Kategori: İlişkiler

  • Bir kadın anlatıyor

    Bir kadın anlatıyor

    Evliliğin bittiğini düşünenlere yeni evlenenlere ve bekarlara…

    Bir kadın anlatıyor:
    Kocam bir mühendisti. Onunla sâkin tabiatını sevdiğim için evlenmiştim. Bu sâkin adamın göğsüne başımı koymak içimi nasıl da ısıtırdı

    Gel gör ki iki yıl nişanlılık ve beş yıl evlilikten sonra bu sâkinlik beni yormaya başlamıştı. Eşimin -bir zamanlar çok sevdiğim- bu özelliği artık beni huzursuz ediyordu

    Sonunda kararımı ona da açıkladım: Boşanmak istiyordum
    Şaşkınlıktan gözleri açılarak ”niye?” diye sordu.
    ”Gerçekten belli bir sebebi yok” dedim, ”sadece yoruldum”
    Bütün gece ağzını bıçak açmadı. Düşünüyordu. Bu hâli ise hayal kırıklığımı daha da artırmaktan başka bir işe yaramıyordu: işte, sıkıntısını dışarı vurmaktan bile aciz bir adamla evliydim. Ondan ne bekleyebilirdim ki!

    Sonundasordu: ”seni caydırmak için ne yapabilirim?”
    Demek ki söyledikleri doğruydu:
    insanların mizacı asla değiştirilemiyordu. Son inanç kırıntılarım da
    kaybolmuştu.
    ”İşte mesele tam da bu” dedim ”Sorunun cevabını kendin bulup
    kalbimi ikna edebilirsen kararımdan vazgeçebilirim.”
    ”Diyelim dağın tepesinde
    bir uçurum kenarında bir çiçek var. O çiçeği benim için koparmak, düşüp
    vücudunun bütün kemiklerinin kırılmasına, hattâ ölümüne mâl”olacak. Bunu benim için yapar mısın?”
    Yüzümü dikkatle inceledi ve ”Sana bunun cevabını yarın
    vereceğim” dedi.
    Bu cevapla son ümidim de yok olmuştu.

    Ertesi sabah uyandığımda evde yoktu. Boş bir süt
    şişesini mutfak masasının üzerine koymuş, altına da bir not
    bırakmıştı.
    ”Hayatım” diye başlıyordu,
    ”O çiçeği senin için koparmazdım”
    Kalbim yine kırılmıştı. Okumaya devam ettim.

    ”Çünkü her zaman yaptığın gibi
    bilgisayarın altını üstüne getirip çökerttikten sonra monitörün önünde
    ağladığında, onu tekrar düzeltebilmem için ellerime ihtiyacım
    var.”

    ”Anahtarları her zaman evde unuttuğunu bildiğimden, senden
    önce eve varabilmem üzere koşmam gerektiğinden bacaklarıma ihtiyacım
    var.”

    ”Arabayı kullanmayı çok sevdiğin halde şehirde hep yolu
    kaybettiğinden, yolu gösterebilmem için gözlerime ihtiyacım
    var

    ”Evde oturmayı sevdiğinden, içe kapanıklığını dağıtmak, can
    sıkıntını hafifletmek üzere sana şakalar yapabilmem, hikâyeler anlatabilmem için
    ağzıma ihtiyacım var.”

    ”Sabahtan akşama kadar bilgisayara bakmaktan
    gözlerinin bozulması kaçınılmaz olduğundan, yaşlandığımızda tırnaklarını
    kesebilmem, saçlarında -görülmesini istemediğin- beyaz telleri ayıklayabilmem,
    merdivenlerden aşağı inerken elini tutabilmem, çiçeklerin renginin – gençliğinde
    senin yüzünün rengi gibi olduğunu söyleyebilmem için gözlerime ihtiyacım
    var.”

    ”Ama seni benden daha fazla seven biri varsa,
    evet o uçuruma gidip, o çiçeği senin için koparırım bir
    tanem.”

    Baktım, mektuptaki yazının mürekkepleri yer yer
    dağılıyordu.
    Göz yaşlarım mektuba düşüyordu.
    ”Mektubu okuduysan ve kalbin
    ikna olduysa lüften kapıyı aç canım. Çok sevdiğin susamlı ekmek ve taze sütlekapıda bekliyorum.”
    Koşarak kapıyı açtım. Endişeli bir yüzle ve ellerinde
    sıkıca tuttuğu susamlı ekmek ve sütle kapının önündeydi.
    Artık çok iyibiliyordum: beni ondan daha çok kimse sevemezdi. O çiçe ği uçurumun kenarında bırakmaya karar verdim

    Bu gerçek aşktı

    İlk yıllardaki heyecanlar içinde görmeye alıştığımız aşkın, seneler sonra o heyecanlar kaybolup gittiğinde, huzur ve durgunluk içinde de hep var olmaya devam ettiğini göremeyebiliyoruz.

    Oysa aşk hep vardır. Belki artık heyecansız, belki artık romantik değil Belki sıkıcı, tekdüze, hatta belki yüzsüz Ama hep oralarda bir yerdedir.

    Çiçekler ve romantik dakikalar ilişkinin başlaması için elbette gereklidir. Bir zaman sonra bunlar gitse de gerçek aşkın sütunu ebedi kalır.

    Hayat tam da böyle bir şeydir.

  • Kadınlarda ve erkeklerde ideal evlenme yaşı

    Kadınlarda ve erkeklerde ideal evlenme yaşı

    Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın yaptığı araştırmaya göre evlilik için ideal yaşın kadınlarda 18-24, erkeklerde 25-29 yaş olduğu ortaya çıktı.

    Kadınların 18-24, erkeklerin 25-29 yaş aralığında nikah masasına oturması ideal olarak değerlendiriliyor. Kadınların evlenmesi için 30-34 yaş aralığının uygun olduğunu düşünenler ve 18 yaşından önce evlenmenin uygun olduğunu belirtenlerin oranı ise çok düşük.

    Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, kadın ve erkek için en uygun ilk evlenme yaşının kaç olduğunu, 10 bin 307’si kadın olmak üzere 20 bin 730 kişiye sordu.

    Kadın için en uygun ilk evlenme yaşı ne olmalıdır” sorusuna ankete katılanların yüzde 66,3’ü “18-24 yaş” cevabını verdi. Katılımcıların yüzde 29,9’u kadınların 25-29 yaş aralığında evlenmesini uygun bulurken, 30-34 yaş aralığının uygun olduğunu düşünenlerin oranı ise yüzde 2,4’te kaldı. Evliliğin 18 yaşından önce olması gerektiğini dile getirenlerin oranı da yüzde 1,2 oldu.

    Erkekler için uygun evlilik yaşına ilişkin soruya yanıt verenlerden yüzde 49,4’ü 25-29 yaş arasını erkek için ideal olarak niteledi. Katılımcıların yüzde 30,6’sı 18-24 yaş aralığını erkeklerin evlenme dönemi olarak belirtirken, yüzde 17,9’u ise 35-44 yaş aralığında evlenmek gerektiğini söyledi.

    Evlenecek kişiler kararı alıyor, aileler destekliyor

    Araştırmaya katılanlara, yaptıkları ilk evliliklerinde eşleriyle nasıl tanıştıkları da soruldu. Katılımcıların yüzde 41’i ilk eşleriyle aile ve akraba çevresinde tanıştığını, yüzde 39,6’sı komşularından veya mahalledekilerden biriyle evlendiklerini söyledi.

    Ankete katılanların yüzde 7,4’ü eşiyle arkadaş ortamında tanıştığını, yüzde 3,5’i okul ve dershane arkadaşlarıyla nikah masasına oturduğunu ifade etti. Katılımcıların sadece binde biri eşiyle internet üzerinden tanıştıklarını kaydetti.

    Araştırmada, evlilik kararının nasıl alındığı da incelendi. Buna göre evliliklerin büyük çoğunluğunun, evlenecek kişinin kararı, ailenin desteği ve onayıyla kurulduğu belirlendi. Evlilik kararının aile içinde ortaklaşa alındığını ortaya koyan araştırmayla, evliliklerin yüzde 82,9’unun evlenecek kişinin kararı ve ailenin rızasıyla gerçekleştiği tespit edildi. Evlenecek kişinin rızası olmadan aile kararıyla yapılan evliliklerin oranı ise yüzde 9,4 oldu.

  • Evlilik öncesi stres

    Evlilik öncesi stres

    Evlilik öncesi strese neden olan konular

    Evlilik kararı ve evlenme zamanına kadar geçecek olan süre ve yapılacak hazırlıklar strese sebep olur. Klinik Psikolog Sevil Usanmaz, “Her yeni durum ve karşılaşacağımız sorunlar ve uyaranlar stres nedenidir ve bir tepkiyle yanıtlanır” diyor. Stres karşısında göstereceğimiz tepki aslında değişime uyum sağlamaya yöneliktir. Hazırlıklar esnasında stresle baş etme yöntemlerini kullanabilirsek sorunların üstesinden daha kolay gelebiliriz.

    İdeal evlilik nedir?

    Evliliğe giden yolda çiftler zaman zaman ara yollara saparak amaçlarından uzaklaşabiliyorlar. En ufak bir problem ortalığı savaş alanına çevirebiliyor. Satın alınacak kanepenin rengi aslında yaşamınızı temelden etkilemeyecek bir konu olduğu halde her nasılsa bu dönemde kendinizi müstakbel kocanızla ilgili korkunç planlar yaparken bulmanıza neden olabiliyor. Unutmayın, siz evleniyorsunuz ve aslında ikiniz de aynı tarafta duruyorsunuz. Hiç de hayati olmayan bir konuyla ilgili alınacak bir kararda bile soğukkanlılığınızı kaybedecek noktaya gelmeniz, anlaşamadığınızı değil, üzerinizdeki yoğun baskılardan kaynaklanıyor. Gelinlik seçimi, evin dekorasyonu, davetli listesi, nikah şekeri gibi evlilik öncesi dönemde önem kazanan işlerin aslında birbirinizi kırmaya değecek şeyler olmadığını geriye dönüp baktıktan sonra fark ediyorsunuz. Aslında ne gelinliğinizin modelini ne de nikah şekerinizi davetlilerden hiçbiri bir süre sonra hatırlamayacaktır. Ama bir ömrü birlikte geçireceğiniz insanın kırılan kalbini onarmanız çok daha zor olacaktır.

    Stres ve gerginlik bazen öyle noktalara gelir ki, hayatınızın en güzel hatırası olması gereken düğününüzü bir kabus gibi yaşar ve tadına varamazsınız. Şunu unutmamak gerekiyor ki mükemmel ilişki yoktur. Herkes kendi kişilik sınırları içinde ve kendi doğrularıyla yaşar, ilişkilerini de bunlara göre seçer. Bir ömrü birlikte geçirmek için çiftlerin karbon kopya olması gerekmez.

    Evlilik kararını aldıktan sonra neler değişiyor?

    Evlilik; eğitimleri, öğrenimleri, kültürleri, örf ve adetleri farklı ailelerde yetişmiş, geçmiş hayat deneyimleri, zevk ve hoşlanımları farklı olan iki kişinin hayatlarının geri kalan bölümünü birlikte yaşamaya karar vermesidir. Böylece iki kişi birlikte bir aile kurarken birbirlerinin ailesini de kabul eder ve hatta iki aileyi birleştirir, buluşturur.

    Anadolu Sağlık Merkezi’nden Klinik Psikolog Sevil Usanmaz, evlilikte yetişkin iki insanın hem birbirlerinin ruhsal, psikolojik, sosyal ve fiziksel gereksinimlerini karşılamalarının, hem de ekonomik bir denge kurmalarının beklendiğini söylüyor. Hiç şüphesiz sadece bununla kalmayıp arkadaş, iş çevresi ve dostları paylaşmak, çocuk yetiştirmek gibi bir çok konuda uzlaşmak durumunda kalacaklardır.

    Evlilik, tarihsel süreç içinde bakıldığında 4000 yıllık bir toplumsal kurumdur. İnsanların toplumsal hayata geçişleri ile başlayan, insanın oluşturduğu bir kültür kurumudur. Evliliğe hazırlık aşamaları soyal ve kültürel nedenlerle farklılıklar gösterir. Ancak bütün farklılıklara rağmen yaşanan stres ve sorunların benzer olduğu görülüyor.

    Bir kişi evliliğe hazır olup olmadığını nasıl anlayabilir?

    Evlilik için gerçekten hazır mısınız ? Evlilik için yeterli fiziksel, zihinsel, sosyal olgunluğa, yetişkinlik yaşına ulaşmış olmak gerekiyor. Dünya sağlık örgütü WHO yetişkinliğe geçiş yaşını 25 olarak kabul ediyor. Kişiliğin olgunlaşması ve evlilikle ilgili sorumlulukların üstlenilmesi için ergenlik döneminin son bulması, hayata bakışın, beklentilerin neler olduğu ve tercihler konusunda fikirlerimizin netlik kazanması gerekiyor.

    Kendinizin evliliğe hazır olup olmadığınızı anlamak için Evliliğe hazır mısınız? yazımızı okuyabilirsiniz… Eğer partnerinizin evliliğe hazır olup olmadığını anlamak istiyorsanız da Sevgiliniz evliliğe hazır mı? yazımızı okuyun.

    Evlilik öncesi stresle nasıl mücadele edilir?

    Klinik Psikolog Sevil Usanmaz evlilik öncesi stresle baş etmenin yöntemlerini üçe ayırarak anlatıyor.

    Zihinsel mücadele yöntemleri
    Mükemmeliyetçi düşünce biçiminden -ya hep ya hiç –vazgeçmek
    Genellemelerden – ona olan bana da olur – vazgeçmek
    Olumluya odaklanmak, olumsuzdan vazgeçmek
    Hemen sonuca varmaktan – küçük olaylardan büyük sonuçlara varmaktan vazgeçmek

    Davranışsal mücadele yöntemleri
    Yapılacak işle ilgili önceden plan yapmak, işi ve zamanı programlamak
    Sorunu çözmek için bilgimizin yeterli olup olmadığını gözden geçirmek
    İşin bitirilmesi ile ilgili yardım istemek, dost yardımı veya profesyonel yardım almak
    Stresi artıran durumdan kaçınmak ya da stres yaratan kişi ile konuşmak
    Ulaşım için trafiğin yoğun olmadığı saatleri seçmek
    Dinlenmeye özen göstermek
    Gevşeme egzersizleri yapmak
    İletişimi artırmak, önce karşımızdakinin söylediğini iyi dinlemek

    Duygusal yöntemler
    Kendine ve insanlara güvenmek
    Ne istediğinden emin olmak, sık sık fikir değiştirmemek
    Beklentileri gözden geçirmek, mümkün olamayanlardan vazgeçmek
    Haklı mı? Mutlu mu? olmak istediğimize karar vermek
    Ev hazırlığı, düğün hazırlığı, nikah, davetiye, gelinlik vb konuları son hafta ya da son günlere bırakmamak
    Düğün günü bazen küçük ayrıntılar büyük streslere neden olabilir, bunları önceden gözden geçirmek
    Balayı ya da ilk gece ile ilgili bilgi almak

    Unutmayın; aileler ve evlenecek çiftler birbirlerine sevgi, anlayış ve hoşgörü ile yaklaşır ve birbirlerini dikkatli ve iyi dinlerlerse olumsuz yaşantılar ve yükler olmaz…

  • Evlilikte yaşanan gerçekler

    Evlilikte yaşanan gerçekler

    Evlilik bir yeminle başlar; “İyi günde ve kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta birbirimizi seveceğimize dair…” Bu yeminin altında yatan bazı gizli maddeler var: “Daha fazla temizlik ve yemek, daha az seks yapacağıma yemin ederim.”

    “Pembe panjurlu bir evde mutlu mesut yaşadılar…” Bu sadece masallarda olur. Evlilik her zaman anlatıldığı gibi toz pembe bir müessese değil. Hemen karamsarlığa kapılmayın sakın! Bu yazı asla gözünü korkutmak için değil. Tam tersine, birkaç acı gerçeği göz ardı etmeyip kabullenerek, her şeye hazırlıklı olmanız ve böylece daha sağlıklı bir evlilik hayatı sürdürmeniz için…

    Ev işleri ikiye katlandı
    Eğer eskiden yalnız yaşıyor idiyseniz ev işlerinizin ikiye, eğer annenizle yaşıyor idiyseniz sizin için ev işlerinin dörde katlandığını bilin… Artık işten geldiğinizde anneniz yemeğinizi hazırlamış olmayacak veya bir kişilik ütü değil, iki kişilik ütü birikimiyle karşı karşıya kalacaksınız. “Bugünlük şurayı bırakayım, yarın toplarım” gibi cümleler artık kurulamayacak. Konu yemek, temizlik, ütü gibi ev işleri olduğunda artık tek kişilik değil, iki kişilik düşünmek zorunda kalacaksınız.

    Artık ‘hazırlıksızsın’
    Eskiden onunla buluşacağınız gün sabah duşunuzu alır, cilt bakımınız yapar, makyajınızı tamamlar; kısacası aynanın karşısında saatler geçirirdiniz. En güzel kıyafetlerinizi de giydikten sonra onunla buluşmaya hazır olurdunuz değil mi? Nitekim o da öyle… Birbirinizin karşısına hep en ‘hazır’ halinizle çıkardınız. Ama artık her zaman ‘hazırlıksız’ yakalanma riski olduğunu bilin. Sonuçta sabah yataktan makyajlı ve bakımlı çıkamayacağınızı biliyorsunuz… Dolayısıyla birbirinizin her halini görmeye hazır olun.

    Değiştirebileceğin tek şey kendin olacaksın
    Evlilik sana alttan almayı, kabullenmeyi, taviz vermeyi öğretecek. Yalnız yaşıyorken sahip olduğun birtakım takıntılarını artık görmemeyi, aynı evi paylaştığın erkeğe de kendi kurallarını adapte etme çabasının boşa olduğunu öğreneceksin. Canın o gün bir şey yapmak istemiyorsa, birlikte bir hayat paylaştığınız için onu yapmayı, uyum sağlamayı öğreneceksin. Değişmesi gereken bir durum varsa, değiştirebileceğin tek şeyin kendin olduğunu göreceksin…

    Gitgide azalan seks hayatı
    Bu de evliliğin acı gerçeklerinden… “Nasıl olsa yarın gece de buradayız, öbür gece de” düşüncesinden midir bilinmez, ama aynı evde birlikte geçirdiğiniz her geçen gün seks hayatınızın azalacağı gerçeğini sanırız ki herkes kabullenir. İşin kötüsü bu sizler için fark edilmeyecek derecede normal bir eksikliğe dönüşecek. Uyku seksten daha öncelik kazanacak. Bizden size tavsiye, bu durumu fark ettiğiniz anda seks hayatınızı canlandıracak bir şeyler yapın!

    Bir gün mutlaka kendine soracaksın!
    Bir sabah uyandığınızda ve yanınıza baktığınızda kendi kendinize mutlaka şunu soracaksanız: “Bundan sonra hep böyle mi olacak?”. Bunu kötü anlamda söylemiyoruz, hiçbir kadın bunu kötü anlamda sorgulamaz. Ama sorgular işte bu bir gerçek. Ne kadar ruh eşinizi seçmiş olsanız, ne kadar birbirinizle iyi anlaşsanız da insan mutlaka bundan sonra her sabah bu şekilde uyanacağı gerçeğini en az bir kere sorgular.

    En zor öğüt: Yatağa sinirli girmeyin
    Ciddi bir tartışma yaşadıktan hemen sonra uyumak istediğinizde “Yatağa küs girmeyelim, o zaman ben seni affediyorum” diye bir şey yok, bunu kabullenin! Bırakın yatağa sinirli girmeyi, sabah daha da kızgın uyandığınız günler bile olacak. Tüm annelerimiz, anneannelerimizin öğüdüdür yatağa kavgalı girmemek. Ama gerçekleştirmesi en zor şeydir kuşkusuz. Başarabiliyorsanız ne mutlu size…

    Herşeye rağmen…
    Evliliğin acı gerçeklerini gördük. Tüm bu gerçeklere rağmen evlilik, yani bir erkekle bir kadının aynı çatı altındaki birlikteliği size çok şey öğretecek. Bilmediğiniz yönlerinizin ortaya çıkarak kendinizi daha iyi tanımanızı sağlayacak. Herşeyden önemlisi çok sevdiğiniz bir insanla çok keyifli günler – iyisiyle kötüsüyle – yaşatacak!

  • Aşık mısınız?

    Aşık mısınız?

    Onu gördüğünüzde heyecanlanıyorsunuz. Eliniz ayağınız karışıyor. Ne yapacağınızı bilemiyorsunuz. Zaman zaman salıncakta gözünüz kapalı sallanır gibi oluyorsunuz. O halde kesin aşıksınız…

    Bir dakika, aslında aşık değil misiniz? Anlaşıldı siz karar veremiyorsunuz. O halde aşık olup olmadığınız konusunda size yardım edelim…

    Her konuşmada onun adı geçiyorsa,

    Konuştuğu her kadını çok yakın arkadaşım dediği halde kıskanıyorsanız,

    Burcunu öğrenip uyumlu olup olmadığınızı araştırdıysanız,

    Türlü bahaneler yaratıp onu görmeye gidiyorsanız, ya da planlı olarak karşılaşıyorsanız,

    Onu ummadığınız bir zamanda gördüğünüzde bayılacak gibi oluyorsanız,

    Anlaşılmaz bir biçimde Johnny Depp hayranlığınız sona erdiyse,

    Onun dokunduğu her hangi bir eşyayı devamlı yanınızda taşıyorsanız,

    Geceleri yatakta hep onu düşünüyorsanız,

    Size dokunduğu zaman kalbiniz yerinden çıkacak gibi oluyorsa, Evet siz kesinlikle aşıksınız!

  • Sevdiğimiz erkeklerde babalarımızın izi var

    Sevdiğimiz erkeklerde babalarımızın izi var

    “Babam hayatımın ilk aşkıdır” diyen de, babasından nefret ettiğini söyleyen de, babasını hiç tanımayan da…. Hepimiz hayatımızı birleştireceğimiz eşi seçerken, çocukluğumuzun baba modelinden izler arıyoruz farkında olmadan…

    “Damat kayınpeder toprağından olur” diyenler dışarıya kız vermemeye mi çalışıyorlardı yoksa insan psikolojisi hakkında bir fikirleri mi vardı bilinmez ama biz kadınların eş seçerken babalarımızı rol model aldığımız bir gerçek… Üstelik bu seçimde her zaman olumlu özellikler yönlendirici olmuyor, bazı kadınlar babalarının olumsuz yönlerini taşıyan erkeklerle bir yaşam sürdürmeyi tercih edebiliyor. Ancak bu durumun ne bir kitabı var ne de madde madde koşulları… Bu örnekler, içinde insan barındırıyor olması nedeniyle, kişilik yapısı, yaşanan çevre, anne-babanın ve onların ailelerinin tutumlarından etkilenerek şekilleniyor. Tek bir gerçek var ki; kızlar, ‘Asla babama benzeyen bir adamla evlenmezdim’ deseler dahi hayatlarının ilk erkeği olan babalarını bu seçimin dışında bırakamıyor. Psikolog Serap Duygulu, eş seçiminde baba faktörünün ne kadar etkili olduğunu anlattı.

    Kadınların eş seçiminde, birlikte yaşadıkları baba modelinin etkisi oluyor mu?

    Psikolojide “anne yoksunluğu” olarak adlandırılan sendrom çok daha fazla ön plana çıkıyor ve babanın çocuk üzerindeki etkisinin o kadar da önemli bir faktör olmadığı düşünülüyor. Oysa babalar, özellikle kız çocuklar için ilk aşktır, gizli kahramandır. Kız çocuğun hayata gözlerini açtığında ilk gördüğü erkek babasıdır. Baba-kızın birbirine duyduğu aşk, karşı cinsler arasındaki aşktan cinsellik boyutunu çıkardığınızda geriye kalan aşktır. Ergenliğe doğru bu aşk gerilemiş gibi görünür ama hep vardır ve hiç geçmez. Bu ilişkinin, kız çocuğun ileriki yaşantısındaki etkileri de çok fazladır. Kız çocuklar, ileride eş seçerken ya baba figürünün aynısını ya da tam tersini seçiyor. Örneğin baba alkolikse ya da şiddet eğilimli ise kız çocuk, ya benzer bir erkekle beraber oluyor ya da tamamen sakin, munis bir erkekle evlenebiliyor. Eğer kız çocuk özgüvenini kaybetmiş, bağımlı kişilik özelliği geliştirmişse babasının aynı özelliklerini taşıyan bir erkekle beraber olma ihtimali artıyor. Erkek çocuklar için de aynı durumu anneleri ile ilişkileri açısından söz konusu oluyor. Ağırlıklı olarak aynı figürü seçiyoruz çünkü hepimiz doğal olarak anne-babamıza hayran oluyoruz.

    Peki babasız büyüyen kızlar?

    Son yıllarda seminer verdiğimiz okullarda veli profilini de tanımaya çalışıyoruz ve görüyoruz ki sınıflarda sadece annesi ya da sadece babası ile yaşayan çok fazla çocuk bulunuyor. Birçok kadın danışanımız da bize “Babasının boşluğunu nasıl dolduracağım?” sorusu ile geliyor. Bu gerçekten çok önemli bir sorun çünkü anne, babanın yerini dolduramıyor. Bu boşluğu dolduracak ağabey, amca, dayı, arkadaş, öğretmen gibi bir figürün mutlaka bulunmasını istiyoruz. Bu kişi annenin hayatındaki yeni bir insan da olabiliyor. Bazı durumlarda bu figür bulunamıyor ve o zaman babanın eksikliğinin etkilerini kız çocuk üzerinde çok belirgin şekilde görüyoruz.

    Bu eksiklik kendini nasıl gösteriyor?

    Böyle bir ortamda büyüyen kız çocuklarında iki net karakter görüyoruz. Bu çocuk ileride sosyal ilişkilerinde içine çok kapanık, güvensiz, özellikle erkeklerle bir aradayken elini ayağını nereye koyacağını bilemez halde ve erkeklere karşı da güvensiz olabiliyor. Çünkü babanın olmadığı yerde annenin olumsuz bir etkisi oluyor; erkeklere dikkat et, aman kimseye güvenme gibi telkinlerle muhafazakar, içe kapanık kız çocukları yetiştiriliyor. Bazen de tam tersi olarak çok atak, girişken ve erkek arkadaşları ile olan ilişkilerini kız arkadaşla olan ilişkilerinden ayırt edemeyen bir durumda olabiliyor. Bu çocuğun kafasında erkek ilişkisi konumlanmamış olduğu için durması gereken yeri bilmiyor, ne yazık ki bazen karşı cins tarafından hareketleri farklı algılanabiliyor. Bu kadınlar ileride evlenip çocuk sahibi olduklarında da çocuğun babası ile olan ilişkisini düzenlerken de sorun yaşıyorlar çünkü babayı nerede devreye sokmaları gerektiğini, nerede müdahale edilmesi gerektiğini bilemiyorlar.

    Anne-babanın ilişki şekli de kız çocuğun ilerideki ilişkisinde belirleyici oluyor mu?

    Kız çocuk evlenirken kafasındaki ilişki kavramını, aslında anne-babasının yaşadığı ilişki oluşturuyor. Seçtiği erkek bu modele uymuyorsa çatışmalar olabiliyor. Erkek çok iyi bir eş olabilir ama kadın eşini, babasının annesine davrandığı ilişki formatı içine sığdıramıyorsa sorunlar yaşanıyor.

    Babası ile ilişkisi sağlıklı olmayan bir kız çocuk, ileride mutsuz beraberlikler yaşamaya mahkum mudur?

    Burada annenin etkisi de önem taşıyor. Sağlıksız bir baba-kız ilişkisinde kız çocuk, baskın bir baba profilinin altında ezilmişse, kendine güvensiz ise ve bunu onaylayan bir anne de varsa ileriki yıllarda çok güvensiz ve içine kapanık oluyor. Ancak kızını korumaya çalışan, onu sosyal hayata iten, ‘Ben çektim o çekmesin’ diyerek destekleyen bir anne profili varsa kız çocuk çok sağlıklı ilişkiler de kurabiliyor. ‘Böyle bir aileden çıkıp da nasıl böyle güzel bir evlilik sürdürebiliyor’ diye şaşırdığımız insanlar çevremizde mutlaka vardır. Burada, çocuğun kendine olan güveni ve yetiştiği ortam da etkili olmakla beraber, ‘Babam anneme kötü davranıyordu. Ben eşime böyle yapmayacağım, bana öyle davranılmasına izin vermeyeceğim” diye düşünmesinin etkisi de bulunuyor. Örneğin alkolik babaların erkek çocukları da ya doğrudan babalarının yolunu seçiyorlar ya da kesinlikle babası gibi olmamaya karar verip sağlıklı evlilikler yürütüyorlar.

    Babamızın fiziki özelliklerini de arıyor muyuz?

    Tabii ki… Erkekler için de kızlar için de bu geçerli. Kişisel olarak benzetemese de fiziki bir yön mutlaka babaya benzeyebiliyor. Eş seçerken kişi bunun farkında olmuyor ama ilerleyen yıllarda bu izleri mutlaka görüyorsunuz. Bütün kadınlar kendilerine ‘Babamın hangi özelliğini eşimde görüyorum?’ diye sorarlarsa mutlaka fiziki ya da kişisel bir benzerlik olduğunu görecekler. Üstelik bunların hepsinin de olumlu özellikler olması gerekmiyor. Babası alkolik olan bir kadın içki içen bir adamdan kaçıp uzaklaşabilirken, aynı durumda bir başka kadın ‘Babam kadar içmiyor, bir şey olmaz’ diye düşünüp alkolün ardından kaybolmuş bir evlilik yaşayabiliyor. Yani kadın, baba figürünün ya aynısını ya da tersini seçiyor, ortası pek olmuyor.

    “Babamı asla rol model almam” diyenler yanılıyor mu?

    “Rol model almam” demek bile, “Babamı rol model olarak alıyorum ve onun tam tersi özelliklere sahip bir insan seçeceğim” demek anlamına geliyor. Oysa insanın gönlünün nereye konacağı da önceden bu kadar net olarak belli olmuyor. Hiçbir baba ne tamamen iyidir ne de tamamen kötüdür. Alkolik bir baba, diğer yandan çocuklarına karşı çok şefkatli bir baba olabilir. Babamızın şefkat özelliğini de mi rol model almayacağız? Bilinçaltımız ister istemez benzer özellikleri algıladığı için eşimizle babamızın bazı özellikleri mutlaka benziyor olacak… Kişiliği olmazsa konuşma tarzı, belki memleketi, belki mesleği…

    Babanın rolü gittikçe değişiyor

    Baba ile çocuklar artık araya anneyi koymadan, yüz yüze doğrudan iletişim kuruyor. Babalar çocuklarının altını değiştiriyor, onların ihtiyaçlarını gideriyor. Günümüzün babaları da kendileriyle doğrudan ilgilenmeyen bir baba profilinden kurtulup ‘Ben çocuğumla daha çok ilgileneceğim’ diyen bir baba profiline doğru yön değiştiriyor. Bu iyi bir gelişme… Ancak burada da çizgiyi aşmamak ve babanın otoriter konumunu korumaya devam etmek gerekiyor.

    Günümüzde çocuklar hep talep ediyor ve anne-babalar onlarla mücadele etmeye çalışıyor. Annenin hayır dediğine baba evet diyor, babanın hayır dediğine anne evet diyor. Bu durum anne-babanın birbiri ile olan ilişkisini de yıpratıyor. Oysa bazı alanları baba için bırakmak, ‘Baban izin vermiyor’ diyebilmek annelerin de işini kolaylaştırıyor. Sağlam duran bir baba profili çocuğun geleceği için de olumlu etki oluşturuyor, gelecekte kuracağı ilişkileri belirliyor. Aynı zamanda çocuklar beklemeyi, sabretmeyi ve hayatta her istediklerini hemen alamayacaklarını öğreniyor.

    Kız çocuğun hayata gözlerini açtığında ilk gördüğü erkek babasıdır. Baba-kızın birbirine duyduğu aşk, karşı cinsler arasındaki aşktan cinsellik boyutunu çıkardığınızda geriye kalan aşktır. Ergenliğe doğru bu aşk gerilemiş gibi görünür ama hep vardır ve hiç geçmez.

    Kız çocuk evlenirken kafasındaki ilişki kavramını, aslında anne-babasının yaşadığı ilişki oluşturuyor. Seçtiği erkek bu modele uymuyorsa çatışmalar olabiliyor. Erkek çok iyi bir eş olabilir ama kadın eşini, babasının annesine davrandığı ilişki formatı içine sığdıramıyorsa sorunlar yaşanıyor.

    Formsanté

  • Sözel şiddete özgüvensiz erkekler daha çok başvuruyor

    Sözel şiddete özgüvensiz erkekler daha çok başvuruyor

    Kadınlara yönelik şiddet fiziksel, ekonomik ve sözel olarak, farklı şekillerde kadınların hayatına girebiliyor. Genel olarak fiziksel şiddet kadar üzerinde durulmayan ve maruz kalan kadınların çeşitli korkularla başkalarına söylemekten çekinerek yardım alamamalarıyla sonuçlanan sözlü şiddet, kadınların durumun düzeleceğine olan inançları nedeniyle üzeri kapalı bir kutu gibi çözümsüz kalabiliyor. Eğitimli ve hatta ünlü, kariyerinde istediği noktaya gelmiş kadınların da maruz kaldığına sıkça şahit olduğumuz sözel şiddet; yaş, dil, din, ırk, sosyoekonomik statü tanımıyor. Aile içi iletişimin yanı sıra, kadınların psikolojilerini de derinden sarsan bu durum, zaman içerisinde müdahale edilmediği takdirde, yerini fiziksel şiddete de bırakabiliyor.

    Sözel şiddete özgüvensiz erkekler daha çok başvuruyor

    Yüksek sesle bağırmak ve aşağılayıcı sözler sarf etmek gibi davranış biçimleriyle öne çıkan sözel şiddet, özgüvensiz erkeklerin kendini ifade etmekte zorlandığı durumlarda sıklıkla görülüyor. Kendini sözlü olarak ve doğru şekilde ifade edemeyen erkekler, bu durumun neden olduğu öfkeyle, ajitasyon denilen ve saldırganlık içeren davranışlara yönelerek, öfke kontrolünü elden bırakabiliyorlar.

    İlk zamanlarda küçük ama sürekli sözlü tartışmalarla ilk sinyallerini veren sözel şiddet, zaman içerisinde kadının sessiz kalması ve durumu kendinin bile kabullenememesinin doğal bir sonucu olarak, daha şiddetli bir hale gelmektedir.

    Ailesinin dağılmasından veya başına daha kötü işler geleceğinden korkan kadınlar, mevcut durumun üzerini örterek, olayları kendi haline bırakabilmektedirler. Bu durum, genellikle işlerin daha da çıkmaza girmesiyle ve hatta şiddetin sözelden fiziksele geçişiyle sonuçlanabilmektedir.

    Özgüvenden yoksun, kendini sözlü olarak istediği şekilde ifade edemeyen erkekler, sözel saldırılarla istediklerini yaptırmaya, karşısındaki kadını küçük düşürmeye ve bu yolla sinirlerini yatıştırmaya çalışmaktalar. Bu gibi durumlarda, kadınların mutlaka uzman bir hekimden psikolojik destek almaları gerekmektedir. Çünkü bu sorunlar, zamanla azalmak yerine şiddetini arttırarak ilerleyecek, bu zaman zarfında kadınların psikolojileri daha da yıpranacaktır.

    Sözel şiddet gören kadınları bekleyen başka sorunlar; kronik mutsuzluk ve depresyon

    Eşlerinden veya karşı cinsten herhangi biri tarafından sözel şiddet gören kadınlar, psikolojik açıdan çoğunlukla kendi içlerinde yaşadıkları büyük bir çıkmazın içine giriyorlar. Korku, sessizlik, çekingenlik, özgüvensizlik, umutsuzluk, mutsuzluk gibi psikolojik belirtilerin yanı sıra; çarpıntı, unutkanlık, baş dönmesi gibi fiziksel belirtiler de gösteren kadınlar, kendilerini kronik mutsuzluk ve depresyon gibi ciddi psikolojik etkenlerin de ortasında buluyorlar.

    Hayattan zevk alamaz hale gelen bu kadınlar, güçten düşen psikolojileri nedeniyle şiddet uygulayan kişiden uzak durmayı, ayrılmayı göze alamıyor ve konuyla ilgili profesyonel yardım alacak ve bu süreci tamamlayacak gücü kendilerinde bulamıyorlar.

    Uzmanlar bu gibi durumlarda kişilerin mutlaka profesyonel anlamda bir uzmandan destek almalarını ve çabalarını, durumun üzerinin örtülmesi için değil, bu duruma bir son verilmesi için kullanmalarını öneriyor.

  • Parayla mutluluk

    Parayla mutluluk

    Sadece parayla mutluluk olamayacağını artık pek bilmeyen kalmadı. İşte para ve mutluluk dengesi ile ilgili yapılan bir araştırma…

    İsviçreli iktisatçı Bruno Frey’in on yıllar süren araştırmalarının sonucuna göre para, insanların mutluluğunda önemli bir role sahip. İngiltere’deki Warwick Üniversitesi’nde çalışmalarını sürdüren bilim insanı, iktisadi modellerle mutluluğun ilişkisini inceleyen ilk isimlerden.

    Ülkeler arası karşılaştırma

    Frey, “Daha fazla para kazanan insanlar daha mutlu. Bu ülkeler arası karşılaştırma yapıldığında da geçerli. Yoksul ülkeler ile ortalama gelir düzeyinin daha yüksek olduğu ülkeleri karşılaştırdığımızda, daha varlıklı ülkelerdeki insanların daha mutlu olduğunu görüyoruz” diyor.

    Frey gibi bilim insanlarının bahsettikleri mutluluk, ölçülebilir ve öznel memnuniyet. Anketlere katılan kişilere örneğin 1’den 10’a kadar bir skalada sürdükleri hayattan ne kadar memnun oldukları soruluyor.

    Sağlık ve genetik yapı da önemli

    Hissedilir mutlulukta paranın rolüyle refah düzeyi arasında doğrudan bir bağ var. Frey, varlığını ikiye katlayan yoksul bir kişinin, aynı şekilde servetini arttıran zengin bir kişiden daha mutlu olduğunu söylüyor.

    Fakir zengin dengesi

    “Para tabii ki her şey değil” diyen bilim insanı, öncelikle sağlığın, genetik yapının ve aile ile arkadaşlar gibi sosyal etkenlerin de önemli rol oynadığına dikkat çekiyor.

    Alman Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü (DIW) Yönetim Kurulu üyesi iktisatçı Gerd Wagner ise Almanya gibi refah toplumlarında ekonomik büyümenin uzun bir süredir öncelikli konu olmaktan çıktığını kaydediyor: “Bambaşka hedefler önemli artık. Örneğin düşük işsizlik, devlet finansmanının sürdürülebilirliği, iyi bir sağlık sistemi, demokrasi ve özgürlük. Tüm bunlar, araştırmalarımıza katılanlar tarafından ekonomik büyümeden daha ağırlıklı olarak görülen hedefler.”

    Siyasi etkenler

    Mutluluk konusunda araştırmalar yapan iktisatçı Frey, siyasi etkenlerin de insanların mutluluklarında önemli rol oynadığını belirtiyor. Demokrasilerde yaşayan insanların otoriter rejimlerde ya da diktatörlüklerde yaşayanlardan daha mutlu olduğunu söyleyen Frey, vatandaşların mutluluğunun, siyasi kararları anlayabildikleri ve etkileyebildikleri oranda arttığını da vurguluyor.

    Bilim insanı Avrupa Birliği’nin ise önemli bir demokrasi açığı olduğu kanısında. Düzenli olarak yapılan ve Birlik vatandaşlarının siyasi kurumlarına olan güvensizliğini gösteren kamuoyu araştırmaları da bunu gösteriyor.

    Frey, “Avrupa Birliği önemli konularda daha sık referandumlara gitmeli. Böylece Avrupa’nın gündemini belirleyen konular ile halk arasında bir bağ kurulabilir” şeklinde konuşuyor.

    İşsizlik erkekleri vuruyor

    Halkın gündemini belirleyen önemli konulardan biri ise işsizlik. Avrupa Birliği’nde 20 milyonu aşkın insan iş arıyor ki buna uzun süredir işsiz olanların sayısı dahil değil.

    Frey yüksek işsizliğin mutluluk konusunda belirleyici olduğunu söylüyor. Genelde bir kaza ya da farklı bir üzücü olay olduğunda insanların uzun süre mutsuz kalmadıklarını, bir süre sonra eski mutluluk seviyelerine döndüklerini kaydeden iktisatçı, işini kaybedenler için ise durumun farklı olduğunu, devletin yaptığı işsizlik yardımı ve sosyal güvenlik sisteminin bile bu mutsuzluğu gideremediğini belirtiyor: “İşini kaybeden gerçekten eskisine oranla çok daha mutsuz oluyor, bu da özgüveni azaltıyor, insanlar kendilerine ihtiyaç duyulmadığıhı düşünüyor. Araştırmalarımıza göre, erkekler vurdukları dipten çıkamıyor.”

    Araştırmalar, kadınların ise duruma erkeklerden daha kolay uyum sağladıklarını gösteriyor. İşini kaybeden kadınlar, bir süre sonra aileleri içinde kendilerine yeni görevler bularak, morallerini düzeltmeyi başarabiliyor.

  • Terk edilme acısı

    Terk edilme acısı

    Sevgiliniz sizden ayrılmak istediğini söyledi. O an yaşadığınız şokun etkisiyle onun söylediği her şeyi negatif olarak algılayabilirsiniz ve sonuçta içinizde bu ayrılığın acısı ikiye katlanabilir. Duygusal olarak bağlı olduğunuz birisinden ayrılmak her ne şartta olursa olsun zordur. Onun bu isteği karşısında üzülmeniz çok doğal fakat size karşı dürüst olmasının da hakkını vermeli ve onun kararına mutlaka saygı duymalısınız.

    Kendinizi suçlamanız doğru değil

    Onun sizden ayrılmak istediğini duyduktan sonra yüksek ihtimalle kendinizi suçlayacak ve geriye dönüp ‘Keşke’ ile başlayan cümleler kuracaksınız. ‘Reddedilen’ konumunda olan kişi olarak size bir tavsiyemiz var: Partneriniz böyle bir karar aldıysa bu durumu duygu dünyanızda bulacağınız anahtarla çözmeye çalışmak yerine tamamen mantığınızla değerlendirmeyi deneyin.

    Yeni başlangıçlar yapabilirsiniz

    Bu ayrılığın ikinize de hayatta farklı bir pencere açacağını ve yepyeni bir başlangıcın sizi bekliyor olduğunu düşünün. Bu pozitif düşünceler kendinize gelmenize ve hayatınız hakkında doğru düşünmenize yardımcı olacaktır. Bu da sizin yeni bir yöne gitmenize neden olur.

  • Aşkınızı tazeleyin

    Aşkınızı tazeleyin

    Sürekli değişen bir dünyada, şimdiye kadar öğrendiğimiz bildiğimiz ilişki kurallarını da güncellemek şart oldu. Eski kurallara takılı kalmak bizi hataya düşürebilir. İşte aşk hayatımızdaki son güncellemeler!

    1- ESKİ KURAL: Evcilik oynamak ilişki için kötüdür.

    Annelerimiz, bir erkekle evlenmeden aynı eve çıkarsak asla evlenemeyeceğimizi söyler. Oysa Amerikan Ulusal Sağlık Merkezinin istatistiklerine göre, beraber yaşayan bir çiftin, en az evlilik öncesi ayrı evlerde ikamet eden bir çift kadar evlenme şansı var. Doktor Bili Cloke sadece çiftlerin neden birlikte yaşamak istedikleri konusunda dürüst olmaları gerektiğini söylüyor: “Beraber yaşamanın amacı, ilişkinin yürüyüp yürümeyeceğini anlamak ve yürümezse ayrılmak mıdır? Eğer öyleyse daha başlangıçta başarısız olacağı bellidir.” Erkek arkadaşın ve sen, ekonomik nedenlerle ya da sadece birinizin ev arkadaşı evden ayrıldığı için beraber yaşamaya başlamamaksınız. Önce duygusal bir bağlılık sözü verilmeli. Cloke, gelecek hakkında oturup konuşmanızı öneriyor. Beraber eve çıkmanın geleceğe yönelik bir adım olduğu, geçici bir çözüm olmadığı konusunda mutabık olmalısınız.

    2- ESKİ KURAL: Tek gecelik ilişkiler hiçbir zaman gerçek bir ilişkiye dönüşemez.

    Dün gece yattığın erkek pekâlâ Bay Doğru olabilir! Iowa Üniversitesinde yapılan araştırmalar, bazen sırf sekse dayalı beraberliklerden de güçlü ilişkiler doğabileceğini söylüyor. Araştırmayı yürüten, üniversitenin Sosyoloji Bölümü’nde Yardımcı Doçent Anthony Paik, katılımcıların çoğunun ‘sadece seks’ diyerek yola çıktığını söylüyor. Bunun sebebi ise seks birlikteliklerinin tabu olmaktan çıkmasıymış. Artık insanlar seks yapmak için rahatça buluşuyor ve bu normal hayatın bir parçası, üstelik herhangi bir ilişkiyi zedelemiyor. Peki seksle başlayan ilişkini daha ciddi bir beraberliğe nasıl dönüştürebilirsin?Öncelikle onu daha az görmeye başlamalısın. Hergün görüşme ve her buluştuğunuzda onunla yatma isteğine karşı koymalısın. Uzmanlar, güçlü bir ilişkinin zaman gerektirdiğini, eğer sık sık görüşüp sadece seks yaparsanız asla tam anlamıyla yakınlaşamayacağınızı söylüyor. Sağlıklı bir beraberlik için hem yatak odasında hem de dışında nasıl bir çift olacağınızı öğrenmen önemlidir.

    3- ESKİ KURAL: En zevkli seks, önceden planlanmamış sekstir.

    Doktor Laurie Mintz, planlanmamış seksin sadece bir efsane olduğunu söylüyor. İlişkinde yaşadığın her arzu gecesini önceden öngörüp hissettin ve de planladın. Romantik bir akşam yemeği yerken birbirinize seksi bakışlar atmıyor muydunuz? Sabah dantelli iç çamaşırlarını giyerken akşam olacakları düşünmüyor muydun? O gece olacakları gün boyunca planlamıştın zaten… İlişki ilerledikçe planlama yapmak daha da gerekli hâle gelir. Mintz, kadın ve erkek birbirini iyice tanıyıp ilişkiye alıştıkça, spontane arzu patlamalarının kaybolduğunu söylüyor. O zaman da bireyler seks için zaman yaratmak zorunda kalıyor. Aslında planlanmış seksin spontane sevişmelerden daha bile ateşli olduğunu söyleyebiliriz. O geceyi hayal etmek ve hazırlık yapmak, ön sevişmenin yerine geçer zaten… Gün boyu artan heyecan, karşılaştığınız zaman doruk noktasına ulaşır.

    4- ESKİ KURAL: Evlenmeden para mevzusu açılmaz.

    Bireyler çoğu zaman para hakkında konuşmaktan kaçınır. Uzmanlar ise çiftlerin en çok kavga ettiği üç konudan birinin para olduğunu söylüyor. Bir ilişkiye başlamadan evvel finansal konularda aynı fikirde olmanız çok önemlidir. Cloke, bir çiftin para konusunda konuşmayı ertelerse, bu sebepten biriken sorunların eninde sonunda bir yerden patlayacağını söylüyor. Daha ilk görüşmede finansal sorunları masaya yatırmak elbette gereksiz olur. Ama bu konuları ilişki ciddileşmeden evvel tartışmanın çok yararı vardır. Bankadan aldığın önemli bir kredi veya ödemekte geciktiğin kredi kartı borçların varsa onunla açık açık paylaşmalı ve onun da aynı şeyi yapmasını istemelisin.Cloke, ilişkiye sırlarla başlamamak adına para meselesini konuşmak gerektiğini, yoksa ileride kötü sürprizler yaşanabileceğini belirtiyor. Hayatındaki erkeğin para harcama tarzının senin stiline uygun olması da çok önemli. Cloke, onunla aynı değer ve amaçlan paylaşıp paylaşmadığınızı kendine sorman gerektiğini söylüyor. Nasıl para harcadığını ve nasıl biriktirip yatırım yaptığını öğrensen iyi olur. Aynı banka hesabını paylaşmasanız bile, harcama alışkanlıklarınızın birbiriyle uyumlu olmasına çalışmalısınız, ikinizin de bağlı kalacağı ortak bir bütçe oluşturabilirsiniz. (Elbette bunları yaparken, birbirinize karşı -her konuda olduğu gibi- dürüst olmanız çok önemli) Para biriktirme ve harcama alışkanlıklarınızın, sadece günlük yaşamınızı değil, gelecek planlarınızı da etkileyeceğini unutma.

    5- ESKİ KURAL: Hiçbir zaman yatağa sinirli bir şekilde girme.

    Pek çok kişi, eğer bir problem hemen çözülmezse sonra daha da büyüyeceğine inanır. Aslında birbirine kızgın olan çiftlerin sinirliyken uzlaşabilirle şansı yüksek değildir. Burnundan solurken tartışmak, problemi daha da içinden çıkılmaz hâle getirebilir. En iyisi güzel bir uyku çekmek ve problemi gün ışığında çözmeye çalışmaktır. Uzmanlar, “Öfkeni dışa vurmadan evvel bir müddet beklersen, hislerini gözden geçirip kontrol edebilmek için yeterli vaktin olur” diyor. Ayrıca beyninin sağlıklı düşünebilmek için uykuya ihtiyacı vardır. Mintz, uykusuzluğun muhakeme gücünü, konsantrasyonunu ve sorun çözme kabiliyetini negatif etkilediğini söylüyor. Beyindeki nörotransmitterlerin dengesini değiştirerek sinir sistemini altüst ettiğini, uykusuzluk çeken bireylerin bu yüzden asabi olduğunu belirtiyor. Kızgınlığının sebeplerini uzlaşmacı bir tavırla tartışmaya açabilmelisin; asla öfkeni içinde biriktirip kendini sorundan ve ilişkiden soyutlamamalısın.