Kategori: İlişkiler

  • Hangi burçlar daha iyi anlaşıyor?

    Hangi burçlar daha iyi anlaşıyor?

    En yakın arkadaşınızın veya sevgilinizin burcu hangisi? Hangi burçlarla daha iyi anlaşıyorsunuz. İşte uyumlu burçlar ve özellikleri…

    Koç
    Arası çok iyi: Aslan, Yay
    İyi: Boğa, İkizler, Kova, Balık
    Kötü: Yengeç, Terazi, Oğlak
    Ne iyi ne kötü: Başak, Akrep

    Boğa
    Arası çok iyi: Başak, Oğlak
    İyi: İkizler, Yengeç, Balık, Koç
    Kötü: Kova, Aslan, Akrep
    Ne iyi ne kötü: Terazi, Yay

    İkizler
    Arası çok iyi: Terazi, Kova
    İyi: Yengeç, Aslan, Koç, Boğa
    Kötü: Başak, Yay
    Ne iyi ne kötü: Akrep, Oğlak, Balık

    Yengeç
    Arası çok iyi: Akrep, Balık
    İyi: Aslan, Başak, Boğa, İkizler
    Kötü: Koç, Terazi, Oğlak
    Ne iyi ne kötü: Yay, Kova

    Aslan
    Arası çok iyi: Yay, Koç
    İyi: Başak, Terazi, İkizler, Yengeç
    Kötü: Akrep, Kova, Boğa
    Ne iyi ne kötü: Koç, İkizler

    Başak
    Arası çok iyi: Boğa, Oğlak
    İyi: İkizler, Yengeç, Balık, Koç
    Kötü: Kova, Aslan, Akrep
    Ne iyi ne kötü: Terazi, Yay

    Terazi
    Arası çok iyi: Boğa, Başak
    İyi: Kova, Balık, Akrep, Yay
    Kötü: Koç, Yengeç, Terazi
    Ne iyi ne kötü: İkizler, Aslan

    Akrep
    Arası çok iyi: Balık, Yengeç
    İyi: Yay, Oğlak, Başak, Terazi
    Kötü: Kova, Boğa, Aslan
    Ne iyi ne kötü: Koç, İkizler

    Yay
    Arası çok iyi: Koç ve Aslan
    İyi: Oğlak, Kova, Terazi, Akrep
    Kötü: Balık, İkizler, Başak
    Ne iyi ne kötü: Boğa, Yengeç

    Oğlak
    Arası çok iyi: Boğa, Başak
    İyi: Kova, Balık, Akrep, Yay
    Kötü: Koç, Yengeç, Terazi
    Ne iyi ne kötü: İkizler, Aslan

    Kova
    Arası çok iyi: İkizler,Terazi
    İyi: Yay, Oğlak, Balık, Koç
    Kötü: Boğa, Aslan, Akrep
    Ne iyi ne kötü: Yengeç, Başak

    Balık
    Arası çok iyi: Yengeç, Akrep
    İyi: Oğlak, Kova, Koç, Boğa
    Kötü: İkizler, Başak, yay
    Ne iyi ne kötü: Aslan, Terazi

  • Aşk aptallaştırıyor

    Aşk aptallaştırıyor

    Hint domuzları üzerinde yapılan bir deneyle kanıtlandı.

    Viyana Üniversitesi’nde görevli davranış bilimi uzmanları, “Aşk aptallaştırır” tahminini hayvanlar üzerinde yaptıkları deneyle kanıtladı. Hint domuzları üzerinde yapılan deneylerde partneri olanların daha zor öğrendikleri ve hafızalarının yalnız olanlara oranla daha kötü olduğu saptandı.

    Bir labirentin aynı köşesine her gün yiyecek bırakıldı. “Aşık olan” domuzların yiyeceğin yerini anımsama konusunda yalnız olanlara oranla zorlandığı ve öğrenme konusunda da zorluk çektikleri ortaya çıktı. Araştırma sayesinde aşkın hayvanlarda aklın karışmasına, akıl tutulmasına neden olduğu bilimsel olarak kanıtlandı.

  • Evliliğinizi sürdürmek için bir mühendisle evlenin

    Evliliğinizi sürdürmek için bir mühendisle evlenin

    Acaba mesleğinizle boşanma riskiniz arasında bir ilişki olabilir mi? İngiltere’de yapılan bir araştırma, boşanma olasılığı en yüksek meslekleri ortaya çıkardı.

    Eşiniz doktorsa boşanma olasılığınız yüksek. Gözlükçü veya mühendis iseniz, sizin boşanmayı talep etme olasılığınız düşük. İngiliz The Telegraph gazetesinin desteklediği bir araştırmadan çıkan sonuç bu. Uzmanlar 449 mesleğin evliliklere etkilerini incelemişler.

    İş psikoloğu ve British Psychological Society üyesi Dai Williams “Son derece heyecan verici bir araştırma alanı; ne gibi sürprizlerle karşılaşacağınızı asla bilemezsiniz” diyor.

    Dansçılar, koreograflar, barmenler ve kineziterapistlerin eşlerinden boşanma olasılığı yüzde 40 imiş. Hastabakıcılar, sanatçılar ve profesyonel sporcuların boşanma olasılığı yüzde 30’a yakın.
    Buna karşılık ‘evliliklerinin devam etmesi açısından en sağlam meslek’ ise ziraat mühendisliği: Boşanma riskleri sadece yüzde 2.

    Diğer ilginç bir bulgu: İş yoğunluğunun, mesai saatlerinin ve fazla mesainin boşanmalar üzerinde bir etkisi yokmuş.

    İşte huzur arayan evde de arar

    Danışman ve koç Hamid Aguini “Genellikle işinde denge ve huzur arayanlar, aile hayatında da aynı şeyi istiyor” diyor. Uzmana göre, çok insanla temas ve çok seyahat gerektiren meslekler, doğal olarak, boşanma riski yüksek olanlar.

    Aynı şekilde “kişisel gelişim ve kendi hakkında düşünmek gerektiren (oyunculuk gibi) meslekler de, insanların kendilerini, iş ve özel hayatlarını ve ilişkilerini sorgulamalarına sebep oluyor. Bu da riski artırıyor” diyor.

    Genelde, insanlar evinde nasıl bir ortam istiyorsa, işinde de aynı ortamı hedefliyor. Bu açından mühendislerin ‘boşanma riski en düşük’ kategori olmaları normal, diyor uzmanlar; çünkü mühendisler rasyonal insanlardır ve işte de evde de stabilite isterler.

    Ayrıca, Aguini “İki zıt insanın dengeli ve kalıcı bir evlilik yapması güç” diyor; “Yüksek riskli bir gruptan bir kadın veya erkeğin daha rutin ve stabilite eğilimli gruptan biriyle evliliğini sürdürmesi zor.”

    Hürriyet

  • Boşanma Süreci Hızlı mı Gerçekleşmeli

    Boşanma Süreci Hızlı mı Gerçekleşmeli

    Boşanma davaları bireylerin psikolojisini nasıl etkiler?

    Fransa’da boşanma davalarını hızlandırmak için hazırlanan yasa tasarısı, tüm dünyada sonrasında yaşanabilecek psikolojik sorunlarla ilgili tartışmaları da beraberinde getirdi.

    Peki, gerçekten ani bir kararla verilen ve kısa sürede sonuçlanan boşanma davaları bireylerin psikolojisini nasıl etkiler

    Sorunun cevabını DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü’nden Uzman Klinik Psikolog Zeynep Zat verdi.

    Fransa Adalet Bakanı Christiane Taubira’nın, mahkemelerdeki yoğunluğu azaltmak için anlaşmalı boşanmalara ilişkin yeni bir düzenleme hazırlatmaya başlaması yalnızca Fransa’da değil tüm dünyada yeni bir tartışma başlattı.

    Aralarında anlaşan çiftlerin, hakimler yerine yetkili bir zabıt katibi tarafından boşanabilecek olmasının hukuk camiasındaki yankıları sürerken, düzenlemeyi yanlış bulanlar arasına psikiyatri dünyasından isimler de dahil oldu. Boşanmaların kolaylaşmasının aile kurumuna zarar vereceğini belirten pek çok uzman ani bir kararla, üzerinde düşünmeden dahil olunan boşanma sürecinin ardından gelecek duygusal çöküntülere dikkat çekiyor.

    Peki, gerçekten de çok kısa bir zamanda sona erdirilme kararı alınan aile kurumunun üyeleri, boşanma süreci sonrasında nasıl etkilenir

    DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü’nden Uzman Klinik Psikolog Zeynep Zat, söz konusu vakayı Türkiye’deki örnekler üzerinden değerlendiriyor. Zat, “Türkiye’de boşanma sürecinden çiftlerin ve çocuklarının nasıl etkileneceği kişilerin özelliklerine bağlıdır. Yani, kısa sürede boşanmanın tüm çiftlere iyi ya da kötü geleceğini söyleyemeyiz “diyor.

    Çiftlerin yasal mercilere başvurmadan önce boşanma kararı üzerine konuşup anlaşmaya varmasının ‘kolaylaştırıcı’ olabildiğine dikkat çeken Zat, “Ancak ani alınan karalar genellikle tek tarafın daha çok istediği, üçüncü kişilerin karıştığı durumlar oluyor. Boşanma ve boşanma sonrasındaki yaşam ile ilgili her iki tarafın da hemfikir olmadığı durumlarda boşanma sürecinin hızlı olması çiftlerden en azından birini olumsuz etkileyebiliyor” diyor.

    Kararın nedeni önemlidir

    Çiftlerin boşanma kararını neden aldığı ve boşanmanın ne getireceğinin farkında olmalarının önemine de dikkat çeken Zat, “Boşandıktan sonra kimin hangi evde yaşayacağı, kişilerin görüşmeye devam edip etmeyeceği, çocukların kimde kalacağı, maddiyatın nasıl düzenleneceği gibi konularda eşlerin açık ve net bir tablo üzerinde anlaşması gerekir. Bu sağlandığında boşanma süreci çift, aileleri ve çocuklar için daha az hasar ile atlatılabilir bir hal alırken; sonrasındaki hayat ile ilgili belirsizlikler de ortadan kalkar. Dolayısı ile eğer boşanma kısa sürede gerçekleşecekse de önemli olan çiftin başvurudan önce tüm bunları düzenleyebilecekleri zamanı kendisine vermesidir” dedi.

    Boşanmanın çocuklar üzerindeki olumsuz etkisini en aza indirebilmek için bazı konulara özen gösterilmesi gerektiğini anlatan Zat, “Çocuklar söz konusu olduğunda boşanma sürecinin kısa yahut uzun olmasından daha önemli olan diğer bir nokta durumun çocuklara nasıl ve ne zaman söyleneceğidir. Çiftlerin arasındaki düzenlemeler netleştikten sonra çocuklar ile bu konuyu paylaşmak daha sağlıklı olur” diyor.

    “Boşanma sürecinin ne kadar zaman alacağının çocuklar ile paylaşılması ve onların durumdan haberdar olması daha sağlıklıdır” diyen Zat: “Sonraki süreçte çocuğun kimi ne kadar süre ile göreceği, kiminle nerede yaşayacağı, akademik yaşamdaki düzeninin devamı gibi konularda çocukların görüşünün alınması ve bilgilendirilmesi gerekir. Boşanmadan sonra eş olmak sona erse de ebeveynlik sonsuza dek sürecektir. Çocuğun bunu bilmesi ve ‘yaşaması’ boşanmanın onun üzerindeki olumsuz etkiyi azaltmadaki en önemli kriterlerden biridir”.

  • Kadınlar az konuşan erkeği beğeniyor

    Kadınlar az konuşan erkeği beğeniyor

    Araştırmaya göre kadınlar en çok az konuşan ve kısa sözcükler seçen erkekleri çekici buluyor.

    Kanada’daki British Columbia Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmaya göre, kadınlar en çok az konuşan ve konuşurken daha kısa sözcükleri seçen erkekleri çekici buluyor. Az konuşma, erkeksiliğin sembolü olarak kabul ediliyor; bu da kadınların gözünde erkeği yakışıklı ve çekici kılıyor. ABD’li oyuncu George Clooney örneğinde olduğu gibi erkekte az konuşmanın yanında bir de kalın ses özelliği varsa çekiciliği kadının gözünde daha da artıyor. Kadınlar, erkeklere oranla günde ortalama üç kat daha fazla kelime sarf ediyor. Erkekler ise daha tiz veya nefes nefese konuşan kadınları çekici buluyor. Araştırma ekibinin başındaki DrMolly Babel, “Ses tonu ve konuşma aşkta önemli, bunu saptadık” dedi.

  • Evlenmeden önce böyle değildin neden değiştin

    Evlenmeden önce böyle değildin neden değiştin

    Bir çok insan, ilişkisinin başlangıcında eşinin kendisine özgü bazı alışkanlıklarını, özelliklerini, davranışlarını eskiden onda görüp de son derece hoşlandığı bazı kişilik özelliklerini sıkıcı bulmaya, aslında bunların onunla ilişkiyi sürdürmek için yeterli olmadığını düşünmeye başlar. Mesela önceden eşinin cömertliğinden son derece memnun olan bir eş daha sonra onu savurganlıkla, müsriflikle suçlamaya başlayabilir ve bunu sorumsuzlukla ilişkilendirebilir. Ya da daha önce son derece kuralcı ve disiplinli olan eşinin bu özelliğini ilk başlarca ‘’ prensiplilik ve kararlılık’’ gibi görürken belli bir zaman sonra baskı gibi algılamaya başlar ve özgürlüğünün ne kadar fazla kısıtlandığını düşünüp bunalmaya başlar. Eşinin bir zamanlar hayat dolu bulduğu atılgan,girişken tavırları belli bir zaman sonra kendi üzerinde istila edilme duygusu yaşamasına neden olabilir. Ve buna benzer örnekleri çoğaltabiliriz.

    Bu dönüşlerin bu değişen düşüncelerin bir açıklaması olmalı. Bizler kendilerini şu veya bu şekilde eksik hisseden varlıklarız. Ve var oluş amacımızın en ön planda olanı ise kendimizi bir şekilde tam ve kusursuz hissedebilme arzumuzdur. Bizler eşlerimizi bu ruhsal bütünlüğümüzü tamamlama arzumuzla seçer onun bizi tamamlayacağını umut ederiz. Çünkü çocukken hepimizin travmaları ve bu travmadan kaynaklanan yaraları söz konusudur. Bu yüzden evlilikle ve eş seçimi ile ‘’birbirimizi tamamlıyoruz’’ yada ‘’biz bir elmanın iki yarısıyız’’, ‘’ruh ikiziyiz’’ vs gibi tamamlanma arzumuza yönelik sözler sarf ederiz ve bu beklentiyle ilişkilerimize başlarız. Yani çocukluktaki bütünleşmemiş olan taraflarımızın tamamlayıcısını ararız. Düşünme ve hissetme konusundaki yetersizliğimizi giderecek ve dengeleyecek birini seçmeye çalışırız.Yani bazen bir regülatör (ayarlayıcı, dengeleyici), bazen bir gaz pedalı, bazen bir fren ararız. Ve eşlerimizle bütünleşme yoluyla, eksik ve gizli kalıp doyrulmamış taraflarımızla tekrar bağlantı kurmayı ümit ederiz.

    İnsanlar eşlerinde ilk başta onlarla ilgili olarak gurur duyduğu bazı özellikleri belli bir zaman sonra bir tehdit gibi algılanmaya başlayabilir. İlişkinin ilk başında tanıştığı kız arkadaşının seksi giyiminden etkilenen erkek daha sonra bunlardan rahatsız olmaya başlayıp eleştirmeye ve belli bir zaman sonra bunları yasaklama yoluna gidebilir. Ya da eşinin ilk başlardaki yaratıcı ve bilge tarafları ile ilgili olarak eşini idealize ederken ilişkinin belli bir sürecinden sonra bu özellikleri \\\’ çok bilmişlik\\\’\\\’ gibi düşünceye dönüşüp eşine sinirlenme nedeni olabilir. Bunun nedeni olarak ise her insanın kendisini özel hissetmeye, ötekinin karşısında öne çıkmaya yani kendisinde aslında çok istediği ama geçmişte bastırmak zorunda kaldığı özelliklerinin ötekinin özelliklerinin gölgesinde kalmak istememe gibi bir ihtiyaç taşır. Yani belli bir zaman sonra bunlar bir var oluş mücadelesine dönüşmeye başlar. Çünkü bunları artık sinir bozucu, bilmişlik, taşkınlık, aşırıcılık gibi tanımlamanın nedeni bireyin kendisindeki bastırılmış duyguların ortaya çıkmak istemesidir. İlişkinin en başında tamamlanacağını düşünen birey belli bir noktada ötekinin (eşinin) bazı özelliklerinin kendi özelliklerini bastıracağını ve onu silik bırakacağını düşünür. Ve bundan hareketle nasıl kendisinin ebeveynleri, geçmişte kendisinin bir takım kişilik özeliklerini bastırmak zorunda bıraktıysa o da aynı şekilde kendi ebeveynleri gibi ötekine (eşine) davranır ve onu baskılamaya başlar. Yani rol değişimi yaşanır kendisi ,bir zamanlar altında ezilen ebeveyn gibi, eşi ise bir zamanlar ezilen, bastırılan kendisi gibi olur. Yani bir rövanştır aslında. Burada anlaşılması gereken en önemli nokta bu davranış ve hamlelerin kesinlikle bilinç dışı olması ile alakalıdır. Bireyler bunları yaparken asıl nedenlerinin farkında olmayıp bilinç düzeyinde açıklama getirirler. İlk başlarda hoşumuza giden özellikler artık varlığımızı tehdit eder ve varlığımızı korumak için eşimizdeki gerçekliği azaltmaya başlarız. Fakat bunun kendi gerçekliğimizle alakası olduğunun farkında olmadığımız için de belli bir zaman sonra da eşimizdeki bu azalttığımız gerçeklikleri biz yapmamışız gibi eşimizi değersizleştirmeye ve onu silik, bakımsız, olmakla suçlarız. Yani tam bir kısır döngü içine gireriz. İlk başlarda arzuladığımız eşinizin tamamlayıcı kişilik özeliklerine dair artarak katlanan huzursuzluğumuz belli bir zaman sonra evlilikteki büyük ve yıkıcı dalgalanmanın zeminini oluşturmaya başlar. İlk başlarda onun tamamlayacağını zannettiğimiz kişilik özellikleri ile uğraşmaktan daha sonra onun gerçekten evlilik ve ilişkide sorun yaratacak özellikleri göz ardı eder ve eşinizin kronik depresyon hastası, alkolik, cimri ya da sorumsuz diye tanımlayacağınız özelliklerini görmeye başlarsınız. Böylece isteklerimizin gerçekleşemeyeceğini, çocukluk yaralarınızı saramayacağını anlar, hayal kırıklığına uğramaya başlarsınız. Bu defa da nasıl çocukken incitildiğiniz gibi eşiniz tarafından da incitilebileceğinizi ya da incitildiğinizi anlar ve bunalım döneminin başlangıcı olur. Yani acı gerçeğin görüntüsüyle yüz yüze, baş başa kalırsınız. Bazen bu acı gerçeğin anlık görüntüsüne, ilişkinin en başında bile rastlanabilir. Bazı danışanlar bunu balayında bile rastladıklarını ama görmezden geldiklerini söylerler. Bu anlık görüntüler daha sonra çok netleşir. Zaman ilerledikçe ve ilişki derinleştikçe bu görüntüler artık silik kalamaz. Evliliklerde eşler zaman zaman geçmişte ebeveynleriyle yaşadıkları ilişki biçimlerini tekrar yaşadıklarına dair hisler yaşarlar. İlişkilerinde geçmişteki ilişki biçimlerini hatırladıklarını hatta neredeyse bire bir olduğunu söylerler.

    Bir çok insan eşine, kişilik özellikleri benzerlik göstermese de, o sanki ebeveynlerinin bir kopyası gibi ilişki kurar ve onlarla mücadele verir. Yarım kalmış tarafları üzerinde çalışma ihtiyacının getirdiği zorunlulukla, ebeveynlerine ait bazı özellikleri eşler üzerine yansıtılarak, sonra da eşler sanki onlarmış gibi onları geçmişte hoşnutsuz olduğu ya da yeterince cevap alamadığı konularda tahrik edip onlardan arzuladıkları cevabı almaya çalışarak bir nevi yarım kalmış tamamlanamamış ve istenilen bir şekilde sonlanmasını istedikleri senaryoları tekrarlarlar ve bunun içinde senaryolarına uygun insanları seçerler. Bu yüzden bazı çiftler ‘’hep aynı konuda kavga ediyoruz’’ ifadesini kullanmaları tesadüf değildir.

    Her ne kadar insanlar ilişkilerin en başında tavlamak, kabul edilmek, kabul görmek, kabullenilmek adına bazı özeliklerini gizlese de aslında her seçilen kişi, her seçilen eş, tesadüf olmadığı gibi, geçmişin yankılanmasına uygun düşen ve aşina ya da yansıtmaya ve yansıtılmaya müsait birilerini seçerler.

    Kimisi, geçmişte yeterince ilgi gösteremeyen ebeveynini tedavi etmek adına, kimisi geçmişinde sürekli baskı gördüğü ebeveynini cezalandırmak adına, kimisi ise geçmişteki ilgisizliği ve yarım kalmış çocuksu ihtiyaçlarını giderebilmek adına birilerini seçer, Evlilik bilinç dışı bir tercih olup, bilinç dışı süreçlerin işlediği ve hakim olduğu bir deneyimdir.

    Bazen aynı konular üzerinde tartışır, bazen tartışma zemini yaratacak davranışlar sergiler ve tahrik eder ve geçmişteki yaraları deşip bu şekilde tedavi olacağını bekleriz.

  • “Kıskanıyorsa sevmiyordur”

    “Kıskanıyorsa sevmiyordur”

    Prof. Dr. Oğuz Erkan Berksun’un açıklamaları yıllardır söylenen “Seven insan kıskanır” sözünü yalanladı. Berksun yaptığı açıklamada seven insanın kıskanmayacağını, kıskanan insanın güvenilmez insan olduğunu anlattı

    Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oğuz Erkan Berksun, öz güveni olan bireylerin başkalarını sevebileceğini belirterek, “Seven insan sever, kıskanmaz. Güvensiz insan kıskanır, o da aslında gerçekten sevemez” dedi. Berksun yaptığı açıklamada, kıskançlığın insanlık tarihi kadar eski olduğunu belirterek, birçok insanın ilişkilerini derinde etkileyerek ciddi sorunlara yol açtığını söyledi. Eşlere karşı yöneltilen bu duygunun aşırı olanına “patolojik kıskançlık” veya “othello sendromu” adı verildiğini aktaran Berksun, “Birçok kadın ve erkek, kıskanmanın içgüdüsel davranış olduğundan yola çıkarak sevginin göstergesi kabul eder. Bu, yanlış bir kabuldür. Sevgimizi ve sevdiğimizi esirgemediğimizi göstermenin çok daha sağlıklı yolları vardır” ifadesini kullandı.

    Kıskançlığı öz güven eksikliğiyle açıklayan bazı kuramlara dikkat çeken Berksun, şöyle konuştu: “Kendine güvenen insanların karşıdaki insanlara daha rahat güven duygusu geliştirdiklerini biliyoruz ancak kıskançlık sadece sevdiğimiz insanı kaybetme tehdidiyle ortaya çıkan kendine güven eksikliğiyle açıklanamaz.Kıskançlıkta eğitim, yetiştirilme biçimi, genel geçer kabul ve özellikle kadınlara yöneldiği için kadınla ilgili önyargılar önemli rol oynamaktadır. Sevginin göstergesi olduğuna ilişkin yanlış inançlar da kıskançlığı hem makul heh de meşru gösterebilmektedir. Özellikle birçok kadın, erkeğinin kendisini kıskanmasını istemektedir. Bu, kadınlar tarafından bir çeşit güvence şeklinde algılanmaktadır.”
    “GÜVENSİZ İNSAN KISKANIR”
    Kıskanılmayı beklemenin sağlıksızlığın ifadesi olduğunu savunan Berksun, şöyle devam etti: “Seven insan sever, kıskanmaz. Güvensiz insan kıskanır, o da aslında gerçekten sevemez. Her durumda insanların bireysel gelişimini sağlıklı tamamlamadıklarını gösterir. Öte yandan, gerçekte kendine güvensizlik sevgi zannedilen, hiç içinden çıkışı olmayan çukurdur. Bu durumda şu soru sorulmalıdır. Kıskanıyorsun çünkü güvenmiyorsun, o zaman güvenmediğin insanı nasıl yanında istersin? Bu, ne senin ne de karşındaki insanın onuruyla bağdaşmaz. Bu soruyu sorduğum birçok erkek veya kadın yan çizer ve şöyle der. ’Ben sevgilime, kız, erkek arkadaşıma ve eşime güvenmiyor değilim, ona güveniyorum ama diğer erkeklere, kadınlara güvenmiyorum.”
    “KISKANÇLIK SEVGİ İFADESİ DEĞİL”
    “Kıskanç erkeklerin sadakatsizlik olasılığı her zaman için daha yüksektir” diyen Berksun, sözlerini şöyle tamamladı: “Romantik sahiplenme duygusunu aşan kıskançlıklar her zaman için ilişkileri bozucu etkiye sahiptir. Başlarda hoş gibi algılansa da ilişkinin ilerleyen dönemlerinde eşleri sadakatsiz ve ahlaksız yerine koymaktan başka işe yaramaz. Bir insanın başkasına güvenebilmesi için önce kendine güvenmesi gerekir. Güvenmediğiniz insanı nasıl seversiniz ki? O sizin ananız babanız, çocuğunuz değil ki. En katlanılabiliri romantik olandır. Kıskanç insanlar kendi kıskançlıklarının sevgi ifadesi olduğunu düşünür.”

  • Önce annene, sonra dünyaya güven

    Önce annene, sonra dünyaya güven

    Dünyaya gözlerinizi açtığınız andan itibaren annenizle aranızda kurulan güven bağı ne kadar güçlüyse hayat boyu yaşadığınız ilişkilerde de güvenli, mutlu ve istikrarlı bir birey oluyorsunuz.

    Bebeklikten itibaren duyduğumuz en temel ihtiyaçlardan biri de güven… Yaş ilerledikçe hayatın içinde özellikle de aşkta güven yine çok önemli bir yere oturuyor. Ve söz konusu güvenmek olunca bağlanma teorilerine göz atmak gerekiyor. Bir bebeğin annesine güvenip güvenmemesi üzerinde kurduğu ilişki biçimi ilerleyen yıllarda dünyadaki diğer insanlarla kurduğu ilişki biçimlerine yansıyor. Artık bir yetişkin olan o bebek, annesiyle (ya da bakım veren kişiyle) kurduğu ilişkinin aynısını karşısındaki kişiyle de kuruyor. Karşıdaki kişinin de bebeklikten getirdiği bir bağlanma tarzı olduğu düşünülürse karşılıklı güven duymanın hayli karmaşık bir mesele olduğunu anlamak zor değil. Davranış Bilimleri Enstitüsü’nden görüşlerine başvurduğumuz Uzman Klinik Psikolog Asena Yurtsever güven ilişkisini daha anlaşılır olması açısından kumarhanelerdeki kollu makineler üzerinden anlatıyor: “Makineye jetonu atıyorsunuz, kolu çekiyorsunuz ve ödülü alıyorsunuz. Bir daha atıyorsunuz, yine geliyor. Bir daha, bir daha deniyorsunuz ve ödül hep geliyor. Bir de şöyle düşünün; ilk atışınızda ödül geliyor, ikinci kez atıyorsunuz ve bu sefer bir şey gelmiyor. Üçüncü denemede ödül yine geliyor ama sonraki beş denemede gelmiyor. İlk örnekte güvenli bir bağlanma varken ikincisinde saplantılı/kaygılı bağlanmadan söz edebiliriz. İlk örnekteki çocuk kendine güvenen, kendini seven, ilişkilerinde rahat, partneri ile uyumlu, bağımsız biri oluyor. İkinci örnekteki çocuk ise yetişkinlikte ilişkilerinde karşısındakinin onayına çok ihtiyaç duyan, çok yakınlık bekleyen ama yine de bir tarafıyla karşısındakine güvenmeyen biri… Kaçıngan bağlanmada ihtiyaçlarımız anne tarafından bazen doyuruluyor, bazen doyurulmuyor. İlişkilerde yakınlık arttıkça güvenmek daha da hassas bir konu haline geliyor ve en ufak hayal kırıklığında ilişkiyi kesmek gerekir diye düşünülüyor. Bu bağlanmada isteklerimiz sıklıkla görülmemiş ve doyurulmamış olduğu için ilişkilerimizde reddedilme korkusunu yoğun yaşıyoruz, partnerimizin uzaklaşması büyük bir korkumuz oluyor.” Birçok bağlanma çeşidi olmakla birlikte işin özünün gerçekten her seferinde güveneceğimiz bir insan aramamız olduğunu belirten Psk. Asena Yurtsever, “Tabii bu biraz da ideali aramak oluyor çünkü kimi zaman güvenimizi zedeleyen davranışlarla karşılaşıyoruz, aynı şekilde biz de birilerinin güvenini kırabiliyoruz. Karşımızdaki insanı çok seviyor olsak da bunu yapabiliyoruz. Mesela çok değer verdiğiniz bir arkadaşınızın desteğe ihtiyacı varken kendi hayatınızdaki başka sorunlar nedeniyle ona destek olamayabiliyorsunuz. Buna üzülüyorsunuz belki sonrasında telafi etmeye çalışıyorsunuz. Sonuçta hayat kimi zaman doyurduğumuz, kimi zaman doyuramadığımız ilişkilerle dolu” diyor.

    Hemen güvenenler

    Herkese güvenip sonra hayal kırıklığı yaşayanlardan mısınız? Bu durumda hayatının başlangıcından itibaren hep güvendiği, hiç zarar görmediği ilişkiler deneyimlediği için herkesle kurduğu ilişkinin de böyle olacağını zannedenlerden olabilirsiniz. Bu tabii ki annesi ile güvenli bağ kuranların ileride hep zarar göreceği anlamına gelmiyor. Psk. Yurtsever, “Güvenli bağlanmayı deneyimleyen çocuklar herkesin güvenilir olduğunu düşünebilir. Ancak yıllarla yavaş yavaş törpülenir ve kendilerini korumayı da öğrenirler. Her güven zedelenmesinde diğer ilişkilerinde varolan sıcaklık ya da güvenle yaralarını kapamaya çalışırlar ve kalp kırıklıklarının üstesinden kolayca gelirler” diyor.

    Hiç güvenmeyenler

    Bir de kimseye bir türlü güven duyamayanlar var. İlişkileri sürdürürken olmazsa olmazımız olan güven bazen içsel meseleler yani kendi bebekliğimizden getirdiğimiz bağlanma şekli nedeniyle, bazen de karşımızdaki kişiye bağlı olarak kırılabiliyor. Bazı ilişkilerde bir taraf diğeri için “Ne yaparsam yapayım o duvarı geçemiyorum, bana güvenmiyor” dediğinde bunun o kişinin içsel dünyası ile ilgili olduğunu düşünmek mümkün. Böyle kişiler ilişkide bir ayaklarını hep dışarıda tutmayı gerektiren bir pozisyonda oluyor. Psk. Asena Yurtsever, “Güvenemeyen insan için bu çok zor ve acı verici bir durum, yaşamayan insanın anlayacağı bir şey değil. Onların da elinde olsa başka bir şey yapmayı denerler. Boğulmamak için, var olabilmek için daha uzakta durmak zorunda kalan insanlar, yeni insanlarla karşılaştıklarında genellikle bir ayakları dışarıda duruyor” diyor.

    Hoşgörü de gerekiyor

    Sağlıklı bir kadın-erkek ilişkisinde güveni destekleyen başka unsurlar da var. Bunlardan birinin tolere edebilme gücü olduğunu belirten Psk. Asena Yurtsever, “Örneğin güven ilişkisinden olan bir çiftten biri bazen diğerine yeteri kadar destek olamıyor. Bu durumda kırılan kişinin diğerini affedip etmeyeceği, biraz esneklik gösterirse zarar görüp görmeyeceği ya da bu yaşananın karşı taraf ile ilgili bir ipucu olup olmadığı gibi faktörler ortaya çıkıyor. Bir ilişkide yaşanan sorun ‘aldatma’ ise bunlar çok büyük sorular olurken, eğer konu ‘hastayken bana çorba yapmadı’ ise başka sorular akla geliyor. Örneğin ‘bugün çorba yapmıyorsa yarın daha zor bir durumda bana destek olabilecek mi’ sorusu gibi… Dolayısıyla yaşanan olayın güveni ne kadar zedelediği, güveni kırılan kişinin içsel yapısı ve bu olayı ne kadar tolere edip edemeyeceği ilişkinin devamını belirleyen en önemli faktörler oluyor” diyor. Esneyebilmenin, hoşgörü göstermenin bir beceri olduğunu belirten Psk. Yurtsever, şöyle devam ediyor: “Bir güven ilişkisinde ideal olanı biliriz ama ayrıca şunu da biliriz ki her acıktığımızda annemiz saniyesinde koşup yemeği verememiştir, ben acı çekerek ders çalışırken o oturup televizyon izlemiştir. Bu hayat böyledir. Bunları görür, bilir, belli bir fikir geliştiririz ve bu sayede beklentimiz hayali düzeyde olmaz. Ama zamanında anne ile yeterince güven ilişkisi geliştiremediysek ideal ilişki hedefimiz artar, hayali beklentiler olabilir. Sonuç olarak sevgi, saygı ve güvene ilişkinin üç sacayağı olarak bakarsak; hoşgörü, esneyebilmek veya fedakarlık yapıyor olmak da yan konulardır ve ilişkide olumlu özelliklerdir.”

    Güven ve sevgi yoksa…

    İlişkide her şey tamsa, eşler birbirlerinin mutluluklarından mutlu oluyor, birbirlerinin başarıları ile gurur duyuyor ve karşılıklı destek oluyorlarsa büyük bir olay yaşandığında dahi ilişkinin yıkılma ihtimali azalıyor. Her seferinde kafalarda soru işaretinin oluştuğu ancak konunun üstünün kapatıldığı ilişkilerde ise bir olay her şeyin yıkılmasına neden olabiliyor. En baştan güven veya sevgi olmadan başlayan ilişkiler ya da yapılan evliliklerde ilişkinin ne kadar sürdürülebilir ve doyurucu olduğu konuları hep alttan alta akıyor. “Beni aldatır mı?” sorusu hep akılda oluyor ve akıl nereye akarsa güvenmeme ile ilgili mesele de oradan patlak veriyor. Ya da “İşten ayrılsam, uzun süre iş bulamasam bunu sorun eder mi?”, “İyi bir anne-baba olur mu?”, “Yeni bir ev alsam, taksitlerini de ben ödesem ileride evi benden almaya kalkar mı?” Yani ekonomik, cinsel, duygusal; hangi taraftan bakılırsa bakılsın güven ilişkisi olmadı mı bir ayak dışarıda, göz hep kapıda oluyor. O zaman da her şeyi kontrol etmeye, güçlü durmaya çalışan bir mizaca bürünülüyor.

    Her konuda güvenmek şart mı?

    Bu soruyu Psk. Yurtsever şöyle yanıtlıyor: “En doğru cevap şu; güven ihtiyacı kişinin kendi içinde bir ihtiyaç ve herkesin güvenmekle ilgili ihtiyacı da yine kişinin kendisi ile ilgili. Benim gerçekten diğer insanlara güvenmek ile ilgili sorunum varsa bunu bir soru işareti olarak kafamda taşıyorum zaten. İlişkimde de iş hayatımda da aile hayatımda da bu soru işareti var. Ben bebeklikten itibaren ne kadar güvenli bir bağlanma geliştirdiysem zaten güven duygusu otomatik olarak içimde var. Yani güvenimin kırılması için gerçekten bir sebep olmalı. O yüzden bir ilişkide güven kırıldıysa önce içsel yapıya bakmak, ‘Benim neye ihtiyacım var?’ diye sormak, sonra da ‘Dışarıdan ne geldi de ben böyle oldum?’ demek lazım. Yani güvenmek önce kişinin kendisiyle ile ilgili.”

    Kırılan güven tekrar nasıl sağlanabilir?

    “Aldatıldınız ya da çok ciddi bir sağlık sorununuz ortaya çıktı ve beklediğiniz bakımı göremediniz. Birincisi ne kadar büyük bir kırgınlıkla karşı karşıya olduğunuz önemli” diyen Psk. Yurtsever şöyle devam ediyor: “İkincisi kendi tamir etme mekanizmanız ne kadar devrede ve karşı taraf buna ne kadar izin veriyor? Örneğin bazı erkekler ya da kadınlar bir hata yaptıktan sonra derler ki ‘Bu hatayı yaptım ama bir daha yapmayacağım, elimden gelen desteği sana vereceğim.’ Gerçekten de verirler. Bu sırada güveni kırılan kişinin de çaba göstermesi, hata yapanın çabasına izin vermesi gerekiyor. Geçmişi sürekli gündeme getirmek, tekrar hata yapacak mı diye tetikte beklemek hatanın tamirini zorlaştırıyor. Yani güvenin tekrar kazanılması iki taraflı bir konu.”

    Erkeklere güvenilmez mi?

    Çok sık duyduğumuz bir klişe… Peki gerçeklik payı var mı? Psk. Asena Yurtsever şöyle diyor: “Aslında kadınlara güvenilmez ya da insanlara güvenilmez klişeleri de var. Çok savaş görmüş ve komşu ülkelere güvenemeyen bir toplumuz. Diğer yandan da arkadaşlık, dostluk, hoşlanmak, aşk, sevgi gibi duygularımızı çok farklı kelimelerle ifade edebilen, kendimize özgü inançlarımız olan insanlarız. Güvenilmemek ile ilgili böyle gerçeklikler var ama mikroya dönmek gerekirse annemizle ve ailemizle ilişkimize bakacağız. Orada ne öğrendiğimize bakacağız. Eğer içeride öğrenilen güçlü ise dışarıda öğrenilen bu klişeler çok anlamlı olmuyor. Tabii ki çok güvenli bir ailede büyüyüp sonrasında çok travmatik olaylar nedeniyle erkeklere güvenini kaybedenler de oluyor ama bu travmaları ile çalıştıklarında çok kolay atlatabiliyorlar.”

    Güveni besleyen davranışlar

    Yalancılık ve dolandırıcılığın olmadığı, sadakat ve dürüstlüğün var olduğu bir ilişkide dahi güveni besleyen bazı davranışlar var.

    Tutarlı olmak: Herkesin ister bilinçli ister bilinçdışı olsun, karşısındakini denediği bir mekanizması var. insanları tanıdıkça onlara güveniyoruz, güvendikçe onlara sevgimiz artıyor. Karşımızdaki ne kadar tutarlı davranırsa o kadar güvenilir kişi oluyor. Bir gün yaptığına gülerken ertesi gün aynı şeye kızan insana ne kadar güvenebiliriz? Ya da bir gün hoşgörülü davranıp sonraki 15 gün hoşgörülü olmayan birine… Yani tutarlı olmak güven duygusunu besliyor.

    Karşılıklı açıklık: Güvendikçe yaklaşıyoruz ve kendimizi karşı tarafa açıyoruz. Hep kapalı olan kişi ise “Sana hiç güvenmiyorum” mesajı veriyor. Oysa size güvenmeyen birine güvenmek doyurucu olmuyor.

    Formsanté Dergisi

  • Kime, neden aşık oluyoruz?

    Kime, neden aşık oluyoruz?

    İnsanlık tarihi ile yaşıt olan aşkı, ‘benzerlik’ kavramı ile bütünleştiren Yaşar Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd.Doç. Dr. Berrin Özyurt, “Saç ve göz rengi gibi fiziksel benzerliklerin yanı sıra, benzer psikolojik davranışlar da ilişkide çekiciliği artırıyor. Bu tür benzerlik gösteren kişiler arasında aşk daha yoğun yaşanıyor” dedi.

    Aşkı, hayranlık ve duygusallık gibi tutku yönelimli ifadelerle tanımlayan Yrd.Doç. Dr. Berrin Özyurt, aşk türlerini de değerlendirdi. Benzer özelliklerin yanı sıra kişilerin birbirlerini sık sık görmesinin de çekiciliği artıran bir durum olduğunu belirten Özyurt, şöyle konuştu: “Fiziksel ve duygusal olarak onaylanmak, çekicilik ve iletişim aşkın en önemli koşulları olarak kabul edilir. Aşk denildiğinde birini çok fazla düşünme, kendini iyi hissetme ve mutluluk gibi olumlu duygular içeren ifadeler akla geliyor.

    Ancak aşkta benzerlik kavramı çok önemli

    Kişiler arasında saç ve göz renginin, yaşın, fiziksel ve psikolojik özelliklerin, ayrıca sosyal statülerin aynı olması aşkın daha yoğun yaşanmasında önemli bir etken. Örneğin, kişiler kendi çekiciliklerine yakın kişileri daha çekici bulurlar. Ayrıca aşina olduğumuz, hatta sık sık gördüğümüz kişileri çekici buluruz.”

    Günümüzde görülen aşk türlerini 6 kategoride değerlendiren Özyurt, mükemmel aşkı ise hem bulmanın hem de elde tutmanın zor olduğunu söyledi. Özyurt, aşk türlerini şöyle sıraladı:

    Delicisine Aşk

    Bir görüşte aşk sınıfına girer. Gerçekte aşık olduğu kişiye değil de, kafasında idealize ettiği kişiye karşı aşkın saplantı durumuna dönüşmesi.

    Boş Aşk

    Bir kişinin bir başka kişiyi sevdiğine karar vermesi ve yakınlık veya tutku barındırmadan bu aşkı devam ettirmesi. Boş aşk, uzun yıllar süren ancak doğal duygusal içeriklerin ve fiziksel çekimin zaman içinde yok olduğu ilişkiler türüne girer.

    Romantik Aşk

    Kişilerin birbirlerine karşı fiziksel ve diğer açılardan çekici gelmesi durumunda oluşur. Bu aşk türünde bağlılık gerekli değil. Yaz aşkları gibi gelecekte birlikte olmama durumu söz konusu olabilir.

    Karşılıklı Aşk

    Tutku unsuru ilişkide pek söz konusu değil. Tutku, uzun zaman sonra ilişkide derinden hissedilen bağlılığa dönüşür.

    Budalaca Aşk

    Filmlerdeki gibi insanlar tanışıp ardından kısa bir süre içerisinde evlenirler. Budalaca aşk, stresin oluşmasına uygun bir ortam oluşturur. Çünkü tutku ortadan kaybolduğunda ya da azaldığında geriye yalnızca bağlılık kalır ancak o da zaman içinde gelişip derinlik kazanabilecek bir eylemdir.

    Mükemmel Aşk

    Pek çok insanın arzuladığı aşk türü. Bu tür aşkı elde tutmak onu yaşamaktan daha zordur. İlişkide tutku, bağlılık ve fiziksel çekiciliği barındırır.

  • 14 Şubat’ta Sevgiliniz Sizden Ne Bekliyor?

    14 Şubat’ta Sevgiliniz Sizden Ne Bekliyor?

    Bir araştırma şirketi Türkiye’nin aşk haritasını çıkardı. 38 ilde 5 bin 260 denekle yüzyüze yapılan görüşmelerin sonuçları açıklandı. Çiftlerin hediye beklentisinden ilişkilerin neden bittiğine kadar birçok çarpıcı veri ortaya çıktı.

    Elde edilen oran, Türkiye’nin yüzde 18’inin Sevgililer Günü’nü kutladığını ortaya koyuyor.

    Ancak yine de sevgililer ve evli çiftler, 14 Şubat’ı kutlamamayı tercih ediyor.

    Katılımcılar arasında “kutlamıyorum” cevabı veren kadın ve erkeklerin büyük çoğunluğu, Sevgililer Günü’nün ticari bir gün olduğunu düşündüklerini ifade ediyor.

    Yapılan araştırmada kadınların büyük çoğunluğu, “Sevgilinizden 14 Şubat Sevgililer gününde beklediğiniz hediye nedir?” sorusuna “tektaş yüzük” yanıtını veriyor.

    Erkekler ise gömlek, parfüm ya da ceket gibi hediyeler çiçek ya da parfüm gibi hediyeler bekliyor.

    Erkeklerin, “Karınıza/sevgilinize almayı düşündüğünüz hediye nedir?” sorusuna verdiği en sık yanıt “çiçek” olurken, kadınlar ise büyük oranda erkekler için ideal hediyeyi “gömlek” ve “saat” olarak belirliyor.

    Araştırmaya göre kadınların 3’te 2’lik oranı ilişkilerinde mutsuz.

    Ancak kadınların aşka inançları erkeklere oranla yüksek.

    Erkekler ise ilişkinin süresinin uzadıkça aşkın yitirildiği düşüncesinde.

    Ankette kadınlar ve erkekler ilişkilerin bitmesinin en büyük sebebini “ihanet” olarak görüyor.

    Bir ilişkinin bitmesinde en büyük etken olarak “aldatılmak” seçeneğinin öne çıktığı araştırmada, ilişki bitiren diğer başlıca sebepler ise “sevgisizlik, ilgisizlik” ve “aile baskısı” ve “ekonomik sebepler” olarak sıralanıyor.