Şubat ayı burç yorumları 2016 Yeni yılın ilk ayını geride bıraktık bile. Mutluluk, umut ve yeniliklerle dolu bir Şubat ayı dileriz! Öncelikle, Kovaların doğum günleri kutlu olsun. Bu ay onları nelerin beklediğini öğrenmek için sabırsızlandığınızı biliyoruz… Yıldız haritanız Şubat ayının sizin ayınız olduğunu fısıldıyor sevgili Kovalar. Dahası mı? Astrolog Miray Ertuğrul Kova burcu Şubat ayını Kadınlar Kulübü TV’ye anlatıyor. Hep birlikte hem sizin hem de diğer burçların Şubat ayıyla ilgili tüm merak edilenleri astrolojik bakıştan öğrenelim mi?
Sevgililer Günü için alınan hediyeler kıyafet ve mücevher. Sevgililer Günü 2016
Araştırma sonucuna göre sevgilisi ya da eşi olanların yüzde 68’i Sevgililer Günü’nü kutlamayı düşündüğünü dile getirdi. Genel katılımcı sıralamasında sevgilisine ya da eşine hediye almak isteyenlerin ilk 5 sıradaki hediyeleri ise yüzde 18 ile kıyafet, yüzde 12 ile mücevher, yüzde 11 ile parfüm, yüzde 8 ile saat ve yüzde 5 ile ayakkabı ve yine yüzde 5 ile seyahat-tatil oldu. Geriye kalan yüzde 36’lik kesim ise bu özel günde sevdiklerine; kozmetik, çikolata, kitap, çanta, elektronik eşya, şal-eşarp-fular, cüzdan, küçük ev aletleri, Spa – masaj, otomobil, spor malzemeleri, hediye çeki, makyaj malzemesi, evcil hayvan, video oyunları, kemer gibi hediyeler almayı tercih ettiklerini belirtti. Katılımcıların yüzde 5’i ise hediye almayı düşünmediklerini dile getirdi.
Erkekler kadınlara göre daha bonkör
Araştırmanın bütçe boyutunda ise katılımcılarımızın hediyelere ortalama 269 TL ayırdıkları gözlemlendi. Bu bütçe ortalamaları cinsiyet dağılımına göre incelendiğinde; erkeklerin Sevgililer Günü’nde aldıkları hediyeler için ortalama 291 TL, kadınların ise 227 TL ayırdığı görüldü. Erkeklerin yüzde 37’si 250 TL ve üzeri bütçe ayırırken, kadınlarda bu oran yüzde 27 oldu.
Yalnızlar bu özel günde hiçbir şey yapmıyor
Ankete katılan katılımcılardan sevgilisi ya da eşi olmayanlara Sevgililer Günü’nde ne yapmak istedikleri sorulduğunda, yüzde 65’lik kesim hiçbir şey yapmak istemediklerini dile getirdi. Geriye kalan kesimin yüzde 20’si Sevgililer Günü’nü evde ya da Yalnızlar Partisi’ne giderek kutlamayı tercih ediyor. Yüzde 15’lik kesim ise tek başına ya da arkadaşlarıyla kutlama yaparak bu günü geçirdiklerini belirtti.
Yalnızlar kendilerini en çok çikolata ve kitapla şımartıyor
Sevgililer Günü’nü yalnız geçiren katılımcılarımızın yüzde 57’si kendine özel bir hediye almak istemediğini belirtirken, kendilerine hediye alıp şımartmak istediklerini söyleyen katılımcıların ise ilk iki tercihi çikolata ve kitap oldu.
İnternetten alışverişi tercih etmeyen neredeyse yok
Araştırmanın diğer bulgularına göre hediye ve kişisel alışverişlerini internet üzerinden yapmayanların oranı sadece yüzde 9. Geri kalan yüzde 91’lik kesim ise internetten alışveriş yaptığını ifade etti.
Maço mu olsun, romantik mi? Korunma ihtiyacımız ile paralel olarak “güçlü erkek” profiline yöneliyoruz. Bu tip erkeğe maço da diyebilirsiniz, taş fırın da… Önemli olan dışarıdan korunayım derken aile içinde fırtınaya tutulmamak…
Geçtiğimiz günlerde katıldığımız bir toplantıda genç kadın, erkeklerin bağlanmaktan kaçındıklarını, önce çok ilgili görünüp ardından kısa sürede ortadan kaybolduklarını anlatıyordu şikayet ederek. Onu dinleyen bir erkek şöyle yanıt verdi: “Kabul edin ki siz de romantik, size şiirler yazacak erkeklere gitmiyorsunuz. Nerede yakışıklı, havalı, çapkın ve güvenilmez bir adam var, gidip onu seçiyorsunuz. Sonra da gitti diye ağlıyorsunuz.”
Bu doğru muydu? Gerçekten biz kadınlar erkeğimizi nasıl seçiyorduk? Yoksa maço tabir edilen erkeklerin cazibesine kapılıp sonra da acı çekmekten zevk mi alıyorduk?
Bunun doğru olmadığını umarak Ayna Psikolojik Danışmanlık’tan Psikolog Dr. Ayşegül Önk Eray’ın kapısını çaldık. Eş seçimindeki kriterlerimizin insanlık kadar eski olduğunu ve daha birçok önemli detayı öğrendik.
Maço mu olsun, romantik mi?
Kadınlar partner seçimlerini hangi dinamiklerin etkisinde kalarak yapıyor?
Psikolojik, sosyolojik, biyolojik, evrimsel ve ekonomik faktörler söz konusu ve bu konuda yapılmış birçok araştırma var. Eş seçiminde farklı tartışma konuları olmakla beraber en çok “evrim kuramı” ve “sosyal rol kuramı” ile ilgili çalışmalar ön plana çıkıyor. Kadın ve erkeklerin eş seçme kriterleri farklılık gösteriyor. Kadınlar kısıtlı sayıda doğurabileceği çocuklarının bakımı ve geleceği için gerekli maddi manevi kaynakları garanti altına almayı amaçlıyor. İçinde bulunduğu kültüre göre başarılı, güçlü, dominant erkekler arıyor. Ayrıca erkeğin uzun soluklu bir ilişkiye istekli olup olmadığını ve ne kadar özverili olabileceğini de değerlendiriyor. Seçtiği erkeğin ailesinin de çocuklarını koruyacak güce sahip olması önemli.
Kadınlar acı çekmekten mi hoşlanıyor yoksa?
Acı çekmekten hoşlandıkları yerine bu ülkede kadınların fedakar ve cefakar olmaları ile ilgili geleneksel öğreti ve beklentilerin yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Yani kadınlar ilişkilerini sürdürebilmek için her zaman alttan almalı, fedakarlık etmelidirler gibi toplumda bir beklenti var. Her ne kadar “Gelinliği ile gider, kefeni ile gelir” sözü eskisi kadar bariz olmasa da… “Gittiği yerde kan içecek, kızılcık şerbeti diyecek” kadar, nesillerdir oluşturulan bu zihniyetin etkilerinden söz etmemek mümkün değil. Bir sürü eziyete maruz kaldığı halde çaresizlikten ne yapacağını bilemeyen çok kadın var. Bu durum, kadın ekonomik özgürlüğünü kazanmış olsa da değişmiyor ne yazık ki.
Kadınların erkeklerden beklentisi ilişkinin başlangıcında farklı iken zamanla değişiyor mu?
Bunun sadece ülkemizle sınırlı olduğunu söyleyemeyeceğim; neredeyse evrensel bir beklenti. Kadının yapısı ile ilgili süreçler var. Kadınların daha iyimser ve umutla bakma ihtiyaçları diyebiliriz. Bu konuda yaygın bir espri vardır: Kadınlar erkeklerin değişeceklerini umarak evlenirlermiş; erkekler de kadınların değişmeyeceğini…
Kadınlar ilişkiden ne istediklerini tam olarak biliyorlar mı? Yoksa bazen sadece ilişki yaşıyor olmak için mi başlıyorlar?
Bu durum sadece kadınlar için söz konusu değil. Çoğu kişi bir ilişkiden ne beklediğini tam olarak bilmeden başlıyor. Önemli olan başlamakla değil, sürdürmekle ilgili olan süreç zaten. Duygusal süreçler aniden başlasa da ilişkide nasıl hissettiğimiz kadar mutlu olup olamadığımızı da değerlendirebilmemiz önemli. Ayrıca kendine güven de önemli bir konu. Bu konuda güveni az olan kadınlar daha çok “elimdeki ile yetinmeliyim” diyebiliyor. Kendine güveni düşük ve korkuları fazla olan kadınlar daha çok sığınacak bir liman arıyor. Dışarıdaki fırtınadan korunabilmek için bazen kendilerini içerideki fırtınaya maruz bırakmak zorundaymış gibi hissediyorlar ve kendilerini kandıracak birçok şeye inanmayı tercih ediyorlar. “Dövse de yerse de sonunda beni seviyor” diyebiliyorlar. Eğer kadın kısıtlanmayı sahiplenme olarak algılıyorsa; kıskandığına göre, beni seviyor diyebiliyor. Hele anneleri, anneanneleri için de hayat böyle olmuşsa!
Maço mu olsun, romantik mi?
Yanlış bir ilişkiye başlamaktansa yalnız kalmak daha mı iyi?
Yalnızlık başa çıkması zor bir duygu… Yalnız kalabilme becerisi düşük olan kişiler yalnız kalmamak için ellerinden gelen her şeyi yapıp birçok ödün verebiliyorlar. Yalnız kalabilme gücü, yetisi yüksek olan kişilerse daha sağlıklı ilişkiler kurabiliyorlar. Herhangi bir durumda eğer “elimiz mahkumsa” bu durumun bizi nasıl sıkıştırabildiğini hepimiz biliriz. Bazı insanlar için yalnızlık da aynı süreci yaratıyor. O zaman çaresizlikten kıvranmaktansa her şeye katlanmayı tercih edebiliyorlar. Yalnız kalmakla baş edebilmek için içsel olarak daha güçlü olmaya ihtiyaç var. Yalnız kalmaktan korkmayan kadınlar ilişkide de kendilerini koruyabiliyor.
Yanlış ilişkinin bir tanımı var mı?
“Yanlış”, subjektif bir kavram. Kime göre, neye göre yanlış? Sağlıklı/sağlıksız ilişki desek daha doğru olur. Öncelikle fiziksel, duygusal ve sözel şiddetten bahsediyorsak zaten sağlıksız bir ilişki tanımı yapabiliriz. Bir kadın eşinin yanında kendisi gibi olamıyorsa, olduğu hali ile kabul görmüyorsa, tercihleri sürekli eleştiriliyorsa, sosyal alanı kısıtlanıyorsa, suçlayıcı ve aşağılayıcı sözlere sürekli maruz kalıyorsa o zaman sağlıklı bir ilişkiden söz edemeyiz. Sağlıklı ilişki, kişiye iyi hissettiren ilişki demektir. Kişinin kadın olsun, erkek olsun; anlaşıldığı, kabul gördüğü, kendini güvende ve değerli hissettiği ilişki sağlıklıdır.
Bir erkeğin sert mizaçlı olması o ilişkinin doğru olmadığı anlamına gelir mi?
Sonuçta sert bir erkek dediğimizde şiddete başvurmayı kastetmiyorsak tabii ki sert, kaba, ters gibi sıfatları olan erkeklerden kimse hoşlanmaz diyemeyiz. Ama “güvenilmez” kısmına bakacak olursak kadın olsun erkek olsun fark etmez; herkes ilişkisinde güven bekler, güvenmek ister. Bir ilişkinin sürebilmesi için karşılıklı güven temelinin olması en önemli şartlardan biri.
İlkel kadından bugüne kriterlerimiz değişmedi
Erkekler ve kadınlar için romantizm ile ilgili hesaplar bilinçaltında gerçekleşiyor ve iki cins için de farklı bir süreç işliyor. Örneğin kısa süreli ilişkilerde erkekler avcı, kadınlar seçici oluyor. Psikolog Dr. Ayşegül Önk Eray, “Bu milyonlarca yıldır atalarımızın nasıl yaşayacaklarına dair edindikleri tecrübelerden bize miras kalandır. Seçtiğimiz kişilerin endamı, yüzü, kokusu ve yaşı binlerce yıl önce belirlenen şablonlardan etkileniyor. Aslında evrim sürecinde beyinlerimiz en sağlıklı eşleşmeyi nasıl yapacağını öğrenmiştir. İlkel kadın ve erkeklerin bilgileri modern beyinlerimizin derinliklerine kazınmıştır. Bize çocuk verme ihtimali en yüksek olana; kaynakları ve bağlılığı çocuğun varlığını sürdürmesini sağlayacak olana yönleniriz. Kadınların uzun süreli ilişkilerinde ne beklediğine dair yapılan geniş kapsamlı bir araştırmada; farklı kültürlerde kadınların kocalarının görünüşünden çok maddi kaynakları ve sosyal statüsü ile ilgilendikleri görülmüştür” diyor.
Türkiye’de yaşayan kadınların daha sert daha çapkın ya da güvenilmez erkeklerden hoşlandıkları doğru mu?
Türkiye’de kadınların kendilerini daha güvende hissetmeye ihtiyaç duyduklarını, korunma ile ilgili beklentilerinin daha fazla olduğunu ve “güçlü erkek profili”ne ihtiyaç duyduklarını söyleyebiliriz. Buradaki beklenti daha çok “Çocuklar Duymasın” dizisindeki taş fırın erkeği modelini çağrıştırıyor. Türk filmlerindeki “ağır abi” tanımına yakın olan bu tip ile “kıro” ya da “kabadayı” anlamlarını ayırt etmek önemli. Bu anlamda da “maço” tanımı ile herkesin ne dediğini de doğru anlamak gerekiyor.
Kadınların eş kriteri: 10 cm uzun, 3-5 yaş büyük
Birçok kadının gittikçe daha üst pozisyonlarda iş bulduğu, sosyal ve ekonomik özgürlüklerinin arttığı günümüzde seçim kriterlerinin hala aynı olması size garip gelebilir. Oysa kadının geliri ve mal varlığı seçim yapma kriterlerini değiştirmiyor. Araştırma bulgularına göre kadınlar genellikle kendilerinden en az 10 cm uzun ve 3-5 yaş daha büyük erkekleri tercih ediyorlar. Kadın beğenisinin bu koşullarının evrensel olduğu iddia edilse de bu süreçlerin içine sosyo-kültürel ve psikolojik yaşantıların izlerinin sızdığını da göz önüne almak gerekiyor. Örneğin bir kadının en büyük korkusu babası gibi sadık olmayan bir erkekle birlikte olmaksa, bununla ilgili deneyim ve yaşantılar da bu seçimlerini etkiliyor.
Sevgililer günü 2016 hediye sevdiklerini mutlu etmek isteyenleri seçim yapma derdinden kurtaracak. Sevgililer Günü 2016 sevdiklerini mutlu etmek isteyenleri seçim yapma derdinden kurtaracak. Sevgililer günü 2016 ‘ da sevgiline parfüm hediye edebilirsiniz. Tommy Hilfiger, Burberry, Dahlia Noir, Muse le Rouge, Givency, ve Versace gibi parfüm dünyasının baş döndürücü özel kokuları ile sevgilinizin şıklığına büyüleyici bir dokunuş katabilirsiniz.
Sevgililer günü 2016 hediye
Sevgililer günü 2016 parfüm seçimi
Bir kadını mutlu etmek mi istiyorsunuz?
Kendine güvenen, çarpıcı kadınların tercihi: Tommy Girl Neon Bright
Tommy Girl Neon Brights duyuları harekete geçiren canlandırıcı bir parlaklıkla açılıyor. Açılış notaları mandarin, yeşil elma ve limon yaprakları büyüleyici bir enerji yaratıyor. Koku, tatlı manolya ve çarpıcı kakule dokunuşlarıyla olgunlaşıyor. Bitiş notaları ahududu, beyaz odunsular ve vanilya kendine güvenen kadınsı bir son oluşturuyor.
Enerjik ve taptaze kalmak isteyen kadınlara özel: Burberry, Burberry Women
Üst notalarda; bergamot, lavanta, kekik, nane, orta notalarda; sandal ağacı, sardunya ve alt notalarda; kehribar, sedir ağacı bulunur. Fresh ve ilhamını doğadan alan bu parfüm günlük hayatı yoğun yaşayan, enerjik ve tılsımlı kadınların tercihi.
Azimli ve duygusal kadınların tercihi: Dahlia Noir
Dahlia Noir kadını feminenliğini ön plana çıkarırken bir yandan da maskülen tarafını ortaya çıkarır. Duygusallığı ile zarif bunun yanında oldukça seksidir. Gizemlidir, drama ruhludur. Güzel bir hayaldir. Onunla tanışan herkes onun cazibesine kapılır. Dahlia Noir kadını modern bir tanrıçadır. Göz kamaştırıcı ve çekicidir, yeni bir ikondur. Floral feminenliği; gül, mimoza ve süsen çiçeği içerikleri oluşturur. Tonka fasülyesi, süsen çiçeği ve mimoza ile duygusallığı ortaya çıkarır. Paçuli ve sandal ağacı içerikleri sayesinde alt notalardaki odunsu notalarla büyüler.
İlham veren kadınlara özel: Muse le Rouge
Modern Muse le Rouge her kadında farklı anlamlar kazanan eşsiz bir parfümdür. Bir kadında bulgar gülü, hibrit gül özü, ahududu ve safranın sofistike duruşu hissedilirken bir başka kadında paçuli, güve otu, manolya, Madagaskar vanilyası ve misk amberin karşı konulmaz ve kışkırtıcı karışımı hissedilir. Kendini farklı hisseden ve rahatlıktan hoşlanan kadınlara özel bir parfümdür.
Bir erkeği mi mutlu etmek istiyorsunuz?
İddialı erkeklerin tercihi: Givency
Narenciyelerin ferahlatıcı notası, lavantanın dayanılmaz esintisi, tazeleyici notaların arasında kaybolmaya hazır erkek sevgilinizin tenine yakışacak bir koku! Kalıcılığı ile ön plana çıkan bu koku spor seven, hızlı yaşayan iddialı erkeklere özeldir.
Enerjik ve sıcakkanlı erkeklere özel: Tommy Neon Brights
Erkekler için Tommy Neon Brights heyecan yaratan enerjik notalar, mandarin ve portakal ile açılıyor. Koku geliştikçe kokunun sofistike ve maskülen olmasını sağlayan orpur yağı, melekotu, kırmızı Laos zencefili ve coriander yağı notaları ortaya çıkıyor. Parfüm kalbinde sakinleştirici misk dokunuşlar bulunuyor: Cyress yağı, biber, wacapou odunu. Arka tarafta ise amber kristalleri ve beyaz yosun, sıcak bir son oluşturuyor. Sıcakkanlı ve enerjisi yüksek erkeklerin tercihidir.
Şehirli ve klasik erkeklere özel: Burberry For Men
Üst notalarda; bergamot, lavanta, kekik, nane, orta notalarda; sandal ağacı, sardunya ve alt notalarda; kehribar, sedir ağacı bulunur. Tüm cilt tiplerine uygun klasikleşen Burberry for Men, klasik ve şehirli erkeğin vazgeçilmezidir.
Güçlü, tutkulu ve kendisinin efendisi erkeğin parfümü: Versace, Eros EDT
Fresh, oryantal, odunsu, aşk, tutku, güzellik ve arzu: Bunlar Versace’nin yeni erkek parfümünün ana konseptleridir. Erkek vücudunun mükemmelliği, başından itibaren Versace dünyasını karakterize eden Yunan mitolojisine ve klasik heykele yapılan imayla kaynaştırılmıştır. Aşk tanrısı Eros, ok ve yayıyla insanları aşık eder. Eros kokusu cilt üzerinde benzersiz, şehvetli bir hava, güven verici bir erkeksilik sunar. Nane yaprakları, İtalyan limon kabuğu ve yeşil elma karışımından elde edilen yoğun, canlı ve coşkulu bir tazeliğe sahip parlak bir kokudur. Tonka fasulyesi, amber, ıtır ve vanilya gibi oryantal, etkileyici ve sarıp sarmalayan koku notalarının verdiği bağımlılık yaratıcı bir haz; odunsu notaları sembolize eden yoğunluk ve güç kazandırıcı Atlas ve Virginia sedir ağacı, vetiver ve meşe yosunundan oluşur.
İlişkilerin belki de en sancılı dönemi olan ayrılık süreçleri iyi yönetilebilirse, partnerler bundan daha az zarar görüyor. Ancak türlü kafa karışıklıkları ve sosyal baskıları üzerinde hisseden taraflar ikileme düşebiliyor. Bu da hem ayrılmak isteyen hem de terk edilen taraf omuzlarında ağır bir yük oluyor.
Kimse, günün birinde biteceğini düşünerek bir ilişkiye başlamıyor. Fakat iki kişi arasındaki en güzel ve özel duyguların, anıların yaşandığı birliktelikler günün birinde içinden çıkılması zor durumlarla karşı karşıya kalabiliyor. Yeterince çaba gösterilse de sorunlar çözülemiyor. O zaman da ayrılık kaçınılmaz oluyor. Ama bu kararı almak her zaman çok kolay olmuyor. Alıştığı düzeni bozmak istemeyenler olduğu gibi, partneriyle aynı çatı altında bir dakika daha kalmaya tahammülü olmayanlar da çıkabiliyor karşımıza. Bu durumda “Gitmek mi zor, yoksa kalmak mı?” diye bir soru gündeme geliyor. Konuyla ilgili merak ettiklerimizi İlişki ve Aile Terapisti Ebru Üzümcü’den öğrendik…
PARTNERLERDEN BİRİ İLİŞKİYİ BİTİRMEK İSTEDİĞİNDE EN TİPİK DAVRANIŞLAR NELER OLUYOR?
Bu kişiler temelde iki duygu yaşıyor. Biri rahatlama, diğeri de kızgınlık. Bunların birbiriyle zıt durumlar olması ise kişinin davranışlarında tutarsızlığa yol açabiliyor. Bir an anlayışlıyken, birden tepkisel davranabiliyor. Karar almış olmaktan, ne yapacak olduğunu bilmekten dolayı rahatlama yaşasa da aslında bunu nasıl yapacağını bilmemek kişide gerilim yaratabiliyor. Bunun sorumluluğunu almakla ilgili yaşanan sıkıntı ise kızgınlık olarak açığa çıkıyor. İlişkiyi bitiren taraf olmak kişide biraz suçluluk, biraz da haksızlığa uğramışlık hissi yaratabiliyor. Örneğin bu kararı açıkladığında partnerinin nasıl davranacağı konusunda kaygılanabiliyor. Davranışlara gelince… İlişkiyi bitirmek isteyen kişi, bu kararın doğru olduğunu ispatlamak istercesine birlikteliği sabote edebiliyor. Bile bile partnerini rahatsız edecek davranışlar sergiliyor. İlişkiye dair yaşanacak olumlu paylaşımlara karşı direnç geliştirmeye başlıyor. Beraber zaman geçirmek istemiyor. Vazgeçiş davranışı gösteriyor yani yaşanan bir problemin ardından ilişkiyi tamir etmeye çalışmıyor.
Her şey çocuğum için (!)
Evliliklerin bitmesinde bazen yalnızca iki tarafın ayrılığı yeterli olmuyor. Eğer çiftin ortak çocukları varsa ayrılma kararı daha zor alınıyor. Çünkü bunun etki alanı daha geniş, kayıpları daha fazla oluyor. Bu tür durumlarda sorumluluk duygusunun daha fazla hissedildiğini belirten İlişki Terapisti Ebru Üzümcü, “Yönetilmesi gereken konular ve duygular sayıca daha çoğalıyor, nitelik olarak karmaşıklaşıyor. Mal paylaşımından tutun da çocuklara aile ortamı sağlayamamanın suçluluk duygusuna, boşanmış olma etiketiyle yaşamaktan ortak arkadaşlarla ilişkilerin düzenlenmesine kadar baş edilmesi gereken birçok konu ortaya çıkıyor” diyor.
Bazı çiftler tam da bu nedenlerden ötürü aslında hiç iyi gitmeyen ilişkisini sürdürmeye çalışıyor. Peki çocuğunun iyiliği için ayrılmaktan vazgeçen çift, düşündüğünün aksine ona daha çok zarar veriyor olabilir mi? Üzümcü, bu soruyu şöyle yanıtlıyor: “Eğer çift ilişkisini iyileştirmek için hiçbir şey yapmıyor, sadece çocuk için bir arada kalıyorsa, bu ona büyük bir yük oluyor. Çocuk ilişkinin hamallığını yapıyor. İlişki modellerken de anlamlı ve coşkulu bir ilişkiyi öğrenmiyor. Birbirimizle konuşurken ‘canım, cicim’ desek bile iletişimin çok büyük bir kısmı sözsüz gerçekleşiyor. Çocuk ortamda sevgi, dayanışma, empati olup olmadığını hissediyor ve bu havayı soluyor. Böylesi durumlarda anne ve babanın sahiplenmediği hayatları ile kararları yani boşvermişlikleri çocukta da baş gösteriyor.”
Bu tür aile ortamlarında büyüyen çocuklar yetişkinliklerinde depresyona daha meyilli oluyor. Tepkisel, kaygı düzeyleri yüksek olmanın yanı sıra kolaylıkla suçluluk duygusuna kapılıyorlar. Dolayısıyla kendileri de anlamlı ilişkiler geliştirmekte zorlanıyor. Bu durum hem kendileri hem partnerleriyle ilişkilerinde de ortaya çıkıyor.
ayrılık süreçleri
Bir şans daha!
Beraberliğinde sorun yaşayan çiftler günümüzde sıklıkla ilişkiye bir şans daha tanımak, sıkıntılarını çözmek için ilişki terapistlerinin kapısını çalıyor. Çift terapisi olarak adlandırılan bu yöntem, ilişkiyi sağlıklı bir alan haline getirebilmek için yapılan bilinçli bir müdahaleyi ifade ediyor. Kimsenin bir hareketi durup dururken ya da tesadüfen yapmadığını belirten İlişki Terapisti Üzümcü, “İnsan davranışının bir sebep-sonuç ilişkisi, ilişkilerin de tıpkı makineler gibi bir sistematiği var. Terapistler de bu alanda uzmanlaşmış kişiler olduğu için davranış kalıplarını, iletişim ve paylaşım tarzlarının altında yatabilecek nedenleri daha iyi tahlil edebiliyor. İki kişi birbiriyle ilişkiye devam etmek istiyorsa yani birbirinden bir tiksinme, küçümseme, ilgiyi tamamen kaybetmiş olma, umursamama, nefret etme durumu yoksa ilişkiler hızla tamir olabiliyor” diyor.
PEKİ BU KARARI PARTNERİNE NE ŞEKİLDE SÖYLEMESİ GEREKİYOR?
Ayrılmak isteyen tarafın kararı paylaşma sorumluluğunu üstlenmesi, kendisiyle olan ilişkisini dürüstçe yaşayabilmesi için önem taşıyor. Eğer ilişkiyi çekilmez hale getirmeye çalışıp, sonra da “Bak işte olmuyor!” derse bu kez kendine ihanet ediyor. “Ben mutlu değilim, ayrılmak istiyorum” gibi basit ve kesin bir ifade kullanması, her iki tarafa acı verse de aslında bir yandan da rahatlatıcı olabiliyor. Ayrıca böylesi sade bir ifade bu kararın bir cezalandırma değil, seçim olduğu mesajını da taşıyor. Bu da her iki tarafın hayatlarına devam etmede güç toplamasına yardımcı oluyor.
VARSAYALIM, KİŞİ BİR SEBEPTEN AYRILMAKTAN VAZGEÇİYOR. BU DURUMDA İLİŞKİDE NELER DEĞİŞİYOR?
Büyük bir tedirginlik ve alınganlık baş gösteriyor. Tedirginlik, ilişkiye olan güveni kaybetmekten geliyor. Düşünün ki evinizden taşındınız, sonra vazgeçip geri yerleştiniz. Ev aynı ev fakat duvarları yok. Hava gayet sıcak, perdeler duruyor ama cam ve duvarlar yok. Nasıl hissedersiniz? İşte ilk başta buna benzer bir durum yaşanıyor. Yeniden o sınırları belirlemek, ilişkinin etrafına o camı, duvarı örmek gerekiyor. Bu süreç içinde birbirinden şüphe duymak, kendini rahat hissedememek, tartışmalar yaşayınca ayrılık zamanını çağrıştıran korkuyu hatırlamak ve yeniden korkuyu yaşamak gibi duyguları süreçlemek gerekiyor.
SAĞLIKLI OLARAK DEVAM ETMEYECEĞİNİ BİLE BİLE İLİŞKİYİ SÜRDÜRMEK NELERE YOL AÇIYOR?
Kişinin doğru bildiğini yapmaması, üstelik yanlış olduğunu düşündüğü şeyi yaşaması, özsaygısını zedeliyor hatta yok ediyor. Doğru bildiğini yapamaması, ilişki içindeki özgüvenini ortadan kaldırıyor. Kendisi için iyi olanı seçememek, benlik imajını zedeliyor, depresyonu tetikliyor. Bu durum mide, cilt, bağırsak rahatsızlıkları gibi çeşitli psikosomatik hastalıklara da yol açıyor. Kişi kendini değersizleştirmeye başlıyor. Sonuçta ya kendini ya da ilişkiyi öldürüyor. İlişkisi devam edercesine yaşamını sürdürüp, kendine başka bir hayat kuruyor. Bu bazen bir başka ilişki, bazen de tüm varlığıyla işine odaklanmak oluyor. Örneğin böylesi durumlarda bazı ev kadınları kendilerini ev işlerine veriyor, çocuğu olanlar bütün ilgisini onlara yöneltiyor. Bu şekilde ilişkiyi yürütmeye çalışıyorlar.
ÖRNEĞİN AYRILMAK İSTEYEN TARAF, PARTNERİNİ SEVİYOR AMA YİNE DE AYRILMAKTA KARARLI. BUNUN TEMELİNDE NE OLABİLİR?
Bu bir imdat çağrısı olabilir. Yani “Beni kaybediyorsun, bir şeyler yap” demenin bir yoludur belki de. Umutsuzluk duygusu hakimse, kişi başka çaresi kalmadığına inanmışsa, sevdiği halde ayrılmak isteyebiliyor. Yani partnerini sevse de ilişkiye inancını kaybediyor. Kişi, kendine acıyan yani kendini zavallı olarak duyumsayan ve üzüntüden beslenen bir yapıdaysa, sevdiği halde ayrılmak isteyebiliyor. Bir sebep de bilgi eksikliği olabiliyor. Nasıl yoluna koyacağını bilememek de bazen oradan uzaklaşmak istemeye yol açabiliyor. Bazen de kişi partnerini seviyor fakat bu sevginin yıkıcı bir tarafı oluyor. O ilişki içinde olmanın kendisini bedenen ya da ruhen tehlikeye soktuğunu fark ederek, ayrılıyor. Kültürel ve sosyal baskılar da ayrılıklara neden olabiliyor.
Mutsuz bir birliktelik mi insana daha iyi gelir, yoksa mutlu bir yalnızlık mı?
İkisi de iyi gelmiyor. Biz birbirini var eden bir türüz. İnsan yavrusu bir başka insan olmadan insanlaşamıyor. Bu nedenle ilişki içinde olmaya ihtiyacımız var. Tabii bu mutlaka romantik bir ilişki olmak zorunda değil. Yakın dostlar, aile, diğer insanlarla yakın ilişkiler içinde de mutlu olunabiliyor. Bu şekilde bakarsak mutsuz partner ilişkisi içinde olmaktansa, mutlu dostane ilişkiler içinde olmak daha iyi sonuçlar doğuruyor.
DİĞER TARAFTAN BAKMAK GEREKİRSE, AYRILMAK İSTEYEN PARTNERİNDEN BİR ŞANS DAHA YAKALAYAN KİŞİLERIN RUH HALİ NASIL OLUYOR?
İlk başta minnettar, sonradan isyankar oluyorlar. Çünkü ilişki bir kişinin çektiği, diğerinin oturduğu bir araç değil. “Şansı yakalayan” kişi bir süre sonra doğal olarak “ilişkinin tüm sorumluluğu benim değil ki!” duygusunu yaşamaya başlıyor.
KARŞI TARAFIN KENDİNİ ISTEMEMESINE RAĞMEN AYRILMAMAK İÇİN AYAK DİREMEK YERİNE, AYRILIĞI KABULLENMEK DAHA DOĞRU BİR DAVRANIŞ MI?
Bu bağlama göre değişiyor. Yani istememe durumu bir cezalandırma ya da bir tepki olarak gelişmişse, buna karşı direnmek gerekebiliyor. Ancak bu bir ayrılık kararıysa ve karşı taraf aslında duygusal olarak ilişkiden zaten çıkmışsa, o zaman ayrılığı kabullenmek sağlıklı oluyor.
GİDEN TARAF KENDİNİ İYİ HİSSEDERKEN, KALAN BÜYÜK BİR ÜZÜNTÜ YAŞIYOR. BUNUN ÜSTESİNDEN GELMEK İÇİN NE YAPILABİLİR?
Bu durumu mutlaka yaşamak gerekiyor. Önce üzüntüyü ve kaybı kabullenme safhası var. Belki çok acı veriyor ancak bunu yaşamadan hayata devam edilemiyor. Süreç, bir kayıp sonrası hissedilen duyguları kapsıyor. Umutsuzluk, çaresizlik, kayıp, yas, yaşamaya isteksizlik, mutsuzluk, karamsarlık gibi… Bu duyguları yaşarken iki konu büyük önem taşıyor. İlki, mutlaka sevdiğimiz insanlarla paylaşım halinde olmak ve ailemizin, dostlarımızın şefkatine sığınmak. Diğeri de resim, dans, şiir, spor gibi hobilerle duygularımızı ifade edebileceğimiz yollar bulmak. Bu yıkıcı duyguları yapıcı bir ürüne dönüştürebilmek kişi için iyileştirici etki sağlıyor. Ayrıca böyle bir dönemde açık havada olmak, fiziksel açıdan aktif kalmaya çalışmak da süreci atlatmaya yardımcı oluyor.
Bir hatadır oldu demeyin İki insanın karşılıklı sevgi, saygı ve güvene dayalı oluşturduğu ilişkilerde zaman zaman hatalar da yapılabiliyor. Kimileri bunları sıcağı sıcağına dile getirirken, kimileri de mutsuz olacağı endişesi ya da ilişkisini bitirmeyi göze alamadığı için görmezden gelebiliyor. Oysa paspas altı edilen bu durumlar ileride daha büyük sorunları da beraberinde getirebiliyor.
Orhan Gencebay, “Hatasız kul olmaz!” derken doğru söylüyor. Çünkü insan doğası gereği hata yapıyor. Önemli olansa bunu fark etmek, düzeltmek ve hatadan dönebilmek. Günlük yaşamdakiler bir yana, bu tür durumlar ilişkilere daha farklı yansıyor. Kadın ve erkeğin iki ayrı dünyası olduğunu unutmamak gerekiyor. Oysa ilişkilerde yapılan ilk hatanın çatışmasız, kavgasız, mükemmel bir ilişki yaşama arzusu olduğunu belirten Psikolog Banu İkizgül, “Çatışmasız, mükemmel ilişki yoktur. Olması gereken huzurlu, dengeli, her iki tarafın da tatmin olduğu bir ilişkidir. Her iki tarafın da bunu kabullenip, ilişkisine bu perspektifle yaklaşması gerekir” diyor.
Çiftlerden biri hata yapan partnerini affedebilirken, bir başkası bunu kabullenemiyor, bir kısmı ise görmezden gelebiliyor. Oysa kişilik özellikleriyle yakından ilgili olan hata yapmak nasıl doğalsa, bunu görmezden gelip psikoloji camiasının paspas altı olarak nitelendirdiği, yaşananlar hiç olmamış gibi davranmak da o kadar yanlış. Çünkü kimi zaman küçük hatalar görmezden gelinerek, ileride bambaşka ortamlarda büyük patlamalara yol açabiliyor. Psikolog İkizgül, ilişkilerde karşılaşılan hataların iletişimsel problemler nedeniyle görüldüğünü belirterek, hatanın tanımını şöyle yapıyor: “Örneğin çiftlerden birinin diğerine saygısızlık etmesi önemli bir hata, küfür etmek gibi! Çünkü bu, karşı tarafın da sınırlarına giren, onu aşağılayan bir durum. Şiddet de özellikle evliliklerde sıkça görülen bir hata olarak karşımıza çıkabiliyor. Ama genel olarak boşanmaları incelediğimizde çiftler arası iletişimle ilgili sorunların daha fazla olduğu görülüyor. Anlaşamama, sorun çözememe, orta yolda bir diyalog kuramama gibi…”
Hatayı kendinizde de arayın
İlişkilerde yapılan hataları görmezden gelmek, konuşmamak büyük sorunlara neden oluyor. Çiftin arasında yaşanan ve üstü kapatılan sorun, partnerlerden birinin veya her ikisinin de biriktirmesiyle incir çekirdeğini doldurmayacak başka bir nedenle büyük patlamalara yol açabiliyor. Bu da hem o sorunun aslında çözülmemesine, hem de üstüne başka sorunların eklenmesine sebep oluyor. Bu tür durumlarda çiftlere sakin olmaya çalışıp, çok sinirli ve öfkelilerse biraz ara verip, uzaklaşıp, sakinleşmelerini önerdiklerini belirten Psk. İkizgül, “Ardından karşılıklı oturup ‘Burada bir şey gerçekleşti ve biz bir problem yaşadık. Bunda benim payım neydi, senin payın neydi?’ diyerek iletişim kurulması gerekiyor. Çünkü sürekli kızarak, şikayet ederek biz karşımızdaki kişinin değil, kendi mutluluğumuzu da baltalıyoruz. Tüm bunlar olurken peki biz ne yapıyoruz? Sağlıklı bir ilişki için bizim de kendimize bakmamız gerekiyor. Partnerimiz mutlu olmazsa biz de mutlu olamıyoruz. Yani tartışıp, kavga ettiğimizde aslında yine biz üzülüyoruz ve sorun da çözülmemiş oluyor. Aynı durum partnerimiz için de geçerli. Bu nedenle danışanlarımıza ‘Senin mutluluğuna giden yol, onunla alakalıysa sen kendini iyileştirdikçe, o da aynısını yapacak. Orada biraz bencil ol!’ diyoruz. Ama onlar bu noktayı kaçırıyor. Bir problem olduğunda yine kendileri üzülüyor” diyor.
Hataların sonucunda ilk olarak çiftler arasında iletişimsizlik başlıyor. Bir tarafın yaşadığı birliktelikten kazanım yerine bedel ödemesi o ilişkinin kaybına yol açıyor. Bu nedenle ilişkilerin getirilerinin ve güzelliklerinin çok daha fazla olması gerekiyor. Psk. İkizgül, iletişim dilimizi değiştirmenin de önemini vurguluyor. Örneğin sen yerine, ki bu suçlama içeren bir cümlenin başlangıcı oluyor, ben ya da biz diye başlayan cümleler kurulması gerekiyor: “Etkin iletişim kurmak için sen dili yerine, ben dili düşüncelerinin ve duygularının kullanımı önem taşıyor. Ben dili durum ya da davranışla ilgili yargısız ve yorumsuz mesajlar taşıyor. Bununla beraber karşımızdaki kişinin davranışının bizim üzerimizdeki etkisini içeriyor. ‘Ben bu davranışından dolayı üzüldüm, kendimi kötü hissettim’ dediğimizde bizi dinleyen yargılamaya geçmeyerek, empati kurmaya çalışıyor.”
ÖZELEŞTİRİ YAPMAK GEREKİYOR
Yaşadığımız sıkıntılar söz konusu olunca toplum olarak özeleştiriden koşar adım uzaklaşıyoruz. “Biz insanız, yapımız böyle. Göz dışarıya bakıyor, hiçbir zaman kendi içine dönemiyor. Dolayısıyla hep suçlamaya meyilliyiz” diyen Psk. İkizgül, bu durumu şu örnekle açıklıyor: “Çiftler terapiye geldiğinde birbirinizi övün, güzel şeyler söyleyin dediğimizde beş dakika içinde söyleyecek bir söz bulamıyorlar ve buna çok şaşırıyorlar. Ama aynı çifte birbirinizi suçlayın dememiz halinde, bir saat boyunca aralıksız söyleyecek sözleri oluyor. Bu da gösteriyor ki biz aslında kendimizi eleştirmeye çok da açık değiliz. Suçlamak en kolayı, yükü de sorumluluğu da alıyor üstümüzden ama kimse hatasız değil ki… Sürekli suçlayarak da yine kendi mutsuzluğumuzu ve öfkemizi artırıyoruz. ‘O neden böyle olmadı, bu niye böyle’ diyerek bir şeylerden yakınırken, çözüm sürecine odaklanamıyoruz. Bu da sorunların uzamasına ve devam etmesine yol açıyor.”
Eşinin yaptığı hatalardan şikayetçi olan kişinin özeleştiriyi gönül rızasıyla yapması, ilişkinin gidişatı için büyük önem taşıyor. Çünkü bir taraf sürekli ben yapıyorum, o hiçbir şey yapmıyor diyor. Dolayısıyla iki tarafın da çaba göstermesi gerekiyor. Bazen de yaşanılan tartışmaların, sorunların temelinde aslında çiftle hiç de ilgili olmayan sorunlar yatabiliyor. İkizgül, iki kişinin bir aile oluşturduğunu fakat bundan önce onların da farklı yapıdaki ailelerden geldiğini ve kişilik özellikleri olduğunu belirterek, sorunların çözümü için üç konuyu da incelemek gerektiğini vurguluyor: “Örneğin bir kadın danışanım eşinin sürekli küstüğünü söylüyordu. ‘Ben ne zaman konuşmak istesem küsüyor, sorunu konuşamıyorum. Üç gün benimle konuşmuyor. Kovalıyorum, konuşmaya çalışıyorum ama konuşmuyor’ diyordu. Eşin durumunu inceledikten sonra altında yatan konunun, çocukluk döneminde öğrenilen küsme davranışı olduğunu gördük. Çünkü elde ettiği şeyleri küsme davranışıyla kazanmış. Küçükken annesi neden küsüyorsun oğlum deyip, bir de bunun nedenini anlayıp ona göre davranmış. Fakat bize başvurduklarında kadın, erkeğin davranışını inat olarak nitelendiriyordu. Bunun nedenini fark ettiği zaman kadın partnerini düşman olarak görmemeye başladı. Erkek de ona yaptığı bir şey olarak düşünürken, halbuki bu sorunun geçmişinden gelen bir kalıp davranış olduğunu gördü. Böylece birbirilerini düşman gibi görmektense ilişkilerini iyileştirmeye, problemlerini çözmeye dönük empati yapmaya başladılar.”
Son damlayı beklemeyin
Eğer mutsuzsanız, ilişki artık sizi eskisi gibi tatmin etmiyorsa, partnerinizle konuşamıyor ve paylaşımda bulunamıyorsanız, bunları çözmek için çaba harcamanız gerekiyor. Bunu sadece tek bir kişi yapamıyor. İki tarafın da sürece destek olması önem taşıyor. İkizgül, bu konuda bir uzmandan yardım alınması gerekliliğini belirterek, son zamanlarda çiftlerin destek alma konusundaki taleplerinin arttığını söylüyor: “Son damlaya kadar sabredip, bardağın taşmasını beklemeye gerek yok. Daha öncesinde kötü giden bir ilişkinin verdiği sinyalleri algılayıp, bir uzmana başvurmak çözüm sağlayabiliyor. Örneğin güzel bir flörtün ardından evlenen bir çift, nikah defterini imzaladıktan sonra hayatlarının değiştiğinden şikayet ediyor, her iki taraf da diğerinin farklı biri olduğunu söyleyebiliyor. Bu tür durumlarda ilişkiyi bir masaya benzetmek gerekiyor. Çiftin flört dönemi, birbirleriyle olan ilişkisi, mutlu anıları masanın ayaklarını oluşturuyor. Fakat evlilikle beraber, masanın üstüne aile hayatı, çiftlerin kendi aileleri, çocuk, mali sorunlar, yaşam mücadelesi gibi yükler binmeye başlıyor. Bu da ayakların yavaş yavaş aşınmasına yol açıyor. Zaman içinde ayaklar masanın üzerindeki baskıyı kaldırmıyor ve çökmeler başlıyor. Bu nedenle çiftlere ya o ayakların yerine yenilerini koyacaksınız ya da var olanları tamir edeceksiniz önerisinde bulunuyoruz. Örneğin evlenmeden önce sinemaya gidiyorsanız bunu evlendikten sonra da devam ettirmek gerekiyor. Ya da küçük bir tatile çıkarak, evliliğe renk getirilebiliyor. Bu aslında beklenmedik, fark etmediğimiz bir süreç. Bu yükler çoğaldıkça bedeller de artıyor. Bedeller de sıkıntıların çoğalmasına yol açıyor.”
Sürekli affetmek psikolojinizi bozabilir
Eşinin, partnerinin yaptığı hataları görmeyerek, mutluluk oyunu oynamanın da bir sınırı olması gerekiyor. Çünkü ilişkide hata denildiğinde yalnızca duygusal ya da psikolojik olanlar kastedilmiyor. Finansal sorunları saklamak, yalan söylemek de başlı başına büyük hatalar sınıfına giriyor. Partnerlerden biri diğerinin yaptığını birden çok kez görür ve tekrarlanmasına rağmen göz ardı ederse, bu kabullenmeye giriyor. Siz bunu kabul ettikçe, diğer taraf da sürekli tekrar ediyor. İçinde bulunulan bu durum bir taraf için çok eziyet verici olabiliyor. Dolayısıyla sürekli tekrar eden ve yenilenen bir şey varsa, ilişkide bir problem olduğu anlamı çıkıyor. Çünkü çiftler evlenirken birbirine karşılıklı olarak dürüstlük, açıklık, sadakat yeminleri ediyor.
Banu İkizgül, “Hataları yok sayarak dışarıya rol yapsa da aslında kişi yıkılan güvenini tamir etmek için karşısındaki kişiyi sürekli denemeye başlıyor. Bu da onda kaygı ve obsesyon yaratıyor. Sürekli partnerinizin ne yapacağını, nasıl bir yalanla geleceğini düşünmek, dedektifçilik oynamak zorunda kaldığınızı düşünsenize! Bu kişinin bütün enerjisini tüketmenin yanı sıra zihnini de yoruyor. İlerleyen durumlarda anksiyete, depresyon gibi sonuçlar da doğurabiliyor” diyor.
“Partnerlerden biri diğerinin yaptığını birden çok kez görür ve tekrarlanmasına rağmen göz ardı ederse, bu kabullenmeye giriyor. Siz bunu kabul ettikçe, diğer taraf da sürekli tekrar ediyor. İçinde bulunulan bu durum bir taraf için çok eziyet verici olabiliyor.”
Son sözü kim söylüyor? İlişkinizde son sözü kimin söylediği aslında çok önemli değil gibi gözükse de bu durum ilişkinin sağlığını ve geleceğini çoğu zaman olumsuz etkiliyor.
Yaşanan ilişkide yalnızca bir tarafın baskın olması ne gibi durumlara yol açıyor? Pasif kalan kişi nasıl zorluklarla karşılaşıyor? Bu ilişki türünü düzeltmek için nasıl davranmak gerekiyor? Türkiye Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. G. Bahar Cömert son sözü tek bir tarafın söylediği ilişkileri anlatıyor.
TEK BİR TARAFİN SÖZ SAHİBİ OLDUĞU BİR KADIN-ERKEK İLİŞKİSİNİ NASIL TANIMLARSINIZ? Geçmiş kültürümüzün getirdiği bazı algılar Türk erkeğinin “Ben ne dersem o olur, evin reisi benim!” gibi söylemlerde bulunmasına neden oluyor. Her ne kadar erkek son sözü söylediğini iddia etse de kadının burada gizli bir rolü olduğunu düşünüyorum. Politikliği, işi fark ettirmeden halletmesi, düşüncesi ve tavrıyla erkeğin “son sözü”ne etkisi olduğu kanısındayım. Erkek her ne kadar son sözü söylediğini düşünüp rahatlasa da bir şeyler ortak paydada buluşmalı. Son sözü sadece birinin söylemesinden çok ortak bir düşüncede buluşmak en mantıklısı. Yalnız bir durum dışında bu tarz ilişkilerde sorun olmuyor, o da görücü usulü… Çünkü zaten bir anlaşmayla, kuralla ve birtakım şeyleri kabul ederek başlanıyor ilişkiye. Öyle de devam ediyor. Fakat erkek bu durumu kötüye kullanıp, zorla kendini kabul ettirmeye çalışıyorsa o ilişkide gelecekten bahsetmek ne yazık ki imkansız oluyor…
BAHSİ GEÇEN TARAF NEDEN “YALNIZCA BENİM SÖZÜM GEÇECEK” DER GİBİ DAVRANMA İHTİYACI HİSSEDİYOR? BU DURUMUN KAYNAĞI NEDİR? Güçlü insan her zaman sakin, kendine güvenen ve sessiz olandır. Kişi, dayatmalarıyla, zorlayarak uyguladığı yaptırımlarla, benim sözüm geçer, son söz benim olur mesajını veriyorsa, o kişinin kendine güveninin zayıf olduğunu ve başkalarını ezerek bir yerlere gelmek istediğini varsayabiliriz. Aslında bu her ilişki türü için geçerli. Birinin size bağırıp çağırarak düşüncesini savunması aslında onun konu hakkında yetersiz olduğunu gösteriyor. Kişi karakter olarak ne kadar zayıf ve güçsüzse karşısındakine karşı o kadar şiddetli davranıyor. Sakin olmak yerine agresifleşiyor.
Son sözü kim söylüyor
BU DURUMDA PASİF KALAN TARAF NELER HİSSEDİYOR? Söz konusu şartlarda efendi-köle ilişkisini tanımlayabiliriz. Yani birinin “Benim dediğim olacak, bunu böyle yapmayacaksın” gibi cümlelerle zalimleştiği, diğerinin ise ilişkide pek etkisi olmayan, “O ne derse o olur” diyerek etkisiz kaldığı görülüyor. Zalimleşen kişi, etrafından sürekli harikasın, muhteşemsin gibi şişirilmelerle, kendinde başkasına sözlü ya da fiziksel şiddet uygulama hakkı görüyor. Pasif kalan kişi varlığını ve değerini kaybettiğini hissettikçe, kendi çocuğuna ya da başka çocuklara, hayvanlara, bitkilere, kısacası gücünün yettiği her şeye kendisine davranıldığı gibi davranıyor. Son sözü söyleyen kişiye karşı susuldukça durumu kabul etmiş gibi görünüyor ama eninde sonunda bunun patlaması bir şekilde yaşanıyor. Kişi tüm bu süreçten olumsuz yönde etkileniyor ve psikiyatrik hastalıklara yakalanıyor. Depresyon, panik atak, kronik yorgunluklar meydana çıkıyor. Bunlar ortaya çıkmasa bile sürekli hasta olma durumu söz konusu oluyor. Çünkü ancak çok hasta olunduğunda sözle ya da fiziksel olarak baskın olmaya çalışan kişinin duracağı düşünülüyor. Ancak elden ayaktan düşülünce “zalim” karakterin baskı yapmayı bırakacağı kanısına varılıyor.
İLİŞKİDE ÇİFTLERİN BİRBİRLERİNİN HAYATINA MÜDAHALE ETMEK İSTEMESİ NE KADAR DOĞRU? Aslında bugüne kadar görünen, erkeklerin kadınların hayatına daha çok müdahale ettiği yönünde. Ama durum öyle değil. Kadınlar için de geçerli diyebiliriz. Doğrusunu söylemek gerekirse ilişkide bir şeyi tek taraflı değerlendirmemek gerekiyor. Tabii, işin içinde tecavüz, taciz gibi ciddi şiddet içeren durumlar yoksa… Sevgili ilişkisinde sahiplenmek çok güzel bir şey bence. Aldırmazlıkla saygı arasındaki çok ince çizgi üzerinde gidilmeli. Ne çok umursamaz ne çok üstüne düşmüş gibi gözükmeli. İlişki dediğimiz şey dayatmalardan ibaret olmamalı. Eğer ki olursa orada ziller çalmaya başlar ve bir gelecek vadetmez.
BU DURUM EVLILIK ÖNCESINDE VE EVLILIK SONRASINDA NE GIBI FARKLILIKLAR GÖSTERIYOR? Türkiye’de ilişkilerde gözlemlediğim bir şey var. Evli erkekler evlilik öncesi halinden koparak başka bir hale bürünüyor. Evlilik öncesinde her şey mükemmel; erkek hediyeler alıyor, her fırsatta aşkını dile getirip sevgi gösterilerinde bulunuyor. Ama evlendikten sonra bir anda başkalaşım geçiriyor. Aile kavramı oluşup, çocuklar olunca kadına karşı özen azalıyor. Sorumluluklar arttığı için eski özeni gösterememeye başlıyor. Bunun için mücadele de etmiyor. Fakat ilişki denen şey emek verilince güzelleşiyor. Ne kadar zaman ayırıp, ne kadar özen gösterirseniz bir şeyler o kadar yolunda gidiyor. Aslında evlilik ilişkiyi öldüren bir şey olmamalı. Ama ne yazık ki hayat mücadelesi, çocuk bakımı, ekonomik şartlar, bu özen gösterme işini biraz ikinci plana atıyor.
YALNIZCA ERKEĞİN SÖZ SAHİBİ OLDUĞU BİR İLİŞKİYİ GENEL OLARAK NASIL TANIMLARSINIZ? Durumu genellemek gerekirse burada kadının da biraz hatası olabileceği düşüncesindeyim. Çünkü kadın “Ben bilmem beyim bilir” deyip sorumluluk almaktan kaçıp topu erkeğe bırakıyor. Haliyle son sözü söylecek olan erkek olmuş oluyor ve sonraki süreç için de kadının bir söz hakkı yokmuş gibi davranıyor. Ama aslında söz sahibi erkekmiş gibi gözükse de perde arkasında tüm ev yaşantısını çekip çeviren güçlü kadınlar var…
”Genelde erkekler arkadaş grubu arasında “ailenin reisi benim, ben ne dersem o olur” gibi bir tavıra bürünüyor. Toplumun etiketlediği “kılıbık” olma sıfatına yaklaşmamak adına bu cümlelere ihtiyaç duyuyor. Ama sevgilisi ya da eşiyle yalnız kaldığı zaman gayet romantik dakikalar yaşanıyor, ilgi gösteriliyor… Yani durum evin dışından çıkınca bir hayli değişiyor. ”
SON SÖZÜ BİRİNİN SÖYLEMEDİĞİ BİR İLİŞKİ ORTAMI NASIL OLUŞTURULABİLİR? ORTAK PAYDADA BULUŞMAK İÇİN NE YAPILMALI? Öncelikle şunu özümsemek gerekir ki, bugüne kadar son sözü söyleyenin karşınızdakinin olduğu ilişkide, istenmediği sürece bir değişiklik olmayacak. Ben böyleyim, ben bilirim, ben yaparım ya da son söz benim diyen birinin değişmesi pek de mümkün değil. Tabii kendisi istemezse… Çiftler özellikle de evli olanlar bir ilişkide her iki tarafın da birtakım fikirlere ve isteklere sahip olduğunu bilerek hareket etmeli. Kararlar, istekler ya da düşünceler ne kadar farklı olursa olsun, mutlaka ortak bir yolu bulmak için çabalamalı…
Burçlara Göre 2016 Tatil Rehberi Vietnam’dan İspanya’ya, Küba’dan Japonya’ya, 2016 senesinde tüm burçların seyahat etmesi gereken yerleri seçtik. Sizinki hangisi, merak ediyor musunuz? O zaman hiç vakit kaybetmeden hemen başlayalım! 2016’da burcunuza göre gitmeniz gereken 12 tatil destinasyonu
Gökyüzünü taradık, yıldızları inceledik ve bu sene seyahat dünyasında olacakları sizin için keşfettik. 2016 senesi dolu dolu geçecek, özellikle de gezip görme konusunda. Yepyeni keşifler yapmak, pırıl pırıl anılar edinmek için Burçlara Göre 2016 Tatil Rehberi…
Burçlara Göre 2016 Tatil Rehberi
Burçlara Göre 2016 Tatil Rehberi
KOÇ – İbiza, İspanya
Gururlu, cömert ve yaratıcı Koç burcu dostlarımıza müjde! Yıldızlar 2016’daki unutulmaz seyahatinizin çok yakınlarda, İbiza’da olduğunu söylüyor. Hangi yaşta olursanız olun (ki önemli olan ruh yaşınız!), İbiza’da dolu dolu bir tatil yaşamak için herşey mevcut. Bembeyaz evleri ve turkuaz suları ile Isla Blanca, sabahın ilk ışıklarından itibaren sürprizlerle dolu. Ki sabah ve öğlen saatleri, şehri ve adanın tüm güzelliklerini keşfetmek için ideal bir zaman. E akşam oldu mu da zaten İbiza’da eğlence garanti. İnat ediyoruz, bu sene Koç burcuysanız yolunuzu İbiza’ya çevirin!
BOĞA – Bakü, Azerbaycan
Boğa burcu demek, cesur ve yüksek enerjili olmak demek. Her an yeni bir maceraya, deneyime hazır olmak demek. Boğa burcuysanız eğer, 2016’da macerayı çok yakınlarda, komşu başkent Bakü’de bulacaksınız. Bu da demek oluyor ki, enerjinizi uzun yola harcamak yerine, seyahate ve keşfe saklayabilecksiniz. Kafkaslar’ın incisi Bakü, yeniyle eskinin harmanlandığı, her köşesinde yeni bir sürpriz bulabileceğiniz büyüleyici bir yer. Hazar Denizi kıyılarındaki Bakü’nün tarihi merkezi olan ve UNESCO Dünya Mirasları arasında bulunan İçeri Şehir, Şirvanşahlar Sarayı ve Kız Kalesi gibi eserleriyle sizi mest edecek. Gündüzü gezerek geçirdikten sonra, akşama Azerbaycan Devlet Filarmonisi’nde harika bir konser izleyebilirsiniz. Müziğin, balenin, operanın şehrin dokusunda ne kadar önemli bir yeri olduğuna inanamayacaksınız!
İKİZLER – Taşkent, Özbekistan
İkizler burcu meraklı olur. Hayatta tek bir an sıkıcı olmasın ister. Bu yüzden de alıştığı şeylerden uzaklaşıp, sürekli yeni şeyler denemek ister. O yüzden İkizler gezginlerinin bu seneki rotası, Orta Asya’nın gülü, Özbekistan’ın başkenti Taşkent. Tarihi Türk yapıları ve yaşam tarzıyla beraber, yüzyıllar boyunca bölgeden gelip geçen Arap, Çin ve Rus kültürlerinden izler taşıyan Taşkent’in hikayesini derinlemesine keşfetmek için, müzelerine uğramanız gerekiyor. Tabi zamanınız varsa ve Türk tarihine daha da yakından tanıklık etmek istiyorsanız, efsaneler şehri Semerkant’a yolunuzu çevirmeniz gerekiyor!
YENGEÇ – New York, Amerika Birleşik Devletleri
Zarif ama sağlam, hassas ama güçlü Yengeç burcu, seyahat etmek için kendi gibi karaktere sahip yerleri hak ediyor. Eğer Yengeç burcuysanız, 2016 senesi sizi kesinlikle hayal kırıklığına uğratmayacak. Neden mi? Çünkü bu sene maceranız, sizi herkesin hayallerini süsleyen New York’a götürecek! Empire State Building, Central Park, oradan da Modern Sanat Müzesi, sonra da Times Square… derken, geze geze zamanın nasıl geçtiğini anlamaycaksınız! Ve inanın, dünyanın kalbinin attığı bu şehirden ayrılmak istemeyeceksiniz. Hele ki sonbaharda New York’taysanız, şehrin kırmızı ve turuncu tonları sizi şehre daha daha da bir aşık edecek.
ASLAN – Havana, Küba
Yaratıcılık, güç, hararetli bir ruh. Ve tabi doğuştan lider olmak. Bunlar Aslan burcunun özellikleri. 2016 senesinde keşif ve seyahat konusunda farkını ortaya koymak isteyen Aslan burçları, Küba’nın kıpır kıpır başkenti Havana’ya gitmek isteyecek. Turizm olarak yükselişe geçen bu renkli ülke, rom ve purolardan çok daha fazlasını sunuyor. Günümüze kadar korunmş antik gelenekleri, el değmemiş nefes kesici manzaraları ile burası, gerçek gezginlerin gözdesi. İnstagram’a koyduğunuz fotoğraflara herkes hayran kalacak!
BAŞAK – Lima, Peru
Anlayışlı, keskin zekalı ve derinlemesine düşünmeyi seven Başak burcu, hep ilham verecek şeylerin arayışında. 2016 senesindeki hedefiniz Peru’nun başkenti Lima, bu konuda sizi fazlasıyla doyuracak! Doğanın tarih ile bütünleştiği bu eşsiz şehrin mimarisi ve manzaraları o kadar güzel ki, adeta bir ressamın elinden çıkmış gibi duruyor. Hemen sırt çantanızı kapın, yola düşün. Bu sene, sizin seneniz!
TERAZİ – Kyoto, Japonya
Mükemmellikten asla ödün vermeyen, uyumun ve inceliğin temsilcisi Terazi burcu için, bu seneki Skyscanner seyahat falınızda büyülü Kyoto şehri var. Gerçek ile efsanenin birbirine karıştığı, Japon İmparatorluğu’nun kalbinin attığı “bin tapınaklı şehir” Kyoto, bin yıllık zengin bir tarihe sahip. Japon kültürünü ve sanatını tatmak için Kabuki tiyatrosunu izleyin, gizemli tapınakları ve görkemli müzeleri gezin. Sonrasında ruhunuzu tazelemek için cennet gibi geleneksel Japon bahçelerine girin. Dinginlik, bilgelik, huzur ve eğlenceyi bulacağınız bir tatile hazır mısınız?
AKREP – Mexico City, Meksika
Azimli, alımlı, otoriter ve kıvrak zekalı Akrep burçları, herşeyi son detayına kadar planlamayı severler – konu seyahat olunca bile! 2016 senesi onlar için Mexico City ile ilginç bir fırsat sunuyor. Bu modern şehir öyle çılgın, öyle büyük ki, tek yönlü bilet almayı bile düşünebilirsiniz! Mexico City’de gözünüze ilk çarpan şey, şehrin devasa meydanı Plaza de la Constitución olacak. Biraz sükunet arıyorsanız, Bosque de Chapultepec’e doğru yol alabilirsiniz. Burada yeşil bir alanın yanı sıra, harika bir şehir manzarası ve güzel bi kale bulacaksınız! Şimdiden iyi yolculuklar, değerli Akrep burçları!
YAY – Abu Dabi, Birleşik Arap Emirlikleri
Yay burcundan olanlar, macera düşkünlüğünün yanı sıra, yüksek enerjiye ve sadık, ilkeli bir duruşa da sahipler. Yılın harika geçmesi için olmazsa olmazlarından biri ise harika bir seyahat. Yay burcu için oklar bu sene Abu Dabi’yi gösteriyor. Göz alabildiğince uzanan gökdelenler, cam cepheli binalar ve yeryüzüne tepeden bakan restoranlarla tatil keyfini zirvede yaşayabilir, Şeyh Zayid Camii’nin bembeyaz kubbelerinin altında ve Al Ain’in yeşilliklerinde huzur bulabilirsiniz.
OĞLAK – Viyana, Avusturya
Çalışkanlığıyla ünlü Oğlak burcu, boş durmayı sevmez. Bu sabırlı ve sorumluluk sahibi seyahatseverler, kendilerine ödül olarak 2016’da Avusturya’nın her karışı başka güzel asil başkenti Viyana’yı seçmeli. Şık müzeleriyle, sanat dolu mimarisiyle, çeşmeleri ve meydanlarıyla, şirin sokaklarıyla, Klimt’in eserleriyle, UNESCO mirası tarihi bölgesi, ve tabi ki de Sacher Torte’nin zengin çikolata tadı ile, bu şehirde boş tek bir anınız olmayacağına eminiz!
KOVA – Hanoi, Vietnam
Kova burcu olmak demek, zoru başarmayı sevmek demek. O yüzden yıldızlar 2016 senesinde onlara sıkı bir macera için Vietnam’ın Hanoi şehrini gösteriyor. Kova burcunun yaratıcı ve fedakar ruhuna bire bir uyan bu renkli şehirde, tarihin, doğanın, politikanın ve kültürün harmanlandığı bir keşif yapın. Sonra Hanoi’daki huzurlu ve güzel manzaralara bakarak derin düşüncelere dalın!
BALIK – Bangkok, Tayland
Şair ruhlu, doğayla uyumu seven Balık burçları için 2016 senesinde hedef, Tayland’ın rengarenk başkenti Bangkok. Bu büyülü şehir her gün size yeni bir yüzünü gösterecek, her köşesinde sizi yeni bir güzellikle soluksuz bırakacak. Tüm hislerinize bayram ettirecek marketleriyle, rüya gibi plajlarıyla ve egzotik yeşilliğiyle Bangkok, sizi kendine aşık ettirecek!
Aşk mı şehvet mi? Sana olan hislerini merak ediyorsan, aşk ile şehvet arasındaki farkları da bilmelisin.
Aşk mı şehvet mi?
Çoğu zaman, aşka giden yolun şehvetten geçtiği söylenir. Ancak bu durum her zaman için geçerli değil. Şehvetin bazı zamanlarda tek getirisi harika bir seks ile sınırlı kalabilir. Seks elbette her romantik ilişkinin vazgeçilmezi; ama iyi seks yapıyor olmak, onun sana aşık olduğunu da göstermeyebilir. Tek başına saf şehvet, iki insan arasındaki fiziksel çekimin bir yansımasıdır. İki “gerçek” insanın birleşmesinin ardından, şehvet uçup gider. Aşk ise hepimizin çok iyi bildiği gibi bundan çok daha ötesidir. Gerçek bir ilişkide, insanların birbirlerine hissettikleri aşk, fiziksel temasın gerçekleşmesinin ardından uçup gitmez. Hatta aşkın temellenebilmesi için günlere, aylara ihtiyaç vardır. Çünkü karşındakini şehvetin sınırlarından koparak tanıyabilmen ve ona aşık olabilmen için daha uzun sürelere ihtiyacın vardır.
O halde, karşındakinin sana olan hislerinin şehvetten ibaret olup olmadığını, şehvetin de ötesinde aşk olup olmadığını nasıl anlayabilirsin. Bunu daha iyi sezebilmek için aşk ile şehvet arasındaki farkları beraber inceleyelim.
1- Seks meselesi
Bir süredir birbirinizi görebilme şansınız olmadı mı? Peki onunla uzun süre sonra buluştuğunda ne yapmayı planladınız? Ortada bir aşk söz konusuysa, uzun süre ayrı kaldıktan sonra yapmayı planlayacağın ilk şey muhtemelen seks olacaktır. Bir de birbirinizle düzenli olarak vakit geçirdiğiniz zamanları ele alalım. Partnerin, ayrı kalmak gibi olağanüstü bir durumun olmadığı zamanlarda da sürekli seks yapmak mı istiyor? O halde, onun hislerinin daha çok şehvetten yana olduğunu söyleyebiliriz. Normal şartlarda, ilişki içerisinde yemek yer, arkadaşlarınla buluşur, güzel bir uyku çeker ve de seks yaparsın. Ama seks, tüm bunların üstüne çıkıyor ve birbirinizi tanımanızı bile engelliyorsa, aşktan söz edilebilmesi biraz zor görünüyor.
2- Neyi gördüğü önemli
Eğer aşıksan, aşık olduğun kişinin yüzünü “görebilme” konusunda güçlük yaşarsın. Çünkü onun gözlerinin içine her baktığında, gözlerinden çok daha fazlasını görürsün. Şehvet halinde ise partnerinin ne denli yakışıklı olduğuna saplanır, o eksende dönüp durursun. Aynısı partnerin için de geçerli tabii. Seni herkesin gördüğünden daha farklı boyutlarda görebiliyorsa, fiziksel güzelliğinin ötesine geçip, yüzüne her baktığında sana dair kimsenin aydınlatamadığı dünyalara dalabiliyorsa, sana aşık demektir.
3- Keşfetme meselesi
Aşkta, insan karşısındakine dair her şeyi bilmek, öğrenmek ister. Aşk, doymak bilmeksizin sürekli keşfetme halidir. Bir o kadar da keyiflidir. Şehvette ise durum biraz daha sığ diyebiliriz. Eğer sana beslediği duygu şehvet ile sınırlıysa, boş konular üzerine boşa gideceğinden emin olabileceğin sığ kelimeler birbiri ardına dökülüverir. Seni tanımak gibi bir niyeti yoktur; daha çok fiziksel görünümüne odaklanır ve konuşmalar sürekli olarak bu çerçevede şekillenir. Hayatın üzerine, duyguların üzerine, arkadaşlarınla ya da ailenle olan ilişkilerin üzerine ne sıklıkta konuşuyorsunuz? Yoksa konuşmalar bugün ne yediğinin sorgulanması ile sınırlı mı kalıyor? Aradaki farkın ne denli derin olduğunun eminim ki farkındasındır
4- Sen mi yoksa senin idean mı önemli?
İlk tanıştığınız günlere dönelim…İşteyken onu hayal ettiğin zamanlara…İkinizin o an yatakta olduğunu düşlediğin ya da dün geceki harika seksi kafanda tekrar canlandırdığın muhakkak olmuştur. Peki bununla yetiniyor muydun? Eğer cevabın hayır ise, ona aşık olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü eğer karşındakine aşıksan, kurduğun hayaller ya da aklında canlanan anılar, güzel zamanlar ile sınırlı kalmaz. Peki ya partnerin? Sence yaptığınız ilk kavgayı düşünmüş müdür? Gittiğiniz ilk tatil ya da ona verdiğin ilk öpücük, gün içerisinde düşüncelerine ne denli sızabilmiştir? Eğer sana dair hatırladıkları hep o “dün geceki” harika seks ile sınırlı kalıyorsa,bu, şehvet demektir ve seni değil, senin ideanı tercih ediyor sonucunu çıkarabiliriz. Ama aşık olmak, iyisiyle kötüsüyle hayatı paylaşmaktır. Eğer düşlerinden uyanıp hala senin yanına kıvrılıp uyuyakalmak istiyorsa, sana aşıktır.
Ayrılık çanlarını gösteren işaretler Her ilişkide inişli çıkışlı dönemler olabilir. Önemli olan, yaşanan sorunlarda geri dönüşü olmayan sözler ve hareketlerle, belki de incir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerden bir birlikteliğin bitmesine yol açmamak…
Çiftler terapiye başvurduğunda en sık duyulan cümleler “Eşimle eskisi kadar çok vakit geçirmiyoruz”, “Birlikte hiçbir şey paylaşmıyoruz”, “Aynı evde iki yabancı olduk”, “Cinsel hayatımız çok kötü”, “Sanki beni hiç duymuyor, ne söylesem ona ulaşamıyor gibi hissediyorum”, “Tek ortak noktamız çocuklar oldu. Baş başa hiçbir şey yapmıyoruz”, “Çok fazla tartışıyoruz ve hiçbir şekilde uzlaşamıyoruz” “Eşim çok değişti, artık benimle hiç ilgilenmiyor” oluyor. Ancak ne olursa olsun bunların hiçbiri tek başına ilişkinin bittiğini ya da biteceğini göstermek için yeterli olmuyor. Bu olumsuzlukların bazıları ilişki üzerinde yıkıcı etkiye sahip olabilse de, bazıları sanıldığı kadar olumsuz etki etmiyor. Davranış Bilimleri Enstitüsü’nden Uzman Psikolog, Çift ve Aile Terapisti İnci Canoğulları, bu tür konularda önemli çalışmaları bulunan John Gottman’ın ilişki laboratuvarında yaptığı araştırmalar sonucu, tartışan bir çifti 10 dakika gözlemleyerek boşanıp boşanmayacaklarını tahmin edebileceğini söylüyor. Hem de yüzde 91 doğru oranda! Peki bu mümkün mü? Dr. Gottman bir ilişkinin bitip bitmediğini anlamak için nelere bakıyor? Uzm. Psk. Canoğulları, Gottman’ın “Mahşerin Dört Atlısı” olarak isimlendirdiği, ilişkilere en fazla zarar veren yanlışları Formsanté okurları için anlattı.
Ayrılık çanlarını gösteren işaretler
Ayrılık çanlarını gösteren işaretler
Suçlama “Sen her zaman…” ya da “Sen hiçbir zaman…” diye başlayan cümleler şikayet değil, suçlama içeriyor. Şikayet ve suçlama arasındaki fark büyük önem taşıyor. Bu nedenle tartışmalarda ikisini ayırmak gerekiyor. Şikayet şu şekilde olabilir: “Akşamları eve geldiğimizde benimle konuşmaman beni çok üzüyor.”
Bu cümle karşımızdaki kişi ile ilgili herhangi bir suçlama içermiyor. Ancak suçlama içeren cümleler, problemi konuşmak için sert bir başlangıç oluyor. Negatif duygular uyandırarak karşımızdaki kişinin öfkelenmesine yol açıyor. Suçlama doğal olarak savunmayı doğuruyor. Partnerinizi suçlamaya başladığınızda ise o da kendini savunmaya başlıyor.
Savunma
Herhangi bir saldırıya maruz kaldığında kişi kendini savunmaya başlıyor. Bunu da yaptığı hatayı kabul etmeyerek, aksine karşısındaki kişinin, bu hatayı yapmasına engel olmadığı için onu suçlayarak yapıyor. Bu durum, karşı tarafın da kendini savunmasına yol açıyor. Yaşananların sorunun çözümlenmesine hiçbir şekilde katkısı olmadığı gibi, içinde bulunulan durumu daha da kötüleştiriyor.
Aşağılama – Hor görme
Bu durum, tartışmalar sırasında karşımızdaki kişiyle dalga geçme, alay etme, küçük düşürme gibi sözler ve bunlara uygun beden hareketlerini içeriyor. Ayrıca gözleri devirme, küçümseyerek bakma gibi bazı mimikler içinde bulunulan durumu daha da kötüleştiriyor. Hal böyle olunca aşağılandığını, küçük düşürüldüğünü düşünen taraf için problemle ilgili konuşmak ve çözüm aramak imkansız hale geliyor. Bu durumda ya ortamı terk ediyor ya da iletişimi kesiyor. Boşanmanın en önemli belirleyicisi de bu oluyor. Mutlu evliliklerde aşağılama ya da hor görmenin neredeyse sıfır olduğu biliniyor.
İlk yedi yıla dikkat…
John Gottman ile Robert Levenson tarafından yapılan ve 14 yıl süren araştırmanın sonuçlarına göre evliliklerinin ilk yedi yılında boşanan çiftlerde suçlama, savunma, duvar örme ve aşağılama-hor görmeye daha fazla rastlanıyor. İlerleyen yıllarda ise ayrılan çiftler en çok duygusal olarak bir bağın olmaması, özellikle tartışma sırasında olumlu herhangi bir duygunun gösterilememesi nedeniyle boşanma kararı alıyor.
Duvar örme
Bu durumda partnerlerden biri, daha çok da dinleyici olan taraf, iletişimi kesip, çoğunlukla da ortamı terk ediyor. Karşımızdaki kişiyi gerçekten dinlediğimizde bunu beden dilimizle, yüz ifadelerimizle ve verdiğimiz tepkilerle belli ediyoruz. Ancak duvar ören taraf bunlardan hiçbirini yapmıyor. Gottman’a göre erkekler bunu kadınlardan daha fazla yapıyor ve oran yüzde 85’i bulunuyor. Bu yüzden Gottman bunu yapanın bir kadın olması halinde yaşanılan durumun boşanmanın habercisi olabildiğini belirtiyor. Erkek duvar ördüğünde bu durum kadın için çok üzücü oluyor ve konuyu uzatma eğilimini artırıyor. Dolayısıyla erkek bu davranışı konuyu bitirmek için yapsa da sonuçta tam tersine dönüyor.
Sonradan fark edilmiyor
Bazı çiftlerde “Mahşerin Dört Atlısı” olarak adlandırılan davranışların hiçbirine rastlanmıyor. Uzman Psikolog Canoğulları, eşlerin bir uzmana başvurduğunda her şeyin yolunda olduğunu belirttiklerini söyleyerek, “Tam da bu sebepten ötürü neden çift terapisine geldiklerini kendileri de tam olarak bilemiyor. Dolayısıyla burada herhangi bir olumsuzluk olmaması, problem yokmuş gibi davranmaya yol açabiliyor. Ancak bir sorun olması için mutlaka olumsuzluk yaşanması gerekmiyor. İlişkide olumlu bir duygunun eksikliği de problem yaratabiliyor. Bu, çiftlerin arasında herhangi bir duygusal bağın olmaması anlamına geliyor. Söz konusu gruba dahil olan çiftler birbiriyle şakalaşmıyor, espri yapmıyor, herhangi bir sevgi ve şefkat göstermiyor, hatta birinin diğerine ilgisi dahi kalmıyor” diyor.
Depresyona yol açabiliyor..
Uzman Psikolog Canoğulları, danışanlarından edindiği tecrübelere göre ilişkilerinde mutsuz olan ve sorunlarını konuşamayan çiftlerin çoğunlukla kendilerini kapana kısılmış, boğulacak gibi çaresiz hissettiğini belirterek, “Bazı kişiler bu durumda uzaklaşmayı tercih edebiliyor. Bu durumda duvar örüp, partneriyle iletişimi kestiğinde yaşanılanlar karşı tarafın öfkelenmesine ve en ufak bir şeyde bile öfke patlaması yaşamasına sebep olabiliyor. Alan Teo ve arkadaşları tarafından yaşları 25-75 arasında değişen, yaklaşık beş bin kişiyle yapılan ve 10 yıl boyunca takipleri süren bir araştırmanın sonuçlarına göre; kişinin eşi, ailesi ya da arkadaşları ile olan ilişkisinin kalitesi gelecekte depresyon yaşama ihtimalini belirliyor. Araştırmada, ilişkilerini pozitif ve destekleyici olarak değerlendiren 15 kişiden sadece birinin 10 yıl içinde depresyon yaşadığı; ilişkilerini zayıf ve düşük kaliteli olarak değerlendiren kişilerde ise aynı durumun yedide bir oranında olduğu görüldüğü ortaya konuyor” diyor.