Kategori: Sağlık

  • Parkinson ve diyabette yeni tedavi yolları

    Parkinson ve diyabette yeni tedavi yolları

    ABD’li bilim insanları, parkinson ve diyabette yeni tedavi yollarında çığır açacak bir gelişmeye imza attı. Oregon ve Sağlık ve Bilim Üniversitesi’nden bir bilim ekibi, klonlanmış insan embriyosundan kök hücre elde etmeyi başardı

    KLONLANMIŞ insan embriyosundan kök hücre elde eden ABD’li bilim insanları, parkinson ve diyabet gibi hastalıklara yeni tedavi yolları geliştirilmesinde çığır açacak bir başarıya imza attı. Her hücreye dönüşebilme özelliğine sahip kök hücreler, hastalıklı dokularla değiştirilebilecek, yeni dokular yaratılmasında kullanılabilecek olmaları nedeniyle önem taşıyor. Oregon Sağlık ve Bilim Üniversitesi’nden Shoukrat Mitalipov başkanlığındaki bilim ekibi, bağışlanan yumurtalardan oluşturulan 6 embriyodan, kök hücreler elde etmeyi başardı.

    MAYMUNDAN İNSANA
    Başarının, bir teknik buluştan ziyade, süreçteki denemelerin tekrar tekrar gözden geçirilmesiyle elde edildiğine dikkati çeken Mitalipov, maymun embriyolarıyla yaptıkları 6 yıl süren çalışmalar sonucu hedeflerine ulaştıklarını vurguladı. Mitalipov, maymunlar üzerindeki çalışmalarda, bu teknik yardımıyla elde edilen embriyolardan klonlanmış bebek elde edilmesinin mümkün olmadığı sonucuna vardıklarını ve böyle bir şey yapmaya da ilgi duymadıklarını belirtti.
    Bilim adamlarının on yılı aşkın bir süre önce başlattıkları, klonlanmış insan embriyolarından kök hücre elde etme girişimleri, temelde embriyoların kök hücreleri oluşturmadan önce gelişimlerini durdurmaları nedeniyle şimdiye kadar başarısızlıkla sonuçlanmıştı.

    WOO-SUK’UN YALANI
    Hwang Woo-suk adlı Güney Koreli bir bilim adamı, 2004 yılında bunu başardığını açıklasa da, sonra açıklamanın gerçeği yansıtmadığı ortaya çıkmıştı.

  • Görme bulanıklığı tümör belirtisi!

    Görme bulanıklığı tümör belirtisi!

    Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Erkan Üstün, beyin tümörünün baş ağrısı, koku almada azalma, görme bozukluğu ve işitme kaybı gibi belirtileri olduğunu belirterek, beyin tümörünün çocukluk ve yaşlılarda sık görüldüğünü, erken teşhisin ise tedavi şansını artırdığını kaydetti.

    Beyin tümörünün baş ağrısı, görme bozukluğu, koku almada azalma, işitme kaybı gibi basit belirtileri olduğunu dile getiren Prof. Dr. Mehmet Erkan Üstün, çocukluk çağında ve yaşlılarda sık görülen beyin tümörlerinde erken teşhisin tedavi şansını da artırdığını vurguladı.

    Hastalık konusunda uyarılarda bulunan Prof. Dr. Üstün, “Beyin tümörü, beyindeki hücrelerin anormal veya kontrolsüz büyümesi olarak tanımlanır. Tümörler, iyi huylu (kanser yapıcı olmayan) veya kötü huylu (kanser yapıcı) olabilirler. Beyinde yerleştiklerinden, iyi huylu bir tümör bile tehlikeli olabilir. Neden oluştuğu tam olarak bilinmeyen beyin tümörlerinin, çevre kirliliği, kalıtım, dengesiz beslenme gibi sebeplerden meydana geldiği düşünülür” dedi.

    BEYİN TÜMÖRÜNÜN BELİRTİLERİ

    Beyin tümörlerinin basit belirtileri olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Üstün, “Bunlardan biri baş ağrısı. Beyninde tümör olan hastaların büyük çoğunluğunda şiddetli baş ağrısı görülür. Son birkaç aydır ortaya çıkan bu baş ağrısı giderek şiddetini artırır, daha önceleri yaşanan ağrılardan daha farklıdır. Baş ağrısı ile birlikte bulantı ve kusma da gözlemlenebilir. İkinci belirti ise görme bulanıklığı. Beyin tümörü belirtilerinden biri de çift görme, bulanık görme, görmenin azalması ve göz kapağının düşmesidir.

    Bir diğer beyincik tümörü belirtileri olarak görülen konuşamama, anlama güçlüğü, konuşurken yanlış kelimeleri kullanmak da bir bulgu olabilir. Bir diğeri denge kaybı ve hissizliktir. Tümör belirtilerinden bir diğeri ise; dengesizlik, ellerde güçsüzlük, vücudun sağ ya da sol yarısında görülen uyuşmalardır. Son olarak sara nöbetleri (epilepsi).

    Bilinç kaybı olarak ya da olmaksızın istem dışı kasılmalar, panik atak tarzında kendini kötü hissetmeler bir epilepsi çeşidi olabilir. Özellikle 20 yaş sonrası ortaya çıkan bu tarz nöbetlerde beyin tümörü ihtimali düşünülmeli ve gerekli tetkikler yapılmalıdır. Ayrıca beyin tümörleri; hafıza kaybı, ani duyma kaybı, yutma güçlüğü, bozulmuş koku duyusu, kontrolsüz veya işlev bozukluğu olan hareketler, el titremesi, yüz felci gibi belirtiler de verirler” diye konuştu.

    “ERKEN TEŞHİS ÖNEMLİ”

    Erken teşhisin önemine vurgu yapan Prof. Dr. Üstün, “Beyin tümörlerinin erkenden teşhis edilebilmesi çoğu kez hastanın hayatını ve yaşam kalitesini etkiler. Bunun için hastanın bedeninde olan değişiklikleri erkenden fark edebilmesi ve vakit kaybetmeden hekime başvurması gerekir” şeklinde konuştu.

    Beyin tümörünün tedavisine de değinen Prof. Dr. Üstün, “Beyin tümörünün tedavisi; tümörünün tipi, yerleşim yeri, tümörün çapı, hastanın yaşı ve genel sağlığı gibi birçok faktöre bağlı olarak değişiklik gösterir. Tedavisi cerrahi operasyon gerektiren beyin tümörlerine, tümörün yerine göre bazı durumlarda sadece ışın ve ilaç tedavisi (kemoterapi) yapılır. Bazı hastalara ise ameliyat sonrasında ışın ve ilaç tedavisi (kemoterapi) uygulanır” ifadelerini kullandı.

    İHA

  • Hangi bölgede hangi estetik operasyonlar yapılıyor?

    Hangi bölgede hangi estetik operasyonlar yapılıyor?

    Türkiye’nin estetik haritasını çıkaran Op. Dr. Serkan Dinar, Karadeniz bölgesinde burun estetiğinin, İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da karın germe, yağ alma ve meme küçültme ameliyatlarının yaygın olduğunu belirtiyor. Ege’de göğüs büyütme ve liposuction, Akdeniz’de ise güneşin yoğun etkileri nedeni ile cilt lekelerinin tedavisine yönelik hücre spreyi tedavisine yoğun talep görülüyor. Marmara Bölgesi’nde ise tüm estetik operasyonlar yoğun olarak ilgi görüyor. Ayrıca Marmara Bölgesi’nde kadınlar kadar erkekler de estetik operasyon, özellikle saç ekimi yaptırıyor.

    Op. Dr. Serkan Dinar, Karadeniz Bölgesi’ndeki burun estetiği yoğunluğunu genetik geçişe bağlarken, Anadolu’da görülen karın germe, yağ aldırma ve meme küçültme operasyonu yaygınlığının hayvansal gıdadan zengin beslenmeye, fazla çocuk doğurmaya ve emzirmeye bağlı olduğunu aktarıyor.

    Türkiye’nin batısında ise estetik operasyonları daha çok dış görünüşe bağlı olarak tercih ediliyor. Ege Bölgesi’ndeki deniz ve güneşle iç içe geçen yaşam tarzı Egelileri meme büyütme ve estetik amaçlı liposuction ameliyatlarına yönlendiriyor.

    Akdeniz Bölgesi’nde güneşin tahrip edici etkisi nedeniyle ciltte lekelenme, Hatay Tarsus Adana bölgesinde vitiligo gibi cilt hastalıklarında yaygınlık nedeniyle hücre spreyi ameliyatları lazer tedavileri ve yine deniz kıyı şeridi olması nedeniyle meme dikleştirme ve meme büyütme ameliyatları yaygın olarak talep görüyor.

    Marmara Bölgesi Türkiye’nin estetik merkezi
    Marmara Bölgesi’nde en sık yapılan ameliyatlar burun estetiği, meme büyütme, meme dikleştirme, liposuction olarak dağılım gösteriyor. Ayrıca kadınların ekonomik bağımsızlığının daha yüksek olduğu bu bölge de yüz estetiği ile ilgili yüz germe, botox, dudak dolgusu gibi işlemler yaygın olarak uygulanıyor. Marmara Bölgesi’ni diğer bölgelerden ayıran bir başka unsur ise erkelerin de estetik operasyonlara sıcak baktığı bir bölge olması. Özellikle saç ekiminin yaygın olarak yapıldığı Marmara Bölgesi’nde erkeklerin kadınlar kadar talep gösterdiği bir diğer uygulama ise liposuction.

  • Göz sağlığı ile ilgili neler biliyorsunuz?

    Göz sağlığı ile ilgili neler biliyorsunuz?

    Avrupagöz Grubu Medikal Direktörü Prof. Dr. Ömer Kamil Doğan, göz ile ilgili bilinen ‘doğruların’ yanlış olduğuna dikkat çekiyor.
    Göz ile ilgili bugüne kadar doğru bildiğimiz ancak birçok yanlış bilgiyi barındıran kavramın varlığına dikkat çeken Avrupagöz Göz Grubu Medikal Direktörü Prof. Dr. Ömer Kamil Doğan, havucun görüşü arttırdığı bilgisinin de doğru bilinen yanlışlardan olduğunu vurguluyor.

    ‘Dinlendirici gözlük baş ve göz ağrısını azaltmaz, çünkü dinlendirici gözlük diye bir şey yoktur.’ diyen Prof. Dr. Ömer Kamil Doğan, sözlerine şöyle devam ediyor: “Özellikle gençlerde net görmede problem olmamasına rağmen astigmat ya da hipermetrop gelişebiliyor. Çocuklarda ise sıklıkla görülen çok yakından televizyon izlemek ya da kitap okumak sanıldığının aksine gözleri bozmayıp ancak bir göz bozukluğunun habercisi olabiliyor.”

    Prof. Dr. Ömer Kamil Doğan, dinlendirici gözlük kavramının da doğru bir tanım olmadığına dikkat çekiyor:
    “Gözlük rakamlarla ifade edilen değerlere sahiptir ve takıldığı zaman görmeyi daha iyi yapıyor ise kullanılmalıdır. Yaygın olarak kullanılan ve dinlendirici olarak bilinen gözlüklerin herhangi bir tedavi edici özelliği bulunmamaktadır. Ayrıca katarakt ile ilgili de benzer doğru sanılan yanlış bilgiler mevcuttur. Bunlardan bir tanesi kataraktın yalnızca yaşlılarda göründüğü bilgisidir. Katarakt yaşlılarda sıkça görülmekle birlikte gençlerde, bebeklerde ve çocuklarda da rastlanabilen bir rahatsızlıktır. Katarakt bir gözden diğer göze geçebilen bir rahatsızlık olmayıp çoğunlukla çift taraflı oluşmaktadır.”

    Göz sağlığı ile ilgili doğru bilinen yanlışlar
    – Çok ağlamak gözyaşını kurutmaz, çünkü ağlamak psikolojik bir olaydır ve gözyaşı, göz çevresindeki çeşitli dokular tarafından sürekli üretilir.
    – Gözlükten kurtulmak için ‘gözü çizdirmek gerekir’ tanımı doğru bir ifade değildir. Görme kusurunun tedavisi için uygulanan lazer (excimer) tedavisinde, gözün saydam tabakası belirli bölgelerde inceltilir. Çizmek gibi bir işlem yapılmaz.
    – ‘Bebekler gözlük takmaz’ yine yanlış olarak bilinen ifadelerdendir. Göz muayenesi doğuştan itibaren yapılabilir ve 3 aylıktan itibaren bebekler gözlük takabilir.
    – ‘Bebeklerdeki şaşılık büyüdüğünde geçer’ yine doğru bilinen yanlışlardandır. Bebeklerdeki bazı şaşılıklar tedavi edilmediğinde ileriye dönük kalıcı görme kayıpları (göz tembelliği) gelişebilir.
    – Katarakt tekrarlayıcı bir unsur değildir, bazen katarakt ameliyatından sonra, göz içine yerleştirilmiş olan merceğin arkasındaki zarda kesifleşme olabilir ve bu yanlış olarak ‘katarakt tekrarladı’ şeklinde bilinir.
    – Göz damlası damlatıldıktan sonra gözü sık kırpıştırmak gerekli değildir. Çünkü göze damla uyguladıktan sonra bir dakika süre ile gözü uyut gibi kapatmak gerekir. Gözün sık kırpıştırılması, gözyaşı kanalı vasıtası ile damlanın burun boşluğuna geçerek etkisinin azalmasına yol açar.

    Avrupagöz Grubu Medikal Direktörü Prof. Dr. Ömer Kamil Doğan, göz ile ilgili herhangi bir rahatsızlık hissedilmesi durumunda ise hastaların, teşhis ve tedavi sürecini en kısa sürede başlatması gerektiğini de sözlerine ekliyor.

  • Diyabette doğru bilinen yanlışlar

    Diyabette doğru bilinen yanlışlar

    İnsülin bağımlılık yapar mı? Şeker hastalığı kısırlığa neden oluyor mu? Tip 2 diyabet, yaşlı hastalığı mıdır? İşte soruların yanıtları!

    Halk arasında şeker hastalığı olarak bilinen diyabette, egzersiz ve diyet tedavinin ömür boyu sürecek ayrılmaz bir parçası olurken, insülinin bağımlılık yapabildiği ve hastalığın kısırlığa yol açabildiği bilgileri gerçeği yansıtmıyor.

    Uzmanlar, stresin kan şekerinde etkili olabildiğini, ancak yüksek rakamların bununla açıklanamayacağını, altta yatan nedenlerin tespit edilmesi gerektiğini belirtiyor. Ani kan şekeri düşüklüğünde de “sinirlilik” halinin etkili olabildiğini ifade eden uzmanlar, kan şekeri yüksekliğinde ise bir etkisinin bulunmadığına dikkati çekiyorlar.

    Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Berrin Demirbaş, şeker hastalığı olarak bilinen diyabetin, pankreasın yeterli miktarda insülin hormonu üretmemesi ya da ürettiği insülin hormonunun etkili şekilde kullanılamaması durumunda geliştiğini söyledi.

    Demirbaş, diyabet hastalarının vücudunun, yediği besinlerden kana geçen şekeri kullanamadığını ve kan şekerinin yükseldiğini, gün içinde çok su içme, sık idrara çıkma, yorgunluk ve açıklanamayan kilo kaybının, hastalığın öne çıkan belirtileri olduğunu ifade etti.

    Demirbaş, diyabetin yaklaşık yüzde 90’ının erişkinlerde görülen Tip 2, yüzde 5-10’unun ise çocuklarda görülen Tip 1 şeklinde olduğunu, halk arasında diyabetle ilgili doğru bilinen birçok bilginin yanlış olduğunu söyledi.

    TİP 2 DİYABET YAŞLI HASTALIĞI MIDIR?

    Tip 2 diyabetin erken tanı konulduğunda ve düzenli ilaç kullanımı halinde tedavi edilebileceğini belirten Demirbaş, bu hastalarda egzersiz ve diyetin yaşam boyu devam etmesi gerektiğinin altını çizdi.

    Demirbaş, son yıllarda özellikle şişman ve hareketsiz çocuk sayısının artışına bağlı çocuk ve genç yaş grubunda da Tip 2 diyabetin görülmeye başladığına işaret etti.

    DİYABET HASTALARI “STRESTEN” ŞİKAYETÇİ

    Stresin kan şekeri üzerinde etkili olduğunu anlatan Demirbaş, genellikle hastalarının stresten şikayetçi olduklarını dile getirdi. Demirbaş, şöyle devam etti:

    “Hastalar, stres sonrasında kan şekerlerinin yükseldiğini ifade ediyorlar. Bu, bir bakıma doğrudur. Örneğin; kan şekeri 100 mg/dl olan birinin, stres sonrası 160 ve 170 mg/dl çıkması stresle açıklanabilir. Ama 300-400 mg/dl gibi yüksek rakamlar, kesinlikle stres ile açıklanamaz.

    Stresin, şekeri bu kadar da yükseltmeyeceğini bilmeli, hasta önlemini buna göre almalıdır. Stres belki hastanın diyet düzenini bozmasına, ilaçlarını aksatmasına neden olup şekerini yükseltebilir. Bu anlamda da kan şekeri yüksekliğine katkısı olabilir. Ancak hastanın stresten öte başka nedenleri araştırması ve bunlara ait önlemleri alması gerekir.”

    “ANİ KAN ŞEKERİ DÜŞÜKLÜĞÜ SİNİRLİLİK YAPABİLİR”

    Diyabetik hastaların, kan şekeri düzenli seyrettiği sürece sinirli olmayacaklarını vurgulayan Demirbaş, “Diyabette ani kan şekeri düşüklüğü olursa sinirlilik olabilir. Kan şekeri yüksekliği sinirlilik yapmaz” dedi.
    Şeker hastalarına ara öğünlerde meyve yemesi önerildiğini ve bunların porsiyon şeklinde olduğunu anlatan Demirbaş, bir bardak meyve suyu elde edilmesi için birkaç meyvenin sıkıldığını, bunun da hasta için arzu edilen ölçünün üstünde olduğunu söyledi.

    Demirbaş, sıvı gıdaların çok hızlı emildiğinden kan şekerini hızla yükselttiğini ifade ederek, şeker hastalarına hem sindirim sisteminin iyi çalışması hem de kan şekerinin iyi seyretmesi için meyve suyu içilmesi yönündeki önerilerin doğru olmadığını, bunun yerine meyvenin olduğu gibi tüketilmesi gerektiğini bildirdi.

    “DİYABETLİNİN KISIR OLACAĞINA İLİŞKİN BİLGİ YANLIŞ”

    Demirbaş, diyete bağlı kalmayan hastalarda şişmanlık görülebileceğini işaret ederek, diyabet hastalarının kısırlık sorunu yaşayacağına ilişkin bilginin yanlış olduğunu aktardı.
    Gebelik planlamasından 3 ay önce diyabet hastası anne adayına insülin tedavisi başlanacağını ve kan şekeri ayarlandıktan sonra hamile kalınabilineceğini anlatan Demirbaş, şeker hastası olan erkeğin de kan şekeri kontrol altındayken cinsel fonksiyonunda problem yaşanmayacağını belirtti.

    “İNSÜLİN BAĞIMLILIK YAPMAZ”

    Demirbaş, insülinin bağımlılık yapan bir madde olmadığını ve istenildiği zaman bırakılıp hap tedavisine geçilebileceğini dile getirdi.

    Sadece şekerli gıdaları tüketmeyerek kan şekerinin kontrol altına alınamayacağına dikkati çeken Demirbaş, “Diyabetik kişinin alması gereken kalorinin yüzde 50’si karbonhidrat, yüzde 30’u yağ, ve yüzde 15-20’si protein olmalıdır. Yağın içeriğinde yüzde 7’den azı doymuş yağ (tereyağı), yüzde 7 oranında çoklu doymamış yağ (ayçiçek yağı, soya yağı ve mısır özü yağı), yüzde 10-15’i tekli doymamış yağ (zeytinyağı) olmalıdır. Karbonhidrat alırken özellikle lifli gıdalar tercih edilmelidir. Diyabetik diyette tatlı gıdaların tüketilmesi yasaktır. Ayrıca bal direk glukoz içerdiğinden diyabetik bireyler için yasaktır.”

    AA

  • İnfertilite Çiftlerin Psikolojisini Nasıl Etkiler?

    İnfertilite Çiftlerin Psikolojisini Nasıl Etkiler?

    İnfertilite Çiftlerin Psikolojisini Nasıl Etkiler?

    Günümüzde 100 çiften 15’i istedikleri zaman anne-baba olma yetisine sahip değildir. Bunu fark ettiklerinde, fark edip bu yola çıktıklarında ise aşmaları gereken psikolojik bir sürecine girerler. Bahçeci Sağlık Grubu Umut Tüp Bebek Merkezi Psikolog Yasemin Topçu, “Kimi zaman bu süreç ayrılıklarla noktalanır kimi zaman ise çiftler daha fazla birbirine kenetlenir.” dedi…

    İnfertilite çiftler için gittikçe yaygınlaşan bir sorun haline geldi. Kadının kariyer merakı çiftlerde ileri yaş infertilite sorunun yaşanmasındaki sebebi artırırken, erkek de modern yaşamın getirdiği olumsuzluklara bağlı olarak sperm kalitesi sorunu gündeme gelmeye başladı. Çiftlerin evlat sahibi olamama sorunu fark etmesi ise karşılarına aşmaları gereken bir süreci getirdi. Bahçeci Sağlık Grubu Umut Tüp Bebek Merkezi Psikolog Yasemin Topçu konuyla ilgili şu açıklamalarda bulundu.

    İnfertilite Tedavi Süreci Eşlerde Farklı Duygu ve Tepkiler Yaşatır!

    Kadın ve erkek evlat sahibi olamama sürecini farklı duygularda ve farklı tepkilerde yaşar. Genellikle teşhis konulduktan sonra çocuk sahibi olamamayı; suçluluk duygusu, red etmek, öfke nöbetleri ‘neden ben’ ‘niçin ben’ ‘herkes gebe kalıyor, ben niye kalamıyorum?’ ‘Allahım nerede yanlış yaptım?’ gibi duygularla yaşayabilir ‘doktor yanlış teşhis koydu’, ‘tahlil sonuçları yanlış çıktı’ gibi söylemlerle de inkar yoluna gidebilirler. Bunu izleyen süreçte aşırı alkol-sigara tüketimi, dikkat güçlüğü, ağlama krizleri, yeme bozuklukları, asosyallik, nedeni belli olmayan ağrılar ortaya çıkabilir. Tekrar başka doktora gidilir, tekrar testler yaptırılır… İnkar aşaması hastadan hastaya göre de değişir. Bazıları bir problem yokmuş gibi davranıp bir yıl hiçbir şey yapmazken, bazıları da süreci hemen tamamlayıp tedaviye başlayabilir. Teşhis ve tedavi süreci eşlerin evlilik yaşamlarında aşmaları gereken en önemli barajı oluşturur.

    İnfertilite Kişilik Değil, Tıbbı Bir Sorundur!

    Doğurganlık yetisinin olmaması çoğu kişide başarısızlık olarak da algılanabilir. Halbuki bu tıbbi bir sorundur. Burada kabullenilmesi ve çiftlere söylenmesi gereken nokta şudur; doğurganlık yani infertilite sorunu bir kişilik sorunu değildir.

    Tedaviyi etkileyen diğer önemli etken; strestir. En yoğun stresi yaşayan vakalar arasında ABD’de yapılan bir araştırmada kanser vakalarının ardından ikinci sırada infertil çiftler yer alıyor. Bu araştırma şu gerçeği ortaya koyuyor; infertil olmak önemli bir stres kaynağıdır, infertilite tedavisi de ayrı bir stres kaynağıdır… Süreç bir kısır döngü içerisinde yaşanır. Stres infertiliteyi artırır, infertilite de stresi… Tüm bu süreç başta yumurta ve sperm kalitesi olmak üzere tedaviyi olumsuz etkiler.

    İnfertilite Çiftlerin Psikolojisini Nasıl Etkiler?

    Kadının doğal içgüdüsüdür, anne olmak. Bu nedenle problem kim de olursa olsun çözüm arayan, moral veren, tedaviye zorlayan, mücadele eden, sabır gösteren, doktoru bulan, gerektiğinde kolundaki bileziği bozduran kadındır. Doğurganlık kadınla başladığı için tedavi aşamasında da kadın fiziksel olarak yorulur.

    Erkekte yaşanan sorunlar ise tamamen farklıdır. Erkek bu konuları konuşmamayı, içinde yaşamayı tercih eder. Çevresel ve ailevi faktörlerden daha az etkilenir. Kadın ise çevresel ve ailevi faktörlerden daha çok etkilenir. Anne, kayınvalide, sıradan bir arkadaş toplantısında bile kendisine çocuk veya tedavi süreci ile ilgili sorular yönlendirilir. Kadının psikolojik yükü daha ağırdır öyle ki erkeğin infertil olması iktidarsızlık olarak algılandığı için kadın çoğunlukla problemi kendisinden kaynaklıyormuş gibi göstermeye bile çalışır. İnfertil olduğunu öğrenen erkek iç dünyasına sığınır, sigara veya alkol kullanımını artırır, evden uzaklaşma dahi yaşayabilir. Kadının her söylediğini suçlayıcı bir yorum olarak algılar, öfke kusar, kendisini kusurlu ve özürlü olarak algılar. Ve tüm bunları kendi iç dünyasında yaşar. Oysa kadının yükü daha ağır olmasına rağmen kadın çoğu zaman yaşadıklarını olduğu gibi kabul etmeye eğilimlidir. Erkek infertilitesinde yaşanan inkar sürecinde erkeğin eşini boşayıp, ikinci eşiyle tedaviye başladığı vakalar bile olabilir. Çünkü birçok vakada erkek infertilitesinde çözüm bulmak daha kolaydır. Fakat bu sırada kadının yaşı ilerlediği için tedavide başarısızlık gündeme gelir. Bu durumda erkek eşinden boşanıp daha genç bir kadınla evlenip, çocuk sahibi olmayı deneyebilir. Sonuç olarak; evliliklerde erkek kaynaklı infertilite olduğunda boşanma olayı daha az yaşanırken, kadın infertil olduğunda daha az boşanma yaşandığı gözlemlenmektedir.

    Uzmandan Psikolojik Destek Almaya Şart mı?

    Çiftlerden biri ya da ikisinde tedavi başlamadan veya tedavi başladıktan sonra baş-mide gibi ağrılar, dikkat toplamada güçlükler, ağlama krizleri, gerginlik, yeme bozukluğu, iştahsızlık, sigara veya alkol kullanımında artış, öfke nöbetleri yaşanıyorsa psikolojik destek alınmasını önerilir. İnfertilite tedavisi sırasında stresten uzak durmanın hem tedavi hem de birey üzerinde olumlu etkileri vardır. Kişinin yaşadığı stres tedavinin başarısı kadar önemlidir. Tedavinin olumlu yönde ilerlemesi için stresi kontrol altında tutmak gerekir. Bu süreçte eşler birbirine destek olmalıdır. Çiftlere hayatlarının en sakin döneminde tedaviye başlamalarını, iş, eş ve aile problemlerinin minimumda olduğu dönemde tedaviye başlamalarını önerilir. Çünkü tüp bebek tedavileri zaten doğal bir stres kaynağıdır. Özetle; infertil olmak bir stres, infertilite tedavisi ayrı bir strestir. Sonu belli olmayan sonucu belli olmayan bir infetilite tedavisi olmak, sonucu bilinmeyen bir şey için emek ve para harcamak, umut etmek yeterince stres kaynağı oluşturur.

  • Kalın derili burunlarda burun estetiği

    Kalın derili burunlarda burun estetiği

    Burun estetiğinde deri, yaptığımız heykelin üzerine örttüğümüz kumaştır. Kumaş-deri ne kadar parlak, ince, yağ bezlerinden fakirse o kadar alttaki formu daha iyi gösterir. Deri, kalın yağ bezlerinden zengin ve çok sayıda siyah noktalı ise sonuç olumsuz etkilenir.

    “Redrape” kelimesini tam olarak Türkçe’ye çeviremiyorum ama açıklayayım. Derinin inceliği, kalınlığı bu aşamada etkili. “Redrape” burun derisini kaldırıp, altındaki kıkırdak ve kemiklere şekil verdikten sonra, derinin yeni burnumuza tekrar adapte olmasıdır. İnce derinin adaptasyonu kolay olurken, kalın deri daha zor adapte olur.

    Kalın deri:

    Türk insanında, kalın derili burun yapısı, sık olarak görülür. Bu nedenle, bu yazıyı okuyan çok kişi şu cümleyi duymuştur yada duyacak.  “SENİN DERİN KALIN, GÜZEL OLMAZ”. Kalın derili burunlarda çözüm üretemiyorsak, 5 kişiden 1 kişiyi hiç ameliyat etmememiz lazım. Ben, kalın derili ve burun estetiği isteyen hastalarıma, durumu iyice anlatıyorum ve ameliyat ediyorum.

    Kalın deri neden burun estetiğini zorlaştırır?

    Burun derisi, alttaki kıkırdaklara tam oturmaz. Merdivene bir halı serildiğinde, tam köşelerin oturmaması gibi. Kalın derili hastalarda, burun, daha fazla şişer. Ameliyattan sonraki dönemde, şişlik nedeniyle ilk halinden daha büyük görünebilir. Şişlik, açık teknikte daha fazladır ve daha uzun sürer.

    Kalın derili burunlarda, açık teknik mi, kapalı teknik mi, daha başarılı?

    8 yıl önce genelde açık teknik yapıyordum. Erkek hastalarımda ve kalın derili kadın hastalarımda, istediğim kadar burnu küçültemediğim için kapalı teknik sayım arttı. Burun derisinin en kalın olduğu yer burun ucudur. Açık teknikte de burun ucu ödemi uzun sürer. “Bekle inecek” “daha erken bekleyin lütfen” cümleleri kurmaktan yorulmuştum. İnsanlar 1 yıldan daha önce sonuç görmek istiyorlar. Kapalı teknik ile kalın derili hastalarda, daha iyi sonuç alabiliyorum. İnce deride bu fark daha az. Kalın deride açık teknik tercih edilirse, burun altında ince deriye göre belirgin iz kalıyor.

    Ameliyatta derimi inceltemez misiniz?

    Önemli Soru şu: Derinin tam olarak neresi kalın? Deri, tüm örtücü yumuşak doku için kullanılıyor. Bu doğru değil. Örtücü yumuşak dokular içerisinde sırayla, kıkırdak ve kemik zarı, kıkırdakları arası ligamentler, derin yağ dokusu, kas dokusu, yüzeysel yağ dokusu ve en son deri bulunur. Deri inceltme işleminde, teknik olarak derin tabakalar çıkartılır. Yani, kalın derili burunlarda, alttaki ligament ve kasları çıkartmak, benim hiç bir zaman aklıma yatmadı. Kası ve ligamentleri olmayan burun, et yığını gibi geliyor bana. Burun kaslarının solunuma büyük etkisi var. Kaslar çıkartıldığında, burun kanatları derin nefes alırken kapanabiliyor. Bu olmasın diye, yapısal rinoplasti denilen bol kıkırdak greftleme yapılınca da burun hem büyüyor hem de sertleşiyor. Ben kalın derili hastalarda, yumuşak doku inceltmesi yapmıyorum, faydalı olduğuna da inanmıyorum. Çünkü , temel problem, en üst tabaka olan derinin kalın olması.

    Deriyi inceltmenin başka yolu yok mu?

    Evet var. Kalın derili burunlarda, deri eklerinden olan, en üst tabakanın içindeki yağ bezlerinin sayısı ve hacmi fazla oluyor. Yağ bezleri ile derin ve yüzeysel yağ tabakasının birbiriyle isim benzerliği dışında, hiç alakaları yok. Derideki yağ bezlerinin hacmini ve sayısını azaltacak ilaçlar var. İzotretionin etken maddesi (Roaccutane, aknetrent, zoretanin,.) içeren ilaçlar, derinin yağ bezlerinin sayısını azaltır ve deriyi inceltir.  Bu tedaviyi almak kolay değil.  Ciddi yan etkileri var. Geçmeyen  sivilce problemi olanlar kullanıyorlar ve hastalar çok fayda görüyor.

    Diğer bir yöntem ise cilt soyma. Deriye uzun süre düşük dozda A vitamini kremleri kullanarak, deride incelme sağlanabiliyor. Burun derisinde, siyah nokta çoksa ameliyattan sonra, daha fazla şişiyor ve sivilce sık görülüyor. Ben, mutlaka ameliyattan 1 hafta öncesinde, 1-2 defa cilt bakımı öneriyorum. Basit bir cilt bakımı bile çok faydalıdır.

    İçten bantlama

    Burun estetiği isteyen hastamızın, derisi ince ise, ek tedbir almasınız bile deri alttaki anatomiye kolay adapte olur. Ancak, kalın deri oturmaz. Bu da yuvarlaklaşma yapar. Derinin “redrape” denilen adaptasyonunu şansa bırakmamak için ameliyatıma, 15 dakikalık ek bir işlem ekliyorum. Burun derisinin, en çok kabardığı noktaları, alttaki kıkırdaklara dikiyorum yada teyelliyorum. İçten bantlama, kalın derili hastalardaki yuvarlaklaşma olayını azaltıyor. Burun derisinin, adaptasyonu arttığı için burnu daha fazla küçültebiliyorum.

    Derinin kalınlığı dışında et fazla ise ne yapacağız?

    Bazen, burun yan etleri o kadar kalın, geniş ve sarkık oluyor ki, sadece burun estetiği ile küçültmek mümkün değil. Bu hastalarda, burun kanatlarını tabandan ve delik içlerinden deri çıkartarak yukarıya alıyoruz. Bu ciddi bir küçülme sağlıyor.

     

    Op.Dr. Barış Çakır
    Estetik Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı
    bariscakir.com

    Dr. Barış Çakır Facebook 

    Dr. Barış Çakır Twitter

    İlgili Konuları ;
    – Burun ameliyatlarında “Mandal Burun” tehlikesi
    – Burun estetiğinde doğal görünüm için Poligon Rinoplasti
    – Burun estetiğinde içten bantlama tekniği
    – Burun nefes problemleri
    – Burun estetiğinde kapalı teknik mi ? açık teknik mi ?
    – Gülerken diş etlerinizin çok görünmesi (Gummy Smile) 

  • Vitrin Hastalığına Dikkat

    Vitrin Hastalığına Dikkat

    Dikkatli olun! Bir ileri yaş hastalığı olan ve daha çok da 50’li yaşlardan sonra ortaya çıkan Spinal Stenoz’a erken yaşlarda da yakalanmak olası…

    Emsey Hospital’dan Ortapedi ve Travmatoloji Uzmanı Doç. Dr. Mustafa Özdemir konuyla ilgili bilgiler verdi ve neden bu hastalığa vitrin hastalığı dendiğini açıkladı.

    Spinal Stenoz nedir?

    Spinal stenoz, halk arasında dar kanal olarak bilinen bir hastalık olup, polikliniklere başvuran tüm hastalar içerisinde boğaz enfeksiyonlarından sonra 2. veya 3. sıklıkta görülen bir hastalıktır. Genellikle bel omurlarında görülmekle birlikte boyun omurlarında da olabilir. Tanımı şu şekilde yapılabilir. Omuriliğin geçtiği kanal ve omurilikten çıkan sinirlerin geçtiği deliklerin bir şekilde daralmasına verilen isim dar kanal veya spinal stenoz’dur.

    Bu hastalığın pek çok sebepleri vardır. Fakat en sık rastlanılanı omurgadaki dejenerasyonlardır. Omurgamızda, bel bölgesinde beş tane omur vardır ve bundan en ortada olan üç omur arasında bu hastalık en sık görülür. Fakat bu hastalığa sebep olan sadece dejenerasyon değildir. Omurilik ve omurilikten çıkan sinirlerin kanallarını daraltan her türlü sebep, dar kanal hastalığını oluşturabilir.

    Mesela doğuştan kanal dar olabilir; enfeksiyonlar, tümörler, kırıklar, kırık sekelleri, fıtıklar bu hastalığa sebebiyet verebilir. Aynı zamanda omurgadaki bazı eğrilikler bu hastalığı meydana getirebilir. Bu eğrilikler gençlik çağından kalma eğrilikler olabildiği gibi sonradan çıkan eğrilikler de olabilir ve bunlarda karşımıza dar kanal veya Spinal Stenoz olarak çıkarlar.

    Spinal Stenoz hastalarının şikayetleri nelerdir?

    Spinal Stenoz hastalarının şikayetleri, bel ağrısı ve ayaklara vuran ağrı şeklinde seyreder. Bu hastalıkta tipik olarak nörojenik kladikasyo denen bir durum oluşur. Hastalarda ayakta durmak ve yürümekle bel ile bacak ağrıları oluşur. Dinlenmek ve öne doğru eğilmekle şikayetleri azalır. Bu yüzden ileri yaşlarda görülen bu dar kanal hastalığına maruz kalanlar, yürümekle başlayan ağrılarını gidermek için belli bir süre dururlar ve buna tipik olarak vitrin hastalığı denilir. Çünkü ağrılarını geçirmek için etrafa veya vitrinlere bakarlar. Ağrıları geçtikten sonra yürümeye devam ederler.

    Yavaş ilerleyen bir hastalık olduğu için ciddi sinir arazları ve felçler olmaz. Bu durumda belli bir sinir değil, pek çok sinirler etkilenmektedir. Nörojenik kladikasyo bazı durumlarla da karışır. Özellikle damar sertlikleri ve damar tıkanıklıklarında da benzer şikayetler oluşturur.
    O yüzden bu hastaların teşhislerinde, mutlaka damar muayenelerinin de yapılması gerekmektedir.

    Radyolojik muayeneler nasıl olmaktadır?

    Muayene bulguları içerisinde üzerinde durmamız gereken en önemli unsur radyolojik muayenelerdir. Burada, direkt röntgenler ile beraberinde manyetik rezonans ve bununla beraber gerektiğinde Myelo-MR çekilerek darlıkların nerede ve ne miktarda olduğu tespit edilir.

    Spinal Stenoz tedavisi nasıl yapılır?

    Öncelikle ameliyatsız tedavi edilmesi gerekir. Pek çok Spinal Stenoz vakasında %80’e varan oranda ameliyatsız olarak iyileşme sağlanabilir. Ancak ameliyatsız yöntemlerde başarısız olunur ve beraberinde ciddi sinir arazları ortaya çıkarsa cerrahi tedavi yapılması şarttır. Hastalığın miktarına, kaç segment tuttuğuna, beraberinde eğrilikler olup olmadığına ve kaymaların varlığına göre muhtelif tedaviler gerçekleştirilebilmektedir.

    Bel kayması nasıl oluşur? Nasıl tedavi edilir?

    Bel hastalıkları içerisinde sık görüleni bel kaymalarıdır. Bunun tıbbi ismi Spondilolistezis’dir. En sık bel bölgesinde görülür fakat boyun omurlarında da olabilir. Spondilolistezis muhtelif sebeplerle meydana gelir. En az beş nedeni vardır. En sık görüleni istmik olarak bilinenidir. Omurgada çok zayıf bir nokta olan pars bölgesinde bir kırık oluşur ve bu kırık neticesinde iki omurun birbiri ile olan ilişkisi bozularak bir omur, bir alttaki omura göre öne doğru kayar. Bu sık bilinen ve sık görülen bir bel kayması sebebidir.

    Fakat bunun dışında direkt travmalar, enfeksiyonlar, tümörler, dejenatif sebepler ve doğuştan bel kaymaları da olmaktadır. Bel kaymaları dar kanal ile aynı şikayetleri verir ve tedavileri de birbirlerine oldukça benzemektedir. Bel kaymaları, omurganın %25-50’ye kadar kaydığı durumlarda ameliyatsız tedavi edilir. %50’den daha fazla olan kaymaları, doğuştan olan kaymaları ve cerrahi dışı tedaviler yapılmasına rağmen sonuç alınamayan vakaları ameliyat etmek gerekmektedir.

  • Yanlış fırçalama dişleriniz dökülebilir

    Yanlış fırçalama dişleriniz dökülebilir

    Ege Üniversitesi (EÜ) Diş Hekimliği Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nurselen Toygar, yanlış fırçalamanın diş etlerinin çekilmesine, çene ile bağların zayıflamasına ve diş kaybına neden olduğunu belirtti.

    Toygar, dişleri çene kemiğine tutan bir takım bağların olduğunu, bunların zayıflamasının ve diş etlerinin çekilmesinin sallanmaya neden olduğunu anlattı.
    Ağzında hiç çürük olmamasına rağmen dişleri sallanan hastaların çokluğuna işaret eden Toygar, şöyle konuştu:

    “Hastalar dişlerini günde 3 kez fırçaladıklarını söylüyor. Fırçaları, macunları iyi, ağızda çürük yok ancak diş sallanıyor. Bunun en büyük nedeni fırçalama tekniğinin iyi bilinmemesi. Buna uyulmadığı zaman diş kaybı yaşanır. Yanlış fırçalama diş etlerinin çekilmesine, çene ile bağların zayıflamasına ve çürük olmasa bile diş kaybına neden oluyor.

    AYAKKABI FIRÇALAR GİBİ OLMAZ

    Günde 3 kez fırçalamak önemlidir ama ayakkabı fırçalar gibi değil tekniğini bilerek bunu yapmak esas olandır. Ön, kesici, yan dişleri yukarıdan aşağıya ve hafifçe dairesel hareketlerle, alt kesicilerimizi de aşağıdan yukarıya süpürerek, alt azı dişlerimizi yine rotasyonlu süpürme hareketlerle, iç tarafları da bu şekilde fırçalamak gerekir. Eğer fırçalamayı bu şekilde yapmazsak o zaman diş eti sağlığını korumamış oluruz. Dolayısıyla bir süre sonra diş iltihaplanmalarına, bağ zayıflamasına, dişin çene kemiğiyle olan ilişkininin zayıflamasına ve diş kaybına uğranacaktır.”

    “DOĞRU FIRÇALAMA YAPILIP YAPILMADIĞI KONTROL EDİLMELİ”

    Bu tür sorun çeken hastaların ilk evrede diş hekimine görülmesi halinde tedavi görebileceğini dile getiren Prof. Dr. Toygar, belli aralıklarla sağlık kuruluşlarına başvurmanın önemine değindi.

    Nurselen Toygar, şöyle devam etti:
    “Hastanın dişi yeni sallanmaya başlamışsa sabitleme tedavisi yapılır. Çok ileri derecede sallanma olmuşsa yapılacak bir şey yoktur ve o dişin çekilmesi gerekir. Sigara içenlerde diş taşı çok görülür. 6 ayda bir bunların temizlenmesi ve doğru fırçalama yapılıp yapılmadığının kontrol edilmesi lazım. Fırçanın şekline, sertliğine, yumuşaklığına da kişinin kendisi değil hekim karar vermeli. Bunlara dikkat edilirse dişler insanlara uzun yıllar hizmet eder.”

  • Kafein bağımlısı mısınız?

    Kafein bağımlısı mısınız?

    Uzmanların araştırmalarına göre, kafein bırakıldığında iş düzeni aksıyor, sosyal fonksiyonlar engelleniyor ve grip olmuş hissi yaşanıyor.

    National Geographic Dergisi’nin ‘Kafein’ isimli makalede, kafein bağımlılarının kahve, alkolsüz içki, enerji içeceği veya çay içmeyince kendilerini neden uyuşuk ve kötü hissettiklerine açıklık getirildi.

    Johns Hopkins Tıp Fakültesi’nden davranışsal biyoloji ve nöroloji profesörü Roland Griffiths, vücutta kafeinin azalmasının yol açtığı bu etkilerin, kesinlikle psikolojik bir rahatsızlık olduğunu iddia ediyor.

    Semptomların tetikçileri

    Ayrıntılı bir ‘kafein azalması’ çalışması yapan Prof. Griffiths’e göre, yapılan araştırmalar, günde sadece yarım fincan kahveye denk 100 miligram kafein tüketen kişilerin, kafein azalmasını tetikleyecek fiziksel bir bağımlılık kazandıklarını kanıtlıyor. Düzenli kafein kullanıcıları kafeinin iyi huylu (hafif) bir uyarıcı olduğunu bilseler de, çoğu kafein kullanımına ani bir ara vermenin bazen rahatsız edici belirtiler vereceğinden habersizler.

    Araştırmaların sonucuna göre, kafein azalması semptomları 5 gruba ayrılıyor:

    – Baş ağrısı
    – Aşırı yorgunluk veya uyuklama
    – Depresyon veya aşırı alınganlık
    – Konsantrasyon bozukluğu
    – Mide bulantısı, kas ağrısı ve tutukluğu da içeren grip benzeri belirtiler.

    Grip olmuş hissi yaşanıyor

    Prof. Griffiths, düzenli kafein kullanıcılarının en azından yarısının, kafein kullanımını bırakma veya ara verme halinde bu belirtilerle karşılaşacaklarını söylüyor ve ne tip bir kafein ürünü kullanılırsa kullanılsın, semptomların ortaya çıkacağını sözlerine ekliyor. Kafein bırakıldığında bırakanların yüzde 13′ünde önemli klinik sıkıntılar ortaya çıkıyor. İş düzeni aksıyor, sosyal fonksiyonlar engelleniyor ve yatağa giderken grip olmuş hissi yaşanıyor.