– Dr. Ömer Coşkun, aslanpençesi bitkisinin kadın hastalıklarına iyi geldiğini ve menopoz döneminde görülen stres, terleme, gerginlik ve ruhsal sıkıntı gibi durumları en aza indirdiğini söyledi.
Aslanpençesinin yağ asitleri, selüloz, etken madde, gliko protein, tanen gibi maddeler içeren şifalı bir bitki olduğu belirten Dr. Coşkun, “Aslanpençesinin bine yakın türü bulunmaktadır. Ilıman iklimlerin etkin olduğu neredeyse her ülkede yetiştiriciliği yapılmaktadır. Boyu 35-50 santim arasında değişmektedir. Çiçekleri sarıdan yeşile doğru farklılık gösterir. Uzun yıllardan beri bitkisel tedavide etkin olarak kullanılır. Halk arasında harmani otu, pelerin otu, şebnem otu, aslanyağı otu olarak da bilinmektedir” diye konuştu.
Dr. Coşkun, aslanpençesi bitkisinin kadın hastalıklarına iyi geldiğini kaydederek, “Menopoz döneminde görülen stres, terleme, gerginlik, depresif, ruhsal sıkıntılı gibi durumları minimuma indirger. Aynı zamanda kadın hastalıklarından biri olan adet düzensizliğine de iyi gelir” dedi.
Aslanpençesi bitkisinin çayının içilebileceğini belirten Dr. Ömer Coşkun, “Aslanpençesi çayı kadın hastalıkları için çok faydalıdır. Bir bardak kaynar suya bir tatlı kaşığı aslanpençesi otu eklenerek 5 dakika demledikten sonra içebilirsiniz. Aynı zamanda bebek sahibi olmak isteyen kadınlar her gün aslanpençesi çayı içmelidir. Kas hastalarına ve adet düzensizliğine de iyi gelen bir bitki türüdür” ifadelerini kullandı.
Vücutta pek çok sistemi olumsuz etkileyen obezite, kemiklerde de önemli hasarlara neden olabiliyor.
Aşırı kilolu insanların kemiklerinde yağ hücreleri oluşuyor ve bu durum kemikleri daha kırılgan hale getiriyor. Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü’nden Op. Dr. Arda Çınar, obezite ve kemik sağlığı ilişkisi hakkında bilgi verdi.
ŞİŞMAN İNSANLARDA KEMİK KIRIĞI RİSKİ ARTIYOR
Obezite ve osteoporoz (kemik erimesi) günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin en önemli sağlık sorunları arasında yer almaktadır. Obezite, genel olarak bedenin yağ kütlesinin yağsız kütleye oranının aşırı artması sonucu boy uzunluğuna göre vücut ağırlığının istenilen düzeyin üstüne çıkmasıdır.
Osteoporoz ise kemik kütlesinde azalma ve kemik dokunun mikro-mimarisinde bozulma sonucu kemik kırılganlığının ve kırık riskinin artması ile karakterize sistemik bir iskelet hastalığıdır. Birkaç sene öncesine kadar obezitenin kemik mineral yoğunluğu üzerinde olumlu bir etki oluşturduğu kabul edilse de, yapılan son araştırmalarla bunun doğru olmadığı görülmektedir.
KEMİKLERİN İÇİNE YAĞ GİZLENİYOR
Obezitenin iskelet yapısı üzerindeki olumsuz etkisi kemik oluşumundan sorumlu olan kemik iliği hücrelerinin yerini yağ hücreleri geçmesi ve kemiğin gücünü kaybetmesi olarak özetlenebilir. Aşırı kilolu ve osteoporozu olan kişilerde kemik iliği yağ oranı normalin çok üzerinde çıkması bu durumla açıklanmaktadır. Bu durum kalça kemiği ve omurga kemiklerinde yapılan radyolojik taramalarda kemik yoğunluk değerlerinin düşmesi ile sonuçlanmaktadır. Bu da kemikte güç kaybına, kırık oluşma riskinin artmasına yol açmaktadır.
Menopozdan sonra görülebilen postmenopozal kemik erimesinde, obezitenin kemik mineral yoğunluğuna etkisi araştırılmaktadır. Ancak günümüzde yapılan bilimsel çalışmalarda aşırı kilolu kişilerde yüksek oranda yaşa göre kemik yoğunluğu azalması olduğu görülmektedir.
Ayrıca hareketsiz yaşam şekli bulunan kadınlarda kemik mineral yoğunluğu kayıpları için risk taşımaktadır. Özellikle aşırı kilolu olanlarda fiziksel aktivenin azlığı kemikler üzerinde büyüme hormon düzeyinde azalışa neden olarak kemik mineral yoğunluğunun devamını engellemektedir.
Bununla birlikte obezite, oluşan yeni kemiklerin dokusunda daha fazla yağ hücrelerinin bulunmasına ve daha kırılgan bir yapıya sahip olmasına neden olmaktadır. Bu şaşırtıcı sonuç için çesitli mekanizmalar suçlanmaktaysa da sonuç olarak kemiğin osteoklastik ( kemiği eriten) aktivitenin artışı oluşan yağ dokusunun kemik iliğinde daha fazla yer aldığı hipotezini ortaya koymuştur.
TEDAVİ İÇİN ÖNCELİKLE OBEZİTE KONTROL ALTINA ALINMALIDIR
Dünya Sağlık Örgütü tarafından osteoporoz için altın standart olarak kabul edilen yöntem DEXA (kemik ölçümü) ve kırık varlığı/yokluğunun birlikte değerlendirilmesidir. DEXA ile kemik mineral yoğunluğu (KMY) ölçülür. Bu sayede osteoporozun tanısal kriterleri sağlanır.
Obezite tanısı, kabaca vücut kitle indeksi denilen ve kişinin kilosu ile boyunun ölçümü ile yapılan değerlendirme sonrası konulmaktadır. Tedavide öncelikle obezitenin kontrolü gerekmektedir. Sonrasında da kemik ölçümü değerleri tedavi sınırının altında ise ilaç tedavisi uygulanır. 40 yaş üzeri sırt kaslarını değerlendirme ve sırt kaslarını güçlendirici egzersizler, dik duruş egzersizleri ve bel kemiği ile ilgili destek kullanımı yararlı olabilmektedir.
Dünyagöz Etiler’den Dr. Şenay Yılmaz, uykusuzluğun uyku apnesi geçmişi olan orta ve ileri yaştaki kişilerde Anterior İskemik Optik Nöropati (AION) gibi ciddi rahatsızlıklara yol açabileceğini ve görme kaybına neden olabileceğini söyledi.
Sağlıklı bir göze sahip olmak için kaç saat uyumak gerekiyor? Uykusuzluk gözde ne gibi problemlere yol açıyor? Çok uyumanın göz sağlığına bir faydası var mı? Cevapları merak edilen bu soruları uzatmak mümkün.
Peki, uyku ile göz sağlığı arasındaki paralelliği nasıl kurmalıyız? Dünyagöz Etiler’den Dr. Şenay Yılmaz, sağlıklı bir yaşam ve sağlıklı gözler için 6–8 saatlik düzenli uyku uyumak gerektiğini anlattı.
Özellikle yoğun tempoda çalışanların düzenli uyku uyumaları ve mümkünse öğle yemeğinden sonra gözlerini 5–10 dakika dinlendirmeleri gerekiyor. Yapılan çalışmalar günde en az 5 saatlik uykuya ihtiyaç olduğunu göstermiştir. Her akşam aynı saatlerde uyumak gözleri dinlendirmektedir ve karanlıkta uyumak gözler için daha faydalıdır.
Masa başı çalışanlar dikkat
Uykusuzluğun en çok masa başı çalışanları (Bilgisayar karşısında) etkilediğini belirterek, bu nedenle masa başı çalışanların 20–20–20 kuralına göre gözlerini dinlendirmeleri gerektiği konusunda uyarılarda bulundu. Bu kuralı her 20 dakikada bir 20 saniye 20 metre uzağa bakmak olarak tanımlanıyor.
İnsanlar genel olarak normalde bir dakikada 15-20 kez gözlerini kırparlar. Ama konsantrasyon seviyesi arttıkça, kırpma sayısı azalır. Bilgisayarda çalışırken dakikadaki göz kırpma sayısı 5’e düşer ve göz sürekli açık olduğu için gözyaşı buharlaşıp uçar. Bu da gözlerinin kurumasına sebep olur. Uzun süre bilgisayarda çalışırken bilinçli bir şekilde gözleri daha fazla kırpmakla gözyaşı tabakası ve gözlerin nemliliği korunmuş olur.
Uykusuzluğun sonuçları
Uykusuzluğun uyku apnesi öyküsü olan orta ve ileri yaştaki kişilerde. Anterior iskemik optik nöropati (AION) gibi ciddi göz rahatsızlıklarına yol açabileceği uyarısında bulundu. Bu durum özellikle yaşlanma ile ortaya çıkan kan damarlarının bir inflamatuar (iltihabi) hastalığı olarak tanımlanılıyor. Yetersiz kan akımı nedeniyle optik sinirde hasar oluşur ve görme kaybına neden olabilir.
Uykusuzluğun göz sağlığı üzerinde meydana getirdiği diğer rahatsızlıklar:
– Uykusuzluk gözaltı kapaklarında ödeme ve göz kapağı şişliklerine veya torbalanmaya yol açar.
– Gözlerin etrafında koyu halkalar oluşmasına yol açar.
– Uykusuzluk nedeniyle göz kapağı kaslarında spazm görülür (kapak seyirmesi ). Bu istemsiz kas kasılmalarına myokymia adı verilir. Bu göz kapağı spazmları ağrılı değildir, görüşe zarar vermez ama rahatsız edici olabilir.
– Uykusuzluk göz kuruluğuna yol açabilir. Göz kuruluğuna bağlı ağrı, batma, yanma, ışığa karşı hassasiyet, kaşıntı, kızarıklık ve bulanık görme görülebilir.
Ultherapy teknolojisi cildin alt katmanlarındaki taşıyıcı dokularda odaklanmış ses dalgaları kullanılarak kollajen üretiminin uyarılması yolu ile ciltte sıkılaşma ve gerginlik sağlayan bir tedavi yöntemidir.
Ultherapy ile Tek seansta Yüz ve Boyun Germe
Ultherapy teknolojisi cildin alt katmanlarındaki taşıyıcı dokularda odaklanmış ses dalgaları kullanılarak kollajen üretiminin uyarılması yolu ile ciltte sıkılaşma ve gerginlik sağlayan bir tedavi yöntemidir. Bu uygulama ile;
– Cilt altı dokularda kollajen artışı
– Güçlenmiş bağ dokusu
– Daha sıkı bir cilt
– Kırışıklarda gözle görülür azalma hedeflenmektedir
Benzer amaca yönelik farklı teknolojiler bulunmasına karşın yapılan işlemin etki bölgesi cihaz üzerindeki ekranda gerçek zamanlı olarak takip edilmek sureti ile tam arzu edilen bölgeye, hassas bir şekilde ve iki farklı katmanda müdahale edebilme özelliği sadece FDA onaylı Ulthera teknolojisi ile mümkün olabilmektedir.
Ultherapy ile cildin sıkılığını yitirmesi sebebi ile ile sarkma yaşanan kaş, alın, yanak, ağız kenarı, yüz konturu, çene hattı, gıdı bölgesi, dekolte bölgesi ve kırışan göz çevresinde ameliyatsız toparlanma ve gençleşme sağlanmaktadır.
Ulthera cihazı ile yapılan bu tedavide, ısı enerjisi veren ses dalgaları monitör ile kontrol edilerek istenen doku derinliğine odaklanmakta ve cildin üst tabakalarına zarar vermeden deri altındaki bağ dokusunda kollajen üretimini artıran küçük ısı hasarları oluşturulmaktadır.
Ameliyatsız bir cilt sıkılaştırma yöntemi olan Ultherapy ile zamanın ve yerçekiminin ciltte yarattığı kollajen azalması, gevşeme ve sarkmalar tek bir seans ardından elde edilen cilt altı bağ dokusu yenilenmesi ve güçlenmesi ile tedavi edilmektedir.
Ulthera Cihazı
Ultherapy Nasıl Uygulanıyor ?
Ultrasonik yüz ve boyun gençleştirme sırasında ultrason dalgalarını taşıyan uygulama başlığı cilde temas ettirilerek cilt ve cildin alt katmanları cihazın ekranında görüntülenir. Belirlenen uygulama alanlarında, cildin 3 mm ve 4,5 mm altına odaklanmış ses dalgaları ile bu bölgelerdeki taşıyıcı bağ dokularında kollajen üretimini uyaran ısı hasarları oluşturulur ve yeni kollajen yapımı uyarılarak güçlü bir sıkılaşma etkisi meydana gelir. Bu işlem sırasında cilt yüzeyi uygulamadan etkilenmez.
Ultherapy Uygulaması
Ultherapy İşlemi Ne Kadar Sürüyor?
Ultherapy süresi uygulama yapılan bölgeye göre değişmekte olup sadece göz çevresine yapılan uygulama 15-20 dakika sürerken tüm yüz ve boyuna yapılan uygulama 1 saat kadar sürmektedir. Ultherapy ile istenen sonuca ulaşmak için tek seans yeterlidir.
Ultherapy Hangi Bölgelerde Etkili Oluyor ?
Ulthera ile ameliyatsız yüz gençleştirme, yüz cildi ve “jaw line” diye tabir edilen çene çizgisinde sarkmaları olan hastalarda yanaklara, gıdı bölgesindeki sarkmayı düzeltmek amacıyla boyuna, kaş kaldırmak amacıyla kaş-alın bölgesine, göz dış ve alt kısmındaki kırışıklıkları azaltmak amacı ile göz çevresine, dekolte bölgesindeki kırışıklıkları düzeltmek amacıyla dekolteye uygulanmaktadır.
Ultherapy Uygulama Bölgeleri
Uygulama Sırasında Ne Hissedeceğim ?
Uygulama sırasında hissedilenler kişiden kişiye farklılık gösterse de, hastalar hissettikleri acıyı anlık “iğne batması” ya da “elektriklenme” olarak tanımlamaktalar. Hastaların tercihine bağlı olarak bölgesel anestezi veya sedasyon uygulaması ile ağrı hissini tamamen engellemek mümkündür olabilmektedir.
Uygulama Sonrasında Neler Beklemeliyim ?
Ultherapy uygulamasının etkisi zaman içinde ortaya çıktığı için tedaviden hemen sonra uygulama bölgelerinde hafif bir gerginlik dışında dışarıdan fark edilen bir değişiklik olmaz. Uygulamanın ardından kişi günlük aktivitelerine hemen dönebilir. Dikkat edilmesi gereken güneş ışınlarından korunmak gibi herhangi bir durum bulunmamaktadır. Ultherapy sonrasında ciltte yanık, leke ve benzeri bir yan etki oluşmaz. Bazı kişilerde hafif kızarıklıklar oluşsa da bu durum birkaç saat sonra normale dönmektedir.
İşlem sonrasında ciltteki sıkılaşma ve gençleşme aylar içinde yavaş yavaş ortaya çıkar ve maksimum etkinin oluştuğu dönemde dahi cerrahi müdahaleler sonrasında izlenen belirgin ya da abartılı görsel değişiklikler oluşmaz.
Ultherapy Yaz Aylarında Uygulanabilir mi ?
Ultherapy işlemi sırasında cildin yüzeyinde herhangi bir etki oluşmadığı için bu tedavi yöntemi diğer pek çok estetik amaçlı müdahaleden farklı olarak yaz aylarında da güvenle uygulanabilmektedir.
Ultrasonik Yüz Gençleştirmenin Diğer Ameliyatsız Yüz Gençleştirme İşlemlerinden Farkı Nedir ?
Ultherapy, odaklanmış ultrason teknolojisini kullanan ve cerrahi müdahale olmadan derin dokular üzerinde etki sağlayan tek yöntemdir. Ultherapy ile ciltte sadece tek bir uygulama ile etkili ve memnuniyet verici sonuçlara ulaşmak mümkün olmaktadır.
Cildin sıkılaşması cilt yüzeyine uygulanacak işlemler ile sağlanamaz. Alt katmanlara ulaşabilmek ve odaklı uygulama yapabilmek için işlem sırasında etki oluşturulacak cilt katmanlarını görüntülemek çok önemlidir. Bu hassas uygulamayı benzer amaçlı diğer teknolojilerle elde etmek mümkün değildir. Uygulamanın hedefi, yüz germe ameliyatları sırasında kesilerek çıkartılan tabakayı ameliyatsız bir şekilde küçültmek ve yeni kollajen üretimi tetikleyerek cildin gerginleşmesini sağlamaktır.
Ultrasonik dalgaların cilt altındaki etki bölgeleri
Ultherapy Güvenli Bir Yöntem midir ?
Ultrason enerjisi tıpta 50 yıldan uzun süredir kullanılmaktadır ve klinik denemelerle herhangi bir yan etkisi olmadığını ispatlamıştır. Ulthera Amerika F.D.A onaylı bir cihazdır.
Ultherapy’nin Sonuçlarını Ne Zaman Görebilirim ?
Tek bir uygulama ardından rejenerasyon süreci hemen başlar, ilk anda bile hafif bir gerilme etkisi görülmektedir. Cilt uygulama sonrası her geçen gün daha iyi görünmeye başlar, 1 hafta sonrasında cildinizi daha iyi hissedersiniz, 1 ay sonra etkiler görünür hale gelir, 3 ayın sonunda istenen sonuç gözlenmeye başlar. Tam sonuç alınması ise 6 ay sürmektedir. Ultherapy ciltte kollajen üretimini uyardığı için elde edilen sonuç uzun süreli kalıcı olmaktadır.
Ultherapy İçin Uygun Bir Aday mıyım ?
Yüz ve boyun cildinde gevşeme veya sarkma olan tüm kişiler Ultherapy için uygun adaylardır. Özellikle 40-65 yaş arasında ciltte kollajen kaybı ve gevşeme giderek artan oranda izlendiği için bu yaş grubunda daha belirgin sonuçlar alınmaktadır. Ulthrapy uygulaması 30 lu yaşlarda da ciltte kollajen üretimini uyarmak amacı ile tercih edilebilmekle birlikte ileri yaşlarda ve belirgin cilt sarkması olan durumlarda anlamlı sonuçlar elde etmek için ameliyata engel bir durum olmadıkça cerrahi yaklaşımlar tercih edilmelidir.
Ultherapy ile uygulama bölgelerine herhangi bir yüzeyel krem ya da enjeksiyon gibi uygulamalar ile elde edilemeyecek düzeyde cilt sıkılaşması sağlanmakla beraber elde edilen sonuçlar kişisel olarak dokuların kollajen üretme kapasitesine bağlı değişiklikler göstermektedir.
Prof. Dr. Serdar Tezelman, özellikle menopoz sonrası rastlanan paratiroide dikkat çekiyor ve sorularımızı yanıtlıyor:
Paratiroidi hastaları uzaktan bakınca anlaşılır mı?
Bu hastalara uzaktan baktığımızda hasta oldukları anlaşılmaz. Vücudun şekline direkt yansıyan belirgin bir işaret yoktur. Paratiroidi hastalarında paratirodi bezi aşırı çalışır ve bunun sonucunda kanda parathormon artar. Bu hormonun yüksek düzeyde olması ise kemiklerden kalsiyumu çeker ve kanda kalsiyum seviyesi yükselir ancak kemikler kalsiyum kaybeder. Biz buna aç kemik sendromu diyoruz. Paratiroid hastası Türkiye’de çok mu var?
Batılı ülkelerde yapılan çalışmalarda her 400-600 kadında bir sıklıkta ve yine kadında erkekten 4 misli daha fazla görüldüğü gözlenmiştir. Bizde vücut sağlığı olarak aynı kategoride olduğumuzdan ülkemizde de bu hastalığın aynı sıklıkla olabileceğine inanıyorum. Menopoz sonrası kadınlarda daha sık rastlanmakta. İsveç de yapılan çalışmalarda menopoz sonrası kadınların % 2 sinde hiperparatiroidi saptanmış. Paratiroid ile hiperparatiroidi aynı şey mi?
Paratiroid parathormonu salgılayan endokrin bezinin adı. Tiroid bezinin yanında ve arkasında yer alan, genelde 4 adet olan ve çapının ortalama 5 mm olduğu mercimek büyüklüğünde bir bez. Bu bezin aşırı çalışması ise hiperparatiroidi dediğimiz soruna neden olur.
Paratiroid, tiroidle aynı şey mi? Vücudun neresinde bulunur?
Hayır o da aynı şey değil. Tiroid bezinin arkasında ona bitişik olarak yer alır. Ortalama 4 adettir. Bazen 3 bazen de 5 veya 6 adet olabilir. Tiroid bezinin hemen arkasında ona ve ses tellerini hareket ettiren sinire bitişik olarak sağda 2 ve solda 2 adet olmak üzere yer alırlar. İnsanda çoğunlukla ( % 85 oranında) 4 adet olan paratiroid bezleri bazen 3 veya 2 bazen de 5 veya 6 adet olabilirler. Hiperparatiroid neden olur?
Primer hiperparatiroidinin kesin sebebi bilinmemektedir. % 25 hastada genetik bozukluk yani mutasyonların yol açtığı düşünülmektedir. Bazen 4 bezin sadece 1 i bazen ikisi bazen de 4 ü birden hastalanır. Tedavisi cerrahidir. Hasta bezin çıkarılması esasına dayanır. Tek veya çok bez çıkarılır. Kanda parthormon düştüğü gibi kalsiyum değerleri düşer. Patolojik etken olan aşırı parthormon düzeyinin azalması kalsiyumu azalmış olan kemikler -ki bunlara “aç kemik” denir- tarafından kalsiyum kandan emilir. Hastalar size hangi şikâyetlerle gelir?
Bu hastalar aşırı parathormon yüksekliği ve buna bağlı kanda kalsiyumun yükselmesi sonucu; yorgunluk, halsizlik, kas eklem ağrısı, kemik ve sırt ağrısı, aşırı su içme, gece ve sık idrara çıkma, kabızlık, depresyon, iştahsızlık, bulantı, kaşıntı, ülser ağrısı, pankreatit, böbrek taşı, kemiklerde erime, kemik kisti ve tümörleri, EKG de bozulma, kalp yanması, hafızada zorlanma ve uyku hali ile gelirler. Patolojik kemik kırıkları (basitçe kemiğin kırılması) olabilir. Bazen hiperkalsemik kriz sonucu koma ve kalp durması da görülebilir. Hiçbir tetkikte göremeyip yine de ameliyata karar verdiğiniz vakalar oldu mu?
Bu tip hastalarımız oldu çünkü lokalize edilemeyen hiperparatiroidi durumunda en iyi lokalizasyon tetkik yöntemi deneyimli endokrin cerrahıdır. Bu tip cerrah paratiroid bezinin olası yerlerine bakarak 4 bezi bulur. Böylelikle hastalıklı beze ulaşır. Göz, KBB, diş vb. doktorlara gidip de size yönlendirilen hastalarınız var mı?
Elbette oluyor. Hiperparatiroidi olan hastalarda aşırı kalsiyum yüksekliği gözde kornea yanında bant şeklinde keratopati yapar. Dikkatli göz hekimi eğer bu bant varsa şüphelenip hastasını ileri tetkik için yönlendirir. -Paratiroidi’nin teşhisi çok mu zordur? Check up’larda ortaya çıkıyor mu?
Hiperparatiroidi tanısı zor değil. Check up’larda kan kalsiyumuna bakılması halinde eğer yüksek bulunursa mutlaka parathormona bakılması gerekir. Diğer taraftan bahsettiğimiz klinik bulguların varlığında da paratiroidi yönünden incelemek gerekliliği doğar. Bu tip hastaları mutlaka endokrinolog veya endokrin cerrahı ile konsülte etmek gerekir. -En çok hangi hastalıkla karışıyor?
Hiperparatiroidinin bulgu ve belirtileri çok yaygın. Geniş bir yelpaze oluşturur. Vücudun tüm sistemleri etkilendiğinden bir çok hastalıkla karışabilir. Örneğin aşırı kalsiyum yüksekliği mide asidini artırır. Peptik ülsere, pankreatite neden olabilir. Sırt, eklem ve kemik ağrıları miyaljilerle romatizmal hastalıklarla kolaylıkla karışabilir. Böbrek taşına neden olabilir. Yüksek kalsiyum değerleri psikolojik rahatsızlığa neden olabilir. -Paratiroid görüntüleme tekniklerini yanıltabilir mi?
Paratiroid bezleri ultrasonografi ve sintigrafi ile lokalize edilebilir. Deneyimli radyolog veya nükleer tıp uzmanı doğru yorumlayabilir. Yoksa çok kolaylıkla lenf bezi veya tiroid nodülü ile karışabildiği gibi normalde bulunması gereken yerin dışında bulunan paratiroid bezi görüntülenmeyebilir. Hiperparatiroidinin tedavisi kolay mıdır? Ömür boyu ilaç alımı gerekir mi?
Tedavisi cerrahidir. Hastalıklı olan paratiroid bezi veya bezleri çıkarılır. Kalsiyum ve parthormon düzeyleri normalleşir. Bazen kemiklerde harabiyetin fazla olması aç kemik sendromu denilen tabloya neden olur. Kemiklerde kanda kalsiyumu emerler. Bu nedenle cerrahi tedavi sonrası kalsiyum ve D3 vitamini verilmesi gerekebilir. Ameliyat sonrası kalıcı hipoparatiroidi olduğunda parathormonunun yetersiz salınımı söz konusudur. Dolayısıyla kan kalsiyum değeri de düşer. Bu nedenle ömür boyu kalsiyum ve D vitamini replasmanı ihtiyacı doğar. Parathormonun düşük olması hangi belirtileri verir?
Parathormon salgılanmasının eksiliği veya hedef organların parathormona direnç göstermesi sonucu hipoparatiroidi görülür. Ailevi olabildiği gibi baş boyun veya tiroid cerrahisi sonucu cerrahi komplikasyon olarak gelişebilir. Örneğin guatr veya tiroid kanseri nedeniyle gerçekleştirilen ameliyatlardan sonra hipokalseminin görülmesi paratiroid hormonunun bezlerinin zedelenmesi sonucu geçici veya kalıcı eksik salgılanmasına bağlıdır. Belirtilerine gelince; hipokalseminin neden olduğu nöromusküler uyarılma bulguları ortaya çıkar. Ağız çevresinde, ayak ve el parmak uçlarında karıncalanma, uyuşma görülür. Adale krampları ve bunu devamında ellerde kasılma, ebe eli görünümü gelişir. Gırtlakta, bronşlarda spazm veya tetani (kasılma nöbeti) saptanır.
Kadınlara özel sağlık problemleri çoğunlukla erken tedavi ile çözüme kavuşabilirken, gerekli önemin gösterilmediği durumlarda ciddi sonuçlar ile karşı karşıya kalınabiliyor.
Kadınların hayatları boyunca karşısına en sık çıkabilecek 6 hastalık ile ilgili bilgi veren Anadolu Sağlık Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Zeynep Yılmaz, “Önemsemeyip geçiştirdiğiniz her hastalık tedavi sürecini uzatır” dedi.
Çocuklukta ve menopoz sonrasında görülen kanamalara dikkat
Kadınların hayatları boyunca en sık karşılarına çıkan sorunların başında adet düzensizlikleri gelir. İlk adet 12-13 yaşlarında görülür. Eğer çocukluk döneminde kanama görülürse bunun mutlaka araştırılması gerekir. Buluğ çağı ile menopoza yakın dönemlerde ise vücut bu yeni sürece adapte olmaya çalıştığı için adet düzensizlikleri sıkça görülebilir. Ancak beklenmedik zamanda ortaya çıkan, düzensiz, leke tarzında veya uzun süreli kanamalar mutlaka araştırma ve tedaviyi gerektirir. Menopoz döneminden sonra görülen kanamanın miktarına bakılmaksızın üzerinde önemle durmak gerekir.
Yanlış beslenme polikistik over sendromunu tetikliyor
Kadınlarda en sık rastlanan hormon bozukluğu polikistik over sendromudur. Nedeni tam olarak bilinmese de yanlış beslenme, aşırı kilo alma gibi problemler hastalığı tetikleyebilir. Hastalık tipik olarak genç kızlarda ve genellikle ergenlik döneminde ortaya çıkar. Polikistik over sendromu görülen kızlarda genellikle kilo fazlalığı, tüylenme, saçlarda dökülme ve sivilcelenme problemleri görülür.
Tedavideki ilk aşama kilonun kontrol altına alınmasıdır. Polikistik over sendromlu kadınlarda kilo kaybı biraz daha zordur. Hormon bozukluğuna bağlı kilo alımı varsa diyetin buna göre planlanması gerekir.
İdrar kaçırma büyük sosyal problem
İdrar kaçırma sorunu çok önemli bir sosyal problem olup, günümüz modern tedavileri ile başarılı olarak ortadan kaldırılmaktadır. Temelde kadınların hastalığı olan idrar kaçırma 35 yaşın üzerindeki her 5 kadından birinde görülmektedir. Kişinin sosyal yaşantısını etkileyecek olan her idrar kaçırma bir hastalıktır ve tedavi edilmelidir. İdrar kaçırma; öksürme, hapşırma, gülme gibi karın içi basıncın arttığı durumlarda ortaya çıkabileceği gibi, daha az eforla da meydana gelebilir.
Vajinal akıntılar cinsel sağlığı olumsuz etkiliyor
Kadınların cinsel sağlığını ve yaşamını olumsuz etkileyen ve daha çok enfeksiyon kaynaklı olan “vajinal akıntılar”, normal fizyolojik akıntılar ve enfeksiyona bağlı akıntılar olarak ikiye ayrılır. Kokusuz, saydam, renksiz, adetin belirli zamanlarına göre miktarı artıp azalan akıntılar normal fizyolojik akıntılardır. Rahim ağzından gelen sümüksü ve saydam renkli bu akıntılar hormonlarla ilgili olduğundan belirli zamanlarda artış gösterir. Enfeksiyona bağlı olarak ortaya çıkan akıntıların belirtileri arasında renkli, kokulu, rahatsız edici miktarda görülmesi sayılabilir. Bunlar bakteri, mantar ya da parazit kökenli olabilir.
Menopoz hastalık değil bir geçiş dönemidir
Menopoz, bir hastalık olmayıp, kadın hayatının en önemli geçiş dönemlerinden biri olarak sayılabilir. Adet düzenleri bozulduğunda bir çok kadın menopoza girdiğini söylese de, menopoz bir kadının peşi sıra 12 ay adet görmemesidir. Menopoza giriş yaşı dünya genelinde 45-53 arasında değişirken ortalama 51 yaş olarak bildirilmektedir. Ülkemizde ise 46-48 yaşlar arasındadır. Menopoz döneminin başlamasıyla eksilen östrojen hormonuna bağlı olarak; sıcak basmaları, terleme, uykusuzluk, vajinal kuruluk, se ksüel istekte azalış, idrar problemleri, yorgunluk, ruh hali değişiklikleri, dikkat ve hafıza sorunları gibi belirtiler ortaya çıkar. Ayrıca menopoza giren her kadın şikayeti olmasa dahi kemik kaybından korunmak veya cinsel hayatının devamlılığı için hekime başvurmalıdır.
Şiddetli adet ağrıları yaşam kalitesini düşürüyor
Adet gören kadınların yarısından fazlasının kanamalarının ilk bir-iki günü ağrısı olmaktadır. Genellikle bu ağrı hafiftir, ancak bazen günlük aktivelerini kısıtlayacak kadar şiddetli olabilir. Bu şiddetli ağrı dismenore olarak adlandırılır. Dismenore bulguları arasında alt karında ağrı veya kramplar, baş ağrısı, bulantı – kusma ve baş dönmesi sayılabilir. Dismenorenin tedavisi ilaçlar ve ağrıyı azaltan teknikleri içerir ancak bazı olgularda cerrahi işleme gerek duyulabilir.
Spinal anestezi yönteminde omurilik etrafındaki dura adı verilen zarın içine anestezik ilaç verilerek hastanın belden aşağısını hissetmesi engellenmiş olur ve ekseri genel anestezi için durumu uygun olmayan hastalara uygulanır. Spinal anestezide bel bölgesinden dura zarına ulaşmak için küçük bir delik açılır ve katater adı verilen ince borudan ilaç dura zarının içine gönderilir. Fakat bu yöntemde epidural anestezideki gibi katater borusu bölgede bırakılmaz hemen çıkartılır ve bölge kapatılır…
Spinal Anestezi Sonrası Baş Ağrısına Ne İyi Gelir?
Epidural anestezi yönteminde gerek görüldüğü zaman kataterden ek doz verilir, ancak spinal anestezi yönteminde katater bölgede bırakılmadığı, hemen geri çıkartıldığı için tek seferlik doz uygulaması mümkündür. Kataterin hemen geri çıkartılmasındaki sebep ise beyin omurilik sıvısının sızma ihtimali bulunmasıdır. Bu nedenle ek doz imkanı spinal anestezide bulunmamaktadır. Spinal anestezinin etkisi çok çabuk başlamakta ve kısa sürede de geçmektedir. Hastalar bu yöntemin kullanıldığı operasyon sonrasında baş ağrısı çekmektedirler.
Spinal anestezi sonrası hissedilen baş ağrısının geçmesi için uzmanların önerisi bol bol su tüketmek ve kafein almaktır. Spinal anestezi sonrası baş ağrısını dindirmek için ağrı kesici ilaçlarında düzenli bir şekilde kullanılması önerilir. Ağrı kesicilerin düzenli kullanılması, bol bol sıvı alınması ve çok fazla aşırıya kaçmadan kafein tüketimi ağrının şiddetini azaltır. Ancak ağrının tamamen yok olması için yaklaşık bir hafta zamana ihtiyaç vardır.
Kemik Erimesi
– Kemik erimesinin belirtileri nelerdir?
– Kemik erimesi neden olur?
– Kemik erimesi nedir?
– Kimlerde kemik erimesi riski daha fazla?
– Kemik erimesi günlük yaşamı nasıl etkiler?
– Kemik erimesi hangi sıklıkta görülür?
Öncelikle belirtmek gerekir ki kemik erimesi çoğunlukla hiçbir belirti ve şikayete neden olmaz, yani hasta çoğunlukla kendisinde kemik erimesi başladığını ve ilerlediğini farketmez. Bu yüzden kemik erimesine “sinsi hırsız” denmiştir, sinsi ve sessiz bir şekilde kemik dokusunu çalar anlamında. Belirti olmayan bu kadınlar çoğunlukla doktora başvurduklarında yapılan tetkikler neticesinde tesadüfen teşhis alırlar. Menopoza girdiği için hastaneye başvuran her hastaya kemik erimesini araştırmak için kemik mineral yoğunluğu bakılır ve kemik erimesi varsa bu esnada farkedilir. Bu nedenle hiçbir şikayeti olmayan ve iskelet olarak kendisini çok sağlam hisseden bir kadında da kemik erimesi olabilir, bu yüzden menopoza giren her kadına kemik erimesi açısından da muayene ve tetkik yapılması gerekir. Daha sonra bir kaç yıl aralarla kemik mineral yoğunluğu ölçümü tekrar edilir.
Kemik erimesi yeni başlamış veya çok hafif olan bir hastada mevcut olan bel ağrısı, diz ağrısı gibi şikayetler kemik erimesi ile ilgili değildir mutlaka başka nedenlerin araştırılması gerekir.
Kemik erimesi genellikle çok ileri aşamalara geldiğinde ve yaş çok ilerlediğinde bazı belirtiler verir.
İleri derecede kemik erimesi durumunda görülebilen şikayet ve belirtiler:
– Sırt ağrısı (Omurga kemiklerinde kemik erimesinin ilerlemesi nedeniyle gelişir.)
– Bel ağrısı
– Boyun ağrısı
– Boy kısalması
– Öne eğik ve kambur vücut şekli
– El bileği, kalça ve omurga gibi kemiklerde kırıklar. Çok ileri derecede kemik erimesi varlığında umulmadık basit travmalarla bile kırıkların meydana geldiği görülür.
– Çok ilerlemiş osteoporoz hastalarında kemik ağrıları ve kemiklerde hassasiyet meydana gelebilir.
– Omurga ve diğer kemiklerdeki kırıklara bağlı vücutta şekil bozuklukları meydana gelebilir.
– Ağrı ve kırıklardan dolayı hasta giderek hareketsizleşir.
Kemik erimesi belirtileri tedavi ile kaybolur mu? Şikayetler tamamen geçer mi ?
Yukarıda sıralanan belirtilerin tamamınn tedavi ile yok olması beklenemez. Kamburluk ve vücut şekil bozuklukları yok olmasa da en azından ilerlemesinin durdurulması tedavi ile mümkündür. Ağrı şikayetleri çoğunlukla tedavi ile hafifler veya geçer. Kemik erimesi tedavisinde amaç herşeyi tamamen normale döndürmek değildir, kemik erimesinin ilerlemesini durdurmak bile büyük bir kazançtır çünkü tedavi edilmediği taktirde sürekli ilerleyen bir hastalıktır. Tedavi ile en önemli amaçlardan birisi de kırık riskini azaltmaktır.
Kemik erimesini önlemek için bu yiyecekleri tüketin, işte kemik erimesini karşı yenecek 10 besinler ;
Kayısı
Yüksek oranda kalsiyum ve magnezyum içerir.
Süt
Kalsiyum, protein, B2-A-E-D vitaminleri, folik asit, fosfor ve demir kaynağıdır. Kalsiyum, D vitamini ve fosfor ile birlikte kemikleri ve dişleri güçlendirmek için çalışır. Bunların eksikliği kemikleri eritir.
Soğan
Sarımsakla birlikte enfeksiyonlarla mücadele eder. Kükürt bileşimleri atardamarların zarar görmesini önler. Soğan kemik erimesini de önlüyor.
Marul
Sütten bile daha fazla kalsiyum içerdiği söyleniyor.
Brokoli
Mineral ve demir eksikliğini gideren brokoli, adeta bir vitamin deposu. A, E ve C vitaminleri bakımından zengin olduğu ve çok miktarda kalsiyum içerdiği için kemik erimesine bire bir. Demir, selen, bakır ve potasyum kaynağı olan brokoli içerdiği flavonoidler bakımından bağışıklık sistemini güçlendiren bir özelliğe sahip. Antibiyotik özelliğe de sahip olan brokoli bu yönüyle prostat enfeksiyonuna karşı çok etkin.
Kuru Erik
Fenolik bileşikler ve bor elementi bakımından zengindir. Bor elementi kemik sağlığını koruyan, kemik erimesine karşı koruyucu özelliktedir. Günlük 100 gram kuru erik tüketiminin, günlük bor gereksinimini karşılayabileceği belirtiliyor.
Üzüm Çekirdeği Özütü
Flavonoit tipi bileşenler açısından zengin olup oksidatif hasarı önleyici özelliğinin yanında, kemik erimesine neden olan proteolitik enzimleri de azaltıcı etkisi vardır.
Nar Özütü
İçeriğindeki flavonoit yapısında bileşenler nedeniyle üzüm çekirdeği gibi etki gösterir.
Portakal gibi Narenciye Meyveleri
C vitamini ve flavonoit yapısındaki bileşenler sebebiyle kemik sağlığı açısından önemlidir
Elma
Kemik erimesini azaltıcı etkisi vardır.
Kemik erimesine karşı doğal bir çözüm ; Yoğurt Nane
Yıllarca yoğun kemik erimesi tedavisi görürken, devlet bunun ilaçlarını vermeme kararı aldı biz emeklilere.
Bu arada ben yoğurdu çok çok sevdiğim için ve rejim olsun diye her akşam yemek yerine bir kase yoğurt yemeye başladım.
Ancak öylece yemek değil; içine bir avuçta çok sevdiğim naneden ve biraz da z.yağı ile pul biber koyarak ve içine bir de peksimet doğrayarak.
Geçen sene kemik ölçümü için verilen tarihte dispansere gidip tahlil ve mr’ larımın çekiminden sonra doktor, kemik erimesinin sızıntıya dönüştüğü yani hızlı erimenin neredeyse durur gibi olduğunu söyledi ve bana ne kullandığımı sordu, ben de hiçbir şey sadece bol naneyle karışık yoğurtyediğimi söyledim;
Doktor:” – Nane ile yoğurdun birleşmesiyle doping yapmışsınız…” dedi.
Şimdiyse, her kadın hastaya “Kür olarak haftanın her günü böyle yoğurt yiyeceksiniz ilaç gibi…” diye tembih ediyormuş.
Benden söylemesi. Denemekten zarar gelmez. Ancak unutmamalı ki yoğurdun içinde mutlaka bolca kuru nane olacak…
Prof. Dr. Varol Çelik, “Memesini aldıran kadın yüzde 100 kanserden korunmuş sayılmaz. Yaşamı boyunca yüzde 10 oranında kansere yakalanma ihtimali var” dedi.
Ünlü oyuncu Angelina Jolie’nin meme kanseri riski nedeniyle iki memesini de aldırmasının ardından açıklama yapan İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Türkiye Meme Hastalıkları Dernekleri Federasyonu Başkanı Prof. Dr. Varol Çelik, memesini aldıran kadınların meme kanserinden yüzde 100 korunmadığını fakat meme kanserine yakalanma risklerinin azaldığını belirtti.
Prof. Dr. Çelik, “Meme kanserine yakalanan kadınların en fazla yüzde 5-10’unda genetik geçiş mevcuttur. Meme kanserinde çoğunlukla genetik geçiş söz konusu değildir. 1990 yılına kadar genetik geçişin tespitinin yapıldığı testler bilinmiyordu fakat günümüzde yüksek riskli hasta grubunda olan hastalara yönelik genetik test (BRCA1-2) uygulanabiliyor. Bu testin yapılıp yapılmayacağına özel bir konsey karar veriyor ve yine konseyin değerlendirmesi sonucunda testi pozitif çıkan kadının memesinin alınıp, alınmayacağına hasta ile birlikte karar veriliyor” dedi. YÜZDE 100 KORUNMA OLMAZ
Kanser riski olan yani testi pozitif çıkan her kadının kanser riskinden yüzde 100 korunma gibi bir durumun olmadığını, memesi alınsa bile yüzde 10 ihtimalle yine kanser olabileceğini açıklayan Prof. Dr. Çelik, “Ailede yalnızca bir kadında kanser olmasıyla, anne, anneanne, kardeş, teyze gibi birçok kişide kanser olması bir değil. Risk faktörlerinden biri olan aile öyküsü ne kadar fazla ise test yapılması o kadar yararlı olabilir. Fakat insanlarda yanlış bir algı oluşmasın. Testinin sonucu pozitif çıkan bir kadının hayatının geri kalanında yüzde 40-85 oranında meme kanserine yakalanabileceği düşünülmektedir. Memesini aldırdı diye kesinlikle kanser olmayacak gibi bir durum yok” ifadelerini kullandı. ANGELİNA JOLİE’YE TEŞEKKÜRLER
Cerrahi müdahale öncesi hasta ile çok detaylı konuşulduğunu, ameliyatın avantaj ve dezavantajlarının çok iyi değerlendirilmesi gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Çelik, “Ameliyatın komplikasyonları da var. Her şeyden önce genel anestezi alıyorsunuz. Ameliyat yarası olabilir, meme dokusu tamamen boşaltıldığı için yerine silikon denilen protezden dolayı hasta sıkıntı yaşayabilir. En önemlisi de hastanın ameliyat sonrası kozmetik görüntüsünün onu memnun etmemesi. Angelina Jolie’ye meme kanseri konusunda farkındalık oluşturduğu ve kamuoyunun dikkatini meme kanserine çektiği için çok teşekkür ediyorum” şeklinde konuştu.
Sıcak basması, ter nöbetleri, sinir gerginliği… Kısacası tüm yan etkileriyle birlikte menopoz, uzmanlara göre ‘erkeklerin suçu’ olabilir.
Kanada’nın McMaster Üniversitesi’nde genetiğin evrimi konusunda çalışan bilim insanlarına göre erkeklerin genç kadınları seçme eğilimi yüzünden, ileri yaşlardaki kadınların doğurgan olması için sebep kalmadı.
Bir İngiliz uzman ise bunun tam tersinin geçerli olduğunu, yani ileri yaşlarda kadınların doğurganlık oranı düştüğü için erkeklerin genç kadınları tercih ettiği görüşünde.
Bilindiği kadarıyla canlı türleri arasında dişinin ömrü boyunca doğurgan olmadığı tek cins, insan. Uzun süredir bunun sebebini araştıran bilim insanları, bundan önce “anneanne etkisi” tezini ortaya atmıştı. Buna göre bir kadın, çocuğunun büyümesini göremeyecek yaşa geldiğinde doğurganlığını kaybediyor ve daha genç kadınların çocuklarına bakma görevini üstleniyordu. Ancak Kanadalı ekibin PLOS biyoloji dergisinde yayınlanan araştırması, menopozun üremeye talep olmaması yüzünden başladığı tezini savunuyor.
Bilgisayar destekli modeller üzerinde çalışan McMaster’s ekibi, “çiftleşmede seçicilik” yani her ne yaştan olursa olsun erkeklerin daha genç kadınları tercih etmesinin evrimsel süreci etkilediği görüşünde.
Araştırma ekibinin başındaki evrimsel genetik uzmanı Profesör Rama Singh, bu sonuca şu anki sosyal eğilimleri değil, binlerce yıl öncesini inceleyerek vardıklarını söyledi.
Prof. Singh, BBC’ye yaptığı açıklamada “İnsanlık tarihinde bunun kanıtları var; erkekler daima genç kadınları tercih etmiş.” diye konuştu.