Vajinismuslu hastalarımızın büyük bir çoğunluğu bize başvurma konusunda oldukça isteksiz görünmektedir. Bu durumun nedenlerinin başında hastalığın kendi doğası gelir. Yani vajinismuslu kadının bir yarısı tedavi olmak isterken diğer bir yarısı adeta tedaviden kaçmak ister. Vajinismus tedavisi zor mu?
İkinci önemli neden ise vajinusmuslu kadına vajinası yabancıdır. Yani bir anlamda kadın vajinasının sorumluluğunu almadığı sürece kendini “temiz ve iyi hisseder” işte bu nedenle “hemen 1 seansta” yada anestezi altında, ya da alkollüyken, hipnozla , yani sorumluluğu almadan bir çözüm arayışına girer. Maalesef sorumluluğu almadan yaşanacak başarı geçici olur yani kişi ertesi gün yaşayacağı ilişkide tekrar başarısız olur.
Üçüncü önemli neden ise malesef deneyimsiz ya da ehliyetsiz kişilerce gerçekleştirilen cinsel terapi deneyimleri vajinismuslu kadını ya da eşini umutsuzluğa ve karamsarlığa sürükler. Bir çok hastamız “doktor bey biz parmak egzersizi gibi yöntemler istemiyoruz” diye dirençli bir biçimde tedaviye gelmektedir. Burada sorumluluğu hastaya vermeden, yeterince bilgilendirme yapılmadan, güven kazanılmadan en basit egzersizlerde bile sorun yaşanacağını vurgulamak isterim.
Vajinismus tedavisi zor mu?
Deneyimli bir terapistle adım adım vajinismusun çözülme ihtimali yüzde 90’ların üzerinde iken vakit ya da eğitim ya da deneyim eksikliği ya da “kolaya kaçma” bu oranı yüzde 10’lara kadar düşürmektedir. Cinsel terapilerin en önemli özelliği sorumluluğu hastanın kendisine verebilmesi, ağrı, kanama, mahremiyet ihlali yaşanmaması, kontrolün tamamen hastanın kendisinde olması ve kalıcı iyileşme sağlamasıdır. Ortalama 5 seans bir çok hasta için yeterli olmaktadır.
Son dönemde üvey anne şiddeti ilgili haberler bir çoğumuzun psikolojisini olumsuz etkilemektedir. Yazıma başlarken hemen vurgulamak istediğim konu, üvey anneler üvey babalardan daha çok şiddet kullanmazlar. Hatta üvey babaların daha yoğun şiddet uyguladıkları ile ilgili yayınlar bulunmaktadır.
Şiddetin nedenlerine baktığınızda; kişilik yapısı, daha önce şiddete maruz kalmış olmak, psikiyatrik sorunlar, yoğun stress ve aşırı sorumluluk, eşler arası güç savaşının yansıması gibi nedenler sıralanabilir. Yani her üvey anne şiddet potansiyeli taşır gibi bir düşünce yalnıştır.
Boşanma sürecinde çocuklarla ilgili ilk prensip “çocuk kime bağlandı ise onla kalmalıdır prensibidir”. Yani sırf can yakmak, intikam almak ya da “aldatan kadın çocuğuna bakmamalı” gibi yalnış bakış açıları nedeniyle çocuğu alıp üvey anneye verip sonra yoğun iş hayatına daldığınızda zaten şiddete maruz kalmasa bile çocuğun yaralanması kaçınılmazdır
Üvey anne şiddeti
“Kimse boşanmasın herkes çocuğuna ortak bir şekilde baksın” tabiki ideal bir öneridir ama hızla artan boşanmalara bakıldığında yaratıcı çözümler üretilmek zorundadır. Boşanmak ve sonrasında yeni bir evlilik ya da ilişki yaşamanın getirdiği zorlukları herhangi bir destek almadan yönetmeye çalışmak bana sorarsanız, ehliyetsiz ve direksiyon eğitimi almadan araç kullanmaya benzetilebilir. . Yeni eşe çocuğu tanıması ve aralarında bir uyum oluşması için destek olunması ve zaman tanınması uygun olur. Dayatmaların acısı çocuktan çıkarılabilir.
Önerim boşanmadan önce, boşanma sürecinde ve yeni ilişkilere başlarken ve sonrasında mutlaka bu konularda uzman bir terapisten destek almanız olacaktır.
Uzm. Dr. Mehmet Levent SOYLU tarafından yazılmıştır.
Enerji içecekleri cinselliği nasıl etkiliyor? İlk olarak uzun yol tır şoförleri ve sporcular için üretilmeye başlanan ama daha sonra gençlerin enerjik olmak için kullanmasıyla satışı yaygınlaşan ve tüketimi giderek artan enerji içecekleri, her yaştan insanın tercihleri arasında yer alıyor. Ancak enerji içeceklerinin tüketiminde dikkat edilmesi gereken çok önemli noktalar var… Çünkü enerji içecekleri kişiye geçici bir süre enerji veriyor ama yanlış ve aşırı kullanıldığında vücuda verdiği zararlar bu enerjinin yanında azımsanmayacak kadar fazla olabiliyor. Peki, enerji içecekleri nedir, ne değildir? Enerji içecekleri kullanılmalı mı, kullanılmamalı mı? Veya nasıl kullanılmalı? Enerji içeceklerinin içinde neler var? Enerji içecekleri vücutta ne yapıyor? Enerji içecekleriyle spor içeceklerinin farkı ne? Enerji içecekleri cinselliği nasıl etkiliyor? Kimler enerji içeceği kullanmamalı? Enerji içecekleri alkol ile birlikte alınabilir mi? İşte tüm soruların yanıtları…
ENERJİ İÇECEKLERİ İLE SPOR İÇECEKLERİNİ BİRBİRİNDEN AYIRMAK GEREKİYOR…
Dayanıklılığı ve fiziksel performansı, zihni anlamda uyanıklığı ve konsantrasyonu arttırmak, tepkileri hızlandırmak, metabolizmayı canlandırmak ve toksinlerin vücuttan atılımını kolaylaştırmak fikrinden yola çıkılarak üretilen enerji içecekleri, uyanık kalmayı sağladığı için sınav öncesi ders çalışırken ya da gece dışarıda uzun saatler eğlenmek için kalan gençler arasında yaygın olarak tüketiliyor. Oysa enerji içecekleri ile spor içecekleri birbirinden çok farklı… Bu nedenle sporcu içecekleri ile enerji içeceklerini karıştırmamak, aradaki farkı bilerek tüketmek insan sağlığı açısından son derece önemli… Enerji desteği sağlayan ve sporcular için önemi yadsınamaz olan spor içeceklerinde karbonhidrat, vitamin, mineral ve sodyum, potasyum gibi kan için gerekli maddeler bulunuyor. Spor içecekleri ağır spor yaparak sıvı kaybeden kişiler tarafından, su ile birlikte tüketebiliyor. Enerji içeceği olarak adlandırılan içeceklerde ise kafein, taurin ve guarana gibi uyarıcı maddeler yer alıyor.
Enerji içecekleri cinselliği nasıl etkiliyor?
ENERJİ İÇECEKLERİNİN İÇİNDE NELER VAR?
Bir kutu enerji içeceğinde zihinsel işlevler üzerinde önemli bir madde olan kafein bulunuyor ve uzun süren aktivitelerde yağların yakılmasını artırarak daha fazla enerji sağlıyor, uyanık ve aktif olunmasına yardımcı oluyor. Stres veya yorgunluk anında, vücutta önemli bir antioksidan olan taurin seviyesi düşüyor. Vücuttan zehirli maddelerin atılmasına yardımcı olan glukuronolakton, glikoz parçalandığında ortaya çıkıyor ve hemen enerji veriyor. Enerji metabolizmasında etkili olan B grubu vitaminler, fiziksel ve zihinsel performansı artırıyor. Taurin, glukuronolakton ve B grubu vitaminler dışında enerji içeceklerinde bol miktarda glikoz, sükroz, guarana (bir çeşit kafein), inositol, carnitine, creatine, yapay tatlandırıcılar,yapay aromalar,yapay renklendiricilerve etil alkol yer alıyor. Bazı ürünlerde ise haşhaş tohumu özü veefedrin de bulunabiliyor.
Vücut organlarını fazlaca yoran ve böbreküstü bezleri için zararlı olabilen enerji içeceklerinin içerdikleri yüksek oranda kafeinden dolayı çok fazla tüketilmemesi gerekiyor. Çünkü kilo alınımına, kalp ve kan damarlarında sorunlara yol açabiliyor, fazla tüketilmesi halinde çarpıntı yapabiliyor, tansiyonu yükseltebiliyor, asabiyet, huzursuzluk, uykusuzluk, sık tuvalete çıkma, ağız ve diş problemleri, terleme, ellerde titreme, bulantı, kusma, karın ağrısı, göğüs sancısı, baş dönmesi, uykusuzluk, bağımlılık hatta kalp krizlerine neden olabiliyor. Çok yüksek oranda şeker (15 tatlı kaşığı) içerdiği için susuzluğa (dehidrasyon) sebep olabiliyor. Yapay aromalar ve renklendiriciler, migrenden çeşitli baş ağrılarına, baş dönmesinden, saldırgan davranış geliştirmeye, hiperaktivite, kontrol edilemeyen bağırmalar ve ağlamalara, endişelere, düz oturamamaya ve çocuklara odaklanamama gibi pek çok soruna sebep olabiliyor. B vitaminleri fazla tüketildiğinde karaciğer zehirlenmesine, yanma hissine ve cilt lezyonları gibi motor ve duyu problemlerine sebep olabiliyor. Kafein kızarıklık, kaşınma, dil, yüz, ağız ve dudak uyuşması, nefes alma zorluğu, göğüs sıkışması ve kusma gibi çeşitli ciddi alerjik reaksiyonlara sebep olabiliyor. Ayrıca aşırı miktarda kafein tüketimi kronik strese, depresyona ve anksiyeteye yol açabiliyor. Bu nedenle enerji içeceklerinin antibiyotik ilaçlar, nefes açıcı ilaçlar, alkol ile birlikte kullanılmaması önem taşıyor. Bu nedenle gençler arasında kullanımı giderek artan enerji içeceklerinin okullarda satılması yasak… Milli Eğitim Bakanlığı, 21 Temmuz 2011 tarihli, 41 sayılı ve Okul Kantinlerindeki Gıda Satışı konulu bir Genelge yayınladı… Okul kantinlerindeki gıda satışını düzenleyen Genelge’ye göre, eğitim kurumlarının, yatılı veya pansiyonlu yemekhaneleri dahil olmak üzere kantinleri, çay ocakları, büfeleri vb yerlerde çocukların dengesiz beslenmesine şişmanlığa (obezite) sebep olabileceğinden, doğal maden suları hariç, enerji yoğunluğu yüksek, besin değeri düşük olan (enerji içecekleri, gazlı içecekleri, aromalı içecekler ve kolalı içecekler) ile kızartma ve cipslerin satışları yapılmayacak, otomatik satış yapan makinelerde bulundurulmayacak… Çünkü gençler enerji içeceklerini, derslere motive olmak veya sınavlarda uyanık kalabilmek için tüketebiliyor ama bunun için daha sağlıklı yollar bulmak gerekiyor. Enerji içecekleri hakkında yapılmış yeterli araştırma bulunmadığından, sağlık üzerine etkileri kesin olarak bilinmiyor ama bilinenler bile çok fazla kullanılmaması için yeterli gibi görünüyor.
ALKOL KARIŞTIRILMAMASI VE BİRLİKTE ALINMAMASI TAVSİYE EDİLİYOR…
Enerji içecekleri dolaylı olarak, alkolizme zemin hazırlayabiliyor. Çünkü kafein dozu yüksek olan enerji içeceğine alkol karıştırarak içmek, yorgunluk hormonu olarak bilinen kortizol hormonunun işlevselliğini yitirmesine ve hormonsal bozukluklara neden oluyor, böylece sarhoş olduğunu hissedemeyen, alkolün etkilerini fark edemeyen kişi daha çok içki içiyor ve bu durum trafik kazalarına ve alkol zehirlenmelerine yol açabiliyor. Bu nedenle enerji içeceklerinin alkol karıştırılmaması ve birlikte alınmaması tavsiye ediliyor.
ENERJİ İÇECEKLERİ GERÇEKTEN CİNSEL PERFORMANSI ARTTIRIR MI?
İnsanın dünyada tadabileceği en güzel zevklerin başında cinsel birliktelik geliyor. Günümüzde tabu olarak algılanan ve çiftlerin gözünü korkutan cinsellik, sanıldığı gibi bir sınav, kara bir bulut ya da kâbus değil…Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED – www.cised.org.tr) tarafından seks yapmak; rahatlamış ve gevşemiş bir halde, sevişmenin ve dokunmanın verdiği hazza odaklanarak, haz alıp haz verebilme, ruhu ve bedeni paylaşabilme, ne olursa olsun bir şekilde boşalabilme bilim ve sanatı olarak tarif ediliyor. Dolayısıyla seks yapmak, beslenme ve dinlenme ihtiyacı gibi kişinin zamanı geldiğinde, yani hormonları harekete geçtiğinde yaşaması gereken çok özel ve güzel bir dürtünün ifade ediliş şekli… Bu nedenle “Enerji içecekleri cinsel performansı arttırır”, “Enerji içecekleri seks gücüne güç katar” gibi doğru bilinen yanlışlara (cinsel mitler) son vermek önemli… Çünkü enerji içeceklerinin yaşanılan cinselliğe çoğu zaman olumlu bir katkısı olmadığı gibi, çok fazla ve alkolle birlikte kullanıldığında, aşırı performans beklentilerinden, yoğun şeker, kafein ve enerjiden dolayı sertleşme sorunlarına ve erken boşalmaya yol açabiliyor. Bu nedenle çoğu zaman, enerji içecekleri cinsel performansı arttırmıyor, aksine azaltabiliyor.
ENERJİ İÇECEKLERİ KİMLERE YASAK OLMALI?
Çoğu ülkede insan sağlığına zararlı olması gerekçesi ile yasaklanması gündemde olan enerji içeceklerini, yaşlıların, gençlerin, çocukların, hamile ve emziren kadınların, alkol tüketenlerin, aktif sporcuların, kafeine duyarlı olanların, diyet yapanların, yoğun stres yaşayanların, tansiyon, kalp ve dolaşım sorunu olanların kullanmaması önem taşıyor.
Aşkı öldüren evlilik mi? Sevgi dolu, mutlu bir evlilik için elinizden geleni yapıyorsunuz! Ancak içinde bulunduğunuz zaman ve olaylar, istemeyerek yaşananlar, iş yerinde ki sorunlar, evde ki küçük sorunlar ve tabi ki evliliğin ağır sorumluluğu.. Sizi eşinize karşı beslediğiniz sevgiden uzaklaştıracaktır. Evliliğinizin monotonlaştığını ve artık yıpranma evresine girdiğini görmek ya da hissetmek sizi ve eşinizi üzecek, gereksiz bunalıma ve strese girmenize sebep olacaktır. Kadın ya da erkek evlendikten sonra değişiyor mu gerçekten?
Evlendikten sonra kimse değişmiyor. Şayet akıl hastalığı, kişilik bozukluğu veya madde bağımlılığı yoksa! Değişen beklentiler. Kadınlarda daha çok oluyor bu durum. Sevgiyi benim gibi düşünsün, benim gibi hissetsin beklentisi var.
Öyle hissetmiyor mu erkekler?
Erkek flört ya da aşk evresinde daha romantik olsa da, evlilikte mantığı ve gerçekçiliği öne çıkıyor. Flört sırasında erkek, beklentileri yerine getirebilmek için büyük bir çaba sarf ediyor. Sıkıntı da buradan başlıyor. Evlendikten sonra bu tutum tamamıyla değişiyor çünkü. İşi, sosyal yaşamı, her şeyi farklılaşıyor. Evlilikten önce ve sonra diye bakıyor ilişkiye. Oysa bu bakış açısını değiştirmesi lazım erkeklerin. Kadının ruhu beslenmediğinde hırçınlık baş gösteriyor.
Aşkı öldüren evlilik mi?
Evlilik De Aşkı Yaşatmak İçin ne yapmalıyız?
Eşinizin Egosunu İhmal Etmeyin: Her birey iç güdüsel olarak saygı görmek takdir edilmek ister ki bu duygu bebeklik döneminden itibaren vardır. Sizde eşinize değerli olduğunu gösterin ve asla takdir etmekten onu gururlandırmak dan vazgeçmeyin.
Hayata İlgi Gösterin: Yeni Konular, Yeni Uğraşlar Edinin ve Bunlardan Bahsedin: Evlilik de monotonluğu yok etmek için sosyal hayatınızı daha aktif hale getirin ve bunu mümkün olduğunca eşiniz ile birlik de yapın. Sosyal faaliyetlerinizi artırın.
Tartışmayın! Konuşmayı Deneyin: İşte bu büyük bir meziyettir, sadece evlilik de değil ikili ilişkilerin hepsinde tartışmak yerine konuşmayı deneyin, hem daha mutlu olacaksınız hemde mutlu edeceksiniz.
Eşinizin Kurallarına da Saygı Gösterin ve Önemseyin, Sorun Değil, Çözüm Üretin!
Empati Kurun: İkili ilişkilerde uygulanması gereken en önemli kuralların ve önerilerin başında gelir empati kurmak. Aslında empati kurulduğunda Tartışmayın, Konuşun ! kuralını da aynı anda yerine getirmiş olacaksınız.
Evliliği kurtarmanın yolları..! Beğeni, aşk, sevgi ve bağlılıkla başlayan ilişkiler yaşamın doğal bir döngüsü olarak evlilik müessesesine dönüşür. Bu süreçte her iki tarafında kendi ailesinden ayrışarak yeni bir aile olma yolunda mücadeleler başlamıştır. Anne babadan ayrılığa hazır olmak, bireysel olarak hem duygusal, hem de maddi sorumluluğu alabilmek gerekir. Bireyin ailesinden ayrılabilmesi ülkemizde çok zorlu bir süreçtir. Evlilik hazırlıklarından başlayarak her aşamada çiftler üçüncü şahısların etkisi altındadır. Kıyafet seçiminden mobilyaya, düğünün nerde ve nasıl olması gerektiğine kadar bir çok kararın iki kişi arasında alınması mümkün değildir. Çiftler daha hazırlık aşamasından başlayarak sürekli zorlanmaya, tercihlerinin etkilenmesine, hatta çocuklarının eğitimine kadar bir çok konuda tek başlarına söz sahibi değillerdir. Sürekli birilerinin müdahaleleri çiftler arasında gerginliğe, ciddi kavgalara sebep olmaktadır.
Yaşayan hiçbir şey kendi başına sadece kendisi için yaşamaz. (William Blake)
Düğün sonrası birlikte yaşamaya başlayan çiftlerin hayatlarındaki en zorlu dönem başlamıştır. Bu dönemde birlikte bir yaşam inşa edecekler, birbirlerine destek olacaklar, uyum sağlayacaklar, gelişimlerini sürdürecekler, birbirlerine bağlı kalarak birlikteliklerini devam ettireceklerdir. Bu dönemde birbirlerini çok yargılarlar, sürekli doğru kişiyle mi evlendim acaba? gibi kendi içlerinde sorgularlar. Boşanmaların en sık olduğu dönemdir ilk yıllar. Bu dönemde her iki tarafında ciddi çabalar göstermesi gerekir. Yeni bir düzen, sistem kurduklarının bilincinde olup ona göre adımlar atmalı, birbirleriyle olan iletişimlerinde yapıcı olmalıdırlar. Evlilik öncesi hayatlarını sürdüremeyecekleri gerçeğini kabul etmeli, artık ben değil biz olabilmelidirler. Bu ilk zamanlarda yaşanan en önemli sorunlardan biride cinsellik ve fiziksel şiddetle ilgili sorunlardır. Basit olarak değerlendirilen çözüm için adım atılmayan bu sorunlar zamanla ilişkide çok ciddi hasarlar meydana getirmektedir.
Evliliğin ilk birkaç yılından sonra meydana gelen çocuk yepyeni güzellik ve duyguların yanında ciddi sorumluluk gerektirdiğinden yeni sorunları da beraberinde getirmektedir. Karı-koca sistemini oluşturmadan anne-baba evresine geçilmemelidir. Genellikle de yolunda gitmeyen evliliklerde çocuğu kurtarıcı unsur olarak görüp çiftlerin hazır olmadan çocuk yapmaları durumuna sık rastlanmaktadır. Unutulmamalıdır ki aileye katılan yeni bir bireyin sorumluluğunu da üstlenmek, onun bakımıyla, eğitimiyle ilgilenmek, ona karşı davranışlarda tutarlı olmak, kurallar koyup uygulamak ciddi bir iştir.
Evliliği kurtarmanın yolları
Çocuğun büyüyüp ergenlik çağına geldiği dönemde aile çocuğunun bir takım tutumları karşısında şaşkın, ne yapacağını bilemez konumdadır. Artık kuralların esnetilmesi gerekmektedir. Çünkü her istediklerini yapan, elinden tutup her yöne çektikleri çocuk yoktur artık. Kendi bireyselleşme mücadelesini veren bir ergenle karşı karşıyadırlar. Artık çocuğa endeksli bir hayat bitmekte çiftlerin baş başa kalabildiği, birbirlerini ve birlikteliklerini sorguladıkları bir dönem başlamaktadır.
Kendi kariyerlerini sorgulayan çiftler, işlerinde yaşadıkları sorunlardan dolayı birbirlerini, hatta çocuklarını suçlayabilirler. Hayatımda sen olmasaydın şu an farklı bir yerde olurdum, kariyerimden vazgeçip kendimi sana ve çocuğa adadım, şu an kaybettiğim o kadar çok şey var ki tarzında yaklaşımlar sergilenebilir. Bir taraftan da bu dönemde çiftlerin kendi anne babalarıyla ilgili sağlık sorunları ortaya çıkmaya başlar ve onlarla ilgilenmek durumunda kalabilirler.
Çocukların ergenlikten yetişkinliğe geçtikleri dönemde yuvadan uçup kendi hayatlarını kurdukları, evlilik, öğrenim yada iş nedeniyle ayrıldıkları zaman geldiğinde çocuktan kopamama ayrışamama, çocuğun artık yetişkin bir birey olduğunu kabullenememe, kendileri olmadan yapamayacağını düşünmeleri gibi sorunlar baş göstermeye başlar. Artık baş başa kalan karı-koca geçmiş hayatı sorgularlar, senin yaptıkların, benim fedakarlıklarım şeklinde başlayan tartışmalar sürer gider.
Zaman su gibi akmış çiftler artık yaşlanmış emeklilik dönemi gelmiş, sağlık sorunları, fizyolojik sorunlar artmıştır. Bu dönemde deneyimlerini kendilerinden sonrakilere aktarmaya çalışan çiftler, ölüme hazırlanması gerekir. Geriye kalan zaman sınırlıdır ve kaliteli yaşanması gerekmektedir. Bu dönemde ortaya çıkacak sorunların çözümü daha da güçtür.
Aile sisteminin oluşumundan başlayarak devam eden süreçte bir çok problemle karşılaşılması olağandır. Ailenin işlevi çocuk dünyaya getirmek, neslin devamını sağlamaktır. Bunu gerçekleştirirken de o süreçteki gerekli niteliklere sahip olmak elzemdir.
Sağlıklı ve mutlu bir ailede olması gereken özellikler;
-İletişim becerilerinin olması,
-Problem çözme becerilerinin olması,
-Zamanla oluşturulan uygun otoritenin olması,
-Zamanla oluşturulan ve uyulan kuralların olması,
-Çocuk yetiştirme konusunda bilgi ve deneyimin olması,
-Ailece ve bireysel hedeflerin olması,
-Aile bireylerinin tutarlı ve destekleyici olması,
-Esneklik ve uyum becerilerinin olması.
Aile bireylerin rollerini gerektiği gibi yerine getirmeleri, rol karmaşasının olmaması gerekir. Mutlaka bir düzen, hiyerarşi olmalıdır.
Sağlıksız aile tipleri Fisher şu şekilde sıralamıştır;
1.Sınırlanmış/sıkıştırılmış aile tipi: Bu tip aileler bastırıcı, negatif, mükemmeliyetçilik anlayışına sahiptir.
2.İçe dönük aile tipi: Dış dünyadan kopmuş kendi içlerinde yaşayan aileler.
3.Obje odaklı aile tipi: Çocuk odaklı, birey odaklıdır. Ya da obje yerine geçebilecek başka bir şey.
4.Fevri-dürtüsel aile tipi: Antisosyal özellikler taşıyan ailelerdir.
5.Çocuksu aile tipi: Kendi anne-babalarına bağlı ailelerdir. Yetersiz, bağımlı, gelişmemiş ailelerdir. Sürekli başkalarından bir şeyler talep ederler.
6.Kaotik aile tipi: Hiçbir düzen kural olmayan ailelerdir.
Ailelerin sağlıklı olup olmadığını anlamak için sınırlara, kurallara, rollere, bireyselliklerine, bütünlüklerine, iletişimlerine bakılır.
Aile terapisi alacak ailenin bir probleminin olması gerekir ve bu problemi kendi başlarına çözemeyecekleri bilincinde olmalıdırlar. Terapide öncelikli olarak çiftlerin beklentileri konuşulur ve iletişimle ilgili sorunlar irdelenir. Terapi için gelen çiftlerin bir çoğunda iletişim kazalarının fazla yer aldığını gözlemliyoruz. Bireysel ve cinsel farklılıklardan, içinde bulunulan andaki stres yoğunlu, kültürel farklılıklar, sosyal farklılıklar, hatta mesleki farklılıklar gibi çiftlerin ellerinde olmayan bir takım nedenler istem dışı çatışmalara, yanlış anlamalara, sorunlara yol açmaktadır. Bir çok çift birlikte yaşadığı, hayatını paylaştığı insanı anlamakta zorluk çekmekte, yada yanlış anlamaktadır. Terapi sürecinde çiftlerin iletişim dilleri, çatışma çözme yöntemleri, empati yetileri konuşularak birbirlerini anlamaları sağlanır ve ilerde doğabilecek sorunlarla mücadele becerileri geliştirilir.
Evliliği kurtarmanın yolları
Evlilikten beklentiler bir çok insan için değişiklik gösterse de ömür boyu sevdiği kişinin şu anki gibi kalması, değişmemesidir. Oysa her şey gibi gerek bireysel hayatta gerekse ilişkide değişim kaçınılmazdır. Zamanla ortaya çıkacak kariyerle ilgili sorunlar, ekonomik sorunlar, fiziksel değişimler, cinsel sorunlar, değişen sosyal çevreyle etkileşim v.b. bir çok nedenden dolayı çiftler evlendikleri zamanlardaki gibi kalmayacak zamanla farklılaşacaklardır. Bu farklılaşma çiftlerde bazen hayal kırıklığı yaratacak, benim tanıdığım evlendiğim insan sen değilsin, çok değiştin gibi sözler sıkça tekrarlanmaya başlayacaktır. Oysa sorun çoğu kez değişen karşıdaki eşte değil, değişimi kabullenemeyen, eşine ayak uyduramayandadır.
Evlilik kusursuz işlemeli anlayışı, beklentisi de çiftlerin hayal kırıklıklarına neden olmaktadır. Her deniz dalgalıdır, coşkundur ve çoğu zamanda durgundur. Evliliğinde zor günleri olacaktır, olmalıdır da. Zorluklara karşı birlikte hareket edebilen, birlikte mücadele eden çiftler bir takım olabilir ve birbirlerine daha sıkı bağlanabilir. Küçük bir sıkıntıda takımına küsen, oynamak istemeyen bir oyuncunun asla başarılı olamayacağı gibi sorunları birlikte göğüsleyip çözmek için mücadele etmeyen çiftlerde evliliği yürütemezler. Elbette kavgalar, anlaşmazlıklar olacaktır. Bunları güç mücadelesine çevirmeyip yerine göre müsamahalı davranma, biri öfkelendiğinde diğerinin yatıştırıcı olması, istek ve düşüncelerin kızgınlıkla değil sakin bir şekilde anlatılması kalıcı yaralar açılmasını önleyecektir.
Evliliği kurtarmanın yolları
Çiftler bir birlerine karşı kin tutmamalı, affetmesini bilmeli, geçmişteki olumsuz hatıralar yerine yaşanmış güzel anıları hatırlamalıdırlar.
Keyifli, mutlu bir ilişki; geleceğe dönük ortak hedeflerin olması, çiftlerin birbirlerinin duygularını, isteklerini, ihtiyaçlarını önemsemeleri, kendilerini rahat bir şekilde ifade etmeleri, birbirlerini desteklemeleri ve motive etmeleri, en önemlisi sorunlardan kaçmak yerine onlarla yüzleşmeleriyle mümkündür.
Çiftler terapide kendilerini daha rahat ve güvende hissetmekte ve duygularını çok daha iyi ifade edebilmektedirler. Birlikteyken konuşulmaya cesaret edilemeyen çoğu şey gün yüzüne çıkmakta, ilişkiyi kötü gösteren tozlar alınmakta, çözümsüz gibi görünen sorunlar terapistin farklı bakış açısı ve yaklaşımıyla çözülmektedir. Ülkemizde eş, dost, akraba tarafından halledilmeye alışılmış olan evlilikteki problemler, terapiste gitme konusunda çiftleri engellemektedir. Oysa kalıcı çözüm üretmeyen bu yöntem bazen de problemi daha da kronikleştirmektedir. Eşlerden birinin isteksizliği de terapi sürecini olumsuz etkilemektedir. Eşim terapiste gitmek istemiyor diye mutsuz bir hayata katlanmamalı, eş yada terapist tarafından ikna edilerek çiftler terapi sürecine birlikte alınmalıdır.
Mutluluk bir hedef değil yolculuktur. Bugün için yaşa, buna benzer başka bir yaşamın olmayacak. Yaşam kaliten yaşama yaptığın katkıyla belirlenir. Yaşam kaliteni iyileştirmek için önüne çıkan sorunları temizlemen gerekir.
Kıskançlık cinsel sorunlara yol açabilir! Kıskanmak insanın doğasında var olan bir duygudur. Yansıtma savunma düzeneğinin bir sonucu olabilen kıskançlık, yitirilmek istenmeyen bir kişinin ya da bir ilişkinin yitirileceği ya da tehdit altında olduğu sanısıyla yaşanan bunaltı ve sıkıntı verenkarmaşık bir ruhsal yaşantıdır. Bazen kişiye dayanılmaz bir acı verebilir. Genel olarak bakıldığında çocukluğunda ihanete uğramış, terk edilmiş, reddedilmiş, düş kırıklığına uğramış, küçük düşürülmüş ya da tecrit edilmiş kişilerin veya kendisini yetersiz ve değersiz gören ya da değerlilik duyguları dış etkilerden çok kolay etkilenen kişilerin daha kıskanç oldukları görülmektedir. Bazen kıskançlık aşırı boyutlarda olabilir. Bunun altında paranoya dediğimiz rahatsızlık olabilir. Bu rahatsızlığın ciddi boyutları vardır ve tedavi edilmesi gerekmektedir. Bu derece yoğun yaşanmayan, hastalık sınıfına koymadığımız ama evliliğin ahengini bozan kıskançlıkların çoğu, kişinin sevdiği insanı kaybetme korkusunun ve kendine olan güvensizliğinin sonucudur. Kıskançlıkla birlikte çoğu zaman öfke, değersizlik, mutsuzluk, yalnızlık ve çaresizlik gibi duygular yaşanır.
Günlük yaşamda kıskançlık yaşayan kişilerin pek çoğunun yaşadıkları bu duygu ile baş edemedikleri; kıskandıkları eş ya da partner ile ilişkilerinin bozulduğu ve ilişkilerinin eski güzelliğini yitirdiği görülmektedir. Kıskanılan kişinin kendisini kapana kısılmış hissetmesi ile beraber kıskanan kişi de yoğun acı çeker. Kıskanan kişi huzursuz, mutsuz, sürekli karşısındakini suçlar bir ruh halindedir, eşini devamlı kontrol eder, takip eder, onun yaşantısını sınırlar ve baskı oluşturarak onu kaybetmeyeceğini düşünebilir. Kıskanan kişi ilişkiyi korumak ve geliştirmek için olumlu çaba harcamak yerine gizli gizli öç alarak, küserek, ilişkiyi keserek ya da tehdit ederek, zor kullanarak ve kaba kuvvete başvurarak amacına ulaşmaya çalışabilir. Bu tutumlar kıskanılanı da kıskanandan uzaklaştırır. Kıskançlığın ölçüsü artıkça olumsuz etkisi artar ve sağlıksız davranışlara sebep olabilir. Kıskançlıklarla zedelenen evlilik ilişkisinde sevgi, saygı ve güven azalmaya başladığı için cinsel yaşam da sekteye uğrayabilir ve en sık kadınlarda cinsel isteksizlik ve orgazm sorunları, erkekte ise sertleşme sorunları ve erken boşalma görülür ve ilişki içinden çıkılmaz bir hal alabilir. Yani kıskançlık cinsel sorunlara yol açabilir.
Sadakat tehditle değil sevgiyle sağlanmalıdır.
Eşleri bir arada tutmaya yarayan, evlilik bağlarını güçlendiren, patolojik olmayan ve tadında bırakılan kıskançlık ilişki için yararlı olabilir. Çünkü tadında bir kıskançlık; ilişkiyi canlı tutabilir, kişileri birbirine bağlayabilir, ilişkinin korunmasını sağlayabilir, kişiye önemli ve değerli olduğunu hissettirebilir, çifte kaybetme duygusunu hatırlatabilir, çiftin birbirine emek vermesine yol açabilir, ilişkide var olan duyguları güçlendirebilir, aşkın ateşlenmesini sağlayabilir ve sevişmeleri daha ihtiraslı kılabilir. Ancak, kıskançlığın tadı kaçırılırsa, ilgiden, sevgiden yoksun kalma kaygısı çok ciddi düzeylere ulaşırsa, bu hem kıskanan kişiye hem kıskanılan kişiye hem de ilişkiye zarar verebilir. Kıskançlık çoğu zaman kıskanan kişinin iç dünyasından kaynaklanan nedenlerle abartılı ve çarpıtılmış algılardan ve yorumlamalardan kaynaklanmaktadır.
Kadın ve erkeklerin yaşadıkları kıskançlık duyguları ile baş etme yöntemlerinde büyük farklılıklar bulunmaktadır. Kadınlar genel olarak kendi hak ve isteklerinden vazgeçen ve alttan alan bir yaklaşım göstermekteyken; erkekler genellikle tehdit ederek ya da kaba kuvvet kullanarak sonuç elde etmeye çalışmaktadırlar. Oysa kıskançlık duygusu ile mücadelede ilk adım geçmişin yaralarını onarmak ve onları bugünün ilişkisinde iyileştirmektir. İkinci adım güven duygusunun onarılmasıdır. Güven duygusunu zayıflatan en önemli etken açık iletişimin olmamasıdır. Bu nedenle imalı sözlerden, üstü kapalı eleştirilerden ve küskünlüklerden kaçınmak gerekmektedir. Ayrıca kişi kıskançlık duygularının altında yatan duygu ve düşüncelere ulaşmalı, kıskançlık hissettiği anlardaki düşüncelerini incelemeli ve kıskançlıktan önce gelen duyguları fark etmelidir. Bu duygu ve düşüncelerin farkına varmak, onları ayrı ayrı ele almaya ve mantıklı olup olmadıklarına daha tarafsız bakmaya olanak tanıyacaktır. Kıskançlık yaşayan kişilerin özellikle başarmak zorunda oldukları şey ilişkiyi korumak ve sürdürmektir. Sadakat tehditle değil sevgiyle sağlanmalıdır. Çift sevgisini birbirine ne kadar çok verirse, o kadar çoğu geri dönecektir, çift kullandığı ölçüyle ölçülecektir. Çoğu insan sevginin sadece bir «duygu» olduğunu sanır, oysa sevgi duygudan ziyade bir mevcudiyet biçimidir. Sevgiyi paylaşmak ve göstermek bir tercihtir. Olgun sevgi eşlerin birbirlerine dikkat, kabul, takdir, şefkat sunması ve kendileri olmakta özgürlük tanıması üzerinde inşa edilebilir ve içinde patolojik kıskançlığın barınmasına izin vermez.
Aşk egzersizleri hakkında bilgiler… Çiçekler ve çikolatalar romantik anlar için ideal olabilir ama gün içinde kimseye çaktırmadan yapılacak birkaç basit egzersiz hareketinin seks yaşamını tamamen değiştirebileceğini biliyor muydunuz? Farklı ülkelerde her gün bir yenisi yapılan bilimsel araştırmalar bizlere gösteriyor ki; egzersizlerin cinsel yaşantıya olumlu etkileri yadsınamayacak kadar çok…
Aşk egzersizleri hakkında bilgiler…
Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) cinsel terapistleri düzenli egzersizlerin birçok yönden hem ruhu hem cinsel gücü hem de vücudu beslediğini savunuyor. Çünkü kasların gelişmesi, dayanıklılık seviyesinin artırılması ve kan dolaşımının düzenlenmesi cinsel yaşamı olumlu etkiliyor. Kegel egzersizleri,aşk kasları adı verilen pelvik taban kaslarını güçlendirmek için yapılması önerilen egzersizlerin başında geliyor. Yapılabilirliği itibarıyla basit olan bu egzersizler, idrar akışının kontrol edilmesini ve pelvik organların tutunduğu kaslarının tıpkı bir hamak misali yerinde durmasını sağlamanın yanında cinsel sorunların tedavisinde de kullanılıyor. Ancak buna rağmen pek çok kadın aşk kaslarının bugüne kadar farkına varmamış, hatta keşfedememiş durumda…
AŞK KASLARINI KEŞFETMEK…
Başlamadan önce aşk kaslarının tam olarak nerede olduğunu anlamak gerekiyor. Küçük tuvalet yapılırken kişinin istediği zaman durabilmesini sağlayan kaslar aşk kaslarıdır. Aşk kaslarının zayıflığı mesane kontrol problemleri (idrar kaçırma) veya bazı pelvik organların sarkmasına neden olabiliyor. Günümüzde doktorlar ve cinsel terapistler sık sık Kegel egzersizlerini aşağıdaki durumlarda bir reçete olarak veriyor: (1) Erken boşalma veya orgazm olamama gibi cinsel işlev bozuklukları, (2) Hem erkeklerde hem de kadınlarda strese bağlı inkontinans (idrar tutamama), (3) Erkeklerde idrar tutamama durumu ve (4) Doğum nedeniyle pelvik taban zayıflığı…
Gebelik ve doğum sırasında, pelvik taban gergin hale gelebiliyor ve genellikle doğumdan sonra aylarca, yıllarca idrar kontrolü sorunlarına neden olabiliyor. Zayıflamış bir pelvik taban da sarkma (rahim sarkması) bir veya daha fazla pelvik organın rahim dışına çıkmasına zemin hazırlayabiliyor. Bu nedenle hamile ve doğum yapmış kadınların günlük olarak Kegel egzersizlerini yapması önem taşıyor. Çünkü düzenli bir biçimde yapıldığında Kegel egzersizleri gerek günlük hayatı gerekse cinsel yaşantıyı daha kaliteli bir hale getirebiliyor. Genital bölgedeki kan dolaşımını güçlendiriyor, bu da cinsel isteği ve cinsel yaşamın kalitesini artırıyor. Daha güçlü ve zevk veren orgazmlar yaşamasını sağlıyor. Vajinal bölgedeki kontrol duygusunun ve kişinin kendisine olan güveninin artmasına katkı veriyor. Küçük tuvaleti daha rahat tutabilmeye yardımcı oluyor. Vajinal sarkmaları önlüyor.
Kegel egzersizleri dışında hem cinsel hayatı hem de ruhsal ve fiziksel sağlığı düzenleyen birçok egzersiz ve germe hareketi bulunuyor. Yoga ve dans dersleri özellikle pelvis bölgesinin çalışmasını sağlıyor. Tekme hareketi içeren egzersizler ve yüzme gibi diğer sporlar da cinsel hayata olumlu etki yapıyor. Her çeşit düzenli egzersiz enerjiyi dengeliyor, kişiyi canlandırıyor, cinsel hayattaki isteği ve tutkuyu artırıyor. Bu nedenle fırsat buldukça egzersiz yapmak gerekiyor.
KEGEL EGZERSİZLERİ NASIL YAPILIYOR?
Kegel egzersizlerini yapmak son derece kolay ve hiç kimsenin bilemeyeceği ve hissedemeyeceği herhangi bir yerde, kimseye çaktırmadan, çok rahatlıkla yapılabiliyor. (1)Yavaş Kegeller aşk kaslarını güçlendirmeye ve bu kaslara hükmetme süresinin artmasına yardımcı oluyor. (2) Hızlı Kegeller ise öksürüldüğünde ya da hapşırıldığında aşk kaslarının gerilme hızını artırıyor. Kegel egzersizleri yeterli süre yatarak tekrarladıktan sonra, oturarak yapılıyor. Vücuttaki değişimi hissetmek için en az 6 haftaya ihtiyaç duyuluyor.
YAVAŞ KEGEL EGZERSİZLERİ…
Öncelikle, oturma pozisyonunda veya yatar durumda idrarı tutmak istermiş gibi aşk kaslarını sıkıp, gevşeterek kişinin kendini test etmesi ve bu kontrol esnasında idrar deliği ve makat kaslarını sıkarken aşk kaslarını hissetmesi gerekiyor. Karın bölgesinde bir kasılma hissediliyorsa doğru kasların çalıştırılmadığı varsayılıyor. Yavaş Kegel egzersizleri için yere ya da yatağa uzanıp, bir çiçeği koklar gibi yavaşça nefes alıp, bir mumu üfler gibi yavaşça nefesi vermek ve bir ritim yakalamak önem taşıyor. Aşk kaslarını nefes alırken 5 saniye yavaşça sıkmak, nefes verirken 5 saniye yavaşça gevşetmek gerekiyor. Bu işlemin her seferinde 10 kez, günde 10 kür olmak üzere en az 100 defa yapılması tavsiye ediliyor. Zamanla kasma ve gevşetme süresi 10 saniyeye çıkartılabiliyor.
HIZLI KEGEL EGZERSİZLERİ…
Hızlı Kegel egzersizleri de aynı yavaş Kegel egzersizleri gibi yapılıyor. Tek farkı, aşk kaslarını daha çabuk sıkıp serbest bırakmak, yani 5 saniye yerine 3 saniye kasıp, 3 saniye gevşetmek gerekiyor.
CİNSEL SORUNLARININ ÇÖZÜMÜNDE AŞK EGZERSİZLERİ…
Dr. Arnold Kegel tarafından bulunan Kegel egzersizleri, başta vajinismus (seks yapma korkusu), disparoni (ağrılı cinsel ilişki), cinsel isteksizlik, erken boşalma, iktidarsızlık olmak üzere cinsel işlev bozukluklarını tedavi etmekte kullanılıyor. Hatta Kegel egzersizlerinin yaşlı erkeklerin penislerinin sertleşmesi üzerinde olumlu etkiye sahip olduğu bilinen bir gerçek… Kegel egzersizleriyle erkekler güçlü ereksiyon elde edebiliyor ve yoğun orgazm yaşayabiliyor, boşalmalarını daha iyi kontrol edebiliyor ve böylece daha tatminkâr bir seks hayatına sahip olabiliyor. Çünkü cinsel işlev bozukluğu tedavisinde kullanılan Kegel egzersizlerinin aşk kaslarını yeniden eğitme ve vücudu keşfetmede büyük rolü var…
Aldatılmamak için ne yapmalı? Üç kişilik bir ilişki olarak bilinen aldatma veya aldatılma korkusu, şüphesiz yakın ilişkilerde tarafların en büyük kabusu olmaya devam ediyor. Bu kadar çok kaygı veren bir durum da ister istemez bu olgu hakkında kulaktan kulağa yayılan mitlere ve efsanelere neden oluyor.
Romanlara, filmlere, dizilere konu olan aldatma, kadın-erkek ilişkisinin başlangıcı kadar eski bir kavram… Aldatmayı işleyen filmlerin, kitapların büyük ilgi görmesi, bu konunun hayatın ne kadar içinde olduğunun da göstergesi…
İçerik olarak oldukça kapsamlı olan aldatma, çiftlere ve bireylere göre farklı şekillerde değerlendirilebiliyor. Aldatma, Kişinin var olan bir ilişki durumunda başka biriyle cinsel ilişkiye girmesi cinsel aldatma, başkasıyla duygusal yakınlık kurmaya başlaması ya da başkasına aşık olması ise duygusal aldatma olarak tanımlanıyor. Araştırmalar erkeklerin cinsel aldatmayı, kadınların ise duygusal aldatmayı seçtiğini gösteriyor.
ALDATMA BİR TRAFİK KAZASINA BENZİYOR…
Aldatma bir trafik kazasına benziyor. Bu kazanın oluşmasının altında yatan bir hikâye mutlaka var… Bu hikâyede aldatan kadar aldatılanın da payı var… Önemli olan bu kaza yapıldıktan sonra aldatanın da, aldatılanın da bu kazayla ilgili kişisel sorumluluklarını gözden geçirmesi ve “Neden aldattım?” veya “Neden aldatıldım?” sorularını kendilerine sorması… Her iki taraf da bu kazada kendine düşen payın muhasebesini yapmalı, daha çok bu konuya odaklanmalı… Aldatma ilişkilerde çok sık görülen bir olgu… Çünkü ilişkilerin doğasında her zaman yasak ve kışkırtıcı olgular var ve bunlar bazen çiftlere çok çekici gelebiliyor. Hatırlayın, insanların cennetten kovulması yasak elma yüzünden oldu… Tanrı insanlara her şeyi vermiş ama “Elmayı yeme” demiş. İnsanoğlu da cenneti elinin tersiyle itmiş ve bir elma için cennetten kovulmayı göze almış. İnsanın doğası ve ruhu böyle… Aldatma da böyle bir olgu…
Aldatılmamak için
GEÇMİŞİN TEKRARLANMA ZORLANTISI…
Aldatma ve aldatılma, çoğu zaman kişilerin ailelerinden gelen bir aktarım olgusunu taşıyor. Eğer kişinin babası aldattıysa, annesi aldattıysa o kişi de aldatabiliyor. Eğer ailede dayıda, teyzede veya yakın akrabalardan birinde bir aldatma hikâyesi varsa o kişinin hayatında da aldatma olabiliyor, buna nesiller arası aktarım adı veriliyor. Aldatanların ve aldatılanların ailelerinde böyle bir hikâye çoğu zaman karşımıza çıkıyor. Bu duruma “Geçmişin tekrarlanma zorlantısı” adı veriliyor. Yani aldatanın da, aldatılanın da içinde büyüdüğü aile ilişkilerinde veya geçmişinde “tema olarak” aldatma olgusunun olduğu bilinen bir gerçek…
ALDATMA BAKICIDAN BAŞLIYOR…
Bakıcıların varlığı, çocukların aklına diğer kadın kavramını sokuyor. Annenin dışında ikinci bir kadın fikriyle yetişen kişiler, sosyal ve cinsel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için aldatmaya meyilli olabiliyor. Ayrıca annenin yokluğunu ileriki yaşlarda, uyuşturucu, seks, alkol ve para bağımlılığı şeklinde karşımıza çıkabiliyor.
BORDERLİNE VE NARSİSİSTİK KİŞİLERİN ALDATMA OLASILIĞI ÇOK DAHA YÜKSEK…
Bilinenin aksine, evlilik terapistleri, aldatmaya doğru veya yanlış, ahlaklı veya ahlaksız diye bakmıyor.Bu olguya üzerinde düşünülmesi gereken ve ders alınması zorunlu bir hikâye olarak bakıyor. Çünkü karı-koca arasında yaşanan ilişki aldatmayı meydana getirebiliyor. Kadın anne olduktan sonra kocasını ihmal edebiliyor. Erkek, eşinin doğumundan sonra onu “kutsal anne” gibi görüp cinselliği başka biriyle yaşamayı tercih edebiliyor. Çocuklukta yaşanan ihmal edilme veya aşırı derecede işgal edilme, çok fazla miktarda iddete maruz kalma, karı-koca ilişkilerinde aldatmayı meydana getirebiliyor. Özellikle borderline ve narsisistik kişiliklerin aldatma olasılığı çok daha yüksek olabiliyor. Çünkü yakınlaşma ve ayrışma problemi olan bu kişiler, bilinçdışı olarak, aldatarak diğer kişiyle aralarında güvenli, duygusal bir mesafe yaratmaya ihtiyaç duyabiliyorlar. Aldatmak, yakınlaşma korkusunu ya da yutulma, boğulma veya terk edilme korkularını kişinin kontrol altına almasının bir yolu olabiliyor. Kişi aldatarak bir seviyede partneri ile arasındaki mesafeyi ayarlamaya çalışabiliyor. Buna bir nevi balans ayarı da deniyor.
ALDATILMA SONRASI ZOR BİR SÜREÇ…
Aldatılan kişi ilişkisini veya evliliğini bitireceği gibi devam da ettirebiliyor. Her aldatma boşanmayla bitmiyor. Unutmayın ki aldatılma ve sonrasında yaşanan sorunlar çözülebilen durumlar olarak biliniyor. Aldatmalar travma etkisi yaratsa da, bazen aldatma olayından sonra evliliklerin daha sağlıklı yürümeye başladığı, bağlılık duygusunun arttığı, sorunların bu tip bir travmadan sonra netleşip çözüm için ortak hareket edildiği yeni bir süreç başlayabiliyor. Bu dönemde aldatılan kişi, bazen utanç, bazen öfke, bazen de intikam ve aşağılanma duygusuna kapılabiliyor ve zamanla kimliğini kaybedebiliyor. Özel bir insan olduğuna dair inancı azalabiliyor ve kendine olan saygısını da yitirebiliyor. Ayrıca dünyanın güvenilmez bir yer olduğunu düşünmeye başlayabiliyor. Tehlikeli olan da bu… Çünkü sevdikleri ve hayatı paylaştıkları partner aldatırsa, bu dünyada kime ve nasıl güvenebileceklerini şaşırmaları da doğal…
ALDATILMAMAK İÇİN NE YAPMALI?
Çift ilişkisinde suçlama, yoğun eleştiri, hataların sürekli vurgulanması kişinin kendisini ilişkide dışlanmış hissetmesine neden olabiliyor. Bu da aldatma için riskli bir ortamı hazırlıyor. Ancak ilişki içerisinde koşulsuzca sevgisini verebilen ve alabilen, ihtiyaçları karşılanan, bakımlı olan, bedensel temizliğe önem veren, birbirine zaman ayıran, ilişkide güven duygusunu yaşatan ve yaşayan, açık iletişim içerisinde olan, farklılıklara saygı gösteren bir çift olunduğunda aldatılma ihtimali azalıyor. İlişkide bazı özelliklerin olması aldatılma ihtimalinizi düşürüyor, ancak hiçbir formül bu ihtimali sıfırlayamıyor. Çünkü aldatmanın yalnızca üçte birlik kısmı çift ilişkisinin dinamiklerinden kaynaklanıyor. Geri kalan faktörler ise daha çok bireysel ve nesiller arası nedenlerle yaşanıyor.
ALDATILMAK YOLUN SONU DEĞİL!
Aldatılanda öfke, yas süreci, üzüntü, sıkıntı, uykusuzluk, onur ve gurur yaralanması, tedirginlik, özgüven sarsılması ve depresyon dönemi başlıyor. Bu nedenle bu dönemde bir evlilik terapistine başvurulması gerekiyor. Çünkü kurulu bir düzeni yıkmak zor ve aldatılan kişinin partneriyle bir araya gelerek sadece karşı taraftan değil kendisinden kaynaklanan sorunları çözmek için de adım atması önem taşıyor. Eşin sadakatsizliğinde evliliği hemen bitirmek yerine, “Eşim beni sevmediği için mi yoksa insani bir zaaftan dolayı mı aldattı?” sorusuna bir evlilik terapistinin nezaretinde yanıt aramak ve kar-zarar analizi yapmak doğru bir yol gibi görünüyor. Çünkü sevgiyi, güveni ve saygıyı artırıcı çözümler bulmak o kadar da zor değil… Evlilik terapisi sürecini yaşayan çiftler evliliklerini yeniden yapılandırabiliyor ve tekrar eski mutlu günlerine dönebiliyor.
Mutlu evlilik kimine göre bir hayal,kimine göre gerçek… Evliliğinizde veya ilişkinizde sorunlar mı var? Sorunsuz ilişki olmaz ama kronikleşirse korkulan son kaçınılmaz olabilir. Oysa uzmanların tavsiye ettiği birkaç basit ve etkili kurala uymak sizi mutluluğa kavuşturabilir.
Mutlu ve sorunsuz bir evlilik, bu kuruma adımını atmış çiftler için en önemli tercihtir. Ancak ister evlilik olsun ister beraberlik, başarılı bir ilişki göründüğü kadar kolay değildir. Karmaşık bir yapıya ve hassas dengelere dayalı olan kadın-erkek ilişkisinin başarısıysa, uzmanların tavsiye ettiği bir takım basit ama önemli kurallara uymakla mümkün.
İnsan doğuştan yarım ve yalnızdır. Evlilik aslında kişinin kayıp olan yarısını bulma arayışıdır. Evlilik tamamlanmak, bütünleşmek ve bütünlenmek demektir. Evlilik kurumunu kişilerin kendini güvende hissetmek amacıyla oluşturduğu bir olgudur. Bu kurumun amacı bütünleşme arzusudur. Çünkü insanoğlu annesi ile bir bütün olarak ana rahminde gelişir. Bu bütünlük duygusu anneyle bir olma isteğidir. Anne rahminde kişi kendini güvende ve cenneteymiş gibi hisseder. Fakat annenin rahminden çıktığında insan o duyguya yeniden kavuşmak ister. İşte sağlıklı ve mutlu bir evlilik, bu bütünlük duygusunu verdiği için kişiye güveni hissettirir. Ama güven yoksa bu takdirde hırçın ve çaresiz hissettirir. Bu yüzden evlilikler çoğu zaman insanı ya hırçın ve çaresiz ya da huzurlu ve mutlu kılar. Peki evlilik nasıl çatışmaya dönüşüyor?
Bir insanı iki olgu rahatsız eder. Biri kendi iç sesidir. Diğeriyse başkalarının onun hakkında söyledikleridir. Bunu evliliklere de uyarlayabiliriz. Evliliklerde de kişiler eşleri hakkında iç seslerine ve eşlerinin kendilerine sarf ettiği sözlere ve yaptıklarına kafalarını çok takarlar. Bununla birlikte hem kendilerini hem de eşlerini suçlamaya başlarlar. Bir insanı mutlu eden de iki olgu vardır: Anlatmak ve anlaşılabilmek… Eğer evlilikte çatışma başlamışsa karı-koca ne dertlerini birbirlerine anlatabilirler ne de anlaşıldıklarını düşünebilirler. Bu nedenle kendilerini güvende hissetmezler. Demek ki iç seslere kulak vermek ya da düşüncelerinizi içinize hapsetmek yerine anlatabilmek ve de doğru bir şekilde anlaşılabilmek çok önemli.
Evliliğin yolunda gitmemesinin en önemli nedenleri; birbirini suçlayıcı tavır alma, küçümseme, saygısızlık, sürekli kendini savunma, iletişimsizlik ve saldırganlıktır.
mutlu evlilik kuralları
Peki mutlu evlilik kuralları nedir?
1- Bankada bir hesap açtığınızı düşünün. Bu hesaba ne kadar mutlu an yatırırsanız ilişkiniz de o kadar mutlu ve uzun ömürlü olur. Amacınız hesabınızı mutlulukla doldurmak olmalı.
2- Birbirinize olan ilgisizliğinizin nedenini bulun. Kıskançlıklar, hep bir arada olma, ilginin çocuklara kayması, maddi sorunlar, evlilik sorumluluklarının ağır gelmesi ve gerçekçi olmayan beklentiler çiftin birbirlerine olan ilgisini azaltabilir.
3- Aklınızda bir anahtarlık hayal edin. Anahtarlığınıza koşulsuz sevme, anlayış, hoşgörü, arkadaş olabilme, samimiyet, şefkat, emek, sabır ve fedakarlık anahtarlarını takın. Anahtarlığa takılan tüm bu olgular mutlu evliliğin kapılarının altın anahtarlığını barındırır.
4- Sevgiliyken yaptıklarınızı tekrarlayın. Çiftler her nedense evlenince, toplumun onlara yüklediği roller doğrultusunda evlilik sürecine sevgililiği birbirlerine yakıştıramazlar. Böylece kısa süre önce sevgiliyken yaşadıkları güzel paylaşımları evliliklerine taşıyamazlar. Hatta flörtü evliliğin doğal süreci olarak görmeme eğilimi hâkim olur. Oysaki insanları değiştiren evlilik değil evliliğe bakış şekilleridir. Evlilikle birlikte sevgiliyken yaptıkları davranımlardan uzak duran çiftler zaman içerisinde hayatın onlara sunduğu monotonluğu yaşar ve sevgilerini, paylaşımlarını sorgulamaya başlarlar. Halbuki sevgiliyken yapılan küçük paylaşımların devam etmesi ilişkiyi ateşler. Kişilerin kendilerini daha iyi hissetmesi ve tutkularının devam ettiğini görmek kişileri birbirine bağlar. Eski tutku ve sevgilerinin devam ettiğini görmek ayrıca yeni paylaşımların artmasına da neden olur.
5- Eşinizin bir konu hakkındaki fikirlerine ya da hayallerine değer verin. Katılmasanız dahi onun ortaya koyduğu fikirlere saygı duyun ve sonuna kadar dinleyin.
6- Evliliğinizi monotonluktan kurtarmak için yenilikler yapın. Kaliteli zaman geçirmek için olanaklar yaratın. Ona beklenmedik küçük sürprizler yapın. Özel bir gün olmasa dahi ona küçük bir hediye alın. Birlikte vakit geçirmek için fırsat kollayın. Ortak zevklerinize uygun paylaşımlar yaratın.
7- İlgi çekmek için ilişkinize gizem katın.
8- Narsisistik gereksinimlerinizi karşılayın. Kendinizi sevin ve beğenin.
9- Eşinizi fark edin. Onun saçını boyadığını, zayıfladığını, sizin için yaptığı küçücük de olsa özel bir şeyi görün ve takdir edin.
10- Öfkelendiğinizde asla şiddete başvurmayın. Mola verin, ortamı terk edin, duş alın ve uyuyun. Müzik dinleyin. Kavganızın dozajının yükseldiği anda nefes alıp vererek gevşeyin. Çatışmalarınızı yıkıcı değil yapıcı olarak ele alın. Kişisel eleştiri değil davranışsal eleştiri yapın. Kendinizi onun yerine koyun ve empati yapın.
Ülkemizde her geçen gün boşanmalar artıyor. Güzel hayallerle başlayan fakat hüzünle biten bir evlilikte geriye kalan ise ya kırık bir kalp ya da ortada kalan çocuklar oluyor. Uzmanlar, birkaç basit hareketlerle uzun yıllar geçse de evliliğin daha kalıcı hale getirilebileceğini belirterek, çiftlerin birbirlerine sevgilerinden bahsetmesinden her gün zaman ayırmalarına kadar… 10 püf nokta sıraladı.
Psikiyatrist/Psikoterapist Yrd. Doç. Dr. Rıdvan Üney, evliliği daha kalıcı hale getirmek için bazı ipuçları verdi. Üney, “Aşk ve heyecanla başlayan iki kişilik evlilik hikâyesine özen gösterilmesi gerekir. Korunmayan evlilikler ya boşanmayla sonuçlanır ya da içi boş sözde bir evlilik kurumu olarak kalır. Çoğu zaman, evlilik öncesi dikkat ve özen kaybolur. Kişiler birbirlerinden yavaş yavaş uzaklaşır ve birbirlerine yabancılaşır. Sonrasında çoğu zaman ‘Ne oldu bize? Yabancılaştık. Artık seni tanıyamıyorum’ sözleri hâkim olur. Bir kısım çift boşanırken, boşanmayan ama birbirinden uzaklaşan çift keyifsiz ve isteksiz olarak evliliğe devam eder. Oysa hayaller böyle değildir.” dedi.
Evliliği daha kalıcı hale getirmek için
“Evlilik yaşayan bir canlıdır. Nasıl ki her canlının ihtiyaçları varsa evliliğin de ihtiyaçları vardır. Bunları görmezden gelmek ya da önemsememek mutsuzluğa zemin hazırlar.” diyen Rıdvan Üney, evliliği devam ettirmenin ve korumanın 10 yolunu şöyle sırladı:
1. Sevginizi ifade edin: Eşinizle ilgili olumlu duyguları ona ifade etmekten kaçınmayın. İlişkide iki tarafı da iyi hissettiren bir yoldur.
2. Evi bir cazibe merkezi haline getirin: Evi sadece yemek yenilen ve eşofmanlarla koltukta televizyon seyretme mekânı olmaktan çıkarın. İki taraf için de eve gelmek heyecan yaratsın.
3. Sohbet edin: Konuşmak bir sorunu ifade etmek, sorunları masaya yatırmak anlamına gelir. Ancak sohbet etmek kişileri içtenleştirir ve yakınlaştırır.
4. Birbirinize zaman ayırın: Yorgun da olsanız, yoğun da olsanız, çocuklar ya da yemekle uğraşsanız da her gün mutlaka birbirinize zaman ayırın.
5. Ben diliyle duygularınızı ifade edin: Karşı tarafın tutum ya da davranışından rahatsız olduğunuzda, sinirlenmek veya surat asmak yerine üzüntü duyduğunuzu ifade edin.
6. Beraber dışarıda zaman geçirin: Zaman zaman herhangi bir amacınız olmadan (çocukların ihtiyaçları, alışveriş, yemek) sadece dolaşın belki bir bankta oturun ve sohbet etme ortamı yaratın.
7. Cinsel yaşantınıza özen gösterin, birbirinizle konuşun: Cinsel olarak birbirinizden uzaklaştığınızda bu sorunu konuşun. Kişilerin cinsellik tutumları farklı olabilir. Cinsellikle ilgili isteklerinizi mutlaka dile getirin.
8. Eleştirirken ölçülü olun: Karşınızdakinin yaptığı bir davranıştan dolayı genelleme yapmayın. Sadece o davranışa odaklanın ve o sorunu çözmeye çalışın. Sen hep’le başlayan cümleler hiçbir şeyi çözmez.
9. Geçmişteki olumsuz olayları sürekli dile getirmeyin: Geçmişi değiştirme şansımız yoktur. Dolayısıyla bugüne ve yarına odaklanın.
10. Başkalarına yakınmayın: Evlilik iki kişilik bir durumdur. Aileye katılacak çocuklar dışında başkalarını ilişkiye katmak, eşinden dert yanmak, şikâyet etmek, akrabaları ve ana-babayı sorunların içine çekmek çözümü daha fazla zorlaştırır.