Kategori: Sağlık

  • Polikistik over sendromu diyet yapması

    Polikistik over sendromu diyet yapması

    İstanbul Üniversitesi’nden Prof. Faruk Buyru, bir tür hormon bozukluğu olan polikistik over sendromu tedavisinde diyet ve egzersizin, en az ilaçlar kadar etkili olduğunu söyledi.

    Polikistik over, kilo problemi yaşayan, yumurtalıklarda çok sayıda kisti bulunan ve seyrek adet gören kadınların sendromu olarak biliniyor.

    İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Faruk Buyru, “Günümüzde kadınlarda çok sık görülen bir tür hormon bozukluğu olan polikistik over sendromu görülen kişilerin diyet ve egzersiz yapması, en az ilaçlar kadar etkili oluyor” dedi.

    Sendromunun kadın hayatının her evresinde bir takım problemlere yol açtığını ifade eden Buyru, “Uyguladığımız tedaviler sendromu ortadan kaldırmıyor. Kadın hayatının evresine göre yarattığı şikayetleri ortadan kaldırıcı bir takım tedaviler düzenliyoruz” diye konuştu.

    Yaşam şekillerinin değişmesi ve obezitenin giderek daha da problem olması nedeniyle polikistik over sendromuna daha sık rastlanıldığını vurgulayarak, şöyle konuştu: “Polikistik over sendromlu kadınların ve genç kızların yarıdan fazlası obezite problemiyle başa çıkmaya çalışıyor. Günümüzde kadınlarda çok sık görülen bir tür hormon bozukluğu olan polikistik over sendromu görülen kişilerin diyet ve egzersiz yapması, en az ilaçlar kadar etkili oluyor. Yüzde 5-10 kilo kaybı bile hastanın adetlerinin düzene girmesini ve yumurtlamasının normale dönmesini sağlayabiliyor. İleri yaşlardaki hastalar doğurganlıktan sonra eğer düzenli adet görmezler ve tedavi almazlarsa, kilo problemiyle beraber şeker ve kalp hastalığı bu kadınlarda daha fazla görülüyor.”

    İNİSÜLİN DİRENCİ GELİŞEBİLİR
    Buyru, obezite probleminin yanı sıra polikistik over sendromuyla ilgili ortaya çıkan diğer bir problemin de insülin direnci olduğunu aktararak, şeker metabolizmasıyla ilgili bozuklukların hastalığın ortaya çıkışını etkilediğini belirtti. Şeker metabolizmasıyla ilgili problemlerin erkeklik hormonunun artışına ve kilo problemine neden olduğunu aktaran Buyru, “İnsülin direncini düzeltip şeker metabolizmasını normale öndürdüğünüzde hastalar normal adet görür hale geliyorlar. Yumurtlama problemi ortadan kalkıyor ya da tüylenmede iyileşme elde edebiliyorsunuz” diye konuştu.

    Sendromun tedavisinin cerrahi yolla değil ilaçla yapıldığını belirten Buyru, genç kızların kendilerine daha çok adet düzensizliği ve tüylenmede artış şikayetiyle başvurduğunu, doğurganlık çağında ise gebe kalamama problemi şikayeti yaşadıklarının belirterek, rahatsızlığın kontrol edilmemesi durumunda rahim içi kanseri ile yumurtalıklarla ilgili bir takım problemlerin bu kadınlarda daha sık görüldüğünü sözlerine ekledi.

    Menopoz, Gebe, Emzikli ve P.O.S. Beslenmesi için tıklayın !

  • Tatilcileri bekleyen gizli tehlike: Havuz sistiti

    Tatilcileri bekleyen gizli tehlike: Havuz sistiti

    Sağlık için gerekli şartlara sahip olmayan havuzlar ve kimi zaman da deniz suyu idrar yolu enfeksiyonlarına neden olabiliyor. Havuz enfeksiyonları arasında en sık rastlanan şikâyet ise ‘havuz sistiti’ olarak gösteriliyor.

    Medicana Samsun Hastanesi Üroloji Bölümü’nden Op. Dr. Ahmet Gençbay tatilcilere önemli uyarılarda bulundu.

    Sistit nedir?
    Sistit; mesanenin (idrar kesesi) iltihaplanmasıdır. Anatomik olarak erkeklerden farklı olmalarından dolayı kadınlarda daha sık görülen sistit, ihmal edildiği takdirde kronikleşebilir ve üriner sistemde (mesane ve böbreklerde) kalıcı hasara neden olabilir.

    Bakteriyel sistitler genellikle 20-40 yaşları arasındaki genç kadınlarda daha sık görülür. Her 5 kadından biri, yaşamının herhangi bir döneminde en az bir kez sistit geçirmektedir. Kadınlarda sistitin daha fazla görülmesinin en sık sebebi üretranın daha kısa olmasıdır. Sistitin en sık görülen etkeni, vakaların yüzde 85’inden sorumlu olan Koli basilidir. Normalde bu bakteriler kalın bağırsakta bol miktarda bulunurlar. Bazı risk faktörlerinin varlığında bu bakteriler mesaneye ulaşarak sistite neden olurlar.

    Sistite neden olan risk faktörleri nelerdir?
    Kötü genital temizlik
    İdrar akımının engellendiği durumlar (üriner sistemde taş, tümör veya sonda gibi yabancı cisim bulunması)
    Nörolojik olarak mesanenin boşalamaması
    Şeker hastalığı
    Hamilelik
    Yaşlılık
    Düzensiz cinsel ilişki ( sistit yeni evlilerde daha sık görülür ki, buna ‘balayı sistiti’ denir )
    Menopoz dönemi
    Erkeklerde prostat ve üretra hastalıkları

    Sistitin belirtileri nelerdir?
    Dizüri (idrar yaparken yanma, sızı, ağrı)
    Pollaküri (sık idrara çıkma) ve az idrar yapma
    Acil idrar yapma hissi
    Tam boşalamama hissi
    Kötü kokulu ve bulanık idrar
    Disparoni (cinsel ilişki sırasında ağrı duyulması)
    Kasıklarda ve göbek altında ağrı olması
    Hematüri (idrarda kan olması)

    Sistitin tanısı nasıl konur?
    Sistitin tanısında en önemli bulgu anamnezdir. Hastaların çoğunda yukarıda bahsedilen şikayetlerden birçoğu vardır. Bu şikayetlerle gelen bir hastaya ilk yapılacak tetkik, idrarın mikroskobik incelenmesidir. Sistitli bir hastanın idrarında alyuvarlar, akyuvarlar ve bakteriler görülmelidir. Enfeksiyona neden olan bakteriyi tanımlayabilmek için de idrar kültürü gerekebilir. Sistite sebep olan birincil bir hastalık düşünülüyorsa hastaya üriner ultrason, İVP (ilaçlı böbrek filmi) ve sistiskopi (ışıklı bir aletle mesaneye bakma işlemi) de yapılabilir. Sistit ve altta yatan neden tedavi edilmezse, kronikleşebilir ve hastayı zayıf ve bitkin bırakabilir.

    Sistit nasıl tedavi edilmelidir?
    Bakteriyel bir hastalık olduğundan dolayı tedavide antibiyotikler kullanılmalıdır. Kültür sonuçları çıkana kadar tedaviye gram negatif basillere etkili ilaçlarla başlanmalıdır. Daha sonra tedavi kültüre göre düzenlenmelidir.

    Sistitten korunmak için neler yapılmalıdır?
    Günlük su alımı en az 2 litre olmalıdır. Su, bakterilerin mesaneye tutunmasını engeller ve dışarı atılmasını sağlar.

    Kahve, koyu çay, alkol gibi içecekler ve acılı baharatlı yiyecekler en aza indirilmelidir. Bunların mesane üzerinde uyarıcı etkileri vardır.

    Mümkün olabildiği kadar sık idrara çıkılmalıdır. İdrarı tutmak mesanedeki bakterilerin mesane duvarına yapışmasını ve enfeksiyon oluşmasını kolaylaştırır.

    Tuvaletten sonraki temizlik doğru olmalıdır. Temizlik önden arkaya doğru yapılmalıdır. Böylece bakterileri idrar kanalına doğru taşımamış olursunuz. Sadece kağıtla silinmek yeterli değildir. Anal bölge mutlaka bol suyla yıkanmalıdır. Ancak aşırı hijyen takıntısı normal vajinal florayı bozabileceğinden dikkatli olunmalıdır.

    Vajinal deodorant, parfümlü sabun, pudra kullanımı idrar kanalını tahriş edebileceğinden bu tür ürünler kullanılmamalıdır.

    İç çamaşırı tercihi doğru yapılmalıdır. Sıkı, dar pantolonlar ve naylonlu iç çamaşırları giymeyin. Bahsedilen giysiler genital bölgenin nemlilik oranını artırarak bakterilerin üremesini kolaylaştırır.

    Pamuklu iç çamaşırları tercih edilmeli ve her gün değiştirilmelidir.

    Cinsel ilişkiden sonraki erken dönemde idrara çıkılmalıdır. Bu durum bakterilerin yayılmasını önlemektedir.

    Menopoz sonrası dönemde östrojen kremleri kullanılmalıdır.

    Özellikle yaz aylarında havuz sistitine dikkat edilmelidir. Kalabalık ve kirli havuzlara girmekten kaçınılmalıdır.

  • Aşırı kilo ve ayak sağlığı

    Aşırı kilo ve ayak sağlığı

    Liv Hospital’dan ortopedi ve travmatoloji uzmanı Prof. Dr. Tahir Öğüt, aşırı kilo ve ayak sağlığı arasındaki ilişkiyi anlattı: “Aşırı kilo, tüm vücudu etkiliyor, bundan iskelet sistemi de nasibini alıyor. Ayak bileği kıkırdak lezyonları, 30’lu yaşlardan sonra gelişen düztabanlık, 40’lı yaşlardan itibaren ayak eklemlerindeki uyum bozukluğu, tendinit denilen ayak ve ayak bileği çevresindeki tendonların iltihaplanmaları, topuk ağrıları, eklem kireçlenmeleri ve buna bağlı ağrılar kilolu kişilerde daha sık görülüyor.

    Topuklu ayakkabı neler yapıyor?

    Topuklu ayakkabılar, insan doğasına aykırı. Omurga etrafındaki kasların aşırı çalışıp sertleşmesine ve bel, boyun ağrılarına yol açabiliyor. Bu etkiler, genellikle 45-50’li yaşlardan sonra ortaya çıkıyor. Uzun süre giyilen topuklu ayakkabı, seneler sonra aşil tendonunda kısalmaya neden olarak ağrı ve yürüme bozukluklarına sebep oluyor. Özellikle 4-5 cm.’den fazla topuklu ayakkabılar riskli.

    -Uzun süre topuklu ayakkabı giyenlerde vücut yükü parmaklara doğru kayıyor ve ileride erken kireçlenme, şekil bozukluğu gibi istenmeyen durumlar ortaya çıkıyor.

    -Bu ayakkabıların burun kısımları genellikle dar. Bu durum, parmak kemikleri arasından geçen sinir uçlarının sıkışarak iltihaplanmasına ve kronik ağrıya yol açıyor.

    – Burkulma, bağ kopmaları ve kıkırdak yaralanmaları görülüyor.

    Kozmetik ayak cerrahisi

    Kozmetik ayak cerrahisi, Avrupa ve Amerika’da sık uygulanıyor. Ayağı inceltmek için parmak ve tarak kemiklerini çıkartmaya varan, bence çılgınlık olan işlemler bunlar. Her türlü deformasyonu düzeltmek mümkün. Başparmak kemik çıkıntıları bunların başında geliyor. Bizim amacımız, ağrıyı gidermek ve fonksiyonel bozukluğu düzeltmek. Bu şekilde zaten ayağın şekli de düzeliyor. Eğer kişide ağrı ve fonksiyon bozukluğu yoksa estetik amaçlı ameliyat yapılmasını tavsiye etmiyorum. Çünkü bu ameliyatlar kemikler kesilerek yapılıyor ve ayakta ağrı ortaya çıkma riski var.”

    İdeal ayakkabı

    – Taban şokunu emebilen özellikte olmalı,

    -Ayak kavisini desteklemeli,

    -İnce ve düztabanlı olmamalı,

    -Topuğu, çamaşır sıkar gibi çevirdiğinizde ayakkabı orta kısmında aşırı dönme olmamalı,

    -Ezilmemeli, sert olmalı,

    -Ortasından değil burun kısmından bükülmeli,

    -Burnu dar ve topuklu olmamalı,

    -İlk giyildiği andan itibaren ayağı sıkmamalı, zamanla açılması beklenmemeli,

    -Ayakkabı ayak şişken, akşam saatlerinde alınmalı,

    -Tabanı kaymamalı.

    Halluks Valgus: Başparmak kemik çıkıntısı olarak biliniyor. Ayakkabı seçimi önemli rol oynuyor. Ucu sivri, yüksek topuklu ayakkabılar, kovboy çizmeleri başlıca sorumlular. Genetik geçişi var. Zamanında önlem alınmaz veya tedavi edilmezse başparmak ikinci parmağın altına kayıyor, ciddi nasırlar oluşuyor. Başlangıç döneminde uygulanan ayakkabı modifikasyonu en etkin koruma yöntemi. Geniş taraklı, yumuşak derili, 3-4 cm.’yi aşmayan topuklu ayakkabılarla deformitenin ilerlemesi büyük ölçüde engellenebiliyor.

    Düz tabanlık: İki çeşidi var, çocukluktan gelen ve erişkin tip. Her ikisinde de ayak zamanla deforme oluyor. İlerlemiş deformitelerde kişi ayağı üzerinde parmak ucuna kalkamıyor. Ağrı ilk başlarda ayağın orta-iç tarafındayken zamanla dış tarafına kayıyor. Tedavi, düztabanlığın derecesine göre yapılıyor.

    CMT: Ayakta kas dengesizliğine yol açan nörolojik ve genetik bir hastalık. Çok sık görülüyor ama geç teşhis konuyor. Çocuklukta şekil bozukluğu yavaş yavaş gelişmeye başlıyor, yıllar içinde deformite artıyor. Ayak iç kavsi derinleşiyor ve topuk içe doğru kayıyor.

    Romatoid artrit: Ayak tutulumu ve buna bağlı şekil bozuklukları sık görülüyor. Deformasyonlar, kemik ameliyatlarıyla düzeltilebiliyor.

    Eski kırıklara bağlı deformasyonlar: Genellikle tedavi edilmesi gereken kırıkların ihmal edilmesiyle ortaya çıkıyor.

  • Horlama ve Uyku Apnesi Sendromu

    Horlama ve Uyku Apnesi Sendromu

    Üst solunum yolunun kısmi tıkanıklıklarına bağlı olarak gelişen horlama sosyal hayatı olumsuz etkileyen bir problem iken solunumun tam olarak durması anlamına gelen apne çok ciddi bir sağlık sorunudur.

    Horlama ve Uyku Apnesi Sendromu Nedir?

    Üst solunum yolunun kısmi tıkanıklıklarına bağlı olarak gelişen sesli uyku; horlama, uyku sırasında solunumun durması ise apne olarak isimlendirilmektedir. Basit horlama sosyal bir problem iken apne mutlaka tedavi edilmesi gereken ciddi bir sağlık sorunudur.

    Solunum havanın ciğerlerimize doğru akışı sırasında solunum yollarının cidarında oluşan çekilme (vakum) etkisi ile dar bölgelerde oluşan türbülansa bağlı olarak mukozal yüzeylerin karşılıklı çarpışması horlama sesini oluşturmaktadır. Hava yolları cidarındaki bu çekilme etkisine bağlı olarak hava pasajının daralması ile hava akışı azalmakta hatta kanalın tamamen çökerek kapanması ile solunum durabilmektedir.

    Uyku sırasında burun ve ağız solunumunun 10 saniyeyi geçecek şekilde tam olarak durması apne, bir saatlik uyku sırasında oluşan apne sayısı Apne İndeksi (AI) olarak isimlendirilmektedir.

    Uykuda akciğerlere giden hava akımının 10 saniyeden uzun süre ile %30-50 oranında azalması ile beraber  solunum  hareketinin azalması ya da kandaki Oksijen doygunluğunun (O2 saturasyonu) azalması hali ise hipopne olarak ifade edilmektedir.

    Uykuda solunum durması hastalığının ciddiyetinin saptanmasında en fazla kullanılan değer olan AHI (Apne hipopne indeksi) değeri bir saatlik uyku sırasında oluşan apne ve hipopne sayılarının toplamını ifade etmektedir.

    Uyku sırasında solunumda oluşan bu değişiklikler ile beraber beyin elektrik aktivitesi, kan oksijen düzeyi, kalp ritmi, kan basıncı, hava yolu basıncı, vücut pozisyonu gibi pek çok parametre polisomnografi testi (uyku analizi) ile takip edilerek problemin ciddiyeti tespit edilmektedir.

    Genel olarak AHI değeri 5 in altında ve kan Oksijen doygunluğu %90 ın üzerinde olan hastalardaki problem basit horlama ya da üst solunum yolu direnç sendromu olarak kabul edilirken AHI değeri 5-30 arasında olanlar hafif, 30-50 arasında olanlar orta, 50 den fazla olanlar ise ağır uyku apnesi olarak kabul edilmektedir.

    Kandaki oksijen doygunluğu göz önüne alındığında uyku sırasında kan oksijen doygunluğunda  %85 in altına değerler saptanan hastalar orta, %60 tan düşük değerler saptanan hastalar ağır uyku apnesi olarak değerlendirilirler.

    Görülme Sıklığı

    Otuz yaş altındaki erkeklerde basit horlama oranı %10 iken 60 yaşın üzerindeki erkeklerde oran %60’a kadar çıkmaktadır.  İdeal kilolarının %15 daha fazlasına sahip olan insanlarda horlama ve apne sıklığının arttığı gösterilmiştir.
    Amerika’da 30-60 yaşları arasında erkeklerin %24’ünde kadınların %9’unda apne indeksi 5 ve üzerinde bulunmuştur.

    Şikayetler ve Bulgular

    Hastalığın şiddetine bağlı olarak değişen gündüz uyku hali vardır. Hastalar gece uyku zamanı ne kadar uzun olursa olsun gün içerisinde de uyku problemi çekerler. Gece uykuları iyi olmadığından sabahları dinlenememiş olarak kalkarlar. Apne indeksi ve/veya AHI çok yüksek olan hastalarda konuşma esnasında ve araba kullanma sırasında dahi uykuya dalma gözlenir. Sabah belirgin olup daha sonra hafifleyen baş ağrısı, gün boyu izlenen unutkanlık, dikkat azlığı, konsantrasyon bozukluğu eşlik eden başlıca bulgulardır.

    Hastaların doktora başvurmasına neden olan en önemli şikayet ise horlamadır. Hastanın yatak partnerinin de görüşmede bulunması doğru bir hikaye alma açısından önem arz eder.

    Uyku kalitesinin bozuk olması hastalarda anksiyete bozukluklarına, bilişsel yeteneklerde azalmaya, saldırganlığa ve depresyona da yol açabilmektedir. Horlama ve uyku apnesi sendromu olan hastalarda cinsel fonksiyon bozukluklarına da sık rastlanır. Cinsel fonksiyon bozukluğunun altında yorgunluk, isteksizlik, psikolojik rahatsızlıklar ve uykusuzluk ile ortaya çıkan hormonal değişiklikler bulunmaktadır.

    Gece sık idrara kalkma uyku apnesi sorunu olan hastalarda sıkça gözlenen bir bulgudur. Özellikle çocuklarda kanda karbondioksit miktarının artmasıyla mesane kasılma bozuklukları, sık idrar kaçırma, erişkinlerde ise sık idrara kalkmaya neden olur.

    Bu hastalarda sıklıkla görülen yağ metabolizması bozulmaları sonucunda hastalar kilo almaya devam ederler. Kilo problemi arttıkça metabolizma değişiklikleri belirginleşerek hastanın kilo vermesini gittikçe güçleştirir. Göğüs ve ense kısmında belirgin olarak ortaya çıkan gece terlemesi bu tip hastalarda görülen diğer bulgudur.

    Yüksek tansiyon, akciğer hipertansiyonu, kalp ritim bozuklukları, kalp damar rahatsızlıkları ve inme gibi problemlere de uyku apnesi sendromlu hastalarda sıkça rastlanmaktadır. Apne indeksi 20’nin üzerinde olan hastaların ölüm riski de normale göre çok yüksektir; dolayısıyla hastaların mutlaka tedavi edilmeleri gerekir.

    Uyku Apnesi Tanısı

    Uyku apnesi sendromu pek çok sistemi ilgilendirebilen bir rahatsızlıktır. Hastalara tanı koymada iyi bir hikaye alınmalı ve genel vücut muayenesi yanında gerekli olan durumlarda bu probleme neden olabilecek şeker hastalığı, tiroid yetmezliği gibi sistemik hastalıkları araştırmaya yönelik tahliller yapılmalıdır.

    Uyku apnesi şüphesi ile başvuran hastada üst solunum yolunun ayrıntılı bir muayenesi gerekir. Muayenenin uyanıkken yapılması nedeniyle muayene ile uyku apnesi sendromu tanısı koymaktan çok apneye neden olabilecek burun içi, yumuşak damak, küçük dil (uvula), bademcikler, dil kökü gibi bölgelerde belirgin ya da şüpheli tıkanma ve çökmelerin ortaya konması amaçlanmaktadır.

    Burundan bükülebilir bir kamera ile girilerek damak arkası ve dil arkası bölgelerin  doğal pozisyonlarında değerlendirilmesi (fiberoptik larengoskopi) muayenenin en önemli aşamalarından birisidir.

    Tanı amacı ile yapılan en önemli test uyku analizidir (polisomnografi). Polisomnografik inceleme yapmaksızın uyku apnesi sendromu tanısını koymak ve problemin derecesini anlamak mümkün değildir.

    Uyku apnesi tanısı konulan hastalarda son zamanlarda giderek daha fazla tercih edilen bir değerlendirme yöntemi ise uyku endoskopisidir. Bu tetkik ile ameliyathane şartlarında gece uykusu anestezik ilaçlarla taklit edilirken burundan endoskop ile girilerek tıkanmanın seviyesi değerlendirilir. Cerrahi tedavi tekniğine karar verebilmek için son derece faydalı olan bu değerlendirme sırasında özellikle dil kökü kaynaklı problemi olan hastalarda ağız içi aparatların solunum yolunu açıcı etkisi de kontrol edilebilmektedir.

    Uyku Apnesi Tedavisi

    Horlama ve uyku apnesi sendromu olan hastalarda tedavi hastalığın şiddeti ve tıkanmanın yerine göre çok farklı alternatifler içermektedir.

    Horlama ve uyku apnesi sendromu hastalarının çoğunluğu normal kilolarının hayli üzerinde olan hastalardır. Kilo vermenin sadece diyetle yapılması mümkün olmayıp günlük aktivitenin de artırılması ve bu yaşam stilinin standart hale getirilmesi gerekmektedir; Hastalara mümkün olduğunca alkol kullanmamaları ve yatıştırıcı etkiye sahip ilaçlardan uzak durmaları tavsiye edilmelidir.

    Sırt üstü yatış pozisyonunda şikayetlerin arttığı genellikle hasta yakınları tarafından da  ifade edilmektedir. Yan pozisyon tavsiye edilen uyku pozisyonudur. Sırtüstü pozisyonunda yatmamak için sırta yastık koymak, pijamaya top dikmek gibi metotlar kullanılabilir.

    Horlama tedavisi için yatmadan önce ağıza sıkılarak kullanılan ilaçlarda amaç boğaz bölgesinin yağlandırılmasıyla sürtünmeyi azaltmak; ve horlama sırasında oluşan gürültünün şiddetini düşürmektedir. Özellikle burun tıkanıklığı şikayeti belirgin olan hastalar uykuda burnu açık tutan bantlar ve benzeri aparatlardan fayda görmektedir. Başı yüksekte tutan ve burun tıkanıklığını azaltıp dil pozisyonuna olumlu katkıda bulunan özel yastıklar da bazı hastalarda horlamanın azaltılmasında etkili olmaktadır. Bu tür uygulamalar basit horlama olgularında rahatlıkla kullanılabilecekken uyku apnesine belirgin etkileri olmamaktadır.
    CPAP (continuous positive air pressure) Cihazı uyku apnesi sendromu hastalarında cerrah tedavinin en önemli alternatifidir. CPAP cihazı ile sağlanan pozitif basınçla nefes alma sırasında hava yolunda çökmeye neden olan negatif  basıncın dengelenmesi ve hava pasajının açık tutulması sağlanır.

    Cerrahiyi kabul etmeyen, cerrahiden yeterince fayda görmemiş veya çeşitli nedenlerle ameliyat yapılamayan hastalarda CPAP kullanılmalıdır. Ayrıca cerrahiye hazırlanan hastalarda da geçiçi olarak CPAP kullanılabilir.

    CPAP’ın kullanımını kısıtlayan en önemli faktör hasta uyumudur. Cihazın her gece düzenli olarak kullanılması burun içinde ödeme, kurumaya ve kanamalara yol açabilir. Burun tıkanıklıkları da bu cihazın kullanılmasını zorlaştırır. Bu nedenle hastalarda CPAP kullanımı öncesinde burun içinde hava pasajını daraltan problemlerin cerrahi olarak düzeltilmesi gerekebilmektedir.

    Son yıllarda çok sayıda ve çeşitte kullanıma giren ağız içi aparatları ile alt çenenin öne gelmesi boğaz ve dil kökünde hacmi artırırken dilin öne gelmesi ile dil kökü ve boğazın yanında damak arkası bölgede de genişleme sağlanmaktadır. Basit horlaması olan uygun hastaların bu tür apareylerden belirgin fayda görmesine karşın uyku apnesi sendromu olan hastalarda sadece ağız içi aparatlar kullanılarak problemin çözülmesi genellikle mümkün olmamaktadır.

    Uyku Apnesinde Cerrahi Tedavi

    Tıkayıcı uyku apnesinde probleme neden olan tıkanma alanı genellikle tek bir bölgeye lokalize olmayıp birkaç anatomik bölge farklı derecelerde olaya katılabilmektedir.
    Uyku apnesi cerrahi tedavisinde genel olarak yumuşak damak ve dil kökü bölgelerindeki tıkanmaların çözülmesi amaçlanmaktadır

    -Yumuşak Damağa Yönelik Ameliyatlar

     Bu bölgede uygulanan cerrahilerde amaç küçük dil ve yumuşak damak arkasındaki hava pasajının hacminin artırılması ve dokulardaki çökme eğiliminin azaltılmasıdır. En sık cerrahi uygulanan bölge olmasına karşın hastaların sadece dörtte birinde problem sadece bu bölge ile sınırlıdır.

    Hastaların yarısına yakın bir oranında damak ile beraber dil kökü ya da burun bölgesinde de sorun vardır. Sonuç olarak hastaların %75’inde az veya çok oranda yumuşak damak ve küçük dil problemi olduğu söylenebilir.

    Yumuşak damağa yönelik yapılacak müdahaleye karar verirken uyku analizinin yanı sıra küçük dil (Uvula), yumuşak damak, boğaz arka yan duvarları (lateral farengeal bantlar) ve bademciklerin muayene ve uyku endoskopisi bulguları dikkatle değerlendirilmelidir.

    Damak radyofrekans uygulamaları; Yumuşak damak dokusu içerisine verilen enerji ile mukoza altındaki dokularda ve damak kaslarında büzülme ve sertleşme ile iyileşen ısı hasarı oluşturulması prensibine dayanır. Sonuç olarak yumuşak damağın hava akımının yarattığı vakum ile titreme ve çökmeye meylinde azalma olur. İşlem ofis şartlarında lokal anestezi altında yapılabilmektedir (şekil 1).

    Yumuşak damaktaki kalınlaşma ve sarkmanın sınırlı miktarda olduğu, genellikle horlama şikayeti olup belirgin apnesi olmayan hastalarda ya da hafif yumuşak damak problemi olup apneye neden olan asıl patolojinin diğer bölgelerde olduğu hastalarda tercih edilmektedir.

    Yumuşak damağa radyofrekans uygulanması
    Yumuşak damağa radyofrekans uygulanması

     

     

     

     

     

     

     

     

     

    Şekil 1. Yumuşak damağa radyofrekans uygulanması

    Yumuşak damağa implant uygulaması (Pillar Implant): Pillar Prosedürü yumuşak damağın horlama sesinde etkili olan titreşimini ve havayolunu tıkamasına sebep olan gevşekliğini azaltmak için damağa üç adet küçük implant yerleştirilmesi işlemidir (Şekil 2). Bu implantlar yerleştirildiğinde, yumuşak damağa yapısal destek sağlarlar. Zamanla, vücudun doğal dokusunun bu implantlarla kaynaşması yumuşak damağın yapısal bütünlüğünü ve sertliğini artırır.

     

    Pillar Prosedürü

    Pillar Prosedürü

     

     

    Şekil 2. Pillar Prosedürü

    Pillar prosedürü horlama ve apneye yönelik diğer ameliyatlarla birlikte de uygulanabilmektedir.

    Küçük dilin kısaltılması (Uvulektomi): Aşırı horlama zamanla uvulanın ödemlenerek uzayıp kalınlaşmasına yol açabilir. Hastaların çok az bir kısmında horlama ve uyku apnesinin sebebi tek başına uzun ve/veya kalın bir uvuladır. Dolayısıyla son derece seçilmiş hastalarda tedavide sadece uvulektomi uygulanır.

    Yumuşak damak ameliyatları (Uvulopalatofaringoplasti – UPPP): Yumuşak damak ameliyatları uyku apnesi sendromlu hastalarda en sık uygulanan cerrahilerdir. Temel olarak küçük dil (uvula), yumuşak damak ve bademciklerin (tonsiller) oluşturduğu hacmin küçültülmesi ve yumuşak damak arkasında kalan hava yolunun genişletilip gerginleştirilmesi amacı ile uygulanır. Bu amaçla ilk tanımlanan teknik klasik uvulupalatoplasti (UPPP) ameliyatı olmakla beraber günümüzde bu tekniğin uygulaması oldukça azalmış olup hastaların anatomik yapılarına ve problemin özelliğine göre birbirinden çok farklı içerikte müdahaleler yapılmaktadır.

    Yumuşak damağa yönelik ameliyatlarının genel olarak basit horlama hastalarının %85’inde, uyku apnesi sendromlu hastaların %25-75’inde başarılı olduğu belirtilmektedir.

    Klasik UPPP Ameliyatında çıkartılan dokular
    Klasik UPPP Ameliyatında çıkartılan dokular

     

     

     

     

     

     

     

     

     

    Şekil 3. Klasik UPPP Ameliyatında çıkartılan dokular

    -Dil Köküne Yönelik Ameliyatlar

    Horlama ve uyku apnesi sendromu olan hastalarda yumuşak damak ile birlikte en sık problem dil arkası bölgede saptanmakta ve birçok hastada her iki bölgeye de cerrahi müdahale yapılması gerekebilmektedir.

    Özellikle kilolu ve vücut kütle indeksi (BMI) yüksek olan hastaların vücut ağırlığının %10’u kadar kilo vermeleri durumunda dil kökü bölgesinden kaynaklanan şikayetlerinde azalma olma ihtimali fazladır. Bu nedenle izole olarak dil kökünde problem saptanan hastalarda vücut kütle indeksinin yüksek bulunması durumunda ameliyat planlanmadan önce mutlaka kilo vermeye yönelik teknikler denenmelidir. Belirgin yumuşak damak patolojisi olan hastalarda orta veya şiddetli apne olması durumunda burun ve damağa yönelik cerrahi öncelikle yapılabilir. Her iki grupta da kilo vermeye yönelik çalışma döneminde gerekirse CPAP kullanılmalıdır.

    Dil kökünün lazerle küçültülmesi: Ağız içinden uygulanan bir lazer yardımıyla dil kökünün orta hattında yumuşak doku çıkartılması işlemidir. Aynı zamanda dil kökü lenf dokusunun (dil bademcikleri), ve bazı gırtlak yapılarının küçültülmesi de uygulanabilir. Bu ameliyatlar sonrasında dokulardaki şişme ya da kanamaya bağlı hava yolunun tıkanması ihtimaline karşı geçici olarak boyundan hava yoluna tüp yerleştirilmesi (Trakeotomi) gerekir.

    Dil kökü radyofrekans uygulamaları: Dil köküne radyofrekans uygulanmasıyla doku içinde gelişen hasarın sert iyileşme dokusu ile iyileşmesi sonucunda dil kökü hacminde azalma beklenir. Lokal anestezi ile ofis şartlarında da uygulanabilen bu yöntemin olumlu sonuçlarının izlenebilmesi için 4-6 seans tekrarlanma gerekliliği en önemli dezavantajıdır. Dil kökünde büyüme saptanan uyku apnesi hastalarında diğer cerrahilerle beraber aynı seansta uygulanabilir. Bu bölgede uygulanan diğer yöntemlere göre komplikasyon ihtimali belirgin olarak azdır.

    Ağız tabanında dili öne çeken kasın ilerletilmesi: Dil kökü bölgesinde hava yolunun genişlemesini sağlayan bir operasyondur. Uyku esnasında kaslarda oluşan gevşeme ve REM uykusundaki tam hareketsizlik dilin geriye düşmesine yol açtığından dili öne çeken kasın gerilmesiyle dilin uyku esnasındaki geriye düşmesinin önüne geçilmiş olunur.

    Dilin bağlı olduğu kemiğin (Hyoid) dikişle asılması: Dil arkasındaki bölgede hava yolunu genişletmek amacı ile yapılan bir ameliyattır. Dilin bağlı olduğu hyoid kemiğin dikişlerle alt çene kemiğine ya da boyundaki tiroid kıkırdağa bağlanması ve bu kemiğe yapışan kasların gerilmesiyle de dil kökü gerisinde kalan hava pasajının çökmesi engellenir.

    Dil köküne askı dikişi uygulanması: Dilin geri düşmesini önlemek amacı ile yapılan bu ameliyat ile dil kökünden geçirilen bir dikiş çene kemiği içine tespit edilerek dilin geri düşmesi engellenir. Bu yaklaşımın en önemli komplikasyonu ameliyat sonrası dokularda şişlik (ödem) gelişmesidir. Erken dönem sonuçları iyi olmakla beraber zamanla dikişin doku içinde kayması ile başarı azalmaktadır.

    – Üst ve alt çene kemiklerinin ilerletilmesi (Maksillomandibuler osteotomi ve ilerletme)

    Yüzün orta bölgesinin, sert damak ve alt çene kemiğinin öne kaydırılmasını içeren ciddi bir operasyondur. Bu ameliyatta arka hava yolu genişletilmiş, dili önde tutan kas gerginleştirilmiş olur. Ayrıca ağız içi hacmi artırılmış olmaktadır.

    -Burun Ameliyatları
    Horlama ve uyku apnesi nedeniyle başvuran çoğu hastada burun içinde eğiklik ya da et büyümesi gibi bir problemler de tespit edilmektedir.
    Damak ve dil kökünde belirgin patoloji saptanmayan hastalarda ve CPAP adaylarında burunda ciddi tıkanıklık olması durumunda öncelikle bu problem çözülmelidir.

    -Boyundan Havayoluna Kanül Yerleştirilmesi (Trakeotomi)

    Hava yolunun doğrudan boyuna açılması işlemidir.

    Ağır uyku apnesi olan kan Oksijen doygunluğu çok düşük, kalp ritm problemleri bulunan, CPAP’i kullanmış fakat yeterince fayda görememiş hastalarda ve cerrahi sonrası dokulardaki şişmeye bağlı üst solunum yolu tıkanması riski olan hastalarda trakeotomi açılmalıdır.

    Doç. Dr. Teoman Dal
    www.teomandal.com

    İlgili konular ;
    – Revizyon Burun Estetik Ameliyatı
    – Ultrasonik Yüz Gençleştirme
    – Burun ve yüz estetiğinde 3D görüntüleme

  • Zayıflık Hastalık Mı?

    Zayıflık Hastalık Mı?

    Kilo sorunu denince akla ilk olarak obezite gelir. Kilo vermeye yardımcı diyet ve egzersiz programlarına her gün bir yenisi daha eklenmektedir. Oysa zayıflıktan şikayet edenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktur.

    İhtiyacı olandan fazla yemek yemek; çikolata, hamur işleri ve fast food gibi yüksek kalorili ve karbonhidratlı yiyeceklerin tüketilmesi kilo almak için en kolay ve eğlenceli yöntem olarak kabul edilir.

    Oysa amaç sağlıklı ve dengeli kilo almak olmalıdır.Memorial Ataşehir Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Dyt. Şefika Aydın Selçuk, kilo almak isteyenlere sağlıklı kilo kontrolü ile ilgili önerilerde bulundu.

    Zayıflık nedir; sebepleri nelerdir?
    Diyetle günlük alınan toplam enerjinin harcanan enerjiden daha az olması veya alınan besinlerin vücut tarafından kullanılmaması durumunda zayıf olma hali ortaya çıkmaktadır.

    Bunun dışında zayıf olma nedenleri arasında sindirim sistemi bozuklukları, metabolizmayı hızlı çalıştıran hipertiroid gibi hormonal hastalıklar, bağırsak parazitleri ve emilim bozuklukları, kilo alma korkusu, psikolojik bozukluklar ve buna bağlı iştah kesilmesi, yeme bozukluğu, kullanılan ilaçlar ve bunların etkisi, fazla fiziksel aktivite yapanlar, kanser, tüberküloz, kronik diyare gibi zayıflatan hastalıklar ve düzensiz yemek yemek ve uzun açlık gibi sebepler gösterilebilir.

    Zayıf olmanın zararları var mıdır?

    Zayıf olmak her zaman sağlıksız olmak anlamına gelmez. Bu kişiye ve bunun derecesine göre değişir. Kişiyi görmek, vücut analiz cihazı sonuçlarını değerlendirerek yaş faktörünü de göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Yeme bozukluğunun var olup olmadığı iyi analiz edilmelidir.

    Eğer anoreksiya, bulimia, tıkanırcasına yemek yemek gibi bir durum varsa, bu konuda psikiyatrist desteği almak gerekmektedir.
    Zayıflık çocuklukta büyüme ve gelişmenin az olmasına, kadınlarda süt veriminin yetersiz kalmasına, vücudun dış etkenlere karşı savunma mekanizmasının azalmasına, konsantrasyonun düşmesine ve hatta yaşam süresinin kısalmasına da neden olabilmektedir.

    Sağlıklı kilo alımı nasıl olmaktadır?
    Kilo almak kilo vermekten çok daha zor bir durumdur. Öncelikle bu süreç ve sabır ister. Kilo almak isteyen kişilerin kilo almak istemesi yeterli değildir, ayrıca buna inanmaları da gerekir. Gerekli tahliller yaptırılıp altta yatan geçerli bir hastalık ve durum yok ise diyetisyen kontrolünde takip ve iletişim ile ayda ortalama 2 kilo olacak şekilde hedef koyulabilir.

    Amaç vücutta gerekli dokuları oluşturmaktır. Kilo yağ ve yağsız dokuyu ( kas dokusu, vücut suyu ve kemik dokusu ) arttıracak şekilde alınır. Amaç daha çok kas dokuyu arttıracak şekilde olmalıdır.

    Sağlıklı kilo alabilmek için;

    • Günün en önemli öğünü olan kahvaltı muhakkak yapılmalıdır ve erken saatte yapılması kilo alımında çok önemlidir.

    • Kilo almak isteyenler kesinlikle öğün atlamamalıdır. Düzenli beslenme ve kaliteli beslenme olmazsa kilo alımı gerçekleşmez.

    • Kas dokusunun artırılması için protein ve karbonhidrat alımına dikkat etmek gerekir. Her öğüne muhakkak hem karbonhidratlı bir gıda hem yağlı hem de proteinli bir besin koymak gerekmektedir.

    • Ara öğünlerde kalori değeri ve protein değeri yüksek gıdalar tercih edilmelidir. Özellikle fındık, badem, ceviz gibi kuruyemişler, tost, süt, kek, taze ve kuru meyveler, ayran gibi gıdalar alınmalıdır.

    • Yemekle beraber alınan içecek hızlı doyuma sebep olur. Su tüketimi bile yemekten 45 dakika sonraya bırakılmalıdır.

    • Baharatlar ve bazı soslar salçalı yemekler iştah açar. Yemekleri pişirirken hipertansiyonu olmayan kişiler rahatlıkla kullanabilirler.
    • Yemeklerde bazı öğünlerde salata yerine taneli meyve kompostoları tüketilebilir.

    • Tatlılar iştahı azaltmayacak makul miktarda tüketilmelidir. Çok fazla tatlı tüketimi ana yemeklerin alımının azalmasına ve iştahın kapanmasına sebeptir.

    • Çok yoğun egzersiz yapılmamalıdır. Bunun yerine yemekten 1 saat öncesi yapılacak 30 dakika hafif tempolu yürüyüş iştahı açar ve kalori alımınızı artırır.

    • Yemekler pişirilirken besin değeri arttırılmalıdır. Örneğin makarnalar peynirli, kıymalı olabilir. Kek ve pastalar fındık cevizli yapılabilir. Çorbalara kıyma, buğday, pirinç, patates, şehriye koyulabilir.

    Kilo Almak İsteyenler ! Tıklayın !

  • Bu kadının herşeyi ters

    Bu kadının herşeyi ters

    Bu genç kadının öyle bir hastalığı var ki duyanlar hayrete düşüyor. Bojana Danilovic adlı kadın, Sırbistan’ın Uzice adlı kasabasında yaşıyor. Daniloviç‘in yaşadığı görme bozukluğu tıp dünyasında şaşkınlıkla karşılandı.

    Genç kadının gözleri her normal insan gibi dünyayı düz bir şekilde beynine aktarsa da, beyni gördüğü her şeyi ters çeviriyor.

    Uzaysal oryantasyon fenomeni’ denilen bu durumla yaşamaya çalışan genç kadın, yazıları tersten yazıyor, gazeteyi tersten okuyor.

    Hatta kendine özel bilgisayar ekranı ve klavyesi olan kadın, cep telefonu gibi birçok aleti tersten kullanıyor.

    “İnsanları kafaları üzerinde duruyormuş gibi değil normal ayakları üzerinde görüyorum. Asıl problem mekansal hareketliliklerde. Ehliyet almam konusuna pek sıcak bakılmadı. Okulda da sorunlar yaşadım. İstediğim eğitimi alamadım.”

    Hataya atılmaktan geri durmayan Daniloviç çalıştığı iş yerinde özel ekran kullanarak aktif hayatını sürdürüyor.

    Göz Sağlığı İçin Yenilmesi Gereken Besinler Listesi için tıklayın !

    Bu kadının herşeyi ters
    Bu kadının herşeyi ters
  • Yüz gençleştirme ile ilgili merak edilenler

    Yüz gençleştirme ile ilgili merak edilenler

    Yaşlanma denilen doğal süreçte tüm dokularımızda bir takım değişiklikler meydana geliyor.. Örneğin kemiklerimizde ve kaslara incelme, yağ dokusunda azalma, deride deformasyon değişiklikler… Peki bu değişiklikler dış görüntümüze nasıl yansıyor? Kırışıklıklar, kaşlarda düşüklük, göz kapağında deri fazlası, yağ torbacıklarının belirginleşmesi, alt göz kapağında torbalanmalar, burun ucunda düşme, boyunda sarkıklıklar yaşlanma belirtileri…

    Botoks

    Estetik molasında akla ilk önce Botoks geliyor. Botulinum toksin uygulaması yüzdeki istenmeyen kırışıklıkları gideriyor. Çok kuvvetli bir toksin olan bu madde aynı zamanda göz hastalıkları , genel cerrahi ve fizik tedavide de yaygın olarak kullanılıyor. Bu uygulama sadece kırışıklıkların düzeltilmesi için değil aynı zamanda terleme sorunu ve migren tedavisinde de kullanılmakta.

    Kaş şekillendirmede oldukça hassas ve etkin bir uygulama olan botulinum toksin, iş arasında verilen 10 dakikalik bir molada gerçekleştirilebilecek kadar kolay bir yöntem. 10 dakikalık bu uygulama sonrası işinize geri dönebilirsiniz. Botulinum toksin, özellikle boyun gençleştirmede kullanabilirsiniz.

    Dolgular

    Dolgu enjeksiyonları da yine iş arası estetik uygulamalar sınıfına giriyor. Dolgular verildikleri yeri doldurup kırışıklıkların azalmasına, çene ucu, elmacık kemiği gibi yapıları belirginleştirmekte kullanılıyor. Dolgular yavaş yavaş azalarak vücut tarafından parçalanarak kayboluyor. Dolgular aynı zamanda bölgede su tutarak cildin nemlenmesine ve yeniden yapılanmasına neden olur. Dolgu uygulamaları yaşlanan yüzdeki pek çok değişikliği azaltan ve gizleyen pratik bir uygulamadır. Üst dudak kırışıklıkları gibi bölgelerde ise ameliyatlardan bile daha etkilidir.Asit deyip geçmeyin

    Kimyasal peelingde özellikle meyve asitleri kullanılarak yüz derisinin üst tabaksı soyulur. Böylelikle alttan yeni bir cilt tabakası gelişerek hem lekelerde hem de yüzeysel kırışıklıklarda azalma oluşur. Şayet iş aranızı uzun bir haftasonu haline getirebiliyorsanız lazer uygulamaları ile yüz derisinin adeta yenilenmesi mümkün oluyor.

    Meme deyince akla gelmez ama…

    Yaşlanan yüzde kadın erkek farkı olmaksızın zaman içerisinde kulak memelerinde büyüme ve sarkma meydana gelir. Kadınlarda ağır küpe kullanımı bu sürece olumsuz katkıda bulunur ve hatta bazen kulak deliklerinde genişleme ve yırtılmalara da neden olur. Kulak memesi küçültülmesi yüz germe ameliyatı sırasında yapılabilecegi gibi tek başına da lokal anestezi altında yapılabilen bir cerrahi işlemdir. Pekala ilk olarak ne yapmak lazım?

    Plastik cerrahınızla detaylı bir değerlendirme ilk adım olmalı. Profesyonel gözle sizi değerlendirecek olan plastik cerrahınızın önerilerini dinledikten sonra beklenti, istek ve kendinize ayırabileceğiniz iyileşme zamanına göre ortak bir tedavi planı yapın. Gerek plastik cerrah seçiminde gerekse hastane seçimininde çok titiz davranın. Seçimlerde fiyat faktörünü değil, iletişimde olabileceğiniz hekimi düşünün. Fiyattan çok fazla ödün verilmesinin kaliteden de ödün verilmesini anlamına geldiğini unutmayın!

  • Revizyon (Düzeltici) Burun Estetik Ameliyatı

    Revizyon (Düzeltici) Burun Estetik Ameliyatı

    Burun üzerindeki en küçük problemlerin bile göz önünde ve dikkat çekici olması estetik burun ameliyatlarını en sık düzeltici ameliyat (revizyon) yapılan cerrahi işlemler arasına sokmaktadır.

     Revizyon (Düzeltici) Burun Estetik Ameliyatı

    Burun estetik ameliyatları günümüzde en fazla yapılan estetik amaçlı ameliyatlar arasındadır. Yüzün ortasında en belirgin anatomik yapı olan burun üzerinde yapılan bu ameliyatlar sonrasında oluşabilen en küçük problemlerin bile göz önünde ve dikkat çekici olması estetik burun ameliyatlarını en sık düzeltici ameliyat (revizyon) yapılan cerrahi işlemler arasına sokmaktadır.

    Burun estetik ameliyatları sonrasında oldukça uzun süren iyileşme sürecinde maruz kalınan travmalar, kişisel doku özellikleri, yara iyileşme özellikleri ya da cerrahi teknikle ilgili hatalar nedeni ile ortaya çıkan farklı problemleri düzeltmek çoğu zaman ancak ikinci bir ameliyat (revizyon) ile mümkün olabilmektedir. Estetik burun ameliyatı sonrasında tekrar ameliyat gerektiren bir sorun oluşma ihtimali hakkında çok farklı rakamlar verilmekle beraber bu oranın Dünya standartlarında %10-15 civarında olduğu kabul edilmektedir.

    Revizyon (Düzeltici) Burun Estetik Ameliyatı | 1

    Açık ten rengi ve ince cilt yapısı olan kişilerde ya da ileri derecedeki şekilsel bozuklukların düzeltilmesi ve buruna ilave kıkırdak parçalar eklenmesi gereken durumunda ikinci bir müdahale ihtimali artarken, cildi çok ince olmayan ve burunda karşıdan bakışta belirgin asimetrisi olmayan hastalarda bu ihtimal oldukça düşük olmaktadır. Karşıdan bakışta “C” ya da “S” şeklinde asimetrik ve eğri olan burunlarda ise burnu oluşturan tüm kıkırdak ve kemiklerde asimetri olması nedeni ile iyileşmenin tamamlanması ve dokuların nihai şekillerini almaları sonrasında bir miktar eğiklik ya da asimetrinin fark edilmesi nadir olmayarak karşılaşılan bir durum olmaktadır.

    Ameliyattan sonra arzu edilmeyen sonuç ya da problemlerin oluşmasına neden olan değişik etkenler vardır, bunlar içinde en sık karşılaşılanlar; 

    • Ameliyat öncesinde problemlerin tam olarak belirlenememesi
    • Hastanın beklentilerinin tam olarak anlaşılamamış olması
    • Cerrahi teknikte yapılan hatalar
    • Hastaya ait yapısal özellikler (çok ince ya da kalın cilt vb.)
    • Ameliyat sonrası iyileşme döneminde yaşanan problemler (travma, enfeksiyon vb.) olarak sayılabilir.

    Tekrar ameliyat gerektiren durumlar ise problemin içeriği ve ciddiyetine göre;

    • Estetik açıdan belirgin bir problem olmamasına karşın hastanın arzu ettiği sonucun elde edilmemesi
    • Minör problemler: Burun sırtında küçük düzensizlikler, burun ucunda hafif asimetriler
    • Orta derecede problemler: Burun solunumunu da olumsuz etkileyen asimetri ve düzensizlikler
    • Majör problemler: Kıkırdak ya da kemik yapılarda eksiklik ya da bozulma ile birlikte burun solunumunu olumsuz etkileyebilen ciddi asimetri ve görsel bozukluklar olmak üzere dört farklı kategoride değerlendirilmektedir.

    Bu kategoriler içinde kaçınılması en kolay olan hastanın ameliyattan beklentilerinin karşılanamaması durumudur. Günümüzde hızla gelişen tıbbi teknolojilerle ameliyat öncesinde mevcut problemler hassas bir şekilde değerlendirilebilmekte aynı zamanda burun ve yüz bölgesinde yapılacak müdahalelerin olası sonuçları oldukça gerçekçi bir şekilde üç boyutlu olarak görüntülenebilmektedir. Bu amaçla geliştirilen görüntüleme sistemleri ile farklı açılardan alınan yüksek çözünürlüklü dijital görüntüler kullanarak özel bir yazılım yardımı ile burun ve yüz bölgesinin üç boyutlu görüntüsü oluşturulmakta ve ameliyat sırasında yapılması planlanan değişiklikler bu görüntüler üzerinde uygulanabilmektedir. Bu teknoloji ile ameliyat sonrası oluşacak yeni burun ve yüz yapısının gerçeğe en yakın şekilde ön görülmesi, hastaların ameliyattan beklentilerinin hem kendileri hem de ameliyatı yapacak doktorları tarafından tam olarak anlaşılmasını sağlamakta, ameliyatın bu doğrultuda gerçekleştirilmesi sonucunda beklentilerinin karşılanmaması riski en aza indirgenebilmektedir.

    Üç boyutlu dijital görüntü ile ameliyat sonucunun öngörülmesi

    Ameliyatın beklentileri karşılayacak şekilde ve mümkün olan en az riskle gerçekleştirilebilmesi için en önemli koşul ameliyatı yapacak cerrahın bu konudaki bilgi, beceri ve tecrübesidir ancak çok iyi bir ameliyat öncesi değerlendirme ve olabilecek en uygun cerrahi yaklaşımla bile her ameliyat belli bir oranda revizyon riski içermektedir.

    Ameliyat sonrasında iyileşmenin tamamlanması ve burnun son şeklini almasının yapılan müdahalenin içeriğine ve hastanın doku özelliklerine bağlı olarak altı ay ile bir yıl arasında sürdüğü kabul edilmekle beraber burun cildindeki değişikliklerin sonuçlanması cilt yapısına bağlı olarak daha da uzun sürebilmektedir. Bu nedenle genel olarak ikinci bir ameliyat yapmadan önce en az bir ya da bir buçuk yıl beklenmesi önerilmektedir.

    İkinci ameliyatın zamanlamasına karar verirken revizyon gerektiren problemin nedeni ve içeriği belirleyici rol oynamaktadır.

    Estetik açıdan belirgin problem olmamasına karşın hastanın beklentilerinin karşılanamaması nedeni ile yapılacak revizyonlarda ise üçüncü bir ameliyat riskini en aza indirebilmek için mümkünse en az bir yıl iyileşmenin tamamlanmasını beklemek en doğru yaklaşım olacaktır.

    Hafif düzensizlikler, asimetriler ve hastanın kalın cilt yapısı ya da aşırı iyileşme dokusu oluşumundan kaynaklanan problemlerin düzeltilmesi için genellikle iyileşmenin tamamlanmasının beklenmesi (en az bir yıl) ve bu arada gerek görülen durumlarda kortizon uygulamaları ile kalın ve ödemli dokuların inceltilmesi tercih edilmektedir. İlk ameliyatta burun sırtına şekil vermek amacı ile kıkırdak parçalar (kıkırdak greft) kullanılan hastalarda ikinci bir müdahale yapmadan önce burnun son şeklini alması için kullanılan greft tekniğine bağlı olarak 1,5-2 yıl beklemek gerekmektedir.

    Zaman içinde düzelme ihtimali olmayan, aynı zamanda hastanın burun solunumunu olumsuz etkileyen majör problemlerde ve ameliyat sonrasında buruna gelen darbelere bağlı oluşan asimetri ve şekilsel bozukluklarda iyileşme süresini beklenmeden ikinci ameliyatın yapılabilmektedir.

    Revizyon burun ameliyatları, önceki ameliyata bağlı olarak doku planlarının bozulmuş olması, cilt ile kıkırdak ya da kemik çatı arasında oluşan yapışıklıklar ve kıkırdak ya da kemik dokularda oluşmuş hasar ve bozulmalar nedeni ile cerrahi açıdan önemli zorluklar içeren müdahalelerdir. Bu nedenle revizyon ameliyatlarda başarılı sonuçlar alınabilmesi için mevcut problemlerin çok iyi analiz edilmesi, ameliyat sırasında uygulanabilecek alternatif yaklaşımların önceden planlanarak gereken hazırlıkların yapılması, uygun cerrahi alet, malzeme ve teknolojilerin kullanılması ve en önemli koşul olarak ameliyatı yapacak cerrahın bu tür vakalardaki bilgi birikimi ve tecrübesinin yeterli düzeyde olması gerekmektedir.

    Doç. Dr. Teoman Dal
    www.teomandal.com

    İlgili konular ;
    – Revizyon Burun Estetik Ameliyatı
    – Ultrasonik Yüz Gençleştirme
    – Burun ve yüz estetiğinde 3D görüntüleme

  • Tedaviyle her 2 çiftten 1’i tüp bebek sahibi oluyor!

    Tedaviyle her 2 çiftten 1’i tüp bebek sahibi oluyor!

    Dünyada her yıl yaklaşık 1 milyon 600 bin tüp bebek uygulaması yapılıyor ve bu uygulamalarla 400 binden fazla bebeğin dünyaya gelmesi sağlanıyor.

    Günümüzde tüp bebek ve mikroenjeksiyon yöntemiyle doğmuş 5 milyondan fazla bebek bulunuyor. Yakın çevre ve eşlerin birbirine verdiği stresin gebe kalmayı zorlaştırdığı belirtiliyor.

    Ülkemizde tüp bebek başarı oranları dünya ülkeleriyle yarışır düzeyde. Tüp bebek tedavisi; tüpleri tıkalı kadınlar, açıklanamayan infertilite, endometriozis ve diğer nedenlerle çocuk sahibi olamayan çiftlere uygulanıyor. “Mikroenjeksiyon” yöntemi de erkeklerin çocuk sahibi olmasına yardımcı olarak kullanılıyor. İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Faruk Buyru, “Tedavi gören çiftlerin yüzde 50 oranında gebelik şansı vardır” diye konuşuyor. Tedavi ve laboratuar tekniklerindeki gelişmeler ışığında kadınlardaki tüp ve erkeklerdeki spermle ilgili sorunlar büyük ölçüde çözülüyor.

    Yumurtası olmayan tüp bebek yapamaz
    “Döllenme” sperm ile yumurtanın, rahim ve yumurtalıklar arasında yer alan tüplerde birleşmesi olarak tanımlanıyor. Tüp bebek uygulamasında kadından toplanan yumurtalar ile erkekten elde edilen spermlerin, laboratuar ortamında bir araya getirilerek vücut dışında döllenmesi sağlanıyor. Tüp bebek uygulamasının yapılabilmesi için sağlıklı ve kaliteli bir yumurta gerekiyor. Prof. Dr. Buyru, “Yumurtaları tükenmiş bir kadın, tüp bebek yöntemiyle bebek sahibi olamaz” diyor.

    Normal yollardan gebe kalmak için milyonlarca sperm gerekirken, “mikroenjeksiyon” sayesinde birkaç sperm gebelik için yeterli oluyor. Tüp bebek yönteminde döllenme vücut dışında gerçekleştirildiği için kadının tüplerine ihtiyaç duyulmuyor. Gebeliğin yerleşerek bebeğin gelişmesi için sağlıklı bir rahim iç ortamının bulunması gerekiyor.

    Tek embriyon ile çoğul gebelik önleniyor
    Son yıllarda çoğul gebeliklerden kaçınmak için tek embriyon transferinin yapılması tercih ediliyor. Bu sayede üçüz gebelik oranının yüzde 3.7’den yüzde 0.7’ye düşürüldüğü belirtiliyor. Türkiye’de düşük ve erken doğum riski yüksek olan 35 yaş altı kadınlardaki çoğul gebelikleri önlemek adına tek embriyon transferi yapılabiliyor. Kalan embriyonların dondurularak daha sonra tekrar kullanılması da gerçekleştirilebiliyor. 2 seferden fazla başarısız deneme yaşamış olanlar ile 35 yaş üzerindeki kadınlara ise birden fazla embriyon transfer ediliyor.

    Türkiye’de demikroenjeksiyon yaygın
    Dünyadaki uygulamaların üçte ikisi klasik tüp bebek, üçte biri mikroenjeksiyon ile yapılırken, Türkiye’de daha çok mikroenjeksiyon yöntemi tercih ediliyor. İki yöntemde de kadına uygulanan tedavi aynıyken aradaki fark laboratuar işleminde oluyor. Klasik tüp bebek yönteminde laboratuvar ortamında her yumurtanın etrafına bırakılan 150-200 bin spermden birinin yumurtayı döllemesi beklenirken; mikroenjeksiyon yoluyla yumurta, embriyolog tarafından seçilen tek bir sperm ile dölleniyor. Mikroenjeksiyon yöntemi esas olarak erkek kısırlığının çözümü için geliştirilmesine rağmen, diğer infertilite nedenlerinde de sıklıkla kullanılıyor.

    Tüp bebek yönteminin dünü bugünü
    İlk tüp bebek uygulamalarında doğal olarak gelişen tek yumurta kullanılırken, daha sonra başarı şansını artırmak için yumurtalıkları uyarıcı ilaçların tedaviye eklenmesi gerçekleştiriliyor.
    Önceleri çok yumurta geliştirmek amacıyla yüksek doz ilaç verilirken, bugün yeterli yumurta sayısına ulaşmak için daha düşük dozda ilaç kullanımı tercih ediliyor. Bu sayede hem tedavinin yan etkileri azaltılıyor hem de maliyet düşürülüyor. Ayrıca kısa süreli ve düşük doz ilaç tedavisiyle hastanın konforu da artırılıyor.
    İlk tüp bebek uygulamalarında yumurtalar “laparoskopi” ameliyatıyla toplanıyorken, günümüzde “ultrasonografi’ kullanılıyor.
    Yumurta toplandıktan 2-5 gün sonra, embriyonların gelişimi izlenerek bunların rahim içine yerleştirilmesi anestezi olmadan ağrısız şekilde yapılıyor.
    İlk yıllarla karşılaştırıldığında ilaç ve tedavi maliyetlerinin önemli ölçüde azaldığı görülüyor.

    Doğru embriyonu seçerken
    Transfer edilecek embriyon hücre sayısı
    Hücrelerin birbirine eşit büyüklükte olması
    Embriyondaki artıkların tespiti
    Embriyonların 6 saat arayla fotoğrafını çekerek erken bölünen, uygun ve gebelik şansı yüksek embriyolnarı değerlendiren “embriyoskop” yöntemi
    Doğru spermin seçimine yarayan özel mikroskoplar önem taşıyor.

    Tedavinin detayları yakın çevreyle paylaşılmamalı
    Çocuk sahibi olmak için tedaviye karar veren çiftlerin birden fazla merkez veya doktorun görüşünü alarak tedaviye başlaması öneriliyor. Prof. Dr. Buyru, “Tedavi yerinin seçiminde; merkezin başarı oranı ile deneyimi, çiftlerin doktorlarıyla kurdukları iletişim ve işlemin maliyeti göz önüne alınmalıdır” diyor. Ayrıca çiftlerin tedavi ayrıntılarını çevreleriyle fazlaca paylaşmaları doğru bir hareket olarak görülmüyor. Buyru, “En deneyimli ve en başarılı merkezlerde bile gebelik oranlarının yüzde 50 oranında olduğu ve tedavi yapılan 2 çift arasından ancak 1’inin gebeliğe ulaşacağı unutulmamalıdır” diyor.

    Kadının yaşı ile embriyon-yumurta kalitesi tedavi başarısını doğrudan etkileyen faktörler olsa da çok iyi embriyonların transfer edilmesine karşın gebe kalamayan çiftlerin de bulunduğu belirtiliyor.

    Çevre baskısı gebe kalmayı zorlaştırıyor
    Yıllarca gebe kalamadıktan sonra tedaviyle çocuk sahibi olmalarının ardından birkaç ay sonra tekrar doğal olarak gebe kalan birçok çift bulunuyor. Ayrıca defalarca başarısız tüp bebek denemesinden sonra tedaviyi bırakarak kendi kendine gebe kalan çiftlere de sıkça rastlanıyor. Prof. Buyru, “Bu, ‘Açıklanamayan infertilite’ olgularında görülen bir durumdur” diyor. Çevre baskısı veya eşlerin birbirleri üzerinde kurduğu stres, gebe kalmayı zorlaştırabiliyor. Böyle çiftlerin psikolojik destek alması öneriliyor.

    Embriyon dondurmada yaş çok önemli
    Yumurtalıkları aşırı uyarılan kadınlarda, karında sıvı birikmesi ve böbrek yetersizliği gibi risklerden kaçınmak için embriyon dondurma işlemi gerçekleştirilebiliyor. Dondurulmuş ve çözünmüş embriyon transferlerindeki başarı oranının yüzde 30 civarında olduğu belirtiliyor.

    Prof. Dr. Buyru, “Dondurulmuş embriyonların çözülerek tekrar transferi yapıldığında taze embriyonlar kadar yüksek gebelik şansı vardır” diyor. Yapılan son çalışmalar, yumurtalıkları aşırı uyarılmış ve hormon düzeyleri beklenenden çok yükselmiş kadınlarda, embriyonların dondurulduktan sonraki aylarda çözülerek transfer edilmesi ile daha iyi gebelik oranlarına ulaşıldığını gösteriyor. Prof. Dr. Buyru, “Bu yöntemin başarılı olabilmesi için yeterli sayı ve kalitede yumurtaya gereksinim vardır. Bu, kadının yaşıyla doğrudan ilişkilidir” diyor.

    Her isteyen yumurtasını donduramıyor
    Ülkemizde yumurta dondurulmasına belirli koşullarda izin veriliyor. Kanser gibi bazı hastalıklar nedeniyle uygulanacak tedaviler sonucu zarar görebilecek kadınlara yumurta dondurma işlemi yapılabiliyor. Kişinin daha sonra çocuk sahibi olma düşüncesiyle yumurtalarını dondurmasına yasal olarak izin verilmiyor. Dondurulan yumurta ve embriyonların yasal olarak 5 yıllık bekleme süresi olsa da tıbbi açıdan bir son kullanma tarihi yok.

    Tüp bebek özel bölüm için tıklayın !

  • İbrahim Saraçoğlu soğan kürü

    İbrahim Saraçoğlu soğan kürü

    Prof.dr İBRAHİM SARAÇOGLU ‘nun soğan kürü;

    Kuru Soğan
    Değerli okuyucu, kuru soğan üzerine olan ilk çalışmalarıma seksenli yılların ortalarında başlamıştım. Aynı zamanda sarımsak ve pırasayı da inceliyordum. Çünkü, üçü de aynı familyadandır.Topraktan henüz çıkmaya başlamış, bu üç bitkinin taze filizlerini kopartıp tadına baktığınızda damak tatları birbirinin aynıdır. Onları birbirlerinden ayırt etmek zordur. Ancak, bir-iki haftadan itibaren morfolojileri, kimyaları ve tatları giderek belirgin şekilde farklılaşır.

    Her üçünde de antibakteriyel (antibiyotik) ve ağrı kesici (analjezik) özelliği olan etkin maddeler bulunmaktadır. Yetişkin dönemlerine gelindiğinde doğal antibiyotik güç, sarımsakta en fazladır. Soğanda bu güç orta derecede bulunurken, pırasada bu ölçü en minimum düzeyde kalır. Yetişkin soğanın ağrı kesici gücü ise maksimum düzeye çıkar. İleri tarihlerde sarımsak ve pırasanın içeriğinde saklı olan etkin özelliklerini ayrı başlıklar altında sizlere tanıtmaya çalışacağım. Çünkü, aynı aileye (familya) ait bu üç sebze yetişkin evrelerinde kür olarak uygulandıklarında birbirlerinden tamamen farklı hastalıklara karşı potansiyel bir güç oluşturabilmektedirler. Pırasa, böbrekte oluşan litogen yapıya karşı etkili olurken, sarımsak ise vücudun bazı bölgelerinde oluşan plaklara karşı etkin rol oynayabilmektedir. Bu kısa girişten sonra bugünkü, sebzemize tekrar geri dönelim.

    Onu doğrarken göz yaşlarını tutmak ne mümkün… Gözlerden yaş gelmesine sebep olan yapısında kükürt bulunan propanthial-S-oksit maddesidir. Eğer, soğanı doğrarken göz yaşı dökmek istemiyorsanız, ağzınıza bir lokma ekmek alıp çiğneyerek doğrayınız.

    Erkekler için
    Yıllar önce kuru soğanı araştırırken prostatit’e (prostat içi iltihaplanma) bağlı ağrı çeken erkeklerin imdadına yetişebileceğini bulmuştum. Prostatit’e bağlı ağrı çeken bazı hastalar için uygun bir ağrı kesici bulmak da çok zordur. Bilinen hiçbir ağrı kesici onlara derman olmaz. Almanya’da “Medizin Forum-Prostatitis” sitesine yazı yazan bir prostatit hastası, prostatit’e bağlı sürekli ağrı çektiğini ve bu durumun kendisini intiharın eşiğine getirdiğini yazmıştı. Bu hastaya soğan kürünü uygulamasını önermiştim. Aradan birkaç gün geçtikten sonra nasıl teşekkür ettiğini halâ unutamam.

    Kadınlar için
    Zaman zaman geçmişte araştırdığım bir bitkiye tekrar tekrar geri döner, yeni elde ettiğim deneyimlerimin ışığında onu tekrar araştırmaya başlarım. Kuru soğanın rahim ve yumurtalıklar üzerinde nedenli etkili olabildiğini buldum. Onu, 2009 un bitkisi olarak tanıtmayı düşünüyordum ki, yaşlılığa bağlı eklem kireçlenmesini ortadan kaldırıcı bitkiyi buldum. Bu nedenle 2008 in son aylarında kuru soğanın bu potansiyel gücünü erken açıklamayı daha uygun buldum.

    Kuru soğan, polykistik Over Sendromu (PCOS) yaşayan kadınların imdadına yetişen mükemmel bir destekleyici ve yardımcı tedavi imkânı sunmaktadır. Erken menopoza giren bayanların da imdadına yetişebilmektedir. Küçük ve orta çaplı miyomu olan bayanlar da kuru soğan küründen istifade edebilirler.

    Polikistik over şikâyeti olanlar, büyük bir olasılıkla kürü uygulamaya başladıktan bir-iki gün sonra beyaz-sarı renkte bolca akıntı yaşamaya başlayabilirler. Uzun zamandan beri adet (regl) görmüyorlar ise, adet görmeye başlayabilmektedirler. Aynı şekilde menepoza yeni girmiş bayanlar da tekrar düzenli adet görmeye başlayabilmektedirler. Rahim duvarı incelmesi olan bayanların rahim duvarlarının kalınlaşmasında da etkilidir. O sanki, kadınların rahim ve yumurtalıkları için yaratılmış bir sebze…

    Endometrioma (çikolata kisti), rahimin içini döşeyen zar tabakasının (endometrium) yumurtalıklarda bulunması ve her adet döneminde kanayarak kistik yapı oluşturmasına denir. Bu kistin içi, kahverengi kıvamlı sıvı ile doludur bu nedenle çikolata kisti de denir. Hastalar hekimlerine kısırlık, sancılı veya ağrılı adet görme, ilişki esnasında ağrı görme veya fazla miktarda adet görme şikâyeti ile başvururlar. Başlangıç evresinde olan endometrioma tedavisinde de oldukça güçlü bir yardımcı tedavi imkânı sunar.

    Kür: Polykistik over’e, erken menopoza ve miyomlara karşı
    İki bardak klorsuz suyu (yaklaşık 250-300 ml) kaynatınız. Orta boy yemeklik kuru soğanın en dış açık kahverenkli ince kabuğunu soyduktan sonra dörde veya altıya bölüp kaynamakta olan suyun içerisine atınız. Ağzı kapalı olarak beş dakika kaynattıktan sonra ocaktan indirip ılımaya bırakınız. Ilıyınca, süzülür ve ılık olarak bir su bardağı öğle yemeğinden on dakika önce içilir. Aynı şekilde akşam yemeğinden önce tekrar taze olarak hazırlanıp on dakika önce içilir. Bu küre onbeş gün devam edilir ve kür sonlandırılır.

    Dikkat: Kırmızı veya mor soğan amaca uygun değildir. Uygulanacak olan soğan kürünün taze hazırlanması ve ılık olarak içilmesi şarttır. Soğuk olarak veya beklemiş haşlama suyu içilmemelidir.

    Not: Buradaki bilgilerin herhangi bir rahatsızlığı teşhis amacı kesinlikle yoktur. Bir rahatsızlığınız var ise, mutlaka bir hekime danışınız.