Kategori: Sağlık

  • Güneş kremi günde kaç kez sürülmeli?

    Güneş kremi günde kaç kez sürülmeli?

    Prof. Dr. Ekrem Aktaş, tatil için denizi tercih edenlerin uzun süre güneşe maruz kalmaları nedeniyle deri kanseri olma riskiyle karşı karşıya kaldığını belirterek, deri kanserine yakalanmamak için güneşlenme süresinin zamana yayılması gerektiğini söyledi.

    Aktaş, havaların ısınmasıyla birçok kişinin denize girmek ve güneşlenmek için sahilleri tercih ettiğini, özellikle beyaz, açık tenli ve renkli gözlü kişilerin koyu tenli kişilere göre daha fazla risk altında olduklarını belirtti.

    Güneşin yakıcı ve kanserojen etkisinin daha fazla olduğu 11.00-15.00 saatleri arasında güneşlenilmemesi uyarısında bulunan Aktaş, şöyle devam etti:

    “Uzun süre güneş altında kalarak vücudunda ciddi yanıklar oluşan kişilerde deri kanseri görülme sıklığı normal insanlardan çok daha fazla. Tatil için denizi tercih eden insanlar, ‘Zaten bir hafta tatilimiz var. Bu süre içerisinde iyice yanarak ten rengimizi değiştirelim’ düşüncesiyle saatlerce güneş altında kalıyor. Bu da deri kanserine neden oluyor. Deri kanserine yakalanmamak için güneşlenme süresinin zamana yayılması gerekiyor. Tatilin her gününde güneşlenme süresi 15’er dakika artırılarak güneşin zararlı etkilerinden korunulabilir. Mesela tatilin ilk gününde 15, ikinci gününde 30 ve üçüncü gününde 45 dakika güneşlenilebilir. Yani ten rengi karardıkça güneşlenme süresi artırılabilir.”

    Güneş yanığının vücutta kanın serumu olarak bilinen su toplanmasına ve dolayısıyla sıvı kaybına neden olduğunu belirten Aktaş, sıvı kaybıyla da sodyum, potasyum, protein ve elektrolit kaybı oluştuğunu söyledi.

    Elektrolit kayıplarının yerine konulmamasının olumsuz sonuçlar doğurduğunu ifade eden Aktaş, “Bu durumu ikinci-üçüncü derecede yanık olarak görmek lazım. Zamanında müdahale edilerek elektrolit dengesinin sağlanması gerekiyor. Aksi taktirde sıvı kaybıyla ortaya çıkan elektrolit kaybı, kalp durması, şok ve beyin kanamasına ve kişinin ölümüne neden olabilir. Kişiler güneşleneyim derken kansere yakalanabiliyor, nadiren de olsa ölüm olayları görülebiliyor” diye konuştu.

    “BENLERİNİZİ GÜNEŞTEN KORUYUN”

    Vücuttaki siyah ve kahverengi benlerin güneşlenme esnasında üzerlerinin kapatılarak korunması gerektiğine dikkati çeken Prof. Dr. Aktaş, aksi taktirde ben kanserlerinin oluşabildiğini söyledi.

    Ben kanserinin, güneşin en çok aktif ettiği kanserler arasında yer aldığını ifade eden Aktaş, “Özellikle güneşe çok maruz kalan siyah ve kahve renkli benler, daha da büyüyüp koyulaşarak iç organlara atlıyor ve kanser gelişiyor. Bu kanserler genellikle ölümle sonuçlanıyor” dedi.

    “GÜNEŞ KREMLERİ HER SAAT TEKRAR SÜRÜLMELİ”

    Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Aktaş, zararlı etkilerini en aza indirebilmek için güneşlenmeye başlamadan 30 dakika önce güneş kremleri sürülmesi tavsiyesinde bulunarak, kremlerin koruma özelliğinin en az 30-50 faktör olması gerektiğini vurguladı. 30 faktörden az kremlerin koruma etkisinin çok az olduğunu, 50 faktörden fazlasının da alerjiye neden olduğunu belirten Prof. Dr. Aktaş, “Güneş kremlerinin her saat tekrar sürülmesi gerekiyor. Aksi taktirde koruyucu etkisi kayboluyor. Güneş yanığı olduğu zaman da mutlaka doktora gitmek lazım” şeklinde konuştu.

    Güneş kremi nasıl sürülür

    Bronzlaşma ile ilgili dikkat edilmesi gereken en önemli noktalardan biri (Sağlıklı Bronzlaşma Yolları için tıklayın) kuşkusuz güneşten koruyucu ürünler ve bunların kullanımıdır. Güneşten koruyucu ürünler losyon, sprey, jel veya başka bir topikal formda (cilt üzerinden uygulanan) hazırlanan ve güneş kaynaklı ultraviyole ışınların bir kısmını absorbe eden (emen) ya da yansıtan ürünlerdir. Cildin nem içeriğini artırabilirler. Ayrıca cildin onarımını artırmak üzere vitaminler, antioksidanlar içerebilirler.

    Güneşten koruyucu ürünlerin bir çoğu güneş yanığına neden olmayan ancak uzun vadede kanser riski yaratan UV A’ya karşı koruyucu değildir. Güneşten koruyucuların her iki UV türüne karşı etkili olması istenir.

    Diğer önemli bir konu ise gerekli korumayı sağlamak için kullanılması gereken miktarın bir çok kişi tarafından kullanılmıyor olması ve uygulama sıklığı konusundaki problemlerdir. En gelişmiş ürünlerin dahi 2 saatten daha fazla yeterli korumayı sağlayamadığı biliniyor.

    Güneşten koruyucu ürünler güneşe çıkmadan 20-30 dk önce uygulanmalı ve güneşe çıkmadan mutlaka tekrar edilmelidir. Ayrıca ense, kulak arkası gibi bölgelere de ürünün uygulandığından emin olmak gerekir. Cildimiz için ortalama 2mg/cm2 önerilen miktardır. Ayrıca deniz, havuz, kurulanma üstüne mutlaka yenilenmelidir.

    Gündelik yaşamda da yeterince güneş maruziyeti (Güneşin Zararlı Etkileri için tıklayın)yaşadığımız için açık güneşe çıkılacağı her durumda güneş sonrası krem kullanılmalıdır.

    SPF- Sun Protective Factor (Güneş Koruyucu Faktör)

    Güneşten koruyucu ürünler için farklılığı oluşturan, hepimizin sıkça duyduğu ve kullandığı ancak tam olarak anlamını birçoğumuzun bilmediği SPF – Sun Protection Factor kavramı yani pratikte kullanıldığı şekliyle “faktör” kavramıdır.

    Bir güneşten koruyucu ürünün faktörü, güneşten koruyucu etkinliğinin ölçümüdür. Örneğin herhangi bir günde 12 dakikalık güneş maruziyetinde yanan bir kişinin, 10 SPF bir ürün kullanması durumunda 120 dakikada yanması beklenir.

    Ayrıca Amerikan sistemine göre 10 SPF’nin Avrupa sistemine göre 5 SPF’ye eşit olduğu unutulmamalıdır.

    Cilt tipimize (Cilt Tipinizi Öğrenmek için tıklayın) göre değişmekle beraber en az 15 SPF ürünleri kullanmamız gerekir. Açık renk ve kolay yanabilen ciltler için minimum 30 SPF ürünler seçilmelidir. Çocuklarda cilt tipine bakılmaksızın yüksek faktörlü ürünler kullanılmalıdır.

    AA

  • Uzmanlardan ‘maydanoz suyu’ uyarısı

    Uzmanlardan ‘maydanoz suyu’ uyarısı

    Uzman Diyetisyen Işın Sayın, maydanoz suyunun kilo verme diyetlerinde bilinçsizce kullanılmaması gerektiğini söyledi.

    Uzman Diyetisyen Işın Sayın, vatandaşları böbrek taşı düşürmede ve çok kuvvetli bir idrar söktürmede kullandıkları maydanozu çok tüketmemeleri konusunda uyardı.

    Sayın, güçlü bir idrar söktürücü olan maydanozun vücut için çok önemli olan suyu atarak insanların zayıfladığını zannetmesine sebep olduğunu söyledi.
    Maydanozun faydaları hakkında bilgi veren Işın Sayın, suyun insan vücudu için hayati öneme sahip olduğunu belirterek şöyle konuştu:

    “Vücudumuzun yüzde 60- 70’i sudur. Vücut suyu azaldığında; metabolizma alarma geçer, her damla suyu saklar. İdrarla atılamayacak şekilde, suyu depolamaya başlar. Bu bir savunma mekanizmasıdır. Sık idrara çıkaran etkenler, ödemi kronik hale getirir. Kilo vermek isterken tam tersi vücudumuz su tutmaya başlar. Ayrıca, maydanoz, çok sık idrara çıkarır. Sık idrara çıkmakla vücudumuz için vazgeçilmez olan mineralleri kaybederiz. Böbrek taşı düşürmede kullanılan, çok kuvvetli etkisi olan maydanoz; bilinçsizce kullanılmamalıdır. Maydanozu bol yediğinizde, idrarda asla halka halka yağ görmezsiniz.”
    VÜCUDUN SU DENGESİNİ BOZMAYIN
    Kontrolsüz bir şekilde maydanozun kullanılmaması gerektiğini ifade eden Diyetisyen Işın Sayın, şunları söyledi:

    “Eğer gün içinde aşırı su boşaltan, çok sık idrara çıkaran besin tüketmezsek, ödem yapan besinleri almazsak ve 2 buçuk litre su içersek, vücut suyunu dengede tutabiliriz. Böylece kan dolaşımı ve tansiyon düzenlenir.”
    Kandaki değerli besin ögeleri daha etkin biçimde taşınacağından beyinin beslenebileceğini anlatan Sayın, sözlerini şöyle sürdürdü:

    “Maydanoz yediğimizde tüm vücutta detoks gerçekleşir, böbrek ve sindirim sistemi arınır. Karaciğer detoksla değil, yağ yakımı ile ilgilenebilir. Tüm bu nedenlerle vücuttaki su dengesi çok önemlidir. Maydanozu abartılı kullanmaktansa; ödeme neden olan faktörlerin üzerine gitmek daha doğrudur. Kontrolsüz maydanoz kullanımı sağlıklı değildir. Güvenli olan salatalara eklemek, yemeklerin üzerine azar azar süsleme amacıyla koymaktır.”
    İHA

    Maydonoz Suyu Yöntemiyle Zayıflayanlar için tıklayın !

  • Tüp bebek tedavisinden önce yapılması gerekenler

    Tüp bebek tedavisinden önce yapılması gerekenler

    Çocuk sahibi olmakta zorlanan çiftlerin büyük bir kısmı en kısa sürede tedavi olup bebeklerine kavuşmak isterler. Hatta bazıları neden çocuk sahibi olamadıklarını öğrenmeden hemen tüp bebek yaptırmaya çalışırlar. Bahçeci Sağlık Grubu Umut Tüp Bebek Merkezi Kadın Hastalıkları Uzmanı Doç.Dr. Ulun Uluğ tüp bebek tedavisinden önce yapılması gerekenleri açıkladı.

    Maalesef toplumdaki genel kanı; tüp bebek tedavisinin %100 başarılı olduğu yönündedir. Bahçeci Sağlık Grubu Umut Tüp Bebek Merkezi Kadın Hastalıkları Uzmanı Doç.Dr. Ulun Uluğ tüp bebek tedavisinden önce yapılması gerekenleri ve başarı oranlarını açıkladı…

    Defalarca tüp bebek tedavisi deneyip kendiliğinden gebe kalan birçok kişiye tanık olunur. En son teknolojik gelişmeleri kullanılsa bile tüp bebek kesin bir yöntem değildir.

    Amerikan Üremeye Yardımcı Tedavi Edenler Derneği’ne göre tüp bebek de başarı oranı %40 ancak ulaşmaktadır.

    Tüp Bebek Tedavisinden Önce

    Tüp bebek tedavisine başlamadan veya karar vermeden önce daha basit yöntemler ile gebe kalınıp kalınmayacağı araştırılmalıdır. Ciddi erkeğe bağlı sperm problemi yoksa yumurtlama fonksiyonları normal olan genç çiftlerde denemeye gerek yoktur. Yumurtlamayı artırıcı yöntemler veya aşılama tedavisi ile daha basit daha hesaplı bir şekilde netice alınabilir.

    Yumurtlamayı artırıcı tedavi kadınlarda normalde 1 tane gelişen yumurta sayısını daha fazlalaştırmaktır. Bunun için hap benzer bazen de iğne benzeri ilaçlar kullanılır ve daha fazla sayıda yumurta büyümesi sağlanır.

    Doktorunuzun belirleyeceği bir zamanda da eşinizle beraber olarak doğal yollardan hamile kalma şansı artırılmış olur. Aşılama dediğimiz ‘İntrauterin inseminasyon‘da ise eşden alınan spermler laboratuar koşullarında daha yoğun ve daha hareketli hale getirilerek kadının rahminin içine enjekte edilir. Burada hem zamanlama hem de rahmin içersine daha fazla sayıda sperm bırakıldığı için gebelik şansı artmaktadır. Aynı zamanda yumurtlamayı artırıcı tedavi de uygulandığı için başarı şansı daha fazlada artmaktadır. Tüp bebek tedavilerine göre daha zahmetsiz ve basit tedaviler olduğu için öncelik tanımak gerekir. Sayılara yani başarı oranlarına gelecek olursak yumurtlama tedavisinde her bir seferinde % 6 iken aşılamada bu oran%18’dir. Bu oranlara bakarak biraz umutsuzluğa kapılabilir ancak basit yöntemler olduğu için ve her koşulda rahatlıkla uygulanabildiğini düşündüğümüzde tedavi algoritmasında ilk planda olmaları gerekir. Yukarıdaki bahsettiğim yöntemlerde başarının en önemli kuralı sabırlı olmaktır. Unutulmaması gereken nokta; bazı hastalarda tüp bebek tedavisine gerek kalmadan birçok çiftin bu yöntemlerle bebek sahibi olduğudur.

  • Vitamin veya Gıda Desteği İnfertiliteyi Artırır mı?

    Vitamin veya Gıda Desteği İnfertiliteyi Artırır mı?

    Vitamin veya Gıda Desteği İnfertiliteyi Artırır mı?

    Çocuk sahibi olmakta zorlanan kişiler geçmişten günümüze şifayı doğada aramış, aramaya devam etmektedir. Kullanılan vitaminlerin özellikle antioksidan olarak kabul edilen A-C-E vitaminlerinin fertiliteyi artırıcı etkisi konusunda araştırmalar yapıldı. Peki sonuç ne çıktı?

    Doç.Dr. Ulun Uluğ

    Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı

    Bazı gıdalarda vitamin oranlarının fazla olması kişide genel bir iyilik hali yaratır. Bu da kişinin hem öz güveninin artmasına hem de bazı durumlarda çocuk sahibi olmanın tamamıyla zamana bağlı olması nedeniyle başarılı gibi görünür.

    Cinsel Performans ile Çocuk Sahibi Olmak Doğru Orantılı mı?

    Özellikle erkeklerdeki bu tip gıda takviyeleri cinsel fonksiyonlar üzerinde artış yapmaktadır. Ancak unutmamak gerekir ki cinsel performans ile çocuk sahibi olmak arasında %100 oran yoktur. İnsanlarda cinsel dürtülere yol açan endokrin sistem ile sperm veya yumurta üretmesine yol açan endokrin yani hormonal sistem devamlı kesişmez.

    Menisinde canlı hücre olmayıp normal cinsel hayatını devam ettiren birçok erkek olduğu gibi, sperm sayısında standartlarda olup cinsel hayatında problem yaşayan birçok erkek de bulunmaktadır. Bu yüzden vitamin veya gıda desteği alırken problemin kaynağını da düşünmek gerekir.

    Üreme Hücreleri Nelere Karşı Hassastır?

    Vücudumuzda üreme hücreleri dış ortam değişikliklerine karşı çok hassastır. Örneğin kronik bir rahatsızlık olması, devamlı ilaç kullanma gerektiren rahatsızlıklar sperm veya yumurta hücrelerine negatif yönde etkiler. Vücudumuzda zararlı maddelerin metabolizması sırasında açığa ‘Oksidatif Radikaller’ adı verilen maddeler çıkar. Bu maddelerin yoğunlaşması hassas yumurta ve sperm hücrelerini etkileyebilir. Bu olumsuz etkileşme hem fonksiyon hem de kalite açısından üreme mekanizmasını ilgilendirir. Bunlar laboratuar koşullarında görülür. Örneğin; sigara içimi vücutta oksidatif radikallerin yükselmesine ve sperm kalitesi üzerinde özellikle DNA denilen genetik yapı üzerinde kırıklara yol açar.

    Vitaminler Fertiliteyi Artırır mı?

    Kullanılan vitaminlerin fertiliteyi artırıcı etkisi olduğunu düşünebiliriz. Özellikle antioksidan olarak kabul edilen A-C-E vitaminleri bu gruba girmektedir. Günümüze değin vitamin desteğinin kısırlık ‘infertilite’ üzerine etkileri konusunda binlerce araştırma yapılmış. Sonuçlara bakıldığında kimileri yararlı bulurken kimileri de fark etmediği görülmüştür.

    Folik Asit Desteği Şart!

    Kanıta dayalı tıp açısından baktığımızda ‘Folik asit’ dışında herhangi bir vitamin desteğinin özellikle infertilite tedavisi görenlerde bir yararı olduğu gösterilmemiştir. Sağlıklı beslenen ve düzgün spor yapan kişilerde vitamin eksikliği kolay kolay olmaz. Gebelik öncesi kullanılan folik asidin bebeklerde sinir sisteminin gelişimi üzerine etkisi bilinmektedir.

    Son yıllarda besin katkısı veya vitamin üreten endüstri çok büyümüş ve gerekli gereksiz birçok reklam yapılmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken konu; infertilite tedavisi gören çiftlerin düzenli ve yeterli beslenme alışkanlığıdır. Aksi takdirde zayıf veya aşırı kilolu, dengesiz beslenen çiftlerde vitamin eksikliği olacağı bilimelidir. Sağlıklı bir vücudun gebeliğe hazır olacağını unutmamak gerekir.

  • Estetik ve sağlığın dışa açılan perdesi : Burun

    Estetik ve sağlığın dışa açılan perdesi : Burun

    Burun estetiği operasyonları ,dünyada yıllardır en çok yapılan estetik operasyonlar olmuştur. Hele ülkemiz gibi burun problemlerinin sıklıkla görüldüğü bir memlekette, en başta gelen estetik operasyon olmayı, yıllarca da devam ettirecek gibi görünmektedir.

    Burun hem estetik hem de sağlık açısından insanın dış dünyaya açılan penceresidir . İnsanlar birbirleriyle olan iletişimini karşılıklı, yüz yüze bakarak yaparlar. Bu açıdan ilk göze çarpan organ, yüzümüzün ortasındaki temel yapı olan burundur. Yüzde kaş ve göz ne kadar  güzel olursa olsun,  eğer burun gözlerin güzelliğini örtbas edecek kusurlara sahipse, tüm dikkatin kusurlu olan buruna kayması engellenemez. Bu durum, karşısındaki kişinin dikkatinin kusurlu  burunda yoğunlaştığını  hisseden  bireyde özgüven kaybına yol açar.  Tüm bunlar burnun yüz estetiğinde ne kadar önemli bir yer işgal ettiğinin,  sürekli iletişim halinde olan birey için özgüven anlamında ne kadar önemli olduğunun göstergeleridir.

    Burun sağlık açısından da dış dünyaya açılan en önemli penceredir. Çünkü; sağlıklı ve kaliteli bir yaşam için burundan rahat nefes alabilmek kadar önemli bir şey yoktur. Burnun temel işlevi olan solunum fonksiyonunun yerinde olması demek;  alınan havanın nemlendirilip,  ısıtılıp, temizlenmesi demektir ki;  bu durum alt solunum yollarının sağlığı  için hayati öneme sahiptir.  Ayrıca burnun koku fonsiyonunun iyi olması, yemekten cinselliğe kadar geniş bir yelpazeyi etkilediği unutulmamalıdır.

    Genel vücut sağlığı ve yüz estetiğinde başlı başına önem arzeden burnun, şekli ve fonksiyonları her zaman bütünün birer parçası olmalıdır. Asla ve asla burnun şekli için fonksiyonundan, fonksiyonu içinde şeklinden ödün verilmemelidir.  Yani estetik operasyon yapılacaksa burnun fonksiyonları korunmalı gerekiyorsa arttırılmalı, solunumu düzeltecek fonksiyonel bir ameliyat yapılacaksa da estetik sorunlar ortaya çıkmamalıdır. Şayet hem estetik hem fonksiyon açısından operasyon yapılacaksa her iki yönüyle de güzel bir sonuç aynı anda hedeflenmelidir.

    Burun estetiği operasyonları son yirmi yıla kadar kıkırdak ve kemik yapıların küçültülerek burnun küçültülmesi amacını taşıyan, “fonksiyonel estetik” kavramının pek düşünülmediği operasyonlardı. Sadece burnun küçük olmasını hedefleyen bu yaklaşım burnun fonksiyonlarının ihmal edilmesine neden olurdu.  Herkesin burnu tek tip, birbirinin kopyasıymış gibiydi. Bu tip burunlar estetik müdahale geçirdiği her halinden belli olan,  doğal görünümlü olmayan burunlar olarak karşımıza çıkardı. Küçük bir burna sahip olmak uğruna burnun fonksiyonlarının kaybolduğu hüzünlü sonla karşı karşıya kalmak kaçınılmaz sondu genellikle.

    Zamanla burnun fonksiyonlarının önemi iyice anlaşılınca güzel burun kavramı değişti. Artık “güzel burun”  kavramı başta burnun fonksiyonlarının çok iyi olduğu, rahat nefes alabilen, bunun yanı sıra estetik müdahale geçirdiği  belli olmayan, herkeste aynı tip değil kişiye özel olan, yüzle orantılı ve doğal görünümlü olarak değişti. Hatta ve hatta yapılan estetik operasyonla burnun fonksiyonlarına ekstra katkı amaçlanmaya başlandı.

    Burun, özel şekli sayesinde fonksiyonlarını yerine getirebilir. İdeal bir burun estetiği operasyonunda,  estetik- fonksiyon dengesi gözetilmesi gereken en önemli durumdur.  Yapılan estetik operasyonun  amacı fonksiyonları ve görünümü kötü olan bir burnu sağlıklı ve güzel görünümlü, doğal bir yapıya kavuşturmaktır.  Estetik ve sağlığın dışa açılan penceresi de her zaman bunu hak etmektedir…

    Op.Dr.Muhammet DİLBER
    Nose Estetik “Estetik Burun Ameliyatları”
    www.noseestetik.com , www.muhammetdilber.com

    Op.Dr.Muhammet Dilber Facebook 
    Op.Dr.Muhammet Dilber twitter

    İlgili yazıları ;

    – Burun estetiği ile birlikte yapılan operasyonlar 
    – Burun şekli nefes almayı etkiler mi ?
    – Doğal burun estetiği
    – Burun operasyonu öncesi öneriler
    – Burun estetiği operasyonlarında doğru zaman ?

  • Keratokonus Belirtileri Tedavisi

    Keratokonus Belirtileri Tedavisi

    Keratokonus , gözün ön kısmını oluşturan saydam tabakanın (kornea) öne doğru bombeleşmesi ve incelmesi  ile karakterize her iki gözü birden etkileyen, ilerleyici bir hastalıktır. Kornea göze gelen ışınların kırıldığı en önemli göz tabakasıdır. Bu bölgede oluşan değişimler ışınların yanlış odaklanmasına sebebiyet vererek görme kalitesini  ciddi şekilde bozarlar
    Aile hikayesi olanlarda ve alerjik bünyeli kişilerde daha sık görülen bu hastalıkta en önemli şikayet gözlük ile düzeltilemeyen görme azlığıdır.
    Keratokonus  genellikle 15-16 yaşlarında başlar ve 35  yaşına kadar ilerleme gösterebilir. Hastalığın seyri kişiden kişiye değişkenlik gösterebilmeltedir
    Keratokonusun ilk evrelerinde şikayet genellikle gözlük numarasının sık değişmesidir. Hastalık ilerledikçe gözlük ile net bir görüş sağlanamaz.

    Keratokonus Belirtileri Nelerdir?

    Keratokonus hastalığında başlangıç yaşı olarak belirli bir yaş bulunmamaktadır. Her yaşya ortaya çıkabilmektedir. Ancak istatistikler ergenlik sonrası 20 li yaşlarda gelişmeye başlayarak kornea yapısını konikleştirerek bozmaktadır. Keratokonus hastalığı çok yavaş seyrettiği için teşhis edilmesi güç olabilir. Genellikle iki gözde farklı seviyelerde seyretmektedir.

    • Görüşte netlik azalması çarpık ve bulanıklık
    • Miyop
    • Çift görme
    • Astigmatizm
    • Gözde parıltı
    • Göz yorgunluğu ile seyreden bağ ağrıları
    • Gözlerde ışığa karşı aşırı hassasiyet

    Keratokonus Tedavisi Fiyatları

    Keratokonus göz hastalığını tedavisi için kullanılan kontakt lensler yıllık olarak 500 ile 1.400 tl arasında bir bütçe ayırmanızı gerektirmektedir. Diğer cerrahi keratokonus tedavileri için ödenen mikyar yaklaşık olarak tek bir göz için 2.000 tl ile 4.000 tl ye kadar varabilmektedir. Keratokonus tedavisi pahalı olan bir göz hastalığıdır. Tedavi maliyetleri hastaneler veya göz doktorlarının bulundukları konuma göre değişebilmekte ve artış gösterebilmektedir.

    Keratokonus hastalığında görme neden azalır?

    Keratokonus hastalığının teşhisinde iki önemli bulgu bulunmaktadır. Kornea incelmesi ve kornea sivrilmesi. İncelen kornea sivrilerek eğilmekte bükülerek şekil değiştirmektedir. Saydam tabakada bulunan konik bir geometrik alandan göze giren görüntülerin düzensizce kırılması nedeni ile görüş netliği gittikçe kaybedilmektedir. Keratokonus ilerleyici bir hastalık olarak seyrettiğinden sivrilme eğiliminin devam etmesi durumunda görüş gittikçe kötüleşebilir. Keratokonus hastalığında başlangıç evrelerinde gözlükle görme sağlanabilsede sonraki evrelerde hasta gözlükle göremez bir duruma gelebilir. Bu sebeple görmenin sağlanması için tedavide konik kısıma uygun açıda mercek (lens) yerleştirilir. Özel kontakt lensler düzeltici mercek olarak kullanılmaktadır.

    Keratokonus Tedavisi

    Hastalığın seyri ve ilerleme hızı son derece farklı gelişebileceğinden keratonus tedavisi kişiye özeldir. Gözlük bile kullanmadan net görebilen ve hastalıklarından habersiz hastalar olabileceği gibi son derece hızlı ilerleyen ve yirmili yaşlarda kornea nakli gerektiren olgular da görülebilmektedir. Aslında yapısal bir hastalık olan keratokonusun tam anlamıyla bir tedavisi yoktur. Tedavilerin amacı hastaların hayatlarını rahatça devam ettirebilecekleri bir görme kalitesine ulaştırabilmektir.

    CCL – ( Corneal Cross – Linking )

    Son 5 yıldır giderek artan sıklıkta kullanılan ve keratokonusun ilerlemesini durduran bir yöntemdir. Tedavide Ultraviole A ve Riboflavin  ( B2 vitamini) kullanarak korneanın yapısını güçlendirilir. Bu nedenle hastalığın seviyesi ve hastaların görme kalitesi ne olursa olsun ilerleme saptanan hastalarda ilk tedavi seçeneğidir. CCL, keratokonusun ilerlemesini durdurmakla kalmaz , bazı hastalarda görme seviyesinde de  bir miktar artış sağlar.

    Yöntem

    Damla anestezisi ile göz uyuşturulduktan sonra korneanın en dışında yer alan epitel tabakası soyulur.5 dakika ara ile riboflavin solusyonu 30 dakika boyunca göze damlatılır. Daha sonra 370 nm UVA kornea yüzeyinden 4-5cm uzaklıkta yaklaşık 8 mm lik bir alanda 30 dakika uygulanır. UVA tatbiki sırasında her 5 dakikada bir Riboflavin damlatılmaya devam edilir. İşlem bittikten sonra göz antibiotikli pomadla kapatılır. Ortalama 2 gün sonra iyleşme tamamlanmış olur. Yapılan çalışmalarda , 1 kez yapılan CCL girişiminin hastaların büyük bir kısmında keratokonusun ilerlemesini  durdurduğu saptanmıştır.

    Kontakt lens

    Keratokonusta korneanın şekli bozulur. Başlangıç keratokonuste  görülen hafif astigmatlar yumuşak lensler ile düzeltilebilir. Keratokonus ilerledikçe keratokonuse özel  yumuşak lensler bile görmeyi artıramaz. Bu nedenle yarı yumuşak, hibrid (ortası sert, çevresi yumuşak) ve piggy-back (yumuşak ve yarı yumuşak lensler birlikte)kontakt lensler uygulanır. Ancak kontakt lensler keratokonusun ilerlemesini engellemez. Lens kullanan hastaların rutin kontrolleri yapılmalı ve gerekli görüldüğünde CCL tedavisi uygulanmalıdır. Bu tedaviden sonra iyi görebilmek için kontakt lens kullanımına devam edilir.

    Kornea İçi Halkalar (Keraring, Ferrararing, Intacs)

    Keratotokonusta bozulan kornea dokusununun içine monte edilen , şeffaf yapıda , doku uyumlu, cam türevi implantlardır. Korneanın içine yerleştirildikleri için kontakt lens gibi takıp, çıkarmak gerekmez. Ömür boyu sorunsuz bir şekilde gözde kalabildikleri gibi istenildiği zaman  gözden çıkarılabilirler. Değişik markalarda ve yapıda ring segmentleri mevcut olmakla birlikte hepsinin etki mekanizması aynıdır.Burada amaç şekli bozulan korneayı daha düzgün hale getirmek ve göze gelen ışınların doğru kırılmasını sağlamaktır.

  • Tükenmişlik Sendromu Bulaşıcıymış

    Tükenmişlik Sendromu Bulaşıcıymış

    Türkiye Psikiyatri Derneği Ruh Sağlığı ve Medya Çalışma Birimi Koordinatörü Doç. Dr. Burhanettin Kaya, “tükenmiş” bireylerin bulunduğu ortamlarda, bu sürecin diğerlerini de etkileyebildiğini ve onların da tükenmişlik yaşamalarını kolaylaştırdığını bildirdi.

    Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi de olan Doç. Dr. Kaya, “tükenme” kavramının, yorgunluk, hayal kırıklığı ve işi bırakmayla karakterize bir durumu tanımlamak için kullanıldığını söyledi.

    Yapılan çalışmalara göre tükenmişliğin, sağlık çalışanlarında diğer meslek gruplarına göre daha fazla olduğunu, ancak bunun her meslek grubunda görülebileceğini belirten Kaya, şu bilgileri aktardı:

    “Tükenmişlik, duygusal tükenmişlik, duyarsızlaşma ve azalmış başarı duygusu olmak üzere üç ayrı biçimde yaşanabilir. Bu değişiklikler işe bağlı tutum ve davranışlarda değişikliklerle kendini gösterebilir. Tükenmişliğin temel özellikleri enerji kaybı, motivasyon eksikliği, diğerlerine karşı negatif tutum ve aktif olarak geri çekilmeyi içerir. Bunun yanı sıra fiziksel tükenme, kronik yorgunluk, çaresizlik, ümitsizlik, negatif bir kendilik algısı, duygusal ve zihinsel tükenme de tükenmişliğin göstergelerindendir.”

    Dört evresi var

    1. Evre: Yüksek Beklenti

    Tükenmenin dört evresi olduğunu ancak bunun kişinin bir evreden diğerine geçtiği kesintili bir süreç şeklinde değil, birbiri içine geçmiş süreçler şeklinde kendini gösterdiğini anlatan Kaya, “İdealistik Coşku Evresi” olarak tanımlanan birinci evrede yüksek bir umut, enerjide artma ve gerçekçi olmayan boyutlara varan mesleki beklentiler sergilendiğini söyledi.

    Bu evrede kişi için mesleğinin her şeyin önünde olduğunu, uykusuzluğa, gergin çalışma ortamlarına, kendine ve yaşamın diğer yönlerine zamanını ve enerjisini ayıramayışına karşı üstün bir uyum sağlama çabası ortaya konulduğunu belirte

    2. Evre: Durağanlaşma

    Doç. Dr. Kaya, ikinci evrenin ise “durağanlaşma” olarak tanımlandığını bildirdi.

    Bu evrede artık istek ve umutta azalma yaşandığını, kişinin, mesleğini uygularken karşılaştığı güçlüklerden, daha önce umursamadığı ya da yok saydığı bazı noktalardan giderek rahatsız olmaya başladığını ifade eden Kaya, iş dışında bir şey yapmamanın giderek sorgulandığını dile getirdi.

    3. Evre: Engellenme

    “Engellenme” diye tanımlananan üçüncü evrede, kişinin insanları, çalışma sistemini, olumsuz çalışma koşullarını değiştirmenin ne denli zor olduğunu fark ettiğini, aşırı bir engellenmişlik ve hayal kırıklığı duygusu yaşadığını bildiren Kaya, “Hasta bu durumda uyum sağlamaya odaklı savunma ve başa çıkma çabalarını harekete geçirir. Kullandığı uyum bozucu savunmalar ve başa çıkma stratejileri ile tükenmişliği daha da ilerletir. Giderek kendini geri çekme, kaçınma şeklinde bireyin kişisel özelliklerine da bağlı olan davranışlar gözlenir” diye konuştu.

    4. Evre: Apati

    Kaya, “Apati” denilen dördüncü evrede ise tepkisizliğin hakim olduğunu, bu evrede duygusal kopma, duyarsızlaşma, donuklaşma, derin bir inançsızlık ve umutsuzluk gözlendiğini anlattı.

    Hastanın bu dönemde mesleğini ekonomik ve sosyal güvence için sürdürdüğünü ancak zevk almadığını, böyle bir durumda iş yaşamının kişi için bir doyum ve kendini gerçekleştirme alanı olmaktan uzak bir yer haline geldiğini anlatan Kaya, hastanın sıkıntı ve mutsuzluk veren bir ortamda bulunduğunu söyledi.

    Stresli iş tüketiyor

    Özelikle acil servislerin çalışma koşulları gereği sıklıkla fiziksel dikkat gerektiren, çalışanlar için sürekli merhamet, sempati ve acıma için ağır yük oluşturan yerler olduğuna dikkati çeken Kaya, bu ortamda çalışmanın yarattığı stresin kişiyi duygusal açıdan güçsüzleştirdiğini ve tükettiğini aktardı.

    Doç. Dr. Burhanettin Kaya, destek sistemlerinin olmamasının da tükenmişliği artırdığını, işe devamlılığın ve üretkenliğin azalmasına yol açtığını ifade ederek, “Tükenmişlik ‘bulaşıcı’ bir durumdur. Tükenmiş bireylerin bulunduğu ortamlarda bu süreç diğer bireyleri de etkileyebilmekte ve onların da tükenmişlik yaşamalarını kolaylaştırmaktadır” diye konuştu.

  • Tüp bebek aşamaları

    Tüp bebek aşamaları

    1-Yumurtalıkların uyarılması;

    İlk görüşme,muayene ve tetkikler sonrası tüp bebek uygulamasına geçilmeye karar verilen olgularda tedaviye yumurtalıkların uyarılması ile başlanır.

    Tüm protokollerde adet kanamasının ikinci ya da üçüncü gününde temel ultrason incelemesi ve kanda östrojen tayini yapılır ve kullanılacak ilaç dozuna karar verilir. Uyarı tedavisi başladıktan sonra hasta belirli aralıklarla kontrole çağırılır. Bu kontrollerde vajinal ultrasonografi yapılarak gelişen folliküllerin sayısı ve büyüklüğü kontrol edilir.Zaman zaman yumurtalıkların durumuna göre kanda östrojen incelemesine gerek duyulabilir.

    Tüp bebek özel bölüm için Tıklayın !

    Tedavide amaç mümkün olduğunca fazla sayıda 16-20 mm çaplı follikül elde etmektir. Takipler esnasında kan östrojen düzeyleri kontrol edilerek ilaç dozu ayarlaması yapılabilir. Hedef 14- mm’den büyük follikül basına 200 pg/ml östrojen düzeyine ulaşmaktır. Folliküller yeterli büyüklüğe ulaştığında son olgunlaşmayı sağlamak için 5.000-10.000 ünite human chorionio gonadotropin (hCG) enjeksiyonu yapılır. Tedavinin süresi değişken olmakla birlikte kendi kliniğimizde ortalama 10.4 + 1.7 gündür. Çatlatma iğnesinden 34-36 saat sonra yumurta toplama işlemi yapılır.

    Ultrason takipleri şırasında değerlendirilen bir diğer faktör de rahimin içini döşeyen ve endometrium adı verilen tabakanın yapışı ve kalınlığıdır. Gebelik oluştuğunda endometriuma yerleşeceğinden bunun yapışı son derece önemlidir.hCG gününde endometrium 6 mm veya daha ince olduğunda gebelik şansı azalmaktadır. Kendi uygulamalarımızda bu tür hastalardaki klinik gebelik oranı %11.8’dir. Endometrial kalınlığın 14 mm’den fazla olması da olumsuz etki yaratmakta ve gebelik elde edilse bile düşük olma olasılığı artmaktadır.

    2-Yumurtaların toplanması;

    Yumurtalar olgunlaştıktan sonra toplama işlemi yapılır. Yumurta toplama işlemi (oocyte pickup-OPU) vajinal ultrason eşliğinde yumurtalık içine iğne ile girilerek yumurta içeren ve folikül adı verilen içi sıvı dolu yapıların boşatılmasıdır. Tüp içine alınan sıvının içinde yumurta mikroskop altında görülebilecek çok küçük bir hücredir. OPU işlemi genelde kısa süreli genel anestezi ile yapılmaktadır. İşlem 10-15 dakika kadar sürer.

    Her folikülün içinden yumurta çıkmaz. Genelde foliküllerin %70’inin içinde yumurta vardır. Yumurtalar toplandıktan birkaç saat sonra etraflarındaki hücreler temizlenerek olgun olup olmadıkları değerlendirilir. Olgun olan yumurtalara ise dölleme işlemi uygulanır. Yumurta toplam işlemi sonrasında en fazla 1-2 saat dinlendikten sonra hasta eve yollanır.

    3-Mikroenjeksiyon;

    Döllenme klasik tüp bebek veya mikroenjeksiyon yöntemi ile olur. Klasik tüp bebekte spermler toplanan yumurtaların yanına bırakılır ve kendiliklerinden yumurtayı döllemeleri beklenir.Erkeğin tamamen normal olduğu ve kısırlığın kadına bağlı olduğu durumlarda kullanılır. Mikroenjeksiyonda ise yumurtanın içine tek bir sperm mikromanipulator adı verilen özel bir alet yardımı ile zerk edilir. Döllenme işlemi yumurtalar toplandıktan yaklaşık 2-4 saat sonra yapılır. Mikroenjeksiyon ile olan döllenmede öncelikle yumurtaların çevresindeki hücreler (kumulus hücreleri) temizlenir.

    Daha sonra ise yumurta sabitleyici bir pipet ile tutulur ve çok ince bir iğne ile sperm yumurtanın içine zerk edilir. Toplanan yumurtaların ortalama %70 civarı olgun ve döllenmeye müsaittir. Bunların da yaklaşık %70’i döllenecektir. Örneğin 10 yumurtası olan bir kadının ortalama 5 embryosu gelişecektir. Bu bir ortalama olup sayı bunun altında veya üstünde olabilir.

    4- Embriyo Transferi ;

    Embriyolar iki hücreli aşamadan çok hücreli blastokist aşamasına kadar herhangi bir dönemde transfer edilebilmekle beraber, en şık tercih edilen transfer zamanı 4-8 hücreli aşamadır. Embriyolar bu aşamaya genellikle 2 ya da üçüncü günde ulaşmaktadırlar. Embriyo transferi iki-altıncı günler arasında yapılabilir.

    Yardımcı üreme tekniklerinde transfer edilen embriyo sayısı ile klinik gebelik oranları arasında direkt bir ilişki mevcuttur. En iyi klinik sonuçlar 2-4 embriyonun transfer edilmesi ile alınmaktadır, ikiden fazla sayıda embriyo transfer edildiğinde çoğul gebelik oranları oldukça yükselmektedir; ancak bu risk artan kadın yaşı ile birlikte azalmaktadır. Çoğul gebeliklerin komplikasyon oranlarının yüksek olması ve erken doğum gibi nedenler ile maliyetin artması nedeni ile pek çok ülkede transfer edilen embriyo sayışının kısıtlanması yoluna gidilmektedir.

    Günümüzde 35 yaşından genç her hastada sadece bir tane blastokist transfer edilmesi önerilmektedir. Embriyo transferi yapılırken hasta jinekolojik muayene pozisyonunda yatırılır. Vajinaya spekulum takıldıktan sonra steril serum fizyolojik ile temizlik yapılır. Ardından özel kültür sıvıları ile rahim ağzı temizlenir. Embriyolog transfer edilecek embryolan katater içinde laboratuvardan getirir, işlemi yapacak olan hekim karından yapılan ultrason esliğinde embriyoları rahim içine bırakır.

    Embriyo transferi işlemi ağrılı bir işlem değildir ve genelde anestezi gerektirmez.

    İşlem sonrası endometriumu desteklemek için hastaya enjeksiyon, fitil ya da krem şeklinde hormon ilaçları verilir.Luteal faz desteği adı verilen bu tedavi eğer gebelik oluşursa 10.haftaya kadar devam eder. Gebelik oluşmayıp adet kanamasının olduğu durumlarda ise kanamanın başlaması ile birlikte tedavi kesilir.

  • Skolyoz ve Gebelik

    Skolyoz ve Gebelik

    Skolyoz ergenlik çağında kızlarda sık rastlanan bir hastalıktır. Bu hastalar çocuk sahibi olmaya karar verdiklerinde akıllarında birçok soru oluşmakta.

    Skolyoz hastalarının gebe kalmalarında bir sakınca var mıdır?

    Hayır. Skolyoz hastalarının gebe kalmasında bir sakınca yoktur. Ayrıca normal bir gebelik süreci yaşarlar.

    Gebelik skolyozda bir ilerlemeye sebep olur mu?

    Gebelerde karşılaştığımız skolyoz düşük ya da yüksek açılı da (tedavisiz kalmış) olabilir. Gebelikten bağımsız olarak yüksek açılı skolyozlar (50° üzerinde) ilerlemeye devam edebilir. Ancak düşük açılı skolyozların ilerlemeyeceği söylenebilir.

    Gebelik yaşının skolyozun ilerlemesiyle ilgisi var mıdır?

    Gebe kalınan yaşlarda hanımlar kemik gelişimini tamamlamış olurlar. Boy uzaması da bitmiştir. Bu yüzden skolyozun ilerleyeceği düşünülmez.

    Toplam gebelik sayısının skolyozun ilerlemesiyle ilgisi var mıdır?

    Doğum sayısının skolyozun ilerlemesi üzerinde bir etkisi yoktur.

    Skolyozlu gebelerde sırt ya da bel ağrısı omurgası normal olan hanımlara kıyasla daha mı sık görülür?

    Gebe skolyoz hastalarının sırt ağrısı sıklığı omurgası normal olan hanımlardan farklı değildir. Bel ağrısı, skolyozu olmayan gebelerde bile sık karşılaşılan problemlerden biridir. Gebelerin yarısında görülür. Gebe kalmadan önce bel ağrısı yaşayanlarda gebelikte daha da sıktır. Sıklığı annenin ilerlemiş yaşı ve doğum sayısıyla doğru orantılıdır. Yurtdışında yapılan çalışmalarda bel ağrısı ile annenin boyu, kilosu, aldığı kilo, bebeğin kilosu arasında bir bağlantı saptanmamıştır. Gebelikte anne rahminin boyutu artar, bu bel çukurunun artışı ile telafi edilir. Sonuçta bel yükünde artış ve ağrı olur. Gebelik boyunca artan progesteron ve relaxin annenin eklem ve bağlarında gevşemeye neden olarak doğum için anneyi hazırlar. Bağlardaki gevşeme de bel kasları üzerinde yükü artırarak ağrıya neden olabilir. Tüm saydığım bu mekanizmalara bağlı olarak bel bölgesinde skolyozu olan ameliyat olmamış gebelerde bel ağrısı daha sıktır. Bel bölgesi skolyozu nedeniyle ameliyat olmuş gebelerde ise bel ağrısı genelde gözlenmez.

    Skolyoz doğum sırasında soruna sebep olur mu?

    Skolyoza bağlı doğum sırasında bir sorun yaşanmaz. Doğum omurgası normal olan hanımlardan farklı değildir.

    Skolyoz hastaları normal doğumu mu yoksa sezeryanı mı tercih etmeli?

    Skolyozlu gebeler normal doğum yapabilirler. Hastanın omurgasındaki bu eğrilik pelvis kapasitesini etkilemez. Ancak yüksek açılı skolyozu olan, kalp ve akciğer hastalıkları olan, doğum kanalı normal doğum için uygun olmayan skolyozlu gebelerde sezeryan ile doğum tercih edilir. Doğum öncesi hastanın göğüs hastalıkları, kardiyoloji ve anestezi hekimleri tarafından değerlendirilmesi gereklidir.

    Skolyoz nedeniyle ameliyat olmuş daha sonra da gebe kalmış hanımlar için bir şey söyleyebilir misiniz?

    Eğer ameliyat başarılı olmuşsa skolyozun gebelikte ilerlemesi beklenmez. Doğum anestezi gerektrirse anestezi tercihi değişebilir. Skolyoz nedeniyle ameliyat olmuş olan hastalarda, gebelik skolyozun açısını artırmadığı gibi sırt ya da bel ağrısına da sebep olmaz.

    Skolyozlu gebelerde anestezi tercihi nasıl olmalıdır?

    İki tip anestezi tercih edilebilir. Bunlar genel anestezi ve bölgesel anestezidir. Bölgesel anestezi epidural ve spinal (subaraknoid) yapılabilir.

    Ne zaman genel anestezi, ne zaman bölgesel anestezi tercih edilir?

    Annenin bilinen kalp ve akciğer hastalıkları ya da bölgesel anestezi ile ilgili teknik zorluklar varsa genel anestezi tercih edilir. Bel bölgesine yönelik geçirilmiş cerrahiler, omurgada blokta kullanılan iğne girişini engelleyen kemikleşmeye (füzyon) neden olur. Bu da bölgesel anestezinin başarısızlığıyla sonuçlanır. Bu yüzden genel anestezi tercih sebebidir

  • Yazın Hamile Olmanın Avantajları

    Yazın Hamile Olmanın Avantajları

    Aşırı sıcaklarda bu düşünce doğru olmakla birlikte yaz hamilelerinin avantajları da vardır.

    Yaz aylarında hamile olduğunuzda “eyvah sıcaklarda ne yapacaksın” sözleriyle karşılaşmanız kaçınılmazdır.

    Gerçekten de sıcak yaz günlerinde her gün ağırlaşan bir karın ile dolaşmak oldukça zor olabilir. Bununla birlikte hamileliğin bazı zorluklarıyla yaz günlerinde baş etmek daha kolaydır. İşte size yaz hamilelerinin en büyük 8 avantajı….

    1- Şişen ayaklar ve ayak bilekleri kışlık ayakkabıların ve botların içine mahkum olmak zorunda değildir. Terliklerle, rahat babetlerle yaz boyunca rahat rahat dolaşabilirsiniz.

    2- Her yaz olduğu gibi bu yaz kilo telaşına düşmenize gerek yoktur. Kış boyunca alınan ekstra kiloları vermek için çaba harcamak zorunda değilsiniz.

    Siz artık iki canlısınız ve fit görünmek zorunda değilsiniz. Kilolarınızın canınızı sıkmayacağı keyifli bir yaza merhaba demeye hazırlanın.

    3- Hamilelik süresince uyku sorunu çekmeniz, geceleri sık sık uyanmanız olağan bir durumdur.

    4- Sıcak yaz günleri ve tatiller insanı tembelliğe sevkedebilir. Sık sık kısa şekerlemeler yapma fırsatı bulabilirsiniz. Sizi hem dinlendirir hem de ilerleyen günlerdeki yoğun günlere sizi hazırlayacaktır.

    5- Evde, iş yerinde, restaurantlarda en rahat ve en serin bölgedeki koltukları kapmak sizin en doğal hakkınız olacaktır. Hamile olmanın avantajlarından yaz boyunca faydalanabilirsiniz.

    6- Canınız dondurma çektiğinde sabah kahvaltısı, öğle yemeği ya da akşam yemeği farketmeksizin yiyebilirsiniz.

    Kaçamaklar sırasında çevredeki meraklı bakışlarla karşılaştığınızda önce sıcak havaları suçlayabilirsiniz. Gecenin ilerleyen saatlerinde buzdolabını karıştırırken yakalanırsanız bu da bir suç olmayacaktır.

    7- Yaz boyunca rengarenk, bol, tiril tiril elbiseler giyebilirsiniz. Büyüyen göbeğinizle paltolarınıza giymek için çaba sarfetmenize gerek olmadan rahat rahat gezebilirsiniz.

    8- Kış boyunca kilo aldıysanız bikini giyerken göbeğinizi içeri çekerek dolaşmak sizin için kaçınılmazdır. Yaz boyunca hamileliğiniz sayesinde göbeğinizi içeri çekmeden mayo bikini giyme keyfini yaşayabilirsiniz.

    Yaz aylarında hamile olmanın zorluklarının yanı sıra ayrı bir keyfi vardır. Sıcak havalara farklı bir açıdan bakarak olumlu düşünüp avantajlarından faydalanabilirsiniz.