Kategori: Sağlık

  • Burun eti büyümesi nasıl tedavi edilir ?

    Burun eti büyümesi nasıl tedavi edilir ?

    Burun eti büyümesi çeşitli sebeplerle ortaya çıkabilmektedir.  Burun deviasyonu, alerjik nezle varlığı, kronik sinüzit, reflü, tiroid hormon bozuklukları, kronik sigara içiciliği, kötü hava koşulları gibi bir çok faktör burun eti büyümesine neden olabilmektedir.

    Burun etlerinin büyümesi burun tıkanıklığı, nefes alamama, başağrısı, horlama, sabah yogun uyanma gibi bir çok şikayete sebep olabilmektedir.

    Burun eti büyümesi sorununun ortadan kaldırılması, hastalarımızı oldukça rahatlatmaktadır ve mevcut şikayetleri ortadan kaldırmaktadır.

    Bu sorunun çözümünde izlenecek ilk yol tabiî ki ilaç tedavisidir. Alerji ilaçları ve burun etini küçülten ilaçlar belli bir süre kullanılabilir.

    İlaç tedavisiyle gerileme olmuyorsa bu durumda burun eti küçültme yöntemleri, farklı tedaviler şeklini almaktadır.

    Bu konuyla ilgili tedavi yöntemleri de son zamanlarda oldukça değişmiş durumdadır. Burun etinin radyofrekansla küçültülmesi bunlardan birisidir. Burun eti büyümelerinin yaklaşık % 80 i radyofrekansla küçültülebilmektedir.

    Lokal anestezi altında yapılabilen basit bir girişim olan radyofrekans yöntemi 5-10 dakika süren kısa bir işlemdir ve işlem sonrası hastalarımız aynı gün bile işlerine devam edebilmektedir.

    Radyofrekans ile küçülmesi mümkün görülmeyen burun eti problemleri varsa, bu sorun endoskopik burun eti küçültme yöntemleriyle ortadan kaldırılabilir.

    Op.Dr.Muhammet DİLBER
    Nose Estetik “Estetik Burun Ameliyatları”
    www.noseestetik.com , www.muhammetdilber.com

    Op.Dr.Muhammet Dilber Facebook 
    Op.Dr.Muhammet Dilber twitter

    İlgili yazıları ;

    – Burun estetiği ile birlikte yapılan operasyonlar 
    – Burun şekli nefes almayı etkiler mi ?
    – Doğal burun estetiği
    – Burun operasyonu öncesi öneriler
    – Burun estetiği operasyonlarında doğru zaman ?

  • Skolyoza neden olan hastalıklar hangileri?

    Skolyoza neden olan hastalıklar hangileri?

    Skolyoz aslında bir hastalık değil, bir bulgu. Çeşitli hastalıklar skolyoza neden olabiliyor. Ayrıca altta yatan asıl hastalığa bağlı olarak farklı şekillerde ve omurganın farklı bölgelerinde oluşabiliyor. Aynı hastalığa bağlı skolyozda bile eğrilikler kişiden kişiye değişiyor. Skolyoz her hastada kendine has bir şekilde görülüyor, buna göre tedaviden alınan sonuç değişebiliyor. Skolyoz Farkındalık Ayı nedeniyle, Acıbadem Maslak Hastanesi Omurga Sağlığı Merkezi’nden Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Alanay’a, skolyoz hakkında merak edilenleri sorduk.

    Skolyoz nasıl görülüyor?

    Vücuda arkadan bakıldığında normal omurga düz bir görünümdedir. Kişinin gövdesine yandan baktığınızda ise omurgada normal bir takım eğrilikler görülür. Göğsün üst bölgesinde normal bir kamburluk veya kifoz varken boyun ve omurganın alt bölgesinde içe doğru bir eğrilik vardır. Skolyozlu bir omurgaya arkadan bakıldığında ise yana doğru bir eğrilik görülüyor. Bu da kişiye yana doğru eğiliyormuş gibi bir görüntü veriyor. Bu durumun da kötü postür (duruş) ile karıştırılmaması gerekiyor. Skolyoz ile birlikte sık sık yan planda da değişiklikler görülebiliyor.

    Skolyoz ‘tek eğrilik içeren’ ve ‘çift eğrilik içeren’ omurga görüntüsüyle kendini gösterebiliyor. Skolyozlu omurga aynı zamanda kendi etrafında da dönüyor. Bu dönme sonucu vücudun bir yarısı yukarı kalkarak bir hörgüç görüntüsü oluşturabiliyor.

    Skolyoza neden olan hastalıklar hangileri?

    Skolyoza neden olan bir çok hastalık bulunuyor. Hastaların takipleri ve tedavileri de altta yatan hastalığa göre değişiyor. Skolyoz türleri ve skolyoza neden olan hastalıklar, görülme sıklığına bağlı olarak şöyle sıralanıyor:

    İdiopatik skolyoz: En sık görülen skolyoz tipi. Sebebi bugüne kadar aydınlatılamadığı için “idiopatik” yani ‘sebebi bilinmeyen’ şeklinde adlandırılıyor.

    Nöromusküler skolyoz: İkinci sıklıkta görülüyor, altta yatan bir sinir-kas hastalığı mevcut. Sinir hastalıkları beyin veya omurilikten kaynaklanabiliyor. Örneğin çocuk felci, serebral palsi, meningomyelosel, travmaya bağlı omurilik yaralanması ve felç olan çocuk hastalar. Kas hastalıkları, çocukluktan itibaren veya daha geç dönemde ortaya çıkabilen hastalıklar ( Örneğin, Duchenne hastalığı) da bu duruma örnektir.

    Konjenital skolyoz: Çocuğun anne rahminde gelişimi sırasında ortaya çıkan omurga anomalilerine bağlı olarak ortaya çıkıyor. Doğuştan başladığı için genellikle ilerleyici özelliği var.

    Nörofibromatozis: Kemik ve yumuşak dokuları tutan bu hastalığa sıklıkla skolyoz eşlik ediyor.

    Bunlar dışında romatizmal hastalıklar, bağ dokusunu tutan hastalıklar, omurga kırıkları, omurga enfeksiyonları, metabolik hastalıklar ve sendromik genetik hastalıklar da skolyoza sebep olabiliyor. Bu hastalıklara sahip olan bireylerin skolyoz açısından sıkı takip altında olması gerekiyor.

    Skolyozun belirtileri nelerdir?

    -Bir omuz, diğerinden daha yüksekte olabiliyor.

    -Bir skapula (kürek kemiği), diğerine göre daha yüksekte ya da daha belirgin olabiliyor.

    -Kollar yanlara sarkıtıldığında, bir tarafta kolla gövde arasında daha fazla boşluk olabiliyor.

    -Bir kalça, diğerine göre daha yüksek ya da daha belirgin görünebiliyor.

    -Kafanın izdüşümü leğen kemiklerinin ortasına denk gelmeyebiliyor.

    -Hastaya arkadan bakıldığında ve omurgası yere paralel hale gelene kadar öne eğilmesi istendiğinde, sırtının bir tarafı diğerine göre daha yüksek görünebiliyor.( Hörgüç gibi görünüyor.)

    Skolyoz neden kaynaklanıyor?

    Yapılan tüm çalışmalara rağmen en sık görülen idiopatik (sebebi bilinmeyen) skolyoza neyin neden olduğu ortaya konamamış durumda. Skolyozun genetik kaynaklı olabileceğini gösteren bazı kanıtlar bulunuyor. Ancak tam bir genetik geçiş şekli tanımlanabilmiş değil. Genetik faktörler dışında, büyüme gibi çevresel faktörlerin de skolyoz gelişiminde etkili olabileceği düşünülüyor. Kötü duruş alışkanlığının, ağır çanta taşımanın ya da çantayı tek omuzda taşımanın skolyoz oluşturduğuna dair ise hiç bir kanıt bulunmuyor. Jimnastik gibi bazı spor dallarının skolyoz gelişme riskini arttırdığına dair bazı bulgular olmasına rağmen bunun aksini iddia eden bilimsel yayınlar daha fazla. Yani, herhangi bir spor dalının skolyoza neden olduğunu gösterir kuvvetli kanıta dayalı bir bilgi yok.

    Skolyozun tedavisinde hangi yöntemler kullanılıyor?

    Skolyoz tedavisinde gözlem-egzersiz, korse uygulaması ve cerrahi müdahale olmak üzere başlıca üç yöntem bulunuyor. Bu yöntemleri şöyle anlatmamız mümkündür:

    Gözlem – Egzersiz: Hafif eğriliklerde hastanın düzenli muayeneler yapılarak gözlemlenmesi, bu arada egzersiz (Schroth yöntemi vb.) ve spor programlarına alınması uygun olabiliyor.

    Korse Tedavisi: İskeleti tamamlanmamış hastalarda orta şiddetli veya artmakta olan skolyoz için korse (ortez) tedavisi önerilebiliyor. Korseler, aktif iskelet büyümesi sırasında eğriliğin artmasını engellemek için karşı destek olarak görev yapıyor. Korseler omurgayı tamamen düzeltemiyor ve hastaların tahmini olarak en azından yarısında eğriliğin artmasına engel olamıyor. Korseden beklenen en iyi başarı, eğriliğin tespit edildiği derecede kalıp daha fazla ilerlemesinin ve cerrahi sınıra erişmesinin engellenmesi.

    Korse tedavisinin başarılı olabilmesi için şunları gerekiyor:

    Hasta hala büyürken konulan erken teşhis (Kız çocuklarında adet görmeden önce tespit edilen eğrilikler).

    Hafif ve orta dereceli skolyoz (20 ila 40 derece arası eğrilikler).

    Ortopedik cerrah tarafından düzenli muayene.

    Hastaya uygun yapılmış bir korse.

    Uyumlu bir hasta ve destekleyici bir aile.

    Egzersiz, dans eğitimi ve atletizmi içeren normal aktivitelere devam edilmesi ve doktor gözetiminde olmak şartıyla bu aktiviteler sırasında korseye ara verilmesi.

    Korsenin günde en az 20-23 saat kullanılması.

    Cerrahi Yöntem: Büyüme çağındaki bir kişi, gittikçe artan bir omurga deformitesine sahipse bu deformiteyi düzeltmek ve daha da artmasını engellemek için cerrahi tedavi gerekli. Büyümekte olan çocuklarda cerrahi tedavi gerektirecek eğriliklerin şiddeti 40 derece ve üzeri olarak belirtiliyor. Büyümesini tamamlamış kişilerde ise cerrahi kararı torasik (sırt bölgesi) eğrilikler için 45-50 derece üzeri ve lomber (bel bölgesi) eğrilikler için 40 derece üzerinde veriliyor. Ancak, eğrilik şiddeti dışında ameliyat kararını etkiyebilecek birçok faktör olabiliyor:

    Etkilenen bölgenin omurganın neresi olduğu.

    Skolyozun derecesi.

    Artmış veya azalmış kifozun varlığı.

    Ağrı (adölesanlarda nadir, erişkinlerde daha sık).

    Kalan büyüme potansiyeli.

    Hastanın dengesi.

    Kişisel faktörler.

    Cerrahi türleri nelerdir?

    Büyümesini tamamlamak üzere olan veya tamamlamış çocuklarda en sık yapılan cerrahi işlem enstrümentasyon, düzeltme ve kemik greftiyle yapılan posterior füzyondur. “Enstrümentasyon” sözcüğü düzeltilmiş omurgayı füzyon kaynayana kadar mümkün olduğunca normal bir dizilimde tutmak üzere kullanılan metal çubuklar, çengeller, teller ve vidalar için kullanılıyor. Halen büyüyen (genellikle 10 yaş altı) çocuklarda ise füzyon işlemi boy büyümesi, akciğer gelişimi ve omur gelişimini ciddi etkileyebileceği için füzyon işleminden mümkün olduğunca kaçınılıyor. Küçük çocuklarda füzyonsuz alternatifler (büyüyen çubuklar gibi) tercih ediliyor.

    Cerrahinin amacı güvenli olarak mümkün olabilen en fazla düzeltme yapılarak omurgayı bu şekilde dondurmak. Her cerrahinin beraberinde getirdiği riskler bulunuyor. Bu konuları ortopedik cerrah ile konuşmak gerekiyor.

  • Menopozda diş yapısı

    Menopozda diş yapısı

    Menopoz dönemi kadınlar için oldukça zorlu bir dönemdir. Bu dönemde birçok kadın gerek biyolojik gerekse fiziksel olarak değişim yaşar. Özellikle (menopoz, hamilelik ve bebek emzirme gibi) dönemlerde ağız ve diş sağlığı dafa fazla etkilendiği için ömür boyu etkili ve yeterli bakım şart.

    Menopozda yaşanan psikolojik sorunlar nedeniyle uzunca bir süre profesyonel ağız bakımına ara verilmesi, ağız sağlığı sorunlarının büyümesine neden olabiliyor. Menopozun fizyolojik etkileri arasında ağız ve diş sağlığının da önemli bir yeri bulunuyor. Yaşa bağlı ve cerrahi işlem sonrası gelişen menopozla kadın organizmasında pek çok değişiklik (aşırı terleme, ciltte gerginlik, sıkıntı, saç dökülmesi, hastalıkları riskinde artış vs.) meydana geliyor.

    Tat değişikliği

    Ancak bu süreçte çoğu kere atlanan bir sorun da ağız bölgesindeki sorunlar. Kadınların hayatlarının bu döneminde ağız bölgesinde de çeşitli farklılaşmalar meydana gelebilir. Tat değişiklikleri, ağızda yanma hissi, tükürük akışında azalmaya bağlı ağız kuruluğu, sıcak veya soğuk yiyeceklere karşı aşırı hassasiyet ve en önemlisi çene kemiğinde ve dişi çevreleyen kemikte erime en belirgin değişiklikler. Dişlerin g ünde iki kez mutlaka fırçalanması gerekir ve aylık periyodlar halinde rutin diş hekimi kontrollerine gidilmeli. Bu dönemde süt ve süt ürünlerinin tüketilmesi diş sağlığı açısından etkili olurken, şekerli ürünlerin tüketilmemesi gerekir.

    Diş Hekimi Protez Uzmanı Dr. Çağdaş Kışlaoğlu

    Menopoz döneminde diş bakımı nasıl olmalı? tıklayın !

  • Sebepsiz bayılmalara dikkat

    Sebepsiz bayılmalara dikkat

    Uzun süre aç kalma, aşırı korku, sinirlenme anı ya da aşırı sıcaklarda görülebilen bayılma ciddi hastalıkların belirtisi olabilir. Bilinen bir sebep olmadan yaşanan ve tekrarlayan bayılmalar, kalp sağlığı konusunda vücudun sinyal vermesi anlamına gelebilir.Memorial Ataşehir Hastanesi Kardiyoloji Bölümü’nden Uz. Dr. Güçlü Dönmez bayılma ve kalp hastalıkları ilişkisi hakkında bilgi verdi.

    Ani ve tekrarlayan bayılma dikkate alınmalı

    Bayılma, tam bir bilinç kaybı ile birlikte vücudun normal pozisyonunu koruyamayıp olduğu yere yığılmasını ifade eder. Baygınlık halinde ise; tam olarak bilinç kaybı yaşanmaz, kişi çevrede olup bitenlerin farkında olur. Ancak güçsüzlük, yorgunluk ve halsizlik uyaranlara yeterli yanıt verilemez.

    Baygınlık sırasında yere düşmeler de yaşanabilir. Vücut önceden uyarı vermeyebilir Epilepsi hastalığının dışında, özellikle psikolojik etki altında olan kısa süreli geçici bilinç kaybı olarak tanımlanan bayılma durumlarına “senkop” denilmektedir. Senkop, önceden uyarı vermeyecek kadar hızlı gerçekleşen, kısa süreli, tam ve ani iyileşme ile düzelen beynin kısa süreli global beslenme-kanlanma bozukluğudur.

    Sıcak hava ve susuzluk bayılma nedeni olabilir

    Bayılmaya, kan dolaşımını yöneten mekanizmaların bir takım tetikleyiciler nedeniyle geçici olarak iş yapmaması, aşırı duyarlı olması durumlarında reflekslerle beyne kan akımının azalması neden olabilmektedir. Tuvalette ıkınma refleksi ile oluşan ya da sıkı yakalı gömleğin boyun ve şah damarlarına yaptığı basıda yaşanabilecek bayılmalar buna örnek gösterilebilir. Bir diğer sebep de kan hacminde genel ya da kısa süreli azalmaya bağlı, kanın kalbe dolayısıyla beyne kısa süreli az ya da düşük basınçta gitmesidir. Gençlerde ve yaşlılarda, özellikle tansiyon ilacı kullananlarda sık izlenen, bulunulan yerden aniden kalkma sonrası izlenen baş dönmesi, sendeleme ve çok ileri durumlarda bilinç kaybı durumudur.

    Sıcak havalarda, susuz kalındığında, uzun süre ayakta kalındığında ve bacaklarda varis varlığında senkop daha belirgin ve şiddetli yaşanabilir. Kalbe ait ciddi rahatsızlıklar da bayılmalara sebep olabilmektedir. Bu rahatsızlıklar; kalp kapağı hastalıkları, kalp içinde yer işgal eden kitleler ve ritim bozuklukları olabilmektedir.

    Kalbe ait ciddi rahatsızlıklar varsa…

    Bayılma şikayeti olan kişide kalbe ait ciddi rahatsızlıkların da olması dikkate alınmalıdır. Çünkü yaşam süresini kısaltma potansiyeli olan hastalıklar bu grupta bulunmaktadır. Çarpıntı, kalpte yapısal bozukluğun izleniyor olması, ailede ani ölüm öyküsü ve şikayetlerin fiziksel zorlanma sırasında ya da istirahatteyken olup olmadığı, bayılma riskinin belirlenmesinde yardımcı olmaktadır.

    Ritim bozukluğu bayılmalara sebep olabilir

    EKG, ekokardiyografi, T table testi (eğilebilir masa testi), EKG holter incelemesi ve bazen koroner anjiyografi ya da elektrofizyolojik çalışma, bayılma sebebinin bulunmasında yardımcı olabilecek testlerdir. Özellikle senkop bayılmaya en çok neden olan ve en tehlikeli sebebi oluşturan aritmi teşhisi konulursa; ilaç tedavisi, kalp pili ya da şok cihazı uygulamaları, ablasyon gibi tedavi yöntemleri uygulanmaktadır. Kişi sebepsiz ve ani gelişen bayılma atakları yaşadığında vakit kaybetmeden doktora başvurmalıdır. Senkop adı verilen bayılmanın; kan şekeri düşüklüğü, epilepsi, ortopedik kökenli düşüşler ve psikoloji kökenli nöbetlerden doğru bir şekilde ayırt edilmesi ve tedavinin bu yönde planlanması gerekmektedir.

  • Alışveriş hastalık haline gelmeden yardım alın!

    Alışveriş hastalık haline gelmeden yardım alın!

    Alışveriş yapmak kuşkusuz kadınların en sevdiği aktivitelerden biridir. Hatta kadınların milli sporu bile denilebilir. Ancak alışveriş hayatın odak noktası haline gelirse, karşılanabilenden fazla harcama söz konusu olursa tehlike çanları çalmaya başlamıştır. Kadıköy Şifa Ataşehir Hastanesi Uzman Klinik Psikoloğu Merve Büyükkucak, neden tutkuyla alışveriş yaptığımızı, bu tutkunun altında yatan sorunların ve alışverişin nasıl hastalığa dönüşebileceğini anlatıyor.

    Özellikle endüstrileşmiş ülkelerde alışverişin cinsiyete dayalı olarak farklı bir aktivite haline geldiğini görebiliyoruz. Alışveriş daha çok kadının alanına giren bir şey ve erkek aslında daha çok parasal işlerle ilgilenir oluyor. Kadınların alışveriş aktivitesine erkeklere göre daha pozitif bir tutumu oluyor. Araştırmalar kadınların erkeklere oranla daha aktif alışveriş yaptıklarını, daha fazla ürün aradıklarını ve vitrin gezdiklerini gösteriyor. Zaten birçok erkeğin de alışveriş yapmayı sevmediğini dile getirdiğini biliriz. Erkeklerden farklı olarak birçok kadın alışverişi bir boş zaman aktivitesi olarak görür, tıpkı bir kafede kahve içme, yemek yeme, gezip dolaşma, hatta sadece yürüyüş yapma gibi. Alışveriş bazen de böyle keyifli bir aktivite yerine bir iş gibi görülebilir; örneğin ihtiyaç duyulan bir şeyi arama bulma ve sonunda satın alma gibi, net bir amaca yönelik olarak.

    Satın alma eylemi tatmin duygusu yaratıyor!

    Alışveriş eskiden ihtiyaçların giderilmesi anlamına gelirken son yıllarda artık birtakım duygusal ihtiyaçların giderilmesine de cevap verdiği anlaşıldı. Bu nedenle işin bir de duygusal boyutu var; çünkü yeni bir şey satın almak birçok insana kendini iyi hissettiren ve hayatın birçok alanında kolaylıkla hissedemediğimiz bir güç hissi verebiliyor. Satın alınan şeyden çok satın almanın yarattığı tatmin ön plana geçiyor aslında.

    Alışveriş sinir ve öfkeyi değil üzüntüyü hafifletiyor!

    Birçok araştırma alışveriş yapmanın sinir ve öfkeyi değil ancak o an için üzüntüyü hafifletici etkisi olduğunu gösteriyor. Sinir daha çok kontrol hissi ile ilişkilendirilen bir duygu ama üzüntü öyle değil. Üzüntü belki birçok duygudan daha da fazla olarak kontrol hissinin kaybı ile eşleştirebiliyor. Çünkü üzüntü yaşayan insanlar genelde üzüntülerin kaynağını başkalarıyla ya da şansla açıklamaya daha meyilli oluyorlar. Bu nedenle alışveriş de bu kaybedilen kontrol hissini onarma amacıyla kullanılabiliyor. Çünkü alışveriş nerede alışveriş edeceğiniz, hangi mağazadan satın alacağınız ve ne alacağınız gibi birçok kişisel seçimi ve dolayısıyla kişisel kontrolü içinde barındıran bir aktivite. Bunun yanı sıra yeniliğin her zaman canlandırıcı etkisi var; böylelikle sıkılmaya da bir alternatif aslında alışveriş. Özellikle kadınlar için alışveriş etmenin canlandırıcı bir etkisi olduğu bilinmekte. Alışveriş bir kadının stresini ve kaygısını azaltabilir, onda tatmin hissi yaratabilir. Özellikle de uygun fiyata bir ürün satın alındığında bir başarı hissi de buna eşlik edebiliyor.

    Kazanmak, sahip olmak seratonin seviyesini yükseltiyor!

    Beyin kimyası açısından baktığımızda ise alışveriş sırasında seratoninin katkısından da bahsetmek mümkün. Şöyle ki, mutluluk hormonu olarak da bilinen seratoninin yetersiz seviyelerde olması depresif duygudurumları ile eşleşmekte ve medikal destekle normal seviyelere çıkarılmaya çalışılmakta. Yaşamımızda birçok aktivite aslında bu seratonin etkisini yapabiliyor; örneğin: gün ışığı, egzersiz, masaj ya da mutlu olduğumuz anları düşünmek gibi. Aynı zamanda kazanmak, sahip olmak da aynı etkiyi yapıyor.

    Alışveriş yapmak ya da hediye vermek de aynı amaca hizmet edebiliyor. Depresif duygudurumunda daha çok kayıp hissi ön plandayken aslında almak ve sahip olmakla bu his tersine çevriliyor. Bu nedenle de birçok insan, en başta kadınlar sıkıldığında ya da depresif hissettiğinde alışverişe yönelebiliyor. Elbette kadınlar için işin bir de görsel yanı var. Evrim teorilerinden de bildiğimiz gibi kadın dış görünümü ve güzelliği erkek ise gücü ile ön planda olan bir varlık.

    Dolayısıyla dış görünümü güzelleştirmeye ve diğer kadın rakiplerinin arasından sıyrılmaya dair bir alışveriş merakından illa ki söz etmek mümkün, ancak burada alışveriş konusunu sadece dış görünümle kendini beğendirme isteği ile sınırlamak doğru olmayacaktır; evi için ya da ailesi için de kadınların sıklıkla alışveriş yaptığını biliyoruz. Burada da “iyi hissetme”ye dair motivasyonların ön plana geçebileceğini söyleyebiliriz. Aynı zamanda arkadaşlarla sosyalleşme, atmosfer değişimi, gibi stresi azaltıcı etkisi de oluyor.

  • Kıtalararası Online IVF Tedavisi Olur mu?

    Kıtalararası Online IVF Tedavisi Olur mu?

    Teletıp özellikle geniş coğrafyası bulunan Avustralya, Kanada gibi ülkelerde tıbbın hemen her alanında geçerliliğini giderek arttırmaktadır. Bahçeci Sağlık Grubu Fulya Tüp Bebek Merkezi Kadın Hastalıkları Uzmanı Prof.Dr.Gürkan Arıkan, “Avrupa ve Amerika’da tüp bebek tedavileri-IVF- ülkemize oranla çok daha pahalı. Ancak hastaların kontrol için merkeze gelmeleri veya haftalarca bu merkezin olduğu yerde yaşamaları da önemli sorundu. Teletıp yani online takip ve muayene sayesinde bu sorun ortadan kalktı. Kıtalararası online takiple hastalarımızın çocuk sahibi olma hayallerini gerçeğe dönüştürüyoruz.” dedi.

    Bebek sahibi olmak isteyen IVF hastalarının tedavilerinin kolaylaştırılmasında IVF tarihi boyunca büyük çabalar harcandı. Teletıp yani online takip ve muayene sayesinde bu sorun ortadan kalktı. Bahçeci Sağlık Grubu Fulya Tüp Bebek Merkezi Kadın Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Gürkan Arıkan kıtalararası online takiple çocuk sahibi olmak hastaların hayallerinin gerçeğe dönüştürüldüğünü söyledi. Arıkan sözlerine şöyle devam etti:

    “Bugüne kadar IVF hastalarında 3 ile 6 ultrason muayenesinin gerekmesi nedeni ile elektronik data transferi, üç boyutlu data arşivlenmesi, hatta hastaların kendi kendilerini sonografik olarak muayene edip datayı merkeze kendilerinin iletmesi gibi uygulanması güç modeller tartışılmıştır. Hastanın arzu ettiği hekim tarafından takip ve tedavi edilmesi, datanın anında değerlendirilmesi için teletıp sistemi kuruldu. IVF hastalarının en yakındaki merkezde tedavi olma zorunluluğunun ortadan kaldırılması, yakındaki merkezlerde sunulamayan ileri teknolojilerden faydalanabilmeleri, arzu ettikleri doktor tarafından tedavi edilmeleri, daha uygun ekonomik koşullarda tedavi edilmeleri için, bulundukları bölgede takip ve muayene edilmeleri, bu bilgilerin on line (eşzamanlı) takibi, hastaların arzu ettikleri hekim tarafından on line görülmeleri ve son aşamada ovulasyon induksiyonunu takiben merkeze intikal etmelerini sağlayacak bir sistem geliştirildi. Tıbbi data transferi ve sağlık hizmetlerinin uzaktaki merkez ve hekimlere danışarak uygulanması günümüzde geniş kullanım alanı bulmaktadır (Elektrokardiografi).”

    Neden Türkiye?

    IVF- tüp bebek alanında hastaların takibi üç haftaya kadar sürebilmekte ve bu sırada hormon ve sonografik tetkikler, hastaların bilgilendirilmesi, IVF ilaçlarının uygulanmasının hastalara öğretilmesi ve doğru yapıldığının kontrolü, sonografi, laboratuar sonuçlarına göre yumurta kistçiklerinin takip edilmesi gerekmektedir. Konuyla ilgili olarak Prof.Dr. Gürkan Arıkan şunları söyledi:

    “Bu takipler sonucunda doğru zamanda yumurta çatlatma iğnesinin tatbiki ve hastanın zamanında tüp bebek merkezine gelmesi gereklidir. IVF tedavisinde başarı, sağlıklı tekiz hamilelik olarak özetlenebilir. Başarının en iyi hallerde %50’yi geçmemesi, hastaların aynı tedaviyi birkaç kez tekrar etmeleri sonucunu doğurmaktadır. IVF tedavisine ihtiyaç gösteren hastalarının tedaviye hiç başlamama veya devam edememe sebeplerinden bazıları önem sırasında göre IVF tedavisine bağlı psikolojik yük, finansal ve zamansal sorunlar olarak sıralanmaktadır. Ayrıca -uzman tıbbi desteğe rağmen- psikolojik yük ve iyi eğitilememe gibi sebepler ile de tedaviyi kötü etkileyen hatalar ortaya çıkabilmektedir. Avrupa ve Amerika’da bu tür tedavilerin ülkemize oranla çok daha pahalı olduğu da düşünülür ise hastaların zamansal ve finansal açıdan sıkıntıları ve artan oranda ülkemize tedaviye gelme arzuları anlaşılabilir.”

    Online Takiple Mesafe Sorunu Ortadan Kalktı

    Online takiple mesafe sorunun ortadan kalktığını belirten Prof.Dr. Gürkan Arıkan sözlerine şöyle devam etti:

    “Online takiple uygulanacak işlem ve yöntemlere gelince:

    IVF tedavisinde tedavi aşamaları:

    I. Aşama jinekolojik endokrinolog tarafından detaylı bir sağlık öyküsü alması, bazal ultrason incelemesi, daha önce yapılmış tüm tetkik ve tedavilerin incelenmesi, gerekli ek tetkik ve konsültasyonların istenmesini içerir. Bu inceleme sonunda herhangi bir patoloji saptanırsa buna yönelik tedaviye öncelik verilir. IVF gerekiyorsa,  tedavi biçimleri, riskleri ve tedavi sonuçları konusunda bilgi verilir. Bu aşama 2-3 seans (muayene) sürebilir.

    II. Aşama tedavi protokolünün seçilmesi ve hastanın bilgilendirilmesidir. IVF programında kontrollü yumurtalık uyarılması hedefi yeterli sayıda yumurta hücresi elde edebilmektir. Bu amaçla hastalarımızda uzun veya kısa protokoller uygulanır. Tedavi protokol ve ilaç dozajları hasta yaşı, ultrasonografide yumurtalıkların görünümü, hormon sonuçları ve daha önce tüp bebek uygulanmış hastalarda bir önceki dönemdeki tedavi yanıtına göre belirlenir.

    Kısa protokolde genelde adetin 3.gününden itibaren günlük enjeksiyonlar ile yumurtalık uyarıcı hormonlar (gonadotropinler) uygulanacaktır ve gerektiğinde erken yumurta çatlamasını engelleyici ilaçlar eklenir.

    Uzun protokolde adetin 20-21. günlerinde hipofiz hormonlarını baskılayıcı ilaçlar uygulanır. Bir sonraki adeti takiben yapılan kontrollerde down regülasyonun tamamlandığı tespit edildiğinde günlük enjeksiyonlar ile yumurtalık uyarıcı ilaçlar (gonadotropinler).  Bütün protokollerde ilaçların hasta veya yakını tarafından uygulanmasını amaçlanır. Kısa protokollerde kontrol muayenesi sayısı 3 ile 5 arasındadır. Uzun protokollerde down regülasyona ulaşılana kadar 1 ya da 2 ek kontrol muayenesine ihtiyaç vardır.

    Yumurta kistçiği olgunlaşması ultrason yolu ile ve gerekirse hormon analizleri ile tespit edildikten sonra yumurta çatlamasını sağlayan ilaçlar verilir ve 36 saat sonra hastanın yumurta toplama işlemi için merkeze gelmesi planlanır.”

    İnternet üzerinden bağlantı kurulur.  Bu bağlantı ile ultrason cihazı ve muayene odasında bulunan kamera sistemi eşzamanlı görülebilir ve kumanda edilebilir durumdadır. Pilot çalışmalar sistemin ileti hızı ve görüntü kalitesinin amaca yönelik kullanılabilir olduğunu göstermiştir.

    III. Aşama hastalarda genel anestezi altında yumurta toplanmasını ve 2 ile 5 gün sonra embriyo transferini içerir.

    IV. Aşama destek tedavileri ve transferden sonra 10. günde serum HCG seviyesinin tespiti ile sonlanır. Teknoloji sayesinde artık mesafeler ortadan kalktı ve biz hastalarımıza, hastalarımızda bize rahatlıkla ulaşabiliyor”

  • Sağlık yoğurdun suyunda !

    Sağlık yoğurdun suyunda !

    SAĞLIK YOĞURDUN SUYUNDA

    Çoğu zaman çöpe dökülen yoğurt suyu, sağlık açısından son derece önemli olan B2 vitamini bakımından çok zengin. Türkiyede eksikliği en fazla görülen vitaminlerden biri olan B2 vitamini, vücudun protein, karbonhidrat ve yağlardan daha fazla faydalanmasını sağlıyor. Eksikliğinin göz ve ağız kenarlarında çatlamalar ve yaralara neden olan B2 vitamini yoğurdun suyunda bol miktarda bulunuyor.

    Erciyes Üniversitesi Atatürk Sağlık Yüksek Okulu Beslenme ve Diyetetik Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Nurten Budak, yoğurt suyunda bulunan ve Türkiye’de eksikliği en fazla görülen vitaminlerden biri olan B2 vitamininin, sağlık açısından son derece faydalı olduğunu belirtti. Genellikle yoğurdun kalitesini azaltacağı ve lezzetini bozacağı düşüncesiyle suyunun döküldüğünü vurgulayan Budak, B2 vitamininden faydalanılması için yoğurt suyunun dökülmemesi veya başka alanlarda kullanılması gerektiğini kaydetti.

    Yoğurt suyunun çorba ve ayran yapımında kullanılarak değerlendirilebileceğini öneren Budak, “Yoğurt suyu ile birlikte tüketilmelidir. Ancak, ille de süzdürülmek isteniyorsa yoğurdun suyu ayran veya yoğurt çorbası yapımında kullanılmalıdır. Bu sayede yoğurt suyunda bulunan B2 vitamininin boşa gitmesi engellenebilir” dedi.

    “PROTEİN, KARBONHİDRAT VE YAĞLARIN FAYDASINI ARTIRIYOR

    Yoğurdun suyunda bol miktarda bulunan B2 vitamininin, Türkiye’de eksikliği en fazla görülen vitaminlerden biri olduğunu ifade eden Budak, B2 vitamini eksikliğinin göz ve ağız kenarlarında çatlamalar ve yaralara neden olduğuna, bu şikayetlerin en fazla çocuklarda ortaya çıktığını söyledi.

    B2 vitamininin daha çok süt ve süt ürünlerinde bulunduğunu hatırlatan Budak, bu ürünlerin yanlış koşullarda saklanmasının vitamin kaybına yol açtığını bildirdi. Süt ve süt ürünlerinin güneş ışığında bekletilmesinin B2 vitamini değerini azalttığını belirten Budak, şöyle devam etti:

    “Yoğurdun suyuna sarı ve yeşilimsi rengi veren Riboflavin (B2) vitaminidir. B2 vitamini protein, karbonhidrat ve yağlar ile etkileşimiçine girerek onlardan daha fazla faydalanılmasını sağlar. Bu vitamin yoğurt suyunun yanı sıra tarhana gibi yiyeceklerde de bol miktarda bulunmaktadır. Bu yiyeceklerin B2 vitamininin azalması için güneş ışığından uzak tutulması gerekir. Bazı bölgelerde tarhananın güneş ışığında kurutulması alışkanlığı bu nedenle yanlıştır. Aynı şekilde güneş ışığında kurutulan tüm süt mamullerinde vitamin kaybı olmaktadır.”

  • Astım ataklarından korunmanın yolları

    Astım ataklarından korunmanın yolları

    Ülkemizde 3,5 milyon kişinin sorunu olan astım, tedavi edilmezse yaşam kalitesini düşürüyor, hatta hastanın hayatını bile tehdit edebiliyor. Aslında astım basit önlemlerle kontrol altına alınabiliyor!

    Astım havayollarının duyarlılığının artması ve daralması ile karakterize, ataklar halinde seyreden kronik bir hastalık. Dünyada yaklaşık 300 milyon, ülkemizde de yaklaşık 3.5 milyon astım hastası yaşıyor. Son yıllarda astım görülme sıklığında belirgin artış mevcut. Öyle ki Batı Avrupa’da son 10 yılda 2 katına çıkarken, bu oran Amerika birleşik devletlerinde yüzde 60’larda seyrediyor. Astımın görülme sıklığındaki artışın nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte; sanayileşme ve egzoz gibi nedenlerle dış ortam hava kirliliğinin artması, hamilelikte sigara içilmesi, ev içi alerjen yoğunluğunun artması, obezite, anne sütü verilmemesi, katkı maddeleri, boyalı ve hazır gıda tüketimindeki artış gibi faktörlerin etkili olduğu düşünülüyor. Tedavi edilmediğinde kişinin yaşam kalitesini düşüren, hatta hayatını bile tehdit edebilen astım aslında basit önlemlerle kontrol altına alınabiliyor. Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Ceyda Kırışoğlu, astım ataklarını kontrol altına almanın yollarını anlattı.

    Astımın oluşum nedenleri neler?
    Astımlı kişi hastalığı tetikleyen alerjenler, soğuk veya kirli hava, stres veya enfeksiyon gibi etkenlerle temasa geçtiğinde hava yolları daralıyor. Bu darlık sonucu da çeşitli yakınmalar ortaya çıkıyor. Bazı hastalarda astımın belirtilerinden hepsi ortaya çıkabileceği gibi, bazılarında ise sadece birkaçı, hatta sadece biri görülebiliyor.

    Kimler risk altında? Astımda en önemli risk faktörü nedir?
    Astımda en önemli risk faktörü genetik yapı. Ebeveynlerden birinde astım olması durumunda çocukta gelişme riski yüzde 20- 30 iken, bu risk her iki ebeveynde olması durumunda yüzde 60- 70’lere yükseliyor.
    Genetik olarak alerjik yapısı olanlarda, yani atopik bireylerde astım riski 10-20 kat daha fazla oluyor. Alerjik nezlesi olanlarda da astım gelişme riski 9- 14 kat artıyor.
    Son yıllarda obezite astım gelişimi için risk faktörleri arasında sayılıyor.
    Bir diğer risk faktörü ise cinsiyet. Astım çocukluk çağında erkeklerde, erişkinlerde ise kadınlarda daha sık görülüyor.
    İzosiyanatlar gibi 300’ den fazla madde mesleksel astıma neden oluyor.
    Hamilelikte sigara içen annelerin bebeklerinde, sigara içmeyen annelere göre daha sık görülüyor.
    Evde, hatta balkonda sigara içilen evlerde büyüyen bebeklerde astım gelişme riski hiç sigara içilmeyen evlere göre 3 kat artıyor.

    Hangi belirtiler ile ortaya çıkıyor?
    Nöbetler halinde gelen öksürük, nefes darlığı, hışıltılı solunum ve göğüste baskı veya tıkanma hissi astımın tipik belirtilerini oluşturuyor.
    Sabaha karşı semptomların artış gösterip uykuyu bölmesi astımı destekliyor.
    Sıklıkla eforla, özellikle merdiven çıkarken veya yokuş yukarı yürürken nefes darlığında artış görülüyor.
    Astımda genellikle kuru özellikli öksürük görülüyor. Bazen öksürük astımın tek belirtisi olabiliyor. Bu tablo ‘öksürükle seyreden astım’ olarak değerlendiriliyor. Astımlı hastalarda bronş hassasiyetine bağlı olarak üst solunum yolu enfeksiyonları sonrası uzun süren öksürük görülebiliyor. Bu durum astım tedavisinin yetersiz kaldığını veya yapılmadığını gösteriyor. Dolayısıyla enfeksiyon sonrası uzayan öksürüklerde mutlaka hekime danışmak gerekiyor.
    Sıklıkla kuru öksürük görülmekle birlikte arada balgam tıkaçları da çıkarılabiliyor. Bu tıkaçlar çıktıktan sonra belirgin rahatlama sağlanıyor

    Astım nasıl tedavi ediliyor?
    Astımda hedef hastalığın kontrol altında olması. Yani gün içinde nefes darlığı, hışıltılı solunum, öksürük gibi semptomlar yaşamamak, gece nefes darlığı ile uyanmamak ve kurtarıcı nefes açıcı ilaç kullanma gereksiniminin olmaması amaçlanıyor. Astım kontrol altında olduğu sürece kişinin hayatını etkilemiyor. Astım hastası olimpiyat şampiyonu yüzücüler ve profesyonel futbolcular bunun en iyi örneğini oluşturuyor. Semptomlar ve solunum fonksiyon testi değerlerine göre hastalığın şiddeti belirlendikten sonra tedavi planlanıyor. İlaçlar kontrol ediciler ve semptom gidericiler olarak iki grupta toplanır. Günümüzde en etkin olan astım ilaçları nefes yoluyla alınan kortizonlu ilaçlar. Çok düşük dozlarda uygulanan bu ilaçlar standart tedaviler sırasında kana geçmiyor, kilo alımına neden olmuyor. Yine hastaya göre alerjiye yönelik farklı ek tedaviler de kullanılıyor. Astım kontrol altındaysa ilaç dozları azaltılabiliyor, kontrolsüz olduğunda ise ilaç çeşidinde veya dozunda artış yapılıyor.

    Atakları kontrol altına almanın 6 yolu
    1- Nefes yoluyla aldığınız ilaçlarınızı erken kesmeyin. İlaçlarınız mutlaka hekiminizin gözetiminde ve önerileri doğrultusunda kullanın.

    2- İlaç tedavisine yanıtı ve hastalığın kontrol altına alınmasını güçleştirdiği için sigara dumanına maruz kalmaktan kaçının.

    3- Alerjenlere maruz kalmamak için gerekli önlemleri alın. Ev içindeki nem oranını yüzde 50’nin altında tutmak, mümkün olduğunca az halı kullanmak, eşyaları kapalı dolapların içine yerleştirmek, ağır kadife perde ve yatak örtüsü kullanımından kaçınmak, polen mevsiminde evi sabah erken saatlerde havalandırmak alabileceğiniz basit önlemlerden bazılarını oluşturuyor.

    4- Obezite astımı tetikleyen bir faktör olup, hastalığın kontrol altına alınmasını güçleştiriyor. Bunda leptin hormonunun rol oynadığı biliniyor. Astım kontrolünü kolaylaştırdığı için fazla kilolarınızdan kurtulun.

    5- Enfeksiyonlar en sık tetikleyen faktörlerden biri olduğu için korunma amaçlı olarak grip ve pnömokok aşıları yaptırabilirsiniz.

    6- Beslenmede mümkün olduğunca doğal olanları tercih edin. Hazır gıdalar, boyalı maddeler, katkı maddeleri, MSG gibi maddelerden sakının.

  • Karın şişliği

    Karın şişliği

    Karın şişliği hemen hemen herkeste bir takım nedenlerden dolayı zaman zaman yaşanabilir. Peki Bunun İçin Ne Yapmak Gerekir?

    Tatil sezonu yaklaşırken bilinçsizce yapılan kısa süreli katı diyetler ve alınan yanlış besinler karında şişliğe veya midede gaz birikmesine neden olabilir. Diğer önemli etmenler ise kanser, anatomik bozukluklar, enzim eksikliği, Hormonal düzensizlikler ve iltihaplanma olabilir. Bu gibi etmenler için doktorunuza başvurmanız gerekir ancak herhangi bir sağlık problemi yoksa doğru gıdalarla karındaki şişliğe son verebilir, kendinizi daha rahat ve mutlu hissedebilirsiniz.

    LİFLİ GIDA
    Günlük öğünlerinize lif açısından zengin keten tohumu, barbunya, çilek, brokoli gibi besinler eklerseniz bağırsaklarınıza iyi gelir.
    BİTKİ DESTEĞİ
    Hindiba, zencefil, nane çayı şişkinliği hafifletir.
    KAHVERENGİ PİRİNÇ
    Kahverengi pirinç bağırsak fonksiyonlarına iyi gelir ve yararlı bakterileri harekete geçiren lifler içerir.
    KEREVİZ
    Kereviz içeriğindeki sodyum ve potasyum sayesinde vücuttaki su dengesini düzenler.
    SU
    Yemekten önce oda sıcaklığında bir bardak su içmek şişliğe iyi gelir.
    MUZ
    Muzun içeriğindeki potasyum vücudunuzdaki sodyum seviyesini düzenler ve şişliğe iyi gelir.

  • Kadın hastalıklarına ‘kapalı’ yöntem!

    Kadın hastalıklarına ‘kapalı’ yöntem!

    Kadınların korkulu rüyası olan jinekolojik cerrahiler artık ‘kapalı’ ameliyat yöntemi ile çok daha kolay hale geldi. Hem estetik hem de konfor açısından büyük kolaylıklar sağlayan kapalı ameliyat yöntemi, bütün kadın hastalıklarında uygulanabiliyor.

    Halk arasında ‘kansız’ ya da ‘kapalı’ ameliyat olarak bilinen modern cerrahi yöntemi Laparoskopi; sıklıkla, yumurtalık kistleri, çikolata kistleri, miyom ve yumurtalık kanallarıyla ilgili operasyonlarda kullanılıyor.

    Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Bülent Berker, günümüzde artık pek çok ameliyatın kapalı yapıldığını belirterek, “Kalp ve katarakt ameliyatı gibi kadın doğumda da aynı şekilde bütün ameliyatların kapalı yapılması mümkün” dedi.

    YARA İZİ BIRAKMAYAN AMELİYAT

    Kapalı ameliyat yöntemini anlatan Prof. Dr. Berker, “Karnı kesmeden içerisine çok ince kalem tarzında borular yerleştirerek, içerisine ileri teknoloji kamera gönderip, aldığımız görüntüyü ekrana yansıtıp, büyütmeler elde ederek çeşitli kadın hastalıklarının, karnın açılmadan düzeltilmesine kapalı ameliyat diyoruz. Sadece göbek deliğinden giriyoruz ve göbek deliği doğal açıklık olduğu için dışarıdan hiçbir şey görünmüyor. Bir santimlik en fazla kesi sağlıyoruz. Hastanın yıllarca saklamak zorunda olduğu bir yara izi yok” ifadesini kullandı.

    BÜTÜN KADIN HASTALIKLARINA ‘KAPALI’ YÖNTEM

    Bütün kadın hastalıklarının kapalı ameliyat yöntemi ile tedavi edilebildiğini dile getiren Prof. Dr. Berker, “Örneğin rahim alınması, rahim korunması, yumurtalık ve çikolata kistlerinin tedavisi, tüplerin bağlanması, tüplerin yeniden alınması ve kısırlık nedeniyle çocuk sahibi olamayan hastalarda karnın içerisinin araştırılması gibi bütün bu hastalıklarda kapalı cerrahi yöntemini kullanabiliyoruz” dedi.

    Her tedavi yöntemi gibi ‘kapalı’ ameliyatta da risk gruplarının bulunduğuna işaret eden Prof. Dr. Berker, “Açık ameliyat olamayacak derecede, kalp hastalıkları, göğüs hastalıkları olan kişilerde zaten cerrahi yapılamıyorsa kapalı ameliyatı yapamıyoruz. Ameliyat olabilecek her hastada kapalı ameliyat yapılabilir” açıklamasında bulundu. Ameliyat sırasında büyük oranda genel anestezi yönteminin kullanıldığını ifade eden Prof. Dr. Berker, nadiren de olsa belden anestezi uygulanarak ameliyatın gerçekleştirildiğini kaydetti.

    Kapalı ameliyatın avantajının hasta için en yüksek konforu sağlaması olduğunu söyleyen Prof. Dr. Berker, Türkiye’de 1990’lı yılların sonlarından itibaren kapalı ameliyat yapıldığını belirterek, yöntemin 2000’li yılların ortalarına doğru yaygınlaşmaya başladığı vurguladı. Kapalı ameliyatın hastalar açısından ekstra ücrete tabi olmadığını da bildiren Prof. Dr. Berker, “Bu konuda yetişmiş hekimlerimiz arttıkça kapalı ameliyat yöntemi de yaygınlaşacaktır” diye konuştu.

    KİLOLU HASTALARDA KAPALI AMELİYAT

    Kilolu hastalarda açık ameliyatta yara yeri akması, yara yeri enfeksiyonu gibi olumsuz durumların oluştuğunu ifade eden Prof. Dr. Berker, kapalı ameliyatların kilolu hastalar için çok uygun olduğuna dikkati çekerek, “Çünkü, neredeyse kesi yok, kansız ameliyatlar, hasta birkaç saat sonra ayağa kalkabildiği için damarında pıhtılaşma, yara yerinde enfeksiyon, akse, mikrop kapma gibi bir sorun yok. Hasta yatağa bağlı kalmıyor, aynı gün taburcu olabiliyor, maddi manevi pek çok kazancı oluyor. Karnın içinde çok büyük ameliyat yapıyoruz ama bunu ekran vasıtası ile yapıyoruz. Dolayısıyla gözümüzün gördüğünün çok ötesinde bir yöntemle yapıyoruz” dedi.

    Hastaların henüz kapalı ameliyat konusunda bilgi sahibi olmadığını dile getiren Prof. Dr. Berker, ameliyat sonrası hastaların tedaviden oldukça memnun kaldıklarını belirtti.

    İHA