Kategori: İlişkiler

  • “Evet” derken…

    “Evet” derken…

    Hayatınızın en özel “evet”i olmasını umduğumuz cevabı verirken kafanızda hiç soru işareti olmaması dileğiyle…

    Minik heyecanların yaşandığı evlilik sürecine gelmeden önce, etraftan gelen yüksek sesle yüzünden kendi içsel sesinize kulak vermeyi ihmal etmeyin. Ne kadar hazırsınız? Kendi kendimize sorup geçiştirdiğimiz önemli soruların cevabı için Klinik Psikolog Derya Utku Gazel’in kapısını çaldık.

    Evlilik için ideal bir yaştan söz edilebilir mi?
    Batıda yapılan çalışmalar, 28 yaş ve üstünde yapılan evliliklerin daha dengeli, uzun ve sağlıklı olduğuna kanaat getirmiştir. 20’li yaşların başında veya daha erken yapılan evliliklerin boşanma ile sonuçlanma oranı ise %80-85 arası. Nedenine bakıldığında kişinin benliğini keşfi, kim olduğunu idrak etmesi ve sınırlarını iyi tespit etmesi ve bu konulara akıl yürütmesi için 25 yaş üstünün daha elverişli olduğu söylenebilir.

    Kadının evliliğe hazır olup olmadığına dair kendine ne gibi sorular sorması gerekir?
    Evlilik, beraberinde ev düzeni, çocuk, para, tarafların aileleri, cinsellik gibi konuları da getirir. Bu sebeple, kişinin evlenmeden önce olayları gözden geçirmesi ve değerlendirmesinde fayda var. Çiftlerin kendilerine sorması gereken en önemli soru, evlilikten ne bekledikleri ve nasıl bir yaşamın hayalini kurdukları. 20-30 sene kendilerini nerede ve ne olarak görmek istiyorlar? Çocuk sahibi olma konusunda tarafların fikirleri nedir; buna sıcak mı bakıyorlar, bunu çok mu istiyorlar, yoksa hiç mi düşünmüyorlar? Karşı tarafın ailesi ile sınırlarını nasıl koruyacaklar? Kişisel sınırları iyi belirlemek ve korumak, sağlıklı bir evlilik için olmazsa olmazdır.

    İlişkinin, nişanlılık süresinin uzun ya da kısa olması evlilik kararını nasıl etkiliyor? Güven kavramı zaman ile doğru oranda mı ilerler?
    Nişanlılık süresi kişilerin birbirini tanıması için bir fırsattır. Sağlıklı bir ilişkinin temelinde iletişim ve etkileşim yatar. Bunu yaratmak ve olgunlaştırmak için çiftlerin birbirleri ile zaman geçirmeleri, çatışmaları çözümlemeleri, duygu alışverişinde bulunmaları önemlidir. Böylece karşılıklı güvenin, birbirini yargısızca kabul etmenin temellerini atmış olurlar. Evlilik öncesi dönem, bu anlamda tarafların işine yarayabilir. Sürenin de dengeli olması gerekir. Senelerce süren nişanlılık dönemi, ilişkinin ilerleyemediğinin, bir sonraki aşamaya geçemediğinin, tıkanıp kaldığının bir göstergesi olabilir. Ayrıca unutulmamalıdır ki, “nasıl olsa evlenince değişir” diye adım atılan evlilikler, soru işaretlerinin, kızgınlıkların ve huzursuzlukların yeterince ifade edilmediği anlamına gelmekte ve ilerde daha büyük güven sorunlarına yol açmaktadır.

    Evlilik uzlaşma mıdır? İki farklı bireyin iki ayrı yolu olması gerektiğine mi inanmalı, yoksa tek yolda birlikte yürünmesi gerektiğine mi?
    Kısaca iki yaşam biçiminin buluşma noktasıdır evlilik. Tek yolda yürümesi gereken zamanlar olduğu gibi, iki ayrı yolun varlığı da kaçınılmazdır. Örnek olarak, sağlıklı ilişkilerin temelinde, tarafların kendilerine ait yaşam alanları ve etkinlik olanakları vardır. Tarafların kendilerini diledikleri gibi ortaya koydukları bir iş ya da hobi, kişiyi kendine güvenli ve üretken kılar. Bu özel yaşam alanları, tarafların birbirlerine müdahalede bulunmadıkları bir alan olmalıdır. Bunun dışındaki zamanlar sıklıkla ortaktır. Yaşanılan ev, çocuk sahibi olma, maddi konular ortak kararlar dahilindedir. Bu anlamda, iki ayrı yaşam biçiminin bir araya gelmesi, fikir ayrılıklarını, zaman zaman tartışmaları kaçınılmaz kılar. Genel anlamda uzlaşmacı ve problem çözmeye yönelik bir bakış açısı, ilişkiyi dengeli ve sağlıklı kılar. Önemli olan fikir farklılıklarına rağmen karşılıklı sevgi, şefkat ve güvendir. Ancak yaşadığımız toplumda, özellikle kadınlar yanlış inançlar ve kurallarla büyütülürler. Örnek olarak “kadın erkeğin tamamlayıcısıdır” veya “erkek evin müdürü, kadın ise onun yardımcısıdır” gibi. Bunlar günümüz ilişkilerinde geçerliliği olmayan kurallardır. Sağlıklı evlilik ilişkisi, iki tarafın eşit hak ve emeği ile gerçekleşir.

    Gelin adaylarının işi ve özel hayatı dengeyle yürütebilmesi adına neler önerirsiniz?
    Evliliğe verilen anlamlar, zaman zaman kişilerin endişelerini arttırmakta, “bilinmeyene bir yolculuk” gibi algılamalarını tetiklemektedir. Evlilik çoğu zaman bir “son” gibi algılanmaktadır. Halbuki yaşamı bir partnerle paylaşmak, hayatın yükünü hafifletmek ve andan keyif almak için eğlenceli bir yol da olabilir. Öncelikle, tarafların birbirleri ile arkadaşça bir ilişki kurmaları önemlidir. Evlilik taraflardan birinin kontrolünde değil, iki kişinin işbirliğinde yürütülmelidir. İşi ve özel hayatı dengede tutmak adına kendilerinden yüksek beklentiler içinde olmaları, her şeyi mükemmel yapmaya çalışmaları bir işe yaramadığı gibi, zamanla huzursuzluk, kızgınlık ve çöküntüye sebep olacaktır. Ellerinden geleni yaptıklarını kendilerine hatırlatmaları gerekir. Buna ek olarak, çatışmalar, her ilişkinin parçasıdır ve olması gerekir, “ilişkim iyi gitmiyor, her şey çok kötü” gibi sonuçlara varmak güven kırıcı ve yanıltıcı olabilir. Bunun yerine çatışmalardan kaçınmamak, ne olduğuna birlikte bakmak ve çözüm aramak gerekmektedir.

  • Kadın ve erkeklerin ilişkiden beklentileri

    Kadın ve erkeklerin ilişkiden beklentileri

    Kadın ve erkeklerin duygusal birlikteliklerde öncelikleri ve zayıf noktaları neler? İşte cinsleri anlamanın yolları…

    İyi niyetli davranışlar kimi zaman eşler tarafından neden yanlış anlaşılır? Ego doyumunda sınır ne olmalı? Kadın-erkek ilişkilerinde mutlu bir yaşam için çok önemli tüyolar veren Prof. Dr. Nevzat Tarhan kadınlara en büyük armağanın güven olduğunu belirtiyor.

    Kadın önce paylaşmak ve yakınlık istiyor.

    Kadınların erkekler konusunda en çok dile getirdikleri yakınma; erkeklerin onları dinlemediği ve anlamadığı yönünde, peki erkeklerin önceliği nedir?

    Erkekler; yetenekli, yeterli ve güçlü hissetmek istiyor.

    Erkekler doyumu başarıda ve sonuç almada bulurken, kadınlar paylaşma, değer verilme ve önemseme de yaşıyor.

    Bir kadın eşini sevdiğinde onun gelişmesine yardımcı olmayı, erkeğinin eksiklerini gidermeyi ve düzeltmeyi görev bilir ve bunun için çalışır, bu doğrultuda hareket ederken eşini koruduğunu düşünür.

    Güçsüz hissettirmeyin!

    Bu süreçte erkek duruma farklı açıdan bakarak, karısı tarafından yönetildiğini düşünmeye başlayabilir. Kadının erkeğine yardım ederken erkeğini güçsüzlük ve beceriksizlik hissettirmemesi oldukça önemli.

    Ne yapacağını bilememek duygusu uyandırmayın!

    Bir erkekte ne yapacağını bilemediği duygusunu uyandıran bir kadın, erkeği anlamıyor demektir. Bir kadın erkeğe kendisini iyi ve yeterli hissettirir, ‘kontrol bende’ duygusunu yaşatırsa o erkeğe çok şey yaptırabilir.

    Kadının egosunu destek, paylaşmak doyurur…

    Kadının ego doyumunu destek görmek ve destek vermek, paylaşmak, yardımcı olmak hisleri sağlar. Kadın erkekten çok daha fazla estetik kaygılara, sevgiye, iletişime, güzelliğe değer verir. Sevgi ve uyum onlar için daha önemlidir. Bir erkeğin yarışı kazanmaktan veya tuttuğu futbol takımının attığı golden aldığı zevki kadın yakınlaşma ve paylaşma anında hisseder.

    Erkeğe öğüt verirken dikkat!

    Bir kadının da erkeğe istemeden öğüt vermesi tenkit şeklinde anlaşılır. Erkeğin kendisini sorunlu, arızalı, yetersiz hissetmesine meydan vermeden ona öğüt vermenin yolunu bulan kadın kendini aşmış demektir. Erkekler bu açıdan çocuk gibidirler. Kabullenip sonra yönlendirilirlerse düşünce yanılgısına düşmezler.

    En büyük armağan güven!

    Eşlerin birbirlerine verecekleri en önemli armağan güvenlerini hissettirmeleridir. Bu aynı zamanda karşımızdakini onurlandırma yoludur. Bir kadın, erkeğin giydiği gömleğin pantolonuna uymadığını gördüğünde “Bu olmamış” derse erkek kendisini beceriksiz hisseder. Bu olmamış yerine “Bence böyle olsa sana daha çok yakışır” demek olumsuz duyguları bertaraf edecektir.

    Ancak diğer taraftan kadın fikrini söylemediğinde kendisini işe yaramaz gibi zannedebilir. Bu noktada erkek kadının fikrine saygı duymayı bilmelidir. Farklı görüşü yapıcı olarak paylaşmayı becerebilmek bir erkeğin kendisini aşmasıdır. Sorunun püf noktası “Önce kabul et” düşüncesini alışkanlık haline getirmektir.

  • Evliliklerde peri masalı biterse…

    Evliliklerde peri masalı biterse…

    Günümüzde mutlu başlayan ancak sonu boşanmayla biten evlilikler hızla artıyor. Peki ama peri masalı hikayesini andıran evlilikler neden yürümüyor? Evlilik ve Aile Terapisti İlkim Öz Tan, günümüz evliliklerini ve mutlu bir evlilik için çiftlere düşen görevleri kaleme aldı.

    Son yıllarda zar-zor yürüyen evliliklere ve boşanma avukatında soluğu alan eşlere sık sık rastlıyoruz. Üstüne üstlük, bu evlilikten canı yanan insanların, kendilerine hiç ayna tutmadan ikinci hatta üçüncü evliliklere imza attıklarını görüyoruz. Elbette ki bu durum sadece bir sonuç… Eşleri, kadını ve erkeği bu olumsuz sonuca vardıran nedenler çözülmedikçe, aynı sonuç tekrar edip durur. Evlilik terapisine gelen eşlere, sonuca değil de onları bu sonuca getiren nedenlere bakmamız gerektiğini söylediğimde, eşler huzursuzlaşıyor. Çünkü insan, kendi hatasıyla yüzleşmek istemiyor.

    Evlilik, hayata iki kişilik bir başlangıç ve bir yaşam biçimidir

    Birbirine deli divane aşık iki kişi, hayatlarını birleştirmeye karar verip evleniyorlar. Göz göze, diz dize, el ele, yürek yüreğe yapılan başlangıç, zamanla kavga-gürültü, hakaret, aşağılama ve en sonunda da ayrılığa kadar gidebiliyor. Bunun birincil nedenlerinin başında, eşlerin evliliğin yapısına ilişkin yanlış algılamalarını görüyorum. Evliliği, “Benim dediğim, benim istediğim olacak” diye gören kişiler ne yazık ki kaybediyor. Çünkü evliliğin temelinde paylaşım var. Hiç kuşkusuz farklı kişilikler beraberinde, farklı zevkleri, farklı uğraşıları ve hayata farklı bakış açısını da getiriyor ancak, farklılıklarda buluşamamak evliliği bitiriyor ya da sancılı gitmesine neden oluyor.

    Zıt kutuplar flörtte birbirini çeker ama evlilikte iter

    Sevgiliniz dışa dönük, neşeli ve coşkulu dolu biriyken, siz de tam tersi içe dönük, durgun bir yapıya sahipseniz, birbirinize doyamazsınız. Siz onda coşkuyu, hareketi, o sizde dinginliği bulur. Flört ederken eğlenceli olur bu durum. Ama bir de evliliği düşünün… Evlendiniz ve eşiniz sürekli gezmek istiyor, yerinde duramıyor, dışarıya programlar düzenliyor. Siz ise evde onunla baş başa olmak istiyorsunuz. Evlilik terapilerinde en sık rastladığım sıkıntı budur. Çok farklı kişiliklerin, aynı evde sıkıntı yaşaması. Farklı kişilikler, birbirleriyle empati kuramazlar dolayısıyla birbirlerini anlayamazlar. Bir süre sonra karşılıklı memnuniyetsizlikler, suçlamalar, cinsel ceza ve eşlerin birbirinden uzaklaşma süreci başlar. Evliliğin yıpranmasına ve eşlerin birbirlerini zedelemesine neden olan “suçlama”, “eleştirme” davranışları arttıkça, öfke patlamaları kaçınılmaz olur. Bu sebepledir ki, birbirine benzer kişilik yapılarının evlilikleri daha sağlıklı ve uzun ömürlü olur.

    Günümüz insanı bencil

    Artık eskinin paylaşımcı insanı çok az. Özellikle genç nesilde, bencillik ön planda. Daha “ben merkezciler”. Sıkıntıya gelemiyorlar. Maddi çıkarları ön planda yer alıyor. İş, kariyer, para gibi maddesel gereçler, genç neslin olmazsa olmazları arasında. Liste başında bunlar olunca, sevgi, aşk, hoşgörü, karşı tarafa saygı duyma, sadakat gibi manevi kavramların içi boş kalıyor. Bu yüzdendir ki, günümüz insanı doyumsuz ve mutsuz. Maddi zenginlikleri mutlu olmak için bir araç değil de, amaç olarak gördükleri sürece kadınlar da, erkekler de mutsuzluklarıyla baş başa kalacaklar.

    İşkolik insanların sayısı gitgide artıyor. Kadın ya da erkek evliliğine ve eşine ayıracağı zamanın ve enerjinin tümünü işinde harcayınca, geriye o insanın posası kalıyor. Evlilik ise, posaları istemiyor.

    Evlilik birbirine zaman ve sevgi yatırımı yapmaktır

    Bu dünyada hiçbir ilişki yoktur ki, zaman ayırmadan, sevgi göstermeden ve emek harcamadan büyüsün. Evlilikte de böyle bir gerçeklik var. Gün boyu işlerinde olan eşler, eve yorgun gelir ve hiçbir paylaşım olmadan karınlarını doyurup, yatıp uyurlarsa, bunun sadece adı evlilik oluyor, içeriği değil. Gün içinde ne kadar yorulursanız yorulun, eşinize ve ilişkinize zaman ayırmalısınız. Evet bazen geceyi televizyon karşısında pinkleyerek geçirebilisiniz ama çoğu zaman, eşinizle paylaşımlarınız olmalı. Artık eşlerin televizyonları ve izledikleri programlar bile ayrı. Aynı evde ayrı hayatlar… “Televizyon izlerken el ele oturun” önerilerini bile yapamaz olduk çünkü dediğim gibi, eşlerin televizyon izledikleri odaları bile ayrı. Oysa aynı filmi izleyip, sonrasında yorumlamak bile bir paylaşımı getirir.

    Monotonlaşan evliliklere, en azından hafta sonları şehir dışına çıkma planları yapmalısınız, evliliğinize renk katmalısınız derim. Çoğunun verdiği yanıt şöyledir: “Aman gitmeyelim çünkü eşime yol boyunca katlanamam”.

    Sevginin paylaşımına gelince, evlilik sevgiyle beslenir. Sevgi dolu dokunuşlar, sevgiyle yapılan davranışlar, sevgi sözcükleri eşlerin mutlu olmasına neden olur. Öyle eşler biliyorum ki, bu konuda inatlaşıyorlar. “Neden hep ben yapıyorum, biraz da o yapsın.” “Sevgi dolu yaklaşırsam, tepeme çıkar.” Sevgiyi ifadede ve sevgiyi karşı tarafa aktarmadaki anlayış böyle olduğu sürece, kişilik çatışması yaşayan eşlerin, evliliklerinde sevgiyi yaşamaları çok zor.

    Artık bir yastıkta yaşlanılmıyor

    “Bir yastıkta kocayın…” temennileri günümüz insanında gerçekliğini yitirmiş gibi. Yeni evlilere, bir yastıkta yaşlanın iyi dilekleri söylenmiyor. Sadece mutluluklar dileniyor. Üstüne üstlük, yeni evlilerin de böyle bir niyeti olmuyor. “Olmazsa boşanırım…” mantığı ön planda şimdilerde. Çünkü kimse, kendisini değiştirmek istemiyor. Kendi hatalarını görüp, yüzleşmek ve bir de bu hataları onarmak yani değiştirmek, insana zor geliyor. İşin kolayını seçiyor çoğu; “Karşı tarafı değiştirmek” ya da “evliliği bitirmek”. Emek vermediğiniz bir ilişkiyi bitirmek her zaman kolaydır, emek verilmeyenden vazgeçmek zor değildir. Karşı tarafın davranışlarını ve kişiliğini eğip bükmek, kolunu kanadını kırmak daha kolaydır. Kendi kusurlarımıza neden olan yönlerimizi değiştirmek ise, çok daha zordur. Bencil, narsist, hiperaktif kişilik yapıları ise kendilerini değiştirmekten korkarlar. Çünkü değişim sancılıdır. Ve onlar acı çekmek istemezler, karşı tarafı acıtırlar.

    Ninelerimizin, dedelerimizin evliliklerine baktığımızda ve şimdilerdeki sağlıklı evlilikleri gözlemlediğimizde, eşlerin birbirlerine karşı sevgi ve saygı dolu olduklarını, ilişkilerine önem verdiklerini, maddenin değil de, duyguların ön planda olduğunu ve mutlu olmak için çaba gösterdiklerini görüyoruz.

    Değişim cesaret ister, eşler birbirlerine değil de kendilerine ayna tutmalılar

    Evliliklerinde mutlu olmak isteyen eşler, birbirlerini değil de, kendilerini irdelemeliler. Karşı tarafın eksiğini, gediğini değil de kendi eksik gediklerine bakarak evliliklerine çeki düzen vermeliler. Sorunlar karşısında mücadele vermeli, hemen pes etmemeliler. Tıpkı kartalların hayat öykülerinde olduğu gibi. Biliyorsunuz kartallar seksen yıl yaşarlar. İlk kırk yılın sonunda ya kendisini yenileyip, değişecektir ya da yok olup ölecektir. Yok olmayı seçen kartal, bir tepeye tüner ve yok olmayı bekleyerek ölür. Değişimi seçen kartal ise, tünediği tepede önce gagasını kırar yeni ve sağlam gagasının çıkması için, sonra eskimiş tırnaklarını kırarak yenilenmesini bekler. Daha sonra da kırlaşan tüylerinin dökülüp, yenilerinin çıkması için sabreder. Uzun bir sürecin, acı ve sancılı bir dönemin ardından, kartal kendisini yenilemiş, olumlu yönde değişmiş olarak hayata devam eder.

    Hiç birimiz acı çekmek istemeyiz ve acıdan kaçarız ancak bu bizim korkak yanımızdır ve rotası mutsuzluktur. İlişkilerimizdeki sorunlardan kaçmak, ilişkiyi yok etmek demektir. İlk evlilikleri boşanmayla biten kişiler, kişiliklerindeki hatalı yönleri törpülemezlerse, ikinci hatta üçüncü evlilikleri de mutsuz sonla biter.

    Evlilik terapileri, hastalanmış evliliklerin hastanesidir. Hasta erken teşhisle bize getirilirse, sonuç olumlu oluyor ama ölmüş bir evlilik geldiği zaman, terapinin ve terapistin de elinden bir şey gelmiyor. Evlenmeden önce kendinizi ve karşı tarafı olabildiğince objektif değerlendirmelisiniz. Onu olduğu gibi kabul edecekseniz evliliğe adım atın. Ve sorunlar karşısında fare değil de, kartal olun. Mutluluğu seçmeyi de sakın ola unutmayın.

  • Ayrılıkta cumartesi etkisi

    Ayrılıkta cumartesi etkisi

    Hayatı onsuz düşünemediğiniz sevdiğiniz insandan ayrılmanın şokundan kurtulmak istiyorsanız bazı pembe hileler yapın! Ayrılık hüznünden kurtulmanın en iyi yolu sosyalleşmek, en uygun gün ise cumartesi! Kendinizi yalnız hissedebileceğiniz özel (Cumartesi, Sevgililer Günü vb.) günlerde, “arama krizi”ne girmek istemiyorsanız; arkadaşlarınızla buluşun, hobiler edinin, kurslara yazılın… Bir de sakın telefon numarasını silmeyi unutmayın!

    Ayrılma kararı verilen bir ilişkiyi bitirmek neden bazıları için daha zordur veya hangi durumlarda ayrılık daha zor gelir? Medical Park Fatih Hastanesi’nden Klinik Psikolog Sinem Demir; duygusal ilişkilerde ayrılık meselesini farklı yönleriyle değerlendirdi:

    Duygusal bir ilişkinin bitmesi; bir kişi ile duygusal paylaşımın bitmesinin ötesinde, bir yaşam biçiminin kesintiye uğraması anlamına gelebilir: Birlikte yapılan sosyal faaliyetlerin, geleceğe yönelik hayallerin, ortak arkadaşlarla görüşmenin de kesilmesi gibi… Biten bir ilişkinin ardından, kişinin kendisini sosyal olarak konumlandırma biçimi de değişebilir; örneğin “evliliğe doğru giden” bir ilişkinin bitmesinin ardından, sosyal konum yeniden “bekâr” olarak değişir. Evlenmeyle ilişkili olumlu beklentileri olan bir kişi için ayrılık, bu açıdan da zorlayıcı olabilir. Boşanma yoluyla bekârlığa dönmek ise; sosyal çevrenin de etkisiyle, alışma sürecinin daha sancılı geçmesine yol açabilir.

    İlişkinin hayatın hangi döneminde bittiği de, ilişki sonrası dönemde yaşanan streste belirleyici olabilir. Genç yetişkinlik, geleceği olan bir ilişki beklentisinin en fazla olduğu dönemdir. Duygusal bir etki yaratmış, “karşılıklı uygunluk” olduğu gözlenmiş bir ilişkinin bitmesi, geleceğe yönelik yalnızlık endişesine ve duygusal ilişkilere dair ümitsizliğe yol açabilir. Diğer taraftan, bu dönemde duygular ve başa çıkma mekanizmaları gelişmiş olacağından, bitmiş ilişki daha sağlıklı değerlendirilebilir. Yetişkinlik ve olgunluk yıllarında bir ilişkinin bitmesinde; alışılmış bir düzenin bozulması, çocuklar ve maddi paylaşımlar gibi etkenler işin içine girer.

    “Daha iyisini bulamam” sendromu

    Bir araştırmaya göre; ayrıldıkları partnerlerine duygusal olarak daha yakın hissedenler, ilişkisi uzun süre devam etmiş olanlar ve ayrıldıkları kişi kadar iyi bir partneri bir daha bulamayacaklarına inananlar daha fazla stres yaşıyorlar.Ayrılma-devam etme arasında kalan bir kişinin (veya çiftin), duygusal bir ilişkiye dair beklentileri, çocukluk dönemlerinde yaşanmış ciddi ayrılıklardan da etkilenir. Bağlanma kuramına göre; çocukluk döneminde yaşanan ayrılık-bağlanma sorunları olan kişilerde, ayrılmaya ve reddedilmeye hassasiyet daha fazla olabiliyor ve bu kişiler, bir ilişkinin bitmesine abartılı tepkiler verebiliyorlar. Dahası, ayrılacaklarına emin oldukları ilişkiler kurabiliyorlar veya sağlıklı bir ilişkiyi farkında olmadan sabote ederek ayrılık-mutsuzluk döngüsünü hazırlayabiliyorlar.

    “Benliği Sessizleştirme” kuramına göre ise; kendilerini ancak duygusal bir ilişkide iken “var” olarak hisseden ve sırf ilişkiyi sürdürebilmek için kendi düşünce-duygularını bastıran kişiler, bir ayrılık durumunda depresyona daha yatkın oluyorlar.

    Bitiş şekli travma yaratabilir

    İlişkinin bitmeden önce nasıl olduğu ve ne şekilde bittiği de sonrasındaki ruhsal durumu etkileyebilir. Örneğin; duygusal ve/veya fiziksel tacizin yoğun yaşandığı bir ilişkinin bitişi sonrası, bir “rahatlama” olması beklenir. Ancak böylesi bir ilişki sonrası, taciz travmasının etkileriyle başa çıkmak gerekir. “Toz pembe” gibi görünen bir ilişkinin, aniden ve şok edici bir şekilde bitmesi ya da çok uzun yıllar “hangi yöne gideceği belli olamamış” bir ilişkinin bitmesi gibi ayrılık biçimleri de ayrılığın kabullenilmesini zorlaştırabilir.

    Ayrılığı anlamak

    Ayrılık sonrasında olumsuzu olumluya çevirmek için daha fazla beklentisi olanlar, depresyona daha az giriyorlar. Bu kişiler daha olumlu düşünceler geliştirmeye çalışıyorlar, fiziksel ve sosyal faaliyetlere ağırlık veriyorlar.Ancak bir ayrılık sonrasında hızlı bir şekilde olumsuz (üzüntü, öfke, yas gibi) duyguları bastırmak, uzun vadede sağlıklı bir durum değildir. Sağlıklı olan, ayrılık sonrasındaki bu olumsuz duyguları yaşamaya izin vermek ve biten ilişkiyi/ilişkideki rolümüzü yeniden değerlendirmektir. Bu noktada psikoterapi desteği alınabilir; çünkü ayrılığı anlamak, duygusal gelişim için bir fırsat olabilir. Sonrasında ise sadece yeni bir duygusal ilişki arayışı amacı içermeyen, ertelenmiş hobileri de kapsayabilecek yeni bir sosyalleşme ağı oluşturmaya başlanabilir.

    “Sevmek”, “hoşlanmak” ve “aşık olmak” gibi duygusal yüklemelerin nasıl yorumlandığı; bu duyguların yaşanmış ilişkiye ait duygular mı olduğu, yoksa o dönem yaşanan duygusal yoksunlukların etkisiyle mi karşıdaki kişinin yüceltildiği gibi konuların ele alınması; bitmiş ilişkiden yola çıkarak duyguların tanınması ve gelişmesi açısından önemlidir.

    ‘Cumartesi etkisi”nden korunun

    Bitmesi gerektiğinden emin olunan ancak bitirilemeyen ilişkilerde, davranışları kontrol etmek için önlemler almak da gerekebilir. Özellikle “Ayrılıkta Cumartesi Etkisi” olarak da adlandırılabilecek durumdan korunmakta fayda var. Çünkü sosyalleşmek için en cazip gün olan cumartesi, herkesin sokaklara döküldüğü, gözünüzün önünde sevgililerin dolaştığı bir gündür. Bu nedenle özel günlerde (cumartesi, hafta sonu, Sevgililer Günü vb.) kendinizi yalnız hissedebilir ve eski günleri hatırlayarak ani duygu patlamaları yaşayabilirsiniz. Bu tür günler, heyecanınızı ve duygularınızı depreştirebilir, bitmesi istenen ilişkiyi “aslında bir şans daha tanınabilir” gibi algılamanıza yol açabilir. Bunu önlemek için, o günden birkaç gün öncesinden başka planlar yapmalısınız; arkadaşlarınızla buluşmak, ertelenmiş hobilere başlamak veya kurslara yazılmak gibi…

    Telefon numarasını silin

    Kendinizi yalnız hissedebileceğiniz özel günlerde, verilmiş bir ayrılık kararını sabote edebilir ve sonradan pişman olacağınız aramalar yapabilirsiniz. Bu nedenle; ayrılmak istenen kişinin telefonunu ve e-posta adresini silmek, aniden gelişen arama isteğini kontrol almada işe yarayabilir. Neden ayrıldığınızı ve yeniden arama isteğinin neden gelişmiş olabileceğini bir kağıda yazmak da ani duygu patlamalarını sakinleştirebilir.

  • Sevilmeyen Erkek ve Kadın Tipleri

    Sevilmeyen Erkek ve Kadın Tipleri

    Pısırık olmayı bırakın. Eğer hoşlandığınız birine birlikte bir yere çıkmayı teklif ederseniz kabul eder. Nereye gideceğiniz konusunda bir beklentisi yoksa liderliği ele alın. Baskı altında olsanız da rahat olun, çok zor olmayacak. Ne tür yemekleri, hangi filmleri veya nerelere gitmeyi sevdiğini sorun. Kararsızsanız hoşuna gidecek bir kaç alternatif sunun ve seçmesine izin verin. Bazı şeyleri kontrol altına almanız gerektiği doğru ancak her zaman seçim yapma fırsatı da sunmalısınız.

    Arayacağını söyleyip aramayan

    Kadınlar ‘arayacağım’ deyip aramayan erkekle ilişkisini yeniden gözdn geçirir. Eğer onu bir daha görmeyecekseniz bunu kibarca yapmanız gerek. Bu bir kadını arayacağım diye umutlandırarak terk etmekten daha doğru.

    Hesabı bölen

    Kadınların feminist duygularını incitmekten korktuğunuz için hesabı ikiye böldürdüğünüzü söylemeyin. Eğer bir kadını dışarı davet ettiyseniz gece sonuna kadar tüm hesapları siz ödersiniz. Bunun cinsel ayrımcılıkla ilgisi yok. İlk buluşmada her zaman erkekler öder. Başka beklentiniz olmasın.

    Sarhoş, düzgün konuşmayan

    Eğer bir kaç kadeh içtikten sonra kendinizi kaybediyorsanız, yeni bir kadınla çıkarken dikkatli olmalısınız. Birlikte zaman geçirirken saçma sohbetler, anlamsız konuşmalar yapan bir erkek asla cazip olamaz. Bunun yerine ne kadar içtiğinize dikkat edin.

    Her şeyi onaylayan

    Hiçbir kadın her şeyi onaylayan bir erkekten hoşlanmaz. Tavsiyeler veren, sorular soran, ilgili erkekler daha caziptir.

    PEKİ ERKEKLER KADINLARDA NELERDEN HOŞLANMIYOR?

    Garip davranan

    Buluşmada özensizlik kabadır. Hiçbir erkek son dakika randevusunu erteleyen, iptal eden bir kadından hoşlanmaz. Düşüncesiz tavırlarınız, hazırlanamama gibi nedenlerle geç kalma erkekleri kızdırır. Örneğin herhangi bir nedenle geç kalacaksanız mutlaka haber verin.

    Süper kendine güven

    Kendine güvenmek doğrudur ancak çok fazla özgürlük kötü olabilir. Ondan daha iyiymiş ve ihtiyacınız yokmuş gibi davranmanız onun için hoş bir durum değil. Siz onun yerinde olsaydınız bu kadar kendini beğenen biriyle olur muydunuz?

    Erkekler basit ihtiyaçları olan basit varlıklardır. Biriyle çıktığınızda kendinizi ona bırakın, ‘kendi hesabımı öderim’ mantığından uzaklaşın ve hesabı ödemesine izin verin. Zaman zaman eski moda davranışlarda bulunmak aranızdaki iletişimi arttırır.

    Biyolojik saatiniz

    Üzgünüz bayanlar ama erkekler bir kadının bebek yapma süresinin az kalması ve çocuk sahibi olma konusunda baskı istemezler. Bir erkeğin çocuk sahibi olma konusundaki görüşünü merak ediyor olabilirsiniz. Ancak ilk buluşmada çocuk sahibi olmak isteyip istemediğini sormanız onu kaçırmanıza neden olur. Birbirinizi tanıdıktan sonra zamanla evlilik ve çocuk hakkındaki düşüncelerini öğrenirsiniz. vaktiniz azsa ve ciddi planlar yapmıyorsanız zaman kaybetmeyebilirsiniz.

    Kötü erkek bağımlılığı

    Kadınlar çekici, flörtöz, oyuncu erkeklerden hoşlanır. Onunla vakit geçirmek, birlikte olmak ister. Genç kızlık dönemlerinizdeki bu halinizden kurtulun. Kötü çocukla mı yoksa iyi çocukla mı birlikte olmak istiyorsanız karar verin.

  • Her İlişkide Uyulması Gereken Kurallar

    Her İlişkide Uyulması Gereken Kurallar

    Hayatınızın merkezini ona ayırdınız. Fakat bu her davranışını desteklediğinizi göstermez. Bu davranışları değiştirerek aşık olduğunuz adamı ‘kusursuzlaştırmak’ istemez misiniz?

    Bu aslında dünyanın en eski alışkanlıklarından biri. En büyük tepkileri en sevdiklerimize veririz. Aslında sır sessizlikte gizli. Unutmayın, ilgisiz olmak hem özgürlüğünüz, hem de göreviniz. Erkeklerin ‘duygusal ölçeklerini’ tespit etmek zordur, fakat kesişim noktaları pek farklılık göstermez. Anlatmamak ama anlaşılmak isterler. Siz de onların dilinden konuşun.

    ‘Erkek dili’ dersine başlamadan önce bir uyarı yapalım:

    Onu değiştirmeye çalışmayın, karakterine saygı duyun ve özümseyin. Sadece tutumlar şekildeğiştirebilir, özellikler asla değişmez.
    İlgisiz olma ilgisi

    Bu size acımasızlık olarak gelmesin. Ama o size yanlış olduğunu düşündüğünüz bir şey anlattığında, ya da sizin sinirlerinizi bozduğunda susun. O ilk aşamada rahatlamak için anlatır, sohbet için değil. İlgiyle dinleyin ama ilgi göstermeyin ve konuyu değiştirin. Tepkili olduğunuz davranışı başkasına karşı yaptığında bu kadar sakin kalmak elbette daha kolay olacaktır.

    İlginizi sevdiğiniz kişinin davranışından kendi mutluluğunuza çevirin. Mutlu olduğunuz kadar mutluhissettirirsiniz, rahat olduğunuz kadar da rahat…
    ‘Ne yaptığını önemsemiyorum, seni seviyorum’

    Bunu duymak tahmininizden daha etkilidir. Güven verir. Uygun zaman geçtikten sonra, yani o yeterince’rahat’ hissettikten sonra, ‘Şöyle yaptın, şu sebepten yanlış’ demek yerine karşı argüman geliştirin. ‘Şöyle davransan, daha iyi hissederdim/hissederdi’ demeyi tercih edin. Bu ayna etkisi yaratır.

    Unutmayın! Ona nasıl bakarsanız, size öyle bakar.

  • Bakışlarla etkileme

    Bakışlarla etkileme

    Doğru zamanda doğru bakışları kullanarak karşınızdaki kişileri kolayca etkiniz altına almanız mümkün.

    Ondan hoşlandığınızı gösterin

    Bakış: Direkt olarak gözlerinin içine bakın.

    Başınız yana doğru hafifçe eğikken birkaç saniye boyunca gülümseyin ve sonra başka yöne çevirin.Neden işe yarıyor? Bu, aslında doğamızdan gelen bir flörtleşme şekli. Antropolog Helen Fischer “Çiftleşme bakışı dediğimiz bu özel bakışma genellikle maymunlarda görülür” diyor ve şöyle devam ediyor: “Dişi bir maymun bu bakışı tekrarlar ve bu sayede erkek maymunu kendine yaklaşmak konusunda teşvik eder. Erkekler, bu harekete tepki verir çünkü binlerce yıl önce yaşamı devam ettirebilmek için cinsel çekim sinyalleri göndermek gerekliydi” diyor. Ona bir kez bakıp sonra bakışlarınızı kaçırmanız, karşınızdaki erkekte sizi takip etme isteği uyandırır. Bu, sizin zor elde edilen bir kadın olduğunuzun altını çizer.

    Sinir bozucu birini susturun

    Bakış: Alnına bakın ve sonra başınızı uzaklara çevirerek sizinle göz teması kurmasını engelleyin.Neden işe yarıyor? Fisher “Alnında bir noktaya odaklanmanız mesafeli olduğunuzu gösterdiği gibi, ondan üstün olduğunuzu hissettirir. Çünkü direkt olarak gözlerinin içine bakmak yerine, gözlerinin üst kısınma bakmaktasınızdır. Kafayı çevirmek ise, şempanze ve goriller arasındaki bir gözdağı verme şeklidir. Givens, bunun biyolojide limitleme anlamına geldiğini belirtiyor ve şöyle devam ediyor: “Şempanzeler bunu, egemenliklerini ilan etmek ve gruptaki diğer canlılar üzerinde üstünlük kurmak için kullanır.” Siz de uzaklara bakarak karşınızdakine “Seni umursamıyorum” mesajını verirsiniz.

    Patronunuzun gözüne girin

    Bakış: Patronunuz kadınsa, gözlerinizi hiç kaçırmadan ona bakın. Ama eğer bir erkekse, 30 saniye boyunca gözlerine baktıktan sonra ara verip birkaç saniye yere bakın.

    Bir tartışmayı kazanın

    Bakış: Kendi fikrinizi savunurken kaşlarınızı kaldırarak göz teması kurun.

    Neden işe yarıyor? Givens “Bir maymun, egemenliğini ilan etmek istediğinde, gözünü dikip bakışlarını yukarı aşağı indirir ve kaldırır. Kaşları kaldırmak, göz temasına dikkat çektiğinden bakışı her zamankinden daha fazla ikna edici bir hale getirir” diyor. Politikacıların bunu devamlı yaptığını görebilirsiniz.Bir an önce bağışlanın

    Bakış: Tıpkı dua eder gibi başınız karşıya bakarken gözlerinizi aşağı indirin.

    Neden işe yarıyor? Bakışlarınızı aşağı indirip başınızı itaatkâr bir pozisyonda tutmanız, karşınızdaki insana hatalı olduğunuzu bildiğiniz mesajını verir. Ayrıca bu hareket, karşı tarafın konuyu bir üst seviyeye taşımasını da engeller. Givens “Hayvanlar, böylesine bir saygı gösterisi gördüklerinde karşılarındakine saldırmaz” diyor. Sevgilinizle veya en yakın arkadaşınızla kavga ettiğinizde bu yöntemi uygulayarak tartışmanın gereksiz yere uzamasını engelleyebilirsiniz.

  • Evlilik mi,Kariyer mi?

    Evlilik mi,Kariyer mi?

    Bu iki kelime arasında kararsız mı kalıyorsunuz? Bunların ikisi de önemli mi diyorsunuz? Gelgitler mi yaşıyorsunuz; bunun için mutlaka iyi düşünmelisiniz…

    Kariyer hayatınızın bir dönüm noktasıdır; çocukluk, eğitim, tecrübeler derken hayat akıp gitmeye ve yoğunlukları da beraberinde getirmeye devam eder. Hayatınızdaki tüm dönüm noktaları sizi gelecekte yapacaklarınızla karşılaştırır; eğer kariyer sahibi olmak istiyorsanız işkolik olmaktan geçtiğine inanırsınız, aslında kariyer sahibi olmakla işkolik olmanın hiç de alakası olmadığını belirtmek isterim. Aslında her yaptığınız şeyi kararında yaparsanız hayatın tüm mutluluk veren nimetlerinden yararlanabilirsiniz.

    Bunun için yapmanız gereken her şeyi kararında uygulamak; örneğin; iş için ayırdığınız zamanı iş için ayırın, eve iş getirmeyin eve geldiğinizde artık işten bahsetmeyin, sizi mutlu eden şeylerle meşgul olun. Evlilik kararı kolay verilecek bir karar asla değildir. Bunun için iyi düşünün karşınızdaki kişinin size ne kadar değer verdiğini, onun hayatında nerede olduğunuzu iyi bilin.

    Uzun süreli ilişkiler evlilik için en doğru adımı oluşturur. Bunu göz önünde bulundurarak ilişkiye başlayın. Sürekli kendinizi ön plana atmayın unutmayın ki karşıdaki kişinin de kendine ait bir hayatı var. Bunun için ikisi arasında seçim yapmaktan vazgeçin siz sadece hayatınızdaki şeyleri sıraya koyun ve planlı yaşayın, eğer bunu uygularsanız asla pişman olacak şeyler yaşamazsınız.

  • Boşanacak çiftler baştan bellidir

    Boşanacak çiftler baştan bellidir

    Eğer evliliğinizle ilgili sorunları çok ciddi buluyor, bunlardan söz etmeyi yararsız görüyor ve yalnızlık çekiyorsanız sonun başlangıcındasınız.

    Hayatın her alanında olduğu gibi evlilikte de konuşmak, anlaşmak anahtar sözcükler. Çiftler bunu kendileri başaramıyorlarsa bir evlilik terapistinden yardım almaları gerekiyor. Davranış Bilimleri Enstitüsü Kurucu Başkanı Psikolog Emre Konuk, bazen insanların evlenecekleri insanla nerede oturacaklarından çocuk doğurup doğurmayacaklarına kadar pek çok konuyu ‘konuşmadıklarını’ söylüyor. Psikolog Emre Konuk anlattı:

    Geçmişte travma yaşayanların evlilikleri kötü mü gidiyor?
    Bu çok önemli bir risk. Eğer kişinin geçmişinde çözülmemiş ve hâlâ etkili travmatik olaylar varsa evlilik kalitesinin düşmesi olası. Mesela kişi şiddete maruz kalmışsa, ailesinde şiddet gözlemişse ya da cinsel taciz, ihmal edilme gibi sorunlarla karşılaşmışsa bu durum evliliği olumsuz etkileyebilir. Bir başka gözlemlediğimiz şey de şu: Eğer evli çiftler geçmişlerinden söz ederken iyi ve güzel şeyleri anlatıyorlarsa sorunları çözmek daha kolay. Buna karşılık evlilikleri çıkmaza girenler hep kötü anları hatırlıyor. Ya zamanında hatırlanacak yoğunlukta ve sıklıkta güzel bir an yaşamamışlar, ya da kötü anılar yüzünden iyiler de artık hatırlanmayacak hale gelmiş. Bir de bozuk aile ilişkileri evliliği riske sokar.

    Biraz açar mısınız? Bozuk aile ilişkilerinden neyi kastediyorsunuz?
    Bazılarının ortalama bir aileden farklı yaşam tarzları olabiliyor. Mesela eve ne zaman gelineceği, gidileceği, ne zaman yemek yenileceği, televizyonda hangi programın seyredileceği, giyim kuşamını nasıl olması gerektiği gibi bazı aile kuralları yerine oturmamış, herkes tarafından benimsenmemiş olabilir. Birçok aile, yaşamı içinde bu meseleleri halleder. Uzun boylu konuşmazlar bile! Akşam aile oturur televizyonda bir şeyler seyreder, birileri mızmız eder ama ciddi bir sorun çıkmaz. Akşamları yedi-sekiz arasında sofraya oturulur, yemek yenilir. Evin gençleri ne zaman sokağa çıkabileceğini, hangi koşullar altında izin alması gerektiğini bilir. Bütün aileler bu kuralları oturtmak zorundadır. Sofra kurulmasından bulaşıkların yıkanmasına kadar birçok şey, bazı ailelerde hiç halledilmeyen sorunlara dönüşebilir. Ve bozuk aile ilişkileri ortaya çıkar.

    Peki bu durum nasıl düzelir?
    Konuşmak ve anlaşmak anahtar sözcükler. Eğer kendileri bunu beceremiyorsa bir evlilik terapistinden yardım almaları gerekir. Aslında kritik nokta şu: Evlenirken insanlar nerede oturacaklarını, nerede yaşayacaklarını, hatta çocuk doğurup doğurmayacaklarını konuşmuyorlar. Çocuk doğduktan sonra ne yapacaklar? Kim kalkacak, kim bebeğin mamasını hazırlayacak? Anne çocukla uğraştığına göre alışverişi kim yapacak?

    Hangi sorunlar kalıcı olma ihtimali var?
    Biriyle berabersiniz ama dikkatinizi çekecek kadar alkol ya da bir madde kullanımı var. Akşam yemeklerine çıktığınızda sıkça sarhoş oluyor. Bu çok ciddi bir durum. Çünkü bağımlılık bugünden yarına kolay değişen bir şey değil. Dolayısıyla birinin alkol, kumar, at yarışı, televizyon gibi bağımlılıkları varsa bilin ki bu sorun evlendikten sonra da devam edecek.

    Evlenince düzelme ihtimali hiç mi yok?
    Genellikle bu çok küçük bir olasılık. Evliliğinde problem yaşayanlara soruyoruz: “Peki siz nişanlıyken şikâyet ettiğiniz bu sorunları görmüyor muydunuz?” Çok sık aldığımız yanıtsa şu oluyor: “Vardı! O zamanda böyle beni ihmal eder, çabuk öfkelenirdi ama düzelteceğimi sanıyordum.” Maalesef birçok kişi kendini Saba melikesi ya da Büyük İskender olarak gördüğü için her şeyi düzeltebileceğini sanıyor. Bir evlilikte en zararlı düşünce bu. Çünkü evlilik eğlencelik bir alan değil. Aile kurmak, çocuk sahibi olmak, başka doyumlar almak için evlenilir, eğlenmek için değil!

    Evliliklerinden doyum almayanlarla konuştuğumuz zaman niye evlendiklerini sorarız. Birçok çift eşinin saygı duyduğu nitelikleri konusunda bir şey söyleyemez. Ama birbirlerini çok sevdiklerini, âşık olduklarını kolayca anlatırlar. “Peki ama eşinin neyini beğeniyordun?” diye sorunca “Beni çok seviyordu, ben de çok âşıktım” diye yanıtlayabiliyorlar. Halbuki evliliği iyi gidenlere bu soruyu sorduğumuzda çiftler saygı duyduğu birkaç özellikten söz edebiliyor.

    Aşk bir evlilik için yeterli değil mi yani?
    Aynen öyle. Hatta bu açıdan bakarsak görücü usulüyle evlenmek daha garanti. Çünkü saydığımız bütün risk faktörlerini anne-baba eliyor. Eğitim farkı var mı, dürüst mü, ahlaklı mı, kötü alışkanlığı var mı? Bu risk faktörlerini eledikten sonra geriye bir tek iki insanın birbirine yakınlık duyması kalıyor. O da oluyorsa evleniyorlar. Oysa aşk dediğin zaman bu kriterlere bakmazsın bile. Bir başka tehlikeli durum da, seksin ilişkinin ana motoru haline gelmesi. Eğer ortak beğeniler, paylaşım yok, bir tek seks varsa ilişki tehlikede anlamına gelir. Evlenmeden önce cinselliği yaşayanların birçoğu sanıyorlar ki iyi seks evlendikten sonra da hep böyle mükemmel devam edecek. Böyle bir şey olmuyor tabii!

    Eşlerden biri evlilikteki sorunu anneye ya da babaya bağlıyorsa çözüm ne olmalı?
    Evliliklerde maalesef bu çok yapılır. Eğer bir sorun var ve bu aileye bağlanıyorsa o evlilikten hiç hayır gelmez. Sizi rahatsız eden şeyi ilişki problemi olarak algılamıyorsanız kaynanayı ne yapabilirsiniz ki? Kaynanayla uğraşamazsın. İlişkiyle uğraşabilir, onu değiştirebilirsin.

    İşin sonuna geldiğimizi nasıl anlarız?
    Birçok çift terapiye geldiğinde aralarında iletişim problemleri olduğunu, çocukla ilgili konularda anlaşmazlık olduğunu söyler. “Peki evliliğinizde ciddi bir sorun var mı?” diye sorduğumuzda “Hayır, yok” derler. Mesela nasır çok acıtır, bağırtacak kadar acıtır, ama öldürmez. Migren krizi bir hafta sonu evinde kapalı kalmanıza yol açabilir. Kendini yerden yere atarsınız, ama hayati bir sorununuz yoktur. İşte ne zaman “Evliliğimizde ciddi sorunlar var” cümlesi söylenirse anlayın ki o evlilik tehlikede. Taraflardan biri artık bir noktaya gelip, sorunları paylaşmak istemiyor. Ona göre artık sorunlardan söz etmek yararsızdır. Hele sorunlardan söz etmeyen kadınsa, anlayalım ki kadın o evliliğin ipini çekmiş.

    Neden kadın daha belirleyici?
    Erkekler çoğunlukla “Bunları paylaşmak, konuşmak bir işe yaramıyor. Daha çok kavga ediyoruz” diyor. Yani kavga çıkmaması için susabiliyor. Ama “Eşini seviyor musun?” diye sorduğumuzda “Çok seviyorum, çok iyi annedir. Bir tek dırdırı var” diyor. Bu konuşmadan anlıyoruz ki, erkek konuşmayı yararsız görüyor. Ama kadının konuşmayı yararsız görmesi artık o kocayı yararsız görmesi anlamına gelir. Boşanmadan az önce ya da aldatmaya doğru süreçte bir başka tehlikeli nokta da eşlerden birinin sorunları tek başına çözmeye çalışması. Mesela daha önce kadın eve geldiğinde çocuğunun okuldaki sorunlarını, kendi problemlerini anlatıyor ama bir zaman sonra bunlardan hiç bahsetmiyorsa kritik bir süreç başlamıştır. Kadın artık okulda bir problem varsa kocasına söylemez, okula gider, öğretmenle konuşur, kendi çözmeye çalışır. Veya kendiyle ilgili sorunları için arkadaşlarından destek alır. İşte bunlar artık evliliğin sonuna doğru gözlemlediklerimiz. Bir de bütün bunlar sırasında evlilikte paralel bir yaşam olur. Yani aynı ev paylaşılır ama kimse kimseyle konuşmaz, herkes kendi işine bakıp ihtiyaçlarını karşılar. Kronik olarak kendini yalnız hissetme depresif bir halin de belirtisi olabilir ama değilse o evlilikte ciddi bir sorun vardır.

    Aldatılan biri neler hisseder?
    İnsan canlısının yaşayabileceği en büyük acının sevdiği birinin ölümüyle yaşandığı söylenir. Bu yüzden de matem tutulur. Matem de makul bir sürede biter. Ama ihanete uğramış biri ömrünün sonuna kadar daha büyük bir acı yaşamaz. Aldatmada yaşanan tek bir duygu değildir. Çoğu zaman birçok duygu ve düşünce çelişir: Kızgınlık, öfke, çaresizlik, dışlanma, utanç, intikam, beğenilmeme, kendine olan güvenin sarsılması, ayrılmayı istemek ama aynı zamanda kazanmaya çalışmak, zarar vermeyi istemek, yalnız kalmaktan korku, başkaları ne diyecek, insanlar bana acıyarak bakacaklar ve daha bir sürü son derece yıpratıcı duygu ve düşünce. Bunlar aldatılan kadın veya erkeklerin ortak yaşantısı. Dışavurumu farklılık gösteriyor.

    Peki eşler neden aldatır?
    Konuyla ilgili çalışmalardan değil, yıllar içinde bana anlatılanlar, terapiye gelenler ve gözlemlerinden bir şeyler aktarabilirim. Aldatma konusunda kadınları ve erkekleri birbirinden ayırmak gerekiyor. Türk erkeği evlilik dışı ilişkiyi, kendisi için ahlaki bir sorun olarak görmez ve doğal karşılar. Bu erkekleri yoldan çıkmaya ciddi biçimde özendirir. Eğitim çok erken başlar. Anne baba ve diğer aile büyükleri oğullarının karşı cinse olan düşkünlüğünü, biçimini sorgulamadan alabildiğine destekler. Kız arkadaşıyla çıkarken başka bir kızla ilişki kurarsa, bu onun doğal hakkı olarak görülür. Aldatan Türk erkeğini sınıflandırdığımızda karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor: Şeytana uyanlar, aldatmadan duramayanlar, romantikler ve eşiyle sorunu olduğunu söyleyenler.

    Kimlerin ‘şeytana uyma’ potansiyeli yüksek?
    Eşini aldatanların büyük bir kısmı biraz önce söylediğimiz bir eğitim sürecinden geçenlerden çıkar. Çevresindeki yetişkinler durmadan zamparalık hikâyeleri anlatırlar ve bununla övünürler. Önüne çıkan fırsatları değerlendirmeyenler, ‘anasının kuzusu’, ya da ‘light erkek’dir. Bir halt edip de yakalanırsa beyninin oyulacağını, çocuklarının hesap soracağını düşünenler uzun süre eşlerini aldatmadan işi götürürler. Yaklaşık bir istatistikle evliliğin ilk birkaç yılından sonra kader ağlarını örer ve olan olur. İşin cinsel yanı genellikle ön plandadır. Yakalanana kadar da böyle gider. Eşini aldatması için evliliğiyle ilgili önemli bir sorunu olması da gerekmez. İyi bir aile babası olarak, dersini de almışsa bir daha yaramazlık yapmadan önce 36 defa düşünür. Bu türün yarattığı tahribat, uslu çocuk olup denilenleri yaparsa nispeten kolay giderilir. Bu grupta boşanma oranı düşüktür. Ancak evliliğin kalitesi dikkat edilmezse ciddi biçimde etkilenir.

  • İyi aşık olmak evliliğe yetmez!

    İyi aşık olmak evliliğe yetmez!

    Prof. Dr. Nevzat Tarhan, aşk su gibidir fazla kaynarsa buharlaşır diyor ve ekliyor: “Aşkın formülü H20’dur. Oksijen ve hidrojen atmosferde özgürdür. Birleşince yaşam kaynağı su olurlar. Özgürce akan bir su, yolunu bulur ama onu fazla kaynatırsanız sonunda buhar olur.”

    Aşk iyi ilişkinin sebebi değil, aşk iyi ilişkinin sonucudur

    Bu söz ezber bozucu bir sözdür. Çünkü iyi aşık olmak iyi evlilik için yeterli değildir. Bu nedenle iyi aşıklar birbirlerine bakan ve sarılanlar değil aynı yöne benzer biçimde bakanlardır.

    Aşkın düşmanları: İnatçılık en büyük düşmandır

    – Pozitif iletişim kurulamazsa aşk buhar olup uçar.

    – Erkek romans verir seks ister, kadın seks verir romans ister. Taraflar bunu bilmelidir.

    – Aşık olmak H2O olmaktır. Oksijen ve hidrojen atmosferde özgürdür. Birleştiklerinde yaşam kaynağı olurlar ama özgürlükleri sınırlanmıştır artık. Hem özgür hem de iyi aşık olunamaz.

    – İyi aşık önce sevdiğini anlamaya çalışır sonra kendini bilmeye ve değiştirmeye çalışır daha sonra eşini değiştirmeye çalışır. Bu sıra bozulursa aşk zarar görür.

    – İyi aşıklar sıkıntılı durumlarda kişiliklerinin bir bölümüne tampon görevi verirler. Olayları yumuşatıp daha sonra tepki verirler. Düşünce katılığından vazgeçip düşünce esnekliği gösterirler. Yani inatçılık Aşkın en büyük düşmanıdır.

    – İyi aşıklar günlük ve anlık ihtiyaçları ile uzun vadeli amaçları arasında denge kurmayı başarırlar.

    – Aşkın en büyük düşmanı bencil bir vericiliktir. Bencil verici verdikten sonra karşılık bekler. Aşık olduğu kişiyi kendisinin parçası gibi görür.

    Yanan ateşi canlı tutun

    Aşk uzun bir yolculuğa çıkmak veya yanan bir ateşi seyretmek gibidir. Ateşe aşkla bakanlar onu canlı tutmak için çalışmazlarsa ateş söner. Aşkın kısa sürmesinin sebebi aşıkların ateşin içine atılıp yanmanın gerektiğini düşünmeleridir. Beslenemeyen bakılmayan ateş söndüğü gibi bakımsız ilişki kolay söner.

    Bu tuzaklara düşmeyin

    Aşkın birinci tuzağı, aşkın “Bir insanın diğer insan içinde kaybolması” olarak anlaşılmasıdır. Karşı tarafın özgürlüğünü yok ettiği için aşk devam etmez. Aşk yolculuğunda fırtınalı dönemlerde hemen gemiyi terk etmek güveni zayıflatır ve aşka zarar verir.

    “Aşkın gözü kördür, kaynanalar olmasaydı” sözü olumsuzu ve olumluyu aynı zamanda görüp olumluyu bekleyen aşıklar tuzağa düşmezler. Yanlış anlaşılmış bir feminizmdir. Kadın ve erkek ilişkisini kadın erkek savaşlarına dönüştüren feminizm aileyi ve aşkı kurban ediyor. Kadın erkek birbirini tamamlamayı asıl, çatışmayı istisna yapan ilişkilerde aşk uzun ömürlü olur.

    Aşk acısı nasıl unutulur?

    Adamın birisi Nasrettin hocaya soruyor eşeğimi kaybettim ne yapayım diye. Nasrettin hoca topluluğa soruyor aranızda hiç aşık olmayan var mı? Diye. Bir kişi çıkıyor. Sonra Hoca eşeğini kaybeden adama dönüyor “Aradığın eşek bulunmuştur” diye. Aşkı tatmayan çok insani bir tadı tatmamış demektir.

    Aşk acısını unutmanın kısa yolu ikinci bir aşk aramaktır. Ancak öç alma duygusu ile hareket edilirse yeni bir maceraya girilir. Amaca yönelik aşk, içinde bilgelik olan aşktır ve devamlıdır.Yaşam amacını unutmadan aşık olmayı başarmak emek ve yatırım gerektirir.

    Erkeğin aldatması cinsel, kadınınki romantiktir

    Biyolojik olarak erkeklerin cinsel aldatma riski kadınların romantik aldatma riskleri eşittir. Cinsel aldatma ve poligami eğilimi erkekte yüksektir. Cinsel aldatma romantizme ciddi zararlar verdiği ve kontrolü zor olduğu için erkekler daha çok aldatıyor gözüküyorlar. Namus kadın ve erkek için aynıdır.