant, doğal dişin yerine geçen bir özel uygulama olarak, diş kayıplarının yol açacağı her türlü soruna kesin ve en sağlıklı çözümü getirmektedir.

    İmplant üzerine yapılan diş doğal diş gibi görünür mü? 
    İmplant kemik ve dişeti altında yerleşmektedir. Bu sebeple üstüne yapılan dişle herhangi bir uyumsuzluk söz konusu olmamaktadır. Özellikle son dönemlerde gelişen zirkon üst yapılar sayesinde ön bölge estetiğinde bile tam bir uyum sağlanmaktadır. Hangi durumlar implant uygulamasını gerektirir? Diş kayıplarının ya da meydana gelen travmaların sonucunda fizyolojik olarak oluşan kemik erimeleri, çene kemiğinin seviyesinin ve hacminin azalmasına neden olmaktadır. Bu durum, uygulanacak protezin işlevini tam olarak yerine getirebilmesine engeldir. Bunun sonucunda da çiğneme ve konuşmada problemlerin çıkması kaçınılmaz olur.

    İmplant her yaşta uygulanabilir mi? 
    Evet. Sadece gençlerde kemik gelişiminin tamamlanması gerekmektedir. Bu da kızlarda 16-17, erkeklerde ise 18 yaşına kadar gerçekleşmektedir. Erişkinler için üst yaş sınırı yoktur. Genel sağlık durumu uygun olan her yaştaki insana uygulanabilir. Yaşlı insanlar daha çok diş kaybettiklerinden ve çene kemiklerinde erimeler olduğu için diş implantlarına daha çok gereksinim duyarlar.

    İmplantın başarısı neye bağlıdır? 
    İmplantların başarısı için genel sağlığın iyi olması, yani yeterli “iyileşme potansiyeli” olması, doğru teşhis konulması ve implantın temizlik ve bakımının doğru yapılması gerekmektedir. Bunun yanında hekim tarafından uygun cerrahi ve uygun protez yapılmış olması gereklidir. Ayrıca, çok fazla sigara içilmesi ve / veya aşırı alkol kullanılması başarıyı olumsuz etkileyecektir. Yukarıdaki faktörlere bağlı olarak implant başarısı % 90-100 arasında değişebilir.

    İmplant yapılmasının mümkün olmadığı durumlar nelerdir? 
    Bazı bedensel rahatsızlıklar veya engeller nedeniyle implant yapılması sakıncalı olabilir. Bu durumları şöyle özetleyebiliriz: • Bazı kalp rahatsızlıkları • Kan pıhtılaşma sorunları • Romatizmal hastalıklar • Aşırı düşkün olmak ve benzeri durumlar • Diyabet ( şeker hastalığı); kontrol altında olmayan ve diyabetin düzenli seyretmediği durumlar • Çenedeki kemik yapısının uygun olmaması, yetersiz veya anatomik olarak riskli olması • Hastanın cerrahi işlemlere yatkın olmaması (aşırı korku, endişe) • Hastanın implant sonrası oral hijyenini (ağız temizliğini) tam olarak sağlayamayacağı durumlar.

    İmplantlar vücut tarafından reddedilir mi?
    Günümüzde implant materyali olarak en fazla kullanılan metal titanyumdur. Titanyum, doku uyumu mükemmel olan, yüzyıllardır tıbbın birçok alanında güvenle kullanılan bir metaldir. Bu nedenle bir “doku reddinden” söz edilemez. Bir kanser riski var mıdır? Tıp ve diş hekimliği dünyasında diş implantlarının kansere neden olduğunu gösteren tek bir örnek bile yoktur.

    Pahalı bir tedavi midir?
    İmplant uygulamaları bir dizi karmaşık ve uzun süreli işlemleri gerektirir. Dolayısıyla rutin diş hekimi hizmetlerinden daha yüksek bir harcama gerektirirler. İmplant tedavileri tamamlanan hastalarda yapılan bir araştırmada, hastalar yaptıkları yatırımın karşılığını aldıklarını ve gerekirse aynı şeyi tekrar yaptıracaklarını belirtmişlerdir.

    Operasyon sırasında ve sonrasında bir rahatsızlık olabilir mi? 
    Operasyon lokal anestezi İle hiçbir ağrı ve rahatsızlık duyulmadan yapılabilmektedir. Gerekli durumlarda genel anestezi de uygulanabilir. Operasyondan sonra, herhangi diş çekiminden sonra da duyulabilecek hafif bir ağrı veya şişlik olabilir. Bunlar da ağrı kesicilerle ve gerekli önlemlerle rahatlıkla giderilebilir.

    Yerleştirme operasyonu ve protezin tamamlanması ne kadar sürer? 
    Cerrahi işlemin süresi yerleştirilecek implant sayısına ve hastanın koşullarına bağlı olarak yarım saat ila birkaç saat arasında değişebilir. Operasyondan sonra, implant İle kemiğin kaynaşması için (osseointegrasyon) 2-3 ay kadar beklenir. Daha sonra bu ımplantlar üzerine, birkaç seans süren bir uygulama ile protezler yerleştirilir.

    Ağız – Diş Sağlığı ve Bakımı

  • Gülerken diş etlerinizin çok görünmesi (Gummy Smile)

    Gülerken diş etlerinizin çok görünmesi (Gummy Smile)

    gummy-smileGülerken diş etlerinizin çok görünmesi(Gummy Smile) burun estetiğiyle düzeltilebiliyor.

    Gülerken diş etlerinin çok görünmesi (gummy smile) hem kişinin kendisi, hem de çevresi için estetik bir problemdir. Bu sorunu yaşayan pek çok kişi konunun bir çözümünün olduğunu bilmemektedir.

    Dr. Barış Çakır, bu estetik problemin farklı nedenlerden kaynaklandığını söylüyor. Gummy smile ın sebepleri arasında, uzun üst çene, kısa dişler, burnun dudak şekline etkisi, aşırı çalışan gülme kaslarını saymanın mümkün olduğunu dile getiren Çakır, kısa dişlerde, diş eti ameliyatları yapılabildiğini ve dişlerin lamina ile büyütüldüğünü vurguluyor. Barış Çakır ayrıca çok uzun çenede, çenenin kısaltılabileceğini, burnun çok önde yerleşmesine bağlı gummy smile da ise iyi planlanan burun estetiğinin gumy smile ı tedavi ettiğini sözlerine ekliyor. Gülme kaslarının aşırı çalışmasına bağlı olan gummy smile ise botoks ile tedavi edilebiliyor.

    Kişinin burun ile dudak bileşkesi çok yukarıda ise dudağın gülerken yukarıya gidecek yer bulduğunu ve bu sebeple diş etlerinin çok göründüğünü anlatan Dr. Barış Çakır bu problemin kolay bir şekilde burun estetiği ile düzeltilebildiğini anlatıyor.

    Çakır, bu ameliyatlarda burun ortasındaki “kolumalla” denen kısmı dudağa doğru kaydırarak hem hastanın burnunun düzeltildiğini hem de güzel bir gülüşe sahip olduğunu dile getiriyor.

    Op.Dr. Barış Çakır
    Estetik Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı
    bariscakir.com

    Dr. Barış Çakır Facebook 
    Dr. Barış Çakır Twitter

    İlgili Konuları ;
    – Burun estetiğinde doğal görünüm için Poligon Rinoplasti
    – Burun estetiğinde içten bantlama tekniği
    – Burun nefes problemleri
    – Burun estetiğinde kapalı teknik mi ? açık teknik mi ?

  • Erkeklerin ”dişçi korkusu” kadınlardan fazla

    Erkeklerin ”dişçi korkusu” kadınlardan fazla

    Erkeklerin ”dişçi korkusu” kadınlardan fazla

    OMÜ Diş Hekimliği Fakültesi kliniklerine tedavi olmak için müracaat eden 650’si erkek bin 335 kişi üzerinde, ”diş hekimi ve diş tedavisi korku düzeyleri ile nedenleri” araştırıldı.

    Çalışmayı yürüten Diş Hekimliği Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Emre Bodrumlu , AA muhabirine yaptığı açıklamada, araştırmanın hastaların korku düzeylerini belirleyerek korku uyandıran durumların dikkate alınıp tedavinin ona göre gerçekleştirilmesi amacıyla yapıldığını söyledi.

    Çalışma kapsamında 16 yaş üstü bin 335 kişiyle görüşüldüğünü anlatan Bodrumlu, şöyle devam etti:
    ”Araştırmamızın sonucunda hastaların yüzde 59’unun diş hekimi ve diş tedavisinden korktuğunu belirledik. Bu hastaların toplam 19 ayrı konuda değerlendirilen korku analizlerinde, erkeklerin diş hekimi ve diş tedavisi korkularının kadınlardan yüzde 12 oranında daha fazla olduğunu tespit ettik. Erkeklerin korku sırasında nefes alıp vermesi ve kalbinin hızlı çarpması izlenirken, kadınlarda kasların kasılması ve kalbin hızlanmasını gözledik.”

    Diş tedavisi olması gerekenlerin diş hekimi ve diş tedavisi korkusu nedeniyle randevu almaya veya tedaviye gitmediğini de çalışmayla tespit ettiklerini dile getiren Bodrumlu, en fazla korkunun ”iğnenin görülmesinde ve iğne yapılırken” oluştuğunu vurguladı.

    Dişçi korkusu nasıl yenilir ? makalesi için tıklayın…

  • Türkiye’de kadınlar kalbinden dertli

    Türkiye’de kadınlar kalbinden dertli

    Avrupa’da kalp ve damar hastalıkları ile koroner kalp hastalıklarından kaynaklanan ölüm oranlarında Türk kadınları ilk sırada yer alıyor

    Kocaeli Üniversitesi (KOÜ) Kardiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Dilek Ural, Türk kadınlarında kalp ve damar hastalıklarından ölüm oranının gelişmiş ülkelere göre çok daha yüksek olduğuna dikkati çekerek “Avrupa’da kalp ve damar hastalıkları ile koroner kalp hastalıklarından kaynaklanan ölüm oranlarında Türk kadınları ilk sırada yer alıyor. Ayrıca bu, yaşıtların ve hemcinslerinden ortalama 8-10 yıl daha erken gerçekleşiyor” dedi.

    Ural, bunun en önemli nedeninin, kalp ve damar hastalıklarına yol açan risk faktörlerinden hipertansiyon, kolesterol yüksekliği ve sigaradan ziyade özellikle kilo fazlalığı ve diyabet riskinin fazlalığına bağlı olduğunu anlattı.

    Türkiye’de diyabet sıklığının yüzde 14’leri bulduğunu, bunun da çok ciddi bir oran olduğunu vurgulayan Ural, “Özellikle Kocaeli ve bölgesinde yapılan çalışmalarda, erişkinlerin yüzde 50’sinde, ’şişmanlık’ dediğimiz derecede kilo fazlalığının olduğunu görüyoruz. Sadece yüzde 18 civarında az bir grup gerçekten normal kilolu” diye konuştu.

    Ural, buradaki en büyük sıkıntının, kadınların evlilikle beraber daha hareketsiz bir hayata girmeleri ve hamilelikte aldıkları kiloları doğumdan sonra verememelerinden kaynaklandığına dikkati çekerek, “Yine en önemli sorunlardan bir tanesi, yanlış beslenme ve egzersiz eksikliği. Bunlar arasında en zor mücadele edileni egzersiz eksikliği” ifadelerini kullandı.

    ‘EGZERSİZ YAŞAM TARZI OLMALI’

    Prof. Dr. Ural, Türk toplumunda kalp ve damar hastalıklarını önlemenin en önemli yönteminin, egzersiz ve doğru beslenme alışkanları edinmek olduğunu vurgulayarak, şunları kaydetti:

    “Erkeklerimizden farklı olarak, kadınlarımız arasında sigara alışkanlığı çok yüksek değil. Özellikle Sağlık Bakanlığı’nın sigara ile mücadelede yürüttüğü başarılı kampanyalar sonrasında gerçekten önemli ölçüde kalp ve damar hastalığı risk faktörünü çok ciddi oranda azaltmayı başarabildik. Şu anda bakanlığın da üzerinde en çok durduğu konu, obezite ve kilo fazlalığı. Bu son derece doğru bir hedef. Çünkü şu anda sağlığımızı en fazla tehdit eden durum bu.”

    AA

  • Stres astıma neden olabiliyor

    Stres astıma neden olabiliyor

    Araştırmalara göre; erkeklerde astım oranı yüzde 5 iken bu oran kadınlarda yüzde 10’lara kadar çıkıyor. Prof. Dr. Yonca Tabak, kadınlarda astım oranının erkeklere göre daha yüksek olma sebebinin stres olduğunu söylüyor.

    KADINLAR ÇÖZÜMÜ ÇİKALOTADA BULUYOR

    Kadınların stresle mücadelede, endorfin hormonu salgılatması nedeniyle çikolataya yöneldiklerini söyleyen Prof. Dr. Yonca Tabak, stres ve psikolojik sorunların psikosomatik denilen, diğer bir deyişle, beynin istemeden vücuda zarar verdiği hastalıklardan kabul edilen reflüye yol açtığını belirterek, “Astımlı kadınlarda yüzde 80 var olan reflü kakaonun içeriğindeki kafein ile artıyor. Astım reflüyü, reflü ise astımı kötüleştiriyor.

    Çikolatanın stresle mücadele de kişinin kendini mutlu etme yöntemi olarak kullanılmasının, astımı daha da içinden çıkılmaz bir hale getireceği bilgisi hastalara mutlaka verilmelidir. Benzer şekilde kahve, kola ve alkolün reflüyü arttırıcı etkisi olduğu, özellikle iş yeri gibi stresli alanlarda bu gıdalardan uzak durulması gerektiği de bilinmesi gereken önemli noktalar arasındadır” diyor.

    BU YİYECEKLERDEN UZAK DURUN

    Prof. Dr. Yonca Tabak, kadınların özellikle kahve, alkol ve kola gibi reflüyü arttırdığı bilinen gıdalardan uzak durması gerektiğini ifade ediyor. Tabak, kilo aldırmadığı ve daha az zararı dokunacağı düşünülen bitter çikolataların ise daha fazla kakao içermesi nedeniyle öncelikli vazgeçilmesi gereken gıdalardan olduğuna dikkat çekiyor. Bunlar yerine taze meyve ve sebzeye yönelmenin sağlık için doğru bir davranış olacağını belirtiyor.

    DHA

  • Evlilik Kalbe İyi Geliyor!

    Evlilik Kalbe İyi Geliyor!

    Bir taraf evliliğin hayata olumsuz etkilerinden bahsetse de araştırmalar aslında evliliğin hayat kurtardığını ortaya koyuyor. Evliliğin hem kalp sağlığı yönünden, hem de kalp krizine bağlı ölümleri azaltması açısından kalbe iyi geldiği söyleyen Liv Hospital Kalp Sağlığı Kliniği’nden Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Alp Burak Çatakoğlu, 14 Şubat Sevgililer Günü öncesi evliliğin yararlarından bahsetti.

    Evlilik hem kadında hem de erkeklerde kalp krizi riskini azaltıyor. Daha önce yayınlanmış bazı çalışmalarda, evliliğin kalp hastalıkları yönünden riski azaltıcı etkisi gösterilmişti ama bunlar daha çok erkek hastalar üzerine yoğunlaşmıştı. ‘Europan Journal of Preventive Cardiology’ de yayınlanan yeni araştırmaya göre hem kadın hem de erkeğin akut koroner olaya bağlı bir kalp krizi ve ölüm olasılığının belirli oranda azaldığı ortaya çıktı.

    Bekarlık sultanlık değilmiş

    Finlandiya’da yapılan bu araştırmaya göre her iki cinsiyette ve tüm yaş gruplarında, evli olanlarda akut koroner olaya bağlı bir kalp krizi ve ölüm olasılığının belirgin olarak azaldığı vurgulanıyor. Özellikle orta yaşlı evli ve birlikte yaşayan çiftlerde akut olaydan sonraki süreç çok daha olumlu seyrediyor. Araştırmada 1993 ile 2002 arasında kalp krizi geçirmiş 15.300 hasta incelendi. Bu hastalardan 7.700’ü ilk 28 gün içinde hayatını kaybetti. Bekar olan erkeklerde kalp krizi gelişme ihtimali evli olanlara göre yüzde 58-66 daha yüksek bulundu. Kadınlarda da bu oran yüzde 60-65 daha yüksek saptandı. Kalp krizine bağlı ölüm oranlarının ise bekar olanlarda çok daha yüksek olduğu gözlendi. Bekar erkeklerde kalbe bağlı ölüm oranı evli erkeklere göre yüzde 60-68 daha yüksek saptanırken bekar kadınlarda bu oran yüzde 71 daha fazlaydı. Bekarlığın sultanlık olmadığını bu çalışmayı referans göstererek vurgulamak yanlış olmaz. Sağlıklı bir kalp için önce kalbi sevgi ve aşkla dolduracak bir eş bulmak önemli.

    İşte nedenler

    Yalnız yaşayan insanın yemek alışkanlıkları ve hayat düzeni sağlıklı olmaz. Ayrıca günün getirdiği zorlukları da paylaşacağı bir eşi olmaması nedeniyle hayatın yükünü tek başına omuzlar.

    Birlikte yaşayan çiftler birbirlerine özen gösteriyorlarsa, hem yemek alışkanlıkları daha sağlıklı olur, hem de bir hastalık ile karşı karşıya kaldıklarında daha titiz bir bakım sağlanır.

    Çiftler el ele yürüyüşlere de çıkıyor, günlük egzersizlerini yapabiliyorlarsa sonuçlar kalp sağlığı yönünden daha da başarılı olur. Sağlıklı bir kalp için mutlu ve sevgi dolu bir evlilik artık reçetelerimize yazılabilir.

    Bekar insanların sosyo-ekonomik düzeyi daha düşük olabilir.

    Evli insanların ekonomik düzeyi daha iyi, daha sağlıklı yaşıyorlar, sosyal çevreleri var ve destek alma ihtimalleri daha yüksek.

    Evli çiftlerin ambulans çağırmaları daha kolay oluyor. Evli insanların hem hastane hem de eve çıktıktan sonraki süreçlerinde bakım ve tedavileri daha başarılı oluyor. Bekar veya yalnız yaşayanların sağlıkları ile takipleri yetersiz kalabiliyor. Günlük ilaç takibi, kolesterol düşürücü veya tansiyon ilaçların düzenli alımı aksayabiliyor.