Kategori: Sağlık

  • Oruç tutmak, sigarayı bırakma konusunda bir avantajdır

    Oruç tutmak, sigarayı bırakma konusunda bir avantajdır

    Sigara içen ve oruç tutan kişiler için Ramazan ayı bulunmaz bir fırsat değerinde. Çünkü Ramazan ayında yaklaşık 17 saat tutulan oruç, aynı zamanda sigara içmeyi de önlemektedir. Bu uzun sürede sigara içmemeye sabretmek, hiç şüphesiz irade işi olup, sigarayı bırakmak isteyenler için de önemli bir sınavdır.

    Çünkü sigara ile ilişkilendirilecek birçok davranış da değişikliğe uğradığından, oruç tutarken sigarayı bırakmak kolaylaşır. Oruçluyken çevredekiler de sigara içmeyeceği için, kişiler sigara içme uyarısı almazlar ve kendilerini psikolojik açıdan daha iyi hissederler.

    İftardan sonra sigara isteğini bastırmak için öneriler
    Yavaş yavaş su içilmelidir. İftar ile sahur arasında 2 – 2,5 litre sıvı (su, ayran, komposto) tüketilmelidir.
    Sigarayı hatırlatabileceği için kahve ve çaydan uzak durmalı; onun yerine ıhlamur, bitki ve meyve çayları içilmelidir.
    Sigara içilmeyen ortamlarda bulunulmalıdır.
    Aile ve çevreden sigarayı bırakma konusunda destek alınmalıdır.
    Yürüyüş yapılmalıdır.
    Sigara içme konusunda yoğun istek duyanlar salatalık, elma, havuç gibi kalorisi düşük yiyecekler tüketmelidir.
    Kişiler, sigara içmeme konusunda kendi kendilerine telkinlerde bulunmalıdır.
    Dikkat dağıtacak bir uğraş edinilmelidir.
    Her şeye rağmen halen yoğun sigara içme isteği varsa, nikotin pastili ya da sakızı, nikotin bandı kullanılabilir.

    Oruçtan sonra ilk içilen sigara damarları daraltıyor
    Orucu takiben içilecek ilk sigara, damarlarda daralma ve sertleşmeye, tansiyon yükselmesine ve kalp atışlarının hızlanması gibi olumsuz durumlara neden olur. Neticede kalp krizi, inme meydana gelebilir.

    Oruç tutmak, sigarayı bırakma konusunda bir avantajdır
    Oruç tutmak, sigarayı bırakma konusunda bir avantajdır. Oruçla birlikte sigara, çakmak, ağızlık, kül tablası sizden uzak olacak ve size sigarayı hatırlatmayacaktır. Bu dönemde kendinize telkinde bulunarak, sizi hasta edecek şeylerden uzak kalmaya çalışmalısınız. İlk günler zor olsa da rahatlığı hissettikçe, sigaraya karşı daha dik duracaksınız. Ramazanda sigarayı kesin olarak bırakmak isteyenler, bir uzman kontrolünde Nikotin Replasman tedavisi olabilirler.

    Oruç tutarken sigara isteğini bastırmak isteyenler için birkaç öneri
    Kısa bir yürüyüş yapmak, ortam değiştirmek, bahçede çalışmak,
    Kitap, gazete okumak gibi sakinleştirici bir aktiviteyle meşgul olmak,
    Stresten uzak durmaya çalışmak,
    Deniz kenarında zaman geçirerek zihnen rahatlamak,
    Derin derin nefes alarak, yavaş yavaş 10 kez nefes alıp vermek (burundan alıp ağızdan vermek şartıyla),
    Önce 200’e, ardından 250’ye kadar saymak.

    Oruç tutarken sigaranın etkilerini gidermede beslenme önemli rol oynuyor
    Sigara içenler orucu sigara ile açarsa, sigaradaki nikotinle damarlara “daral” komutunu vererek, ölüme davetiye çıkarmış olurlar. Sigara asla aç karnına içilmemelidir. Oruç bir çorbayla açılmalı, takiben biraz dinlenmeli, sonrasında yemeğe devam edilerek masadan hafif ve az yemek yiyerek kalkılmalıdır. Mide asla çok doldurulmamalıdır. Mümkünse hiç sigara içilmemelidir. İçilecekse yemekten bir süre sonra içilmeli, ancak üst üste içmekten kaçınılmalıdır.

  • Yüksek topuk beli zorluyor

    Yüksek topuk beli zorluyor

    Yüksek topuklar bele binen yükü artırarak omurgada şekil bozukluklarına yol açabiliyor.

    Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayhan Bilgici, yüksek topukların üzerinde durmak için gövdenin geriye doğru atıldığını, bu durumun bele binen yükü artırarak bel ağrılarına ve omurgada şekil bozukluklarına yol açabildiğini söyledi.

    Bilgici, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ayakların, vücudun ağırlığını taşıyan organlar olması nedeniyle ayakkabı seçiminin önemli olduğunu belirtti.

    Vücut ve ayak yapınıza uygun ayakkabıyı alın

    İnsanların pahalı ve iyi marka ayakkabı giydiğinde sıkıntı yaşamayacağı yanılgısına düştüklerini anlatan Bilgici, “En pahalı, en iyi marka ayakkabıyı almak en iyisini aldığımız anlamına gelmiyor, vücut ve ayak yapımıza uygun ayakkabıyı almak gerekiyor. ‘En pahalı spor ayakkabısını aldım ama ağrılarım arttı’ gibi şikayetlerle sıkça karşılaşıyoruz. Burada önemli olan en pahalı ayakkabıyı değil sizin ayak yapınıza en uygun ayakkabıyı giymenizdir” dedi.

    Yüksek topuklu ayakkabıların kullananları zorladığını ifade eden Bilgici, “Yüksek topukların üzerinde durmak için ister istemez gövdenizi geriye doğru atıyorsunuz. Bu durum, bele binen yükü artırarak bel ağrılarına ve omurgada şekil bozukluklarına yol açabiliyor” diye konuştu.

    Ayakkabının ön kısmı biraz yuvarlak ve geniş olmalı

    Yürürken, merdiven çıkıp inerken ayağa binen yükün vücut ağırlığının beş-on katına kadar çıkabildiğine dikkati çeken Bilgici, şunları kaydetti:

    “Bütün bu yükü ayak taşımak zorundadır. Bu nedenle destek noktaları ve ayak konforu önemlidir. Yeri normal kavrayabilmemiz ve dengeli yürüyebilmemiz için var olan ayak eğriliklerimizi ayakkabımızın desteklemesini istiyoruz. Ayakkabınız iç kısımdaki çukurluğu desteklemeli, parmaklara aşırı yük bindirmemeli. Ucu gittikçe daralan ayakkabılar olması, ayağın doğal yapısına ve ergonomisine aykırı bir durumdur. Ayakkabının ön kısmı biraz yuvarlak ve geniş olmalıdır.”

    Prof. Dr. Bilgici, ayağın eğriliklerini ve çukurlarını destekleyen ayakkabılar giyilmesi gerektiğini vurgulayarak, “İyi bir ayakkabı, yere bastığınızda vücut ağırlığınızı ikiyle üçle çarpıp geri çevirmeyen ayakkabıdır. İyi ayakkabı vücut ağırlığını emerek yere geçirecektir.Topuğunda hava yastıkları olan, ayağın iç eğriliklerini, parmakları destekleyen ayakkabılar istiyoruz” ifadelerini kullandı.

  • Güneş yanığına neler iyi gelir?

    Güneş yanığına neler iyi gelir?

    Haziran-Temmuz- Ağustos aylarında ülkemize yoğun bir şekilde gelen güneş ışınları, deri üzerinde ağrı, sızı ve kızarıklık gibi reaksiyonlara yol açmakta ve bu reaksiyonların en ciddisi de yanık olmaktadır.

    Güneş ışınlarının deri üzerinde yol açtığı tüm bu durumların kısa sürede geçmesi için ve en sık rastlanan güneş yanığının tedavisi için şu önerilere kulak verin…

    Güneş Yanığına Neler İyi Gelir?

    Güneş yanığının şiddetini dindirmek ve sorunun bir an evvel geçmesini sağlamak için serin bir duş almak, buzdolabında muhafaza edilmiş nemlendirici kremler kullanmak, yanığın ciddiyetine göre kortizonlu kremler güneş yanıklarına çok iyi gelmektedir. Güneş yanığının husule geldiği bölgeye soğuk tutmak hem ağrının hem de acının dinmesine fayda sağlar.

    Bazı kişiler güneş yanığına yoğurt sürmeyi tercih ederler, ancak uzmanlar güneş yanığına yoğurt sürmenin hiçbir yararı dokunmadığının altını çiziyor ve bu yöntemi önermiyorlar. Çünkü güneş yanığına yoğurt sürmek tıbbi açıdan zararlı bir durumdur. Güneş yanığına maruz kalan kişi yukarıda ki önerilerden birini denemelidir. Geçmiş olsun.

    Güneş yanığı nasıl geçer?
    Tedaviyi güneş yanığının evresine göre planlamak gerekir. Birinci derece yanık denilen kızarıklık evresinde acı vardır. Acıyı dindirmek için soğuk pansuman iyi gelir. Ancak, bunu soğuk suyla yapmak çok iyi bir fikir değildir. Çünkü su cildi kurutabilir.

    Yoğurt gibi sürülebilecek kremler var piyasada. Gümüş silfodiyazin ya da lanolin içerikli veya bitkisel aloe veralı yanık önleyici kremleri yanık oluşmuş olmasına rağmen sürmek faydalıdır.

    Birinci derece yanıkta sıvı kaybı ortaya çıktığı için ağızdan alınan sıvı oranını yükseltmekte fayda vardır. Kese yapmak ya da tahrişe neden olacak kıyafetler giymek sakıncalıdır. Ağrıyı azaltan antienflamatuar amaçlı parasetamol ilaç içilebilir.

    Aspirin çocuklarda özellikle güneş yanığında tehlikelidir, kullanılamaz. Kan dolaşımını sulandırıcı ve hızlandırıcı etkisi güneş yanığıyla örtüştüğünde tehlikeli sonuçlar doğabilir.

    Antienflamatuar ilaç içmek ve cildi yoğurt kıvamında bir kremle nemlendirmek, güneş yanığına karşı birinci basamak tedavidir. Bu tedavi şekli devam ettiği sürece yanık iki üç gün içinde geçecektir.

    Güneş Yanığı Ve Kızarıklığı Yaşayanlar Ne Yapmalı?

    2. derece güneş yanığı nasıl tedavi edilir?
    Bu yanık türü su toplamalı yanık olduğu için birinci derece yanıkta uygulanan tedaviyi daha sıklaştırmak gerekir. Günde bir yerine iki tane ağrı kesici alınabilir. Vücuda alınan su oranını daha yüksek tutmakta fayda var.

    Sürülen kremlerin yanına kortizon içerikli kremler ilave edilir ilk günlerde. Kortizonlu krem, antienflamatuar özellikli, yani ödemi dağıtan bir kremdir. Herhangi bir kortizonlu kremi Bepanten gibi bir kremle karıştırarak ilk gün birkaç kere sürmek, yanık bölgede yatıştırıcı etki sağlar.

    Daha sonra yatarken gümüş silfodiyazinli ya da aloe veralı jel kıvamlı bir krem sürülerek uyunabilir.

    Güneş yanıkları cilde kalıcı zarar verir mi?
    Güneş yanıkları deriye kalıcı zarar verir. Çünkü güneş yanığı ultraviyole yanığıdır aslında. Ozon tabakası ultraviyole C’yi bloke ettiği için, zararı azalır. Ama şu bir gerçek ki artık ozon tabakası da hasarlı olduğu için yeterince filtre edemiyor.

    Ultraviyole A ve C, direkt cilt altına inebilen bir radyasyondur. Dolayısıyla orada bir hasar verdiği zaman, belki yirmi sene sonra çıkan bir benin bile tetikçisi olabilir. Bu nedenle ben muayenesi yaparken, çocukluğunuzda ciddi bir güneş yanığı hikayeniz var mı diye soruyoruz hastalarımıza.

    Benler belli bir büyüklüğe kavuşur, daha sonra koyulaşır, biz yaşlandıkça onlar da yaşlanır ve renkleri açılır ya da bazıları aynen kalır ve bir çıkıntıymış gibi durur. Bazıları özellikle güneş yanığı zeminindeyse, kötüye çevirebilir ve bu 20-30 yıl sonra da ortaya çıkabilir. O nedenle güneş koruyucu krem kullanmak çok önemlidir. Ultraviyole, yani radyasyon yüzünden kalıcı hasar veren güneş yanığının zemin hazırladığı en önemli şey, ben kanseridir. Dolayısıyla güneş yanığını ciddiye almak gerekir.

    Güneş yanığı sonrası kaşıntı nasıl giderilir?
    Güneş yanığının iyileşme evresinde cilt kendini atarken kaşıntı gelişmeye başlar. İlk zamanlarki ağrının yerini kaşıntı alır. Kaşıntıyı gidermek için ağızdan alınan, antihistaminik denilen kaşıntı kesici ilaç kullanılabilir.

    Kaşıntıyı engellemek önemlidir, çünkü kaşınan yere tırnaklardan, ellerden mikrop taşınabilir ve cilde enfeksiyon yükü bindirilmiş olur.
    Kortizonlu bir kremi nemlendirici bir kremle karıştırarak günde bir veya iki kez sürmekle kaşıntı baskılanabilir. Bu sayede cilt, enfeksiyona karşı korunmuş olunur. Arkasından sadece nemlemdiriciyle yola devam edilir.

    Kaşıntıya karşı bir başka faktör de suyu artırmaktır. Deri kurudukça kaşıntı tetikleniyor olabilir. İçilen su miktarını artırmak gerekir. Ayrıca üstten sürülen nemlendiriciye önem vermekte de fayda vardır.

    Güneş yanığından soyulmamak için ne yapmalıyız?
    Güneş yanığının mutlaka soyulmayla sonlanacağını hepimiz biliyoruz. Yanan bölgede kuruma reaksiyonudur soyulma. Kuruyan bölgeyi iyi nemlendirirsek sorulmayı geciktirebiliriz. Tamamen soyulmayı engellemek diye bir kavram yoktur. Çok iyi nemlendirmek, soyulmayı sadece geciktirir.

    Bir iki hafta sonra hafif bir kese peeling yapıldığında duşta ölü deriler atılır. Doğrusu geciktirmek ve ölü derilerin duşta atılımını tetiklemektir. Çünkü kişi kendisi soyduğu zaman enfeksiyon olabilir.

    Soyulmayı önlemek için badem yağı kullanılabilir. Aloe veralı bitkisel ürünlerden faydalanılabilir. Badem yağı içerikli olan tıbbi amaçlı solüsyonlar ve ayrıca gliserin-vazelin-üre (üre kaşıntıyı engelleyen doğal maddedir) karışımlı nemlendiriciler soyulmayı bloke edecektir.
    Keseyi bir hafta sonra yapmakta fayda var. Erken yapılırsa deride yamalı bir görünüm olabilir ya da çizik olursa enfeksiyon oluşabilir.

     

  • Estetik Operasyon geçirecek Forum sitesi okurlarına öneriler

    Estetik Operasyon geçirecek Forum sitesi okurlarına öneriler

    Arkadaşlar,

    Bir ihtiyaç üzerine bu yazıyı yazıyorum ve burada yazılanlar konusundaki fikirlerimi belirteceğim.

    Neden Yazıyorum?

    İyi niyetli bazı hastalarımın, yazılan bütün yorumları ciddiye alıp, kötü etkilendiklerini gördüm. Son olarak, nefes problemi olmamasına rağmen nefes problemi olduğuna inanan bir hastam bu yazıyı yazmama neden oldu. Kimsenin hastalarımı mutsuz etmeye hakkı yok. Fotoğrafını Brazilya ISAPS kongresinde göstereceğim; o kadar harika bir burun olmuş J

    Kadınlar kulübü ile tanışma

    6 yıl kadar önce kadınlar kulübünde adımın geçtiğini öğrendim. Sanki bir elektronik eşya alır gibi, markaları kıyaslarcasına doktorlar kıyaslanıyordu. Gerçek isimler kullanmadan yazılan bu yorumlar, gerçekten hasta olmayanların yazabileceği bir ortam olduğu için takip etme ihtiyacı hissettim. Zaman, zaman editörleri ile konuşup adımın buradan tamamen çıkartılmasını bile düşündüm. Hastalarımın fikrini sordum. Arkadaşının burnunu yaptığım birisi bile gerçek bir sonuç ile yetinmeyip günlerce buradaki yazıları okuyormuş. “Sizi oradan buldum, orası olmasa sizi bulamayabilirdim, lütfen adınız ve yorumlar orada kalsın” diyenler oldu. O nedenle, bu fikirden vazgeçtim.

    Kadınlar kulübü hakkında, şu an ne düşünüyorum?

    -Günümüzde her şey daha şeffaf oluyor. İnsanların, ameliyat gibi ciddi bir konuda araştırma yapma en doğal hakları.

    -Yaptığımız işin sonuna kadar arkasında olduğumuz için hastalarımızın yaşadıklarını paylaşmaları bizi rahatsız etmez, mutlu eder.

    -Forum sitelerini okuyan kişilerin, aradıklarını doğru şekilde bulabilmeleri için cerrah olarak, forum sitelerine mesafeli durmanın etik olduğunu düşünüyorum.

    -Benim hakkımda, yorum okumak isteyen hastalar olduğu için bazen hastalarıma

    “beni mutlu hastalar sayesinde bulduysanız, sizin de kendisi için doğru doktoru arayan hastalara karşı bir sorumluluğunuz olabilir. Dilerseniz yaşadıklarınızı özgürce paylaşabilirsiniz diyorum”.

    -Gerçek hasta olduktan sonra mutsuzluklarını belirten hastalarımıza da saygımız sonsuz olduğu için bu yorumların silinmesi için hiçbir girişimde bulunmadım, bulunmayacağım. Bir cerrahın tüm hastalarının mutlu olması çok zor. Mutsuz olan bazı hastalarımın yıllar sonra “burnum çok iyi oturdu, teşekkür ederim” telefonları alıyorum.

    Estetik ameliyat için forum sitelerini okuyanlara ve hastalarıma önerilerim

    -Yorum sayısının çokluğu ile cerrahın becerisi arasında bir ilgi yoktur. Bugün ne yemek yaptın, içine neler koydun gibi yorumlarla, konuyu sürekli şişirmek mümkün. J. Bu aralar şu doktor çok revaçta diyorlar gülüyorum J

    -En iyi cerrah kim diye haftalarca yorum okumak doğru değil, size uygun cerrahı bulmaya çalışın. Her cerrahın bir tarzı vardır. Daha kalkık, daha doğal, daha küçük gibi.

    -Ne istediğinizi 5 tane cerraha anlatmaya yorulmayın. Sonuçlarını beğendiğiniz cerraha gidin.

    -Elinde 5 cerrahın adıyla gelip hepsiyle görüşüp karar verecek, hastalara 5 dakikadan fazla vakit ayırmıyorum. O kadar yazıyı, kafanızı karıştırmak için okumuşsunuz diyorum.

    -Herkesin beklentisi farklı. Ortalama bir burunla çok mutlu olanlar var. Harika bir burunla bir türlü mutlu olamayanlar var. Bizim işimizi fotoğraf gösterir. Fotoğraflı yorumlar her zaman daha kıymetlidir.

    -Dedikodu yayan kişilere itibar etmeyin. Örneğin “Barış Çakır Revizyon yapmaz” dedikodusu çıkaranlara sesleniyorum. Burnu tamamen alınmış bir hastamızın koyduğu ameliyat sonrası fotoğraflar, size cevap olsun.  :),

    -3 yıldır şuna gideceğim böyle gideceğim, şöyle geleceğim yazan ama bir türlü ameliyat olamayanlara pek fazla itibar etmeyiniz.

    -En değerli yorum  FOTOĞRAF’ lı olandır.

    ARADIĞINIZI BULMANIZI DİLERİM. İYİ ŞANSLAR :)

     

    Op.Dr. Barış Çakır
    Estetik Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı
    bariscakir.com

    Dr. Barış Çakır Facebook 

    Dr. Barış Çakır Twitter

    İlgili Konuları ;
    – Burun ameliyatlarında “Mandal Burun” tehlikesi
    – Burun estetiğinde doğal görünüm için Poligon Rinoplasti
    – Burun estetiğinde içten bantlama tekniği
    – Burun nefes problemleri
    – Burun estetiğinde kapalı teknik mi ? açık teknik mi ?
    – Gülerken diş etlerinizin çok görünmesi (Gummy Smile)
    Kalın derili burunlarda burun estetiği

  • Adet gecikmesi ne zaman ciddiye alınmalı?

    Adet gecikmesi ne zaman ciddiye alınmalı?

    Kadınlarda çeşitli nedenlere bağlı alarak adet gecikmesi yaşanabiliyor. Uzmanlar yılda bir iki kez adet gecikmesinin normal karşılanabileceğini ancak düzensizliğin iki üç ay devam etmesi durumunda hekime başvurulması gerektiğini belirtiyor. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Ebru Füsun Işık, adet gecikmesinin ne zaman ciddiye alınması gerektiğini anlattı.

    Adet gecikmesinin birçok nedeni olabilir. Hormonal faktörler, üreme organları ile ilgili hastalıklar, stres gibi yaşam koşulları, ağır egzersiz veya aşırı kilo alıp verme adet gecikmesine neden olabilir. Op. Dr. Işık, adet gecikmesinin nedenleri arasında en sık görülenin yumurtanın geliştiği folikülün çatlamaması olduğu söyleyerek şu bilgileri verdi:

    “Aslında kadınların birçoğu yılda bir siklüs yumurtanın çatlamaması gibi sorunlar yaşayabilirler. Fizyolojik olan bu durum pek çok kez birkaç günlük adet gecikmesine yol açtığı için kadınlar tarafından fark edilmez. Adet gecikmesinde ilk olarak akla gelmesi gereken şey ise gebeliktir. Adet gecikmesi fizyolojik olan bu durumlar dışında yumurtalıklarda gelişebilecek endometriozis kistleri, yumurtalıkların iyi ve kötü huylu tümörleri gibi patolojik kistik oluşumlarda da görülebilir. Bazı hormonal denge bozukluklarında da ilk belirti adet gecikmesi şeklinde olabilir. Bu grup hastalıklar çok çeşitlidir ve karmaşık bir yapı içerisinde olabilirler. Bunlar içerisinde en sık rastlananları ise polikistik over sendromu, tiroit bezi fonksiyon bozuklukları ve süt hormonu olarak bilinen prolaktin hormonu salgı bozukluklarıdır. Bu hormon bozuklukları arasında adet düzensizliklerine en sık yol açan durumu ise polikistik over sendromu oluşturuyor.”

    Tanı ve tedavi önemli
    Op. Dr. Işık, tedavi yöntemleri ve tedavi edilmemesi durumunda ortaya çıkabilecek riskler konusunda da şunları söyledi:
    “Tedavi şekli, bulunan patolojiye göre değişir. Tiroit hormonu yetersizliğine bağlı durumlarda tiroit hormonu verilir. Prolaktin hormonunun yüksek düzeyde salgılandığı durumlarda, salgılamayı kesici ilaçlar verilir. Polikistik over sendromunda ise sadece kilo vermeyle bile adetler düzene girebilir. Ayrıca progesteron hormonu veya doğum kontrol haplarıyla da tedavi mümkün olabiliyor. Sürekli östrojen hormonu etkisi altında kalan rahim içini döşeyen endometrium tabakası her ay düzenli dökülüp adet kanaması şeklinde atılmadığı için sürekli kalınlaşır. Uzun yıllar içersinde bu durum rahim kanseri oluşumu riskini artırır. Ayrıca adet gecikmeleri tedavi edilmezse gebelik oluşumu gecikir veya gerçekleşmez. Adet gecikmesine neden olan yumurtalıkta kistik bir durum söz konusu ise tedavisi gecikmiş olur.”

  • Reflü ile başa çıkmanın yolları

    Reflü ile başa çıkmanın yolları

    Çağımızın hastalığı reflü ile başa çıkmanın ilk adımı doğru beslenmeden geçiyor…

    Beslenme alışkanlıklarında reflünün tedavisinde önemli rol oynadığını belirten Beslenme ve Diyet Uzmanı Gizem Keservuran, şu bilgileri verdi:

    Düşük şekerli diyet reflüyü azaltıyor

    “Endüstriyel, rafine gıdalarla beslenenlerin en az yüzde 20 sinde reflü şikayetlerine rastlanmakta, hatta bu rakamın yüzde 50`leri geçtiği söylenmektedir. Ülkemizde yapılan bir çalışmada toplumun yüzde 20 sinde reflü hastalığı saptanmıştır. Olguların çoğunluğunu yaşlılar, şişmanlar, hamileler oluşturmaktadır. Düşük karbonhidrat içerikli besinlerle beslenen, sofra şekerini az tüketen kişilerin çok büyük bir bölümünde reflü şikayetleri nispeten azalabilmektedir. Un ve şekerden zengin gıdalar ile beslenen bireylerde insulin direnci ve buna bağlı reaktif hipoglisemiler (tepkisel kan şekeri düşüklüğü) olmaktadır. Hipoglisemiyi düzeltmek için vücutta sempatik sistem uyarılmaktadır. Yemek borusunun alt ucunun daralması parasempatik sinir sisteminin kontrolündedir. Hipoglisemi sonucu sempatik sinir sistemi aşırı uyarılınca yemek borusunun alt ucu yutma olmamasına rağmen genişler ve mide içindekiler geriye kaçar.
    Ne yapmalıyız?
    Yağ oranı yüksek yiyecekler mide boşalmasını geciktirir. Özellikle fast food türü yiyeceklerde yağ miktarı yüksektir. Yağlı yiyeceklerin midede kalma süresi de uzundur, bu nedenle yağlı yiyeceklerin sindirilmesi için daha fazla sindirim enzimi salgılanmaktadır.
    Protein ağırlıklı diyetler yapılarak, yağ ve yağlı besinler, koyu çay, kahve, çikolata nane soğan gibi besinlerin tüketimi azaltılmalıdır.
    Mide asidinin uyarılmasını önlemek için; acı baharatlar, karbonatlı içecekler (kola, soda, gazoz vb.) domates, turunçgiller, kahve , alkol, çok sıcak ve çok soğuk besinler tüketilmemelidir.
    Öğünler sık aralıklı olmalı (en az 2 saat) bir öğünde fazla yemek yenilmemeli, fazla yemek mide basıncını arttırır ve reflü olasılığı artar.
    Yemek yerken sıvı alımı azaltılmalı, sıvılar öğün aralarında içilmelidir.
    Alkollü İçeceklerden kaçınılmalıdır.
    Kabızlık ıkınma sonucu karın içi basıncında artmaya ve dolayısıyla reflüde artışa yol açar.
    Her lokmadan sonra çatalı bırakmak ve her lokmayı en az 10 kez çiğnemek.
    Sakız çiğnemekten sakının. Çünkü yutulan hava miktarı artar, bu da gaz ve reflüye yol açar.
    Yemek yerken ve yemeklerden sonraki 45 dakika dik pozisyonda durulmalı.
    Uykudan birkaç saat önce yemek yemekten kaçının. ( 3-4 saat ).
    Akşam porsiyon miktarlarını kısıtlayın.
    Özellikle öğünlerden sonra sıkı dar giysiler giymeyin, kemer, korse vb. kullanmayın.
    Hangi gıdalardan kaçınmalıyız?

    Turunçgiller; portakal, mandalina, greyfurt, limon
    Üzüm, karpuz, kavun
    Yaban mersini, çilek, kızılcık, çekirdekli kara üzüm antioksidan açısından oldukça zengin olmalarına rağmen reflü de dikkatli tüketilmeli
    Kuru fasulye, nohut, mısır gibi gaz yapıcı gıdalar
    Patates, püresi, kızarmış
    Margarin, tereyağı, kuyrukyağı
    Sosis salam sucuk
    Yağda yumurta, kaşar peyniri, tulum peyniri
    Çok sıcak çok soğuk yiyecekler.
    Sakatatlar (karaciğer, beyin, böbrek, vb.)
    Kahve, koyu çay
    Yağda kızartılmış her türlü yiyecek
    Soğan, sarımsak, salçalar ve baharatlı yiyecekler
    Yağlı şekerler, helvalar, lokumlar, hamur tatlıları, kuruyemişler
    Mayonez, ağır soslar, sirke, turşu ve konserveler
    Katı yiyecekler cips, krik-krak, kabuklu yiyecekler midenin perforasyonuna ( delinmesine ) sebep olabilir. bu besinlerin ara öğünlerinizden kaldırıp yerine; meyveli yoğurt, 1 dilim peynir + 1 dilim ekmek ya da kuru / taze meyve tüketin.
    Nelere dikkat etmeliyiz?

    Mutfağınızda kullanacağınız yağınızı doğru tercih edin,
    Koyu çay kahve yerine bitki ve meyve çaylarına yer verin,
    Mutfağınızda ızgara-haslama-fırın pişirme şekillerini tercih edin,
    Ara öğünlerinizde ; meyveli yoğurt, 1 dilim peynir + 1 dilim ekmek ya da kuru / taze meyve tüketin,
    Etiket dedektifi olun
    Kendinizi dinleyin, vücudunuzun sesine kulak verin.

  • Rahim içi Hasarlanması hamilelik

    Rahim içi Hasarlanması hamilelik

    Rahim içi Hasarlanması Gebelik Şansını Artırıyor!

    Tekrarlayan tüp bebek başarısızlıklarında rahimiçi dokusunun hasarlanmasının gebelik şansını artırdığını biliyor musunuz? Bahçeci Sağlık Grubu Fulya Tüp Bebek Merkezi kadın Hastalıkları Uzmanı Op.Dr. Güvenç Karlıkaya, “Rahimiçi dokusuna hafifçe hasar verilerek gebelik için daha uygun hale getirilmesine yönelik çalışmalar; yaranın iyileşme döneminde verdiği cevabın bir sonraki dönemde embriyonun tutunma şansını arttırdığını ortaya koydu” dedi.

    Son yıllarda tüp bebek konusunda yaşanan birçok gelişmeye, hamilelik elde etmedeki başarının artmasına rağmen, birçok çift tekrarlayan uygulamalarda mutlu sona ulaşamayabiliyor. Çocuk sahibi olamayan çiftlerde tekrarlayan başarısızlıklar hem maddi hem de moral anlamında oldukça sıkıntı verici olmakla beraber, tüp bebek tedavileri ile uğraşan doktorlar içinde rahatsız edici bir durum.

    Rahim içi Hasarlanması Gebelik Şansını Nasıl Artırıyor?

    Bahçeci Sağlık Grubu Fulya Tüp Bebek Merkezi Kadın Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Güvenç Karlıkaya tekrarlayan tüp bebek başarısızlıklarında rahimiçi dokusunun hasarlanmasının gebelik şansını artırdığı yönde araştırma sonuçlarının olduğunu söyledi. Karlıkaya sözlerine şöyle devam etti:

    “Özellikle tüp bebekte kullanılan ilaçlara iyi cevap veren yumurta kapasitesi yeterli, oluşturulan embriyoları kaliteli, rahminde belirgin bir problemi olmayan kadınlarda, tekrarlayan uygulamaların başarısızlıkla sonuçlanması hekim hasta ilişkilerini de olumsuz etkilemektedir. Son yıllarda yapılan çalışmalar, bu tür durumlarda gebelik oluşmamasının bir nedeni olarak da embriyonun yerleşeceği rahim içi dokusunun gebelik için yeterli olmamasını göstermektedir. Bilindiği gibi bir embriyonun rahim duvarına yerleşmesi her zaman gerçekleşmez. Bu olay adet döngüsü içerisinde belirli ve kısıtlı bir dönem içerisinde olmaktadır. Bilimsel araştırmalar, bu dönemde rahim içinin yapısının, başka dönemde olmadığı kadar yoğun, büyüme ve gelişmeyi sağlayan faktörlerle aktif olduğunu göstermiştir. Tekrarlayan tüp bebek başarısızlığı olan kadınların bazılarında, sorunun belki de bu olabileceği düşünülmüş ve bu durumu düzeltmeye yönelik bir takım yöntem ve tedaviler üzerinde çalışılmıştır. Amerika’da yayınlanan RBMonline dergisinin son sayısında yayınlanan araştırma sonuçlarına göre; rahimiçi hasarlama işleminin açıklanamayan tüp bebek başarısızlıkları olgularında başarı şansını ciddi biçimde arttırdığı açıklandı. Tedavi öncesi rahim içi problemleri saptamaya ve gidermeye yönelik operasyonlar, rahim-içi duvarının kan akımını arttırmaya yönelik vitamin ve ilaç takviyeleri, rahim-içi dokusunun daha normale yakın büyümesine yönelik tüp bebek tedavileri, tüp bebek tedavilerinde oluşan embriyoların dondurulup daha sonra nakledilmesi hep bu durumu iyileştirmeye yönelik girişimlerdir. Rahim-içi dokusunun gebelik için daha uygun hale getirilmesine yönelik çalışmalardan birisi de endometriumun yaralanması işlemidir. Genellikle tüp bebek işlemine başlanacak adet döneminden bir önce yapılan bu işlemde histeroskopi veya basitçe bir biopsi aletleri kullanılmakta ve rahim-içi dokusuna hafifçe hasar verilmektedir. Bütün vücut dokularının, yaralanmaya verdiği cevabı rahim-içi dokusuda vermekte ve hemen kendisini iyileştirmeye çalışmaktadır. İşte bu iyileştirme döneminde dokuda açığa çıkan büyüme, iyileştirme ve yapıştırma faktörlerinin, bir sonraki dönemde embriyonun tutunma şansını arttırdığı ileri sürülmektedir.”

     

     

     

  • Karyotip analizi neden yapılır, Karyotip analizi nedir ?

    Karyotip analizi neden yapılır, Karyotip analizi nedir ?

    Karyotip Nedir
    Karyotip, bir hücre örneğindeki kromozomları incelemek için bir testtir. Bir bozukluk veya hastalığın sebebi olan genetik sorunları tanımlamaya yarar.

    Bu test:
    Kromozom sayısını sayabilir.
    Kromozomlardaki yapısal değişiklikleri

    Yapılışı
    Bu test hemen her dokuda yapılabilir, örneğin:
    Amniyotik sıvı
    Kan
    Kemik iliği
    Büyüyen bebeği beslemek için doğum sırasında gelişen organdan doku (plasenta)
    Amniyotik sıvıyı tahlil etmek için amniyosentez yapılır.
    Kemik iliği numunesine kemik iliği biyopsisi gerekir.
    Numune özel bir kaba yerleştirilir ve laboratuarda büyümeye bırakılır. Daha sonra büyüyen numuneden hücreler alınır. Laboratuar uzmanı hücre örneğinde kromozomların boyut, şekil ve sayısını incelemek için mikroskop kullanır. Lekeli örnek, kormozomların düzenlenişini gösteren bir karyotip sağlamak için fotoğraflanır.
    Bazı bozukluklar kromozomların sayısı veya düzenlenişi yoluyla tanımlanır. Kromozomlar, temek genetik madde DNA’da depolanan binlerce gen içerir.

    Sebepler
    Bu test genelde bir dizi düşük geçmişini değerlendirmek, genetik bir anormallik gösteren olağandışı özellikleri ya da gelişimsel gecikmeleri olan bir çocuk ya da bebeği incelemek için yapılır.
    Kronik miyeloid lösemi (CML) hastası kişilerin yaklaşık %85’inde bulunan Philedelphia kromozomunu tanımlamak için kemik iliği veya kan testi yapılabilir.
    Gelişen fetüste kromozom anormalliklerini kontrol etmek için amiyotik sıvı testi yapılır.

    Seks kromozom düzensizliklerinde ve seksüel gelişme kusurlarında karyotip analizleri büyük önem taşımaktadır.Bir başka deyişle cinsiyet gelişim bozukluğu şüphesinde önemli yeri olan genetik testlerdir.

    Hücredeki kromozomlar özdeş çift kromozomlar halinde eşlendikten sonra belli bir düzene göre sıralanırsa o kişinin karyotipi meydana gelir. Her bireyin kromozom sayısı, şekli ve büyüklüğü onun karyotipini ifade eder. Karyotip nesilden nesile aktarılarak korunur. Karyotipten faydalanılarak çeşitli türlerin kromozom haritaları çıkarılabilmektedir.

    Kromozomlarda kısa kol p, uzun kol q bulunur. Kromozomlar boylarına, sentromerlerin yerine göre birden yirmi ikiye kadar numaralanmış ve yedi gruba (A,B,C,D,E,F,G) ayrılmıştır. Cinsiyet kromozomları X,Y olarak ayrıca belirtilmiştir.

    X kromozomu altı numaralı kromozoma benzer. Y ise yirmi bir, yirmi iki kadar veya daha büyüktür.

    Karyotip kan hücrelerinden veya ağız içinden dökülen hücrelerden özel metotlarla elde edilir ve özel boyalarla boyanır. Bununla bazı kromozom hastalıklarının teşhisi yapılır.

    Normal karyotip erkekte 46, XY, kadında 46, XX’tir. Down sendromu olarak da bilinen mongolizm hastalıında 21. kromozom çiftinde iki yerine üç kromozom mevcuttur. 47 kromozomlu bu hastalarda vücut iyi gelişmez ve zeka geriliği gözlenir. Günümüzde mongolizm terimi yerine trizomi 21 veya trizomik 21 terimleri kullanılmaktadır. Erkek hastaların karyotipi 47, XY+21 şeklinde gösterilir (Bkz. Mongolizm). Turner sendromunda eşey kromozomu olarak yalnız X kromozomu bulunur. X0 olarak tanımlanır. Böyle kadınlar iyi gelişmez. Karyotipi 45, X0’dır. Klinelfelter sendromunda ise cinsiyet kromozomlarının XXY olmasıdır. Karyotipi 47, XXY’dir. Bunlar iyi gelişmemiş, 47 kromozomlu geri zekalı erkeklerdir. Bu bahsedilen hastalıklar doğuştan olan ve vücudun çeşitli yerlerinde bozukluklarla seyreden durumlardır. Her üç hastalığa aynı zamanda “Geri zekalılık” da eşlik eder. Bazan da aynı kişide farklı hücrelerden farklı karyotipler elde edilir ki buna “mozaizm” denir.

    Karyotip nedir, Karyotip ne demek?

    Kromozom tipidir. Bir bireydeki kromozom takımının sayı ve büyüklük bakımından özelliğidir. Örneğin bir birey oluştuğunda eşit kromozomların anne ve babadan aktarılmasıdır. Bir hücre, birey veya türün genellikle mitoz metafazındaki kromozomlarının sayı ve şekil özellikleri bakımından düzenlenişi.Bir hücrenin çekirdeğinin tam kromozom takımı, standart bir sınıflandırmaya göre kromozomların mikroskoptan çekilmiş fotoğraflarının düzenlenmesi.

    Kromozom analizi
    Kromozom karyotiplemesinde günümüzde beş özellik incelenmekteir.
    – Uzunluk, ayrı ayrı veya toplam kol uzunlukları,
    – Sentromer konumu, buna göre telomerler ve kromozom şekli belirlenir.
    – Sekonder boğumun bulunup bulunmaması ve varsa konumu,
    – Kromozomların bant özellikleri , Giemsa ve fleurosans boyalarla aynı gruptaki kromozomların tayininde kullanılır.
    – Otoradyografik özellikler, radyoizotop maddelerle işaretlenmiş ve nukleotidlerin kalıtımı ve DNA içi tekrarları belirlenebilir.

    Karyotip Analizi Yaptıranlar

  • Siz reflüyü nasıl tedavi ediyorsunuz?

    Siz reflüyü nasıl tedavi ediyorsunuz?

    Gastroösofagiyal reflü (GÖR) mide içinde bulunan yemek ve asitin yemek borusuna (Ösefagus) geri tepmesine verilen isim. Göğüste yanma yaptığı için halk arasında “göğüs yanması” olarak bilinir. Reflü ülkemizde ve tüm dünyada çok sık görülüyor. Endüstriyel, rafine gıdalar ile beslenenlerin en az %20’sinde reflü olduğu, hatta bu rakamın %50’leri geçtiği söyleniyor.

    Asit azaltan ilaçlar grup olarak birçok ülkede en çok satan ilaçla arasında birinci ya da ikinci sırada. Her ne kadar aksini iddia edenler varsa da bu ilaçların hastalığı tedavi edici bir niteliği yok. Tıpta müthiş ilerlemeler olmasına, bir yığın modern mide ilaçlarının keşfine rağmen reflü şikayetlerin görüldüğü insanların sayısı azalmak bir tarafa roket hızı ile yükselmekte!!

    Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın yazdığı bu yazıda tedavisinde asit azaltan ilaçların kullanıldığı göğüs yanması (reflü) ve mide ekşimesi gibi şikayetlerin ilaçsız, sadece diyet ile nasıl düzelebildiğini öğreneceksiniz.

    Tıpta müthiş ilerlemeler oluyor. Bir yığın modern mide ilacı keşfediliyor. Bunlara rağmen reflü giderek artıyor? Neden?

    Gastroözofagiyal reflü (GÖR) ya da kısacası reflü mide içinde bulunan yemek ve asidin yemek borusuna (Özofagus) geri tepmesine verilen isim. Göğüste yanma yaptığı için halk arasında “göğüs yanması” olarak da biliniyor.

    Reflü ülkemizde ve tüm dünyada çok sık görülmekte. Endüstriyel ülkelerde insanların en azından yüzde 20’sinde reflü olduğu, hatta bu rakamın yüzde 50’leri geçtiği söylenmekte. Zaten ilaç satışları da bunu gösteriyor. Mide asidini azaltan ilaçlar grup olarak birçok ülkede en çok satan ilaçlar arasında birinci ya da ikinci sırada. Bu ilaçların hastalığı tedavi edici bir niteliği yok, sadece günü kurtarıyorlar. Zaten tedavi edici olsa idi bu kadar satılmazlardı.

    Reflünün oluşum mekanizmasından biraz bahseder misiniz?

    yemek borusunun (özofagus) alt ucunun mide ile birleştiği yerde alt özofagus büzgeçi (sfinkter) denilen, kastan oluşmuş kapak benzeri bir yapı bulunuyor. Bu büzgeç yutma sırasında yemek mideye inerken gevşeyip açılıyor, diğer zamanlar büzüşüp kapanıyor. Normalde yemek borusu yolu ile mideye inen yiyecek nadiren mideden tekrar yukarıya, yemek borusuna çıkıyor. Olsa da bu çok kısa sürüyor.

    Reflüde yemek borusu (özofagus) alt büzgeçi kapalı olması gerektiği zaman gevşer ve mide içeriği yemek borusuna geri kaçar. Mide şişkinliği mevcut durumu azdırıyor. Geri kaçış nadiren bu büzgeçin tonusunun (belirli kasılma hali) yetersizliğine, yani gevşekliğine bağlı.

    Mide yüzeyini döşeyen hücreler midenin salgıladığı güçlü aside karşı dayanıklı. Halbuki yemek borusunun döşemesinin bu güçlü asitten korunacak bir özelliği yok. Uzun süre mide asidine maruz kalırsa burada mikropsuz bir iltihap gelişiyor; buna tıp dilinde ösofajit deniyor. Ösofajit uzun erimde yemek borusu kanserine yol açabiliyor.

    Ne gibi belirtileri ve yan etkileri var reflünün?

    Hastalar reflüyü genellikle göğüs kemiğinin altında bir “yanma” ve ”baskı” olarak hisseder, bazen de bu yanma hissi boğaza doğru yansır. Yanma ve baskı tarzında olan bu yakınmalar yemekten sonra artar ve bazen saatlerce sürebilir. Bazen ağza ekşi su da gelebilir. Astım, larenjit (ses kısıklığı), yutma güçlüğü görülebilir.

    Reflü tedavi edilmez ise yemek borusunda darlık ve kanamalara yol açabiliyor. Astımlı hastaların en az üçte birinin altında sebep olarak reflü vardır. Uzun süre reflüsü olan bir kişide yemek borusu kanseri de gelişebiliyor.

    mide

    Reflü teşhisi nasıl konuyor? Tedavisi nasıl?

    Hastanın şikayetleri iyi değerlendirilirse reflü teşhisi hiçbir laboratuar yöntemine başvurmadan genellikle rahat konuluyor. Başka şüpheli bir durum yoksa radyolojik incelemelere ve endoskopiye nadiren gerek duyuluyor.

    Klasik reflü tedavisinde üç grup ilaç kullanılıyor; anti asitler, H2 reseptör kırıcıları ve proton pompa inhibitörleri. Antiasitler mide asidini nötralize eden bikarbonat gibi alkali maddeler. Diğerleri ise mide asidini azaltan ilaçlar. Bu ilaçlar grup olarak birçok ülkede en çok satan ilaçlar arasında birinci ya da ikinci sırada.

    Her ne kadar akut devrede bu ilaçlar yemek borusundaki yanmayı azaltsa da hastalığı tedavi edici bir özellikleri yok. Uzun süre kullanılmaları halinde bir yığın ciddi yan etkileri de oluyor.

    Sanılanın aksine reflülü hastalarda midenin asit üretiminde bir fazlalık yok. Hatta birçok reflülü hastada (özellikle yaşlılarda) mide asit salgısı düşük (1). Mide asidinin çok sayıda görevi var. Bunun ilaçlarla azaltılması bir yığın yan etkilere neden oluyor.

    Biraz o yan etkilerden bahsetseniz. Çünkü o kadar çok insan bu ilaçları kullanıyor ki…

    Evet, çok haklısınız. Üstelik hekimlerin büyük çoğunluğu bu yan etkileri hastalarına açık açık anlatmıyor. Mesela o hasta belki mide ilacı yüzünden zatüre oluyor ama kendisi bunu bilmiyor. Hatta muhtemelen hekimi de.

    Mide ilacı yüzünden akciğer hastalığı geçiriyoruz yani…

    Mesela ABD’de sağlık merkezlerine başvuran 364,683 hastanın üzerinde yapılmış bir araştırmaya göre asit azaltan ilaçları kullananlarda kullanmayanlara göre 4 kat fazla zatüre (akciğer iltihabı, pnömoni) olduğu saptanmış (2).

    Çünkü mide asidinin önemli işlevlerinden biri de yiyeceklerimizle aldığımız mikropları öldürmek. Yani mide asidi bağışıklık sistemimizin en önemli üyelerinden biri. Mesela ülser hastalığına sebep olan helikopter bakterileri (helikobakterler) düşük asitli ortamlarda yaşama şansına sahip oluyorlar. Birçok mikrobik ishalin altında yatan neden de aynı.

    Mide asidinin azalmasının başka bir zararı da B12 vitamini yetersizliğine yol açması. B12 vitamini yetersizliği çok önemli çünkü kansızlığa, halsizliğe, konsantrasyon zaafına, algılama bozukluklarına ve hatta bunamaya kadar varan ağır bulgulara yol açabilir. B12 vitamini eksikliği son yıllarda müthiş bir artış göstermekte. Yüzde 20’lere 30’lara varan oranlar bildiriliyor. Bunun temel nedenleri hekimlerin hastalarına kırmızı et yeme yasağı koymaları ve reçetelerine yazdıkları mide ilaçları!(3)

    Mide asidinin B12 vitamini emilimine 2 temel faydası var. Mide asidi, diyet ile alınan B12 vitamininin diyetsel proteinlerden ayrılmasını sağlıyor. Aksi halde vitaminin bağırsaktan emilerek kana geçmesi çok zorlaşıyor. Yine B12 vitamininin emilebilmesi için midede intrinsik faktör denilen bir yapıyla birleşmesi gerekiyor ki, bu faktörün salgılanması da asit azlığında azalıyor.

    Mide ilaçlarının bir zararı da protein sindirimini bozması. Yeteri kadar sindirilmemiş protein parçacıkları kana geçer. Sonuçta bir yığın alerjik, psikiyatrik (otizm, depresyon, hiperaktivite) enflamatuvar ya da otoimmün hastalık (Haşimoto tiroidit, mültipl skleroz, romatoid artrit, lupus, ülseröz kolit, astım, vb.) gelişebiliyor.

    Mide asidinin azalması diyet ile alınan kalsiyum ve demir gibi minerallerin emilimini de azaltıyor. Mide asidini azaltan ilaçlar bu kadar çok kullanıldığına göre yemek borusu kanserlerinin de azalması gerekiyordu. Ne gezer? Tam tersine son 15-20 yemek borusu kanserleri 3-4 kat arttı .

    Beslenme alışkanlıklarımızın reflü ile bir ilişkisi var mı?

    Şişman kişilerin çoğunda reflü var. Bu nedenle fazla yağlı yiyeceklerin reflüye neden olduğu ileri sürülmüş. Fakat reflünün diyetteki yağ miktarı ile değil, şişmanlıkla ilgisi olduğu gösterilmiş (5).

    Buna karşılık rafine (hızlı kana karışan) şekerlerin diyetteki fazlalığı ise reflüye neden olmakta. Yapılan bir araştırmada reflüsü olan hastaların diyetindeki glisemik endeksi yüksek gıdalar çıkartıldığında hastalık belirtilerinin bir hafta içerisinde düzeldiği gösterilmiş (6). Hatta bu çalışmaya katılan hastalar alkol, sigara ve kahve gibi kötü alışkanlıklarına devam etmelerine rağmen reflü şikayetleri düzelmiş. Bahsi geçen hastalar mide ilaçlarının tümünü kesmişler. Maalesef bu konuda yapılan tek araştırma bu.

    Bizim gözlemlerimiz de aynı şekildedir. Düşük şekerli bir diyet olan “Taş Devri diyeti”ni uygulayan kişilerin çok büyük bir bölümünde (neredeyse hepsinde) reflü birkaç gün içinde kendiliğinden kayboluyor. Düşük şekerli diyetin reflüyü nasıl azalttığının mekanizması iyi bilinmemekte.

    Bu aşamada Dr. Batmanghelidj’in açıklamaları önemli. Daha önce de su konusunda anlattığım gibi birçoğumuzda bulanan gizli susuzluk nedeni ile (yani eğer yeterli sıvı almıyorsak) vücudunuz histamin salgısını artırıyor (zaten asit ranitidin, simetidin gibi mide ilaçları da histamin salgısını azaltıyorlar). Histamin akciğer damarlarını ve uzuvlarımızdaki damarları büzerek sıvı kaybını önlüyor. Böylece beyne daha fazla kan gitmesini sağlıyor. Fakat bunun karşılığında histamin mide asit salgısını da artırıyor.

    Midede proteinli gıdayı sindirecek olan asit, mide döşemesindeki hücrelere zarar vermiyor. Hâlbuki onikiparmak bağırsağının hücreleri aside mide hücreleri gibi dirençli değil. Normalde mide asiti arttığında sekretin denilen hormon da artarak pankreastan bikarbonat salgısını artırıyor.

    Ancak midedeki asiti nötralize edecek kadar bikarbonat salgılandığında mide kapısı (pilor) açılarak mide asiti ve yiyecekler onikiparmak bağırsağına geçebiliyor. Eğer geçerse onikiparmak bağırsağına geçen asit buradaki döşemeyi (mukoza) tahrip ederek ülser yapıyor.

    Neyse ki çoğu kez pilor spazma uğrayarak bu duruma izin vermiyor. Ama bu sefer mide içi basıncı artıyor. Sonuçta mide içeriği yemek borusuna kadar geri tepiyor. İşte reflü dediğimiz şey bu. Bu arada midenin kronik olarak şişkin olmasmide üst kapısının diyafram yarığına (hiatus) fıtıklaşmasına neden oluyor (hiatus fıtığı).

    Aslında başka bir sorun da mide asit salgısının azalması. Ülser şikayeti olan kişilerin çoğunun mide asit salgısı sanılanın aksine düşük oluyor. Midedeki proteinler asitle yeterince parçalanamayınca mide kapısı açılmıyor ve sonuçta mide içeriği yemek borusuna kadar geri tepiyor

    Bence hipoglisemide de benzer şeyler oluyor. Hipoglisemi sırasında vücudumuz kan şekerini yükseltmek için adrenalin ve kortizol gibi stres hormonlarını artırıyor. Biliyorsunuz kortizol mide asit salgısını artıran bir hormon. Pankreas kortizolün fazladan salgıladığı bu asiti nötralize edecek kadar bikarbonatı kısa zamanda salgılayamadığı için az önce anlattığım gibi pilor sıkı sıkıya kapanıyor. Mide içi basıncı artıyor, yiyecekler bağırsağa geçemiyor ve artan basınç nedeni ile yemekborusu alt büzgeçi açılıyor. Sonuçta mide içindeki yiyecekler ve kortizol yüzünden artan mide asidi yemek borusuna geri tepiyor.

    Suyun da reflü ve ülser tedavisinde çok önemli olduğu söyleniyor. Bu nasıl oluyor?

    Birçoğumuzun yeteri kadar su içmediği açık. Bu nedenle vücudumuz tam anlamı ile görevlerini yerine getirmiyor ve çeşitli kronik hastalıklar ortaya çıkıyor. İran asıllı ABD’de yaşayan Dr. Fereydoon Batmanghelidj (Feridun Batmangeliç) Su: Hasta Değil, Susuzsunuz kitabında tüm hastalıkların en önemli nedenin, vücudun susuz kalması olduğunu söylüyor . Bu bilim adamına göre yeterli su tüketimi nerdeyse bütün hastalıkların korunmasına yardımcı olabiliyor. Yeterli suyun en faydalı olduğu hastalık ise reflü ve ülserler.
    Dr. Fereydoon Batmanghelidj’in hikayesi çok ilginç. Batmanghelidj İran İslam Devrimi sırasında 1979 yılında idamla yargılanmak üzere hapiste yatıyor. Hapishanedeki ilk günlerinde şiddetli kıvrandırıcı ülser ağrısı olan bir mahkûma hapishanenin revirinde hiç ilaç olmadığı için iki bardak su veriyor. Ağrı 8 dakika içinde geçiyor. Daha sonra hastası 3 saatte bir 500 mL (1 küçük pet şişe ya da 2 büyük su bardağı) su içmeye devam ediyor. Akut dönem geçtikten sonra hastaya yemekten yarım saat önce 250mL yemekten 2.5 saat sonra 250mL ve aralarda istediği kadar su içmesini öneriyor. Hasta yıllarca mide ağrısı çekmiyor.

    Batmanghelidj ilk hastadan sonra hapisten çıktığı 1982 yılına kadar 3000’den fazla ülserli mahkûmu sadece suyla tedavi ediyor. Hapse girdiğinden bir yıl sonra ilk duruşmaya çıktığında hâkime insan sağlığı için çok önemli bir buluş yaptığını, yaptığı bu buluşun İran ve Batı tıp dergilerinde yayınlanması için bir makale yazdığını söylüyor. İdam edilmeden önce bu yazıyı kendisine teslim etmek istiyor. Hâkim duygulanıyor ve cezasını 3 yıla indiriyor. Daha sonraki aylarda ise erken tahliye kararı veriyor. Fakat Batmanghelidj araştırmalarını tamamlamak için erken tahliye teklifini kabul etmiyor, izin alarak fazladan birkaç ay daha hapishanede kalıyor (toplam 2 yıl 7 ay) ve çalışmalarını tamamlıyor (7).

    Siz reflüyü nasıl tedavi ediyorsunuz?

    Reflü ve ülseri benzer şekillerde tedavi ediyorum. İkisini birlikte anlatayım. Acil tedavinin ilk adımı hastaya 3 saatte bir 500 mL (1 küçük pet şişe ya da 2.5 büyük su bardağı) su vermek (günde toplam en az 4 litre). Akut dönem geçtikten sonra hastaya yemekten yarım saat önce 250mL yemekten 2.5 saat sonra 250mL ve aralarda istediği kadar su içmesini öneriyorum. Daha önce de anlattığımız gibi Dr. Batmanghelidj bu şekilde binlerce hasta tedavi etmiş.

    İkinci önemli adım rafine şekerlerin, un ve şekerden mamul gıdaların, belirgin bir şekilde azaltılması. Taş Devri diyeti bu amaca çok uygun.

    Zatürree-mide ilaçları

    ABD’de yapılan bir araştırmaya göre primer bakım merkezlerine başvuran 364,683 hastanın üzerinde yapılmış (6). Bu hastaların 5,551’inde primer pnömoni (zatürree) saptanmış. En az bir yıl asit salgısı azaltan ilaç kullanan kişilerde pnömoni sıklığı %2.45 iken, bu tip ilaçları kullanmayanlarda oran %0.6 olarak bulunmuş; yani dört kez daha az pnömoni olmuş.

    Mide asidinin önemli işlevlerinden biri de yiyeceklerimiz ile aldığımız mikropları öldürmektir.

    Yanı mide asidi bağışıklık sistemimizin en önemli üyelerinden biridir. Yukarıdaki sözü edilen çalışmada zatürreenin mide asidi azaltan ilaçları kullananlarda 4 kat fazla görülmesi bu konunun önemini daha da iyi vurgulamaktadır.

    B12 vitamini-mide ilaçları

    Mide asidinin azalması diyet ile alınan B12 vitamininin diyetsel proteinlerden ayrılmasını engeller. B12 vitamini eksikliği son yıllarda müthiş bir artış göstermektedir. Bunun temel nedenleri kırmızı et yeme yasağı ve mide ilaçlarıdır . B12 vitamini eksikliği kansızlığa, halsizliğe, konsantrasyon zaafına ve hatta bunamaya kadar varan ağır bulgulara yol açabilir.
    B12 yetersizliğinden korunmak için asit azaltan ilaçlar kesilmeli ve C vitamini ya da diğer doğal asitli yiyeceklerden zengin bir diyet ile beslenilmelidir.

    Mide ilaçları ve hazımsızlık

    Mide ilaçları asit salgısını azalttığından ya da var olanı etkisizliştirdiğinden protein sindirimi büyük ölçüde bozulur. Bu durum sonucunda yeteri kadar sindirilmemiş protein parçacıkları kana geçer. Sonuçta bir yığın alerjik, enflamatuvar ya da otoimmün hastalık (Hoshimoto tiroidit, mültipl skleroz, romatoid artrit, lupus, ülseröz kolit, astım vb) gelişebilir.

    Mide ilaçları ve minerallerin emilimi

    Mide asidinin azalması diyet ile alınan kalsiyum ve demir gibi minerallerin emilimini de azaltır. Örneğin antiasitler fazla kalsiyum içermesine rağmen mide asitliğini azalttığı için iyi bir kalsiyum kaynağı değillerdir.

    Kanser ve reflü ilaçları

    Mide asidini azaltan ilaçların Barett ösefagusunu azaltması lazım geldiği varsayıldığına göre, son 15-20 yıldır yemek borusu kanserlerininin de azalmasını beklerdik. Halbuki bu dönem içinde ösefagus kanserleri 3-4 kat artmıştır !!

  • Gözler için göz egzersizleri

    Gözler için göz egzersizleri

    Bilgisayar veya televizyon karşısında uzun süre kalmak, bir noktaya odaklanarak uzun süre bakmak, yanlış ve yetersiz aydınlatma gibi sebepler göz kaslarımızın tembelleşmesine neden olabiliyor.

    Avrupagöz Grup Küçükçekmece Göz Merkezi Başhekimi Op. Dr. Hasan Oğuzhan, sorunsuz ve sağlıklı gözler için yapılması gereken göz egzersizlerini açıkladı.

    Gözlerin tembelleşmesi birçok göz hastalığını beraberinde getiriyor. Bu rahatsızlıkların başında göz tansiyonu (glokom) ve göz kuruluğu geliyor. Avrupagöz Grup Küçükçekmece Göz Merkezi Başhekimi Op. Dr. Hasan Oğuzhan, göz kaslarınızda meydana gelecek tembelleşmeyi engellemek ve gözlerinizi daha güçlü hale getirebilmek için başlıca göz egzersizlerini anlattı:

    Oturarak, ayakta veya yatarak da uygulayabileceğiniz hareketleri başlangıçta 5 kez tekrarlayın. Daha sonra her hareketi 10 kez uygulayabilirsiniz.

    Başınız dik, karşıya bakın ve başınızı hiç kıpırdamadan gözlerinizi aşağıdaki sıra ile hareket ettirin:

    Tavana bakın – yere bakın,
    Sola bakın – sağa bakın,
    Sol üst köşeye bakın – sağ alt köşeye bakın,
    Sağ üst köşeye bakın – sol alt köşeye bakın,
    Yukarı-sola-aşağı-sağa-yukarı bakarak çember çizin,
    Şimdi de aynı çemberi ters yönde çizin: Yukarı-sağa-aşağı-sola-yukarı bakın.

    Op. Dr. Hasan Oğuzhan; vücudumuzdaki en ince ve hassas deriye sahip olan göz çevremizde meydana gelen kırışıklık, deformasyon ve gözyaşı kanalı rahatsızlıklarının olumsuz etkilerinden korunmak için uygulayabileceğimiz egzersizleri de şu şekilde sıraladı:
    • Ellerinizle V harfi yapın ve işaret parmaklarınızı gözünüzün dış uç kısmına yerleştirin. Orta parmağınızı ise gözünüzün iç ucuna yerleştirin. Gözünüzün alt ve üst kapaklarını göz kırpma hareketi gibi hızla hareket ettirin ama bu hareket esnasında gözlerinizi açık tutmaya çalışın. Bu hareketi 2 set şeklinde 10’ar kez tekrarlayın.
    • Başparmak hariç 4 parmağınızı kaşlarınızın üzerine yerleştirin ve kaşlarınızı hafifçe yukarı itin. Gözlerinizi kapatın, göz kapaklarınızı aşağı doğru çekerek karşı bir direnç oluşturun. 10 kez aynı hareketi 2 set halinde tekrarlayın.
    • İşaret parmağınız ve orta parmağınızla yanlamasına V harfi yapın. Başparmağınızı göz kapağınıza yerleştirip kaşınıza doğru itin. Orta parmağınızı gözünüzün altına koyun. Parmaklarınızın ucu ile gözünüzün etrafındaki kasları itin ve kasın. 1- 2 saniye tutun ve bırakın. Şimdi parmaklarınızı birleştirin ve gözünüzün ortasına koyun. Parmak uçlarınızla göz kaslarınızı itin. 1- 2 saniye tutun ve bırakın. Göz yuvarlağınızın üzerine birkaç saniye hafifçe baskı uygulayın, gözlerinizi yavaşça açın ve göz kırpın.
    • İşaret parmaklarınızı yarım ay şekline getirin ve göz kapaklarınızın üzerindeki göz kemiğinin üzerine, kaşınızın tam altına yerleştirin. Parmaklarınızı hafifçe kemiğin üzerine bastırın. Göz kapaklarınızın üzerindeki kaslarla parmaklarınıza doğru bir direnç oluşturun. Bu hareketi 10 kez tekrar edin.
    • İşaret veya orta parmağınızı burun köprüsünün hemen altına yerleştirin. Parmağınızı köprüden yukarı doğru ve kaşlarınızın altına gelen kemiğe doğru hareket ettirin. Kaşlarınızın altında, kemiğin aşağıya döndüğü yerde bir çıkıntı hissedeceksiniz, o kısmı biraz ovun. Şimdi kaşınızın altına gelen göz çukuru kemiğini sol gözünüzün uç köşesine kadar parmağınızla takip edin.
    • Bu çalışmayı tamamladıktan sonra sol elin işaret parmağını, sağ gözünüz ortada kalacak şekilde yerleştirin. (İşaret parmağı kaşın altında, orta parmak gözün altında). Aynı zamanda sağ işaret parmağınızı sağ gözünüzün uç noktasına yerleştirin. Sağ gözün alt kısmındaki orta parmağınızı aşağı doğru iterken, sağ gözün ucuna yerleştirdiğiniz işaret parmağınızla hafifçe sağ tarafa doğru çekin. Bu harekette sadece alt göz kapağı hareket etmelidir. Her göz için 8 kez uygulayın.
    • İşaret parmaklarınızı enlemesine şakaklarınızın üzerine basınç uygulayarak saç diplerinize doğru çekin. Alnınızda çizgiler oluşturmadan gözlerinizi çevreleyen kaslarınızı parmaklarınızın ucuna doğru hareket ettirin (Bir direnç oluşturun). Bu egzersizde 5’e kadar sayın ve bırakın. Bu hareketi 5 kez tekrarlayın.